سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
13.c. |
Yûsuf: 12 /
53 - 63. Ayetleri |
وَمَا
أُبَرِّئُ
نَفْسِي |
53. |
Ben bir
başıma kendimi temize çıkaramam. |
إِنَّ
النَّفْسَ َلأَمَّارَةٌ
بِالسُّوءِ
إِلاَّ مَا
رَحِمَ
رَبِّي |
|
Çünkü, Allah
korumazsa kör şeytan, insana istediğini yaptırabilir. |
إِنَّ
رَبِّي
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü Allah engin
hoşgörülü bir sevgi selidir." |
وَقَالَ
الْمَلِكُ
ائْتُونِي
بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ
لِنَفْسِي |
54. |
Vezir: " Onu bana getirin de
kendime baş danışman yapayım. |
فَلَمَّا
كَلَّمَهُ |
|
Yusufla
konuştu: |
قَالَ
إِنَّكَ
الْيَوْمَ
لَدَيْنَا
مَكِينٌ
أَمِينٌ |
|
" Artık
bugün tekrar itibarına kavuştun. " |
قَالَ
اجْعَلْنِي
عَلَى
خَزَائِنِ
اْلأَرْضِ
إِنِّي
حَفِيظٌ
عَلِيمٌ |
55. |
Yusuf: " Beni, tarım
ürünlerine ver, çünkü ben tarımı severim, bilirim de. " |
وَكَذَلِكَ
مَكَّنَّا
لِيُوسُفَ
فِي
اْلأَرْضِ
يَتَبَوَّأُ
مِنْهَا
حَيْثُ
يَشَاءُ |
56. |
Böylece Yusuf'a bu
dünyada istediği yere gelebilmesini sağlayacak bütün imkanları
hazırladık. |
نُصِيبُ
بِرَحْمَتِنَا
مَنْ
نَشَاءُ وَلاَ
نُضِيعُ
أَجْرَ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Çünkü biz, istediğimizi
sevgiye boğarız, iyilik sevdalılarına teşekkürü de
unutmayız. |
وَ َلأَجْرُ
اْلآخِرَةِ
خَيْرٌ
لِلَّذِينَ
آمَنُوا
وَكَانُوا
يَتَّقُونَ |
57. |
İnanıp
kendini sağlama alanlar için, ahirette vereceklerimiz ise daha da
önemlidir
|
وَجَاءَ
إِخْوَةُ
يُوسُفَ فَدَخَلُوا
عَلَيْهِ
فَعَرَفَهُمْ
وَهُمْ لَهُ
مُنْكِرُونَ |
58. |
Yusuf'un kardeşleri şehre
geldiler. Muamele için ona çıktılar. Yusuf onları
tanıdı ama, onlar onu tanıyamadı. |
وَلَمَّا
جَهَّزَهُمْ
بِجَهَازِهِمْ
|
59. |
Yusuf, bir yandan
onların malzemelerini hazırlatırken kendilerini hafiften
iğneledi: |
قَالَ
ائْتُونِي
بِأَخٍ
لَكُمْ مِنْ
أَبِيكُمْ |
|
" Gelecek
sefere baba bir kardeşinizi de getirin " dedi: |
أَلاَ
تَرَوْنَ
أَنِّي
أُوفِي
الْكَيْلَ وَأَنَا
خَيْرُ
الْمُنْـزِلِينَ |
|
Benim, ölçeklerin
hakkını verdiğimi, ayrıca konukseverliğimi gördünüz. |
فَإِنْ
لَمْ
تَأْتُونِي
بِهِ فَلاَ
كَيْلَ لَكُمْ
عِنْدِي
وَلاَ
تَقْرَبُونِ |
60. |
Onu bana
getirmezseniz size tahıl mahıl vermem, sakın üzerime gelmeyin. |
قَالُوا
سَنُرَاوِدُ
عَنْهُ
أَبَاهُ
وَإِنَّا
لَفَاعِلُونَ |
61. |
Kardeşler: " Babasının
gönlünü edebilirsek
Ah herhalde bunu yapmak zorundayız. " |
وَقَالَ
لِفِتْيَانِهِ
اجْعَلُوا
بِضَاعَتَهُمْ
فِي
رِحَالِهِمْ
|
62. |
Yusuf adamlarına: "
yüklerine kendi mallarını da yükleyin " diye tenbihledi.. |
لَعَلَّهُمْ
يَعْرِفُونَهَا
إِذَا انْقَلَبُوا
إِلَى
أَهْلِهِمْ
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ |
|
Bir taraftan da kendi kendine söylendi: evlerine
varınca inşallah farkına varırlar da tekrar
gelirler. " |
فَلَمَّا
رَجَعُوا
إِلَى
أَبِيهِمْ |
63. |
Döner dönmez,
babalarının huzuruna çıkan |
قَالُوا
يَاأَبَانَا
مُنِعَ
مِنَّا
الْكَيْلُ
فَأَرْسِلْ
مَعَنَا
أَخَانَا
نَكْتَلْ
وَإِنَّا
لَهُ لَحَافِظُونَ |
|
kardeşler: " Baba! N'olur
kardeşimizi bizimle gönder, yoksa bize mal vermeyecekler. Ona çok iyi
bakacağız. " |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
13.c. |
Yûsuf: 12 /
64 - 69. Ayetler |
قَالَ
هَلْ
آمَنُكُمْ
عَلَيْهِ
إلاَّ كَمَا
أَمِنْتُكُمْ
عَلَى
أَخِيهِ
مِنْ قَبْلُ |
64. |
Baba: " Artık ben onu
size, ancak daha önce kardeşi Yusufu emanet ettiğim gibi emanet
edebilirim. |
فَاللهُ
خَيْرٌ
حَافِظًا
وَهُوَ
أَرْحَمُ
الرَّاحِمِينَ |
|
Çünkü, en güvenli
koruyucu, en çok sevip kollayan sadece Allah'tır. " |
وَلَمَّا
فَتَحُوا
مَتَاعَهُمْ
وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ
رُدَّتْ
إِلَيْهِمْ |
65. |
Neden sonra yüklerini
açtılar. Bir baktılar ki tahılları aynen iade
edilmiş. Bunun üzerine |
قَالُوا
يَاأَبَانَا
مَا نَبْغِي
هَذِهِ
بِضَاعَتُنَا
رُدَّتْ إِلَيْنَا |
|
kardeşler: " Baba!. Daha ne
isteyelim ki! Bak sermayemizi bile bize iade etmişler. |
وَنَمِيرُ
أَهْلَنَا
وَنَحْفَظُ
أَخَانَا |
|
Artık bununla
yedek erzak bile alabiliriz. Ayrıca kardeşimize de dikkat ederiz. |
وَنَزْدَادُ
كَيْلَ
بَعِيرٍ
ذَلِكَ
كَيْلٌ
يَسِيرٌ |
|
Bir deve yükü de
fazlamız olacak, hattâ bu ilave yük, elde bir gibi bir şey. |
قَالَ
لَنْ
أُرْسِلَهُ
مَعَكُمْ
حَتَّى تُؤْتُونِ
مَوْثِقًا
مِنَ اللهِ |
66. |
Yakûb: " Bana Allah adına
yemin edin, yoksa onu sizinle dünyada göndermem. |
لَتَأْ
تُنَّنِي
بِهِ إِلاَّ
أَنْ
يُحَاطَ
بِكُمْ |
|
Hepiniz birden yok
olmadıkça onu bana mutlaka getireceksiniz tamam mı!? " |
فَلَمَّا
آتَوْهُ
مَوْثِقَهُمْ
قَالَ اللهُ
عَلَى مَا
نَقُولُ
وَكِيلٌ |
|
Çocukları yemin
edip söz verince: " Artık Allah söylediklerimize teminat olsun. |
وَقَالَ
يَابَنِيَّ
لاَ
تَدْخُلُوا
مِنْ بَابٍ
وَاحِدٍ |
67. |
Ancak şehre
aynı kapıdan giriş yapmayın. |
وَادْخُلُوا
مِنْ
أَبْوَابٍ
مُتَفَرِّقَةٍ
|
|
değişik
kapılardan girin. |
وَمَا
أُغْنِي
عَنكُمْ مِنَ
اللهِ مِنْ
شَيْءٍ |
|
Yine de Allah
adına size güvence veremem. |
إِنِ
الْحُكْمُ
إِلاَّ ِللهِ |
|
Çünkü hakimiyet
Allah'ın tekelindedir. |
عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ
وَعَلَيْهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُتَوَكِّلُونَ |
|
Ben sadece ona
güvenirim. Gerçek güvence isteyenler de ona güvensin. " |
وَلَمَّا
دَخَلُوا
مِنْ حَيْثُ
أَمَرَهُمْ
أَبُوهُمْ |
68. |
Şehre
babalarının emrettiği gibi girdiler. |
مَا
كَانَ
يُغْنِي
عَنْهُمْ
مِنَ اللهِ
مِنْ شَيْءٍ |
|
Aslında
çocukları için Allahtan güvence istemesi, |
إِلاَّ
حَاجَةً فِي
نَفْسِ
يَعْقُوبَ
قَضَاهَا |
|
Yakub'un gönlünden
geçen bir hacetin, dilinden dökülüvermesiydi. |
وَإِنَّهُ
لَذُو
عِلْمٍ
لِمَا
عَلَّمْنَاهُ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ
لاَ يَعْلَمُونَ |
|
Çünkü Yakûb, önsezi
bilgisi yüklediğimiz için bu tür tahminlerde bulunabiliyordu. Çoğu
insan, bu bilgiden mahrumdur
|
وَلَمَّا
دَخَلُوا
عَلَى
يُوسُفَ
آوَى إِلَيْهِ
أَخَاهُ |
69. |
Bütün
kardeşler,
yanına girdiler, Yusuf, öncelikle öz kardeşini bağrına
bastı. |
قَالَ
إِنِّي
أَنَا
أَخُوكَ
فَلاَ
تَبْتَئِسْ
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
" Ben, senin
öz kardeşinim. Onların bize yaptıklarına aldırma
" diye kulağına fısıldadı. |
سورة
يوسف: مكية.
111
آية |
13.c. |
Yûsuf: 12 /
70 - 78. Ayetler |
فَلَمَّا
جَهَّزَهُمْ
بِجَهَازِهِمْ
جَعَلَ
السِّقَايَةَ
فِي رَحْلِ
أَخِيهِ |
70. |
Malzemelerini
hazırlattı, değerli bir ibriği de çaktırmadan öz
kardeşinin yükü içine koydu. |
ثُمَّ
أَذَّنَ
مُؤَذِّنٌ
أَيَّتُهَا
الْعِيرُ
إِنَّكُمْ
لَسَارِقُونَ |
|
Sonra bir tellal gürledi:
" Kervancılar! durun hırsız var! " |
قَالُوا
وَأَقْبَلُوا
عَلَيْهِمْ
مَاذَا تَفْقِدُونَ |
71. |
Kervancılar sese döndüler: " ne kaybettiniz?"
|
قَالُوا
نَفْقِدُ
صُوَاعَ
الْمَلِكِ |
72. |
Memurlar: " Vezirin değerli
su kabını kaybettik. " |
وَلِمَنْ
جَاءَ بِهِ
حِمْلُ
بَعِيرٍ
وَأَنَا
بِهِ
زَعِيمٌ |
|
Yusuf: " Getirene bir deve yükü
malzeme var. Ben de buna kefilim. " |
قَالُوا
تَاللهِ
لَقَدْ عَلِمْتُمْ
مَا جِئْنَا
لِنُفْسِدَ
فِي اْلأَرْضِ |
73. |
Kervancılar: " Siz de pek âla
biliyorsunuz ki biz bu ülkeyi talan etmeye gelmedik, |
وَمَا
كُنَّا
سَارِقِينَ |
|
biz,
hırsız falan değiliz " |
قَالُوا
فَمَا
جَزَاؤُهُ
إِنْ
كُنتُمْ كَاذِبِينَ |
74. |
Memurlar: " Peki yakalanırsanız
size göre hırsızın cezası nedir ?" |
قَالُوا
جَزَاؤُهُ
مَنْ وُجِدَ
فِي رَحْلِهِ
فَهُوَ
جَزَاؤُهُ |
75. |
Kervancılar: " bize göre, yükünde
çalıntı bulunduran tutuklanır. |
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الظَّالِمِينَ |
|
Haksız kazanç
sağlayanları biz, bu şekilde cezalandırırız. " |
فَبَدَأَ
بِأَوْعِيَتِهِمْ
قَبْلَ
وِعَاءِ
أَخِيهِ |
76. |
Yusuf arama
işine ,öz kardeşini atlayıp üvey kardeşlerinin
kaplarından başladı. |
ثُمَّ
اسْتَخْرَجَهَا
مِنْ
وِعَاءِ
أَخِيهِ |
|
Sonra su
kabını öz kardeşinin kapları arasından
çıkardı. |
كَذَلِكَ
كِدْنَا
لِيُوسُفَ |
|
Biz Yusuf için böyle
bir oyun ayarladık. |
مَا
كَانَ
لِيَأْخُذَ
أَخَاهُ فِي
دِينِ الْمَلِكِ
|
|
Aksi halde ülke
kanunlarına göre kardeşini |
إِلاَّ
أَنْ
يَشَاءَ اللهُ |
|
Allah'tan bir sebep
olmadıkça alıkoyamazdı. |
نَرْفَعُ
دَرَجَاتٍ
مَنْ
نَشَاءُ |
|
Biz,
beylediğimiz kulları tutar kaldırırız. |
وَفَوْقَ
كُلِّ ذِي
عِلْمٍ
عَلِيمٌ |
|
Her bilenin, bir üs
bileni vardır. |
قَالُوا
إِنْ
يَسْرِقْ
فَقَدْ
سَرَقَ أَخٌ لَهُ
مِنْ قَبْلُ |
77. |
Nitekim kardeşleri:
" Çalmıştır, çünkü daha önce öz kardeşi de
çalmıştı. " demezler mi. |
فَأَسَرَّهَا
يُوسُفُ فِي
نَفْسِهِ
وَلَمْ
يُبْدِهَا
لَهُمْ |
|
Yusuf bu sözü içine attı. Üvey
kardeşlerine belli etmedi. Sadece kendi kendine: |
قَالَ
أَنْتُمْ
شَرٌّ
مَكَانًا
وَاللهُ
أَعْلَمُ
بِمَا
تَصِفُونَ |
|
" Sizin
durumunuz daha berbat, yaptıklarınızı Allah biliyor elbet.
" diye mırıldandı. |
قَالُوا
يَاأَيُّهَا
الْعَزِيزُ
إِنَّ لَهُ
أَبًا
شَيْخًا
كَبِيرًا |
78. |
Kardeşler: " Beyefendi! Onun
yaşlı mı yaşlı bir babası var. |
فَخُذْ
أَحَدَنَا
مَكَانَهُ
إِنَّا
نَرَاكَ مِنَ
الْمُحْسِنِينَ |
|
N'olur onun yerine
bizden birini tutukla, zira gördüğümüz kadarıyla sen temiz
kalplisin. " |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
13.c. |
Yûsuf: 12 /
79 - 86. Ayetler |
قَالَ
مَعَاذَ اللهِ
أَنْ
نَأْخُذَ
إِلاَّ مَنْ
وَجَدْنَا
مَتَاعَنَا
عِنْدَهُ |
79. |
Yusuf: " Hiç olur mu. Biz
çalıntıyı kimin üzerinde bulduysak onu tutuklarız, |
إِنَّا
إِذًا
لَظَالِمُونَ |
|
aksi halde
haksız duruma düşeriz. " |
فَلَمَّا
اسْتَيْئَسُوا
مِنْهُ
خَلَصُوا نَجِيًّا
|
80. |
Yusuftan ümitlerini
kesince bir kenara çekilip fısıldaşmaya başladılar. |
قَالَ
كَبِيرُهُمْ
أَلَمْ
تَعْلَمُوا
أَنَّ
أَبَاكُمْ
قَدْ أَخَذَ
عَلَيْكُمْ |
|
Ağabeyleri: " Bildiğiniz gibi
babanıza karşı |
مَوْثِقًا
مِنَ اللهِ
وَمِنْ
قَبْلُ مَا
فَرَّطتُمْ
فِي يُوسُفَ |
|
Allah adına
verilmiş bir sözünüz var. Zaten Yusuf meselesinde de ileri
gitmiştiniz. |
فَلَنْ
أَبْرَحَ
اْلأَرْضَ
حَتَّى
يَأْذَنَ
لِي أَبِي |
|
Bu nedenle ben,
babam bana izin verene kadar burayı terk etmeyeceğim. |
أَوْ
يَحْكُمَ اللهُ
لِي وَهُوَ
خَيْرُ
الْحَاكِمِينَ |
|
Bakalım,
Allah hakkımda ne gösterecek, çünkü bu düğümü sadece o çözebilir. |
اِرْجِعُوا
إِلَى
أَبِيكُمْ
فَقُولُوا
يَاأَبَانَا
إِنَّ
ابْنَكَ
سَرَقَ |
81. |
Şimdi siz
doğruca babanıza gidin ve deyin ki: Baba!!! Ne yazık ki
oğlun hırsızlık yaptı, |
وَمَا
شَهِدْنَا
إِلاَّ
بِمَا
عَلِمْنَا وَمَا
كُنَّا
لِلْغَيْبِ
حافِظِينَ |
|
biz de maalesef
görgü şahidi olduk ama, işin iç yüzünü bilmiyoruz. |
وَاسْأَلِ
الْقَرْيَةَ
الَّتِي
كُنَّا
فِيهَا
وَالْعِيرَ
الَّتِي
أَقْبَلْنَا
فِيهَا |
82. |
İster bizi
gören kasabalılara, istersen bizim kervana sor, |
وَإِنَّا
لَصَادِقُونَ |
|
ama biz doğru
söylüyoruz. " |
قَالَ
بَلْ
سَوَّلَتْ
لَكُمْ
أَنفُسُكُمْ
أَمْرًا
فَصَبْرٌ
جَمِيلٌ |
83. |
Babaları: " Yoo olamaz! Yine mi
çocukça işler çevirdiniz. Hey Allah'ım sen bana sabır ver! |
عَسَى
اللهُ أَنْ
يَأْتِيَنِي
بِهِمْ
جَمِيعًا |
|
İçimde, güzel
Allah'ım, hepsini bana geri verecekmiş gibi bir his var. |
إِنَّهُ
هُوَ
الْعَلِيمُ
الْحَكِيمُ |
|
Artık, her
şeye bilgi ile hakim olan sadece o. " |
وَتَوَلَّى
عَنْهُمْ |
84. |
Koca Yakûp,
yalnız kaldıkça: |
وَقَالَ
يَاأَسَفَى
عَلَى
يُوسُفَ |
|
" Vah
Yusufum vah! " diye diye gözyaşı döküyordu. |
وَابْيَضَّتْ
عَيْنَاهُ
مِنَ
الْحُزْنِ فَهُوَ
كَظِيمٌ |
|
Acıları
içine ata ata üzüntüden gözleri ağarıp görmez olmuştu. |
قَالُوا
تَاللهِ
تَفْتَأُ
تَذْكُرُ
يُوسُفَ |
85. |
Çocukları: " Vallahi baba! Yusuf diye
diye |
حَتَّى
تَكُونَ
حَرَضًا
أَوْ
تَكُونَ مِنَ
الْهَالِكِينَ |
|
yataklara
düşüp canından olacaksın. " |
قَالَ
إِنَّمَا
أَشْكُوا
بَثِّي
وَحُزْنِي
إِلَى اللهِ |
86. |
Yakûp: " Çocuklar! ben, Allah'a
sadece dertlerimi ve acılarımı iletiyorum. |
وَأَعْلَمُ
مِنَ اللهِ
مَا لاَ
تَعْلَمُونَ |
|
Ama bu arada
ondan, sizin bilemeyeceğiniz bazı işaretler de alıyorum. |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
13.c. |
Yûsuf: 12 /
87 - 95. Ayetler |
يَابَنِيَّ
اذْهَبُوا
فَتَحَسَّسُوا
مِنْ
يُوسُفَ
وَأَخِيهِ |
87. |
Yavrularım!
Gidip Yusuf ve kardeşini arayın. |
وَلاَ
تَيْئَسُوا
مِنْ رَوْحِ
اللهِ |
|
Allah'tan
ümidinizi kesmeyin. |
إِنَّهُ
لاَ
يَيْئَسُ
مِنْ رَوْحِ
اللهِ
إِلاَّ
الْقَوْمُ
الكَافِرُونَ |
|
Zira sadece
inkarcı toplumların, Allah'tan bir beklentileri olmaz
" |
فَلَمَّا
دَخَلُوا
عَلَيْهِ |
88. |
Kardeşler Yusuf'un huzuruna
çıktılar: |
قَالُوا
يَاأَيُّهَا
الْعَزِيزُ
مَسَّنَا
وَأَهْلَنَا
الضُّرُّ |
|
" Sayın
bakan! Ailecek başımız dertte. |
وَجِئْنَا
بِبِضَاعَةٍ
مُزْجَاةٍ
فَأَوْفِ
لَنَا
الْكَيْلَ |
|
Getirdiğimiz
mal eksik ama, sen yine bize tam versen de, |
وَتَصَدَّقْ
عَلَيْنَا
إِنَّ اللهَ
يَجْزِي
الْمُتَصَدِّقِينَ |
|
üstünü bize
bağışlasan olur mu, Allah bağışta bulunanlara
karşılığını verecektir. " |
قَالَ
هَلْ
عَلِمْتُمْ
مَا
فَعَلْتُمْ
بِيُوسُفَ
وَأَخِيهِ
إِذْ
أَنْتُمْ
جَاهِلُونَ |
89. |
Yusuf: " Sizler! Toyluk
dönemlerinizde Yusuf ve kardeşine neler yaptığınızı
hatırlıyor musunuz? " |
قَالُوا
أَئِنَّكَ
لَأَنْتَ
يُوسُفُ |
90. |
Kardeşler: " Aa! Yoksa sen Yusuf
musun ? |
قَالَ
أَنَا
يُوسُفُ
وَهذَا
أَخِي قَدْ
مَنَّ اللهُ
عَلَيْنَا |
|
Yusuf: " Evet ben Yusufum, bu
da kardeşim. Allah bizi esirgedi. |
إِنَّهُ
مَنْ يَتَّقِ
وَيَصْبِرْ
فَإِنَّ اللهَ
لاَ يُضِيعُ
أَجْرَ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Gördüğünüz
gibi Allah, sağlamcı, sabırlı ve iyi niyetli
kullarının yaptıklarını hiç de zayi etmiyor. " |
قَالُوا
تَاللهِ
لَقَدْ
آثَرَكَ اللهُ
عَلَيْنَا |
91. |
Kardeşler:" Artık ne
diyebiliriz! Allah seni bize tercih etti. |
وَإِنْ
كُنَّا
لَخَاطِئِينَ |
|
Evet,
yanlış yapan biz idik. " |
قَالَ
لاَ
تَثْرِيبَ
عَلَيْكُمُ
الْيَوْمَ |
92. |
Yusuf: " Artık şimdi
sizi azarlamanın anlamı yok. |
يَغْفِرُ
اللهُ
لَكُمْ
وَهُوَ
أَرْحَمُ
الرَّاحِمِينَ |
|
Ama, Allah sizi bağışlayabilir.
Çünkü Allah, tüm sevenlerin başıdır. |
اِذْهَبُوا
بِقَمِيصِي
هَذَا
فَأَلْقُوهُ
عَلَى
وَجْهِ
أَبِي
يَأْتِ
بَصِيرًا |
93. |
Sizden ricam,
şu gömleğimi götürüp babamın yüzüne doğru
fırlatın, göreceksiniz gözleri açılacaktır. |
وَأْتُونِي
بِأَهْلِكُمْ
أَجْمَعِينَ |
|
Bütün ailenizi
buraya bana getirin
" |
وَلَمَّا
فَصَلَتِ
الْعِيرُ
قَالَ
أَبُوهُمْ |
94. |
Kervan
Mısırdan yola düşünce, taa uzaklardan şöyle diyordu babaları: |
إِنِّي
لأَجِدُ
رِيحَ
يُوسُفَ
لَوْلاَ أَنْ
تُفَنِّدُونِ |
|
" Beni
kınamayın komşular, Yusufun kokusu geliyor burnuma.
" |
قَالُوا
تَاللهِ
إِنَّكَ
لَفِي
ضَلاَلِكَ
الْقَدِيمِ |
95. |
Komşular: " Valla eskisi gibi
dellendin yine. " |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
13.c. |
Yûsuf: 12 /
96 - 103. Ayetler |
فَلَمَّا
أَنْ جَاءَ
الْبَشِيرُ
أَلْقَاهُ
عَلَى وَجْهِهِ
فَارْتَدَّ
بَصِيرًا |
96. |
Müjdeci gelir gelmez
gömleği babasının yüzüne doğru fırlattı,
gözleri açılıverdi. |
قَالَ
أَلَمْ
أَقُلْ
لَكُمْ
إِنِّي
أَعْلَمُ
مِنَ اللهِ
مَا لاَ
تَعْلَمُونَ |
|
Babaları: " Demedim mi ben. Allah
bana, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri fısıldıyor
" diye. |
قَالُوا
يَاأَبَانَا
اسْتَغْفِرْ
لَنَا ذُنُوبَنَا
إِنَّا
كُنَّا
خَاطِئِينَ |
97. |
Çocukları: " Sevgili babamız.
N'olur affet bizi, çünkü biz, çok büyük bir suç işledik. " |
قَالَ
سَوْفَ
أَسْتَغْفِرُ
لَكُمْ
رَبِّي |
98. |
Babaları:" Sizi affetmesi için
Allah'a hep dua edeceğim. |
إِنَّهُ
هُوَ
الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ |
|
Çünkü o, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir
" |
فَلَمَّا
دَخَلُوا
عَلَى
يُوسُفَ
آوَى إِلَيْهِ
أَبَوَيْهِ |
99. |
Bütün aile efradı yanına
girince, Yusuf anasına ve babasına sarıldı. |
وَقَالَ
ادْخُلُوا
مِصْرَ إِنْ
شَاءَ اللهُ
آمِنِينَ |
|
Yusuf: " Mısır'a
hoş geldiniz. Artık, Allah'ın izniyle güvendesiniz. |
وَرَفَعَ
أَبَوَيْهِ
عَلَى
الْعَرْشِ
وَخَرُّوا
لَهُ
سُجَّدًا |
100. |
Her iki
atasını, yerine buyur etti. Hep birden karşılarına
geçip saygı durdular. |
وَقَالَ
يَاأَبَتِ
هَذَا
تَأْوِيلُ
رُؤْيَاي
مِنْ قَبْلُ |
|
Yusuf: " Babacığım!
yıllar önceki rüyalarımın yorumu bu imiş demek ki. |
قَدْ
جَعَلَهَا
رَبِّي
حَقًّا |
|
Rabbim hepsini
gerçekleştirdi.
|
وَقَدْ
أَحْسَنَ
بِي إِذْ
أَخْرَجَنِي
مِنَ
السِّجْنِ |
|
Beni hapishaneden
çıkarırken bu yerimi bile ne güzel hazırlamış. |
وَجَاءَ
بِكُمْ مِنَ
الْبَدْوِ
مِنْ بَعْدِ
أَنْ نَزَغَ
الشَّيْطَانُ
بَيْنِي
وَبَيْنَ
إِخْوَتِي |
|
Şeytan
yıllarca benimle kardeşlerim arasına girdikten sonra bile
bakın güzel Allah'ım sizleri çölden toplayıp getirdi. |
إِنَّ
رَبِّي
لَطِيفٌ
لِمَا
يَشَاءُ
إِنَّهُ
هُوَ
الْعَلِيمُ
الْحَكِيمُ |
|
Benim Tanrım,
beylediği kullarına karşı çok naziktir. Çünkü o, bilgi
ile her şeye hakimdir. |
رَبِّ
قَدْ
آتَيْتَنِي
مِنَ
الْمُلْكِ |
101. |
Hey Rabb'im! Bana
güç verdin. |
وَعَلَّمْتَنِي
مِنْ
تَأْوِيلِ
اْلأَحَادِيثِ |
|
Bana olayları
yorumlama yeteneği verdin. |
فَاطِرَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
|
Yeri ve gökleri
yaratan Allah'ım! |
أَنْتَ
وَلِيِّ فِي
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ |
|
Dünya - ahiret tek
yârim sensin. |
تَوَفَّنِي
مُسْلِمًا
وَأَلْحِقْنِي
بِالصَّالِحِينَ |
|
Müslüman olarak
canımı al benim. İyi kulların arasına sal beni
n'olur!
" |
ذَلِكَ
مِنْ
أَنْبَاءِ
الْغَيْبِ
نُوحِيهِ
إِلَيْكَ |
102. |
Resulüm bunlar, sana vahiy yoluyla
bildirdiğimiz perde arkası / gayb olaylarıdır. |
وَمَا
كُنْتَ
لَدَيْهِمْ
إِذْ
أَجْمَعُوا
أَمْرَهُمْ
وَهُمْ
يَمْكُرُونَ |
|
Çocuklar, tuzak
hazırlamak üzere aralarında anlaşırlarken herhalde
yanlarında değildin. |
وَمَا
أَكْثَرُ
النَّاسِ
وَلَوْ
حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ |
103. |
Resulüm! sen
istediğin kadar hırslan, yine de insanların çoğu
inanmayacaktır. |
سورة
يوسف:
مكية. 111
آية |
13.c. |
Yûsuf: 12 /
104 - 111. Ayetler |
وَمَا
تَسْأَلُهُمْ
عَلَيْهِ
مِنْ أَجْرٍ |
104. |
Sen ki, bu hizmetine
mukabil onlardan bir ücret istemiyorsun. |
إِنْ
هُوَ إِلاَّ
ذِكْرٌ
لِلْعَالَمِينَ |
|
Artık Kuran,
herkesin dilindedir
|
وَكَأَيِّنْ
مِنْ آيَةٍ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
105. |
Göklerde olduğu gibi yeryüzünde dahi
öyle harikalar vardır ki, |
يَمُرُّونَ
عَلَيْهَا
وَهُمْ
عَنْهَا مُعْرِضُونَ |
|
insanlar bunlara
dokunup geçerler ama, her nedense hiç önemsemezler. |
وَمَا
يُؤْمِنُ
أَكْثَرُهُمْ
بِاللهِ
إِلاَّ
وَهُمْ
مُشْرِكُونَ |
106. |
İnsanların
çoğu Allah'a inanır ama, hep araya aracılar koyup şirke
girerler. |
أَفَأَمِنُوا
اَنْ
تَأْتِيَهُمْ
غَاشِيَةٌ
مِنْ
عَذَابِ اللهِ
|
107. |
Acaba insan,
çeşitli ilahî cezalardan, meselâ bir çökertici gelmesine karşı
güvenceli mi? |
أَوْ
تَأْتِيَهُمُ
السَّاعَةُ
بَغْتَةً
وَهُمْ لاَ
يَشْعُرُونَ |
|
Meselâ durup dururken
anî bir sarsıntıya karşı sigortalı mı? |
قُلْ
هَذِهِ
سَبِيلِي |
108. |
Resulüm de ki: "
benim yolum bu. |
أَدْعُوا
اِلَى اللهِ
عَلَى
بَصِيرَةٍ
أَنَا وَمَنِ
اتَّبَعَنِي |
|
Ben bir
insanı Allah'a çağırırken hep onun basiretine hitap
ederim, arkadaşlarım da öyle. |
وَسُبْحَانَ
اللهِ |
|
Çünkü
benim Tanrım, havsalaya sığmaz. |
وَمَا
أَنَا مِنَ
الْمُشْرِكِينَ |
|
Yine de ben, asla
aratanrıcı / müşrik olmadım. |
وَمَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
إِلاَّ رِجَالاً
|
109. |
Resulüm! bizim daha önce
gönderdiğimiz elçiler de senin gibi adamlardı. |
نُوحِي
إِلَيْهِمْ
مِنْ أَهْلِ
الْقُرَى |
|
Kent halkından
farklı olarak onlara sadece vahiy ile ulaşıyorduk. |
أَفَلَمْ
يَسِيرُوا
فِي
اْلأَرْضِ |
|
Acaba bu insanlar,
yeryüzünde gezmediler mi? |
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ |
|
Daha öncekilerin sonu
n'olmuş görmediler mi? |
وَلَدَارُ
اْلآخِرَةِ
خَيْرٌ
لِلَّذِينَ اتَّقَوْا
اَفَلاَ
تَعْقِلُونَ |
|
Öbür dünya, kendisini
sağlama alanlar için elbet daha hayırlıdır.
Düşünsenize bir. |
حَتَّى
إِذَا
اسْتَيْئَسَ
الرُّسُلُ
وَظَنُّوا
أَنَّهُمْ
قَدْ
كُذِبُوا |
110. |
Sonunda elçilerimiz,
tam da yalan ithamlardan pes etmek üzere iken, |
جَاءَهُمْ
نَصْرُنَا
فَنُجِّيَ
مَنْ
نَشَاءُ |
|
yardımlarımız
ulaşmış, kurtulmasını istediklerimiz
kurtulmuştur. |
وَلاَ
يُرَدُّ
بَأْسُنَا
عَنِ
الْقَوْمِ
الْمُجْرِمِينَ |
|
Ama suçlu toplumlara
verilen cezadan asla geri dönüş olmamıştır. |
لَقَدْ
كَانَ فِي
قَصَصِهِمْ
عِبْرَةٌ ِلأولِي
اْلأَلْبَابِ
|
111. |
Bu elçilerin hayat
hikayelerinde, aklı başında olanlar için elbette
çıkarılacak dersler vardır. |
مَا
كَانَ
حَدِيثًا
يُفْتَرَى
وَلَكِنْ تَصْدِيقَ
الَّذِي
بَيْنَ
يَدَيْهِ |
|
Kuran, uydurma bir söz değildir;
kendinden önceki ilahî kitapların sağlaması, ayrıca |
وَتَفْصِيلَ
كُلِّ
شَيْءٍ
وَهُدًى
وَرَحْمَةً
لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ |
|
inanç toplumuna
gerekli açıklama ve önderlik hizmeti veren bir güç
kaynağıdır. |
سورة
الرعد:
مكية. 43
آية |
13.c. |
Ra'd: 13 /
1 - 5. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
الۤمۤرٰ
تِلْكَ
آيَاتُ
الْكِتَابِ |
1. |
Elif, Lâm, Mîm, Râ.
Bunlar Kuran ayetleridir. |
وَالَّذِي
أُنْـزِلَ
إِلَيْكَ
مِنْ
رَبِّكَ
الْحَقُّ |
|
Ama, Rabb'in
tarafından sana indirilen gerçeğin ta kendisi olduğu halde |
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ
لاَ
يُؤْمِنُونَ |
|
insanların
çoğu hâlâ inanmıyorlar. |
اَللهُ
الَّذِي
رَفَعَ
السَّمَاوَاتِ
بِغَيْرِ عَمَدٍ
تَرَوْنَهَا
|
2. |
Gördüğünüz gibi
Allah, gökleri direksiz yükseltmiş, |
ثُمَّ
اسْتَوَى
عَلَى
الْعَرْشِ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ |
|
sonra evreni
dengesine oturtmuş, güneşe ve aya ivme verip hizmete
sokmuştur. |
كُلٌّ
يَجْرِي
لأَجَلٍ
مُسَمًّى |
|
Artık her biri,
belli bir süre hareket edecektir. |
يُدَبِّرُ
اْلأَمْرَ |
|
Her işi, tek
elden yöneten Allah, |
يُفَصِّلُ
الآيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
بِلِقَاءِ
رَبِّكُمْ
تُوقِنُونَ |
|
hesabın
kaçınılmaz olduğuna inandırmak için size
harikalarını sunuyor. |
وَهُوَ
الَّذِي
مَدَّ
اْلأَرْضَ
وَجَعَلَ فِيهَا
رَوَاسِيَ
وَأَنْهَارًا
|
3. |
Gördüğünüz gibi
Allah, yeryüzünü yatırıp üzerine dağlar çakmış,
nehirler serpiştirmiş, |
وَمِنْ
كُلِّ
الثَّمَرَاتِ
جَعَلَ
فِيهَا زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ |
|
erkekli dişili
her türlü meyve ağacı ile donatmıştır. |
يُغْشِي
اللَّيْلَ
النَّهَارَ |
|
Gördüğünüz gibi
geceyi gündüze örtü yapmaya devam ediyor. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
لآيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ |
|
Bütün bunlarda
düşünce toplumları için elbette çıkarılacak dersler
vardır. |
وَفِي
اْلأَرْضِ
قِطَعٌ
مُتَجَاوِرَاتٌ
وَجَنَّاتٌ
مِنْ
أَعْنَابٍ |
4. |
Yeryüzünde yan yana
sıralanmış tarım alanlarına ve üzüm bahçelerine
bakın. |
وَزَرْعٌ
وَنَخِيلٌ
صِنْوَانٌ
وَغَيْرُ
صِنْوَانٍ |
|
Ekinlere,
kardeşli kardeşsiz hurmalara bakın, |
يُسْقَى
بِمَاءٍ
وَاحِدٍ |
|
hepsi de aynı su
ile sulandığı halde |
وَنُفَضِّلُ
بَعْضَهَا
عَلَى
بَعْضٍ فِي اْلأُكُلِ |
|
her arazinin meyve
tadı diğerinden farklı. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
لآيَاتٍ لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ |
|
Bunlarda
akılcı toplumlar için araştırılmaya değer
işaretler vardır. |
وَإِنْ
تَعْجَبْ
فَعَجَبٌ
قَوْلُهُمْ
أَئِذَا
كُنَّا
تُرَابًا
أَئِنَّا
لَفِي خَلْقٍ
جَدِيدٍ |
5. |
Resulüm! Sen
şaşırıyorsun ama, asıl şaşılası
iş onların. Yani: " biz toprak olduktan sonra mı sil
baştan dirileceğiz " demeleri. |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
بِرَبِّهِمْ
وَأُولاَئِكَ
اْلأَغْلاَلُ
فِي
أَعْنَاقِهِمْ
وَأُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
النَّارِ
هُمْ فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
Bunlar
Tanrı'yı inkar etmekle boyunlarına demir halkayı taktılar
ve cehennemlik oldular. Artık sonsuza kadar orada kalacaklar. |
سورة
الرعد:
مكية. 43
آية |
13.c. |
Ra'd: 13 /
6 - 13. Ayetler |
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالسَّيِّئَةِ
قَبْلَ
الْحَسَنَةِ
وَقَدْ
خَلَتْ مِنْ
قَبْلِهِمُ
الْمَثُلاَتُ |
6. |
|
وَإِنَّ
رَبَّكَ
لَذُوا
مَغْفِرَةٍ
لِلنَّاسِ
عَلَى
ظُلْمِهِمْ |
|
Senin Rabb'in,
insanların bunca densizliğine rağmen yine de
hoşgörülüdür. |
وَإِنَّ
رَبَّكَ لَشَدِيدُ
الْعِقَابِ |
|
Ama, suçlunun
peşini de bırakmaz. |
وَيَقُولُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لَوْلاَ أُنْـزِلَ
عَلَيْهِ
آيَةٌ مِنْ
رَبِّهِ |
7. |
İnkarcılar,
Allah tarafından resule bir mucize de indirilmeliydi diyorlar. |
إِنَّمَا
أَنْتَ مُنْذِرٌ
وَلِكُلِّ
قَوْمٍ
هَادٍ |
|
Resulüm sen, sadece
bir uyarıcısın, nitekim her toplumun bir öncüsü vardır
|
اَللهُ
يَعْلَمُ
مَا
تَحْمِلُ
كُلُّ
أُنثَى |
8. |
Allah, her dişinin neye gebe
olduğunu bilir. |
وَمَا
تَغِيضُ
اْلأَرْحَامُ
وَمَا
تَزْدَادُ |
|
Rahimlerin, ne kadar
erken ne kadar geç doğum yapacağını da bilir. |
وَكُلُّ
شَيْءٍ
عِنْدَهُ
بِمِقْدَارٍ |
|
Her şeyin dozu
Allah tarafından ayarlanmıştır. |
عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
الْكَبِيرُ
الْمُتَعَالِ |
9. |
Kainatın görünen
ve görünmeyen yüzünü bilir. Yüceler yücesidir. |
سَوَاءٌ
مِنْكُمْ مَنْ
أَسَرَّ
الْقَوْلَ
وَمَنْ
جَهَرَ بِهِ |
10. |
Sözlerinizi
gizleseniz de açsanız da ona göre farketmez. |
وَمَنْ
هُوَ
مُسْتَخْفٍ
بِاللَّيْلِ
وَسَارِبٌ
بِالنَّهَارِ |
|
gece saklanıp
gündüz ortaya çıkanı da bilir. |
لَهُ
مُعَقِّبَاتٌ
مِنْ بَيْنِ
يَدَيْهِ وَمِنْ
خَلْفِهِ |
11. |
Her insanın,
önden ve arkadan takipçileri vardır. |
يَحْفَظُونَهُ
مِنْ أَمْرِ
اللهِ |
|
Bu takipçiler,
Allah'tan aldıkları emirle o şahsı korurlar. |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يُغَيِّرُ
مَا
بِقَوْمٍ
حَتَّى
يُغَيِّرُوا
مَا
بِأَنفُسِهِمْ |
|
Toplumlar kendi öz değerlerini
bozmadıkları sürece Allah o toplumu bozmaz. |
وَإِذَا
أَرَادَ اللهُ
بِقَوْمٍ
سُوءًا
فَلاَ
مَرَدَّ
لَهُ |
|
Allah, bir toplumun
kötülüğünü istedi mi, onu kimse durduramaz. |
وَمَا
لَهُمْ مِنْ
دُونِهِ
مِنْ وَالٍ |
|
Ama o topluma
yine Allah'tan başka sahip
çıkan da olamaz
|
هُوَ
الَّذِي
يُرِيكُمُ
الْبَرْقَ
خَوْفًا
وَطَمَعًا |
12. |
Size önce şimşeği
gösterip içinize biraz korku biraz ümit salarken |
وَيُنْشِئُ
السَّحَابَ
الثِّقَالَ |
|
bulutlara yağmur
yükleyen de odur. |
وَيُسَبِّحُ
الرَّعْدُ
بِحَمْدِهِ
وَالْمَلاَئِكَةُ
مِنْ
خِيفَتِهِ |
13. |
Gök gürültüsü
Allah'ın erişilmez yüceliğini dile getirirken, melekler
korkuyla ona eşlik ederler. |
وَيُرْسِلُ
الصَّوَاعِقَ
فَيُصِيبُ
بِهَا مَنْ
يَشَاءُ |
|
Saldığı
yıldırımlar ile de, işaretlediği kimseyi bulup
çarpar. |
وَهُمْ
يُجَادِلُونَ
فِي اللهِ
وَهُوَ
شَدِيدُ
الْمِحَالِ |
|
Hem de Allah'ın
ihtişamını tartışıp durdukları bir
sırada. Çünkü Allah çarptı mı fena çarpar.. |
سورة
الرعد:
مكية. 43
آية |
13.c. |
Ra'd: 13 /
14 - 18. Ayetler |
لَهُ
دَعْوَةُ
الْحَقِّ |
14. |
Dua sadece Allah'a yapılır. |
وَالَّذِينَ
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِهِ لاَ
يَسْتَجِيبُونَ
لَهُمْ
بِشَيْءٍ |
|
Onun
dışındaki tanrılar, duaya karşılık
veremezler, putlara el açanların durumu, |
إِلاَّ
كَبَاسِطِ
كَفَّيْهِ
إِلَى
الْمَاءِ
لِيَبْلُغَ
فَاهُ |
|
Ağzına su
gelsin diye avucunu çeşmeye doğru uzatıp bekleyen adama benzer
ki |
وَمَا
هُوَ
بِبَالِغِهِ
وَمَا
دُعَاءُ الْكَافِرِينَ
إِلاَّ فِي
ضَلاَلٍ |
|
asla suya
kavuşamaz, inkarcıların duası da böyledir, hep boşa
akar gider. |
وَ
ِللهِ
يَسْجُدُ
مَنْ فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
طَوْعًا
وَكَرْهًا
وَظِلاَلُهُمْ
بِالْغُدُوِّ
وَاْلآصَالِ |
15. scd |
Göklerde ve
yeryüzünde yaşayan tüm varlıklar, sabah akşam Allah'a ister
istemez saygı gösterirler, hem de gölgeleriyle. |
قُلْ
مَنْ رَبُّ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
16. |
Resulüm sor: "
göklerin ve yerin sahibi kim? |
قُلِ
اللهُ قُلْ أَ
فَاتَّخَذْتُمْ
مِنْ
دُونِهِ
أَوْلِيَاءَ |
|
madem Allah, o zaman nasıl olur
da ondan başkasına yâr olursunuz? |
لاَ
يَمْلِكُونَ
ِلأَنفُسِهِمْ
نَفْعًا
وَلاَ
ضَرًّا |
|
Bu putların
kendilerine yararı yok ki zararı olsun. " |
قُلْ
هَلْ
يَسْتَوِي
اْلأَعْمَى
وَالْبَصِيرُ
|
|
De ki:" Görenle
görmeyen bir olur mu ? |
أَمْ
هَلْ
تَسْتَوِي
الظُّلُمَاتُ
وَالنُّورُ |
|
Ya da
karanlıkla aydınlık bir olur mu " ? |
أَمْ
جَعَلُوا
لِلَّهِ
شُرَكَاءَ
خَلَقُوا
كَخَلْقِهِ |
|
Yoksa bu
adamların tıpatıp Allah gibi yaratabilen başka
tanrıları |
فَتَشَابَهَ
الْخَلْقُ
عَلَيْهِمْ |
|
var da yaratılan
yaratıkları mı karıştırıyorlar? |
قُلِ
اللهُ
خَالِقُ
كُلِّ
شَيْءٍ
وَهُوَ
الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ |
|
De ki: " her
şeyi yaratan, her şeyin üstünde olan tek varlık Allah'tır
" |
أَنْـزَلَ
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً
فَسَالَتْ
أَوْدِيَةٌ
بِقَدَرِهَا
|
17. |
Allah yukarıdan suları
salınca, dereler ağzına kadar nasıl da dolup taşar. |
فَاحْتَمَلَ
السَّيْلُ
زَبَدًا
رَابِيًا |
|
Ortalık
nasıl da sel suya karışır seliyle selintisiyle köpük
köpük. |
وَمِمَّا
يُوقِدُونَ
عَلَيْهِ
فِي النَّارِ
ابْتِغَاءَ
حِلْيَةٍ
أَوْ
مَتَاعٍ
زَبَدٌ
مِثْلُهُ
كَذَلِكَ
يَضْرِبُ اللهُ
الْحَقَّ
وَالْبَاطِلَ |
|
Tıpkı, kap
kacak ve ziynet eşyası imalatı için kaynatılan potada,
ayrışıp üste çıkan maden cürufu gibi. Allah, hak ile
batılı böyle ayrıştırır. |
فَأَمَّا
الزَّبَدُ
فَيَذْهَبُ
جُفَاءً وَأَمَّا
مَا يَنفَعُ
النَّاسَ
فَيَمْكُثُ فِي
اْلأَرْضِ
كَذَلِكَ
يَضْرِبُ اللهُ
اْلأَمْثَالَ |
|
Ayrışanlar,
atık olarak çöpe giderken, insana faydalı olanlar dibe çöker.
Allah'ın sunduğu örneklere dikkat edin. |
لِلَّذِينَ
اسْتَجَابُوا
لِرَبِّهِمُ
الْحُسْنَى |
18. |
Allah'a olumlu
yanıt verenler, en güzele sahip olacaklardır. |
وَالَّذِينَ
لَمْ
يَسْتَجِيبُوا
لَهُ لَوْ
أَنَّ
لَهُمْ مَا
فِي
اْلأَرْضِ
جَمِيعًا وَمِثْلَهُ
مَعَهُ
لاَفْتَدَوْا
بِهِ |
|
Olumsuz yanıt
verenler ise, dünya dolusu malına bir o kadar daha mal katıp
kurtulmak isteyeceklerdir ama boşuna. |
أُولاَئِكَ
لَهُمْ
سُوءُ
الْحِسَابِ
وَمَأْوَاهُمْ
جَهَنَّمُ |
|
Berbat bir sorgulama,
ardından cehennem. |
وَبِئْسَ
الْمِهَادُ |
|
Aman ne berbat bir yer
|
سورة
الرعد:
مكية. 43
آية |
13.c. |
Ra'd: 13 /
19 - 28. Ayetler |
أَفَمَنْ
يَعْلَمُ
أَنَّمَا
أُنْـزِلَ
إِلَيْكَ
مِنْ
رَبِّكَ
الْحَقُّ |
19. |
Sana Allah
tarafından indirilenin Allah kelâmı olduğuna inanan bir adam, |
كَمَنْ
هُوَ
أَعْمَى
إِنَّمَا
يَتَذَكَّرُ
أُولُوا
اْلأَلْبَابِ |
|
kör cahil biriyle bir
olur mu? Sadece öz bilgi sahipleri, sağlıklı
düşünebilirler. |
َالَّذِينَ
يُوفُونَ
بِعَهْدِ اللهِ
وَلاَ يَنْقُضُونَ
الْمِيثَاقَ |
20. |
Allah adına
ettikleri yemine sadık kalanlar, verdikleri sözden dönmeyenler, |
وَالَّذِينَ
يَصِلُونَ
مَا أَمَرَ
اللهُ بِهِ
أَنْ
يُوصَلَ |
21. |
Allahın
sıkı tutulmasını emrettiği akrabalık
bağlarını güçlendirenler, |
وَيَخْشَوْنَ
رَبَّهُمْ
وَيَخَافُونَ
سُوءَ
الْحِسَابِ |
|
ahret sualinden
korkarak, Rablerine karşı daimî bir ürperti içinde olanlar, |
وَالَّذِينَ
صَبَرُوا
ابْتِغَاءَ
وَجْهِ رَبِّهِمْ
وَأَقَامُوا
الصَّلوَةَ |
22. |
Allahın
rızasına erebilme aşkıyla yanıp tutuşanlar,
namazlarına devam edenler, |
وَأَنْـفَقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
سِرًّا وَعَلاَ
نِيَةً |
|
emaneten
verdiklerimizden gizli açık verenler, |
وَيَدْرَءُونَ
بِالْحَسَنَةِ
السَّيِّئَةَ
أُولاَئِكَ
لَهُمْ
عُقْبَى
الدَّارِ |
|
kötülüğü,
iyilikle savanlar bu dünyadan mutlu ayrılacaklar ve |
جَنَّاتُ
عَدْنٍ
يَدْخُلُونَهَا
|
23. |
Adin cennetine
geçiş yapacaklardır. |
وَمَنْ
صَلَحَ مِنْ
آبَائِهِمْ
وَأَزْوَاجِهِمْ
وَذُرِّيَّاتِهِمْ |
|
Hem de bu yere
lâyık olan babaları, eşleri ve torunları ile birlikte. |
وَالْمَلاَئِكَةُ
يَدْخُلُونَ
عَلَيْهِمْ
مِنْ كُلِّ
بَابٍ |
|
Her bir yandan sökün
eden melekler yanlarına sokulup: |
سَلاَمٌ
عَلَيْكُمْ
بِمَا
صَبَرْتُمْ
فَنِعْمَ
عُقْبَى
الدَّارِ |
24. |
Selâm!
Sabrınızın karşılığı olarak
dünyayı ne kadar da güzel noktaladınız diyecekler. |
وَالَّذِينَ
يَنْقُضُونَ
عَهْدَ اللهِ
مِنْ بَعْدِ
مِيثَاقِهِ
وَيَقْطَعُونَ
مَا أَمَرَ
اللهُ بِهِ اَنْ
يُوصَلَ |
25. |
Allah adına söz
verdiği halde sözünde durmayanlar, Allahın sıkı
tutulmasını emrettiği akrabalık bağlarını
koparıp |
وَيُفْسِدُونَ
فِي
اْلأَرْضِ |
|
dünya dengelerini
altüst edenler ise |
أُولاَئِكَ
لَهُمُ
اللَّعْنَةُ
وَلَهُمْ سُوءُ
الدَّارِ |
|
yuhalanarak en berbat
yere atılacaklar... |
اَللهُ
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ
يَشَاءُ
وَيَقْدِرُ |
26. |
Allah dünya malını, kimine
bol bol, kimine de gıdım gıdım ölçerek verir. |
وَفَرِحُوا
بِالْحَيَاةِ
الدُّنْيَا |
|
bazıları,
dünya hayatını çok severler. |
وَمَا
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا
فِي اْلآخِرَةِ
إِلاَّ
مَتَاعٌ |
|
Ama bunlar, dünya
hayatının, ahrete oranla tadımlık olduğunu
bilmelidirler
|
وَيَقُولُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لَوْلاَ أُنْزِلَ
عَلَيْهِ
آيَةٌ مِنْ
رَبِّهِ |
27. |
İnkarcılar: Resule Rabbinden bir
mucize gelmeliydi diyorlar. |
قُلْ
إِنَّ اللهَ
يُضِلُّ
مَنْ
يَشَاءُ
وَيَهْدِي
إِلَيْهِ
مَنْ
أَنَابَ |
|
de ki: Allah,
dilediğini dışlar, dilediğini bağrına basar.
|
اَلَّذِينَ
آمَنُوا
وَتَطْمَئِنُّ
قُلُوبُهُمْ
بِذِكْرِ اللهِ
|
28. |
Allahın
bağrına bastıkları: inananlar ve huzuru Allah
demekte bulanlardır. |
أَلاَ
بِذِكْرِ اللهِ
تَطْمَئِنُّ
الْقُلُوبُ |
|
Kalpler, eğer Allah
diyebiliyorsa huzur bulur. |
سورة
الرعد:
مكية. 43
آية |
13.c. |
Ra'd: 13 /
29 - 34. Ayetler |
اَلَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
29. |
İnanıp
yararlı faaliyetlerde bulunanlar! |
طُوبَى
لَهُمْ
وَحُسْنُ
مَآبٍ |
|
ne mutlu onlara ki,
mutlu sona erdiler
|
كَذَلِكَ
أَرْسَلْنَاكَ
فِي أُمَّةٍ
قَدْ خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِهَا
أُمَمٌ |
30. |
Resulüm biz seni, tarihî geçmişi
olan bir topluma görevlendirdik. |
لِتَتْلُوَ
عَلَيْهِمُ
الَّذِي
أَوْحَيْنَا
إِلَيْكَ |
|
Yapacağın
iş, sana söylediklerimizi onlara aktarmaktır. |
وَهُمْ
يَكْفُرُونَ
بِالرَّحْمَانِ |
|
Çünkü bunlar, her
şeye sevgiyle hakim olan Allah'a inanmıyorlar. |
قُلْ
هُوَ رَبِّي
لاَ إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ
عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ
وَإِلَيْهِ
مَتَابِ |
|
Onlara de ki: "Benim
Rabbimden başka tanrı yoktur. Ben ona dayanır ona güvenirim. |
وَلَوْ
أَنَّ
قُرْآنًا
سُيِّرَتْ
بِهِ الْجِبَالُ
أَوْ
قُطِّعَتْ
بِهِ
اْلأَرْضُ
أَوْ
كُلِّمَ
بِهِ
الْمَوْتَى
بَلْ
لِلَّهِ اْلأَمْرُ
جَمِيعًا |
31. |
Eğer Kuran,
mucize olarak dağları yürütse, yeryüzünü hurda haş etse, hatta
ölüleri de konuştursa, yine de emri, Allah verirdi. " |
أَفَلَمْ
يَيْئَسِ
الَّذِينَ
آمَنُوا
أَنْ لَوْ
يَشَاءُ اللهُ
لَهَدَى
النَّاسَ
جَمِيعًا |
|
Acaba inananlar,
istediği takdirde Allah'ın bütün insanlığı, toptan
yola getirebileceğine dair ümitlerini mi yitirdiler. |
وَلاَ
يَزَالُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
تُصِيبُهُمْ
بِمَا
صَنَعُوا
قَارِعَةٌ |
|
İnkarcı
kesimi yaptıklarından dolayı her an kendilerini bir çarpan
tehdidinde hissederler. |
أَوْ
تَحُلُّ
قَرِيبًا
مِنْ
دَارِهِمْ |
|
Hattâ bu çarpanın
evlerine yakın bir yere düşeceğinden korkarlar. |
حَتَّى
يَأْتِيَ
وَعْدُ اللهِ
إِنَّ اللهَ
لاَ
يُخْلِفُ
الْمِيعَادَ |
|
Ama korkunun ecele
faydası yoktur. Çünkü
Allah'ın zamanlaması hiç şaşmaz
|
وَلَقَدِ
اسْتُهْزِئَ
بِرُسُلٍ
مِنْ
قَبْلِكَ |
32. |
Resulüm! senden önce de tanrı
elçileriyle hep alay edilmiştir. |
فَأَمْلَيْتُ
لِلَّذِينَ
كَفَرُوا
ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ
فَكَيْفَ
كَانَ
عِقَابِ |
|
Ama ben,
inkarcıları önce biraz boşlamış, sonra da
tuttuğum gibi hepsine cezayı basmışımdır. |
أَفَمَنْ
هُوَ
قَائِمٌ
عَلَى كُلِّ
نَفْسٍ
بِمَا
كَسَبَتْ
وَجَعَلُوا
لِلَّهِ
شُرَكَاءَ |
33. |
Şu işe
bakın, insanların tüm eylemlerine kimin hakim olduğu besbelli
iken, hâlâ kalkıp Allah'a ortak koşuyorlar. |
قُلْ
سَمُّوهُمْ
أَمْ
تُنَبِّئُونَهُ
بِمَا لاَ
يَعْلَمُ
فِي
اْلأَرْضِ
أَمْ بِظَاهِرٍ
مِنَ
الْقَوْلِ |
|
De ki: " kimmiş
bunlar!? Yoksa siz, Allah'ın bu âlemde bilmediği şeyler
de var demeye mi çalışıyorsunuz? Yoksa atıyor musunuz?
" |
بَلْ
زُيِّنَ
لِلَّذِينَ
كَفَرُوا
مَكْرُهُمْ
وَصُدُّوا
عَنِ
السَّبِيلِ |
|
İnkarcılar
hep kendi kurgularını beğenir. Zaten hep de bu yüzden yolu
şaşırırlar. |
وَمَنْ
يُضْلِلِ اللهُ
فَمَا لَهُ
مِنْ هَادٍ |
|
Ama Allah birini
şaşırttı mı, artık kimse onu yola getiremez. |
لَهُمْ
عَذَابٌ فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا |
34. |
Artık yolunu
şaşıranlar yalnız bu dünyada çektikleriyle kalmayacaklar,
|
وَلَعَذَابُ
اْلآخِرَةِ
أَشَقُّ |
|
öbür dünyada daha
beterini çekecekler. |
وَمَا
لَهُمْ مِنَ
اللهِ مِنْ
وَاقٍ |
|
Üstelik
orada Allah'a karşı kendilerini kollayan birileri de olmayacak. |
سورة
الرعد:
مكية. 43
آية |
13.c. |
Ra'd: 13 /
35 - 42. Ayetler |
مَثَلُ
الْجَنَّةِ
الَّتِي
وُعِدَ
الْمُتَّقُونَ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
أُكُلُهَا
دَائِمٌ
وَظِلُّهَا |
35. |
Şırıl
şırıl akan suları, tükenmeyen yiyecekleri, uzayıp
giden gölgeleriyle sağlamcılara söz verilen cennetin bir bezeri
yoktur. |
تِلْكَ
عُقْبَى
الَّذِينَ
اتَّقَوا
وَعُقْبَى الْكَافِرِينَ
النَّارُ |
|
Sağlamcıların
sonu böyle bir yer iken, inkarcıların sonu ise ateştir
|
وَالَّذِينَ
آتَيْنَاهُمُ
الْكِتَابَ
يَفْرَحُونَ
بِمَا أُنْزِلَ
إِلَيْكَ |
36. |
Resulüm! ehlikitap arasında sana
indirilene sevinenler var |
وَمِنَ
اْلأَحْزَابِ
مَنْ يُنْكِرُ
بَعْضَهُ |
|
vahyin bir
kısmını kabul etmeyenler de var. |
قُلْ
إِنَّمَا
أُمِرْتُ
أَنْ
أَعْبُدَ اللهَ
وَلاَ
أُشْرِكَ
بِهِ |
|
Onlara şunu
söyle yeter: " Ben Allah'a, aracısız kulluk etmek
üzere emir aldım. |
إِلَيْهِ
أَدْعُو
وَإِلَيْهِ
مَآبِ |
|
sizi ona
çağırıyorum, çünkü ben de ona döneceğim
" |
وَكَذَلِكَ
أَنْـزَلْنَاهُ
حُكْمًا
عَرَبِيًّا |
37. |
Resulüm! Tam egemenlik sağlayabilmen
için Kuranı, Arapça indirdik. |
وَلَئِنِ
اتَّبَعْتَ
أَهْوَاءَهُمْ
بَعْدَمَا
جَاءَكَ مِنَ
الْعِلْمِ |
|
Eğer sen, sana
gelen bunca ilme rağmen onların arzularına boyun eğersen, |
مَا
لَكَ مِنَ اللهِِ
مِنْ
وَلِيٍّ
وَلاَ وَاقٍ |
|
sonunda Allah'a
karşı kimse sana kol kanat olmayacaktır. |
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
رُسُلاً
مِنْ قَبْلِكَ
|
38. |
Resulüm! Biz senden
önce de elçiler gönderdik. |
وَجَعَلْنَا
لَهُمْ
أَزْوَاجًا
وَذُرِّيَّةً |
|
Onların da
eşi dostu, çoluk çocuğu vardı. |
وَمَا
كَانَ
لِرَسُولٍ
أَنْ
يَأْتِيَ
بِآيَةٍ
إِلاَّ
بِإِذْنِ اللهِ |
|
Ancak hiçbir elçi,
Allah'ın izni olmadan bir mucize sergileyebilmiş değildir. |
لِكُلِّ
أَجَلٍ
كِتَابٌ |
|
Her sürecin belli bir
kader çizgisi vardır. |
يَمْحُوا
اللهُ مَا
يَشَاءُ
وَيُثْبِتُ
وَعِنْدَهُ
أُمُّ الْكِتَابِ |
39. |
Allah bu çizgilerin
kimini siler, kimini bırakır. Çünkü ana kütük onun elindedir. |
وَإِنْ
مَا
نُرِيَنَّكَ
بَعْضَ
الَّذِي
نَعِدُهُمْ
أَوْ
نَتَوَفَّيَنَّكَ
|
40. |
Resulüm! Sen, onlara
vereceğimiz cezanın bir kesitini, daha ölmeden mutlaka göreceksin. |
فَإِنَّمَا
عَلَيْكَ
الْبَلاَغُ
وَعَلَيْنَا
الْحِسَابُ |
|
Sen işine bak,
tebliğ görevine devam et. Hesap ve ceza işini de bize bırak. |
أَوَلَمْ
يَرَوْا
أَنَّا
نَأْتِي
اْلأَرْضَ
نَنْقُصُهَا
مِنْ
أَطْرَافِهَا
|
41. |
Acaba onlar,
topraklarını ucundan kıyısından erittiğimizi de
mi göremiyorlar? |
وَاللهُ
يَحْكُمُ
لاَ
مُعَقِّبَ
لِحُكْمِهِ
وَهُوَ
سَرِيعُ
الْحِسَابِ |
|
Allah'ın kararı
kesindir, onun kararını kimse temyiz edemez, sorgulaması da
hızlıdır. |
وَقَدْ
مَكَرَ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ فَلِلَّهِ
الْمَكْرُ
جَمِيعًا |
42. |
Resulüm! onlardan
önce de pusu kurdular. Ama pusuya pusu kurmak Allah'ın işidir. |
يَعْلَمُ
مَا
تَكْسِبُ
كُلُّ
نَفْسٍ |
|
Çünkü Allah,
kişilerin yapacaklarını da bilir. |
وَسَيَعْلَمُ
الْكُفَّارُ
لِمَنْ
عُقْبَى
الدَّارِ |
|
İnkarcılar,
bu dünyada en iyi sonucu kimin alacağını pek yakında
görecekler. |
سورة
الرعد:
مكية. 43
آية |
13.c. |
Ra'd: 13 /
43 43. Ayeti |
وَيَقُولُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لَسْتَ
مُرْسَلاً |
43. |
İnkarcılar:
" Sen elçi falan değilsin " diyorlar. |
قُلْ
كَفَى بِاللهِ
شَهِيدًا
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَمَنْ عِنْدَهُ
عِلْمُ
الْكِتَابِ |
|
Onlara şunu
söyle: " aramızda şahit olarak Allah yeter, ayrıca
içimizde kitap bilgisi olanlar da var. " |
سورة
إبراهيم: مكية. 52 آية |
|
|
İbrahim: 14 /
1 - 5. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
|
|
|
الۤرٰ |
1. |
Elif Lâm, Râ. |
كِتَابٌ
أَنْـزَلْنَاهُ
إِلَيْكَ
لِتُخْرِجَ
النَّاسَ مِنَ
الظُّلُمَاتِ
إِلَى النُّورِ
بِإِذْنِ
رَبِّهِمْ |
|
Resulüm! Biz sana bu
Kitabı, Allah'ın izniyle bütün insanlığı,
karanlıktan aydınlığa çıkarasın diye indirdik. |
إِلَى
صِرَاطِ
الْعَزِيزِ
الْحَمِيدِ |
|
Saygı
duyulası o görkemli Tanrı'nın aydın yoluna götüresin
diye, |
اَللهِ
الَّذِي لَهُ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي
اْلأَرْضِ |
2. |
Yer gök her
şeyin sahibi olan Allah'ın nurlu yoluna iletesin diye indirdik
|
وَوَيْلٌ
لِلْكَافِرِينَ
مِنْ
عَذَابٍ شَدِيدٍ |
|
Vay
inkarcılar
vay! Bu acıya can mı dayanır. |
اَلَّذِينَ
يَسْتَحِبُّونَ
الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
عَلَى
اْلآخِرَةِ |
3. |
Vay dünya
hayatını ahrete tercih edenlere! |
وَيَصُدُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ اللهِ
وَيَبْغُونَهَا
عِوَجًا |
|
Vay Hak yolcusunu
yolundan edenlere, vay basiti karmaşık hale getirenlere! |
أُولاَئِكَ
فِي ضَلاَلٍ
بَعِيدٍ |
|
Aslında onlar, büyük
bir yalnızlık bunalımı içerisindedirler. |
وَمَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ
رَسُولٍ
إِلاَّ بِلِسَانِ
قَوْمِهِ
لِيُبَيِّنَ
لَهُمْ |
4. |
Biz halkına bir
güzel anlatabilsin diye bütün elçilere kendi toplum diliyle hitap ettik. |
فَيُضِلُّ
اللهُ مَنْ
يَشَاءُ
وَيَهْدِي
مَنْ
يَشَاءُ |
|
Allah, kimini
şaşırtır, kimini yola getirir. |
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ |
|
Çünkü, görkemli gücü
ile egemen olan odur
|
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
مُوسَى
بِآيَاتِنَا
|
5. |
Musa'yı bir yandan mucizeler
destekli olarak görevlendirirken |
أَنْ
أَخْرِجْ قَوْمَكَ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
إِلَى
النُّورِ |
|
bir yandan da: "
halkın cehaletiyle mücadele et onları aydınlat. |
وَذَكِّرْهُمْ
بِأَيَّامِ
اللهِ |
|
Onlara tarihî
olayları anlat " dedik. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
لآيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ |
|
Çünkü tarihî
olaylarda sabır ve şükür sorunu olan toplumlar için
çıkarılacak dersler vardı. |
سورة
إبراهيم: مكية. 52 آية |
13.c. |
İbrahim: 14 /
6 - 10. Ayetler |
وَإِذْ
قَالَ
مُوسَى
لِقَوْمِهِ |
6. |
Musa halkına
hitaben şöyle demişti: |
اذْكُرُوا
نِعْمَةَ اللهِ
عَلَيْكُمْ
إِذْ أَنجَاكُمْ
مِنْ آلِ
فِرْعَوْنَ |
|
" Allah'ın,
Fıravunların elinden kurtarmak suretiyle size verdiği
değeri düşünün. |
يَسُومُونَكُمْ
سُوءَ
الْعَذَابِ
وَيُذَبِّحُونَ
أَبْنَاءَكُمْ
وَيَسْتَحْيُونَ
نِسَاءَكُمْ |
|
Unutmayın ki
Fıravunlar, kız çocuklarını sağ bırakıp,
erkek çocuklarınızı keserek, size dayanılmaz acılar
tattırıyorlardı. |
وَفِي
ذَلِكُمْ
بَلاَءٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
عَظِيمٌ |
|
Bu, gerçek
sahibiniz olan Allah tarafından size uygulanan çok muazzam bir
sınavdı.
|
وَإِذْ
تَأَذَّنَ
رَبُّكُمْ
لَئِنْ
شَكَرْتُمْ َلأَزِيدَنَّكُمْ
|
7. |
Hatırlıyor
musunuz hani Rabb'iniz sizi uyarmış: 'şükrederseniz, daha çok veririm,
|
وَلَئِنْ
كَفَرْتُمْ
إِنَّ
عَذَابِي
لَشَدِيدٌ |
|
nankörlük
ederseniz, şamarım çok sert olur ' demişti. |
وَقَالَ
مُوسَى إِنْ
تَكْفُرُوا
أَنْتُمْ وَمَنْ
فِي اْلأَرْضِ
جَمِيعًا فَإِنَّ
اللهَ
لَغَنِيٌّ
حَمِيدٌ |
8. |
Yalnız siz
değil, bütün dünya halkları olarak ona nankörlük etseniz, Allah
yine de şükür zenginidir
" |
أَلَمْ
يَأْتِكُمْ
نَبَأُ
الَّذِينَ
مِنْ قَبْلِكُمْ
|
9. |
Acaba sizin, daha önceki milletlerden
haberiniz var mı ? |
قَوْمِ
نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَ |
|
Nûh, Ad ve Semûd gibi
kavimlerden, |
وَالَّذِينَ
مِنْ
بَعْدِهِمْ
لاَ يَعْلَمُهُمْ
إِلاَّ اللهُ |
|
hattâ Allah'tan
başka kimsesi olmayan sonraki toplumlar hakkında ne biliyorsunuz? |
جَاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
|
|
Tanrı elçileri
bunlara hep, belgelerle geldiler. |
فَرَدُّوا
أَيْدِيَهُمْ
فِي
أَفْوَاهِهِمْ |
|
Şaşkınlıktan
parmaklarını ısıran |
وَقَالُوا
إِنَّا
كَفَرْنَا
بِمَا
أُرْسِلْتُمْ
بِهِ |
|
halk: " Aa, sizin elçi
olduğunuza inanamayız. |
وَإِنَّا
لَفِي شَكٍّ
مِمَّا
تَدْعُونَنَا
إِلَيْهِ
مُرِيبٍ |
|
Hattâ, bizi davet
ettiğiniz Tanrı hakkında bile kuşkularımız var. " |
قَالَتْ
رُسُلُهُمْ
أَفِي اللهِِ
شَكٌّ
فَاطِرِ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ |
10. |
Elçiler: " gökleri ve yeri
yaratan hakkında kuşkularınız var öyle mi ? |
يَدْعُوكُمْ
لِيَغْفِرَ
لَكُمْ مِنْ
ذُنُوبِكُمْ
وَيُؤَخِّرَكُمْ
إِلَى
أَجَلٍ
مُسَمًّى |
|
Halbuki Allah,
günahlarınızı bağışlamak ve bir süre daha hayat
hakkı vermek için size çağrıda bulunuyordu. " |
قَالُوا
إِنْ
أَنْتُمْ
إِلاَّ
بَشَرٌ مِثْلُنَا |
|
Halk:" Siz de bizim gibi
beşersiniz, |
تُرِيدُونَ
أَنْ
تَصُدُّونَا
عَمَّا كَانَ
يَعْبُدُ
آبَاؤُنَا |
|
bizi,
atalarımızın tapındığı putlardan
vazgeçirmek mi istiyorsunuz? |
فَأْتُونَا
بِسُلْطَانٍ
مُبِينٍ |
|
Bize daha
açık deliller getirin! " |
سورة
إبراهيم: مكية. 52 آية |
13.c. |
İbrahim: 14 /
11 - 18. Ayetler |
قَالَتْ
لَهُمْ
رُسُلُهُمْ
إِنْ نَحْنُ
إِلاَّ
بَشَرٌ
مِثْلُكُمْ |
11. |
Elçiler: " Doğru. Biz de
sizin gibi insanız. |
وَلَكِنَّ
اللهََ
يَمُنُّ
عَلَى مَنْ
يَشَاءُ
مِنْ
عِبَادِهِ |
|
Ama Allah görevi,
dilediği kuluna verebilir. |
وَمَا
كَانَ لَنَا
أَنْ
نَأْتِيَكُمْ
بِسُلْطَانٍ
إِلاَّ
بِإِذْنِ اللهِ |
|
Biz Allah'tan
izinsiz bir şey söyleyemeyiz. |
وَعَلَى
اللهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ |
|
İnananların
Allah'a güvenmeleri gerekir. |
وَمَا
لَنَا
أَلاَّ
نَتَوَكَّلَ
عَلَى اللهِِ
وَقَدْ هَدَانَا
سُبُلَنَا |
12. |
Bizim ufkumuzu
açmış iken neden Allah'a güvenmeyelim ki! |
وَلَنَصْبِرَنَّ
عَلَى مَا
آذَيْتُمُونَا |
|
Sizin
eziyetlerinize katlanmak zorundayız. |
وَعَلَى
اللهِِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُتَوَكِّلُونَ |
|
Güvence isteyen
herkes, mutlaka Allah'a güvenmek zorundadır. " |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لِرُسُلِهِمْ
لَنُخْرِجَنَّكُمْ
مِنْ
أَرْضِنَا |
13. |
İnkarcıların ise elçilere karşı son
sözü: " Ya biz sizi topraklarımızdan sürüp
çıkaracağız, |
أَوْ
لَتَعُودُنَّ
فِي
مِلَّتِنَا |
|
ya da siz tekrar
bizim dinimize döneceksiniz. " demek olmuştur. |
فَأَوْحَى
إِلَيْهِمْ
رَبُّهُمْ
لَنُهْلِكَنَّ
الظَّالِمِينَ |
|
Tanrı da bunun üzerine elçilerine hep
şunu fısıldamıştır: " zalimleri helâk
edeceğiz |
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ
اْلأَرْضَ
مِنْ
بَعْدِهِمْ |
14. |
onlardan sonra da
yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. |
ذَلِكَ
لِمَنْ
خَافَ
مَقَامِي
وَخَافَ وَعِيدِ |
|
Bu, benden ve
benim tehdidimden korkanlara bir Tanrı vadidir
" |
وَاسْتَفْتَحُوا
وَخَابَ
كُلُّ
جَبَّارٍ عَنِيدٍ |
15. |
Derken elçiler imdat ziline basar
basmaz, tüm inatçı devler yerle bir olurlar. |
مِنْ
وَرَائِهِ
جَهَنَّمُ
وَيُسْقَى
مِنْ مَاءٍ
صَدِيدٍ |
16. |
Ardından
cehennem, su yerine içilen irinler, |
يَتَجَرَّعُهُ
وَلاَ
يَكَادُ
يُسِيغُهُ |
17. |
Yutmaya çalışır ama çok zor yutar, |
وَيَأْتِيهِ
الْمَوْتُ
مِنْ كُلِّ
مَكَانٍ |
|
her taraftan ölümler
sökün eder, |
وَمَا
هُوَ
بِمَيِّتٍ
وَمِنْ
وَرَائِهِ
عَذَابٌ
غَلِيظٌ |
|
ama ölemez, biri
biter biri başlar acıların
|
مَثَلُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
بِرَبِّهِمْ
أَعْمَالُهُمْ
كَرَمَادٍ انِشْتَدَّتْ
بِهِ
الرِّيحُ
فِي يَوْمٍ
عَاصِفٍ |
18. |
Hasılı
Allahı inkar edenlerin amelleri, kasırgalı bir günde rüzgarla
birlikte savrulup giden kül misali yok olur gider... |
لاَ
يَقْدِرُونَ
مِمَّا
كَسَبُوا
عَلَى شَيْءٍ |
|
Artık
kazandıklarından elde avuçta hiçbir şey
kalmamıştır. |
ذَلِكَ
هُوَ
الضَّلاَلُ
الْبَعِيدُ |
|
Artık yalnızlığın
buruk acısı ile başbaşadırlar... |
سورة
إبراهيم: مكية. 52 آية |
13.c. |
İbrahim: 14 /
19 - 24. Ayetler |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ اللهَ
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
بِالْحَقِّ |
19. |
Acaba bu insanlar, Allah'ın
gökleri ve yeri denge için yarattığını farkedemediler mi? |
إِنْ
يَشَأْ
يُذْهِبْكُمْ
وَيَأْتِ
بِخَلْقٍ
جَدِيدٍ |
|
O isterse sizi
alıp, yerinize yepyeni bir millet getirebilir. |
وَمَا
ذَلِكَ
عَلَى اللهِ
بِعَزِيزٍ |
20. |
Bu Allah'a göre hiç
de zor değildir. |
وَبَرَزُوا
لِلَّهِ
جَمِيعًا |
21. |
Herkesin Allah'a
selâm durduğu bir günde, |
فَقَالَ
الضُّعَفَاءُ
لِلَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
إِنَّا
كُنَّا
لَكُمْ
تَبَعًا |
|
zayıflar, güçlü ağalarına:
" biz vaktiyle size uymuş idik, |
فَهَلْ
أَنْتُمْ
مُغْنُونَ
عَنَّا مِنْ
عَذَابِ اللهِ
مِنْ شَيْءٍ |
|
Hadi bakalım,
şimdi Allah'ın bize verdiği cezayı, kaldırın da
görelim? " |
قَالُوا
لَوْ
هَدَانَا اللهُ
لَهَدَيْنَاكُمْ |
|
Ağalar: " Allah bize hidayet
etseydi, herhalde biz de size hidayet ederdik. |
سَوَاءٌ
عَلَيْنَا
أَجَزِعْنَا
أَمْ صَبَرْنَا
مَا لَنَا
مِنْ
مَحِيصٍ |
|
Artık
ıkınsak da sıkınsak da farketmez. Bir
çıkamağımız yok çünkü. " |
وَقَالَ
الشَّيْطَانُ
لَمَّا
قُضِيَ اْلأَمْرُ
|
22. |
Her şey olup
bittikten sonra ortaya çıkan |
إِنَّ
اللهَ
وَعَدَكُمْ
وَعْدَ
الْحَقِّ |
|
şeytan: " Aslında Allah
size çok güzel vaatlerde bulundu. |
وَوَعَدْتُكُمْ
فَأَخْلَفْتُكُمْ |
|
Ben de bulundum
ama, sizi yanılttım. |
وَمَا
كَانَ لِي
عَلَيْكُمْ
مِنْ
سُلْطَانٍ
إِلاَّ اَنْ
دَعَوْتُكُمْ |
|
Ama ben, size
vaatten öte bir zorlamada bulunmadım. |
فَاسْتَجَبْتُمْ
لِي فَلاَ
تَلُومُونِي
وَلُومُوا
أَنْفُسَكُمْ |
|
Siz ise hemen bana
olumlu yanıt verdiniz, şimdi beni değil, kendinizi
kınamalısınız. |
مَا
أَنَا
بِمُصْرِخِكُمْ
وَمَا
أَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّ |
|
Artık ne ben
sizi kurtarabilirim, ne de siz beni. |
إِنِّي
كَفَرْتُ
بِمَا
أَشْرَكْتُمُونِي
مِنْ قَبْلُ |
|
Zaten ben, beni
Tanrı ile bir tutmanızı daha önce de kabul etmemiştim.
" |
إِنَّ
الظَّالِمِينَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
Artık
yanlış yapan, cezasını çekecek
" |
وَأُدْخِلَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
|
23. |
İnanıp yararlı faaliyetlerde
bulunanlar ise, içinde şırıl şırıl derelerin
çağladığı bahçelere buyur edilecekler. |
خَالِدِينَ
فِيهَا
بِإِذْنِ
رَبِّهِمْ
تَحِيَّتُهُمْ
فِيهَا
سَلاَمٌ |
|
Artık,
Rab'lerinin müsaadesiyle, esenlik içinde sonsuza kadar orada kalacaklar. |
أَلَمْ
تَرَ كَيْفَ
ضَرَبَ اللهُ
مَثَلاً |
24. |
Resulüm!
Allah'ın verdiği örneğe bak: |
كَلِمَةً
طَيِّبَةً
كَشَجَرَةٍ
طَيِّبَةٍ |
|
Güzel bir söz,
sağlıklı gürbüz bir ağaca benzer: |
أَصْلُهَا
ثَابِتٌ
وَفَرْعُهَا
فِي السَّمَاءِ |
|
kökü sağlam,
dalları göklerde olan bir ağaca. |
سورة
إبراهيم: مكية. 52 آية |
13.c. |
İbrahim: 14 /
25 - 33. Ayetler |
تُؤْتِي
أُكُلَهَا
كُلَّ حِينٍ
بِإِذْنِ رَبِّهَا
|
25. |
Sağlıklı
bir ağaç, Allah'ın izniyle her mevsim meyve verir. |
وَيَضْرِبُ
اللهُ
اْلأَمْثَالَ
لِلنَّاسِ
لَعَلَّهُمْ
يَتَذَكَّرُونَ |
|
Allah bu tür
örnekleri insanların da sağlıklı düşünmeleri için
veriyor. |
وَمَثَلُ
كَلِمَةٍ
خَبِيثَةٍ
كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ
|
26. |
Çirkin bir söz ise,
sağlıksız bir ağaç gibidir. |
انِجْتُثَّتْ
مِنْ فَوْقِ
اْلأَرْضِ
مَا لَهَا
مِنْ
قَرَارٍ |
|
Kökü yüzeyde olduğu
için her an devrilmeye mahkumdur. |
يُثَبِّتُ
اللهُ
الَّذِينَ
آمَنُوا
بِالْقَوْلِ
الثَّابِتِ
فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
وَفِي اْلآخِرَةِ
|
27. |
Allah,
inananları, sağlıklı sözler söyletmek suretiyle, hem
dünya hem ahret hayatında sağlama alıyor. |
وَيُضِلُّ
اللهُ
الظَّالِمِينَ
وَيَفْعَلُ
اللهُ مَا
يَشَاءُ |
|
Allah yersiz
konuşanları, önce yalnız bırakır, sonra da
yapacağını yapar
|
أَلَمْ
تَرَ إِلَى
الَّذِينَ
بَدَّلُوا
نِعْمَةَ اللهِ
كُفْرًا |
28. |
Allah'ın verdiği nimeti, elinin
tersiyle itip |
وَأَحَلُّوا
قَوْمَهُمْ
دَارَ
الْبَوَارِ |
|
kendi
halkını sefalete sürükleyenlere bak! |
جَهَنَّمَ
يَصْلَوْنَهَا
وَبِئْسَ
الْقَرَارُ |
29. |
Kendilerini
ateşe atıyorlar. Aman ne kötü bir yer: |
وَجَعَلُوا
لِلَّهِ
أَندَادًا
لِيُضِلُّوا
عَنْ
سَبِيلِهِ |
30. |
İnsanları
doğru yoldan alıkoymak için, Allah'a denk tanrılar
uydurdular. |
قُلْ
تَمَتَّعُوا
فَإِنَّ
مَصِيرَكُمْ
إِلَى
النَّارِ |
|
Resulüm de ki: "
şimdilik keyfinize bakın ama, sonunda yanacaksınız.
" |
قُلْ
لِعِبَادِيَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
يُقِيمُوا
الصَّلاَةَ |
31. |
İnanan
kullarıma söyle: namazı kılsınlar. |
وَيُنْفِقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
سِرًّا وَعَلاَنِيَةً |
|
Emaneten
verdiklerimizden bir kısmını gizli açık olarak hayra
yatırsınlar, |
مِنْ
قَبْلِ أَنْ
يَأْتِيَ
يَوْمٌ لاَ
بَيْعٌ
فِيهِ وَلاَ
خِلاَلٌ |
|
eşin dostun ve
alış verişin işe yaramadığı o gün gelip
çatmadan
|
اَللهُ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
|
32. |
Allah, gökleri ve yeryüzünü
yarattı. |
وَأَنْـزَلَ
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً |
|
Gökten sular indirdi. |
فَأَخْرَجَ
بِهِ مِنَ
الثَّمَرَاتِ
رِزْقًا
لَكُمْ |
|
Bu su ile beslenmeniz
için ürünler üretti. |
وَسَخَّرَ
لَكُمُ
الْفُلْكَ
لِتَجْرِيَ
فِي
الْبَحْرِ
بِأَمْرِهِ |
|
Denizlerde
Tanrının komutuyla akıp giden gemileri sizin emrinize verdi. |
وَسَخَّرَ
لَكُمُ
اْلأَنْهاََرَ |
|
Nehirleri,
hizmetinize sundu. |
وَسَخَّرَ
لَكُمُ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
دَائِبَيْنِ
|
33. |
Dönüp duran ay ve
güneşi size göre ayarladı. |
وَسَخَّرَ
لَكُمُ
اللَّيْلَ
وَالنَّهَارَ |
|
Gece ve gündüzü de
sizin hizmetinize sundu. |
سورة
إبراهيم: مكية. 52 آية |
13.c. |
İbrahim: 14 /
34 - 42. Ayetler |
وَآتَاكُمْ
مِنْ كُلِّ
مَا سَأَلْتُمُوهُ
|
34. |
Hasılı
Allah size, istediğiniz her şeyi verdi. |
وَإِنْ
تَعُدُّوا
نِعْمَةَ اللهِ
لاَ
تُحْصُوهَا |
|
Hattâ onun
nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. |
إِنَّ
اْلإنْسَانَ
لَظَلُومٌ
كَفَّارٌ |
|
Buna rağmen
insanoğlu hem çok acımasız, hem de çok nankördür... |
وَإِذْ
قَالَ
إِبْرَاهِيمُ
|
35. |
Hatırlar mısın bir gün
İbrahimin Kabe inşaatı devam ederken şöyle dua
etmişti: |
رَبِّ
اجْعَلْ
هَذَا
الْبَلَدَ
آمِنًا |
|
" Ya Rab!
N'olur bu yöreyi güvenli kıl. |
وَاجْنُبْنِي
وَبَنِيَّ
أَنْ
نَعْبُدَ اْلأَصْنَامَ |
|
Beni ve
çocuklarımı putlara kul eyleme! |
رَبِّ
إِنَّهُنَّ
أَضْلَلْنَ
كَثِيرًا مِنَ
النَّاسِ |
36. |
Ya Rab! bu putlar
nice insanı bunalıma soktu. |
فَمَنْ
تَبِعَنِي
فَإِنَّهُ
مِنِّي |
|
Bana uyan
bendendir. |
وَمَنْ
عَصَانِي
فَإِنَّكَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Karşı
geleni de senin, engin hoşgörü ve sevgine havale ediyorum. |
رَبَّنَا
إِنِّي
أَسْكَنتُ
مِنْ
ذُرِّيَّتِي
بِوَادٍ
غَيْرِ ذِي
زَرْعٍ |
37. |
Ya Rab! ben, aile
efradımı ekinsiz, kupkuru bir vadiye yerleştirdim. |
عِنْدَ
بَيْتِكَ
الْمُحَرَّمِ
رَبَّنَا لِيُقِيمُوا
الصَّلوَةَ |
|
Senin saygı
değer Ev'inin dibine. Çocuklarım her an sana dua etsinler diye ya
Rab! |
فَاجْعَلْ
أَفْئِدَةً
مِنَ
النَّاسِ
تَهْوِي
إِلَيْهِمْ |
|
Halkın
onları sevmesini sağla ya
Rab! |
وَارْزُقْهُمْ
مِنَ
الثَّمَرَاتِ
لَعَلَّهُمْ
يَشْكُرُونَ |
|
Onlara bol bol ürün
ver ki şükrü öğrensinler. |
رَبَّنَا
إِنَّكَ
تَعْلَمُ
مَا نُخْفِي
وَمَا
نُعْلِنُ |
38. |
Ya Rab! sen, içimi
dışımı biliyorsun. |
وَمَا
يَخْفَى
عَلَى اللهِ
مِنْ شَيْءٍ
فِي
اْلأَرْضِ
وَلاَ فِي
السَّمَاءِ |
|
Yerde gökte hiçbir
şey senin gözünden kaçmaz. |
الْحَمْدُ
لِلَّهِ
الَّذِي
وَهَبَ لِي
عَلَى الْكِبَرِ
إِسْمَاعِيلَ
وَإِسْحَاقَ
إِنَّ رَبِّي
لَسَمِيعُ
الدُّعَاءِ |
39. |
İleri
yaşıma rağmen bana İsmail ve İshakı
bağışlayan Allah'ıma şükürler olsun. Rabb'im
artık duaları duyan sensin. |
رَبِّ
اجْعَلْنِي
مُقِيمَ
الصَّلوَةِ
وَمِنْ
ذُرِّيَّتِي
|
40. |
Rabb'im! beni ve
soyumu hep duacı eyle. |
رَبَّنَا
وَتَقَبَّلْ
دُعَاءِ |
|
Rabb'im!
dualarımı kabul eyle. |
رَبَّنَا
اغْفِرْ لِي
وَلِوَالِدَيَّ
وَلِلْمُؤْمِنِينَ
يَوْمَ
يَقُومُ
الْحِسَابُ |
41. |
Beni, anamı
babamı ve tüm inananları o sorgulama gününde geçiver ya Rab!
" |
وَلاَ
تَحْسَبَنَّ
اللهَ
غَافِلاً
عَمَّا
يَعْمَلُ
الظَّالِمُونَ
|
42. |
Sevgili resulüm! Sakın, zalimlerin
yaptıkları Allah'ın gözünden kaçar sanma. |
إِنَّمَا
يُؤَخِّرُهُمْ
لِيَوْمٍ
تَشْخَصُ
فِيهِ
اْلأَبْصَارُ |
|
Onların cezasını,
en fazla gözlerin fal taşı gibi açılacağı güne kadar
erteleyebilir. |
سورة
إبراهيم: مكية. 52 آية |
13.c. |
İbrahim: 14 /
43 - 52. Ayetler |
مُهْطِعِينَ
مُقْنِعِي
رُءُوسِهِمْ
|
43. |
O gün herkes,
başları havada gözleri ileride, |
لاَ
يَرْتَدُّ
إِلَيْهِمْ
طَرْفُهُمْ
وَأَفْئِدَتُهُمْ
هَوَاءٌ |
|
bakışları
donmuş, nefesler tutulmuş bekleşir. |
وَأَنْذِرِ
النَّاسَ
يَوْمَ
يَأْتِيهِمُ
الْعَذَابُ |
44. |
Resulüm! bu felaketin
kaçınılmaz olduğunu insanlara hatırlat. |
فَيَقُولُ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا |
|
O gün, zalimlerin itiraf
günüdür, yani: |
رَبَّنَا
أَخِّرْنَا
إِلَى
أَجَلٍ
قَرِيبٍ
نُجِبْ
دَعْوَتَكَ
وَنَتَّبِعِ
الرُّسُلَ |
|
" Ya Rab!
N'olur bize biraz daha süre tanı da
senin davetini kabul edip, elçilerine uyalım "
diyecekleri gündür. |
أَوَلَمْ
تَكُونُوا
أَقْسَمْتُمْ
مِنْ قَبْلُ
مَا لَكُمْ
مِنْ
زَوَالٍ |
|
Yahu siz eskiden,
size zeval olmayacağına
yemin etmez miydiniz? |
وَسَكَنتُمْ
فِي
مَسَاكِنِ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
أَنْفُسَهُمْ
|
45. |
Dahası, önceki
zalimlerin yerini almamış mıydınız? |
وَتَبَيَّنَ
لَكُمْ
كَيْفَ
فَعَلْنَا
بِهِمْ وَضَرَبْنَا
لَكُمُ
اْلأَمْثَالَ |
|
Öncekilere ne
yaptığımızı aslında bal gibi
anlamıştınız. Çünkü size örnekler vermiştik
|
وَقَدْ
مَكَرُوا
مَكْرَهُمْ
وَعِنْدَ اللهِ
مَكْرُهُمْ |
46. |
Ne pusular kuruyorlardı, Allah da
pusularına pusu ile cevap veriyordu. |
وَإِنْ
كَانَ
مَكْرُهُمْ
لِتَزُولَ
مِنْهُ الْجِبَالُ |
|
Çünkü pusuları,
dağları yerinden edebilirdi. |
فَلاَ
تَحْسَبَنَّ
اللهَ
مُخْلِفَ
وَعْدِهِ
رُسُلَهُ |
47. |
Resulüm! Sakın
Allahı, elçilerine verdiği sözden döner sanma! |
إِنَّ
اللهَ
عَزِيزٌ ذُو
انْتِقَامٍ |
|
Allah, güçlüdür
kimsenin yaptığını yanına koymaz. |
يَوْمَ
تُبَدَّلُ
اْلأَرْضُ
غَيْرَ
اْلأَرْضِ
وَالسَّمَاوَاتُ
|
48. |
O gün dünya,
bambaşka bir dünya olacak, gökler de öyle olacak. |
وَبَرَزُوا
ِللهِ
الْوَاحِدِ
الْقَهَّارِ |
|
O gün her şey,
yenilmez gücün sahibi Allah karşısında arzı endam edecek. |
وَتَرَى
الْمُجْرِمِينَ
يَوْمَئِذٍ
مُقَرَّنِينَ
فِي
اْلأَصْفَادِ |
49. |
O gün suçluları,
birbirilerine zincirlerle bağlanmış göreceksin. |
سَرَابِيلُهُمْ
مِنْ
قَطِرَانٍ
وَتَغْشَى
وُجُوهَهُمُ
النَّارُ |
50. |
Gömlekleri
katranlı yapış yapış, yüzlerini ateş
sarmış alev alev. |
لِيَجْزِيَ
اللهُ كُلَّ
نَفْسٍ مَا
كَسَبَتْ |
51. |
Allah, herkese
yaptığının karşılığını
mutlaka verecektir. |
إِنَّ
اللهَ
سَرِيعُ
الْحِسَابِ |
|
Hem de anında,
çünkü onun sorgulaması çok hızlıdır. |
هَذَا
بَلاَغٌ
لِلنَّاسِ |
52. |
Bu Kuran, tüm
insanlık için bir bildirgedir. |
وَلِيُنْذَرُوا
بِهِ
وَلِيَعْلَمُوا
أَنَّمَا
هُوَ إِلَهٌ
وَاحِدٌ |
|
Çünkü insanlık
onunla uyarılmalı ve herkes Tanrı'nın, tek olduğunu
mutlaka bilmelidir. |
وَلِيَذَّكَّرَ
أُولُوا
اْلأَلْبَابِ |
|
Ayrıca bu
bildiri, öz bilgi sahiplerini de sağlıklı düşünmeye
salmalıdır. |