سورة
هود:
مكية 123
آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 6 - 12. Ayetler |
وَمَا
مِنْ
دَابَّةٍ
فِي
اْلأَرْضِ
إِلاَّ عَلَى
اللهِ
رِزْقُهَا |
6. |
Yeryüzü
canlılarının geçimi, Allah'tan sorulur. |
وَيَعْلَمُ
مُسْتَقَرَّهَا
وَمُسْتَوْدَعَهَا
كُلٌّ فِي
كِتَابٍ
مُبِينٍ |
|
O, bu canlıların
yuvalarını da bilir, gürneklerini de. Her birinin belli bir
yaşam tarzı vardır
|
وَهُوَ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
فِي سِتَّةِ
أَيَّامٍ |
7. |
Allah, gökleri ve yeri altı
zamanda yaratmıştır. |
وَكَانَ
عَرْشُهُ
عَلَى
الْمَاءِ |
|
Allah'ın evreni,
daha önce sıvıdan ibaretti. |
لِيَبْلُوَكُمْ
أَيُّكمْ
أَحْسَنُ
عَمَلاً |
|
Amacı ise sizi,
en güzel iş yarışına sokmaktı. |
وَلَئِنْ
قُلْتَ
إِنَّكُمْ
مَبْعُوثُونَ
مِنْ بَعْدِ
الْمَوْتِ |
|
Resulüm! Sen onlara: "
öldükten sonra tekrar diriltileceksiniz " desen, |
لَيَقُولَنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
إِنْ هَذَا
إِلاَّ
سِحْرٌ
مُبِينٌ |
|
İnkarcılar:
" bu bir kandırmaca. " derler. |
وَلَئِنْ
أَخَّرْنَا
عَنْهُمُ
الْعَذَابَ
إِلَى
أُمَّةٍ
مَعْدُودَةٍ
|
8. |
Vereceğimiz
cezayı azıcık erteleyelim desek: |
لَيَقُولُنَّ
مَا يَحْبِسُهُ |
|
" mani olan
mı var ? " derler. |
أَلاَ
يَوْمَ
يَأْتِيهِمْ
لَيْسَ
مَصْرُوفًا
عَنْهُمْ |
|
Kıyamet gelince,
onları es geçecek değildir. |
وَحَاقَ
بِهِمْ مَا
كَانُوا
بِهِ
يَسْتَهْزِئُونَ |
|
Alay ettikleri, tam
beyinlerinde patlayacaktır. |
وَلَئِنْ
أَذَقْنَا
اْلإِنسَانَ
مِنَّا
رَحْمَةً
ثُمَّ
نَزَعْنَاهَا
مِنْهُ |
9. |
Biz insana önce biraz ilgi gösterip sonra bunu biraz
esirgesek, |
إِنَّهُ
لَيَئُوسٌ
كَفُورٌ |
|
hemen ruhsal dengesi
bozulur, inkarcı kesilir. |
وَلَئِنْ
أَذَقْنَاهُ
نَعْمَاءَ
بَعْدَ ضَرَّاءَ
مَسَّتْهُ |
10. |
Bir müddet
darlıktan sonra, bolluğa erdirsek, |
لَيَقُولَنَّ
ذَهَبَ
السَّيِّئَاتُ
عَنِّي
إِنَّهُ
لَفَرِحٌ
فَخُورٌ |
|
" artık
sıkıntılar bitti " diyerek, sevindirik olur. |
إِلاَّ
الَّذِينَ
صَبَرُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
11. |
Sabredip yararlı
faaliyette bulunanlar ise, |
أُولاَئِكَ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَأَجْرٌ
كَبِيرٌ |
|
Hem aftan istifade
edecekler hem de büyük bir ödül sahibi olacaklardır
|
فَلَعَلَّكَ
تَارِكٌ
بَعْضَ مَا
يُوحَى إِلَيْكَ
وَضَائِقٌ
بِهِ
صَدْرُكَ |
12. |
Resulüm! Herhalde senin içine daral gelmiş
olmalı ki sana vahyedilen ayetleri biraz bırakır gibi oldun: |
أَنْ
يَقُولُوا
لَوْلاَ أُنْزِلَ
عَلَيْهِ كَنْزٌ
أَوْ جَاءَ
مَعَهُ
مَلَكٌ |
|
sırf " ona
bir hazine indirilmeli ya da yanına bir melek verilmeliydi "
demeleri yüzünden. |
إِنَّمَا
أَنْتَ
نَذِيرٌ |
|
Resulüm! Sen, sadece
bir uyarıcısın. |
وَاللهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
وَكِيلٌ |
|
Endişelenme her
şeyin tek savunmanı Allah'tır. |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 13 - 19 . Ayetler |
أَمْ
يَقُولُونَ
افْتَرَاهُ
قُلْ فَأْتُوا
بِعَشْرِ
سُوَرٍ
مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ |
13. |
" Kuranı
kendisi uydurdu " diyorlarsa, " siz de uydurup, benzeri on
sure getirin. |
وَادْعُوا
مَنِ
اسْتَطَعْتُمْ
مِنْ دُونِ
اللهِ إِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
Ciddi iseniz,
Allah'tan başka çağırabildiğinizi yardıma
çağırın
" de. |
فَإِلَّمْ
يَسْتَجِيبُوا
لَكُمْ
فَاعْلَمُوا
أَنَّمَا
أُنْزِلَ
بِعِلْمِ
اللهِ |
14. |
Sana cevap
veremezlerse bilin ki Kuran, Allah'ın bilgisi dahilinde
indirilmiştir. |
وَأَنْ
لاَ إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ
فَهَلْ أَنْتُمْ
مُسْلِمُون |
|
Ayrıca, ondan
başka tanrı olmadığını da bilin. Tamam mı
kabul ediyor musunuz? |
مَنْ
كَانَ
يُرِيدُ
الْحَيَاةَ
الدُّنْيَا
وَزِينَتَهَا
|
15. |
Dünya hayatı ve
refahını isteyen herkese biz, |
نُوَفِّ
إِلَيْهِمْ
أَعْمَالَهُمْ
فِيهَا
وَهُمْ
فِيهَا لاَ
يُبْخَسُونَ |
|
emeğinin
karşılığını kesinti yapmadan veririz |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
لَيْسَ
لَهُمْ فِي
اْلآخِرَةِ
إِلاَّ
النَّارُ |
16. |
ama, ahirette görüp
göreceği ateş olur. |
وَحَبِطَ
مَا
صَنَعُوا
فِيهَا
وَبَاطِلٌ مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
Çünkü
yaptıkları boş, iyilikleri de geçersizdir. |
أَفَمَنْ
كَانَ عَلَى
بَيِّنَةٍ
مِنْ
رَبِّهِ |
17. |
Şimdi tüm
emekleri boşa gidecek bir adam, Allah'tan belgeli, |
وَيَتْلُوهُ
شَاهِدٌ
مِنْهُ |
|
ayrıca Allah
tarafından görevli, Cebrail gibi bir meleğin eşlik
ettiği, |
وَمِنْ
قَبْلِهِ
كِتَابُ
مُوسَى
إِمَامًا وَرَحْمَةً |
|
ayrıca
Musa'nın öncü ve sevgi dolu Kitab'ında adı geçen bir
şahısla bir tutulur mu? |
أُولاَئِكَ
يُؤْمِنُونَ
بِهِ |
|
Bir tutulmaz
diyenler, ona güvenmelidirler. |
وَمَنْ
يَكْفُرْ
بِهِ مِنَ
اْلأَحْزَابِ
فَالنَّارُ
مَوْعِدُهُ |
|
Bundan böyle ona
inanmayanın yeri ateştir. |
فَلاَ
تَكُ فِي
مِرْيَةٍ
مِنْهُ |
|
Resulüm! Sakın
Kurandan kuşkulanma! |
إِنَّهُ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكَ
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ
النَّاسِ
لاَ
يُؤْمِنُونَ |
|
Çokları
tarafından tasvip görmese de Kuran, Sahib'in tarafından indirilen
bir gerçektir. |
وَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرَى
عَلَى اللهِ
كَذِبًا |
18. |
Bir söz uydurup bunu,
Allah'ın üstüne yıkandan daha aşağılık kim
olabilir? |
أُولاَئِكَ
يُعْرَضُونَ
عَلَى
رَبِّهِمْ |
|
Bu gibi
aşağılıklar Allah'ın huzuruna
çıkarıldıklarında |
وَيَقُولُ
اْلأَشْهَادُ
هَؤُلاَءِ
الَّذِينَ
كَذَبُوا
عَلَى
رَبِّهِمْ |
|
tüm şahitler hep
bir ağızdan haykıracaklar: " Allah'a iftirada bulunan
yalancılar!!! " |
أَلاَ
لَعْنَةُ
اللهِ عَلَى
الظَّالِمِينَ |
|
Artık Allah, bu
saygısızlara lanet etmez mi!? |
اَلَّذِينَ
يَصُدُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ وَيَبْغُونَهَا
عِوَجًا |
19. |
Hak yolcusunu
yolundan edip, gerçekleri çarpıtanları kovmaz mı huzurundan! |
وَهُمْ
بِاْلآخِرَةِ
هُمْ
كَافِرُونَ |
|
Zaten, ahiret
hayatına da inanmamışlardı! |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 20 - 28. Ayetler |
أُولاَئِكَ
لَمْ
يَكُونُوا
مُعْجِزِينَ
فِي
اْلأَرْضِ |
20. |
Dünyada iken
Allahı da yıldıramamışlardı. |
وَمَا
كَانَ
لَهُمْ مِنْ
دُونِ اللهِ
مِنْ أَوْلِيَاءَ |
|
Şimdi ise
Allah'tan başka kendilerine yâr olacak kimseleri yok. |
يُضَاعَفُ
لَهُمُ
الْعَذَابُ |
|
Üstelik cezaları
da ikiye katlanacak. |
مَا
كَانُوا
يَسْتَطِيعُونَ
السَّمْعَ
وَمَا
كَانُوا
يُبْصِرُونَ |
|
Vaktiyle dinlemeye ve
görmeye tahammül edemiyorlardı. |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
خَسِرُوا
أَنْفُسَهُمْ
|
21. |
Şimdi ise
kendilerini kaybedecekler. |
وَضَلَّ
عَنْهُمْ
مَا كَانُوا
يَفْتَرُونَ |
|
Üstelik uyduruk
tanrıları kendilerini yüzüstü bırakıp gidecek. |
لاَ
جَرَمَ
أَنَّهُمْ
فِي
اْلآخِرَةِ
هُمُ
اْلأَخْسَرُونَ |
22. |
Artık, onlar
kendilerini kaybetmesin de daha kimler kaybetsin. |
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
وَأَخْبَتُوا
إِلَى
رَبِّهِمْ |
23. |
İnanarak,
yararlı faaliyetlerde bulunanlar ve huzuru Rab'lerinde arayanlar ise, |
أُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
الْجَنَّةِ
هُمْ فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
cennetlik olup
sonsuza kadar orada kalacaklar. |
مَثَلُ
الْفَرِيقَيْنِ
كَاْلأَعْمَى
وَاْلأَصَمِّ
وَالْبَصِيرِ
وَالسَّمِيعِ
|
24. |
Sanki cehennemi
temsilen, körler sağırlar; cenneti temsilen görenler duyanlar
takımı. |
هَلْ
يَسْتَوِيَانِ
مَثَلاً
أَفَلاَ
تَذَكَّرُونَ |
|
Hiç bu iki takım
bir olur mu? Düşünsenize
|
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
نُوحًا
إِلَى قَوْمِهِ
|
25. |
Tanrı elçisi olarak gönderdiğimiz
Nûh ile halkı arasında şöyle bir tartışma
olmuştu: |
إِنِّي
لَكُمْ
نَذِيرٌ
مُبِينٌ |
|
Nûh: " Ben sizi Allah
adına uyarmaya geldim. |
أَنْ
لاَ
تَعْبُدُوا
إِلاَّ
اللهَ |
26. |
Allah'tan
başkasına kulluk etmeyin. |
إِنِّي
أَخَافُ
عَلَيْكُمْ عَذَابَ
يَوْمٍ
أَلِيمٍ |
|
Sizin,
başınıza büyük bir felaket gelmesinden korkuyorum. " |
فَقَالَ
الْمَـَلأُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْ
قَوْمِهِ |
27. |
Halkın
inkarcı kodamanları: |
مَا
نَرَاكَ
إِلاَّ
بَشَرًا
مِثْلَنَا |
|
" Gördüğümüz
kadarıyla sen de bizim gibi bir beşersin. |
وَمَا
نَرَاكَ
اتَّبَعَكَ
إِلاَّ
الَّذِينَ
هُمْ
أَرَاذِلُنَا
بَادِىَ
الرَّأْيِ |
|
Bakıyoruz da
sana uyanlar hep, zihinsel özürlü ayak takımı. |
وَمَا
نَرَى
لَكُمْ
عَلَيْنَا
مِنْ فَضْلٍ بَلْ
نَظُنُّكُمْ
كَاذِبِينَ |
|
Bizden bir
farkınızı da göremiyoruz, açıkçası siz,
yalancısınız ". |
قَالَ
يَاقَوْمِ
أَرَأَيْتُمْ
إِنْ كُنْتُ
عَلَى
بَيِّنَةٍ
مِنْ رَبِّي |
28. |
Nuh: " Aziz milletim! hiç
düşündünüz mü ? Acaba ben, Rabb'imden ruhsatlı mıyım ? |
وَآتَانِي
رَحْمَةً
مِنْ
عِنْدِهِ
فَعُمِّيَتْ
عَلَيْكُمْ |
|
Acaba Allah bana
sizi hiç kavrayamadığınız çok gizli bir görev mi verdi? |
أَنُلْزِمُكُمُوهَا
وَأَنْتُمْ
لَهَا كَارِهُونَ |
|
Acaba siz
istemeden ben, sizi bunu kabule zorlamayabilir miyim? " |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 29 -37. Ayetler |
وَيَاقَوْمِ
لاَ أَسْأَلُكُمْ
عَلَيْهِ
مَالاً |
29. |
Sevgili milletim!
Ben, bundan dolayı sizden bir şey istemiyorum. |
إِنْ
أَجْرِىَ
إِلاَّ
عَلَى اللهِ |
|
Benim ücretim
Allah'tan. |
وَمَا
أَنَا
بِطَارِدِ
الَّذِينَ
آمَنُوا إِنَّهُمْ
مُلاَقُوا
رَبِّهِمْ
وَلَكِنِّي
أَرَاكُمْ
قَوْمًا
تَجْهَلُونَ |
|
Ama ben, sizin
cahilce sözlerinize bakarak inananları dışlayamam. Çünkü
yarın onlar, Rab'lerinin huzuruna çıkacaklar. |
وَيَاقَوْمِ
مَنْ يَنْصُرُنِي
مِنَ اللهِ
إِنْ
طَرَدْتُهُمْ
أَفَلاَ
تَذَكَّرُونَ |
30. |
A milletim!
Eğer ben onları kovarsam, söyler misiniz o zaman kim beni
Allah'ın elinden kurtarabilir ? |
وَلاَ
أَقُولُ
لَكُمْ
عِندِي
خَزَائِنُ
اللهِ وَلاَ
أَعْلَمُ
الْغَيْبَ |
31. |
Ben size: "
Yanımda Allah'ın hazineleri var demiyorum. Gaybı da bilemem. |
وَلاَ
أَقُولُ
إِنِّي
مَلَكٌ |
|
Melek olduğumu
da söylemiyorum. |
وَلاَ
أَقُولُ
لِلَّذِينَ
تَزْدَرِي
أَعْيُنُكُمْ
|
|
Alaycı
bakışlarla süzüp durduğunuz müminler hakkında: |
لَنْ
يُؤْتِيَهُمُ
اللهُ
خَيْرًا |
|
' Allah onlara
asla iyilik etmez ' de diyemem. |
اللهُ
أَعْلَمُ
بِمَا فِي
أَنْفُسِهِمْ
إِنِّي إِذًا
لَمِنَ
الظَّالِمِينَ |
|
Çünkü onların
içindekileri en iyi Allah bilir. Aksi halde haksızlık etmiş
olurum. " |
قَالُوا
يَانُوحُ
قَدْ
جَادَلْتَنَا
فَأَكْثَرْتَ
جِدَالَنَا |
32. |
Kodamanlar bir ara: " Nuh be! Yahu
bizimle çok uğraştın. Biraz da fazla oldun. |
فَأْتِنَا
بِمَا
تَعِدُنَا
إِنْ كُنْتَ
مِنَ
الصَّادِقِينَ |
|
Eğer sözünün
eriysen, şu bizi tehdit edip durduğun şeyleri bize göstersene
bir. " |
قَالَ
إِنَّمَا
يَأْتِيكُمْ
بِهِ اللهُ
إِنْ شَاءَ
وَمَا
أَنْتُمْ
بِمُعْجِزِينَ |
33. |
Nuh: " Bunu size, sadece Allah gösterebilir,
isterse tabi, siz onunla uğraşamazsınız. |
وَلاَ
يَنْفَعُكُمْ
نُصْحِي
إِنْ
أَرَدْتُ
أَنْ أَنْصَحَ
لَكُمْ |
34. |
Anlaşılan
ben size içtenlikle nasihat etsem de size yaranamayacağım. |
إِنْ
كَانَ اللهُ
يُرِيدُ
أَنْ
يُغْوِيَكُمْ
هُوَ
رَبُّكُمْ
وَإِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ |
|
Allah, sizi
şaşırtmak istemişse, Sahibi'nizdir,
şaşırtır. Nasıl olsa eninde sonunda ona döneceksiniz
" |
أَمْ
يَقُولُونَ
افْتَرَاهُ |
35. |
Resulüm! Yoksa: " uydurdu
" mu diyorlar. |
قُلْ
إِنِ
افْتَرَيْتُهُ
فَعَلَيَّ إِجْرَامِي
وَأَنَا
بَرِيءٌ
مِمَّا
تُجْرِمُونَ |
|
De ki: " eğer
uydurdumsa sorumlusu benim! Sizin suçlarınızın ise
sorumlusu ben değilim." |
وَأُوحِيَ
إِلَى نُوحٍ
أَنَّهُ
لَنْ يُؤْمِنَ
مِنْ
قَوْمِكَ
إِلاَّ مَنْ
قَدْ آمَنَ فَلاَ
تَبْتَئِسْ
بِمَا
كَانُوا
يَفْعَلُونَ |
36. |
Sonunda Nuh'a: "
sana halkından ilk başta inanmış olanlar
dışında kimse inanmayacak yaptıklarına bakıp da
canını sıkma. |
وَاصْنَعِ
الْفُلْكَ
بِأَعْيُنِنَا
وَوَحْيِنَا
|
37. |
Sen bizim uzaktan
kumandalı isteklerimize göre bir gemi yap. |
وَلاَ
تُخَاطِبْنِي
فِي
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
إِنَّهُمْ
مُغْرَقُونَ |
|
Haksızlık
yapanlar için de, ikide bir bana yalvarıp durma! çünkü boğulacaklar
" dedik. |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 38 - 45. Ayetler |
وَيَصْنَعُ
الْفُلْكَ |
38. |
Gemi
inşaatı devam ederken, |
وَكُلَّمَا
مَرَّ عَلَيْهِ
مَـَلأٌ
مِنْ
قَوْمِهِ
سَخِرُوا
مِنْهُ |
|
kodamanlar ara
sıra uğrayıp onunla dalga geçerlerdi. Nuh da onlara: |
قَالَ
إِنْ
تَسْخَرُوا
مِنَّا فَإِنَّا
نَسْخَرُ
مِنْكُمْ
كَمَا
تَسْخَرُونَ |
|
" biz
inananlarla alay ederseniz, biz de sizin alayınıza ilerde aynen
karşılık veririz der, |
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ
مَنْ
يَأْتِيهِ
عَذَابٌ
يُخْزِيهِ
وَيَحِلُّ
عَلَيْهِ
عَذَابٌ
مُقِيمٌ |
39. |
eklerdi: kahreden
acıların, kimin başına geleceğini; kimlerin üzerinde
çöreklenip kalacağını yakında göreceksiniz. " |
حَتَّى
إِذَا جَاءَ
أَمْرُنَا
وَفَارَ
التَّنُّورُ
|
40. |
Sonunda
fermanımız çıktı. Ocak içlerinden bile sular
fışkırmaya başlayınca Nuh'a: |
قُلْنَا
احْمِلْ
فِيهَا مِنْ
كُلٍّ
زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ
وَأَهْلَكَ |
|
" gemiye her
şeyden bir çift yükle, aileni de. |
إِلاَّ
مَنْ سَبَقَ
عَلَيْهِ
الْقَوْلُ
وَمَنْ
آمَنَ |
|
Ailenden, sadece
inanları al. Daha önce ölüme mahkum olanları bırak " dedik. |
وَمَا
آمَنَ
مَعَهُ
إِلاَّ
قَلِيلٌ |
|
Zaten inanıp ona
destek olan çok azdı. |
وَقَالَ
ارْكَبُوا
فِيهَا
بِاسْمِ
اللهِ مَجْرٰيها
وَمُرْسٰيهَا
|
41. |
Nuh: " Vira
bismillah" diyerek binin gemiye. Artık demir alma ve demir atma
zamanıdır. |
إِنَّ
رَبِّي
لَغَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Artık
Rabb'imin engin hoşgörülü sevgi deryasına açılıyoruz.
" |
وَهِيَ
تَجْرِي
بِهِمْ فِي
مَوْجٍ
كَالْجِبَالِ
وَنَادَى
نُوحٌ
ابْنَهُ
وَكَانَ فِي
مَعْزِلٍ |
42. |
Gemi dağlar gibi
dalgalar arasında akıp giderken, dayanamadı Nuh. Bir kaya
kovuğunda büzüşen oğluna seslendi: |
يَابُنَيَّ
ارْكَبْ
مَعَنَا
وَلاَ
تَكُنْ مَعَ
الْكَافِرِينَ |
|
" hadi
yavrum, dedi,
gel yanımıza, inkarcılarla birlik olma n'olur! " |
قَالَ
سَآوِي
إِلَى
جَبَلٍ
يَعْصِمُنِي
مِنَ
الْمَاءِ |
43. |
" ben dedi oğlu, suyun
ulaşamayacağı bir dağa atarım kendimi. " |
قَالَ
لاَ عَاصِمَ
الْيَوْمَ
مِنْ أَمْرِ
اللهِ
إِلاَّ مَنْ
رَحِمَ |
|
" bugün
Allah'ın esirgedikleri dışında elinden kurtulan olmayacak
ki " diyebildi Nuh. |
وَحَالَ
بَيْنَهُمَا
الْمَوْجُ
فَكَانَ مِنَ
الْمُغْرَقِينَ |
|
Derken aralarına
dalga girdi ve boğulup gitti. |
وَقِيلَ
يَاأَرْضُ
ابْلَعِي
مَاءَكِ
وَيَاسَمَاءُ
أَقْلِعِي
وَغِيضَ
الْمَاءُ
وَقُضِيَ
اْلأَمْرُ |
44. |
Sonunda: " Ey
topraklar! Yut sularını, ey sema kes artık " dendi.
Sular çekildi. Görev tamamlandı. |
وَاسْتَوَتْ
عَلَى
الْجُودِيِّ
وَقِيلَ بُعْدًا
لِلْقَوْمِ
الظَّالِمِينَ |
|
" haksızlık
edenlerin canı cehenneme! " diye sesler yükselirken, gemi de
Cûdî'ye oturdu. |
وَنَادَى
نُوحٌ
رَبَّهُ فَقَالَ
رَبِّ إِنَّ
ابْنِي مِنْ
أَهْلِي |
45. |
Nuh Rabb'inden özür
diledi: "Ya Rab! dedi. Oğlum benim canım
ciğerimdi. |
وَإِنَّ
وَعْدَكَ
الْحَقُّ
وَأَنْتَ
أَحْكَمُ
الْحَاكِمِينَ |
|
Sen de
haklısın. Artık ne diyeyim hakimlerin hakimi sensin." |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 46 - 53. Ayetler |
قَالَ
يَانُوحُ
إِنَّهُ
لَيْسَ مِنْ
أَهْلِكَ
إِنَّهُ
عَمَلٌ
غَيْرُ
صَالِحٍ |
46. |
Sert çıktı Tanrı.
" o senin ailenden sayılmaz. Çünkü, uygunsuz işler yaptı. |
فَلاَ
تَسْأَلْنِي
مَا لَيْسَ
لَكَ بِهِ عِلْمٌ |
|
Hem iç yüzünü
bilmediğin şeyleri isteme benden. |
إِنِّي
أَعِظُكَ
أَنْ
تَكُونَ
مِنَ الْجَاهِلِينَ |
|
ben, bir cahillik
etmen ihtimaline karşı seni peşinen uyarıyorum. " |
قَالَ
رَبِّ
إِنِّي
أَعُوذُ
بِكَ أَنْ
أَسْأَلَكَ
مَا لَيْسَ
لِي بِهِ
عِلْمٌ |
47. |
Nuh mahcup oldu: " Ya Rab
senden içyüzünü bilmediğim bir şeyi istediğim için affına
sığınıyorum. |
وَإِلاَّ
تَغْفِرْ
لِي
وَتَرْحَمْنِي
أَكُنْ مِنَ
الْخَاسِرِينَ |
|
eğer beni
bağışlamazsan, eğer beni sevmez isen, mahvolurum ben.
" |
قِيلَ
يَانُوحُ
اهْبِطْ
بِسَلاَمٍ
مِنَّا وَبَرَكَاتٍ
عَلَيْكَ
وَعَلَى
أُمَمٍ
مِمَّنْ مَعَكَ
|
48. |
Ferman: " Ey Nuh! haydi esenlikle
aşağı in. Sana da senin yanında yer alan milletlere de
hayırlı olsun. " |
وَأُمَمٌ
سَنُمَتِّعُهُمْ
ثُمَّ
يَمَسُّهُمْ
مِنَّا
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
Artık bu
milletler arasında bir süre yaşatıp sonra canını
fena yakacaklarımız olacak. |
تِلْكَ
مِنْ
أَنْبَاءِ
الْغَيْبِ
نُوحِيهَا
إِلَيْكَ |
49. |
Resulüm! Sana
vahyettiğimiz bu haberler, gayb
haberleridir. |
مَا
كُنْتَ
تَعْلَمُهَا
أَنْتَ
وَلاَ
قَوْمُكَ
مِنْ قَبْلِ
هَذَا |
|
Bunları daha
önce ne sen biliyordun ne de halkın. |
فَاصْبِرْ
إِنَّ
الْعاقِبَةَ
لِلْمُتَّقِينَ |
|
Sabret, çünkü zafer,
sağlamcılarındır
|
وَإِلَى
عَادٍ
أَخَاهُمْ
هُودًا |
50. |
Ad kavmine gönderdiğimiz
hemşehrileri |
قَالَ
يَاقَوْمِ
اعْبُدُوا
اللهَ |
|
Hûd: " Aziz milletim!. Allah'a
kulluk edin. |
مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ
غَيْرُهُ
إِنْ أَنْتُمْ
إِلاَّ
مُفْتَرُونَ |
|
Çünkü sizin ondan
başka tanrınız yok. Siz bu tanrıları kendiniz
uyduruyorsunuz. |
يَاقَوْمِ
لاَ
أَسْأَلُكُمْ
عَلَيْهِ
أَجْرًا |
51. |
Sevgili milletim!
ben, bu hizmetten dolayı sizden bir ücret istemiyorum. |
إِنْ
أَجْرِىَ
إِلاَّ
عَلَى
الَّذِي
فَطَرَنِي
أَفَلاَ تَعْقِلُونَ |
|
Aklınızı
çalıştırın. Benim ücretim, beni yaratana aittir. |
وَيَاقَوْمِ
اسْتَغْفِرُوا
رَبَّكُمْ
ثُمَّ
تُوبُوا
إِلَيْهِ |
52. |
Sevgili milletim!
Rabbinizden özür dileyip tövbe edin ki |
يُرْسِلِ
السَّمَاءَ
عَلَيْكُمْ
مِدْرَارًا |
|
Allah, yukarıdan üzerinize bol
bol rahmet indirsin, |
وَيَزِدْكُمْ
قُوَّةً
إِلَى
قُوَّتِكُمْ
وَلاَ
تَتَوَلَّوْا
مُجْرِمِينَ |
|
kesenize biraz
bereket dolsun da ortalıkta suçlu imiş gibi dolaşmayın. " |
قَالُوا
يَاهُودُ
مَا
جِئْتَنَا
بِبَيِّنَةٍ
|
53. |
Halk: " Sevgili Hûd! Sen bize
bir mucize getirmedin. |
وَمَا
نَحْنُ
بِتَارِكِي
آلِهَتِنَا
عَنْ قَوْلِكَ
|
|
Biz, senin kuru
lafınla ne tanrılarımızı bırakır |
وَمَا
نَحْنُ لَكَ
بِمُؤْمِنِينَ |
|
ne de sana
güveniriz. |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 54
- 62. Ayetler |
إِنْ
نَقُولُ
إِلاَّ
اعْتَرَاكَ
بَعْضُ آلِهَتِنَا
بِسُوءٍ |
54. |
Anlaşılan
biz lafımızı bitirmeden bizim tanrılar seni serseme
çevirmiş.
" |
قَالَ
إِنِّي
أُشْهِدُ
اللهَ
وَاشْهَدُوا
أَنِّي
بَرِيءٌ
مِمَّا
تُشْرِكُونَ |
|
Hûd gürledi: "Allah
şahidim olsun ki, sizin aracı tanrılarınızla
işim yok benim. |
مِنْ
دُونِهِ
فَكِيدُونِي
جَمِيعًا
ثُمَّ لاَ
تُنْظِرُونِ |
55. |
Hadi Allah'a
rağmen bana pusu kurun, hemen beklemeden. |
إِنِّي
تَوَكَّلْتُ
عَلَى اللهِ
رَبِّي
وَرَبِّكُمْ
|
56. |
Benim yegane
güvencem, her ikimizin sahibi Allah'tır. |
مَا
مِنْ
دَابَّةٍ
إِلاَّ هُوَ
آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا
إِنَّ
رَبِّي
عَلَى
صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ |
|
Çünkü,
Allah'ın elini uzatıp yardım etmediği tek bir canlı
yoktur, doğru yolda olan, benim Tanrımdır. |
فَإِنْ
تَوَلَّوْا
فَقَدْ
أَبْلَغْتُكُمْ
مَا
أُرْسِلْتُ
بِهِ
إِلَيْكُمْ |
57. |
Ben, bana verilen
emri size ilettim. Eğer kabul etmezseniz, |
وَيَسْتَخْلِفُ
رَبِّي
قَوْمًا
غَيْرَكُمْ
وَلاَ
تَضُرُّونَهُ
شَيْئًا |
|
Tanrım sizi
alıp yerinize başka bir toplum getirebilir. Allah'a engel de
olamazsınız. |
إِنَّ
رَبِّي
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
حَفِيظٌ |
|
Çünkü
yaratıkları koruma görevi Rabb'ime aittir. " |
وَلَمَّا
جَاءَ
أَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
هُودًا
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا
وَنَجَّيْنَاهُمْ
مِنْ
عَذَابٍ
غَلِيظٍ |
58. |
Yıkım
fermanımız gelince, Hûd'u ve yanındaki inananları, bir
sevgi işareti olarak, o büyük felaketten kurtardık. |
وَتِلْكَ
عَادٌ
جَحَدُوا
بِآيَاتِ
رَبِّهِمْ |
59. |
Gördüğün gibi bizim Ad'lılar, Allah
kelâmını inkar ettiler, |
وَعَصَوْا
رُسُلَهُ
وَاتَّبَعُوا
أَمْرَ
كُلِّ جَبَّارٍ
عَنِيدٍ |
|
Tanrı elçilerine
karşı geldiler gidip nerde dik kafalı ve zorba varsa ona
takıldılar. |
وَأُتْبِعُوا
فِي هَذِهِ
الدُّنْيَا
لَعْنَةً
وَيَوْمَ
الْقِيَامَةِ
|
60. |
O yüzden, hem bu
dünyada hem öbür dünyada laneti hak ettiler. |
أَلاَ
إِنَّ
عَادًا
كَفَرُوا
رَبَّهُمْ |
|
Evet Ad'lılar,
Tanrı'yı inkar ettiler. |
أَلاَ
بُعْدًا
لِعَادٍ
قَوْمِ
هُودٍ |
|
Artık Hûd'un Ad
halkı için yapacak bir şeyi yoktu
|
وَإِلَى
ثَمُودَ
أَخَاهُمْ
صَالِحًا |
61. |
Semûd'a gönderdiğimiz öz
kardeşleri |
قَالَ
يَاقَوْمِ
اعْبُدُوا
اللهَ |
|
Salih: " Aziz milletim! Allah'a
kulluk edin. |
مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ
غَيْرُهُ
هُوَ أَنْشَأَكُمْ
مِنَ
اْلأَرْضِ
وَاسْتَعْمَرَكُمْ
فِيهَا |
|
Sizin ondan
başka tanrınız yok. Sizi dünya çamurundan yaratıp,
dünyayı imar etmenizi istedi. |
فَاسْتَغْفِرُوهُ
ثُمَّ
تُوبُوا
إِلَيْهِ
إِنَّ
رَبِّي
قَرِيبٌ
مُجِيبٌ |
|
Tövbe edip ondan
özür dileyin. Benim tanrım çok yakındadır. Hemen cevap
verecektir. |
قَالُوا
يَاصَالِحُ
قَدْ كُنْتَ
فِينَا
مَرْجُوًّا
قَبْلَ
هَذَا |
62. |
Halk: " A Salih! Sen bu
olaydan önce aramızda sevilen biriydin. |
أَتَنْهَانَا
أَنْ
نَعْبُدَ
مَا
يَعْبُدُ آبَاؤُنَا
وَإِنَّنَا
لَفِي شَكٍّ
مِمَّا تَدْعُونَا
إِلَيْهِ
مُرِيبٍ |
|
Şimdi sen,
ata tanrılarını bize yasak mı ediyorsun. Doğrusu,
senin bize yaptığın tek tanrı çağrısında
derin kuşkularımız var. " |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 63 - 71. Ayetler |
قَالَ
يَاقَوْمِ
أَرَأَيْتُمْ
|
63. |
Salih: " Sevgili
milletim! Hiç düşündünüz mü? |
إِنْ
كُنْتُ
عَلَى
بَيِّنَةٍ
مِنْ رَبِّي
وَآتَانِي مِنْهُ
رَحْمَةً |
|
Benim Allah'tan
ruhsatlı olup olmadığımı, ya da, bana nazik bir
görev verip vermediğini? |
فَمَنْ
يَنْصُرُنِي
مِنَ اللهِ
إِنْ
عَصَيْتُهُ
فَمَا
تَزِيدُونَنِي
غَيْرَ
تَخْسِيرٍ |
|
Allah'a
karşı gelirsem, kim beni onun elinden kurtarabilir? Siz bana
zarardan başka ne verebilirsiniz ki? |
وَيَاقَوْمِ
هَذِهِ
نَاقَةُ
اللهِ
لَكُمْ آيَةً
فَذَرُوهَا
تَأْكُلْ
فِي أَرْضِ
اللهِ |
64. |
Sevgili milletim!
Şu deve size Allah tarafından gönderilmiş bir simgedir.
Bırakın onu, Allah'ın otlağında keyfince
otlasın. |
وَلاَ
تَمَسُّوهَا
بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ
عَذَابٌ
قَرِيبٌ |
|
Ona kötü
davranmayın, aksi halde cezanız ivedilik kazanır. " |
فَعَقَرُوهَا
|
65. |
Onu kestiler. |
فَقَالَ
تَمَتَّعُوا
فِي
دَارِكُمْ
ثَلاَثَةَ
أَيَّامٍ
ذَلِكَ
وَعْدٌ
غَيْرُ
مَكْذُوبٍ |
|
O zaman Salih: "
Köşklerinizde ancak üç gün daha safa sürebilirsiniz. Artık ok
yaydan çıkmıştır." |
فَلَمَّا
جَاءَ
أَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
صَالِحًا
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا
وَمِنْ
خِزْيِ
يَوْمِئِذٍ |
66. |
Yıkım
fermanımız gelince, Salih'i ve yanında yer alan
inananları, bir sevgi işareti olarak o berbat günden salimen
kurtardık. |
إِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ
الْقَوِيُّ
الْعَزِيزُ |
|
Çünkü senin Rabb'in
görkemli bir güce sahiptir. |
وَأَخَذَ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
الصَّيْحَةُ
|
67. |
Derken korkunç bir
ses zalimleri şok etti. |
فَأَصْبَحُوا
فِي
دِيَارِهِمْ
جَاثِمِينَ |
|
Hepsi de
köşkleri içinde büzüşüp kaldılar. |
كَأَنْ
لَمْ
يَغْنَوْا
فِيهَا |
68. |
Sanki orada hiç
varlık sürmemiş gibi oldular. |
أَلاَ
إِنَّ
ثَمُودَ
كَفَرُوا
رَبَّهُمْ أَلاَ
بُعْدًا
لِثَمُودَ |
|
Evet, Semûd
halkı Allah'ı inkar etmişti. Yazık oldu Semûda
|
وَلَقَدْ
جَاءَتْ
رُسُلُنَا
إِبْرَاهِيمَ
بِالْبُشْرَى
قَالُوا
سَلاَمًا |
69. |
Meleklerimiz müjdeli bir haber vermek üzere
İbrahim'e uğrayıp selâm verdiler. |
قَالَ
سَلاَمٌ
فَمَا
لَبِثَ أَنْ
جَاءَ بِعِجْلٍ
حَنِيذٍ |
|
İbrahim de: " selâm "
deyip buyur etti. Çok geçmeden kendilerine dana eti ikram etti. |
فَلَمَّا
رَأَى
أَيْدِيَهُمْ
لاَ تَصِلُ إِلَيْهِ
نَكِرَهُمْ
وَأَوْجَسَ
مِنْهُمْ خِيفَةً
|
70. |
Misafirlerin
yemeğe uzanmadıklarını görünce onları garipsedi ve
içini hafiften bir korku sardı. |
قَالُوا
لاَ تَخَفْ
إِنَّا
أُرْسِلْنَا
إِلَى
قَوْمِ
لُوطٍ |
|
Ziyaretçiler: " Korkma! biz Lût
kavminin işini bitirmeye geldik zaten " dediler. |
وَامْرَأَتُهُ
قَائِمَةٌ
فَضَحِكَتْ |
71. |
Tam o sırada,
İbrahimin hizmet için ortalıkta dolaşan hanımı
durduk yerde gülüverdi. |
فَبَشَّرْنَاهَا
بِإِسْحَاقَ
وَمِنْ
وَرَاءِ
إِسْحَاقَ
يَعْقُوبَ |
|
Ziyaretçiler: " Eşini, İshak
ve Yakûb ile müjdeledik de ondan gülüyor " dediler. |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 72
- 81. Ayetler |
قَالَتْ
يَاوَيْلَتَا
أَأَلِدُ
وَأَنَا عَجُوزٌ
وَهَذَا
بَعْلِي
شَيْخًا |
72. |
Hanım: " Eyvaah! Yani
şimdi ben çocuk mu doğuracağım? Ben yaşlı,
kocam moruk. |
إِنَّ
هَذَا
لَشَيْءٌ
عَجِيبٌ |
|
Olamaz böyle bir
şey. " |
قَالُوا
أَتَعْجَبِينَ
مِنْ أَمْرِ
اللهِ |
73. |
Ziyaretçiler: " Allah'ın
işine mi karışıyorsun. " |
رَحْمَةُ
اللهِ
وَبَرَكَاتُهُ
عَلَيْكُمْ |
|
Bu, Allah'ın
size karşı bir sevgi ve iyilik çıkartmasıdır. |
أَهْلَ
الْبَيْتِ
إِنَّهُ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ |
|
Bu, hane
halkının teşekkür etmesi gereken bir durumdur. " |
فَلَمَّا
ذَهَبَ عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
الرَّوْعُ
وَجَاءَتْهُ
الْبُشْرَى
يُجَادِلُنَا
فِي قَوْمِ
لُوطٍ |
74. |
İbrahim'in korku
ve heyecanı yatışıp da bunun yerini müjdeli bir haber
alınca, başladı bizim elçilerimizle Lût kavmini
tartışmaya. |
إِنَّ
إِبْرَاهِيمَ
لَحَلِيمٌ
أَوَّاهٌ مُنِيبٌ |
75. |
Çünkü, İbrahim
oldukça ince düşünceli, içli ve açık yürekli biriydi. |
يَاإِبْرَاهِيمُ
أَعْرِضْ
عَنْ هَذَا
إِنَّهُ
قَدْ جَاءَ
أَمْرُ
رَبِّكَ |
76. |
Ziyaretçiler: " A İbrahim bırak
onları. Rabbin fermanı çıktı bile. |
وَإِنَّهُمْ
آتِيهِمْ
عَذَابٌ
غَيْرُ مَرْدُودٍ |
|
Artık onlara
verilen cezadan geri dönüş yok " diye kestirip attılar
|
وَلَمَّا
جَاءَتْ
رُسُلُنَا
لُوطًا
سِيءَ بِهِمْ
وَضَاقَ
بِهِمْ
ذَرْعًا
وَقَالَ هَذَا
يَوْمٌ
عَصِيبٌ |
77. |
Ziyaretçi melekler, Lût'a gelince, Lût fena
bozuldu, eli ayağına
dolaştı. Kendi kendine: " ne berbat bir gün " diye
söylendi. [1] |
وَجَاءَهُ
قَوْمُهُ
يُهْرَعُونَ
إِلَيْهِ
وَمِنْ
قَبْلُ
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
السَّيِّئَاتِ |
78. |
Çok geçmeden halk,
daha önce de yaptıkları gibi bu sefer de yılışa
kırıta Lût'un kapısına dayandılar. |
قَالَ
يَاقَوْمِ
هَؤُلاَءِ
بَنَاتِي
هُنَّ أَطْهَرُ
لَكُمْ
فَاتَّقُوا
اللهَ |
|
Lût kızdı: " Be
adamlar! benim tam size göre tertemiz kızlarım var, Allah'tan
korkun da |
وَلاَ
تُخْزُونِ
فِي ضَيْفِي
أَلَيْسَ
مِنْكُمْ
رَجُلٌ
رَشِيدٌ |
|
beni misafirlerim
önünde bari rezil etmeyin. İçinizde aklı başında adam yok
mu sizin? " |
قَالُوا
لَقَدْ
عَلِمْتَ
مَا لَنَا
فِي بَنَاتِكَ
مِنْ حَقٍّ
وَإِنَّكَ
لَتَعْلَمُ
مَا نُرِيدُ |
79. |
Halk: " Bizim, senin
kızlarınla bir işimiz olmadığını bal gibi
biliyorsun. Bizim
ne istediğimizi de pekâla biliyorsun. " |
قَالَ
لَوْ أَنَّ لِي
بِكُمْ
قُوَّةً
أَوْ آوِي
إِلَى
رُكْنٍ شَدِيدٍ |
80. |
Lût: " Keşke. Size
karşı bir gücüm olsa, ya da daha sağlam bir kaleye
sığınabilsem " |
قَالُوا
يَالُوطُ
إِنَّا
رُسُلُ
رَبِّكَ لَنْ
يَصِلُوا
إِلَيْكَ
فَأَسْرِ
بِأَهْلِكَ
بِقِطْعٍ
مِنَ
اللَّيْلِ
وَلاَ يَلْتَفِتْ
مِنْكُمْ
أَحَدٌ |
81. |
Misafirler: " Sevgili Lût! Biz
Tanrı görevlisiyiz. Sana dokunamayacaklar, gece yarısında
ailenle birlikte çek git. Geride kimse kalmasın |
إِلاَّ
امْرَأَتَكَ
إِنَّهُ
مُصِيبُهَا
مَا
أَصَابَهُمْ |
|
karından
başka. Çünkü halkın başına gelen onun da başına
gelecek. |
إِنَّ
مَوْعِدَهُمُ
الصُّبْحُ
أَلَيْسَ
الصُّبْحُ
بِقَرِيبٍ |
|
infaz
şafakta, şafak yakın değil mi ? " |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 82
- 88. Ayetler |
فَلَمَّا
جَاءَ
أَمْرُنَا
جَعَلْنَا
عَالِيَهَا
سَافِلَهَا |
82. |
İnfaz vakti
gelir gelmez, şehrin altını üstüne getirdik. |
وَأَمْطَرْنَا
عَلَيْهَا
حِجَارَةً
مِنْ سِجِّيلٍ
مَنْضُودٍ |
|
Şehre, el
yapımı taşlarla yoğun atışlar yaptık. |
مُسَوَّمَةً
عِنْدَ
رَبِّكَ
وَمَا هِيَ
مِنَ
الظَّالِمِينَ
بِبَعِيدٍ |
83. |
Tanrı
damgalı ve de zalime ayarlı taşlarla
|
وَإِلَى
مَدْيَنَ
أَخَاهُمْ
شُعَيْبًا |
84. |
Medyen halkına gönderdiğimiz
öz kardeşleri |
قَالَ
يَاقَوْمِ
اعْبُدُوا
اللهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ
غَيْرُهُ |
|
Şuayb: " Aziz milletim! Allah'a
kulluk edin. Sizin ondan başka tanrınız yok. |
وَلاَ
تَنْقُصُوا
الْمِكْيَالَ
وَالْمِيزَانَ
إِنِّي
أَرَاكُمْ
بِخَيْرٍ |
|
Ölçüyü
tartıyı eksik yapmayın. Gördüğüm kadarıyla haliniz
vaktiniz yerinde, |
وَإِنِّي
أَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ يَوْمٍ
مُحِيطٍ |
|
Ben sizin, o
kapsamlı felaket gününde çok acı çekmenizden korkuyorum. |
وَيَاقَوْمِ
أَوْفُوا
الْمِكْيَالَ
وَالْمِيزَانَ
بِالْقِسْطِ
|
85. |
Sevgili milletim!
ölçüyü tartıyı doğru yapın. |
وَلاَ
تَبْخَسُوا
النَّاسَ
أَشْيَاءَهُمْ |
|
İnsanları,
kendi mallarıyla aptal yerine koyup aşağılamayın. |
وَلاَ
تَعْثَوْا
فِي اْلأَرْضِ
مُفْسِدِينَ |
|
Dünyadaki malî
dengeleri bozmayın, |
بَقِيَّةُ
اللهِ
خَيْرٌ
لَكُمْ إِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِنِينَ
|
86. |
Allah'ın
belirlediği kâr payı, sizin için daha hayırlıdır.
İnanıyorsanız tabi. |
وَمَا
أَنَا
عَلَيْكُمْ
بِحَفِيظٍ |
|
Ben sizin
başınızda hep bekçi olamam. " |
قَالُوا
يَاشُعَيْبُ
أَصَلاَتُكَ
تَأْمُرُكَ
أَنْ
نَتْرُكَ
مَا
يَعْبُدُ آبَاؤُنَا
|
87. |
Halk: " A Şuayb!
atalarımızın taptığı putları
bırakmamızı emreden, senin namazın mı? |
أَوْ
أَنْ
نَفْعَلَ
فِي
أَمْوَالِنَا
مَا نَشَاءُ |
|
kendi
malımız üzerinde keyfi tasarrufta bulunamayacak mıyız
şimdi? " |
إِنَّكَ
َلأَنْتَ
الْحَلِيمُ
الرَّشِيدُ |
|
Çünkü sen, ince
fikirli ve aklı başında birisin. " |
قَالَ
يَاقَوْمِ
أَرَأَيْتُمْ
إِنْ كُنْتُ
عَلَى
بَيِّنَةٍ
مِنْ رَبِّي |
88. |
Şuayb: " Sevgili milletim!
Acaba siz, benim Rabb'imden ruhsatlı olup
olmadığımı, |
وَرَزَقَنِي
مِنْهُ
رِزْقًا
حَسَنًا |
|
bana özel bir
ikramda bulunup bulunmadığını düşündünüz mü hiç? |
وَمَا
أُرِيدُ
أَنْ
أُخَالِفَكُمْ
إِلَى مَا
أَنْهَاكُمْ
عَنْهُ |
|
Ben ise, size
koyduğum yasaklara ihaneti asla düşünmüyorum. |
إِنْ
أُرِيدُ
إِلاَّ
اْلإصْلاَحَ
مَا اسْتَطَعْتُ |
|
Ben elimden
geldiğince düzeltmek istiyorum. |
وَمَا
تَوْفِيقِي
إِلاَّ
بِاللهِ |
|
Olursa
başarım, Allah sayesinde olacaktır. |
عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ
وَإِلَيْهِ
أُنِيبُ |
|
Ona güveniyorum,
içimi de ona döküyorum. " |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 89
- 97. Ayetler |
وَيَاقَوْمِ
لاَ
يَجْرِمَنَّكُمْ
شِقَاقِي |
89. |
Şuayb: "Sevgili milletim! bana
karşı düşmanca tavır almayın. |
أَنْ
يُصِيبَكُمْ
مِثْلُ مَا
أَصَابَ
قَوْمَ
نُوحٍ أَوْ
قَوْمَ
هُودٍ أَوْ
قَوْمَ
صَالِحٍ |
|
Aksi halde Nuh,
Hûd ve Salih kavimlerinin başına gelenler aynıyla sizin de
başınıza gelebilir. |
وَمَا
قَوْمُ
لُوطٍ
مِنْكُمْ
بِبَعِيدٍ |
|
Hele de Lût kavmi
sizden pek de uzak değil. |
وَاسْتَغْفِرُوا
رَبَّكُمْ
ثُمَّ
تُوبُوا
إِلَيْهِ
إِنَّ رَبِّي
رَحِيمٌ
وَدُودٌ |
90. |
Rabbinize tövbe
istiğfarda bulunun. Çünkü benim Rabb'im sevecen ve dost
canlısıdır. " |
قَالُوا
يَاشُعَيْبُ
مَا
نَفْقَهُ
كَثِيرًا
مِمَّا
تَقُولُ |
91. |
Halk: " A Şuayb! Biz
senin dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. |
وَإِنَّا
لَنَرَاكَ
فِينَا
ضَعِيفًا
وَلَوْلاَ
رَهْطُكَ
لَرَجَمْنَاكَ |
|
Aslında bize
göre sen zayıfsın. Zaten arkan olmasa çoktan senin
başını ezmiştik. |
وَمَا
أَنْتَ
عَلَيْنَا
بِعَزِيزٍ |
|
Yani bizim
yanımızda hiç değerin yok. " |
قَالَ
يَاقَوْمِ
أَرَهْطِي
أَعَزُّ
عَلَيْكُمْ
مِنَ اللهِ |
92. |
Şuayb: " Be adamlar! Benim cemaatim size göre
Allah'tan daha mı değerli ? |
وَاتَّخَذْتُمُوهُ
وَرَاءَكُمْ
ظِهْرِيًّا |
|
bunun için mi
Allah'ı gözardı ediyorsunuz? |
إِنَّ
رَبِّي
بِمَا
تَعْمَلُونَ
مُحِيطٌ |
|
Sizin tüm
yaptıklarınız Rabb'imin malûmudur. |
وَيَاقَوْمِ
اعْمَلُوا
عَلَى
مَكَانَتِكُمْ
إِنِّي
عَامِلٌ |
93. |
Ey millet!
Elinizden geleni geri koymayın. Çünkü ben görevimi yapıyorum. |
سَوْفَ
تَعْلَمُونَ
مَنْ
يَأْتِيهِ
عَذَابٌ
يُخْزِيهِ
وَمَنْ هُوَ
كَاذِبٌ |
|
Ama, insanı
kahreden acıların kime isabet edeceğini, kimin yalancı
olduğunu yakında göreceksiniz. |
وَارْتَقِبُوا
إِنِّي
مَعَكُمْ
رَقِيبٌ |
|
Bekleyin, çünkü
sizinle beraber ben de beklemedeyim. " |
وَلَمَّا
جَاءَ
أَمْرُنَا
نَجَّيْنَا
شُعَيْبًا
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
مَعَهُ
بِرَحْمَةٍ
مِنَّا |
94. |
Yıkım
fermanımız gelince, Şuaybı ve onun safında yer alan
müminleri, acıdığımız için kurtardık. |
وَأَخَذَتِ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
الصَّيْحَةُ
فَأَصْبَحُوا
فِي
دِيَارِهِمْ
جَاثِمِينَ |
|
Saygısızlar
ise, büyük bir ses patlamasıyla şok oldular. Hepsi köşkleri
içerisinde, büzüşüp kaldılar. |
كَأَنْ
لَمْ
يَغْنَوْا
فِيهَا
أَلاَ بُعْدًا
لِمَدْيَنَ
كَمَا
بَعِدَتْ
ثَمُودُ |
95. |
Sanki orada hiç
yaşamamış gibi oldular. Yazık oldu Medyen'e,
tıpkı Semûd gibi
|
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
مُوسَى
بِآيَاتِنَا
وَسُلْطَانٍ
مُبِينٍ |
96. |
Musa'yı mucizeler ve belgeler destekli
olarak görevlendirdik. |
إِلَى
فِرْعَوْنَ
وَمَلَئِهِ |
97. |
Musa, Fıravun'un
yönetim halkasına kadar girdi, |
فَاتَّبَعُوا
أَمْرَ
فِرْعَوْنَ
وَمَا أَمْرُ
فِرْعَوْنَ
بِرَشِيدٍ |
|
Hep beraber onun
emirlerini uyguladılar. Fıravun'un işleri hiç de
akıllıca değildi. |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 / 98
- 108. Ayetler |
يَقْدُمُ
قَوْمَهُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
فَأَوْرَدَهُمُ
النَّارَ |
98. |
Fravun, kıyamet
günü halkının önüne düşüp onları ateşe götürecek. |
وَبِئْسَ
الْوِرْدُ
الْمَوْرُودُ |
|
Eyvaah!
başı çekene bak, çekilene bak. |
وَأُتْبِعُوا
فِي هَذِهِ
لَعْنَةً
وَيَوْمَ
الْقِيَامَةِ
|
99. |
Hem bu dünyada hem
öbüründe laneti hakettiler. |
بِئْسَ
الرِّفْدُ
الْمَرْفُودُ |
|
Eyvaah! hak edene
bak, hakedilene bak
|
ذَلِكَ
مِنْ
أَنْبَاءِ
الْقُرَى
نَقُصُّهُ
عَلَيْكَ
مِنْهَا
قَائِمٌ
وَحَصِيدٌ |
100. |
Resulüm! Sana, kimi harabe, kimi yerle
bir olmuş kentlerden öyküler sunduk. |
وَمَا
ظَلَمْنَاهُمْ
وَلَكِنْ
ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ
|
101. |
Ama biz onlara
haksızlık etmedik, bilakis onlar kendilerine kıydılar. |
فَمَا
أَغْنَتْ
عَنْهُمْ
آلِهَتُهُمُ
الَّتِي
يَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ مِنْ شَيْءٍ
لَمَّا
جَاءَ
أَمْرُ
رَبِّكَ |
|
Rabb'inin
fermanı geldiğinde, kul oldukları Tanrı ötesi
tanrılar, onlara zerre kadar yâr olmadı, |
وَمَا
زَادُوهُمْ
غَيْرَ
تَتْبِيبٍ |
|
onlara hayal kırıklığından
öte bir şey vermedi. |
وَكَذَلِكَ
أَخْذُ
رَبِّكَ
إِذَا
أَخَذَ الْقُرَى
وَهِيَ
ظَالِمَةٌ |
102. |
Senin Rabbinin
azgın kentlere düzenlediği suçüstü baskınları hep böyle
olmuştur. |
إِنَّ
أَخْذَهُ
أَلِيمٌ
شَدِيدٌ |
|
Evet onun
baskınları inletir ve kıvrandırır. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
َلآيَةً
لِمَنْ
خَافَ عَذَابَ
اْلآخِرَةِ |
103. |
Bütün bu olaylarda,
yüreğinde ahiret sızısı olanlar için alınacak
dersler vardır. |
ذَلِكَ
يَوْمٌ
مَجْمُوعٌ
لَهُ
النَّاسُ وَذَلِكَ
يَوْمٌ
مَشْهُودٌ |
|
Ahiret, tüm
insanlığın bir araya getirileceği tüm evrenin seyrine
açık bir sahnedir. |
وَمَا
نُؤَخِّرُهُ
إِلاَّ
ِلأَجَلٍ
مَعْدُودٍ |
104. |
Kıyameti, vadesi
dolana kadar erteleriz. |
يَوْمَ
يَأْتِ لاَ
تَكَلَّمُ
نَفْسٌ
إِلاَّ
بِإِذْنِهِ |
105. |
O gün geldi mi,
Allah'ın izni olmadan kimse ağzını açamaz. |
فَمِنْهُمْ
شَقِيٌّ
وَسَعِيدٌ |
|
Kimi
sıkıntılı, kimi de mutludur. |
فَأَمَّا
الَّذِينَ
شَقُوا
فَفِي
النَّارِ
لَهُمْ
فِيهَا
زَفِيرٌ
وَشَهِيقٌ |
106. |
Sıkıntılı
olanlar, alevlere dalarken, hıçkırıklar
hırıltılar, çığlıklar ayyuka
çıkacaktır. |
خَالِدِينَ
فِيهَا مَا
دَامَتِ
السَّمَاوَاتُ
وَاْلأَضُ |
107. |
Onlar, gökler ve yer
durduğu sürece orada kalacaklardır. [2] |
إِلاَّ
مَا شَاءَ
رَبُّكَ
إِنَّ
رَبَّكَ فَعَّالٌ
لِمَا
يُرِيدُ |
|
Yani Rabb'in aksini
istemediği sürece. Çünkü senin Rabbin istediğini mutlaka
yapacaktır. |
وَأَمَّا
الَّذِينَ
سُعِدُوا
فَفِي الْجَنَّةِ
خَالِدِينَ
فِيهَا مَا
دَامَتِ
السَّمَاوَاتُ
وَاْلأَرْضُ
|
108. |
Yüzlerinde mutluluk
ifadesi olanlar ise, cennettedir. Onlar, gökler ve yer durduğu sürece
orada kalacaklardır. |
إِلاَ
مَا شَاءَ
رَبُّكَ
عَطَاءً غَيْرَ
مَجْذُوذٍ |
|
Yani Rabb'in aksini
istemediği sürece, ikramlar kesintisiz devam edecektir. |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 /
109 - 117. Ayetler |
فَلاَ
تَكُ فِي
مِرْيَةٍ
مِمَّا
يَعْبُدُ هَؤُلاَءِ
|
109. |
Resulüm! Onların
tapındıkları putlar hakkında tartışmaya bile
girme. |
مَا
يَعْبُدُونَ
إِلاَّ
كَمَا
يَعْبُدُ آبَاؤُهُمْ
مِنْ قَبْلُ |
|
Onlar sadece
ataları gibi ibadet ediyorlar. |
وَإِنَّا
لَمُوَفُّوهُمْ
نَصِيبَهُمْ
غَيْرَ مَنْقُوصٍ |
|
Biz onlara, dünyadaki
nasiplerini hiç kesinti yapmadan vereceğiz
|
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
فَاخْتُلِفَ
فِيهِ |
110. |
Musa'ya Tevratı indirdik. Bu Kitap
konusunda derin görüş ayrılıkları oluştu. |
وَلَوْلاَ
كَلِمَةٌ
سَبَقَتْ
مِنْ
رَبِّكَ
لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ |
|
Şayet Rabb'inin
vaktiyle verilmiş sözü olmasaydı, onların işi çoktan
bitmişti. |
وَإِنَّهُمْ
لَفِي شَكٍّ
مِنْهُ
مُرِيبٍ |
|
Onlar hâla bu Kitap
yüzünden içlerini kemiren bir şüphe içindedirler. |
وَإِنَّ
كُلاً
لَمَّا
لَيُوَفِّيَنَّهُمْ
رَبُّكَ
أَعْمَالَهُمْ
|
111. |
Allah, onlardan her
birine yaptıklarının karşılığını
tastamam verecektir. |
إِنَّهُ
بِمَا
يَعْمَلُونَ
خَبِيرٌ |
|
Çünkü Allah, tüm
yaptıklarını ayrıntısıyla biliyor
|
فَاسْتَقِمْ
كَمَا
أُمِرْتَ
وَمَنْ
تَابَ مَعَكَ
|
112. |
Resulüm, sana emredildiği gibi
dosdoğru ol. Yanındaki tövbeciler de dürüst olsun. |
وَلاَ
تَطْغَوْا
إِنَّهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ |
|
Sakın bir
taşkınlık yapmayın. Çünkü Allah,
yaptıklarınızı görüp izlemektedir. |
وَلاَ
تَرْكَنُوا
إِلَى
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
فَتَمَسَّكُمُ
النَّارُ |
113. |
Haksızlık
yapanlara meyletmeyin, yoksa siz de yanarsınız. |
وَمَا لَكُمْ
مِنْ دُونِ
اللهِ مِنْ
أَوْلِيَاءَ
ثُمَّ لاَ
تُنْصَرُونَ |
|
Zaten Allah'tan
başka dostunuz yok, sonra büsbütün desteksiz kalırsınız. |
وَأَقِمِ
الصَّلاَةَ
طَرَفَيِ
النَّهَارِ
وَزُلَفًا
مِنَ
اللَّيْلِ |
114. |
Namazı gündüzün
iki yarısında, ve gecenin ilk yarısında kılın. |
إِنَّ
الْحَسَنَاتِ
يُذْهِبْنَ
السَّيِّئَاتِ |
|
İyilikler,
kötülükleri götürür. |
ذَلِكَ
ذِكْرَى
لِلذَّاكِرِينَ |
|
Bu söz, aklı
başında olan herkesin kulağına küpe olsun. |
وَاصْبِرْ
فَإِنَّ
اللهَ لاَ
يُضِيعُ
أَجْرَ
الْمُحْسِنِينَ |
115. |
Sabırlı ol,
çünkü Allah, güzel davranışların
karşılığını zayi etmez. |
فَلَوْلاَ
كَانَ مِنَ
الْقُرُونِ
مِنْ قَبْلِكُمْ
أُولُوا
بَقِيَّةٍ
يَنْهَوْنَ
عَنِ
الْفَسَادِ
فِي
اْلأَرْضِ |
116. |
Acaba sizden önce,
dünyadaki bozulmalara karşı çıkan ileri düzeyde insanlar oldu mu
ki? Keşke olsaydı. |
إِلاَّ
قَلِيلاً
مِمَّنْ
أَنْجَيْنَا
مِنْهُمْ |
|
Buna çıksa
çıksa bizim kurtardığımız pek az insan
karşı çıkmıştır. |
وَاتَّبَعَ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
مَا أُتْرِفُوا
فِيهِ |
|
Bütün zalimler, önce
gösterişe giden yola gimişler, |
وَكَانُوا
مُجْرِمِينَ |
|
ardından da
günaha belenip çıkmışlardır. |
وَمَا
كَانَ
رَبُّكَ
لِيُهْلِكَ
الْقُرَى بِظُلْمٍ
وَأَهْلُهَا
مُصْلِحُونَ |
117. |
Aksi halde senin
Rabbin, halkı yenilikçi olan kentleri, durup dururken helâk edecek
değil herhalde. |
سورة
هود: مكية 123 آية |
12.c. |
Hûd: 11 /
118 - 123. Ayetler |
وَلَوْ
شَاءَ
رَبُّكَ
لَجَعَلَ
النَّاسَ أُمَّةً
وَاحِدَةً |
118. |
Eğer Allah
dileseydi, bütün insanlığı tek düze yaratabilirdi, |
وَلاَ
يَزَالُونَ
مُخْتَلِفِينَ |
|
Yapmadığına
göre kavgalar sürüp gidecek demektir. |
إِلاَّ
مَنْ رَحِمَ
رَبُّكَ |
119. |
Ama Allah'ın
sevdikleri de olacaktır. |
وَلِذَلِكَ
خَلَقَهُمْ |
|
Zaten
insanlığı mücadele için yaratmıştır. |
وَتَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
َلأَمْلأَنَّ
جَهَنَّمَ
مِنَ
الْجِنَّةِ
وَالنَّاسِ
أَجْمَعِينَ |
|
Sonuç olarak
Allah'ın: " Cehennemi, insanlar ve cinlerle
dolduracağım " sözü mutlaka gerçekleşecektir
|
وَكُلاًّ
نَقُصُّ
عَلَيْكَ
مِنْ
أَنْبَاءِ
الرُّسُلِ |
120. |
Resulüm! Tanrı elçileriyle ilgili
olarak anlattığımız bu öyküler, |
مَا
نُثَبِّتُ
بِهِ
فُؤَادَكَ
وَجَاءَكَ فِي
هَذِهِ
الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ
وَذِكْرَى
لِلْمُؤْمِنِينَ |
|
senin içini
rahatlatacaktır. Söylenenlerin hepsi gerçek olaylar olup inanlar için
unutulmaz bir ders niteliğindedir. |
وَقُلْ
لِلَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
اعْمَلُوا
عَلَى
مَكَانَتِكُمْ
إِنَّا
عَامِلُونَ |
121. |
İnanmayanlara
şöyle de: " Elinizden geleni geri koymayın. Çünkü biz
görevimizi yapmak zorundayız. |
وَانْتَظِرُوا
إِنَّا مُنْتَظِرُونَ |
122. |
Bekleyin, çünkü
biz de bekliyoruz.
" |
وَِللهِ
غَيْبُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَإِلَيْهِ
يُرْجَعُ
اْلأَمْرُ
كُلُّهُ
فَاعْبُدْهُ
|
123. |
Yerin ve göklerin
ötesi de Allah'ındır. Her iş Allah'ın onayından
geçer. Hep bunu dikkate alarak ona hizmet et. |
وَتَوَكَّلْ
عَلَيْهِ
وَمَا
رَبُّكَ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ |
|
Allah'a güven. Çünkü
senin Rabb'in yaptıklarınızı görmemiş olamaz. |
سورة
يوسف: مكية. 111 آية |
|
|
Yûsuf: 12 /
1- 4. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
الۤرٰ
تِلْكَ
آيَاتُ
الْكِتَابِ
الْمُبِينِ |
1. |
Elim, Lâm, Râ.
Bunlar, aydınlık bir Kitab'ın sözleridir. |
إِنَّا
أَنْزَلْنَاهُ
قُرْآنًا
عَرَبِيًّا
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ |
2. |
Onu, okuyup
anlamanız için Arapça indirdik. |
نَحْنُ
نَقُصُّ
عَلَيْكَ
أَحْسَنَ
الْقَصَصِ
بِمَا
أَوْحَيْنَا
إِلَيْكَ
هَذَا الْقُرْآنَ
وَإِنْ كُنْتَ
مِنْ
قَبْلِهِ
لَمِنَ
الْغَافِلِينَ |
3. |
Biz bir taraftan sana
Kuranı vahyederken bir yandan da öykülerin en güzelini
anlatacağız. Çünkü daha önce sen, bunları bilmiyordun. |
إِذْ
قَالَ
يُوسُفُ
لأَبِيهِ |
4. |
Yusuf babasına anlatıyordu: |
يَاأَبَتِ
إِنِّي
رَأَيْتُ
أَحَدَ
عَشَرَ كَوْكَبًا
وَالشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
رَأَيْتُهُمْ
لِي
سَاجِدِينَ |
|
" Babacığım!
Ben rüyamda on bir yıldızla birlikte güneşi ve ayı
gördüm. Hepsi de önümde eğiliyorlardı. " |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
12.c. |
Yûsuf: 12 /
5 - 14. Ayetler |
قَالَ
يَابُنَيَّ
لاَ
تَقْصُصْ
رُؤْيَاكَ عَلَى
إِخْوَتِكَ |
5. |
Baba: " Yavrucuğum!
Sakın bu rüyanı kardeşlerine öykünme. |
فَيَكِيدُوا
لَكَ
كَيْدًا
إِنَّ
الشَّيْطَانَ
لِلْإنْسَانِ
عَدُوٌّ
مُبِينٌ |
|
Yoksa sana oyun
edip zarar verebilirler. Çünkü şeytan insanın baş
düşmanıdır. |
وَكَذَلِكَ
يَجْتَبِيكَ
رَبُّكَ |
6. |
Rabbin bununla
sendeki ayrıcalığa işaret ediyor. |
وَيُعَلِّمُكَ
مِنْ
تَأْوِيلِ
الأَحَادِيثِ
وَيُتِمُّ
نِعْمَتَهُ
عَلَيْكَ
وَعَلَى آلِ
يَعْقُوبَ |
|
Belliki sana
olayların yorumunu öğretecek. Belliki sana ve Yakûb ailesine
verdiği görevi tamamlayacak. |
كَمَا
أَتَمَّهَا
عَلَى
أَبَوَيْكَ
مِنْ قَبْلُ
إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْحَاقَ |
|
Nitekim vaktiyle
bu görevi ataların İbrahim ve İshak ile
noktalamıştı. |
إِنَّ
رَبَّكَ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Çünkü Allah, bilgi
ile her şeye egemendir. " |
لَقَدْ
كَانَ فِي
يُوسُفَ
وَإِخْوَتِهِ
آيَاتٌ
لِلسَّائِلِينَ |
7. |
Yusuf ve
Kardeşleri
olayında ders almaya niyetli olan herkes için alınacak dersler
vardır. |
إِذْ
قَالُوا |
8. |
Kardeşler kendi aralarında: |
لَيُوسُفُ
وَأَخُوهُ
أَحَبُّ
إِلَى أَبِينَا
مِنَّا |
|
" Babamız
Yusuf'u ve kardeşini bizden çok seviyor, |
وَنَحْنُ
عُصْبَةٌ
إِنَّ
أَبَانَا
لَفِي
ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
halbuki biz de
varız, herhalde babamız büyük bir yalnızlık
bunalımına girdi " diyorlardı. |
اُقْتُلُوا
يُوسُفَ أَوِ
اطْرَحُوهُ
أَرْضًا |
9. |
Biri: " Yusuf'u öldürüp araziye
bırakın. |
يَخْلُ
لَكُمْ
وَجْهُ
أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا
مِنْ بَعْدِهِ
قَوْمًا
صَالِحِينَ |
|
Böylece
babanızın sevgisi sırf size kalır. Bakarsın bu
sevgiden gül gibi bir toplum olur. |
قَالَ
قَائِلٌ
مِنْهُمْ
لاَ
تَقْتُلُوا
يُوسُفَ
وَأَلْقُوهُ
فِي غَيَابَتِ
الْجُبِّ |
10. |
Diğeri: " Yoo. Yusuf'u öldürmeyin
onu derin bir su kuyusuna atın. |
يَلْتَقِطْهُ
بَعْضُ
السَّيَّارَةِ
إِنْ كُنْتُمْ
فَاعِلِينَ |
|
Böyle
yaparsanız nasıl olsa kervancıların biri onu alıp
götürecektir.
" |
قَالُوا
يَاأَبَانَا
مَا لَكَ لاَ
تَأْمَنَّا
عَلَى
يُوسُفَ
وَإِنَّا
لَهُ
لَنَاصِحُونَ |
11. |
Kardeşler babalarına varıp:"
Sevgili babamız! Neden Yusuf'u bize emanet etmiyorsun? Biz ona pekâla
bakabiliriz. |
أَرْسِلْهُ
مَعَنَا
غَدًا
يَرْتَعْ
وَيَلْعَبْ
وَإِنَّا
لَهُ
لَحَافِظُونَ |
12. |
Yarın onu
bizimle bırak da koşsun oynasın. Biz ona kol kanat oluruz.
" |
قَالَ
إِنِّي لَيَحْزُنُنِي
أَنْ
تَذْهَبُوا
بِهِ |
13. |
Baba: " Sanki onu götürürseniz çok
üzülecek gibiyim. |
وَأَخَافُ
أَنْ
يَأْكُلَهُ
الذِّئْبُ
وَأَنْتُمْ
عَنْهُ
غَافِلُونَ |
|
Oyuna falan
dalarsınız da onu kurt yer diye korkuyorum. " |
قَالُوا
لَئِنْ
أَكَلَهُ
الذِّئْبُ
وَنَحْنُ
عُصْبَةٌ
إِنَّا
إِذًا
لَخَاسِرُونَ |
14. |
Kardeşler: " İyi artık.
Eğer biz bu kadar kalabalık iken onu kurt yerse, hepimiz mahvolduk
demektir. " |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
12.c. |
Yûsuf: 12 /
15- 22. Ayetler |
فَلَمَّا
ذَهَبُوا
بِهِ
وَأَجْمَعُوا
أَنْ يَجْعَلُوهُ
فِي غَيَابَتِ
الْجُبِّ |
15. |
Onu götürdüler. Tam
kuyuya atmaya karar verdikleri sırada Yusuf'a fısıldadık: |
وَأَوْحَيْنَا
إِلَيْهِ
لَتُنَبِّئَنَّهُمْ
بِأَمْرِهِمْ
هَذَا
وَهُمْ لاَ
يَشْعُرُونَ |
|
" Sen, ilerde
onların yaptıklarını çaktırmadan yüzlerine
vuracaksın " diye güç verdik. |
وَجَاءُوا
أَبَاهُمْ
عِشَاءً
يَبْكُونَ |
16. |
Akşam üzeri,
ağlaşarak babalarına geldiler. |
قَالُوا
يَاأَبَانَا
إِنَّا
ذَهَبْنَا
نَسْتَبِقُ
وَتَرَكْنَا
يُوسُفَ
عِنْدَ مَتَاعِنَا
فَأَكَلَهُ
الذِّئْبُ |
17. |
Kardeşler: " Babacığım!
Biz yarışıyorduk Yusuf'u da eşyalarımızın
yanına bırakmıştık, ama onu kurt yemiş. |
وَمَا
أَنْتَ
بِمُؤْمِنٍ
لَنَا
وَلَوْ كُنَّا
صَادِقِينَ |
|
Hoş, biz
doğru söylesek de bize inanmazsın ya! " |
وَجَاءُوا
عَلَى
قَمِيصِهِ
بِدَمٍ
كَذِبٍ |
18. |
Sahte kan
bulaşığı gömleğini getirmişlerdi. |
قَالَ
بَلْ
سَوَّلَتْ
لَكُمْ أَنْفُسُكُمْ
أَمْرًا |
|
Baba: " Yoo bu çocuksu
davranışlarınızla siz ancak kendinizi
kandırabilirsiniz " diye inledi |
فَصَبْرٌ
جَمِيلٌ
وَاللهُ
الْمُسْتَعَانُ
عَلَى مَا
تَصِفُونَ |
|
Artık
bağrıma taş basmalıyım.
Anlattığınıza bakılırsa bana sadece Allah yâr
olabilir. |
وَجَاءَتْ
سَيَّارَةٌ
فَأَرْسَلُوا
وَارِدَهُمْ
فَأَدْلَى
دَلْوَهُ |
19. |
Derken bir kervan
geldi. Sucularını suya saldılar. Kovasını
sarkıttı. |
قَالَ
يَابُشْرَى
هَذَا
غُلاَمٌ |
|
Sucu: " Aa! bir çocuk!
" |
وَأَسَرُّوهُ
بِضَاعَةً
وَاللهُ
عَلِيمٌ بِمَا
يَعْمَلُونَ |
|
Onu ticarî bir mal
gibi sarıp sarmalayıp götürdüler. Allah ise
yaptıklarını biliyordu. |
وَشَرَوْهُ
بِثَمَنٍ
بَخْسٍ
دَرَاهِمَ
مَعْدُودَةٍ
وَكَانُوا
فِيهِ مِنَ
الزَّاهِدِينَ |
20. |
Kervancılar, umursamaz
bir tavır takınarak Yusuf'u öldü pahasına, yani birkaç
kuruşa sattılar. |
وَقَالَ
الَّذِي
اشْتَرَاهُ
مِنْ مِصْرَ
ِلإمْرَأَتِهِ
|
21. |
Onu satın alan
Mısırlı vezir, karısına şöyle diyordu: |
أَكْرِمِي
مَثْوَاهُ
عَسَى أَنْ
يَنْفَعَنَا
أَوْ
نَتَّخِذَهُ
وَلَدًا |
|
" Ona iyi
bak. İşimize yarayabilir. Bakarsın onu evlat bile
edinebiliriz. " |
وَكَذَلِكَ
مَكَّنَّا
لِيُوسُفَ
فِي اْلأَرْضِ
|
|
Bu şekilde
Yusuf'un dünyadaki yerini berkittik. |
وَلِنُعَلِّمَهُ
مِنْ
تَأْوِيلِ
اْلأَحَادِيثِ |
|
Çünkü ilerde ona,
olayların yorumunu öğretecektik. |
وَاللهُ
غَالِبٌ
عَلَى
أَمْرِهِ |
|
Çünkü Allah
işini bilirdi, |
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ
لاَ يَعْلَمُونَ |
|
ama çokları,
olup biteni anında yorumlayamazdı... |
وَلَمَّا
بَلَغَ
أَشُدَّهُ
آتَيْنَاهُ
حُكْمًا
وَعِلْمًا |
22. |
Yusuf ergin yaşa geldiğinde
ona, siyasî güç yanı sıra bir takım bilgiler de yükledik. |
وَكَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ |
|
Zaten bizim, gönül
erlerine karşılığımız hep böyle olmuştur. |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
12.c. |
Yûsuf: 12 /
23 - 30. Ayetler |
وَرَاوَدَتْهُ
الَّتِي
هُوَ فِي
بَيْتِهَا
عَنْ
نَفْسِهِ |
23. |
Vezirin hanımı bir gün, genç
Yusuf'tan yararlanmaya kalktı. |
وَغَلَّقَتِ
اْلأَبْوَابَ |
|
Kapıları
kapattı ve: |
وَقَالَتْ
هَيْتَ لَكَ |
|
" Hadi gel
" dedi. |
قَالَ
مَعَاذَ
اللهِ
إِنَّهُ
رَبِّي
أَحْسَنَ
مَثْوَايَ |
|
Yusuf: " Aman Allah'ım!
Efendimin bana iyiliği var. |
إِنَّهُ
لاَ
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ |
|
nankörlük eden,
iflah olmaz " diye
diretti. |
وَلَقَدْ
هَمَّتْ
بِهِ
وَهَمَّ
بِهَا لَوْلاَ
أَنْ رَأَى
بُرْهَانَ
رَبِّهِ |
24. |
Şayet Yusuf,
Allah'tan bir işaret almasaydı, ya o, kadına; ya da
kadın, ona sahip olacaktı. |
كَذَلِكَ
لِنَصْرِفَ
عَنْهُ
السُّوءَ
وَالْفَحْشَاءَ |
|
Onu, kaba ve çirkin
bir oyunun eşiğinden bu şekilde çekip aldık. |
إِنَّهُ
مِنْ
عِبَادِنَا
الْمُخْلَصِينَ |
|
Çünkü o, bizim has
kullarımızdandı. |
وَاسْتَبَقَا
الْبَابَ
وَقَدَّتْ
قَمِيصَهُ
مِنْ دُبُرٍ |
25. |
Kapıya
doğru koşuştular, bu arada kadın Yusuf'un gömleğini
arkadan asılmıştı. |
وَأَلْفَيَا
سَيِّدَهَا
لَدَى
الْبَابِ |
|
Tam o sırada
kapıda kocasıyla karşılaştılar. |
قَالَتْ
مَا جَزَاءُ
مَنْ
أَرَادَ
بِأَهْلِكَ
سُوءًا |
|
Karısı: " Senin ailene göz koyan
birinin cezası, |
إِلاَّ
أَنْ
يُسْجَنَ
أَوْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
herhalde ya hapis,
ya da çok ağır bir ceza olmalı " diye suç bastırdı. |
قَالَ
هِيَ
رَاوَدَتْنِي
عَنْ
نَفْسِي |
26. |
Yusuf ise: " O, bana
asıldı " diyebildi sadece. |
وَشَهِدَ
شَاهِدٌ
مِنْ
أَهْلِهَا |
|
Hane halkından
olaya tanıklık eden |
إِنْ
كَانَ
قَمِيصُهُ
قُدَّ مِنْ
قُبُلٍ فَصَدَقَتْ
وَهُوَ مِنَ
الْكَاذِبِينَ |
|
biri: " Gömleği önden
yırtılmışsa kadın doğru, oğlan yalan
söylemiştir. |
وَإِنْ
كَانَ
قَمِيصُهُ
قُدَّ مِنْ
دُبُرٍ
فَكَذَبَتْ
وَهُوَ مِنَ
الصَّادِقِينَ |
27. |
Yok eğer,
gömleği arkadan yırtılmışsa, o zaman kadın
yalan, erkek doğru söylüyor demektir. " |
فَلَمَّا
رَأَى
قَمِيصَهُ
قُدَّ مِنْ
دُبُرٍ |
28. |
gömleğin arkadan
yırtıldığını gören |
قَالَ
إِنَّهُ
مِنْ
كَيْدِكُنَّ
إِنَّ
كَيْدَكُنَّ
عَظِيمٌ |
|
kocası: " bu, sizin kancık
oyunlarınızdan biri, doğrusu oyun etmede üstünüze yok. |
يُوسُفُ
أَعْرِضْ
عَنْ هَذَا |
29. |
Yusuf!! Sen bu
davadan vazgeç. |
وَاسْتَغْفِرِي
لِذَنْبِكِ
إِنَّكِ كُنْتِ
مِنَ
الْخَاطِئِينَ |
|
Hanım!! Sen
de Allah'tan özür dile. Çünkü yanlış yapan sensin. " |
وَقَالَ
نِسْوَةٌ
فِي
الْمَدِينَةِ
|
30. |
Şehirde olup
bitenleri duyan |
امْرَأَةُ
الْعَزِيزِ
تُرَاوِدُ
فَتَاهَا
عَنْ
نَفْسِهِ
قَدْ
شَغَفَهَا
حُبًّا |
|
kadınlar: " Vezirin
hanımı kölesine asılmış. Delikanlı, yüreğini
hoplatmış kadının. |
إِنَّا
لَنَرَاهَا
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
Herhalde
zavallı bunalıma girmiş olmalı. " |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
12.c. |
Yûsuf: 12 /
31 - 37. Ayetler |
فَلَمَّا
سَمِعَتْ
بِمَكْرِهِنَّ
أَرْسَلَتْ
إِلَيْهِنَّ
|
31. |
Hanım, kadınların
hakkındaki dedikodularını duyunca, hepsini saraya davet etti. |
وَأَعْتَدَتْ
لَهُنَّ
مُتَّكَأً
وَآتَتْ كُلَّ
وَاحِدَةٍ
مِنْهُنَّ
سِكِّينًا |
|
Onlar için sofralar
hazırlattı. Her birinin eline bir meyve bıçağı verdi
ve Yusufa: |
وَقَالَتِ
اخْرُجْ
عَلَيْهِنَّ |
|
" çık da
hanımlar seni bir görsünler " dedi. |
فَلَمَّا
رَأَيْنَهُ
أَكْبَرْنَهُ
وَقَطَّعْنَ
أَيْدِيَهُنَّ |
|
Yusuf'u görünce,
kendilerini kaybedip ellerini kesen misafir |
وَقُلْنَ
حَاشَ ِللهِ
مَا هَذَا
بَشَرًا إِنْ
هَذَا
إِلاَّ
مَلَكٌ
كَرِيمٌ |
|
hanımlar: " Aman Allah'ım! Bu
insan olamaz. Bu olsa olsa bir melek olabilir. " |
قَالَتْ
فَذَلِكُنَّ
الَّذِي
لُمْتُنَّنِي
فِيهِ |
32. |
Vezirin
hanımı:
" Yaa, gördünüz mü beni dillere düşüren delikanlıyı!
|
وَلَقَدْ
رَاوَدْتُهُ
عَنْ
نَفْسِهِ
فَاسْتَعْصَمَ |
|
Gerçekten ondan
yararlanmak istedim ama, dürüstlük tasladı. |
وَلَئِنْ
لَمْ
يَفْعَلْ
مَا آمُرُهُ
لَيُسْجَنَنَّ
وَلَيَكُوناً
مِنَ
الصَّاغِرِينَ |
|
Ama, bundan böyle dediklerimi
yapmaz ise, hapsi boylayacak ve bir hiç olacak. " |
قَالَ
رَبِّ
السِّجْنُ
أَحَبُّ
إِلَيَّ مِمَّا
يَدْعُونَنِي
إِلَيْهِ |
33. |
Yusuf: " Tanrım!
Hapishane, bana yaptıkları adî tekliften daha iyidir. |
وَإِلاَّ
تَصْرِفْ
عَنِّي
كَيْدَهُنَّ
أَصْبُ
إِلَيْهِنَّ
وَأَكُنْ
مِنَ
الْجَاهِلِينَ |
|
Eğer
onların elini çekmez isen üstümden, onlara karşı kendimi
tutamayıp bir cahillik edebilirim. " diye mırıldandı. |
فَاسْتَجَابَ
لَهُ
رَبُّهُ
فَصَرَفَ
عَنْهُ
كَيْدَهُنَّ
إِنَّهُ
هُوَ
السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ |
34. |
Allah
duasını kabul etti. Bayanların onu tuzağa
düşürmelerine izin vermedi . Çünkü Allah, her şeyi duyuyor,
biliyordu... |
ثُمَّ
بَدَا
لَهُمْ مِنْ
بَعْدِ مَا
رَأَوُا
اْلآيَاتِ |
35. |
Derken ipuçlarını tekrar
değerlendirdiler. |
لَيَسْجُنُنَّهُ
حَتَّى
حِينٍ |
|
Sonunda Yusuf'un bir
süre hapis yatmasına karar verdiler. |
وَدَخَلَ
مَعَهُ
السِّجْنَ
فَتَيَانِ |
36. |
Yusuf'la birlikte
hapishaneye iki genç daha girmişti. |
قَالَ
أَحَدُهُمَا
إِنِّي
أَرَانِي
أَعْصِرُ
خَمْرًا |
|
Birisi: " Yahu ben rüyamda
kendimi hep şaraplık üzüm sıkarken görüyorum. " |
وَقَالَ
اْلآخَرُ
إِنِّي
أَرَانِي
أَحْمِلُ
فَوْقَ
رَأْسِي
خُبْزًا
تَأْكُلُ
الطَّيْرُ
مِنْهُ |
|
Öbürü: " Yahu ben de rüyamda
başımda ekmek taşıyorum, bir kuş da gelip hep bu
ekmeği gagalıyor. |
نَبِّئْنَا
بِتَأْوِيلِهِ
إِنَّا
نَرَاكَ
مِنَ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Bunları bize
yorumlar mısın? Gördüğümüz kadarıyla sen bu işi iyi
biliyorsun.
" |
قَالَ
لاَ
يَأْتِيكُمَا
طَعَامٌ
تُرْزَقَانِهِ
إِلاَّ
نَبَّأْتُكُمَا
بِتَأْوِيلِهِ
قَبْلَ أَنْ
يَأْتِيَكُمَا
ذَلِكُمَا
مِمَّا
عَلَّمَنِي
رَبِّي |
37. |
Yusuf: " Ben şu
yiyeceklerinizin ne olduğunu daha gelmeden size haber verebilirim.
Dahası Allah beni sizin için de bilgilendirdi. |
إِنِّي
تَرَكْتُ
مِلَّةَ
قَوْمٍ لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللهِ
وَهُمْ
بِاْلآخِرَةِ
هُمْ كَافِرُونَ |
|
Zaten bu sayede
ben, Allah'a inanmayan, üstelik ahreti inkar eden bir milletin dinini
bıraktım. |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
12.c. |
Yûsuf: 12 /
38 - 43 Ayetler |
وَاتَّبَعْتُ
مِلَّةَ
آبَائِي
إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ
|
38. |
Daha sonra da
atalarım, İbrahim, İshâk ve Yakûb'un dinine girdim. |
مَا
كَانَ لَنَا
أَنْ
نُشْرِكَ
بِاللهِ مِنْ
شَيْءٍ |
|
Zaten biz
insanların, birini Allah ile bir tutması kabul edilemez bir durumdur. |
ذَلِكَ
مِنْ فَضْلِ
اللهِ
عَلَيْنَا
وَعَلَى
النَّاسِ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ لاَ
يَشْكُرُونَ |
|
İçimizdeki bu
iman, Allah'ın bize ve insanlara değer verdiğinin
göstergesidir. Ama, çokları haline şükür bile etmez. |
يَاصَاحِبَيِ
السِّجْنِ
أَأَرْبَابٌ
مُتَفَرِّقُونَ
خَيْرٌ أَمِ
اللهُ
الْوَاحِدُ
الْقَهَّارُ |
39. |
Sevgili hücre
arkadaşlarım!
Acaba çeşit çeşit tanrılar mı daha iyidir, yoksa
hepsine hakim tek bir Allah mı? " |
مَا
تَعْبُدُونَ
مِنْ
دُونِهِ
إِلاَّ أَسْمَاءً
سَمَّيْتُمُوهَا
أَنْتُمْ
وَآبَاؤُكُمْ
|
40. |
Allah
dışında ibadet ettiğiniz tanrı isimleri, sizin ve
atalarınızın taktığı özel takma
lâkaplardır. |
مَا
أَنْزَلَ
اللهُ بِهَا
مِنْ
سُلْطَانٍ
إِنِ
الْحُكْمُ
إِلاَّ
ِللهِ |
|
Allah o
tanrılara, herhangi bir yetki falan da vermemiştir. Egemenlik
sadece Allah'ındır. |
أَمَرَ
أَلاَّ
تَعْبُدُوا
إِلاَّ
إِيَّاهُ |
|
Allah, sadece
kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. |
ذَلِكَ
الدِّينُ
الْقَيِّمُ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ
لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
İnsanların
çoğu bilincinde olmasa da gerçek din budur
|
يَاصَاحِبَيِ
السِّجْنِ
أَمَّا
أَحَدُكُمَا
فَيَسْقِي
رَبَّهُ
خَمْرًا |
41. |
Sevgili hücre arkadaşlarım!
Rüyalarınıza gelince, biriniz sahibine şarap sunacak. |
وَأَمَّا
اْلآخَرُ
فَيُصْلَبُ
فَتَأْكُلُ
الطَّيْرُ
مِنْ
رَأْسِهِ |
|
Diğeri ise
asılacak ve kuşlar, başının etini yiyecek. |
قُضِيَ
اْلأَمْرُ
الَّذِي
فِيهِ
تَسْتَفْتِيَانِ |
|
Rüyaların
merak ettiğiniz kesin yorumu bu." |
وَقَالَ
لِلَّذِي
ظَنَّ
أَنَّهُ
نَاجٍ مِنْهُمَا
|
42. |
Yusuf bunlardan
kurtulacağını sandığı mahkuma: |
اذْكُرْنِي
عِنْدَ
رَبِّكَ |
|
" Ağana
benden söz et diye tembihledi. |
فَأَنْسَاهُ
الشَّيْطَانُ
ذِكْرَ
رَبِّهِ |
|
Ama şeytan,
hatırlatma işini ona unutturdu. |
فَلَبِثَ
فِي
السِّجْنِ
بِضْعَ
سِنِينَ |
|
Hatta bu yüzden
Yusuf, yıllarca hapiste kaldı. |
وَقَالَ
الْمَلِكُ |
43. |
Bir gün beylerine
hitabeden |
إِنِّي
أَرَى
سَبْعَ
بَقَرَاتٍ
سِمَانٍ |
|
Vezir: Beyler! Rüyamda hep yedi semiz
sığır görüyorum, |
يَأْكُلُهُنَّ
سَبْعٌ
عِجَافٌ |
|
ama her
defasında yedi zayıf sığır gelip bu semizleri yiyor. |
وَسَبْعَ
سُنْبُلاَتٍ
خُضْرٍ
وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ |
|
Bir de yedi
yeşil, yedi de kuru başak görüyorum. |
يَاأَيُّهَا
الْمَـَلأُ
أَفْتُونِي
فِي
رُؤْيَايَ |
|
Beyler! Hadi bana
bu rüyamı yorumlayın? |
إِنْ
كُنْتُمْ
لِلرُّؤْيَا
تَعْبُرُونَ |
|
Rüya tabirinden
anlıyorsanız tabi? |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
12.c. |
Yûsuf: 12 /
44 - 52. Ayetler |
قَالُوا
أَضْغَاثُ
أَحْلاَمٍ
وَمَا
نَحْنُ
بِتَأْوِيلِ
اْلأَحْلاَمِ
بِعَالِمِينَ |
44. |
Beyler: " Efendim bunlar
karışık rüyalar açıkçası biz böyle rüyaların
yorumunu yapamayız. " |
وَقَالَ
الَّذِي
نَجَا
مِنْهُمَا
وَادَّكَرَ
بَعْدَ
أُمَّةٍ |
45. |
İki hücre
arkadaşlarından kurtulanı, neden sonra Yusuf'un sözünü
hatırladı: |
أَنَا
أُنَبِّئُكُمْ
بِتَأْوِيلِهِ
فَأَرْسِلُونِ |
|
Eski mahkum: " Beni hapishaneye
gönderin size yorumunu getireyim " dedi. |
يُوسُفُ
أَيُّهَا
الصِّدِّيقُ
أَفْتِنَا فِي
سَبْعِ
بَقَرَاتٍ
سِمَانٍ
يَأْكُلُهُنَّ
سَبْعٌ
عِجَافٌ |
46. |
Yusuf! Canım
arkadaşım! Acaba bana yedi zayıf ineğin yedi besili
ineği yediği rüyayı yorumlayabilir misin,? |
وَسَبْعِ
سُنْبُلاَتٍ
خُضْرٍ
وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ |
|
Ayrıca yedi
yeşil ve yedi kuru başağın ne anlama geldiğini? |
لَعَلِّي
أَرْجِعُ
إِلَى
النَّاسِ
لَعَلَّهُمْ
يَعْلَمُونَ |
|
Dönüp insanlara
anlatayım, sonucu bilmek için meraktan çatlamışlardır
şimdi. |
قَالَ
تَزْرَعُونَ
سَبْعَ
سِنِينَ
دَأَبًا
فَمَا
حَصَدْتُمْ
فَذَرُوهُ
فِي سُنْبُلِهِ
إِلاَّ
قَلِيلاً
مِمَّا
تَأْكُلُونَ |
47. |
Yusuf: " Yedi yıl
bildiğiniz şekilde ekin ekeceksiniz. Hasattan yiyeceğiniz
kadarını dövüp gerisini başak olarak
saklayacaksınız. |
ثُمَّ
يَأْتِي
مِنْ بَعْدِ
ذَلِكَ
سَبْعٌ شِدَادٌ
يَأْكُلْنَ
مَا
قَدَّمْتُمْ
لَهُنَّ
إِلاَّ
قَلِيلاً
مِمَّا
تُحْصِنُونَ |
48. |
Bundan sonra yedi
kurak yıl gelecek ve daha önce ambara doldurduklarınızı
yiyip bitirecek, sadece tohumluklarınız kalacak. |
ثُمَّ
يَأْتِي
مِنْ بَعْدِ
ذَلِكَ
عَامٌ فِيهِ
يُغَاثُ
النَّاسُ
وَفِيهِ
يَعْصِرُونَ |
49. |
Bu ikinci yedi
yılı izleyen ilk yılda ise halk, bol yağmur sayesinde
sıkıntıdan kurtulacak. Ürün dolup taşacak. " |
وَقَالَ
الْمَلِكُ
ائْتُونِي
بِهِ |
50. |
Vezir: " onu bana getirin
" diye emretti. |
فَلَمَّا
جَاءَهُ
الرَّسُولُ |
|
Elçi kendisini
götürmeye geldiğinde |
قَالَ
ارْجِعْ
إِلَى
رَبِّكَ
فَاسْأَلْهُ
مَا بَالُ
النِّسْوَةِ
اللاَّتِي
قَطَّعْنَ
أَيْدِيَهُنَّ
إِنَّ
رَبِّي
بِكَيْدِهِنَّ
عَلِيمٌ |
|
Yusuf: " Efendine git ve
ellerini kesen hanımlara ne yapıldığını sor
bakalım. Aslında Rabbim yaptıklarını biliyor ya.
" |
قَالَ
مَا
خَطْبُكُنَّ
إِذْ رَاوَدْتُنَّ
يُوسُفَ
عَنْ نَفْسِهِ
|
51. |
Vezir kadınlara sordu: " Yusufun
bedeninden yararlanmaya kalktığınızda neler olmuştu?
" |
قُلْنَ
حَاشَ ِللهِ
مَا
عَلِمْنَا
عَلَيْهِ
مِنْ سُوءٍ |
|
Hanımlar: " Hiçbir şey! Biz
onun kötü bir davranışını görmedik. " |
قَالَتِ
امْرَأَةُ
الْعَزِيزِ
اْلآنَ
حَصْحَصَ
الْحَقُّ |
|
Vezirin
hanımı:
" Durum şimdi anlaşıldı. |
أَنَا
رَاوَدْتُهُ
عَنْ
نَفْسِهِ
وَإِنَّهُ
لَمِنَ
الصَّادِقِينَ |
|
Ben, onun
bedeninden yararlanmaya kalkmıştım, o son derece saf ve
temizdir. " |
ذَلِكَ
لِيَعْلَمَ
أَنِّي لَمْ
أَخُنْهُ بِالْغَيْبِ
|
52. |
Yusuf: " Ha şöyle. Ben
sadece yokluğunda efendime ihanet etmediğimi; |
وَأَنَّ
اللهَ لاَ
يَهْدِي
كَيْدَ
الْخَائِنِينَ |
|
Allah'ın da
hainlerin oyununu onaylamadığını bilsin istedim. " |