سورة
التوبة:
مكية 129 آية |
11. c. |
Tevbe / Berâe:
9 / 94- 99. Ayetler |
يَعْتَذِرُونَ
إِلَيْكُمْ
إِذَا
رَجَعْتُمْ
إِلَيْهِمْ |
94. |
Bunlar, Tebuk seferinden döndüğünüzde
sizden özür dileyeceklerdir. |
قُلْ
لاَ
تَعْتَذِرُوا
لَنْ
نُؤْمِنَ
لَكُمْ |
|
O zaman kendilerine
şunu dersin: " Hiç özür dilemeyin, artık size güvenemeyiz. |
قَدْ
نَبَّأَنَا
اللهُ مِنْ
أَخْبَارِكُمْ |
|
Allah bize sizin
durumunuzu bildirdi. |
وَسَيَرَى
اللهُ
عَمَلَكُمْ
وَرَسُولُهُ |
|
Allah ve resulü
sizin işlerinizi biraz daha seyredecek. |
ثُمَّ
تُرَدُّونَ
إِلَى
عَالِمِ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ |
|
Bir gün her
şeyin içini dışını bilen Allah huzuruna
çıkarılacaksınız. |
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
O da size
yapıp ettiklerinizi bir bir haber verecek.
" |
سَيَحْلِفُونَ
بِاللهِ
لَكُمْ
إِذَا انْقَلَبْتُمْ
إِلَيْهِمْ
لِتُعْرِضُوا
عَنْهُمْ |
95. |
Tebuk seferinden dönüp de kendilerine
yüz vermediğinizi görünce size yemin billah edeceklerdir. |
فَأَعْرِضُوا
عَنْهُمْ
إِنَّهُمْ
رِجْسٌ |
|
Onlara
bulaşmayın. Çünkü onlar pisliktir. |
وَمَأْوَاهُمْ
جَهَنَّمُ
جَزَاءً
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ |
|
Onlar
yaptıklarının cezasını çekmek üzere cehennemi
boylayacaklardır. |
يَحْلِفُونَ
لَكُمْ
لِتَرْضَوْا
عَنْهُمْ
فَإِنْ
تَرْضَوْا
عَنْهُمْ |
96. |
Kendilerini
beğendirmek için size ne diller dökecekler. Artık onları
beğenseniz bile |
فَإِنَّ
اللهَ لاَ
يَرْضَى عَنِ
الْقَوْمِ
الْفَاسِقِينَ |
|
bu sefer Allah, bu
asî toplumdan razı olmayacaktır. |
اَْلأَعْرَابُ
أَشَدُّ
كُفْرًا
وَنِفَاقًا |
97. |
Nankörlük ve
ikiyüzlülük konusunda bedevî Arapların üstüne yoktur. |
وَأَجْدَرُ
أَلاَّ
يَعْلَمُوا
حُدُودَ مَا
أَنْزَلَ
اللهُ عَلَى
رَسُولِهِ |
|
Bu nedenle
Allah'ın resulüne indirdiği kuralları tanımamak tam
onlara göredir. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Allah, engin bilgi
gücüyle her şeye hakimdir. |
وَمِنَ
اْلأَعْرَابِ
مَنْ
يَتَّخِذُ
مَا يُنْفِقُ
مَغْرَمًا |
98. |
Bazı bedevî
Araplar, düzen için verdiklerini, kayıp kabul ediyor ve |
وَيَتَرَبَّصُ
بِكُمُ
الدَّوَائِرَ
عَلَيْهِمْ
دَائِرَةُ
السَّوْءِ |
|
feleğin sizi
vurmasını bekliyorlar. Başlarına felek kadar taş
düşsün! |
وَاللهُ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Allah her
şeyleri duyar ve tüm ayrıntısı ile bilir. |
وَمِنَ
اْلأَعْرَابِ
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِاللهِ
وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ |
99. |
Bedevî Araplar
arasında, Allah'a ve ahirete inananlar da var.
|
وَيَتَّخِذُ
مَا يُنْفِقُ
قُرُبَاتٍ
عِنْدَ
اللهِ
وَصَلَوَاتِ
الرَّسُولِ |
|
harcamalarını,
Allah'a bir yaklaşım, resule saygı kabul edenler de
vardır. |
أَلاَ
إِنَّهَا
قُرْبَةٌ
لَهُمْ
سَيُدْخِلُهُمُ
اللهُ فِي
رَحْمَتِهِ |
|
Tabi ya, bu
harcamalar, Allah'ın sevgi halkasına alacağının
işareti yaklaşımlardır. |
إِنَّ
اللهَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü Allah engin hoşgörülü
bir sevgi selidir. |
سورة
التوبة:
مكية 129 آية |
11. c. |
Tevbe / Berâe:
9 / 100-106. Ayetler |
وَالسَّابِقُونَ
اْلأَوَّلُونَ
مِنَ
الْمُهَاجِرِينَ
وَاْلأَنْصَارِ
وَالَّذِينَ
اتَّبَعُوهُمْ
بِإِحْسَانٍ
|
100. |
Medineye gelen ilk
göçmenler, onlara kucak açan yerliler, yerlilerin güzel geleneklerini devam
ettiren yeni kuşaklar!!! |
رَضِيَ
اللهُ
عَنْهُمْ
وَرَضُوا
عَنْهُ |
|
Evet Allah
onları, onlar da Allahı sevdiler. |
وَأَعَدَّ
لَهُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
تَحْتَهَا
اْلأَنْهَارُ
|
|
Allah, onlar için
çağlayanlı bahçelerde neler hazırladı neler! |
خَالِدِينَ
فِيهَا
أَبَدًا
ذَلِكَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ |
|
Hem de sonsuza kadar.
İşte zaferse zafer. |
وَمِمَّنْ
حَوْلَكُمْ
مِنَ
اْلأَعْرَابِ
مُنَافِقُونَ
وَمِنْ
أَهْلِ
الْمَدِينَةِ
مَرَدُوا
عَلَى
النِّفَاقِ |
101. |
Çevredeki Bedevî
Araplar arasında bulunan bazı ikiyüzlüler, şehir halkı
içindekilerle bir olup yalakalık denemesi yapıyorlar. |
لاَ
تَعْلَمُهُمْ
نَحْنُ
نَعْلَمُهُمْ |
|
Resulüm! onları
sen değil, biz biliriz. |
سَنُعَذِّبُهُمْ
مَرَّتَيْنِ
ثُمَّ يُرَدُّونَ
إِلَى
عَذَابٍ
عَظِيمٍ |
|
Onlara hayatı
iki kere zindan edeceğiz. Daha
sonra da, daha büyük acılara salacağız. |
وَآخَرُونَ
اعْتَرَفُوا
بِذُنُوبِهِمْ
|
102. |
Bazıları da
suçlarını itiraf ettiler. |
خَلَطُوا
عَمَلاً
صَالِحًا
وَآخَرَ
سَيِّئًا
عَسَى اللهُ
أَنْ
يَتُوبَ
عَلَيْهِمْ
إِنَّ اللهَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Bunlar, iyi kötü tüm
amellerini harman edip kabul eder umuduyla Allah'a sundular. Çünkü Allah,
engin hoşgörülü bir sevgi selidir. |
خُذْ
مِنْ
أَمْوَالِهِمْ
صَدَقَةً
تُطَهِّرُهُمْ
وَتُزَكِّيهِمْ
بِهَا |
103. |
Resulüm! Onların
mallarından yüklü bir vergi al, çünkü pisliklerini ancak temizleyip
paklar. |
وَصَلِّ
عَلَيْهِمْ
إِنَّ
صَلاَتَكَ
سَكَنٌ
لَهُمْ |
|
Onları
hayırla yad
et. Çünkü senin
onları hatırlayıp sorman kendilerini rahatlatır. |
وَاللهُ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Allah her şeyi
duyup görmektedir... |
أَلَمْ
يَعْلَمُوا
أَنَّ اللهَ
هُوَ يَقْبَلُ
التَّوْبَةَ
عَنْ
عِبَادِهِ
وَيَأْخُذُ
الصَّدَقَاتِ
|
104. |
Acaba bu insanlar, tövbeleri kabul
edenin, vergileri toplayanın sadece Allah olduğunu daha
anlayamadılar mı? |
وَأَنَّ
اللهَ هُوَ
التَّوَّابُ
الرَّحِيمُ |
|
Kullarını
bağışlayıp sevgiyle kucaklayanın Allah olduğunu
da mı bilmiyorlar? |
وَقُلِ
اعْمَلُوا |
105. |
Sevgili resulüm!
onlara şunu söyle: " Artık kendinizi ispatlamak
zorundasınız, |
فَسَيَرَى
اللهُ
عَمَلَكُمْ
وَرَسُولُهُ
وَالْمُؤْمِنُونَ |
|
çünkü yaptıklarınızı
yalnız Allah değil, resulü ve diğer müminler de görecek. |
وَسَتُرَدُّونَ
إِلَى
عَالِمِ
الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ |
|
Sonra toptan her
şeyin içini dışını gören Tanrı huzuruna
çıkarılacaksınız. |
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
O da size
yaptıklarınızı bir bir
gösterecek. " |
وَآخَرُونَ
مُرْجَوْنَ
لأَمْرِ
اللهِ |
106. |
Sefere
katılmayan diğerleri de Allah'tan ümitli olsunlar. |
إِمَّا
يُعَذِّبُهُمْ
وَإِمَّا
يَتُوبُ عَلَيْهِمْ
|
|
Allah onlara ceza
verebilir de vermeyebilir de. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Çünkü her şeye
bilgi ile egemen olan Allah'tır. |
سورة
التوبة:
مكية 129 آية |
11. c. |
Tevbe / Berâe:
9 / 107-111. Ayetler |
وَالَّذِينَ
اتَّخَذُوا
مَسْجِدًا
ضِرَارًا
وَكُفْرًا
وَتَفْرِيقًا
بَيْنَ
الْمُؤْمِنِينَ
|
107. |
İkiyüzlüler bir
mescit inşa ettiler. Maksatları, dedi kodu üretmek,
karşıt bir görüş geliştirip Müslümanları bölmekti. |
وَ
إِرْصَادًا
لِمَنْ
حَارَبَ
اللهَ وَرَسُولَهُ
مِنْ قَبْلُ |
|
Amaçları ise
vaktiyle Allah'a ve resulüne karşı bayrak açmış birini
başa getirmekti. |
وَلَيَحْلِفُنَّ
إِنْ
أَرَدْنَا
إِلاَّ
الْحُسْنَى |
|
Bunlar: " biz,
sadece iyilik olsun istiyoruz " diye yemin edeceklerdir. |
وَاللهُ
يَشْهَدُ
إِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ |
|
Ne kadar pis
yalancı olduklarını ise, Allah bilir. |
لاَ
تَقُمْ
فِيهِ
أَبَدًا |
108. |
Resulüm! Asla o
mescitte namaz kılma. |
لَمَسْجِدٌ
أُسِّسَ
عَلَى
التَّقْوَى
مِنْ
أَوَّلِ
يَوْمٍ
أَحَقُّ
أَنْ
تَقُومَ فِيهِ |
|
Medine'ye
adımını atar atmaz samimî bir ortamda yapılan mescidi
ihya etmen daha hakça olur. |
فِيهِ
رِجَالٌ
يُحِبُّونَ
أَنْ
يَتَطَهَّرُوا |
|
Hem orada
arınmaya can atan insanlar var. |
وَاللهُ
يُحِبُّ
الْمُطَّهِّرِينَ |
|
Allah da zaten
temizleri sever... |
أَفَمَنْ
أَسَّسَ
بُنْيَانَهُ
عَلَى تَقْوَى
مِنَ اللهِ
وَرِضْوَانٍ |
109. |
Resulüm! binasının temelini
sağlam zemine atıp Allah'ın rızasına nail olan
mı |
خَيْرٌ
أَمْ مَنْ
أَسَّسَ
بُنْيَانَهُ
عَلَى شَفَا
جُرُفٍ
هَارٍ |
|
daha iyidir, yoksa
temeli, toprak duvarlı yatık kuyu kenarına
attığı için, |
فَانْهَارَ
بِهِ فِي
نَارِ
جَهَنَّمَ |
|
göçük altında
kalıp cehennemi boylayan mı ? |
وَاللهُ
لاَ يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِمِينَ |
|
Allah, kendisine
saygısı olmayan toplumlara yol vermez. |
لاَ
يَزَالُ
بُنْيَانُهُمُ
الذِي
بَنَوْا رِيبَةً
فِي
قُلُوبِهِمْ
|
110. |
Bu gibilerin
yaptığı yapılar, kendileri için hep yürek
sıkıntısı olacak ve |
إِلاَّ
أَنْ
تَقَطَّعَ
قُلُوبُهُمْ |
|
bu
sıkıntı ancak kalbin durmasıyla son bulacaktır. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Allah her şeye
engin bilgi gücü ile hakimdir... |
إِنَّ
اللهَ
اشْتَرَى
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
أَنْفُسَهُمْ
وَأَمْوَالَهُمْ
بِأَنَّ
لَهُمُ
الْجَنَّةَ
يُقَاتِلُونَ
فِي سَبِيلِ
اللهِ
فَيَقْتُلُونَ
وَيُقْتَلُونَ |
111. |
Allah, Allah yolunda tüm
varlığı ile mücadele eden müminlerin, hem mallarını
hem canlarını, cennete mukabil satın almış, |
وَعْدًا
عَلَيْهِ
حَقًّا فِي
التَّوْرَاةِ
وَاْلإنجِيلِ
وَالْقُرْآنِ |
|
Tevrat ve
İncil'de verdiği bu sözü, Kuranda dahi tekrar ederek teyit
etmiştir. |
وَمَنْ
أَوْفَى
بِعَهْدِهِ
مِنَ اللهِ |
|
Kim Allah'tan daha
sağlam söz verebilir ki!? |
فَاسْتَبْشِرُوا
بِبَيْعِكُمُ
الَّذِي
بَايَعْتُمْ
بِهِ |
|
Artık
yaptığınız bu kârlı alışverişten
dolayı birbirinizi kutlayabilirsiniz. |
وَذَلِكَ
هُوَ الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ |
|
Çünkü en büyük zafer
budur. |
سورة
التوبة:
مكية 129 آية |
11.
c. |
Tevbe / Berâe:
9 / 112-117. Ayetler |
اَلتَّائِبُونَ
الْعَابِدُونَ
الْحَامِدُونَ
السَّائِحُونَ
|
112. |
Pişman olanlar, Hakk'a hizmet edenler, teşekkür edenler, seyahat edenler!
|
الرَّاكِعُونَ
السَّاجِدُونَ |
|
Allah için
eğilip yerlere kapananlar! |
اَْلآمِرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَالنَّاهُونَ
عَنِ
الْمُنكَرِ
وَالْحَافِظُونَ
لِحُدُودِ اللهِ |
|
öz değerlere
sahip çıkmayı önerip kötülerden vazgeçirenler, Allah'ın
koyduğu yasalara saygı gösterenler! |
وَبَشِّرِ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Resulüm! bu müminleri
de kutlayabilirsin
|
مَا
كَانَ
لِلنَّبِيِّ
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
أَنْ
يَسْتَغْفِرُوا
لِلْمُشْرِكِينَ
|
113. |
Hiçbir peygamber, hiçbir mümin, çok
tanrıcı müşrikler için Allah'tan af talep edemez. |
وَلَوْ
كَانُوا
أُولِي
قُرْبَى |
|
isterse en yakın
akrabaları olsun, |
مِنْ
بَعْدِ مَا
تَبَيَّنَ
لَهُمْ
أَنَّهُمْ
أَصْحَابُ
الْجَحِيمِ |
|
hele hele cehennemlik oldukları belli olmuşsa. |
وَمَا
كَانَ
اسْتِغْفَارُ
إِبْرَاهِيمَ
ِلأَبِيهِ |
114. |
İbrahim'in,
müşrik babası için af talebi ise, |
إِلاَّ
عَنْ
مَوْعِدَةٍ
وَعَدَهَا
إِيَّاهُ |
|
sadece, vaktiyle ona
verdiği sözden ötürü idi. |
فَلَمَّا
تَبَيَّنَ
لَهُ
أَنَّهُ
عَدُوٌّ ِللهِ
تَبَرَّأَ
مِنْهُ |
|
Sonunda
azılı bir Allah düşmanı olduğu ayan beyan belli
olunca ondan ayrıldı. |
إِنَّ
إِبْرَاهِيمَ
َلأَوَّاهٌ
حَلِيمٌ |
|
İbrahim
gerçekten çok ince ruhlu ve duyarlı biriydi. |
وَمَا
كَانَ اللهُ
لِيُضِلَّ
قَوْمًا
بَعْدَ إِذْ
هَدَاهُمْ |
115. |
Allah, hidayet nasibettiği bir toplumu, tekrar
şaşırtacaksa |
حَتَّى
يُبَيِّنَ
لَهُمْ مَا يَتَّقُونَ |
|
sakınmaları
gereken şeyleri göstermeden bunu yapmaz. |
إِنَّ
اللهَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
|
Çünkü Allah, her
şeyi tüm ayrıntısıyla bilir. |
إِنَّ
اللهَ لَهُ
مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
116. |
Çünkü Allah yerlerin
ve göklerin tek hakimidir. |
يُحْيِ
وَيُمِيتُ |
|
Canı veren de
alan da odur
|
وَمَا
لَكُمْ مِنْ
دُونِ اللهِ
مِنْ وَلِيٍّ
وَلاَ
نَصِيرٍ |
|
Sevgili müminler! sizin biricik yâriniz ve
yardımcınız Allah'tır. |
لَقَدْ
تَابَ اللهُ
عَلَى
النَّبِيِّ
وَالْمُهَاجِرِينَ
وَاْلأَنْصَارِ
|
117. |
Allah, peygamberin,
muhacirlerin ve Ensârın tüm seferî
falsolarını affetmiştir, |
الَّذِينَ
اتَّبَعُوهُ
فِي سَاعَةِ
الْعُسْرَةِ |
|
Sıkıntılı
sefer hengamesinde onun saflarında yer alanların tövbelerini de
kabul etmiştir. |
مِنْ
بَعْدِ مَا
كَادَ
يَزِيغُ
قُلُوبُ فَرِيقٍ
مِنْهُمْ |
|
Hattâ
sıkıntıdan neredeyse sefere katılmama tehlikesi
atlatmış kalplerin de |
ثُمَّ
تَابَ
عَلَيْهِمْ |
|
tövbelerini kabul
etmiştir. |
إِنَّهُ
بِهِمْ
رَءُوفٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü Allah,
müminlere karşı son derece duyarlı ve sevgi doludur. |
سورة
التوبة:
مكية 129 آية |
11. c. |
Tevbe / Berâe:
9 / 118-122. Ayetler |
وَعَلَى
الثَّلاَثَةِ
الَّذِينَ
خُلِّفُوا |
118. |
Allah, sefere
katılmayıp geride kalan üç kişinin de tövbelerini kabul
etmişti. |
حَتَّى
إِذَا
ضَاقَتْ
عَلَيْهِمُ
اْلأَرْضُ
بِمَا
رَحُبَتْ |
|
Hattâ, onca genişliğine
rağmen dünya kendilerine zindan olmuş, |
وَضَاقَتْ
عَلَيْهِمْ
أَنْفُسُهُمْ |
|
sıkıntıdan
içlerine daral gelmişti. |
وَظَنُّوا
أَنْ لاَ
مَلْجَأَ
مِنَ اللهِ
إِلاَّ
إِلَيْهِ |
|
Sonunda Allah'tan
başka hiçbir sığınak olmadığını
anladılar. |
ثُمَّ
تَابَ عَلَيْهِمْ
لِيَتُوبُوا
|
|
Pişman oldular,
Allah onları da affetti. |
إِنَّ
اللهَ هُوَ
التَّوَّابُ
الرَّحِيمُ |
|
Çünkü Allah,
yalvaranları sevgi ile kucaklar... |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا اللهَ
|
119. |
Sevgili müminler! Eğer Allah'a
karşı kendinizi sağlama almak istiyorsanız, |
وَكُونُوا
مَعَ
الصَّادِقِينَ |
|
doğrudan yana
olun. |
مَا
كَانَ
ِلأَهْلِ
الْمَدِينَةِ
وَمَنْ حَوْلَهُمْ
مِنَ
اْلأَعْرَابِ
أَنْ يَتَخَلَّفُوا
عَنْ
رَسُولِ
اللهِ |
120. |
|
وَلاَ
يَرْغَبُوا
بِأَنْفُسِهِمْ
عَنْ
نَفْسِهِ |
|
kendilerini resulden
önemliymiş gibi görmeleri bu şehre yakışmayan bir
durumdur. |
ذَلِكَ
بِأَنَّهُمْ
لاَ
يُصِيبُهُمْ
ظَمَأٌ |
|
Neden mi? Çünkü Müslümanların
seferde maruz kaldığı her susuzluk, |
وَلاَ
نَصَبٌ
وَلاَ
مَخْمَصَةٌ
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
|
Allah yolunda
çektiği her çile ve açlık, |
وَلاَ
يَطَئُونَ
مَوْطِئًا
يَغِيظُ
الْكُفَّارَ |
|
inkarcıları
çileden çıkaran her adım, |
وَلاَ
يَنَالُونَ
مِنْ
عَدُوٍّ نَيْلاً
|
|
düşmana
karşı kazandıkları her başarı, |
إِلاَّ
كُتِبَ
لَهُمْ بِهِ
عَمَلٌ
صَالِحٌ |
|
her Müslüman neferin
kendi hanesine, salih amel olarak anında
kaydedilmiştir. |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يُضِيعُ
أَجْرَ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Çünkü Allah, gönül
erlerinin ecrini asla zayi etmez. |
وَلاَ
يُنْفِقُونَ
نَفَقَةً
صَغِيرَةً
وَلاَ
كَبِيرَةً |
121. |
Onların küçüklü
büyüklü yaptıkları her harcama, |
وَلاَ
يَقْطَعُونَ
وَادِيًا
إِلاَ
كُتِبَ لَهُمْ |
|
katettikleri her mesafe, kendi hanelerine
anında işlenmiştir. |
لِيَجْزِيَهُمُ
اللهُ أَحْسَنَ
مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
İlerde ise Allah
onlara, yaptıklarından çok daha güzelini verecektir
|
وَمَا
كَانَ
الْمُؤْمِنُونَ
لِيَنْفِرُوا
كَافَّةً |
122. |
Müslümanların topyekûn
savaşa katılmaları doğru olmaz. |
فَلَوْلاَ
نَفَرَ مِنْ
كُلِّ
فِرْقَةٍ مِنْهُمْ
طَائِفَةٌ |
|
Her bölüğü temsilen bir tim, sefere katılmayıp geride
kalmalı, |
لِيَتَفَقَّهُوا
فِي
الدِّينِ
وَلِيُنْذِرُوا
قَوْمَهُمْ
إِذَا
رَجَعُوا
إِلَيْهِمْ
لَعَلَّهُمْ
يَحْذَرُونَ |
|
bunlar, dinî
eğitimi devam ettirmeli, seferden dönenlerin ruhsal tedavileri için
huzurlu bir ortam hazırlamalıdırlar. |
سورة
التوبة:
مكية 129 آية |
11. c. |
Tevbe / Berâe:
9 / 123-129. Ayetler |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
قَاتِلُوا
الَّذِينَ
يَلُونَكُمْ
مِنَ
الْكُفَّارِ
|
123. |
Sevgili müminler! Sizi takip eden düşmanla vuruşun
ki |
وَلْيَجِدُوا
فِيكُمْ
غِلْظَةً |
|
sizin ne kadar çetin
ceviz olduğunuzu görsünler. |
وَاعْلَمُوا
أَنَّ اللهَ
مَعَ
الْمُتَّقِينَ |
|
Ama Allah'ın,
hep sağlamcıların yanında olduğunu da unutmayın
|
وَإِذَا
مَا أُنْزِلَتْ
سُورَةٌ |
124. |
Allah tarafından bir sûre
indirildi mi |
فَمِنْهُمْ
مَنْ
يَقُولُ
أَيُّكُمْ
زَادَتْهُ
هَذِهِ
إِيمَانًا |
|
kimileri: " Ya
hu, der. Şimdi bu sure, sizden hanginizin imanını
arttırdı? " |
فَأَمَّا
الَّذِينَ
آمَنُوا
فَزَادَتْهُمْ
إِيمَانًا
وَهُمْ
يَسْتَبْشِرُونَ |
|
İnananlar ise
imanlarını arttırdığı için tebrikleşirler. |
وَأَمَّا
الَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ |
125. |
Ancak bu sûreler,
kalpleri hasta olanların |
فَزَادَتْهُمْ
رِجْسًا
إِلَى
رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا
وَهُمْ
كَافِرُونَ |
|
derdine dert katar,
sonunda iman şerefine eremeden, bu dertten ölüp giderler. |
أَوَلاَ
يَرَوْنَ
أَنَّهُمْ
يُفْتَنُونَ
فِي كُلِّ
عَامٍ
مَرَّةً
أَوْ
مَرَّتَيْنِ
|
126. |
Acaba onlar,
yılda bir iki defa bir felaketle sınandıklarını farketmiyorlar mı? |
ثُمَّ
لاَ
يَتُوبُونَ
وَلاَ هُمْ
يَذَّكَّرُونَ |
|
Hani tövbe edip, Allah
adını ağızlarına pek almıyorlar da. |
وَإِذَا
مَا أُنْزِلَتْ
سُورَةٌ
نَظَرَ
بَعْضُهُمْ
إِلَى بَعْضٍ
|
127. |
Evet bir sûre indirildi mi
birbirlerine bakıp |
هَلْ
يَرَاكُمْ
مِنْ أَحَدٍ
ثُمَّ انْصَرَفُوا |
|
" Sizi gören
oldu mu ?" diye soruyor, sonra da çekip gidiyorlar. |
صَرَفَ
اللهُ
قُلُوبَهُمْ
بِأَنَّهُمْ
قَوْمٌ لاَ
يَفْقَهُونَ |
|
Allah, görüş
mesafelerini daralttığı için algılayamıyorlar. |
لَقَدْ
جَاءَكُمْ
رَسُولٌ
مِنْ أَنْفُسِكُمْ
|
128. |
A mübarekler!
Anlasanıza size gelen elçi, sizden biri, |
عَزِيزٌ
عَلَيْهِ
مَا
عَنِتُّمْ |
|
sizin derdinizle
dertlenen, |
حَرِيصٌ
عَلَيْكُمْ |
|
sizin üzerinize
titreyen, |
بِالْمُؤْمِنِينَ
رَءُوفٌ
رَحِيمٌ |
|
inananlara
karşı son derece yufka yürekli ve sevecen
|
فَإِنْ
تَوَلَّوْا
فَقُلْ |
129. |
Resulüm! senden uzaklaşanlara
şunu söyle: |
حَسْبِيَ
اللهُ لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ |
|
" Bana, tek
başına Allah'ım yeter, |
عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ |
|
Ben sadece ona
güvenirim, |
وَهُوَ
رَبُّ
الْعَرْشِ
الْعَظِيمِ |
|
Çünkü,
muhteşem kainatın tek hakimi odur. " |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 1 - 6. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
الۤرٰ
تِلْكَ
آيَاتُ
الْكِتَابِ
الْحَكِيمِ |
1. |
Elif, Lâm, Râ. Bunlar, egemen bir Kitab'ın
sözleridir. |
أَكَانَ
لِلنَّاسِ
عَجَبًا
أَنْ
أَوْحَيْنَا
إِلَى
رَجُلٍ
مِنْهُمْ |
2. |
Acaba insanları
şaşkına çeviren, kendilerinden birine hitaben: |
أَنْ
أَنْذِرِ
النَّاسَ
وَبَشِّرِ
الَّذِينَ
آمَنُوا
أَنَّ
لَهُمْ
قَدَمَ صِدْقٍ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ |
|
" Halkı
uyar, inananlara Rab'leri katında yüksek mevkiler olduğunu
haber ver " demiş olmamız mı? |
قَالَ
الْكَافِرُونَ
إِنَّ هَذَا
لَسَاحِرٌ
مُبِينٌ |
|
Acaba
inkarcılar, bu yüzden mi: " Aaa
resmen büyücü! " deyip çıktılar
? |
إِنَّ
رَبَّكُمُ |
3. |
Sizin gerçek
sahibiniz, |
اللهُ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
فِي سِتَّةِ
أَيَّامٍ |
|
gökleri ve yeri
altı zamanda yaratan Allah'tır. |
ثُمَّ
اسْتَوَى
عَلَى
الْعَرْشِ
يُدَبِّرُ
اْلأَمْرَ |
|
Sonra, ivme vermek
üzere evreni dengeledi. |
مَا
مِنْ
شَفِيعٍ
إِلاَّ مِنْ
بَعْدِ
إِذْنِهِ |
|
Artık onun izni
olmadan hiç kimse bu işleyişe karışamaz. |
ذَلِكُمُ
اللهُ
رَبُّكُمْ
فَاعْبُدُوهُ
|
|
Sizi çekip çeviren de
Allah'tır. Bu yüzden ona hizmet etmeniz gerekiyor. |
أَفَلاَ
تَذَكَّرُونَ |
|
Düşünerek de
bunu anlayabilirsiniz. |
إِلَيْهِ
مَرْجِعُكُمْ
جَمِيعًا |
4. |
Sonunda hepiniz ona
döneceksiniz. |
وَعْدَ
اللهِ
حَقًّا
إِنَّهُ
يَبْدَأُ
الْخَلْقَ
ثُمَّ يُعِيدُهُ |
|
Allahın
dedikleri kesinkes olacaktır: Önce yaratacak, sonra yıkıp
tekrar yaratacak: |
لِيَجْزِيَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
بِالْقِسْطِ |
|
çünkü Allah,
inanıp yararlı faaliyetlerde bulunanları lâyık
oldukları yere oturturken, |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
لَهُمْ
شَرَابٌ
مِنْ حَمِيمٍ
وَعَذَابٌ
أَلِيمٌ
بِمَا
كَانُوا
يَكْفُرُونَ |
|
inkar edenlere de,
nankörlüklerine karşılık, kaynar sular içirip dayanılmaz
acılar tattıracaktır
|
هُوَ
الَّذِي
جَعَلَ
الشَّمْسَ
ضِيَاءً وَالْقَمَرَ
نُورًا |
5. |
Allah, güneşi ışık
kaynağı; ayı da ışık
yansıtıcısı yaptı. |
وَقَدَّرَهُ
مَنَازِلَ
لِتَعْلَمُوا
عَدَدَ
السِّنِينَ
وَالْحِسَابَ |
|
Ayı dilimledi,
güneş ve ay takvimleri derken, hesap yeteneğinizi harekete geçirdi. |
مَا
خَلَقَ
اللهُ
ذَلِكَ
إِلاَّ
بِالْحَقِّ |
|
Allah, bütün
bunları, denge için yarattı. |
يُفَصِّلُ
الآيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ |
|
Bu ayetleri de bilgi
toplumu için ayrıntılıyor. |
إِنَّ
فِي
اخْتِلاَفِ
اللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَمَا
خَلَقَ
اللهُ |
6. |
Gece ile gündüz
farkında, ayrıca Allah'ın yarattığı her
şeyde, |
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
َلآيَاتٍ لِقَوْمٍ
يَتَّقُونَ |
|
göklerde ve yerde,
sağlamcı toplumlar için birtakım işaretler vardır. |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 7 - 14. Ayetler |
إِنَّ
الَّذِينَ
لاَ
يَرْجُونَ
لِقَاءَنَا
وَرَضُوا
بِالْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
وَاطْمَأَنُّوا
بِهَا وَالَّذِينَ
هُمْ عَنْ
آيَاتِنَا
غَافِلُونَ |
7. |
Bize hesap
vereceklerine inanmayanlar, her türlü huzur ve mutluluğu dünyada
arayanlar, sözlerimizi duymazdan gelenler, |
أُولاَئِكَ
مَأْوَاهُمُ
النَّارُ
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ |
8. |
bu
düşüncelerinden dolayı yanacaklardır. |
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
9. |
İnanıp
yararlı faaliyetlerde bulunanlara ise, |
يَهْدِيهِمْ
رَبُّهُمْ
بِإِيمَانِهِمْ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهِمُ
اْلأَنْهَارُ
فِي
جَنَّاتِ
النَّعِيمِ |
|
Rab'leri, sırf
imanları şerefine, şırıl şırıl
akan derelerden Naîm cennetine giden yolda bizzat
eşlik edecektir. |
دَعْوَاهُمْ
فِيهَا
سُبْحَانَكَ
اللَّهُمَّ |
10. |
her yerde: " büyüksün
Allah'ım! " sesleri, |
وَتَحِيَّتُهُمْ
فِيهَا
سَلاَمٌ |
|
her yerde: " merhaba!
" lı selâmlaşmalar, |
وَآخِرُ
دَعْوَاهُمْ
أَنِ
الْحَمْدُ
ِللهِ رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
|
Her yerde: " Şükür
Allah'a! Şükür kainatı çekip çevirene " sözleriyle
noktalanan dualar.. |
وَلَوْ
يُعَجِّلُ
اللهُ
لِلنَّاسِ
الشَّرَّ
اسْتِعْجَالَهُمْ
بِالْخَيْرِ
لَقُضِيَ
إِلَيْهِمْ
أَجَلُهُمْ |
11. |
Eğer Allah, insanları kendi
çıkarlarına eviştirdiği gibi,
kötülüklere de eviştirseydi, işleri
çoktan biterdi. |
فَنَذَرُ
الَّذِينَ
لاَ
يَرْجُونَ
لِقَاءَنَا
فِي
طُغْيَانِهِمْ
يَعْمَهُونَ |
|
Onun için bize hesap
verme derdi olmayanları biraz daha azmaya bırakırız
itiş kakış. |
وَإِذَا
مَسَّ
الإنْسَانَ
الضُّرُّ |
12. |
İnsanoğlu
başına bir iş geldi mi, |
دَعَانَا
لِجَنْبِهِ
أَوْ
قَاعِدًا
أَوْ قَائِمًا |
|
yatakta, işte
kayıtta hemen bize yalvarır. |
فَلَمَّا
كَشَفْنَا
عَنْهُ
ضُرَّهُ |
|
Sıkıntısını
giderdiğimizde ise, |
مَرَّ
كَأَنْ لَمْ
يَدْعُنَا
إِلَى ضُرٍّ
مَسَّهُ |
|
uğradığı
sıkıntıdan dolayı sanki bize hiç el açmamış
gibi çekip gider. |
كَذَلِكَ
زُيِّنَ
لِلْمُسْرِفِينَ
مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
İşte
böylesi aşırılar hep kendi yaptığını
beğenir
|
وَلَقَدْ
أَهْلَكْنَا
الْقُرُونَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ لَمَّا
ظَلَمُوا |
13. |
Resulüm! sizden önceki çağlarda, hep
haksızlık edenlerin hayatına son verdik. |
وَجَاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
وَمَا
كَانُوا
لِيُؤْمِنُوا |
|
Kendilerine elçiler
belgeler getirdiler, yine de inanmadılar. |
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْقَوْمَ
الْمُجْرِمِينَ |
|
Bizim suçlu
toplumlara verdiğimiz ceza hep böyle olmuştur. |
ثُمَّ
جَعَلْنَاكُمْ
خَلاَئِفَ
فِي اْلأَرْضِ
مِنْ
بَعْدِهِمْ |
14. |
Şimdi de, onlar
yerine sizleri getirip yeryüzü temsilcisi yaptık. |
لِنَنْظُرَ
كَيْفَ
تَعْمَلُونَ |
|
Bakalım sizler
neler yapacaksınız. |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 15 - 20. Ayetler |
وَإِذَا
تُتْلَى
عَلَيْهِمْ
آيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ |
15. |
Kendilerine
ayetlerimiz açık seçik okununca, |
قَالَ
الَّذِينَ
لاَ يَرْجُونَ
لِقَاءَنَا
ائْتِ
بِقُرْآنٍ
غَيْرِ هَذَا
أَوْ
بَدِّلْهُ |
|
Bize hesap verme
beklentisinde olmayanlar: " bize bundan başka bir Kuran
getir ya da onu değiştir " diyorlar. |
قُلْ
مَا يَكُونُ
لِي أَنْ
أُبَدِّلَهُ
مِنْ
تِلْقَاءِ
نَفْسِي |
|
Resulüm! onlara
şunu söyle: " onu benim değiştirmem mümkün değil.
|
إِنْ
أَتَّبِعُ
إِلاَّ مَا
يُوحَى
إِلَيَّ |
|
Çünkü ben, sadece
bana vahyedilene uymak zorundayım. |
إِنِّي
أَخَافُ
إِنْ
عَصَيْتُ
رَبِّي عَذَابَ
يَوْمٍ
عَظِيمٍ |
|
Çünkü ben,
Rabbime karşı gelerek ahiret
cezasını göze alamam. |
قُلْ
لَوْ شَاءَ
اللهُ مَا
تَلَوْتُهُ
عَلَيْكُمْ
وَلاَ
أَدْرَاكُمْ
بِهِ |
16. |
Hem Allah isteseydi, bunları
size okumaz, pekâlâ size bu bilgileri vermeyebilirdim. |
فَقَدْ
لَبِثْتُ
فِيكُمْ
عُمُرًا
مِنْ قَبْلِهِ
أَفَلاَ
تَعْقِلُونَ |
|
Ayrıca ben,
yaklaşık bir ömür boyudur sizin aranızdayım,
düşünsenize bir... " |
فَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرَى
عَلَى اللهِ
كَذِبًا
أَوْ كَذَّبَ
بِآيَاتِهِ |
17. |
Uydurduğu yalanı Allah'a mal etmeye
kalkan, ya da onun sözlerini inkar edenden daha zalim kim olabilir ? |
إِنَّهُ
لاَ
يُفْلِحُ
الْمُجْرِمُونَ |
|
Suç suçluyu asla
iflah etmez. |
وَيَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ مَا
لاَ يَضُرُّهُمْ
وَلاَ
يَنْفَعُهُمْ
|
18. |
Allah diye
kendilerine hiçbir fayda ve zararı olmayan şeylere
tapınıp duruyorlar. |
وَيَقُولُونَ
هَؤُلاَءِ
شُفَعَاؤُنَا
عِنْدَ
اللهِ |
|
Bir de kalkıp: "
bunlar bizim yarın Allah huzurundaki şefaatçilerimiz "
diyorlar. |
قُلْ
أَ تُنَبِّئُونَ
اللهَ بِمَا
لاَ
يَعْلَمُ فِي
السَّمَاوَاتِ
وَلاَ فِي
اْلأَرْضِ |
|
Resulüm de ki: "
Yahu siz, yerde ve gökte, farkında olmadığı bir
şey var da, Allah'a bunu mu hatırlatıyorsunuz? " |
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالَى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ |
|
Hiç olur mu? Ulu
Tanrının erişilmezliği, müşriklerin havsalasına
sığmıyor o kadar
|
وَمَا
كَانَ
النَّاسُ
إِلاَّ
أُمَّةً
وَاحِدَةً
فَاخْتَلَفُوا
|
19. |
Vaktiyle insanlık bir tek millet idi.
Giderek çeşitlendi. |
وَلَوْلاَ
كَلِمَةٌ
سَبَقَتْ
مِنْ رَبِّكَ
|
|
Eğer
Allah'ın vaktiyle verilmiş bir sözü olmasaydı, |
لَقُضِيَ
بَيْنَهُمْ
فِيمَا
فِيهِ
يَخْتَلِفُونَ |
|
ayrımcılık
yapan milletlerin defteri çoktan dürülürdü. |
وَيَقُولُونَ
لَوْلاَ
أُنْزِلَ
عَلَيْهِ
آيَةٌ مِنْ
رَبِّهِ |
20. |
" Allah
tarafından Muhammed'e bir mucize indirilmeliydi " diyorlar. |
فَقُلْ
إِنَّمَا
الْغَيْبُ
ِللهِ
فَانْتَظِرُوا |
|
De ki: " Gayb, Allah'a özeldir. Bekleyin. |
إِنِّي
مَعَكُمْ
مِنَ
الْمُنْتَظِرِينَ |
|
Çünkü sizin gibi
ben de bekliyorum. " |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 21 - 25. Ayetler |
وَإِذَا
أَذَقْنَا
النَّاسَ
رَحْمَةً
مِنْ بَعْدِ
ضَرَّاءَ
مَسَّتْهُمْ
|
21. |
Büyük bir
sıkıntıdan sonra insanlara ne zaman bir nefes
aldırıp rahatlatsak |
إِذَا
لَهُمْ
مَكْرٌ فِي
آيَاتِنَا |
|
Hemen sözlerimize
saldırılar başlar. |
قُلِ
اللهُ
أَسْرَعُ
مَكْرًا |
|
Ama: " Allah,
saldırıya anında karşılık verir. " |
إِنَّ
رُسُلَنَا
يَكْتُبُونَ
مَا تَمْكُرُونَ |
|
Çünkü bizim görevli
meleklerimiz onların saldırı plânlarını bir bir kaydederler
|
هُوَ
الَّذِي
يُسَيِّرُكُمْ
فِي
الْبَرِّ وَالْبَحْرِ
|
22. |
Sizleri karada ve denizde yürüten
Allah'tır. |
حَتَّى
إِذَا
كُنْتُمْ
فِي
الْفُلْكِ
وَجَرَيْنَ
بِهِمْ
بِرِيحٍ
طَيِّبَةٍ
وَفَرِحُوا
بِهَا |
|
Yelkenli bir
gemidesiniz, gemi, çok tatlı ve insana ferahlık veren bir rüzgâr
eşliğinde yolcuları ile birlikte akıp giderken, |
جَاءَتْهَا
رِيحٌ
عَاصِفٌ
وَجَاءَهُمُ
الْمَوْجُ
مِنْ كُلِّ
مَكَانٍ
وَظَنُّوا أَنَّهُمْ
أُحِيطَ
بِهِمْ |
|
birden müthiş
bir fırtına patlıyor, dalgalar her yandan
saldırıyor, tam bir kuşatma altında olduklarını
zanneden yolcular, |
دَعَوُا
اللهَ
مُخْلِصِينَ
لَهُ
الدِّينَ |
|
dört dörtlük bir sofu
kesilip Allah'a şöyle yalvarıyorlar: |
لَئِنْ
أَنْجَيْتَنَا
مِنْ هَذِهِ
لَنَكُونَنَّ
مِنَ
الشَّاكِرِينَ |
|
" Ya Rab!
bizi bu durumdan kurtarırsan, sana ömrü billah teşekkür, borcumuz
olsun." |
فَلَمَّا
أَنْجَاهُمْ
إِذَا هُمْ
يَبْغُونَ
فِي
اْلأَرْضِ
بِغَيْرِ
الْحَقِّ |
23. |
Oysa daha kurtulur
kurtulmaz, başlamıştır haksız talepler ve
taşkınlıklar
|
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
إِنَّمَا
بَغْيُكُمْ
عَلَى
أَنْفُسِكُمْ
مَتَاعَ
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا |
|
Ey insanlar! Kısa süreli şu dünya
hayatında iki kırık mal için yaptığınız
taşkınlıklar, aleyhinize olur. |
ثُمَّ
إِلَيْنَا
مَرْجِعُكُمْ
فَنُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
Nasıl olsa bize
döneceksiniz, biz de size yapıp ettiklerinizi bir bir
göstereceğiz. |
إِنَّمَا
مَثَلُ
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
كَمَاءٍ
أَنْزَلْنَاهُ
مِنَ
السَّمَاءِ |
24. |
Şu dünya
hayatı, gökten indirdiğimiz suya benzer: |
فَاخْتَلَطَ
بِهِ
نَبَاتُ
اْلأَرْضِ
مِمَّا
يَأْكُلُ
النَّاسُ
وَاْلأَنْعَامُ |
|
yani insan ve
hayvanların besin kaynağı olan bitkilerin muhtaç olduğu
suya. |
حَتَّى
إِذَا
أَخَذَتِ
اْلأَرْضُ
زُخْرُفَهَا
وَازَّيَّنَتْ
|
|
Gün gelir, yer
ürünleri, bütün takılarını takıp
takıştırır, bütün güzelliği ile ortaya çıkar, |
وَظَنَّ
أَهْلُهَا
أَنَّهُمْ
قَادِرُونَ
عَلَيْهَا |
|
hattâ insanlar:
artık mahsuller elimizde sayılır demeye başlar, |
أَتَاهَا
أَمْرُنَا
لَيْلاً
أَوْ
نَهَارًا
فَجَعَلْنَاهَا
حَصِيدًا |
|
Derken bir gece, ya
da güpegündüz bir felaket bütün bu güzellikleri çöpe çevirir. |
كَأَنْ
لَمْ تَغْنَ
بِاْلأَمْسِ |
|
Her şey, sanki
dün hiç yokmuş gibi olur. |
كَذَلِكَ
نُفَصِّلُ
الْآيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ |
|
Bu sözlerimiz
düşünce toplumuna hitap eder. |
وَاللهُ
يَدْعُو
إِلَى دَارِ
السَّلاَمِ |
25. |
Allah,
kullarını esenliğe çağırır ama, |
وَيَهْدِي
مَنْ يَشَاءُ
إِلَى
صِرَاطٍ
مُسْتَقِيمٍ |
|
sadece dilediği
kulunu doğru yola iletir. |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 26 - 33. Ayetler |
لِلَّذِينَ
أَحْسَنُوا
الْحُسْنَى
وَزِيَادَةٌ
|
26. |
Davranışları
güzel olanlara, daha güzeli verilecektir, hem de fazlasıyla. |
وَلاَ
يَرْهَقُ
وُجُوهَهُمْ
قَتَرٌ
وَلاَ ذِلَّةٌ |
|
Bu gibilerin yüzünde,
sıkıntı ve aşağılık ifadesi yoktur. |
أُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
الْجَنَّةِ
هُمْ فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
Bunlar, cennetlik
olup sonsuza kadar orada kalacaklardır. |
وَالَّذِينَ
كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ
جَزَاءُ
سَيِّئَةٍ
بِمِثْلِهَا
|
27. |
Davranışları
bozuk olanlara ise, cezaları bire bir verilecektir. |
وَتَرْهَقُهُمْ
ذِلَّةٌ مَا
لَهُمْ مِنَ
اللهِ مِنْ
عَاصِمٍ |
|
Allah'tan yüz
bulamadıkları için bunların yüzü son derece
sıkıntılıdır, |
كَأَنَّمَا
أُغْشِيَتْ
وُجُوهُهُمْ
قِطَعًا مِنَ
اللَّيْلِ
مُظْلِمًا |
|
sanki yüzlerine, gece
karanlığından bir parça
yapıştırılmış gibidir. |
أُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
النَّارِ
هُمْ فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
Bunlar da cehennemlik
olup sonsuza kadar orada kalacaklardır. |
وَيَوْمَ
نَحْشُرُهُمْ
جَمِيعًا |
28. |
O gün herkesi bir
araya topladığımızda, |
ثُمَّ
نَقُولُ
لِلَّذِينَ
أَشْرَكُوا
مَكَانَكُمْ
أَنْتُمْ
وَشُرَكَاؤُكُمْ |
|
önce aratanrıcı müşriklere: " Siz ve
yapay tanrılarınız yerinizde kalın! " diye
gürler |
فَزَيَّلْنَا
بَيْنَهُمْ |
|
aralarını
açarız. |
وَقَالَ
شُرَكَاؤُهُمْ
مَا
كُنْتُمْ
إِيَّانَا
تَعْبُدُونَ |
|
O zaman uyduruk
tanrılar sert çıkarlar: " siz bize ibadet etmiyordunuz ki! |
فَكَفَى
بِاللهِ
شَهِيدًا
بَيْنَنَا
وَبَيْنَكُمْ
إِنْ كُنَّا
عَنْ
عِبَادَتِكُمْ
لَغَافِلِينَ |
29. |
Buyurun Allah
söylesin, sizin bize ibadet ettiğinizden, bizim haberimiz var
mıydı yok muydu.
" derler. |
هُنَالِكَ
تَبْلُو
كُلُّ
نَفْسٍ مَا
أَسْلَفَتْ |
30. |
Tam bu sırada
herkes geçmişini süzer. |
وَرُدُّوا
إِلَى اللهِ
مَوْلاَهُمُ
الْحَقِّ |
|
Daha sonra hepsi
gerçek sahipleri Allah'a sevk edilirler. |
وَضَلَّ
عَنْهُمْ
مَا كَانُوا
يَفْتَرُونَ |
|
Artık ortada
uyduruk tanrı falan kalmamıştır. |
قُلْ
مَنْ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمَاءِ
وَاْلأَرْضِ
أَمَّنْ
يَمْلِكُ
السَّمْعَ
وَاْلأَْبْصَارَ
|
31. |
Resulüm! onlara
şunu sor: " yerden ve gökten sizi kim besliyor? Gözlerin
kulakların gerçek sahibi kim? |
وَمَنْ
يُخْرِجُ
الْحَيَّ
مِنَ
الْمَيِّتِ
وَيُخْرِجُ
الْمَيِّتَ
مِنَ
الْحَيِّ
وَمَنْ
يُدَبِّرُ
اْلأَمْرَ |
|
Ölüden canlı
üreten, canlıya ölümü getiren kim ? Acaba kim bütün bu işleri çekip
çeviriyor ? " |
فَسَيَقُولُونَ
اللهُ
فَقُلْ
أَفَلاَ تَتَّقُونَ |
|
" Allah "
diyeceklerdir. Sen de: " O halde kendinizi
kollamalısınız " diyebilirsin. |
فَذَلِكُمُ
اللهُ
رَبُّكُمُ
الْحَقُّ
فَمَاذَا
بَعْدَ
الْحَقِّ
إِلاَّ
الضَّلاَلُ
فَأَنَّا
تُصْرَفُونَ |
32. |
Sizin gerçek
sahibiniz Allah, gerçeğin zıddı da yanlış
olduğuna göre nasıl böyle tersine gidersiniz ki!? |
كَذَلِكَ
حَقَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
عَلَى الَّذِينَ
فَسَقُوا
أَنَّهُمْ
لاَ يُؤْمِنُونَ |
33. |
Resulüm görüyor musun
bak! Rabbinin asiler hakkında söylediği: " inanmayacaklar
" sözü nasıl da gerçek oldu. |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 34 - 42. Ayetler |
قُلْ
هَلْ مِنْ
شُرَكَائِكُمْ
مَنْ يَبْدَأُ
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُعِيدُهُ |
34. |
Sor: "uyduruk
tanrılarınız sil baştan yaratıp sonra bunu tekrar
edebilir mi ? " |
قُلِ
اللهُ
يَبْدَأُ
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُعِيدُهُ
فَأَنَّا
تُؤْفَكُونَ |
|
Cevap: " İlkin yaratan da
Allah'tır, yaratmaya devam eden de, aklınızı kim çeliyor
sizin ? " |
قُلْ
هَلْ مِنْ
شُرَكَائِكُمْ
مَنْ يَهْدِي
إِلَى
الْحَقِّ |
35. |
Sor: " uyduruk tanrılarınız
arasında doğruya götürebilecek biri var mı? " |
قُلِ
اللهُ
يَهْدِي
لِلْحَقِّ |
|
Cevap: " Sadece Allah,
doğruya götürdüğüne göre |
أَفَمَنْ
يَهْدِي
إِلَى
الْحَقِّ
أَحَقُّ أَنْ
يُتَّبَعَ |
|
doğruya
götüren birine mi uymak daha doğru |
أَمَّنْ
لاَ
يَهِدِّي إِلاَّ
أَنْ
يُهْدَى
فَمَا
لَكُمْ
كَيْفَ تَحْكُمُونَ |
|
yoksa, yedilmeden yönünü bile bulamayan birine mi? N'oluyor size, ne biçim karar veriyorsunuz ?
" |
وَمَا
يَتَّبِعُ
أَكْثَرُهُمْ
إِلاَّ ظَنًّا
إِنَّ
الظَّنَّ
لاَ يُغْنِي
مِنَ
الْحَقِّ
شَيْئًا
إِنَّ اللهَ عَلِيمٌ
بِمَا
يَفْعَلُونَ |
36. |
Resulüm! Onların çoğu
varsayımlarla hareket ediyor. Halbuki varsayım gerçeği ifade
etmez. Allah, onların yaptıklarını görüp duruyor. |
وَمَا
كَانَ هَذَا
الْقُرْآنُ
أَنْ يُفْتَرَى
مِنْ دُونِ
اللهِ |
37. |
Bu Kuran, Allah'tan
başka biri tarafından uydurulmuş değildir. |
وَلَكِنْ
تَصْدِيقَ
الَّذِي
بَيْنَ
يَدَيْهِ
وَتَفْصِيلَ
الْكِتَابِ |
|
Fakat o, mevcut ilahî
kitapların sağlaması ve ayrıntılı
açıklamasından ibarettir. |
َلاَ
رَيْبَ
فِيهِ مِنْ
رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
|
Kuranın,
kainatın sahibi tarafından indirildiğinde hiç şüphe
yoktur. |
أَمْ
يَقُولُونَ
افْتَرَاهُ
قُلْ
فَأْتُوا
بِسُورَةٍ
مِثْلِهِ |
38. |
Kuranı Muhammed
kendisi uydurdu diyorlar ise " benzeri bir sure getirin
" de sen de. |
وَادْعُوا
مَنِ
اسْتَطَعْتُمْ
مِنْ دُونِ
اللهِ إِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
Eğer ciddî
iseniz, Allah'tan başka kimi isterseniz yardıma
çağırabilirsiniz. |
بَلْ
كَذَّبُوا
بِمَا لَمْ
يُحِيطُوا
بِعِلْمِهِ
وَلَمَّا
يَأْتِهِمْ
تَأْوِيلُهُ
|
39. |
Yoo onlar, açıklama
yapılmadan algılamaları imkânsız olan bir şeyi
yalanlıyorlar. |
كَذَلِكَ
كَذَّبَ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ |
|
Nitekim eskiler de
hep bu şekilde yalanlamışlardı. |
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الظَّالِمِينَ |
|
Haksızlık
edenlerin akıbeti n'olmuş görüyorsun
değil mi? |
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِهِ
وَمِنْهُمْ
مَنْ لاَ
يُؤْمِنُ
بِهِ |
40. |
O toplumlar
içerisinde Allah'a inananlar da vardı, inanmayanlar da. |
وَرَبُّكَ
أَعْلَمُ
بِالْمُفْسِدِينَ |
|
Senin Rabb'in,
toplumdaki bozukları elbette daha iyi bilir. |
وَإِنْ
كَذَّبُوكَ
فَقُلْ لِي
عَمَلِي وَلَكُمْ
عَمَلُكُمْ |
41. |
Sana yalancı
derlerse kendilerine şunu söyle: " benim işim bana, sizin
işiniz size. |
أَنْتُمْ
بَرِيئُونَ
مِمَّا
أَعْمَلُ
وَأَنَا
بَرِيءٌ
مِمَّا
تَعْمَلُونَ |
|
Siz benim
yaptıklarıma karışmayın, zaten ben de sizin
yaptıklarınıza karışmıyorum. " |
وَمِنْهُمْ
مَنْ يَسْتَمِعُونَ
إِلَيْكَ
أَفَأَنْتَ
تُسْمِعُ
الصُّمَّ
وَلَوْ
كَانُوا لاَ
يَعْقِلُونَ |
42. |
Toplum içerisinde
sana kulak verenler var ama sen, sağırlara laf anlatamazsın
ki. Hele de kafaları almıyorsa. |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 43 - 53. Ayetler |
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَنْظُرُ
إِلَيْكَ
أَفَأَنْتَ
تَهْدِي
الْعُمْيَ
وَلَوْ
كَانُوا لاَ
يُبْصِرُونَ |
43. |
Arada bir seni seyre
gelenler de var, ama sen kafasızları yola getiremezsin ki, hele bir
de ferasetleri yoksa. |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يَظْلِمُ
النَّاسَ
شَيْئًا
وَلَكِنَّ
النَّاسَ
أَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ |
44. |
Allah, insanlara
zerrece haksızlık etmez. Ama inkarla kendi özüne
saygısızlık eden, insanın bizzat kendisidir
|
وَيَوْمَ
يَحْشُرُهُمْ
كَأَنْ لَمْ
يَلْبَثُوا
إِلاَّ
سَاعَةً مِنَ
النَّهَارِ
يَتَعَارَفُونَ
بَيْنَهُمْ |
45. |
Allah, bir gün insanlığı
bir araya getirdiğinde, dünyada sadece birkaç saat
kaldıklarını sanacaklar, o da tanışacak kadar. |
قَدْ
خَسِرَ
الَّذِينَ
كَذَّبُوا
بِلِقَاءِ
اللهِ |
|
Vaktiyle Allah'a
hesap verme olayını inkar edenler, o gün çok perişandır. |
وَمَا
كَانُوا
مُهْتَدِينَ |
|
Durumlarının
düzelmesi de mümkün değil... |
وَإِمَّا
نُرِيَنَّكَ
بَعْضَ
الَّذِي نَعِدُهُمْ
أَوْ
نَتَوَفَّيَنَّكَ
|
46. |
Resulüm biz, onlara
tattıracağımız birkaç acıyı, henüz ölmeden sana
göstereceğiz. |
فَإِلَيْنَا
مَرْجِعُهُمْ
ثُمَّ اللهُ
شَهِيدٌ
عَلَى مَا
يَفْعَلُونَ |
|
Zaten bize
döndüklerinde, yaptıklarına bizzat Allah tanıklık
edecektir. |
وَلِكُلِّ
أُمَّةٍ
رَسُولٌ |
47. |
Her milletin bir
Tanrı habercisi vardır. |
فَإِذَا
جَاءَ
رَسُولُهُمْ
قُضِيَ
بَيْنَهُمْ
بِالْقِسْطِ
وَهُمْ لاَ
يُظْلَمُونَ |
|
Bu haberci gelir
gelmez, tüm ülkeye adalet hakim olur. Bundan böyle kimseye
haksızlık edilmez
|
وَيَقُولُونَ
مَتَى هَذَا
الْوَعْدُ
إِنْ كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
48. |
Resulüm! Habire:
" Allah aşkına bu acı olay ne zaman? " diye
soruyorlar. |
قُلْ
لاَ
أَمْلِكُ
لِنَفْسِي
ضَرًّا
وَلاَ نَفْعًا
إِلاَّ مَا
شَاءَ اللهُ |
49. |
De ki: " Ben,
Allah'ın izni olmadan, kendim için dahi, iyi kötü bir şey
yapamam. |
لِكُلِّ
أُمَّةٍ
أَجَلٌ |
|
Her milletin belli
bir ömrü vardır. |
إِذَا
جَاءَ
أَجَلُهُمْ فَلاَ
يَسْتَأْخِرُونَ
سَاعَةً
وَلاَ
يَسْتَقْدِمُونَ |
|
Bu ömür bitti mi
milletler bu süreyi ne geri alabilirler ne de ileri. |
قُلْ
أَرَأَيْتُمْ
إِنْ
أَتَاكُمْ
عَذَابُهُ
بَيَاتًا
أَوْ
نَهَارًا |
50. |
Allah'ın
felaketi, size gece yarısı ya da güpegündüz geldiğinde, |
مَاذَا
يَسْتَعْجِلُ
مِنْهُ
الْمُجْرِمُونَ |
|
suçlular buna
karşı acele etse ne yazar! |
أَثُمَّ
إِذَا مَا
وَقَعَ
آمَنْتُمْ
بِهِ آلْآنَ |
51. |
Daha sonra
mı, yani felaket gelince mi Allaha inanacaksınız, yani son
anda mı ? |
وَقَدْ
كُنْتُمْ
بِهِ
تَسْتَعْجِلُونَ |
|
Hani felaket hemen
gelsin istiyordunuz !!
" |
ثُمَّ
قِيلَ
لِلَّذِينَ
ظَلَمُوا
ذُوقُوا عَذَابَ
الْخُلْدِ |
52. |
O gün haksızlık yapanlara
şöyle denecek: " sonu gelmez acıları çekin artık.
|
هَلْ
تُجْزَوْنَ
إِلاَّ
بِمَا
كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ |
|
Artık sadece
yaptıklarınızın karşılığını
göreceksiniz.
" |
وَيَسْتَنْبِئُونَكَ
أَحَقٌّ
هُوَ |
53. |
Sana: " doğru
mu bu ? " diye soruyorlar. |
قُلْ
إِي
وَرَبِّي
إِنَّهُ
لَحَقٌّ
وَمَا أَنْتُمْ
بِمُعْجِزِينَ |
|
De ki: " He vallahi
Doğru. Artık
çaresizsiniz. |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 54 -61. Ayetleri |
وَلَوْ
أَنَّ
لِكُلِّ
نَفْسٍ
ظَلَمَتْ
مَا فِي
اْلأَرْضِ
لاَفْتَدَتْ
بِهِ
وَأَسَرُّوا
النَّدَامَةَ
لَمَّا
رَأَوُا
الْعَذَابَ |
54. |
Keşke azabı görünce pişman
olan zalimler, yeryüzündeki tüm mal varlıklarını verip de
kurtulabilse!? |
وَقُضِيَ
بَيْنَهُمْ
بِالْقِسْطِ
|
|
aralarında hakça
bir yargılama yapılacak ve |
وَهُمْ
لاَ
يُظْلَمُونَ |
|
kimseye
haksızlık edilmeyecektir. |
أَلاَ
إِنَّ ِللهِ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
55. |
Unutmayın ki
göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. |
أَلاَ
إِنَّ
وَعْدَ
اللهِ حَقٌّ |
|
Allah'ın sözünü
ettiği kıyamet olayı doğrudur. |
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَهُمْ
لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
Ne varki çoğu insan, bunun bilincinde değildir. |
هُوَ
يُحْيِ
وَيُمِيتُ
وَإِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ |
56. |
Canı veren de
alan da odur. Sonunda onun huzuruna çıkarılacaksınız
|
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
قَدْ
جَاءَتْكُمْ
مَوْعِظَةٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَشِفَاءٌ
لِمَا فِي
الصُّدُورِ
وَهُدًى
وَرَحْمَةٌ
لِلْمُؤْمِنِينَ |
57. |
Ey insanlar! Size Rabbiniz tarafından
bir öğüt, ruhsal sıkıntılara karşı bir
şifa, müminler için ise, sevgi dolu bir önder gelmiştir. |
قُلْ
بِفَضْلِ
اللهِ
وَبِرَحْمَتِهِ
|
58. |
Resulüm de ki:
" Allah'ın bu iyiliği, ve ilgisi sebebiyle |
فَبِذَلِكَ
فَلْيَفْرَحُوا |
|
müminler ne kadar
sevinseler yeridir. |
هُوَ
خَيْرٌ
مِمَّا
يَجْمَعُونَ |
|
Çünkü bu ilahî
ilgi, bir insanın sahip olduğu her şeyden daha değerlidir
|
قُلْ
أَرَأَيْتُمْ
مَا
أَنْزَلَ
اللهُ لَكُمْ
مِنْ رِزْقٍ
فَجَعَلْتُمْ
مِنْهُ حَرَامًا
وَحَلاَلاً |
59. |
Acaba siz, Allah'ın verdiği
gıda maddelerinin bir kısmını neden haram ya da neden helâl
ettiğinizi bana açıklayabilir misiniz? |
قُلْ آللهُ
أَذِنَ
لَكُمْ أَمْ
عَلَى اللهِ
تَفْتَرُونَ |
|
Size bu konuda
Allah mı izin verdi? Yoksa uydurup Allah'ın üstüne mi
atıyorsunuz ?
" |
وَمَا
ظَنُّ
الَّذِينَ
يَفْتَرُونَ
عَلَى اللهِ
الْكَذِبَ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
|
60. |
Uydurduğu
yalanı Allah'a yamamaya çalışan, kıyamet hakkında ne
düşünürse düşünsün, |
إِنَّ
اللهَ لَذُو
فَضْلٍ
عَلَى
النَّاسِ |
|
Allah kullarına
çok değer verir. |
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَهُمْ
لاَ
يَشْكُرُونَ |
|
Ama çoğu insan,
daha teşekkür etmesini bile bilmiyor
|
وَمَا
تَكُونُ فِي
شَأْنٍ
وَمَا
تَتْلُوا مِنْهُ
مِنْ
قُرْآنٍ
وَلاَ
تَعْمَلُونَ
مِنْ عَمَلٍ |
61. |
Resulüm! Sen hangi konumda olursan ol,
Kurandan ne okursan oku, yani siz iş olarak ne yaparsanız
yapın, |
إِلاَّ
كُنَّا
عَلَيْكُمْ
شُهُودًا
إِذْ تُفِيضُونَ
فِيهِ |
|
biz, bütün
girişimlerinizi, anında görüntüleriz. |
وَمَا
يَعْزُبُ
عَنْ
رَبِّكَ
مِنْ
مِثْقَالِ
ذَرَّةٍ فِي
اْلأَرْضِ
وَلاَ فِي
السَّمَاءِ
وَلاَ
أَصْغَرَ
مِنْ ذَلِكَ
وَلاَ أَكْبَرَ |
|
Yer yüzündeki
ufacık zerreden, fezada yüzen irili ufaklı nice gök maddesine
kadar hiçbir şey Allahtan
bağımsız hareket edemez. |
إِلاَّ
فِي كِتَابٍ
مُبِينٍ |
|
Hepsinin hareketi
önceden bellidir. |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 62 - 70. Ayetler |
أَلاَ
إِنَّ
أَوْلِيَاءَ
اللهِ |
62. |
Unutmayın.
Allah'a gönül verenler, |
لاَ
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلاَ هُمْ
يَحْزَنُونَ |
|
korku ve keder yüzü
görmeyecekler. |
اَلَّذِينَ
آمَنُوا
وَكَانُوا
يَتَّقُونَ |
63. |
İmanıyla
kendisini sağlama alan herkese |
لَهُمُ
الْبُشْرَى
فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
وَفِي
اْلآخِرَةِ |
64. |
her iki cihanda
mutluluklar dilerim! |
لاَ
تَبْدِيلَ
لِكَلِمَاتِ
اللهِ |
|
Hiç kimse
Allah'ın bu hükmünü bozamaz. |
ذَلِكَ
هُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ |
|
Eh işte, zafer
dediğin böyle olur
|
وَلاَ
يَحْزُنْكَ
قَوْلُهُمْ |
65. |
Resulüm! Onların sözü seni üzmesin. |
إِنَّ
الْعِزَّةَ
ِللهِ
جَمِيعًا |
|
Güç, Allah'ın
tekelindedir. |
هُوَ
السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ |
|
O her şeyi duyar
ve tüm ayrıntısıyla bilir. |
أَلاَ
إِنَّ ِللهِ
مَنْ فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَنْ فِي
اْلأَرْضِ |
66. |
Şunu iyi bilin
ki, yer gök bütün akıllı varlıklar da Allah'a hizmet için
vardır. |
وَمَا
يَتَّبِعُ
الَّذِينَ
يَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ
شُرَكَاءَ |
|
Hattâ şu
zavallıların Allah diye el açıp yalvardıkları
tanrılar bile. |
إِنْ
يَتَّبِعُونَ
إِلاَّ
الظَّنَّ
وَإِنْ هُمْ
إِلاَّ
يَخْرُصُونَ |
|
Bu zavallılar,
sadece varsayımlar ve tahminler doğrultusunda hareket ederler
|
هُوَ
الَّذِي جَعَلَ
لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُوا
فِيهِ
وَالنَّهَارَ
مُبْصِرًا |
67. |
Allah geceyi sizin için bir dinlence,
gündüzü de görünce yapmıştır. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
َلآيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَسْمَعُونَ |
|
Bunlarda duyarlı
bir toplum için, bir takım ipucu / simgeler vardır
|
قَالُوا
اتَّخَذَ
اللهُ
وَلَدًا |
68. |
" Allah'ın
çocuğu var " diyorlar. |
سُبْحَانَهُ
هُوَ
الْغَنِيُّ |
|
Hiç olur mu? Onun
hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. |
لَهُ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي
اْلأَرْضِ |
|
Yer gök her ne var
ise hepsi zaten onundur. |
إِنْ
عِنْدَكُمْ
مِنْ
سُلْطَانٍ
بِهَذَا |
|
Yanınızda
buna dair bir belgeniz mi var? |
أَتَقُولُونَ
عَلَى اللهِ
مَا لاَ
تَعْلَمُونَ |
|
Yoksa gelişi
güzel Allah'a yakıştırmalarda mı bulunuyorsunuz ? |
قُلْ
إِنَّ
الَّذِينَ يَفْتَرُونَ
عَلَى اللهِ
الْكَذِبَ
لاَ يُفْلِحُونَ |
69. |
Resulüm de ki: "
bir yalan uydurup bunu Allah söylüyormuş gibi sunan, asla iflah
olmaz. " |
مَتَاعٌ
فِي
الدُّنْيَا
ثُمَّ
إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ
|
70. |
Dünyada biraz geçim
telaşı, ardından bize dönüş. |
ثُمَّ
نُذِيقُهُمُ
الْعَذَابَ
الشَّدِيدَ |
|
Sonra sürüp gidecek
dayanılmaz acılar. |
بِمَا
كَانُوا
يَكْفُرُونَ |
|
Neden? Hep
Allahı yok sandıkları için
|
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 71 - 78. Ayetler |
وَاتْلُ
عَلَيْهِمْ
نَبَأَ
نُوحٍ |
71. |
Resulüm! insanlara, Nuh'un öyküsünü
anlat. |
إِذْ
قَالَ
لِقَوْمِهِ
يَاقَوْمِ
إِنْ كَانَ
كَبُرَ
عَلَيْكُمْ
مَقَامِي
وَتَذْكِيرِي
بِآيَاتِ
اللهِ |
|
Nuh halkına
şöyle diyordu: " Sevgili milletim! görevim sebebiyle ikide bir
size Allah kelâmını anımsatıyor olmam, zorunuza
gidiyorsa, |
فَعَلَى
اللهِ
تَوَكَّلْتُ
فَأَجْمِعُوا
أَمْرَكُمْ
وَشُرَكَاءَكُمْ |
|
bakın benim
Allah'tan başka güvencem yok. Siz ve ortaklarınız bana
karşı işbirliği edin. |
ثُمَّ
لاَ يَكُنْ
أَمْرُكُمْ
عَلَيْكُمْ
غُمَّةً |
|
yapacağınız
iş, içinize dert olmasın. |
ثُمَّ
اقْضُوا
إِلَيَّ
وَلاَ
تُنْظِرُونِ |
|
Bitirin benim
işimi, bekletmeyin beni. |
فَإِنْ
تَوَلَّيْتُمْ
فَمَا
سَأَلْتُكُمْ
مِنْ أَجْرٍ |
72. |
Yok eğer
vazgeçerseniz, ben sizden bir ücret istemiyorum, çünkü benim ücretimi |
إِنْ
أَجْرِىَ
إِلاَّ
عَلَى اللهِ
وَأُمِرْتُ
أَنْ
أَكُونَ مِنَ
الْمُسْلِمِينَ |
|
zaten Allah
veriyor. Bana sadece Allah'a teslim olmam emredildi hepsi bu. " |
فَكَذَّبُوهُ
فَنَجَّيْنَاهُ
وَمَنْ مَعَهُ
فِي
الْفُلْكِ |
73. |
Onu
yalanladılar. Biz onu ve gemidekileri kurtarıp |
وَجَعَلْنَاهُمْ
خَلاَئِفَ
وَأَغْرَقْنَا
الَّذِينَ
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا |
|
ardından yepyeni
nesiller yarattık. Sözlerimizi yalanlayanları ise sulara gömdük. |
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُنْذَرِينَ |
|
Uyarıya kulak
asmayanların sonu n'oldu bak! |
ثُمَّ
بَعَثْنَا
مِنْ
بَعْدِهِ
رُسُلاً
إِلَى
قَوْمِهِمْ
فَجَاءُوهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
|
74. |
Ardından yeni
nesillere de elçiler gönderdik. Hepsinin belgeleri de vardı. |
فَمَا
كَانُوا
لِيُؤْمِنُوا
بِمَا
كَذَّبُوا
بِهِ مِنْ
قَبْلُ |
|
onlara da aynı
bahanelerle inanmadılar. |
كَذَلِكَ
نَطْبَعُ
عَلَى
قُلُوبِ
الْمُعْتَدِينَ |
|
Aşırıların
gözünü hep bu şekilde kör ederiz
|
ثُمَّ
بَعَثْنَا
مِنْ
بَعْدِهِمْ
مُوسَى وَهَارُونَ
|
75. |
Daha sonra Musa ve Hârunu, |
إِلَى
فِرْعَوْنَ
وَمَلَئِهِ
بِآيَاتِنَا |
|
mucizelerle birlikte Fıravunlar'a gönderdik. |
فَاسْتَكْبَرُوا
وَكَانُوا
قَوْمًا
مُجْرِمِينَ |
|
Hemen
horozlandılar. Zaten suça belenmiş bir toplumdular. |
فَلَمَّا
جَاءَهُمُ
الْحَقُّ
مِنْ
عِنْدِنَا
قَالُوا
إِنَّ هَذَا
لَسِحْرٌ
مُبِينٌ |
76. |
Kendilerine
fermanımız okununca: " büyü " deyip
çıktılar. |
قَالَ
مُوسَى أَتَقُولُونَ
لِلْحَقِّ
لَمَّا
جَاءَكُمْ
أَسِحْرٌ
هَذَا |
77. |
Musa cevap verdi:
" şimdi siz bu gerçeğe göz göre göre
büyü mü diyorsunuz? |
وَلاَ
يُفْلِحُ
السَّاحِرُونَ |
|
Büyücüler iflah
olmaz ki. " |
قَالُوا
أَجِئْتَنَا
لِتَلْفِتَنَا
عَمَّا
وَجَدْنَا
عَلَيْهِ آبَاءَنَا
|
78. |
Musaya
çıkıştılar: " Siz bizi geleneklerimizden
koparmaya mı geldiniz ? |
وَتَكُونَ
لَكُمَا
الْكِبْرِيَاءُ
فِي اْلأَرْضِ |
|
Yoksa ülke
yöneticilerini yanınıza almak mı istiyorsunuz? |
وَمَا
نَحْنُ
لَكُمَا
بِمُؤْمِنِينَ |
|
Açıkçası
size güvenemeyiz. " |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 79 - 88. Ayetler |
وَقَالَ
فِرْعَوْنُ
ائْتُونِي
بِكُلِّ سَاحِرٍ
عَلِيمٍ |
79. |
Bunun üzerine Fıravun ferman etti: " Bütün büyücüleri
getirin bana " dedi. |
فَلَمَّا
جَاءَ
السَّحَرَةُ
|
80. |
Büyücüler geldiler: |
قَالَ
لَهُمْ
مُوسَى
أَلْقُوا
مَا أَنْتُمْ
مُلْقُونَ |
|
Musa: " buyurun atacağınızı
atın " dedi. |
فَلَمَّا
أَلْقَوْا |
81. |
Büyücüler
attılar. |
قَالَ
مُوسَى مَا
جِئْتُمْ
بِهِ
السِّحْرُ إِنَّ
اللهَ
سَيُبْطِلُهُ |
|
Musa: "
yaptığınız bir göz boyama, ancak, göreceksiniz ki Allah
bunu bozacaktır. |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يُصْلِحُ
عَمَلَ
الْمُفْسِدِينَ |
|
Çünkü Allah,
düzenbazlara onay vermez. |
وَيُحِقُّ
اللهُ
الْحَقَّ
بِكَلِمَاتِهِ
وَلَوْ
كَرِهَ
الْمُجْرِمُونَ |
82. |
Çünkü Allah,
kötüler beğenmese de hep doğru söyler. " |
فَمَا
آمَنَ
لِمُوسَى
إِلاَّ
ذُرِّيَّةٌ
مِنْ قَوْمِهِ
|
83. |
Musa'ya kendi
halkından pek az bir topluluk güven işareti verdi. |
عَلَى
خَوْفٍ مِنْ
فِرْعَوْنَ
وَمَلَئِهِمْ
أَنْ
يَفْتِنَهُمْ |
|
Onlar da Fıravun ve kurmaylarının kendilerine zarar
vermesinden korka korka. |
وَإِنَّ
فِرْعَوْنَ
لَعَالٍ فِي
اْلأَرْضِ
وَإِنَّهُ
لَمِنَ
الْمُسْرِفِينَ |
|
Çünkü bu ülkede Fıravun, gerçekten karşı konamaz dev bir
güç olmuştu. |
وَقَالَ
مُوسَى
يَاقَوْمِ
إِنْ
كُنْتُمْ آمَنْتُمْ
بِاللهِ
فَعَلَيْهِ
تَوَكَّلُوا
إِنْ
كُنْتُمْ
مُسْلِمِينَ |
84. |
Musa: " Sevgili milletim dedi!
Eğer Allah'a
inanıyorsanız ve eğer esenlik istiyorsanız
yalnız ona güvenin. " |
فَقَالُوا
عَلَى اللهِ
تَوَكَّلْنَا
رَبَّنَا
لاَ
تَجْعَلْنَا
فِتْنَةً
لِلْقَوْمِ
الظَّالِمِينَ |
85. |
Onlar da hemen:
" Artık tek güvencemiz, sahibimiz olan Allah'tır, ya Rab, n'olur bizi zalim güçlere yem etme " deyip
eklediler: |
وَنَجِّنَا
بِرَحْمَتِكَ
مِنَ
الْقَوْمِ
الْكَافِرِينَ |
86. |
N'olur acı bize, kurtar bizi
şu inançsız toplumun elinden! " |
وَأَوْحَيْنَا
إِلَى
مُوسَى
وَأَخِيهِ
أَنْ
تَبَوَّأَا لِقَوْمِكُمَا
بِمِصْرَ
بُيُوتًا
وَاجْعَلُوا
بُيُوتَكُمْ
قِبْلَةً
وَأَقِيمُوا
الصَّلاَةَ |
87. |
Musa ve
kardeşine şöyle fısıldadık: " Şehirde
halkevleri kurun. Bu evleri mihraplı yapın. Halkla bütünleşip
birlikte dua edin. |
وَبَشِّرِ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Allah'a inananları
yüreklendirin. " |
وَقَالَ
مُوسَى
رَبَّنَا
إِنَّكَ
آتَيْتَ فِرْعَوْنَ
وَمَلأَهُ
زِينَةً
وَأَمْوَالاً
فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا |
88. |
Bu emir üzerine Musa
şöyle yalvardı: Ya Rab bu dünyada Fıravun
ve hanedanına türlü çeşit donanım yan ısıra nice zenginlikler
verdin. |
رَبَّنَا
لِيُضِلُّوا
عَنْ
سَبِيلِكَ
رَبَّنَا
اطْمِسْ
عَلَى
أَمْوَالِهِمْ |
|
Senin yolundan
saptırsınlar diye mi ya Rab! N'olur
varlıklarına son ver onların. |
وَاشْدُدْ
عَلَى
قُلُوبِهِمْ
فَلاَ يُؤْمِنُوا
حَتَّى
يَرَوُا
الْعَذَابَ
اْلأَلِيمَ |
|
Kalplerini de
öylesine katılaştır ki, senin inim inim
inleten acılarını tatmadan imana gelmesinler. " |
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 89 -97. Ayetler |
قَالَ
قَدْ
أُجِيبَتْ
دَعْوَتُكُمَا
فَاسْتَقِيمَا
|
89. |
Allah buyurdu ki:
" ikinizin de duası kabul edilmiştir, artık yolunuza
devam edin. |
وَلاَ
تَتَّبِعَانِّ
سَبِيلَ
الَّذِينَ
لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
Ama cahillerin
peşine takılmayacaksınız. " |
وَجَاوَزْنَا
بِبَنِي
إِسْرَائِيلَ
الْبَحْرَ |
90. |
İsrailoğullarını denizden geçirdik. |
فَأَتْبَعَهُمْ
فِرْعَوْنُ
وَجُنُودُهُ
بَغْيًا
وَعَدْوًا |
|
Fıravun onları, ordusu ile birlikte
büyük bir hırsla takip ediyordu. |
حَتَّى
إِذَا
أَدْرَكَهُ
الْغَرَقُ |
|
Fıravun tam boğulmak üzereyken imana
gelip: |
قَالَ
آمَنْتُ
أَنَّهُ لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ الَّذِي
آمَنَتْ
بِهِ بَنُو
إِسْرَائِيلَ
وَأَنَا مِنَ
الْمُسْلِمِينَ |
|
" Tamam
inandım. İsrailoğullarının
inandığı Tanrı'dan başka tanrı yokmuş,
artık canım sana teslim " diyebildi
sadece. |
آلْآنَ
وَقَدْ
عَصَيْتَ
قَبْلُ
وَكُنْتَ
مِنَ
الْمُفْسِدِينَ |
91. |
Şimdi mi? Daha
demin asî ve bozguncubaşı iken öyle mi? |
فَالْيَوْمَ
نُنَجِّيكَ
بِبَدَنِكَ
لِتَكُونَ
لِمَنْ
خَلْفَكَ
آيَةً |
92. |
Artık
şimdi, daha sonrakilere bir işaret olmak üzere senin, sadece
cesedini kurtaracağız. |
وَإِنَّ
كَثِيرًا
مِنَ
النَّاسِ
عَنْ
آيَاتِنَا
لَغَافِلُونَ |
|
Çünkü çoğu
insan, bizim işaretlerimizi farkedemiyor
|
وَلَقَدْ
بَوَّأْنَا
بَنِي
إِسْرَائِيلَ
مُبَوَّأَ
صِدْقٍ |
93. |
İsrailoğullarını güzel bir yere
konuşlandırdık. |
وَرَزَقْنَاهُمْ
مِنَ
الطَّيِّبَاتِ |
|
Kendilerine
sağlıklı ürünler verdik. |
فَمَا
اخْتَلَفُوا
حَتَّى
جَاءَهُمُ
الْعِلْمُ |
|
Ancak, halkın
bilgi düzeyi arttıkça, her kafadan bir ses çıkmaya
başladı. |
إِنَّ
رَبَّكَ
يَقْضِي
بَيْنَهُمْ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
فِيمَا
كَانُوا
فِيهِ يَخْتَلِفُونَ |
|
Artık senin
Rabb'in, onların uzlaşmadığı konularla ilgili
kararını ta kıyamet gününde verecektir
|
فَإِنْ
كُنْتَ فِي
شَكٍّ
مِمَّا
أَنْزَلْنَا
إِلَيْكَ |
94. |
Resulüm! Eğer sana
bildirdiğimiz bazı olaylar hakkında içinde bir kuşku
belirdi ise, |
فَاسْأَلِ
الَّذِينَ
يَقْرَءُونَ
الْكِتَابَ
مِنْ قَبْلِكَ |
|
varıp eski
Tevratı okuyanlara sor. |
لَقَدْ
جَاءَكَ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكَ فَلاَ
تَكُونَنَّ
مِنَ
المُمْتَرِينَ |
|
Ama, hiç kuşkun
olmasın, sana Rabb'inden gelen, gerçeğin ta kendisidir. |
وَلاَ
تَكُونَنَّ
مِنَ
الَّذِينَ
كَذَّبُوا
بِآيَاتِ
اللهِ |
95. |
Sakın Allah
kelâmını inkar edenler gibi olma! |
فَتَكُونَ
مِنَ
الْخَاسِرِينَ |
|
Yoksa kaybedersin. |
إِنَّ
الَّذِينَ
حَقَّتْ
عَلَيْهِمْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ |
96. |
Resulüm!
Allah'ın inkarcılar hakkında söylediği söz, artık
gerçek olmuştur: |
لاَ
يُؤْمِنُونَ
// وَلَوْ
جَاءَتْهُمْ
كُلُّ آيَةٍ
حَتَّى يَرَوُا
الْعَذَابَ
اْلأَلِيمَ |
96-97. |
Yani sen onların
önüne mucizeler de yığsan, Fıravun
gibi kıvrandıran acıları görmeden //
inanmayacaklardır
|
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 98 -106. Ayetler |
فَلَوْلاَ
كَانَتْ
قَرْيَةٌ
آمَنَتْ
فَنَفَعَهَا
إِيمَانُهَا
إِلاَّ
قَوْمَ
يُونُسَ |
98. |
Acaba Yunus kavmi gibi, inanıp da
imanının faydasını gören başka bir millet varmola! Keşke olsaydı. |
لَمَّا
آمَنُوا
كَشَفْنَا
عَنْهُمْ
عَذَابَ
الْخِزْيِ
فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
وَمَتَّعْنَاهُمْ
إِلَى حِينٍ |
|
Sırf inandıkları
için, Yunus halkının bu dünyadaki aşağılanma
cezalarını kaldırıp bir süre daha refah sürmelerini
sağladık. |
وَلَوْ
شَاءَ
رَبُّكَ َلآمَنَ
مَنْ فِي
اْلأَرْضِ
كُلُّهُمْ
جَمِيعًا |
99. |
Eğer Rabbin
isteseydi, yeryüzündekilerin tamamı inanırdı. |
أَفَأَنْتَ
تُكْرِهُ
النَّاسَ
حَتَّى
يَكُونُوا
مُؤْمِنِينَ |
|
İnanmaları
için, insanlara baskı mı yapacaksın? |
وَمَا
كَانَ
لِنَفْسٍ
أَنْ
تُؤْمِنَ
إِلاَّ
بِإِذْنِ
اللهِ |
100. |
Allah'ın izni
olmadan, kimse imana gelmez. |
وَيَجْعَلُ
الرِّجْسَ
عَلَى
الَّذِينَ
لاَ يَعْقِلُونَ |
|
Allah,
kafasını çalıştırmayanları pis işlere
bulaştırır. |
قُلِ
انْظُرُوا
مَاذَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
101. |
Sen istediğin
kadar: " göklerde ve yeryüzünde neler olduğuna bakın
" de, |
وَمَا
تُغْنِي
اْلآيَاتُ
وَالنُّذُرُ
عَنْ قَوْمٍ
لاَ يُؤْمِنُونَ |
|
hiçbir uyarı,
hiçbir olağan üstü olay, inançsız toplumlar için bir anlam ifade
etmez. |
فَهَلْ
يَنْتَظِرُونَ
إِلاَّ
مِثْلَ أَيَّامِ
الَّذِينَ
خَلَوْا
مِنْ
قَبْلِهِمْ |
102. |
Bu adamlar, eskilerin
yaşadığına benzer bir savaş
sıkıntısı mı istiyor? |
قُلْ
فَانْتَظِرُوا
إِنِّي
مَعَكُمْ
مِنَ
الْمُنْتَظِرِينَ |
|
" bekleyin o
zaman de, çünkü sizin kadar ben de merak ediyorum. " |
ثُمَّ
نُنَجِّي
رُسُلَنَا
وَالَّذِينَ
آمَنُوا |
103. |
Zamanı gelince
biz elçilerimizi ve müminleri kurtarırız. |
كَذَلِكَ
حَقًّا
عَلَيْنَا
نُنْجِ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Hep
yaptığımız gibi inananları kurtarmak bizim
işimizdir. |
قُلْ
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
إِنْ
كُنْتُمْ فِي
شَكٍّ مِنْ
دِينِي |
104. |
Sevgili resulüm
şunu söyle: " Ey insanlar! eğer benim dinimden
kuşkunuz varsa, |
فَلاَ
أَعْبُدُ
الَّذِينَ
تَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ |
|
Şunu iyi
bilin ki ben, sizin Allah diye tapınıp durduğunuz uyduruk
putlara kulluk edemem. |
وَلَكِنْ
أَعْبُدُ
اللهَ
الَّذِي
يَتَوَفَّاكُمْ |
|
Ama ben, sizin
canınıza okuyacak olan Allah'a kulluk ederim. |
وَأُمِرْتُ
أَنْ
أَكُونَ مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Bana, İslâma
inanmam emredildi. |
وَأَنْ
أَقِمْ
وَجْهَكَ
لِلدِّينِ
حَنِيفًا |
105. |
Yani bana: yüzünü,
doğa kadar saf olan İslâma çevir! |
وَلاَ
تَكُونَنَّ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ |
|
Sakın
çoktanrıcı müşriklerden olma! |
وَلاَ
تَدْعُ مِنْ
دُونِ اللهِ
مَا لاَ
يَنْفَعُكَ
وَلاَ
يَضُرُّكَ |
106. |
Allah'ı
bırakıp da sana hiçbir fayda ve zararı olmayan çaresiz putlara
yalvarma! |
فَإِنْ
فَعَلْتَ
فَإِنَّكَ
إِذًا مِنَ
الظَّالِمِينَ |
|
Eğer bunu
yaparsan, kendine yazık edersin " dendi
|
سورة
يونس:
مكية 109 آية |
11. c. |
Yunus:
10 / 107 - 109. Ayetler |
وَإِنْ
يَمْسَسْكَ
اللهُ
بِضُرٍّ |
107. |
Resulüm! Eğer Allah sana bir zarar
verecek olursa, |
فَلاَ
كَاشِفَ
لَهُ إِلاَّ
هُوَ |
|
bu zararı yine
ondan başka kimse telafi edemez. |
وَإِنْ
يُرِدْكَ
بِخَيْرٍ
فَلاَ
رَادَّ
لِفَضْلِهِ |
|
Allah, sana bir
varlık verecek olursa buna da kimse engel olamaz. |
يُصِيبُ
بِهِ مَنْ
يَشَاءُ
مِنْ
عِبَادِهِ وَهُوَ
الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ |
|
Dilediği kulunun
başına devlet kondurur, çünkü o, engin hoşgörülü bir sevgi
selidir
|
قُلْ
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
قَدْ
جَاءَكُمُ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكُمْ |
108. |
Resulüm! de ki: " ey insanlar!
Rabb'iniz size gerçek dini takdim ediyor. |
فَمَنِ
اهْتَدَى
فَإِنَّمَا
يَهْتَدِي
لِنَفْسِهِ |
|
Artık yola
gelen, kendi iyiliği için gelir. |
وَمَنْ
ضَلَّ
فَإِنَّمَا
يَضِلُّ عَلَيْهَا
وَمَا أَنَا
عَلَيْكُمْ
بِوَكِيلٍ |
|
Yoldan çıkan
da kendine eder. Ben sizin savunma vekiliniz değilim. " |
وَاتَّبِعْ
مَا يُوحَى
إِلَيْكَ
وَاصْبِرْ
حَتَّى
يَحْكُمَ
اللهُ |
109. |
Resulüm! Sen sadece
sana vahyedilene uy, Allah, son kararını
verene kadar sabret. |
وَهُوَ
خَيْرُ
الْحَاكِمِينَ |
|
Çünkü en büyük hakim
odur. |
سورة
هود:
مكية 123 آية |
|
|
Hûd: 12 / 1-5. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
الۤرٰ
كِتَابٌ
أُحْكِمَتْ
آيَاتُهُ |
1. |
Elif, lâm, Râ. Bu, sözleri sağlamalı bir Kitaptır. |
ثُمَّ
فُصِّلَتْ
مِنْ لَدُنْ
حَكِيمٍ
خَبِيرٍ |
|
Bu sözler, her
şeye muhteşem bilgi ağı ile hakim olan Allah
tarafından ayrıntılanmıştır. |
أَلاَّ
تَعْبُدُوا
إِلاَّ
اللهَ
إِنَّنِي
لَكُمْ مِنْهُ
نَذِيرٌ
وَبَشِيرٌ |
2. |
Artık, Allah'a
kulluk etmelisiniz. Ben de zaten ondan size kâh iyi kâh kötü haber
taşıyorum. |
وَأَنِ
اسْتَغْفِرُوا
رَبَّكُمْ
ثُمَّ
تُوبُوا إِلَيْهِ
يُمَتِّعْكُمْ
مَتَاعًا
حَسَنًا إِلَى
أَجَلٍ
مُسَمًّى
وَيُؤْتِ
كُلَّ ذِي فَضْلٍ
فَضْلَهُ |
3. |
Rabb'inizden af
isteyin ve ona tövbe edin ki, vadeniz dolana kadar size ağız
tadı bir hayat sağlasın, değerliye de değerini
versin. |
وَإِنْ
تَوَلَّوْا
فَإِنِّي
أَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ
يَوْمٍ
كَبِيرٍ |
|
Eğer tövbeye
yanaşmaz iseniz, korkarım yarın çok çekersiniz. |
إِلَى
اللهِ
مَرْجِعُكُمْ
وَهُوَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ |
4. |
Çünkü nasıl olsa
onun huzuruna geleceksiniz. O da her şeyi yapmaya kadirdir. |
أَلاَ
إِنَّهُمْ
يَثْنُونَ
صُدُورَهُمْ
لِيَسْتَخْفُوا
مِنْهُ |
5. |
Şunlara
bakın, Kurandan kaçmak için sancılanıyorlar. |
أَلاَ
حِينَ
يَسْتَغْشُونَ
ثِيَابَهُمْ |
|
Zavallılar!
başlarına çarşaf da örtseler, |
يَعْلَمُ
مَا
يُسِرُّونَ
وَمَا
يُعْلِنُونَ |
|
Allah onların
neyi saklayıp neyi açtıklarını biliyor. |
إِنَّهُ
عَلِيمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
hattâ
akıllarından geçenleri de biliyor. |