سورة
الكهف:
مكية 110
آية |
16.c. |
Kehf: 18 /
75.- 83. Ayetler |
قَالَ
أَلَمْ
أَقُلْ لَكَ
إِنَّكَ
لَنْ تَسْتَطِيعَ
مَعِيَ
صَبْرًا
|
75. |
Adam: " Ben sana, bana
tahammül edemezsin dememiş miydim? " |
قَالَ
إِنْ
سَأَلْتُكَ
عَنْ شَيْءٍ
بَعْدَهَا
فَلاَ
تُصَاحِبْنِي
قَدْ
بَلَغْتَ
مِنْ
لَدُنِّي
عُذْرًا |
76. |
Musa: " Tamam! Eğer
bundan böyle bir şey sorarsam, beni yanına alma. Hadi bak, benden
yana geçerli sebebin var artık. " |
فَانْطَلَقَا
حَتَّى
إِذَا
أَتَيَا
أَهْلَ قَرْيَةٍ |
77. |
Tekrar yola
koyuldular, gide gide bir köye vardılar. |
نِ اسْتَطْعَمَا
أَهْلَهَا
فَأَبَوْا
أَنْ يُضَيِّفُوهُمَا |
|
Halktan yiyecek
istediler. Her nedense halk onları konuk etmek istemedi. |
فَوَجَدَا
فِيهَا
جِدَارًا
يُرِيدُ
أَنْ يَنْقَضَّ
فَأَقَامَهُ |
|
Köyde
yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, adam onu düzeltti. |
قَالَ
لَوْ شِئْتَ
لاَتَّخَذْتَ
عَلَيْهِ أَجْرًا |
|
Musa yine dayanamadı: " İsteseydin
tamir ücreti alabilirdin. " |
قَالَ
هَذَا
فِرَاقُ
بَيْنِي
وَبَيْنِكَ |
78. |
Adam: " Artık yeter!
ayrılma zamanımız geldi. |
سَأُنَبِّئُكَ
بِتَأْوِيلِ
مَا لَمْ
تَسْتَطِعْ
عَلَيْهِ
صَبْرًا |
|
Bak şimdi,
sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana bir bir anlatayım: " |
أَمَّا
السَّفِينَةُ
فَكَانَتْ
لِمَسَاكِينَ
يَعْمَلُونَ
فِي
الْبَحْرِ
فَأَرَدْتُ
أَنْ
أَعِيبَهَا |
79. |
a. Gemi: Gemi, denizde / nehirde
çalışan öksüz ve yoksul çocuklara ait idi. Onu ayıplı
hale getirmek istedim. |
وَكَانَ
وَرَاءَهُمْ
مَلِكٌ
يَأْخُذُ
كُلَّ
سَفِينَةٍ
غَصْبًا |
|
Çünkü ilerde bir
kral, bütün gemilere zorla el koyuyordu. |
وَأَمَّا
الْغُلاَمُ
فَكَانَ
أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ
|
80. |
b. Çocuk: Çocuğun annesi ve babası
inançlı kimselerdi. |
فَخَشِينَا
أَنْ
يُرْهِقَهُمَا
طُغْيَانًا
وَكُفْرًا |
|
Çocuğun, ilerde
ailesini azdırıp inkara sürüklemesinden korktuk. |
فَأَرَدْنَا
أَنْ
يُبْدِلَهُمَا
رَبُّهُمَا
خَيْرًا
مِنْهُ
زَكَاةً
وَأَقْرَبَ
رُحْمًا |
81. |
Allah'ın bu aileye,
bundan daha nezih ve şefkatli bir çocuk vermesini istedik. |
وَأَمَّا
الْجِدَارُ
فَكَانَ
لِغُلاَمَيْنِ
يَتِيمَيْنِ
فِي
الْمَدِينَةِ
|
82. |
c. Duvar: Duvar şehirdeki iki yetimin
idi. |
وَكَانَ
تَحْتَهُ كَنْزٌ
لَهُمَا
وَكَانَ
أَبُوهُمَا
صَالِحًا |
|
Altında bunlara
ait bir define vardı. Babaları çok temiz kalpli idi. |
فَأَرَادَ
رَبُّكَ
أَنْ
يَبْلُغَا
أَشُدَّهُمَا
وَيَسْتَخْرِجَا
كَنْزَهُمَا
رَحْمَةً
مِنْ
رَبِّكَ |
|
Senin Rabb'in,
onların büyüyüp gelişmelerini ve yine Rabb'inin bir ikramı
olarak defineyi çıkarmalarını istedi. |
وَمَا
فَعَلْتُهُ
عَنْ
أَمْرِي
ذَلِكَ تَأْوِيلُ
مَا لَمْ
تَسْطِعْ
عَلَيْهِ
صَبْرًا |
|
Bütün bunları
ben, kendi başıma yapmadım. İşte senin
dayanamayıp durduğun olayların içyüzü
|
وَيَسْأَلُونَكَ
عَنْ ذِي
الْقَرْنَيْنِ
|
83. |
Resulüm! Sana Zülkarneyni / çift boynuzlu
hükümdarı soruyorlar. |
قُلْ
سَأَتْلُو
عَلَيْكُمْ
مِنْهُ
ذِكْرًا |
|
" Size onun
birkaç macerasını anlatayım " de. |
سورة
الكهف:
مكية 110
آية |
16.c. |
Kehf: 18 /
84.- 97. Ayetler |
إِنَّا
مَكَّنَّا
لَهُ فِي
اْلأَرْضِ
|
84. |
Onu, maddî manevî
imkânlarla donattık, |
وَآتَيْنَاهُ
مِنْ كُلِّ
شَيْءٍ
سَبَبًا |
|
ayrıca yol
yordam ve yöntem bilgisi yükledik. |
فَأَتْبَعَ
سَبَبًا |
85. |
Zülkarneyn yollara düştü. |
حَتَّى
إِذَا
بَلَغَ
مَغْرِبَ
الشَّمْسِ |
86. |
Gide gide gün
batımına vardı. |
وَجَدَهَا
تَغْرُبُ فِي
عَيْنٍ
حَمِئَةٍ
وَوَجَدَ
عِنْدَهَا قَوْمًا |
|
Orada güneşi
çamur deryasına batıyor gibi gördü. Ayrıca kıyıda
bir toplum buldu. |
قُلْنَا
يَاذَا
الْقَرْنَيْنِ
إِمَّا أَنْ
تُعَذِّبَ
وَإِمَّا
أَنْ
تَتَّخِذَ
فِيهِمْ
حُسْنًا |
|
O zaman: " Zülkarneyn!
dedik. Eğer istersen bu toplumu tatlı - sert bir
yaklaşımla yola getirebilirsin. " |
قَالَ
أَمَّا مَنْ
ظَلَمَ
فَسَوْفَ
نُعَذِّبُهُ
ثُمَّ
يُرَدُّ
إِلَى
رَبِّهِ
فَيُعَذِّبُهُ
عَذَابًا
نُكْرًا |
87. |
Zülkarneyn: " haksızlık
eden olursa elbet ceza veririz. Öbür dünyada ise Sahibi ona nasıl olsa
cezanın âlâsını verecektir. |
وَأَمَّا
مَنْ آمَنَ
وَعَمِلَ
صَالِحًا فَلَهُ
جَزَاءً نِ الْحُسْنَى
وَسَنَقُولُ
لَهُ مِنْ
أَمْرِنَا
يُسْرًا |
88. |
Ama, yürekten ve
dürüst çalışan, karşılığını
fazlasıyla alır, zaten onlara yapabilecekleri kolay işler
buyuracağız .
" |
ثُمَّ
أَتْبَعَ
سَبَبًا |
89. |
Zülkarneyn tekrar
yollara düştü. |
حَتَّى
إِذَا
بَلَغَ
مَطْلِعَ
الشَّمْسِ وَجَدَهَا
تَطْلُعُ
عَلَى
قَوْمٍ لَمْ
نَجْعَلْ
لَهُمْ مِنْ
دُونِهَا
سِتْرًا |
90. |
Gide gide hepten
günlük güneşlik bir yere vardı ve güneşin, yöre halkı
üzerinden hiç eksik olmadığını /
batmadığını gördü. |
كَذَلِكَ
وَقَدْ
أَحَطْنَا
بِمَا
لَدَيْهِ
خُبْرًا |
91. |
Bu şekilde ona
bir bilgi daha yüklemiş olduk. |
ثُمَّ
أَتْبَعَ
سَبَبًا |
92. |
Zülkarneyn tekrar
yollara düştü. |
حَتَّى
إِذَا
بَلَغَ بَيْنَ
السَّدَّيْنِ
وَجَدَ مِنْ
دُونِهِمَا
قَوْمًا لاَ
يَكَادُونَ
يَفْقَهُونَ
قَوْلاً |
93. |
Gide gide setler
ülkesine vardı. Setlerin beri yakasında biraz da laf anlamaz /
göçebe bir toplumla karşılaştı. |
قَالُوا
يَاذَا
الْقَرْنَيْنِ
إِنَّ يَأْجُوجَ
وَمَأْجُوجَ
مُفْسِدُونَ
فِي
اْلأَرْضِ
فَهَلْ نَجْعَلُ
لَكَ
خَرْجًا
عَلَى أَنْ
تَجْعَلَ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَهُمْ
سَدًّا |
94. |
Dediler ki: " Zülkarneyn!
Ye'cûc ve Me'cûc dünya dengelerini altüst eden bir millettir. Bizimle onlar
arasına bir set çekmen şartıyla sana haraç verelim diyoruz ne
dersin ? " |
قَالَ
مَا مَكَّنِّي
فِيهِ
رَبِّي
خَيْرٌ
فَأَعِينُونِي
بِقُوَّةٍ
أَجْعَلْ
بَيْنَكُمْ
وَبَيْنَهُمْ
رَدْمًا |
95. |
Zülkarneyn: " Bana Rabb'imin
verdiği güç yeter de artar bile. Beni iş gücü ile destekleyin de
aranıza set çekeyim. |
آتُونِي
زُبَرَ
الْحَدِيدِ
حَتَّى
إِذَا سَاوَى
بَيْنَ
الصَّدَفَيْنِ
قَالَ انْفُخُوا
حَتَّى
إِذَا
جَعَلَهُ
نَارًا قَالَ
آتُونِي
أُفْرِغْ
عَلَيْهِ
قِطْرًا |
96. |
" bana demir
madeni getirin " dedi. Demir madeni iki tepe arasını
doldurunca: " ateş yakıp körükleyin " dedi.
Ateş akkor hale gelince de: " katran getirin üzerine boca edeyim
" dedi. |
فَمَا
اسْطَاعُوا
أَنْ
يَظْهَرُوهُ
وَمَا اسْتَطَاعُوا
لَهُ
نَقْبًا |
97. |
Artık
düşmanlar, ne üzerinden aşabildiler, ne de delebildiler. |
سورة
الكهف: مكية
110
آية |
16.c. |
Kehf: 18 /
98.- 110. Ayetler |
قَالَ
هَذَا
رَحْمَةٌ
مِنْ رَبِّي
فَإِذَا جَاءَ
وَعْدُ
رَبِّي
جَعَلَهُ
دَكَّاءَ وَكَانَ
وَعْدُ
رَبِّي
حَقًّا |
98. |
" Bu set
fikri, Rabb'imin bana bir lutfudur. Ama vadesi doldu mu Tanrım onu da
yerle bir edecektir. Onun vadesi hiç şaşmaz " dedi
|
وَتَرَكْنَا
بَعْضَهُمْ
يَوْمَئِذٍ
يَمُوجُ فِي
بَعْضٍ |
99. |
O gün insanlar dalgalar gibi
çırpınıp birbiri üzerine yığılacaklar. |
وَنُفِخَ
فِي
الصُّورِ
فَجَمَعْنَاهُمْ
جَمْعًا |
|
Ardından sûra
üfleyip hepsini bir araya toplayacağız: |
وَعَرَضْنَا
جَهَنَّمَ
يَوْمَئِذٍ
لِلْكَافِرِينَ
عَرْضًا |
100. |
Cehennemi, önce
inkarcılara, |
اَلَّذِينَ
كَانَتْ
أَعْيُنُهُمْ
فِي غِطَاءٍ
عَنْ
ذِكْرِي |
101. |
sonra,
Kitabımı görünce gözlerini kaçıranlara, |
وَكَانُوا
لاَ
يَسْتَطِيعُونَ
سَمْعًا |
|
Daha sonra da duymaya
bile tahammül edemeyenlere göstereceğiz
|
أَفَحَسِبَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
أَنْ يَتَّخِذُوا
عِبَادِي
مِنْ دُونِي
أَوْلِيَاءَ
|
102. |
Oysa bu inkarcılar, beni
atlayarak, sadece kullarımın dostluğu ile yetinebileceklerini
sanmışlardı |
إِنَّا
أَعْتَدْنَا
جَهَنَّمَ
لِلْكَافِرِينَ
نُزُلاً |
|
ama biz, cehennemi
inkarcıları konuşlandırmak için hazırladık. |
قُلْ
هَلْ
نُنَبِّئُكُمْ
بِاْلأَخْسَرِينَ
أَعْمَالاً |
103. |
Resulüm de ki: "
size en çok emek kaybı olanları haber vereyim mi? |
اَلَّذِينَ
ضَلَّ
سَعْيُهُمْ
فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
وَهُمْ
يَحْسَبُونَ
أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ
صُنْعًا |
104. |
Yani dünya
hayatında iken iyilik yaptıklarını sandıkları
halde, emekleri ve çabaları boşa gidenleri ? " |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
بِآيَاتِ
رَبِّهِمْ
وَلِقَائِهِ
فَحَبِطَتْ
أَعْمَالُهُمْ
فَلاَ
نُقِيمُ
لَهُمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
وَزْنًا |
105. |
Allah'ın
sözlerini ve ona hesap vermeyi inkar edenlerin emekleri boşa
gitmiştir. O gün onları tartıya bile almayız. |
ذَلِكَ
جَزَاؤُهُمْ
جَهَنَّمُ
بِمَا كَفَرُوا
وَاتَّخَذُوا
آيَاتِي
وَرُسُلِي
هُزُوًا |
106. |
Çünkü cezaları
cehennemde yanmaktır. Çünkü bana inanmadılar, çünkü sözlerimi ve
elçilerimi alaya aldılar. |
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
كَانَتْ
لَهُمْ
جَنَّاتُ
الْفِرْدَوْسِ
نُزُلاً |
107. |
İnanıp
yararlı faaliyetlerde bulunanlar ise Firdevs bahçelerinde konuk edilip
ağırlanacaklardır. |
خَالِدِينَ
فِيهَا لاَ
يَبْغُونَ
عَنْهَا حِوَلاً |
108. |
Onlar orada sonsuza
kadar kalacaklar ve başka bir yere gitmek istemeyeceklerdir. |
قُلْ
لَوْ كَانَ
الْبَحْرُ
مِدَادًا
لِكَلِمَاتِ
رَبِّي
لَنَفِدَ
الْبَحْرُ
قَبْلَ أَنْ
تَنْفَدَ
كَلِمَاتُ
رَبِّي |
109. |
Resulüm de ki: "
Rabb'imin sözlerini yazmaya denizler mürekkep olsa denizler tükenir onun
sözleri yine de bitmezdi, |
وَلَوْ
جِئْنَا
بِمِثْلِهِ
مَدَدًا |
|
Hattâ denizlere
denizler katsak da yetmezdi.
" |
قُلْ
إِنَّمَا
أَنَا
بَشَرٌ
مِثْلُكُمْ
يُوحَى إِلَيَّ
أَنَّمَا
إِلَهُكُمْ
إِلَهٌ
وَاحِدٌ فَمَنْ
كَانَ
يَرْجُوا
لِقَاءَ
رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ
عَمَلاً
صَالِحًا |
110. |
De ki: " Ben
de sizin gibi bir beşerim. Bana Tanrınızın bir
olduğu vahyediliyor. Onun yüzünü görmek isteyen, işini sağlam
yapsın. |
وَلاَ
يُشْرِكْ
بِعِبَادَةِ
رَبِّهِ
أَحَدًا |
|
Allah'a ibadet
ederken kimseyi ona aracı etmesin." |
سورة
مريم:
مكية 98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 1.-11. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
كۤهٰيٰعۤصۤ |
1. |
Kâf, hâ, yâ, ayn,
sâd. |
ذِكْرُ
رَحْمَةِ
رَبِّكَ
عَبْدَهُ
زَكَرِيَّا |
2. |
Anlatacaklarım,
Rabb'inin Zekeriyya kuluna bir sevgi anısıdır. |
إِذْ
نَادَى
رَبَّهُ
نِدَاءً
خَفِيًّا |
3. |
O, bir gün
Tanrısına sessizce seslendi. |
قَالَ
رَبِّ
إِنِّي
وَهَنَ
الْعَظْمُ
مِنِّي |
4. |
Zekeriyya: " Ya Rab! kemiklerim
eridi. |
وَاشْتَعَلَ
الرَّأْسُ
شَيْبًا |
|
Saçlarım
tutuştu yaşlılıktan, |
وَلَمْ
أَكُنْ
بِدُعَائِكَ
رَبِّ
شَقِيًّا |
|
Ama hiçbir zaman
sana yalvarmanın bir kötülüğünü görmedim. |
وَإِنِّي
خِفْتُ
الْمَوَالِيَ
مِنْ وَرَائِي
|
5. |
Açıkçası,
arkamda yerimi alacak olan yönetim adaylarından endişeliyim. |
وَكَانَتِ
امْرَأَتِي
عَاقِرًا
فَهَبْ لِي
مِنْ
لَدُنْكَ
وَلِيًّا |
|
Karım da
kısır, n'olur bana bir veliaht ver de |
يَرِثُنِي
وَيَرِثُ
مِنْ آلِ
يَعْقُوبَ
وَاجْعَلْهُ
رَبِّ
رَضِيًّا |
6. |
benim yerimi
alsın, Yakûb soyunu devam ettirsin. Ya Rab n'olur sevilen biri olsun.
" |
يَازَكَرِيَّا
إِنَّا
نُبَشِّرُكَ
بِغُلاَمٍ نِاسْمُهُ
يَحْيَى |
7. |
Melek: " Zekeriyya! Sana bir
oğlan müjdesi, ama adı, Yahya / yaşar olsun. |
لَمْ
نَجْعَلْ
لَهُ مِنْ
قَبْلُ سَمِيًّا |
|
Daha önce hiç
böyle bir isim vermemiştik. " |
قَالَ
رَبِّ
أَنَّى
يَكُونُ لِي
غُلاَمٌ |
8. |
Zekeriyya: " Aman Allahım!
benim nasıl çocuğum olabilir ? |
وَكَانَتِ
امْرَأَتِي
عَاقِرًا |
|
Karım
kısır, |
وَقَدْ
بَلَغْتُ
مِنَ
الْكِبَرِ
عِتِيًّا |
|
üstelik ben de çok
yaşlıyım. " |
قَالَ
كَذَلِكَ
قَالَ
رَبُّكَ
هُوَ عَلَيَّ
هَيِّنٌ |
9. |
Melek: " Öyle. Rabbin ' bu
bana göre kolay, |
وَقَدْ
خَلَقْتُكَ
مِنْ قَبْلُ
وَلَمْ تَكُنْ
شَيْئًا |
|
nitekim daha önce
seni de, yoktan var etmiştim' diyor. " |
قَالَ
رَبِّ
اجْعَل لِي
آيَةً |
10. |
Zekeriyya: " Ya Rab! N'olur bir
işaret ver. " |
قَالَ
آيَتُكَ
أَلاَّ
تُكَلِّمَ
النَّاسَ ثَلاَثَ
لَيَالٍ
سَوِيًّا |
|
Melek: " İşaretin,
tam üç gece kimse ile konuşmayacaksın o kadar. " |
فَخَرَجَ
عَلَى
قَوْمِهِ
مِنَ
الْمِحْرَابِ
|
11. |
Zekeriyya mihrapta
cemaatin karşısına geçti ve |
فَأَوْحَى
إِلَيْهِمْ
أَنْ
سَبِّحُوا
بُكْرَةً
وَعَشِيًّا |
|
onlara: sabah
akşam Allah'a dua edin şeklinde işaretler yaptı
|
سورة
مريم:
مكية 98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 12.-25. Ayetler |
يَايَحْيَى
خُذِ
الْكِتَابَ
بِقُوَّةٍ
وَآتَيْنَاهُ
الْحُكْمَ
صَبِيًّا |
12. |
Yahya'ya Kitaba bağlı
kalmasını emrettik. Küçük yaşta devlet yönetimiyle
tanıştırdık. |
وَحَنَانًا
مِنْ
لَدُنَّا
وَزَكَاةً
وَكَانَ
تَقِيًّا |
13. |
Yumuşak huylu,
temiz yürekli ve sağlamcı bir kişiliği vardı. |
وَبَرًّا
بِوَالِدَيْهِ
وَلَمْ
يَكُنْ
جَبَّارًا
عَصِيًّا |
14. |
Anne-babasına
karşı saygılıydı. Hiçbir zaman kaba ve asî
olmadı. |
وَسَلاَمٌ
عَلَيْهِ
يَوْمَ
وُلِدَ |
15. |
Yahya,
doğduğunda olduğu gibi, |
وَيَوْمَ
يَمُوتُ
وَيَوْمَ
يُبْعَثُ
حَيًّا |
|
öleceği ve
tekrar dirileceği günde dahi esenlikte olacaktır
|
وَاذْكُرْ
فِي
الْكِتَابِ
مَرْيَمَ |
16. |
Resulüm! bu Kitap'ta Meryemi de yad et. |
إِذِ
انْتَبَذَتْ
مِنْ
أَهْلِهَا
مَكَانًا
شَرْقِيًّا |
|
Genç kız olup da
ailesinden kopunca odanın doğu kısmında bir yere
taşınmıştı. |
فَاتَّخَذَتْ
مِنْ
دُونِهِمْ
حِجَابًا |
17. |
Ailesiyle kendi
arasına bir perde çekmişti. |
فَأَرْسَلْنَا
إِلَيْهَا
رُوحَنَا
فَتَمَثَّلَ
لَهَا
بَشَرًا
سَوِيًّا |
|
Meryem
gönderdiğimiz meleği bayağı bir adam
kılığında karşına dikilmiş görünce: |
قَالَتْ
إِنِّي
أَعُوذُ
بِالرَّحْمَانِ
مِنْكَ إِنْ
كُنْتَ
تَقِيًّا |
18. |
Meryem: " Senden Allah'a
sığınırım. Ama içinde Allah korkusu varsa
" diyebildi. |
قَالَ
إِنَّمَا
أَنَا
رَسُولُ
رَبِّكَ
ِلأَهَبَ
لَكِ
غُلاَمًا
زَكِيًّا |
19. |
Melek: " Beni Rabb'in gönderdi.
Sana pırıl pırıl bir bebek müjdesi için buradayım.
" |
قَالَتْ
أَنَّى
يَكُونُ لِي
غُلاَمٌ
وَلَمْ
يَمْسَسْنِي
بَشَرٌ |
20. |
Meryem: " Benim nasıl
çocuğum olabilir? Bana bir erkek el sürmedi ki! |
وَلَمْ
أَكُنْ
بَغِيًّا |
|
Kötü bir
kadın da değilim. " |
قَالَ
كَذَلِكِ
قَالَ
رَبُّكِ
هُوَ عَلَيَّ
هَيِّنٌ |
21. |
Melek: " Öyle. Senin Rabbin, '
bu iş, bana göre kolaydır' diyor, |
وَلِنَجْعَلَهُ
آيَةً
لِلنَّاسِ
وَرَحْمَةً
مِنَّا |
|
o bebeği
insanlık için bir bayrak ve bir şefkat örneği
yapacağız' diyor, |
وَكَانَ
أَمْرًا
مَقْضِيًّا |
|
'zaten bu iş,
çoktan olup bitmiştir' diyor. " |
فَحَمَلَتْهُ
فَانْتَبَذَتْ
بِهِ
مَكَانًا
قَصِيًّا |
22. |
Meryem bebeğe
hamile kaldıktan sonra, uzak bir yere çekildi. |
فَأَجَاءَهَا
الْمَخَاضُ
إِلَى
جِذْعِ النَّخْلَةِ
|
23. |
Doğum
sancısıyla kıvranırken bir hurma kütüğüne tutundu. |
قَالَتْ
يَالَيْتَنِي
مِتُّ
قَبْلَ
هَذَا وَكُنْتُ
نَسْيًا
مَنْسِيًّا |
|
Meryem: " Keşke daha önce
ölsem de unutulup gitse idim. " diye sızlandı. |
فَنَادَاهَا
مِنْ
تَحْتِهَا
أَلاَّ
تَحْزَنِي |
24. |
Melek aşağı taraftan
seslendi: " hiç üzülme! |
قَدْ
جَعَلَ
رَبُّكِ تَحْتَكِ
سَرِيًّا |
|
Çünkü Rabbin,
yardımı senin ayağına getirdi. |
وَهُزِّي
إِلَيْكِ
بِجِذْعِ
النَّخْلَةِ
تُسَاقِطْ
عَلَيْكِ
رُطَبًا
جَنِيًّا |
25. |
Hurma
kütüğünü kendine doğru sallarsan üzerine taptaze meyveler
dökülecektir. |
سورة
مريم:
مكية 98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 26.-38. Ayetler |
فَكُلِي
وَاشْرَبِي
وَقَرِّي
عَيْنًا فَإِمَّا
تَرَيْنَ
مِنَ
الْبَشَرِ
أَحَدًا |
26. |
Bunlardan yiyip
içebilirsin, hadi gözün aydın. Eğer bir insan görecek olursan: |
فَقُولِي
إِنِّي
نَذَرْتُ
لِلرَّحْمَانِ
صَوْمًا
فَلَنْ
أُكَلِّمَ الْيَوْمَ
إِنْسِيًّا |
|
' benim Allah'a
suskunluk sözüm var, bu yüzden bu gün kimse ile
konuşmayacağım' de. " |
فَأَتَتْ
بِهِ
قَوْمَهَا
تَحْمِلُهُ |
27. |
Kucağında
bebekle halkın karşısına çıktı. |
قَالُوا
يَامَرْيَمُ
لَقَدْ
جِئْتِ
شَيْئًا
فَرِيًّا |
|
Kalabalık: " Meryem! Aaa! Herhalde
sen, çok kötü bir iş yapmış olmalısın! |
يَاأُخْتَ
هَارُونَ
مَا كَانَ
أَبُوكِ امْرَأَ
سَوْءٍ
وَمَا
كَانَتْ
أُمُّكِ
بَغِيًّا |
28. |
Hârûn'un
hemşîresi! N'oluyoruz! Senin baban kötü bir adam değildi. Keza anan
da kötü bir kadın değildi. " |
فَأَشَارَتْ
إِلَيْهِ |
29. |
Meryem onlara: " Derdinizi ona
anlatın " anlamında bebeği işaret etti. |
قَالُوا
كَيْفَ
نُكَلِّمُ
مَنْ كَانَ
فِي الْمَهْدِ
صَبِيًّا |
|
Kalabalık: " beşikteki bir
bebekle nasıl konuşuruz ki ? " |
قَالَ
إِنِّي
عَبْدُ
اللهِ
آتَانِي الْكِتَابَ
وَجَعَلَنِي
نَبِيًّا
|
30. |
Bebek: " Ben, bir Tanrı
kuluyum, o bana, Kitap'la birlikte elçilik görevi verdi. |
وَجَعَلَنيِ
مُبارَكاً
أَيْنَمَا
كُنْتُ |
31. |
nerede olursam
olayım beni hayırlara vesile kıldı. |
وَأَوْصَانِي
بِالصَّلاَةِ
وَالزَّكَاةِ
مَا دُمْتُ
حَيًّا |
|
Hayatta
olduğum sürece bana, namazı ve zekatı önerdi. |
وَبَرًّا
بِوَالِدَتِي
وَلَمْ
يَجْعَلْنِي
جَبَّارًا
شَقِيًّا |
32. |
Anama kaba ve sert
davranmadan saygı göstermemi öğütledi. |
وَالسَّلاَمُ
عَلَيَّ
يَوْمَ
وُلِدْتُ وَيَوْمَ
أَمُوتُ
وَيَوْمَ
أُبْعَثُ
حَيًّا |
33. |
" Ben,
doğarken olduğum gibi, öleceğim gün, hatta tekrar
diriltileceğim günde dahi esenlikte olacağım. " |
ذَلِكَ
عِيسَى
ابْنُ
مَرْيَمَ قَوْلَ
الْحَقِّ
الَّذِي
فِيهِ
يَمْتَرُونَ |
34. |
İşte,
hakkında dedikodu üretilen Meryemoğlu İsa'nın gerçek
öyküsü budur. |
مَا
كَانَ ِللهِ
أَنْ
يَتَّخِذَ
مِنْ وَلَدٍ
سُبْحَانَهُ
|
35. |
Allah'ın
çocuğu olamaz, çünkü o havsalaya sığmayacak kadar
erişilmez yücedir. |
إِذَا
قَضَى
أَمْرًا
فَإِنَّمَا
يَقُولُ لَهُ
كُنْ
فَيَكُونُ |
|
Allah bir şeyin
olmasını istedi mi ona sadece: " ol " der, o da
olur. |
وَإِنَّ
اللهَ
رَبِّي
وَرَبُّكُمْ
|
36. |
Ey ehlikitap!
Hepmizin gerçek sahibi Allah'tır. |
فَاعْبُدُوهُ
هَذَا
صِرَاطٌ
مُسْتَقِيمٌ |
|
Artık sadece ona
kulluk edin. Çünkü doğru yol budur. |
فَاخْتَلَفَ
اْلأَحْزَابُ
مِنْ
بَيْنِهِمْ |
37. |
İsa konusunda
farklı görüşler oluştu. |
فَوَيْلٌ
لِلَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْ مَشْهَدِ
يَوْمٍ
عَظِيمٍ |
|
Fakat, asıl o
büyük seyirlik gününde inkarcılara çok yazık olacak. |
أَسْمِعْ
بِهِمْ
وَأَبْصِرْ
يَوْمَ
يَأْتُونَنَا
|
38. |
O gün bizim
karşımıza gelirken gözleri ve kulakları öyle bir
açılacak ki!
|
لَكِنِ
الظَّالِمُونَ
الْيَوْمَ
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
Ama İsa'ya
saygısızlığa hâlâ devam ediliyor. |
سورة
مريم: مكية
98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 39.-51. Ayetler |
وَأَنْذِرْهُمْ
يَوْمَ
الْحَسْرَةِ
|
39. |
Resulüm! insanları
o pişmanlık gününe karşı uyar. |
إِذْ
قُضِيَ
اْلأَمْرُ
وَهُمْ فِي
غَفْلَةٍ
وَهُمْ لاَ
يُؤْمِنُونَ |
|
Çünkü, ilahî felaket,
onlar henüz imana gelmeden ansızın bastırabilir. |
إِنَّا
نَحْنُ
نَرِثُ
اْلأَرْضَ
وَمَنْ عَلَيْهَا
وَإِلَيْنَا
يُرْجَعُونَ |
40. |
Yeryüzü ve
üzerindekilerin hepsi bize kalacak ve hepsi önümüze getirilecek
|
وَاذْكُرْ
فِي
الْكِتَابِ
إِبْرَاهِيمَ
إِنَّهُ
كَانَ
صِدِّيقًا
نَبِيًّا |
41. |
Resulüm! Kitapta İbrahim'e de yer
ver. Çünkü o da çok dürüst bir haberciydi. |
إِذْ
قَالَ
ِلأَبِيهِ
يَاأَبَتِ
لِمَ
تَعْبُدُ
مَا لاَ
يَسْمَعُ
وَلاَ يُبْصِرُ
وَلاَ
يُغْنِي
عَنْكَ
شَيْئًا |
42. |
İbrahim: " Canım
babacığım! Ne diye hâlâ duymaz görmez, üstelik hiçbir
işine yaramaz putlara hizmet edersin ki! |
يَاأَبَتِ
إِنِّي قَدْ
جَاءَنِي
مِنَ
الْعِلْمِ
مَا لَمْ يَأْتِكَ
فَاتَّبِعْنِي
أَهْدِكَ
صِرَاطًا سَوِيًّا |
43. |
Babacığım!
Ben, senin farkında olmadığın bir takım ilahî
bilgilere sahibim. Bana 'olur' de, seni doğru yola götüreyim. |
يَاأَبَتِ
لاَ
تَعْبُدِ
الشَّيْطَانَ
|
44. |
Babacığım!
Gel şeytana uyma. |
إِنَّ
الشَّيْطَانَ
كَانَ
لِلرَّحْمَانِ
عَصِيًّا |
|
Çünkü şeytan
Sevgi'ye karşı gelmiştir. |
يَاأَبَتِ
إِنِّي
أَخَافُ
أَنْ
يَمَسَّكَ عَذَابٌ
مِنَ
الرَّحْمَانِ
فَتَكُونَ
لِلشَّيْطَانِ
وَلِيًّا |
45. |
N'olur
babacığım! Ben, Allah'tan başına bir iş gelir
de hepten kendini şeytana kaptırırsın diye korkuyorum.
" |
قَالَ
أَرَاغِبٌ
أَنْتَ عَنْ
آلِهَتِي
يَاإِبْراهِيمُ
|
46. |
Baba öfkeyle: " Be
İbrahim! Sen şimdi benim tanrılarıma karşı
mı geliyorsun? |
لَئِنْ
لَمْ
تَنتَهِ
َلأَرْجُمَنَّكَ
وَاهْجُرْنِي
مَلِيًّا |
|
Eğer buna bir
son vermez isen vallahi seni gebertirim. Defol, gözüm görmesin seni! " |
قَالَ
سَلاَمٌ
عَلَيْكَ
سَأَسْتَغْفِرُ
لَكَ رَبِّي
إِنَّهُ
كَانَ بِي
حَفِيًّا |
47. |
İbrahim: " Hoşça kal baba!
Senin için Rabb'ime hep dua edeceğim. Herhalde beni kırmaz. |
وَأَعْتَزِلُكُمْ
وَمَا تَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ |
48. |
Sizden de Allah
diye dua ettiklerinizden de ilişiğimi kesiyorum. |
وَأَدْعُو
رَبِّي
عَسَى أَلاَّ
أَكُونَ
بِدُعَاءِ
رَبِّي
شَقِيًّا |
|
Rabb'ime hep senin
için yalvaracağım. Bu yüzden Rabb'imle kötü olmam inşallah.
" |
فَلَمَّا
اعْتَزَلَهُمْ
وَمَا
يَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ |
49. |
İbrahim,
onlardan ve Tanrı diye tapındıkları şeylerden
tamamen ilişiğini kesince |
وَهَبْنَا
لَهُ
إِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ
وَكُلاً
جَعَلْنَا
نَبِيًّا |
|
biz de kendisini
İshâk ve Yakûb gibi iki oğlan ile ödüllendirdik. İkisini de
haberci yaptık. |
وَوَهَبْنَا
لَهُمْ مِنْ
رَحْمَتِنَا
وَجَعَلْنَا
لَهُمْ
لِسَانَ
صِدْقٍ
عَلِيًّا |
50. |
İbrahimlere
durmadan çisem çisem sevgi çiseledik. Bu bereketlerle onları dillere
destan eyledik
|
وَاذْكُرْ
فِي
الْكِتَابِ
مُوسَى
إِنَّهُ كَانَ
مُخْلَصًا
وَكَانَ
رَسُولاً
نَبِيًّا |
51. |
Kitapta Musa'ya da yer ver.
Çünkü Musa da çok samimî idi. Aynı zamanda Tanrı elçisi ve
habercisi idi. |
سورة
مريم:
مكية 98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 52.-
64. Ayetler |
وَنَادَيْنَاهُ
مِنْ
جَانِبِ
الطُّورِ اْلأَيْمَنِ
وَقَرَّبْنَاهُ
نَجِيًّا |
52. |
Musa'ya Tur Dağı eteklerinde
seslendik. Çünkü onun için için
yakarışını duymuştuk. |
وَوَهَبْنَا
لَهُ مِنْ
رَحْمَتِنَا
أَخَاهُ
هَارُونَ
نَبِيًّا |
53. |
Bir sevgi ifadesi
olarak kardeşi Hârûn'u, onun yardımına verdik
|
وَاذْكُرْ
فِي
الْكِتَابِ
إِسْمَاعِيلَ
إِنَّهُ كَانَ
صَادِقَ
الْوَعْدِ
وَكَانَ
رَسُولاً نَبِيًّا |
54. |
Kitapta İsmail'e de yer ver.
İsmail sözünün eriydi. O, hem Tanrı elçisi ve hem de habercisi
idi. |
وَكَانَ
يَأْمُرُ
أَهْلَهُ
بِالصَّلاَةِ
وَالزَّكَاةِ
|
55. |
Aile efradına
namazı ve zekatı emrederdi. |
وَكَانَ
عِنْدَ
رَبِّهِ
مَرْضِيًّا |
|
Rabbinin
beğenisini kazanmıştı
|
وَاذْكُرْ
فِي
الْكِتَابِ
إِدْرِيسَ
إِنَّهُ
كَانَ
صِدِّيقًا
نَبِيًّا |
56. |
Kitapta İdrîs'e de yer ver.
Çünkü o da çok dürüst bir haberciydi. |
وَرَفَعْنَاهُ
مَكَانًا
عَلِيًّا |
57. |
Onun derecesini
yükseltmiştik. |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
أَنْعَمَ
اللهُ
عَلَيْهِمْ
مِنَ
النَّبِيِّينَ
|
58. |
Bunların hepsi,
Allah'ın değer verdiği haberciler idi. |
مِنْ
ذُرِّيَّةِ
آدَمَ
وَمِمَّنْ
حَمَلْنَا
مَعَ نُوحٍ |
|
Hepsi de Adem soyundandı.
Kimi Nuh'la beraber kurtardığımız, |
وَمِنْ
ذُرِّيَّةِ
إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْرَائِيلَ
وَمِمَّنْ
هَدَيْنَا
وَاجْتَبَيْنَا |
|
kimi İbrahim ve
İsrail, kimi de doğruya yönlendirdiğimiz kullar soyundan
gelmedir. |
إِذَا
تُتْلَى
عَلَيْهِمْ
آيَاتُ
الرَّحْمَانِ
خَرُّوا
سُجَّدًا
وَبُكِيًّا |
scd |
Bunlara Allah
kelâmı okunduğu zaman, sevinç gözyaşlarıyla yerlere
kapanırlardı. |
فَخَلَفَ
مِنْ
بَعْدِهِمْ
خَلْفٌ
أَضَاعُوا
الصَّلاَةَ
وَاتَّبَعُوا
الشَّهَوَاتِ
فَسَوْفَ
يَلْقَوْنَ
غَيًّا |
59. |
Ama bunların
ardından öyle nesiller de geldi ki namazı niyazı unuttular,
nefislerine uydular. Ama yakında belâlarını bulacaklar. |
إِلاَّ
مَنْ تَابَ
وَآمَنَ
وَعَمِلَ
صَالِحًا
فَأُولاَئِكَ
يَدْخُلُونَ
الْجَنَّةَ
وَلاَ يُظْلَمُونَ
شَيْئًا |
60. |
Tövbe edip inanan,
ardından hep faydalı işler yapanlar ise cennete, hiçbir
zorlukla karşılaşmadan gireceklerdir. |
جَنَّاتِ
عَدْنٍ نِالَّتِي
وَعَدَ
الرَّحْمَانُ
عِبَادَهُ بِالْغَيْبِ
|
61. |
Hem de Allah'ın
kullarına, göstermeden vadettiği Adin bahçelerine. |
إِنَّهُ
كَانَ
وَعْدُهُ
مَأْتِيًّا |
|
Artık
Allah'ın sözü yerine getirilmiştir. |
لاَ
يَسْمَعُونَ
فِيهَا
لَغْوًا
إِلاَّ سَلاَمًا
|
62. |
Cennette gereksiz bir
laf duymazlar. Orada, duyup duyacakları hep olumlu sözlerdir. |
وَلَهُمْ
رِزْقُهُمْ
فِيهَا
بُكْرَةً
وَعَشِيًّا |
|
Yiyecekleri dersen,
sabah akşam hadahazırdır. |
تِلْكَ
الْجَنَّةُ
الَّتِي
نُورِثُ
مِنْ عِبَادِنَا
مَنْ كَانَ
تَقِيًّا |
63. |
İşte
geleceğini sağlama alan kullarımıza vereceğimiz cennet budur
|
وَمَا
نَتَنَزَّلُ
إِلاَّ
بِأَمْرِ
رَبِّكَ |
64. |
Biz melekler, sadece Tanrı'nın
emriyle hareket ederiz. |
لَهُ مَا
بَيْنَ
أَيْدِينَا
وَمَا
خَلْفَنَا
وَمَا
بَيْنَ
ذَلِكَ |
|
Geçmişte
olanlar, gelecekte olacak olanlar ve arada olmakta olanlar hep onun izniyle
olur. |
وَمَا
كَانَ
رَبُّكَ
نَسِيًّا |
|
Tanrı unutmaz. |
سورة
مريم: مكية
98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 65.-
76. Ayetler |
رَبُّ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَمَا بَيْنَهُمَا
|
65. |
Göklerin, yerin ve bu
ikisi arasındakilerin sahibi odur. |
فَاعْبُدْهُ
وَاصْطَبِرْ
لِعِبَادَتِهِ
هَلْ
تَعْلَمُ
لَهُ
سَمِيًّا |
|
Ona hizmet et ve
hizmetinde sabırlı ol, çünkü onun gibisini bulamazsın. |
وَيَقُولُ
اْلإنْسَانُ
أَئِذَا مَا
مِتُّ
لَسَوْفَ
أُخْرَجُ
حَيًّا |
66. |
İnsanoğlu:
" öldükten sonra mı tekrar diriltilecekmişim? "
diye soruyor. |
أَوَلاَ
يَذْكُرُ
اْلإنْسَانُ
أَنَّا
خَلَقْنَاهُ
مِنْ قَبْلُ
وَلَمْ يَكُ
شَيْئًا |
67. |
Acaba bu insan bizim
kendisini daha önce hiçbir şey değil iken
yarattığımızı hatırlamaz mı hiç? |
فَوَرَبِّكَ
لَنَحْشُرَنَّهُمْ
وَالشَّيَاطِينَ
ثُمَّ
لَنُحْضِرَنَّهُمْ
حَوْلَ جَهَنَّمَ
جِثِيًّا |
68. |
Vallahi onları
da şeytanlarını da cehenneme öyle bir getireceğiz ki
korkudan dizlerinin bağı çözülüp çöküverecekler. |
ثُمَّ
لَنَـنْزِعَنَّ
مِنْ كُلِّ
شِيعَةٍ أَيُّهُمْ
أَشَدُّ
عَلَى
الرَّحْمَانِ
عِتِيًّا |
69. |
Sonra her bölük
içerisinden, her şeye sevgi ile hakim olan Tanrı'ya en fazla
karşı gelenleri bir bir beyleyip ayıracağız. |
ثُمَّ
لَنَحْنُ
أَعْلَمُ
بِالَّذِينَ
هُمْ
أَوْلَى بِهَا
صِلِيًّا |
70. |
Artık bunlar
içerisinden, yanmayı en çok hak edenleri herhalde en iyi biz
biliriz. |
وَإِنْ
مِنْكُمْ
إِلاَّ
وَارِدُهَا |
71. |
Herkesin yolu mutlaka
cehennemden geçer. |
كَانَ
عَلَى
رَبِّكَ
حَتْمًا
مَقْضِيًّا |
|
bu uğrama
işi, Rabb'inin ta ezelde onayladığı kesin bir hükümdür. |
ثُمَّ
نُنَجِّي
الَّذِينَ
اتَّقَوْا |
72. |
Daha sonra
sağlamcıları kurtaracağız. |
وَنَذَرُ
الظَّالِمِينَ
فِيهَا
جِثِيًّا |
|
Haksızlık
edenleri ise, yüzüstü bırakacağız. |
وَإِذَا
تُتْلَى عَلَيْهِمْ
آيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ |
73. |
Çünkü vaktiyle
ayetlerimiz onlara tane tane okunurken, |
قَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لِلَّذِينَ
آمَنُوا
أَيُّ
الْفَرِيقَيْنِ
خَيْرٌ
مَقَامًا
وَأَحْسَنُ
نَدِيًّا |
|
bu inkarcılar,
inananları göstererek: " Acaba iki takımdan hangisi daha
iyi ve daha üstün konumda ? " diye sorarlardı. |
وَكَمْ
أَهْلَكْنَا
قَبْلَهُمْ
مِنْ قَرْنٍ
هُمْ
أَحْسَنُ
أَثَاثًا
وَرِئْيًا |
74. |
Biz daha önce nice
çağlar devirdik. Onlar, daha donanımlı, daha cafcaflı
idiler. |
قُلْ
مَنْ كَانَ
فِي
الضَّلاَلَةِ
فَلْيَمْدُدْ
لَهُ
الرَّحْمَانُ
مَدًّا |
75. |
Resulüm de ki: "
yanlış yolda olana Allah ne kadar uzatma verirse versin, |
حَتَّى
إِذَا
رَأَوْا مَا
يُوعَدُونَ
إِمَّا
الْعَذَابَ
وَإِمَّا
السَّاعَةَ |
|
eninde sonunda
sözü edilen cezayı ya bu dünyada ya da öbür dünyada çekecek ve |
فَسَيَعْلَمُونَ
مَنْ هُوَ
شَرٌّ
مَكَانًا
وَأَضْعَفُ
جُنْدًا |
|
kimin yeri daha
kötü, kimin askeri daha zayıfmış yakında görecekler
" |
وَيَزِيدُ
اللهُ
الَّذِينَ
اهْتَدَوْا
هُدًى
|
76. |
Allah, doğru yola gönül verenlerin
doğruluk derecelerini arttıracaktır. |
وَالْبَاقِيَاتُ
الصَّالِحَاتُ
خَيْرٌ عِنْدَ
رَبِّكَ
ثَوَابًا
وَخَيْرٌ
مَرَدًّا |
|
Yararlı ve
kalıcı eserler ise, getirisi ve götürüsü itibariyle Tanrı
katında elbet daha hayırlıdır. |
سورة
مريم:
مكية 98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 77.-95. Ayetler |
أَفَرَأَيْتَ
الَّذِي
كَفَرَ
بِآيَاتِنَا
وَقَالَ
َلأُوتَيَنَّ
مَالاً
وَوَلَدًا
|
77. |
Resulüm! Ayetlerimizi inkar edip de:
" bana tabi ki mal ve evlat verilecek " diyene bak. |
أَطَّلَعَ
الْغَيْبَ
أَمْ
اتَّخَذَ
عِنْدَ
الرَّحْمَانِ
عَهْدًا |
78. |
Gaybı mı
okumuş, yoksa Allah ile bir sözleşme mi yapmış? |
كَلاَّ
سَنَكْتُبُ
مَا يَقُولُ
وَنَمُدُّ لَهُ
مِنَ
الْعَذَابِ
مَدًّا |
79. |
Hiç olur mu! Biz onun
sözlerini kaydediyoruz, cezasını da uzattıkça
uzatacağız. |
وَنَرِثُهُ
مَا يَقُولُ
وَيَأْتِينَا
فَرْدًا |
80. |
Bir gün bütün söylemleri
bize intikal edecek ve karşımıza tek başına gelecek
|
وَاتَّخَذُوا
مِنْ دُونِ
اللهِ
آلِهَةً لِيَكُونُوا
لَهُمْ
عِزًّا |
81. |
Allahı göz ardı edip, kendilerine
saygınlık olsun diye bir
takım tanrılar icat ettiler. |
كَلاً
سَيَكْفُرُونَ
بِعِبَادَتِهِمْ
|
82. |
Ama o gün bu
tanrılar, kendilerine yapılan hizmeti inkar etmekle kalmayacak |
وَيَكُونُونَ
عَلَيْهِمْ
ضِدًّا |
|
aksine
karşı tavır alacaklardır. |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّا
أَرْسَلْنَا
الشَّيَاطِينَ
عَلَى
الْكَافِرِينَ
تَؤُزُّهُمْ
أَزًّا |
83. |
Resulüm! gördüğün
gibi biz, inkarcılar üzerine kışkırtıcı
şeytanlar saldık. |
فَلاَ
تَعْجَلْ
عَلَيْهِمْ
إِنَّمَا
نَعُدُّ
لَهُمْ
عَدًّا
|
84. |
Onlardan yana hiç
endişen olmasın! Çünkü biz, onlar için geri saymaya çoktan
başladık. |
يَوْمَ
نَحْشُرُ
الْمُتَّقِينَ
إِلَى الرَّحْمَانِ
وَفْدًا |
85. |
O gün biz,
sağlamcıları her şeye sevgi ile hakim olan Allah huzuruna
kabul ederken |
وَنَسُوقُ
الْمُجْرِمِينَ
إِلَى
جَهَنَّمَ
وِرْدًا |
86. |
suçluları da aç
susuz.cehenneme sevkederiz. |
لاَ
يَمْلِكُونَ
الشَّفَاعَةَ
إِلاَّ مَنِ
اتَّخَذَ
عِنْدَ
الرَّحْمَانِ
عَهْدًا |
87. |
O gün onların,
Allah'tan söz alanlar dışında şefaatçileri de olmayacak
|
وَقَالُوا
اتَّخَذَ
الرَّحْمَانُ
وَلَدًا |
88. |
Vaktiyle: " Allah'ın
çocuğu var " demişlerdi. |
لَقَدْ
جِئْتُمْ
شَيْئًا
إِدًّا |
89. |
Ne büyük laf
etmiştiniz. |
تَكَادُ
السَّمَاوَاتُ
يَتَفَطَّرْنَ
مِنْهُ |
90. |
Bu yüzden, gökler
çatırdayabilir, |
وَتَنْشَقُّ
اْلأَرْضُ
وَتَخِرُّ
الْجِبَالُ
هَدًّا |
|
yerler
yarılabilir, dağlar yere kapaklanabilirdi. |
أَنْ
دَعَوْا
لِلرَّحْمَانِ
وَلَدًا |
91. |
Sırf Allah'a
çocuk yakıştırdıkları için. |
وَمَا
يَنْبَغِي
لِلرَّحْمَانِ
أَنْ يَتَّخِذَ
وَلَدًا |
92. |
Halbuki çocuk sahibi
olmak Allah'a yakışmaz. |
إِنْ
كُلُّ مَنْ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
93. |
Çünkü göklerde ve
yerde olan her ne varsa, |
إِلاَّ
آتِي
الرَّحْمَانِ
عَبْدًا |
|
zaten Allah'a kul
olarak dönecektir. |
لَقَدْ
أَحْصَاهُمْ
وَعَدَّهُمْ
عَدًّا |
94. |
Allah, engin bilgi
gücü ile kulların tek tek dökümünü yaptığı için |
وَكُلُّهُمْ
آتِيهِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
فَرْدًا |
95. |
herkes Allah
huzuruna, teker teker çıkacaktır. |
سورة
مريم:
مكية 98
آية |
16.c. |
Meryem:
19 / 96.-98. Ayetler |
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
سَيَجْعَلُ
لَهُمُ
الرَّحْمَانُ
وُدًّا |
96. |
Evrene sevgi ile hakim olan Allah,
inanıp yararlı faaliyetlerde bulunanların kalplerine bir sevi
düşürecektir. |
فَإِنَّمَا
يَسَّرْنَاهُ
بِلِسَانِكَ
|
97. |
Nitekim biz,
Kuranı senin tatlı dilin sayesinde dillere destan ettik. |
لِتُبَشِّرَ
بِهِ
الْمُتَّقِينَ
وَتُنْذِرَ
بِهِ
قَوْمًا
لُدًّا |
|
Bu sayede sen, bir
yandan sağlamcılara güç verirken azılı
düşmanları da uyarabildin. |
وَكَمْ
أَهْلَكْنَا
قَبْلَهُمْ
مِنْ قَرْنٍ
هَلْ تُحِسُّ
مِنْهُمْ
مِنْ أَحَدٍ
أَوْ
تَسْمَعُ
لَهُمْ
رِكْزًا |
98. |
Biz daha önce nice
nesilleri yerle bir ettik. Sen şimdi onlardan birini görebiliyor ya da
en ufak bir ses duyabiliyor musun? |
سورة
طه: مكية 135
آية |
|
|
Tâ Hâ:
20 / 1.- 12. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
ٰطهٰ |
1. |
Tâ, Hâ. |
مَا
أَنْزَلْنَا
عَلَيْكَ
الْقُرْآنَ
لِتَشْقَى |
2. |
Resulüm biz bu
Kuranı sana, sıkıntı çekesin diye değil, |
إِلاَّ
تَذْكِرَةً
لِمَنْ
يَخْشَى |
3. |
İçlerinde ilahî
bir kıpırtı hissedenlere öğüt veresin diye indirdik. |
تَـنْـزِِيلاً
مِمَّنْ
خَلَقَ
اْلأَرْضَ
وَالسَّمَاوَاتِ
الْعُلاَ |
4. |
Kuran, yeri ve
uzayıp giden semaları yaratanın indirisidir. |
الرَّحْمَانُ
عَلَى
الْعَرْشِ
اسْتَوَى |
5. |
Sevgi, evrene hakim
olmuştur. |
لَهُ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي
اْلأَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
وَمَا
تَحْتَ
الثَّرَى |
6. |
Göklerde olanlara,
yeryüzünde olanlara, bu ikisi arasında olanlara, yerin altında
olanlara hükmeden Sevgidir! |
وَإِنْ
تَجْهَرْ
بِالْقَوْلِ
فَإِنَّهُ يَعْلَمُ
السِّرَّ وَأَخْفَى |
7. |
Sesini yükseltsen de
farketmez. Çünkü Allah, gizliyi de bilir gizlinin gizlisini de. |
اَللهُ
لاَ إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ
لَهُ
اْلأَسْمَاءُ
الْحُسْنَى
|
8. |
Başka tanrı
yok, sadece Allah var. En güzel isimler de onundur
|
وَهَلْ
أَتَاكَ
حَدِيثُ
مُوسَى |
9. |
Resulüm! Sen Musa'nın öyküsü duydun
mu? |
إِذْ
رَأَى
نَارًا |
10. |
Musa, geceleyin
Mısıra doğru yol alırken bir ateş görmüştü. |
فَقَالَ
ِلأَهْلِهِ
امْكُثُوا
إِنِّي
آنَسْتُ
نَارًا لَعَلِّي
آتِيكُمْ
مِنْهَا
بِقَبَسٍ
أَوْ أَجِدُ
عَلَى
النَّارِ
هُدًى |
|
Ailesine: " Durun
hele! dedi. Eğer gördüğüm ateş ise, size ondan bir ensi
getirebilirim. Ya da bu ışık sayesinde yolumu bulabilirim." |
فَلَمَّا
أَتَاهَا
نُودِي
يَامُوسَى |
11. |
Ateşe
yaklaşınca: " Musa! " dedi tatlı bir ses. |
إِنِّي
أَنَا
رَبُّكَ
فَاخْلَعْ
نَعْلَيْكَ |
12. |
" Ben,
Rabb'in. Pabuçlarını çıkar. |
إِنَّكَ
بِالْوَادِ
الْمُقَدَّسِ
طُوًى |
|
Çünkü kutsal vadi
Tuva'dasın.
" |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 13.- 37. Ayetler |
وَأَنَا
اخْتَرْتُكَ
فَاسْتَمِعْ
لِمَا يُوحَى |
13. |
Ben, seni seçtim.
Bundan böyle sana vahyedilene kulak ver. |
إِنَّنِي
أَنَا اللهُ
لاَ إِلَهَ
إِلاَّ أَنَا
فَاعْبُدْنِي |
14. |
Ses: " Allah, benim. Benden
başka tanrı yok. Bundan böyle bana hizmet edeceksin. |
وَأَقِمِ
الصَّلاَةَ
لِذِكْرِي |
|
Beni
hatırlamak için de namaz kılacaksın. |
إِنَّ
السَّاعَةَ
آتِيَةٌ
أَكَادُ
أُخْفِيهَا |
15. |
Vakti saatini
gizlemek zorunda olduğum kıyamet yakın sayılır. |
لِتُجْزَى
كُلُّ
نَفْسٍ
بِمَا
تَسْعَى |
|
O gün herkes
emeğinin karşılığını alacak. |
فَلاَ
يَصُدَّنَّكَ
عَنْهَا
مَنْ لاَ
يُؤْمِنُ
بِهَا
وَاتَّبَعَ
هَوَاهُ |
16. |
Kıyamete
inanmadığı için kafasına göre hareket edenler, seni
yolundan etmesin, |
فَتَرْدَى |
|
yoksa mahvolursun
|
وَمَا
تِلْكَ
بِيَمِينِكَ
يَامُوسَى |
17. |
Musa! Sağ
elindeki ne? " |
قَالَ
هِيَ
عَصَايَ
أَتَوَكَّأُ
عَلَيْهَا
وَأَهُشُّ
بِهَا عَلَى
غَنَمِي
وَلِيَ
فِيهَا
مَآرِبُ
أُخْرَى |
18. |
Musa: " Kah
dayandığım, kah davarıma yaprak indirdiğim
deyneğim. Başka işlerime de yarar. " |
قَالَ
أَلْقِهَا
يَامُوسَى |
19. |
Ses: " Musa! At onu yere.
" |
فَأَلْقَاهَا
فَإِذَا
هِيَ
حَيَّةٌ
تَسْعَى |
20. |
Attı. Bir
baktı ki deynek, yılan olmuş gidiyor. |
قَالَ
خُذْهَا
وَلاَ
تَخَفْ
سَنُعِيدُهَا
سِيرَتَهَا
اْلأُولَى |
21. |
Ses: " Yakala onu! Korkma,
çünkü biz onu eski haline döndüreceğiz. |
وَاضْمُمْ
يَدَكَ
إِلَى
جَنَاحِكَ
تَخْرُجْ
بَيْضَاءَ
مِنْ غَيْرِ
سُوءٍ آيَةً
أُخْرَى //
لِنُرِيَكَ
مِنْ
آيَاتِنَا
الْكُبْرَى |
22. 23. |
Başka bir
ipucu olmak üzere elini koltuk altına götür, lekesiz bembeyaz
çıkacaktır. // Sana ilerde daha büyük mucizeler göstereceğiz |
اِذْهَبْ
إِلَى
فِرْعَوْنَ
إِنَّهُ
طَغَى |
24. |
ama bunun için
hemen Fıravuna gitmelisin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. " |
قَالَ
رَبِّ
اشْرَحْ لِي
صَدْرِي /
وَيَسِّرْ
لِي أَمْرِي |
25.
26. |
Musa: " Ya Rab! N'olur içime
ferahlık // işime kolaylık ver! " |
وَاحْلُلْ
عُقْدَةً
مِنْ
لِسَانِي/ يَفْقَهُوا
قَوْلِي |
27.
28. |
Öyle çöz ki
düğümü dilimden, // anlasınlar sözümü. |
وَاجْعَلْ
لِي
وَزِيرًا
مِنْ
أَهْلِي //
هَارُونَ
أَخِي |
29.
30. |
bana yar ol
biriyle ailemden! // öz kardeşim Hârûn ile, |
اُشْدُدْ
بِهِ
أَزْرِي //
وَأَشْرِكْهُ
فِي أَمْرِي |
31-2.
|
güç ver bana, //
onu işime ortak eyle ki, |
كَيْ
نُسَبِّحَكَ
كَثِيرًا //
وَنَذْكُرَكَ
كَثِيرًا |
33-4. |
seni daha çok
yüceltip // daha çok analım. |
إِنَّكَ
كُنْتَ
بِنَا
بَصِيرًا |
35. |
Artık
halimizi görüyorsun. " |
قَالَ
قَدْ
أُوتِيتَ
سُؤْلَكَ
يَامُوسَى |
36. |
Ses: " Sevgili Musa
isteklerin kabul edildi! |
وَلَقَدْ
مَنَنَّا
عَلَيْكَ
مَرَّةً
أُخْرَى |
37. |
Böylece sana bir
kez daha iyilik etmiş olduk. " |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 38.- 51. Ayetler |
إِذْ
أَوْحَيْنَا
إِلَى
أُمِّكَ مَا
يُوحَى |
38. |
Musa! vaktiyle biz, senin annene vahiy
yoluyla ulaşmış ve: |
أَنِ
اقْذِفِيهِ
فِي التَّابُوتِ
فَاقْذِفِيهِ
فِي
الْيَمِّ |
39. |
" Bebeği
tabuta [1]
koy ve akıntıya bırak. Çünkü akıntı |
فَلْيُلْقِهِ
الْيَمُّ
بِالسَّاحِلِ
يَأْخُذْهُ
عَدُوٌّ لِي
وَعَدُوٌّ
لَهُ |
|
onu
kıyıya atacak ve bebek, ikimizin de ortak düşmanı eline
geçecek "
demiştik. |
وَأَلْقَيْتُ
عَلَيْكَ
مَحَبَّةً
مِنِّي وَلِتُصْنَعَ
عَلَى
عَيْنِي |
|
Musa! sana hep özel
bir ilgi gösterdim. Hep gözümün önünde yetişmeni sağladım: |
إِذْ
تَمْشِي
أُخْتُكَ
فَتَقُولُ
هَلْ أَدُلُّكُمْ
عَلَى مَنْ
يَكْفُلُهُ |
40. |
Nitekim ablan,
Fıravunlara usulca varıp: " size bebeğe bakacak birini
bulayım mı ? " demiş, |
فَرَجَعْنَاكَ
إِلَى
أُمِّكَ
كَيْ تَقَرَّ
عَيْنُهَا
وَلاَ
تَحْزَنَ |
|
bu şekilde gözü
arkada kalmasın üzülmesin diye seni tekrar annene bile
kavuşturmuştuk. |
وَقَتَلْتَ
نَفْسًا
فَنَجَّيْنَاكَ
مِنَ الْغَمِّ
وَفَتَنَّاكَ
فُتُونًا |
|
Bir defasında
sen, bir adam öldürmüştün. Seni o dertten kurtarırken de
denemiştik. |
فَلَبِثْتَ
سِنِينَ فِي أَهْلِ
مَدْيَنَ
ثُمَّ
جِئْتَ
عَلَى قَدَرٍ
يَامُوسَى |
|
Medyen halkı
içinde yıllarca piştin. Sonunda kader seni buralara kadar getirdi
be Musa
|
وَاصْطَنَعْتُكَ
لِنَفْسِي |
41. |
Ben seni, kendim için
özel yetiştirdim. |
اِذْهَبْ
أَنْتَ
وَأَخُوكَ
بِآيَاتِي
وَلاَ تَنِيَا
فِي ذِكْرِي |
42. |
Hadi şimdi sen
ve kardeşin mucizelerimi götürün, beni de aklınızdan
çıkarmayın. |
اِذْهَبَا
إِلَى فِرْعَوْنَ
إِنَّهُ
طَغَى |
43. |
Şimdi doğru
Fıravun'a gidin, çünkü o çok azdı. |
فَقُولاَ
لَهُ
قَوْلاَ
لَيِّنًا
لَعَلَّهُ
يَتَذَكَّرُ
أَوْ
يَخْشَى |
44. |
Önce ona yumuşak
davranın. Bakarsın düşünür ve içine bir ışık
düşebilir. |
قَالاَ
رَبَّنَا
إِنَّنَا
نَخَافُ أَنْ
يَفْرُطَ
عَلَيْنَا
أَوْ أَنْ
يَطْغَى |
45. |
Musa: " Ya Rab! açıkçası
korkuyoruz, acaba bize sert çıkıp daha da azar mı ki! " |
قَالَ
لاَ
تَخَافَا
إِنَّنِي
مَعَكُمَا
أَسْمَعُ
وَأَرَى |
46. |
Allah: " Hiç korkmayın,
çünkü ben sizin yanınızdayım, sizi duyuyor ve görüyorum. |
فَأْتِيَاهُ
فَقُولاَ
إِنَّا
رَسُولاَ رَبِّكَ
فَأَرْسِلْ
مَعَنَا
بَنِي
إِسْرَائِيلَ
وَلاَ
تُعَذِّبْهُمْ |
47. |
Ona varıp
deyin ki: ' biz seni yöneten Tanrı'nın elçileriyiz.
İsrailoğullarını bizimle gönder. Artık onları
ezme. |
قَدْ
جِئْنَاكَ
بِآيَةٍ
مِنْ
رَبِّكَ
وَالسَّلاَمُ
عَلَى مَنِ
اتَّبَعَ
الْهُدَى
|
|
Sana Rabb'inden
bir mucize gösterebiliriz. Doğru olana Allah selâmet versin! |
إِنَّا
قَدْ
أُوحِيَ إِلَيْنَا
أَنَّ
الْعَذَابَ
عَلَى مَنْ
كَذَّبَ
وَتَوَلَّى |
48. |
Ancak bize
bildirildiğine göre, yalanlayıp yüz çeviren
cezalandırılacaktır. " |
قَالَ
فَمَنْ
رَبُّكُمَا
يَامُوسَى |
49. |
Fıravun: " Kim imiş sizin
Tanrınız be Musa! " |
قَالَ
رَبُّنَا
الَّذِي
أَعْطَى
كُلَّ شَيْءٍ
خَلْقَهُ
ثُمَّ هَدَى |
50. |
Musa: " Bizim
Tanrımız, her nesneyi kendi özel yapısına göre yaratıp
yol verendir. " |
قَالَ
فَمَا بَالُ
الْقُرُونِ
اْلأُولَى |
51. |
Fıravun: " Peki eskilerin durumu
ne olacak o zaman? " |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 52.- 64. Ayetler |
قَالَ
عِلْمُهَا
عِنْدَ
رَبِّي فِي
كِتَابٍ لاَ
يَضِلُّ
رَبِّي
وَلاَ يَنسَى |
52. |
Musa: " Onlarla ilgili bilgiler
Tanrı katında kayıtlıdır. Benim Tanrım
yanılıp şaşmaz. |
اَلَّذِي
جَعَلَ
لَكُمُ اْلأَرْضَ
مَهْدًا
وَسَلَكَ
لَكُمْ
فِيهَا
سُبُلاً |
53. |
Yeryüzünü size
beşik yapan, sizleri yollara düşürüp gezdiren ve |
وَأَنْزَلَ
مِنَ السَّمَاءِ
مَاءً |
|
gökten su indiren
de odur. " |
فَأَخْرَجْنَا
بِهِ
أَزْوَاجًا
مِنْ نَبَاتٍ
شَتَّى |
|
Nitekim, erkekli
dişili her çeşit bitkiyi su sayesinde yetiştirdik. |
كُلُوا
وَارْعَوْا
أَنْعَامَكُمْ
إِنَّ فِي
ذَلِكَ
َلآيَاتٍ
ِلأُولِي
النُّهَى |
54. |
İster yiyin ister
hayvanlarınızı otlatın. Bütün bunlarda aklı olanlar
için bir takım ipuçları vardır. |
مِنْهَا
خَلَقْنَاكُمْ
وَفِيهَا
نُعِيدُكُمْ
|
55. |
Sizi topraktan
yarattık tekrar toprağa iade edecek ve |
وَمِنْهَا
نُخْرِجُكُمْ
تَارَةً
أُخْرَى |
|
bir kez daha
topraktan çıkaracağız. |
وَلَقَدْ
أَرَيْنَاهُ
آيَاتِنَا
كُلَّهَا
فَكَذَّبَ
وَأَبَى |
56. |
Aslında biz
Fıravun'a bütün mucizelerimizi gösterdik ama o yalanlayıp inat etti
ve: |
قَالَ
أَجِئْتَنَا
لِتُخْرِجَنَا
مِنْ أَرْضِنَا
بِسِحْرِكَ
يَامُوسَى |
57. |
Fıravun: " Musa! dedi. Sen
bizi büyüleyerek topraklarımızdan çıkarmaya mı geldin?
" |
فَلَنَأْتِيَنَّكَ
بِسِحْرٍ
مِثْلِهِ فَاجْعَلْ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَكَ
مَوْعِدًا |
58. |
O zaman biz de
sana büyü ile karşılık veririz. Hemen aramızda bir
buluşga ayarla. |
لاَ
نُخْلِفُهُ
نَحْنُ
وَلاَ أَنْتَ
مَكَانًا
سُوًى |
|
Ne biz ne sen,
caymak yok. Yeterki uygun bir yer olsun. " |
قَالَ
مَوْعِدُكُمْ
يَوْمُ
الزِّينَةِ
وَأَنْ
يُحْشَرَ
النَّاسُ
ضُحًى |
59. |
Musa: " Buluşgamız
bayram günü olsun. Kuşluk vakti, tam halkın
toplandığı zaman. " |
فَتَوَلَّى
فِرْعَوْنُ
فَجَمَعَ
كَيْدَهُ
ثُمَّ أَتَى |
60. |
Fıravun gitti ve
bütün tedbirini alıp geldi. |
قَالَ
لَهُمْ
مُوسَى
وَيْلَكُمْ
لاَ تَفْتَرُوا
عَلَى اللهِ
كَذِبًا
|
61. |
Musa büyücülere: " çok
acınacak haliniz var. Allah'a iftira etmeyin, |
فَيُسْحِتَكُمْ
بِعَذَابٍ
وَقَدْ
خَابَ مَنِ
افْتَرَى |
|
yoksa o,
canınıza okur. Çünkü iftira eden, kendine eder. " |
فَتَنَازَعُوا
أَمْرَهُمْ
بَيْنَهُمْ
وَأَسَرُّوا
النَّجْوَى |
62. |
Büyücüler kendi aralarında durumu
tartışıp fısıldaştılar ve: |
قَالُوا
إِنْ
هَذَانِ
لَسَاحِرَانِ |
63. |
" Musa ile
kardeşi iyi büyücüye benziyorlar. |
يُرِيدَانِ
أَنْ
يُخْرِجَاكُمْ
مِنْ أَرْضِكُمْ
بِسِحْرِهِمَا
|
|
Herhalde
maksatları, kendi büyüleri ile sizi, topraklarınızdan sürüp
çıkarmak |
وَيَذْهَبَا
بِطَرِيقَتِكُمُ
الْمُثْلَى |
|
ve sizin
eşsiz mesleğinizi elinizden almak. |
فَأَجْمِعُوا
كَيْدَكُمْ
ثُمَّ
ائْتُوا صَفًّا
|
64. |
Haydi şimdi
bütün hünerinizi gösterin, sıra olup göz dağı verin. |
وَقَدْ
أَفْلَحَ
الْيَوْمَ
مَنِ
اسْتَعْلَى |
|
Çünkü bugün üstün
gelen, kurtuldu demektir " dediler. |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 65.- 76. Ayetler |
قَالُوا
يَامُوسَى إِمَّا
أَنْ
تُلْقِيَ
وَإِمَّا
أَنْ نَكُونَ
أَوَّلَ
مَنْ
أَلْقَى |
65. |
Büyücüler: " Musa! Önce atmak ister
misin? yoksa önce biz mi atalım? " |
قَالَ
بَلْ
أَلْقُوا |
66. |
Musa: " Tamam, siz atın.
" |
فَإِذَا
حِبَالُهُمْ
وَعِصِيُّهُمْ
يُخَيَّلُ
إِلَيْهِ مِنْ
سِحْرِهِمْ
أَنَّهَا
تَسْعَى //
فَأَوْجَسَ
فِي
نَفْسِهِ
خِيفَةً
مُوسَى |
67. |
Bir an Musa,
onların iplerinin ve sopalarının, büyüleri sebebiyle
canlanıp yürüdüğünü sandı. // Hatta, hafiften bir korku bile
hissetti. |
قُلْنَا
لاَ تَخَفْ
إِنَّكَ
أَنْتَ
اْلأَعْلَى |
68. |
Biz de tam o sırada kendisine
fısıldadık: " Korkma çünkü en büyük sensin |
وَأَلْقِ
مَا فِي
يَمِينِكَ
تَلْقَفْ
مَا صَنَعُوا
إِنَّمَا
صَنَعُوا
كَيْدُ
سَاحِرٍ |
69. |
Sağ
elindekini yere at da onların yapıtlarını yutsun. Çünkü
yaptıkları sadece bir büyücü hilesidir. |
وَلاَ
يُفْلِحُ
السَّاحِرُ
حَيْثُ
أَتَى |
|
Hiçbir büyücü
gerçek bir başarı elde etmez. " |
فَأُلْقِيَ
السَّحَرَةُ
سُجَّدًا
قَالُوا
آمَنَّا
بِرَبِّ
هَارُونَ
وَمُوسَى |
70. |
Yenilen büyücüler
yerlere kapanıp: " Harûn ile Musa'nın Tanrı'sına
inandık " dediler. |
قَالَ
آمَنْتُمْ
لَهُ قَبْلَ
أَنْ آذَنَ
لَكُمْ |
71. |
Fıravun ise: " Ona, benden müsaade
almadan inandınız. |
إِنَّهُ
لَكَبِيرُكُمُ
الَّذِي
عَلَّمَكُمُ
السِّحْرَ
فَلأُقَطِّعَنَّ
أَيْدِيَكُمْ
وَأَرْجُلَكُمْ
مِنْ
خِلاَفٍ |
|
Bütün bunlar,
sizin büyü hocanız Musa'nın başının altından
çıkıyor olmalı, vallahi hepinizi elini ayağını
çaprazlama kesip |
وَلأُصَلِّبَنَّكُمْ
فِي جُذُوعِ
النَّخْلِ |
|
hurma kütüklerinde
sallandıracağım." |
وَلَتَعْلَمُنَّ
أَيُّنَا
أَشَدُّ عَذَابًا
وَأَبْقَى |
|
o zaman
anlayacaksınız hangimizin cezası daha yaman ve daha
kalıcı imiş." |
قَالُوا
لَنْ
نُؤْثِرَكَ
عَلَى مَا
جَاءَنَا
مِنَ
الْبَيِّنَاتِ
|
72. |
Büyücüler: " Bizim gözümüzle
gördüklerimiz senden daha önemli. |
وَالَّذِي
فَطَرَنَا
فَاقْضِ مَا
أَنْتَ
قَاضٍ
إِنَّمَا
تَقْضِي
هَذِهِ الْحَيَاةَ
الدُّنْيَا |
|
Allah
aşkına ne yapacaksan yap. Çünkü senin söz ve hükmün sadece bu
dünyada geçer. |
إِنَّا
آمَنَّا
بِرَبِّنَا
لِيَغْفِرَ
لَنَا
خَطَايَانَا
وَمَا
أَكْرَهْتَنَا
عَلَيْهِ
مِنَ
السِّحْرِ |
73. |
Biz ise,
Rabb'imize, suçlarımızı bağışlar ve
başımıza sardığın bu büyü belâsından bizi
kurtarır diye inandık |
وَاللهُ
خَيْرٌ
وَأَبْقَى |
|
Çünkü
hayırlı ve kalıcı olan Allahtır. " |
إِنَّهُ
مَنْ يَأْتِ
رَبَّهُ
مُجْرِمًا
فَإِنَّ
لَهُ
جَهَنَّمَ
لاَ يَمُوتُ
فِيهَا وَلاَ
يَحْيَى |
74. |
Rabbinin huzuruna
suçlu olarak gelenlerin cezası cehennemdir, artık orada ne ölüm
ölümdür, ne de yaşam yaşamdır. |
وَمَنْ
يَأْتِهِ
مُؤْمِنًا
قَدْ عَمِلَ
الصَّالِحَاتِ
فَأُولاَئِكَ
لَهُمُ
الدَّرَجَاتُ
الْعُلاَ |
75. |
Onun huzuruna
inanmış ve yararlı işler işlemiş olarak
gelenler ise, yüksek derecelere sahip olacaklardır: |
جَنَّاتُ
عَدْنٍ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا اْلأَنْهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا |
76. |
Yani içinde derelerin
çağladığı ve sonsuza kadar kalacakları Adin
bahçelerine. |
وَذَلِكَ
جَزَاءُ
مَنْ تَزَكَّى |
|
Evet ruhen
arınmanın karşılığı budur. |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 77.- 87. Ayetler |
وَلَقَدْ
أَوْحَيْنَا
إِلَى
مُوسَى أَنْ
أَسْرِ
بِعِبَادِي
|
77. |
Musa'ya: "
Kullarımı geceleyin yola çıkar " dedik. |
فَاضْرِبْ
لَهُمْ
طَرِيقًا
فِي الْبَحْرِ
يَبَسًا |
|
Denizde onlara
kuru bir yol bul.. |
لاَ
تَخَافُ
دَرَكًا
وَلاَ
تَخْشَى |
|
Sakın ola
yakalanma korku ve endişen olmasın " dedik. |
فَأَتْبَعَهُمْ
فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ
فَغَشِيَهُمْ
مِنَ
الْيَمِّ مَا
غَشِيَهُمْ |
78. |
Fıravun,
birlikleri ile onları takip ediyordu. Derken su duvarı öyle bir
yıkıldı ki üslerine. |
وَأَضَلَّ
فِرْعَوْنُ
قَوْمَهُ
وَمَا هَدَى |
79. |
Fıravun
halkını yanılttı, kendi de battı... |
يَابَنِي
إِسْرَائِيلَ
قَدْ
أَنجَيْنَاكُمْ
مِنْ
عَدُوِّكُمْ
|
80. |
İsrailoğulları! Sizi düşman elinden kurtardık. |
وَوَاعَدْنَاكُمْ
جَانِبَ
الطُّورِ
اْلأَيْمَنَ |
|
Tur
dağının sağ tarafında sizinle sözleştik. |
وَنَزَّلْنَا
عَلَيْكُمُ
الْمَنَّ
وَالسَّلْوَى |
|
Üzerinize âdeta
tohumlu gıdalar ve bıldırcın sürüleri
yağdırdık. |
كُلُوا
مِنْ
طَيِّبَاتِ
مَا
رَزَقْنَاكُمْ
|
81. |
Size verdiğimiz
bu gıdaların sağlıklı olanlarından yiyin dedik. |
وَلاَ
تَطْغَوْا
فِيهِ
فَيَحِلَّ
عَلَيْكُمْ
غَضَبِي |
|
Aşırılığa
kaçmayın, yoksa öfkeme muhatap olursunuz dedik. |
وَمَنْ
يَحْلِلْ
عَلَيْهِ
غَضَبِي
فَقَدْ هَوَى |
|
Benim öfkeme muhatap
olanlar, cehennemi boylar. |
وَإِنِّي
لَغَفَّارٌ
لِمَنْ
تَابَ وَآمَنَ
وَعَمِلَ
صَالِحًا
ثُمَّ
اهْتَدَى |
82. |
Ama ben, tövbe edeni,
sonra yaralı işler yapıp kendine çeki düzen vereni
bağışlarım. |
وَمَا
أَعْجَلَكَ
عَنْ
قَوْمِكَ
يَامُوسَى |
83. |
Allah: " Musa! Halkın için
neden bu kadar evişiyorsun ? " |
قَالَ
هُمْ
أُولاَءِ عَلَى
أَثَرِي
وَعَجِلْتُ
إِلَيْكَ
رَبِّ لِتَرْضَى |
84. |
Musa: " Onlar benim
arkamdalar, ben de sırf memnun olasın diye sana geldim ya Rab!
" |
قَالَ
فَإِنَّا
قَدْ
فَتَنَّا
قَوْمَكَ مِنْ
بَعْدِكَ
وَأَضَلَّهُمُ
السَّامِرِيُّ |
85. |
Allah: " biz senin
yokluğunda halkını ufaktan bir sınadık. Samirî
onları baştan çıkardı. " |
فَرَجَعَ
مُوسَى
إِلَى
قَوْمِهِ
غَضْبَانَ
أَسِفًا |
86. |
Musa üzgün ve öfkeli
olarak hemen halkın başına döndü. |
قَالَ
يَاقَوْمِ
أَلَمْ
يَعِدْكُمْ
رَبُّكُمْ
وَعْدًا
حَسَنًا |
|
Musa: " Sevgili milletim!
Allah sizlere güzel güzel vaatlerde bulunmadı mı ? |
أَفَطَالَ
عَلَيْكُمُ
الْعَهْدُ
أَمْ أَرَدْتُمْ
أَنْ
يَحِلَّ
عَلَيْكُمْ
غَضَبٌ مِنْ
رَبِّكُمْ
فَأَخْلَفْتُمْ
مَوْعِدِي |
|
Size bu vaatler
yapılalı daha ne kadar oldu ki. Yoksa siz Allah'tan belâ mı
istiyorsunuz? Bu yüzden mi sözümü tutmadınız ? |
قَالُوا
مَا
أَخْلَفْنَا
مَوْعِدَكَ
بِمَلْكِنَا
|
87. |
Halk: " Biz sana verdiğimiz
sözü keyfimizden çiğnemedik. |
وَلَكِنَّا
حُمِّلْنَا
أَوْزَارًا
مِنْ زِينَةِ
الْقَوْمِ
فَقَذَفْنَاهَا |
|
Fakat
Mısır halkından alıp getirdiğimiz ziynet yüklerini
ateşe atıp erittik. |
فَكَذَلِكَ
أَلْقَى
السَّامِرِيُّ |
|
Nitekim Samirî de
attı. " |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 88.- 98. Ayetler |
فَأَخْرَجَ
لَهُمْ
عِجْلاً
جَسَدًا
لَهُ
خُوَارٌ |
88. |
Samirî onlara
böğürebilen kocaman bir buzağı heykeli
yapmıştı. |
فَقَالُوا
هَذَا
إِلَهُكُمْ
وَإِلَهُ
مُوسَى
فَنَسِيَ |
|
Samirîler: " Bu dediler, hem
sizin tanrınız, hem de Musa'nın unutup gittiği
tanrısı. " |
أَفَلاَ
يَرَوْنَ
أَلاَّ
يَرْجِعُ
إِلَيْهِمْ
قَوْلاً
وَلاَ
يَمْلِكُ لَهُمْ
ضَرًّا
وَلاَ
نَفْعًا |
89. |
Onlar, bu heykelin
cevap veremeyeceğini, ayrıca kendilerine herhangi bir fayda ve
zarar veremeyeceğini görmüyorlar mıydı sanki. |
وَلَقَدْ
قَالَ
لَهُمْ
هَارُونُ
مِنْ قَبْلُ
يَاقَوْمِ
إِنَّمَا
فُتِنْتُمْ
بِهِ |
90. |
Harûn daha önce onlara: " Heey
Millet! Siz bununla sınanıyorsunuz. |
وَإِنَّ
رَبَّكُمُ
الرَّحْمَانُ
فَاتَّبِعُونِي
وَأَطِيعُوا
أَمْرِي |
|
Rabb'iniz
Allah'tır. Arkamdan gelin. Benim emirlerime saygılı olun
" diye
uyardığı halde |
قَالُوا
لَنْ
نَبْرَحَ
عَلَيْهِ
عَاكِفِينَ
حَتَّى
يَرْجِعَ
إِلَيْنَا
مُوسَى |
91. |
Halk: " Musa bize dönene kadar
bu buzağıya ibadete devam edeceğiz " diyordu. |
قَالَ
يَاهَارُونُ
مَا
مَنَعَكَ
إِذْ رَأَيْتَهُمْ
ضَلُّوا
أَلاَّ
تَتَّبِعَنِي |
92. |
Musa döndüğünde: " Harûn! dedi.
Saptıklarını görünce neden gelip beni uyarmadın? |
أَفَعَصَيْتَ
أَمْرِي |
93. |
Emirlerime
karşı mı geldin yoksa? "
|
قَالَ
يَبْنَؤُمَّ
لاَ
تَأْخُذْ
بِلِحْيَتِي
وَلاَ
بِرَأْسِي |
94. |
Harûn: " Canım
karındaşım! Saçımı sakalımı
asılıp durma benim! |
إِنِّي
خَشِيتُ
أَنْ
تَقُولَ
فَرَّقْتَ
بَيْنَ
بَنِي
إِسْرَائِيلَ
وَلَمْ
تَرْقُبْ
قَوْلِي |
|
Ben senin,
İsrailoğullarını bölüp parçaladın, sözlerimi hiç
kale almadın demenden korktum hep. " |
قَالَ
فَمَا
خَطْبُكَ
يَاسَامِرِيُّ |
95. |
Musa: " Samirî! Sana ne
oldu peki ? " |
قَالَ
بَصُرْتُ
بِمَا لَمْ
يَبْصُرُوا
بِهِ |
96. |
Samirî: " Ben de halkın
görmediğini gördüm. |
فَقَبَضْتُ
قَبْضَةً
مِنْ أَثَرِ
الرَّسُولِ
فَنَبَذْتُهَا |
|
Resulün
bastığı yerden bir avuç toz alıp potaya savurdum. |
وَكَذَلِكَ
سَوَّلَتْ
لِي نَفْسِي |
|
İçimden böyle
yapmak geldi. " |
قَالَ
فَاذْهَبْ
فَإِنَّ
لَكَ فِي
الْحَيَاةِ
أَنْ
تَقُولَ لاَ
مِسَاسَ |
97. |
Musa: " Defol! Bundan böyle
hayatta ' bana dokunmayın ' dan başka laf edemeyesin! |
وَإِنَّ
لَكَ
مَوْعِدًا
لَنْ
تُخْلَفَهُ |
|
Ama Tanrı ile
buluşma saatini asla iptal edemeyeceksin. |
وَانْظُرْ
إِلَى
إِلاَهِكَ
الَّذِي
ظَلْتَ عَلَيْهِ
عَاكِفًا |
|
Başını
bekleyip durduğun şu tanrı bozuntusuna bak! |
لَنُحَرِّقَنَّهُ
ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ
فِي
الْيَمِّ
نَسْفًا |
|
Şimdi hep
birlikte onu cayır cayır yakıp, deryaya savuralım da gör.
" |
إِنَّمَا
إِلَهُكُمُ
اللهُ
الَّذِي لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ |
98. |
Sizin gerçek
tanrınız kendisinden başka tanrı tanımayan
Allah'tır. |
وَسِعَ
كُلَّ
شَيْءٍ
عِلْمًا |
|
Onun bilgisi her
şeyi kapsar
|
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 99.- 113. Ayetler |
كَذَلِكَ
نَقُصُّ
عَلَيْكَ
مِنْ
أَنْبَاءِ
مَا قَدْ
سَبَقَ
|
99. |
Resulüm, biz sana geçmişin
haberlerinden bir demet sunduk. |
وَقَدْ
آتَيْنَاكَ
مِنْ
لَدُنَّا
ذِكْرًا |
|
Ayrıca dillere
destan bir Kitap verdik. |
مَنْ
أَعْرَضَ
عَنْهُ
فَإِنَّهُ
يَحْمِلُ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
وِزْرًا |
100. |
Bu Kitabı kabul
etmeyenler, kıyamet gününde büyük bir yük altına gireceklerdir. |
خَالِدِينَ
فِيهِ
وَسَاءَ
لَهُمْ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
حِمْلاً |
101. |
Hem de sonsuza kadar.
Kıyamet gününde bu yük, çekilir şey değildir. |
يَوْمَ
يُنْفَخُ
فِي
الصُّورِ
وَنَحْشُرُ
الْمُجْرِمِينَ
يَوْمَئِذٍ
زُرْقًا |
102. |
Sura üflenip de, suyu
çekilmiş feri gitmiş gözleriyle suçluları bir araya
topladığımızda |
يَتَخَافَتُونَ
بَيْنَهُمْ
إِنْ
لَبِثْتُمْ
إِلاَّ
عَشْرًا |
103. |
kendi
aralarında: " dünyada sadece on gün mü kaldınız ?
" diye fısıldaşırlar. |
نَحْنُ
أَعْلَمُ
بِمَا
يَقُولُونَ |
104. |
Aslında neler
konuştuklarını en iyi biz bilmekle beraber: |
إِذْ
يَقُولُ
أَمْثَلُهُمْ
طَرِيقَةً
إِنْ
لَبِثْتُمْ
إِلاَّ
يَوْمًا |
|
" Topu topu
bir gün kaldınız " diye akıllıca laf edenler de olur
|
وَيَسْأَلُونَكَ
عَنِ
الْجِبَالِ
فَقُلْ يَنْسِفُهَا
رَبِّي
نَسْفًا |
105. |
Resulüm sana dağları
soruyorlar. De ki: " Rabb'im onları dipten söküp savuracak. |
فَيَذَرُهَا
قَاعًا
صَفْصَفًا |
106. |
Yerlerini dümdüz
edip bırakacak. |
لاَ
تَرَى
فِيهَا
عِوَجًا
وَلاَ
أَمْتًا |
107. |
Ne bir engebe ne
tümsek göremeyeceksin. " |
يَوْمَئِذٍ
يَتَّبِعُونَ
الدَّاعِيَ
لاَ عِوَجَ
لَهُ |
108. |
O gün herkes,
dosdoğru çağıran sese koşar. |
وَخَشَعَتِ
اْلأَصْوَاتُ
لِلرَّحْمَانِ
فَلاَ
تَسْمَعُ
إِلاَّ
هَمْسًا |
|
Bütün sesler,
Sevgi'ye dikkat kesilir. Sadece belli belirsiz ayak sesleri duyarsın. |
يَوْمَئِذٍ
لاَ تَنفَعُ
الشَّفَاعَةُ
إِلاَّ مَنْ
أَذِنَ لَهُ
الرَّحْمَانُ
وَرَضِيَ
لَهُ
قَوْلاً |
109. |
O gün, sevgili
Tanrı'nın müsaade ettikleri ve söz hakkı verdikleri
dışında kimse kimseye şefaat edemez. |
يَعْلَمُ
مَا بَيْنَ
أَيْدِيهِمْ
وَمَا خَلْفَهُمْ
|
110. |
Allah, kulların
geçmişini de geleceğini de bilir. |
وَلاَ
يُحِيطُونَ
بِهِ
عِلْمًا |
|
Kimse onun ilmine
eremez. |
وَعَنَتِ
الْوُجُوهُ
لِلْحَيِّ
الْقَيُّومِ
وَقَدْ
خَابَ مَنْ
حَمَلَ
ظُلْمًا |
111. |
Ogün yüzler, hayat
dolu bu egemen güç karşısında
sıkıntılıdır. Haksızlık suçu ile gelenler
ise daha da perişandır. |
وَمَنْ
يَعْمَلْ
مِنَ
الصَّالِحَاتِ
وَهُوَ
مُؤْمِنٌ
فَلاَ
يَخَافُ
ظُلْمًا
وَلاً هَضْمًا |
112. |
İnanmış
olarak yararlı işler yapanların ise, haksızlığa
ve hakarete uğramak gibi bir endişeleri yoktur
|
وَكَذَلِكَ
أَنْزَلْنَاهُ
قُرْآنًا
عَرَبِيًّا |
113. |
Resulüm! biz bu Kuranı,
anlaşılır bir Arapça ile indirdik. |
وَصَرَّفْنَا
فِيهِ مِنَ
الْوَعِيدِ |
|
İçine de
sık sık uyarılar sepeledik ki, |
لَعَلَّهُمْ
يَتَّقُونَ
أَوْ
يُحْدِثُ لَهُمْ
ذِكْرًا |
|
Okuyan kendisini
sağlama alsın. Ya da en azından dikkat etsin. |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 114.- 125. Ayetler |
فَتَعَالَى
اللهُ
الْمَلِكُ
الْحَقُّ
|
114. |
Evrenin gerçek hakimi
yüce Allahtır |
وَلاَ
تَعْجَلْ
بِالْقُرْآنِ
مِنْ قَبْلِ أَنْ
يُقْضَى
إِلَيْكَ
وَحْيُهُ |
|
Resulüm! Sana
indirilen vahyin daha sonu gelmeden hemen okumaya davranma. |
وَقُلْ
رَبِّ
زِدْنِي
عِلْمًا |
|
" Ya Rab
ilmimi arttır " diye dua et
|
وَلَقَدْ
عَهِدْنَا
إِلَى آدَمَ
مِنْ قَبْلُ
فَنَسِيَ |
115. |
Adem'le önceden
anlaşmıştık. Ama unuttu. |
وَلَمْ
نَجِدْ لَهُ
عَزْمًا |
|
İnsan olarak
kendisinde kararlılık göremedik. |
وَإِذْ
قُلْنَا
لِلْمَلاَئِكَةِ
اسْجُدُوا
ِلآدَمَ |
116. |
Meleklere: "
Ademe, saygı durun " dedik. |
فَسَجَدُوا
إِلاَّ
إِبْلِيسَ
أَبَى |
|
Hepsi önünde
eğildiler. İblis ise reddetti. |
فَقُلْنَا
يَاآدَمُ
إِنَّ هَذَا
عَدُوٌّ لَكَ
وَلِزَوْجِكَ
|
117. |
Bunun üzerine Adem'e:
" Adem! İblis senin de eşinin de düşmanıdır. |
فَلاَ
يُخْرِجَنَّكُمَا
مِنَ
الْجَنَّةِ
فَتَشْقَى |
|
Sakın ola ki
sizi cennetten çıkarmasına izin verme yoksa perişan olursun. |
إِنَّ
لَكَ أَلاَّ
تَجُوعَ
فِيهَا
وَلاَ تَعْرَى |
118. |
Çünkü senin,
cennette iken yemek ve giyim derdin olmayacak. |
وَأَنَّكَ
لاَ
تَظْمَأُ
فِيهَا
وَلاَ تَضْحَى |
119. |
Ayrıca
susaman ve güneşte kavrulman da söz konusu değil. " |
فَوَسْوَسَ
إِلَيْهِ
الشَّيْطَانُ
قَالَ |
120. |
Gel gelelim
şeytan aklını çeldi ve dedi ki: |
يَاآدَمُ
هَلْ
أَدُلُّكَ
عَلَى
شَجَرَةِ الْخُلْدِ
وَمُلْكٍ
لاَ يَبْلَى |
|
" Adem! sana
ölümsüzlük ağacı ile birlikte hiç sönmeyen bir güç
kaynağını göstereyim mi ?" |
فَأَكَلاَ
مِنْهَا
فَبَدَتْ
لَهُمَا
سَوْآتُهُمَا
|
121. |
Ağaçtan yer
yemez, ikisinin de ayıp yerleri görünüverdi. |
وَطَفِقَا
يَخْصِفَانِ
عَلَيْهِمَا
مِنْ وَرَقِ
الْجَنَّةِ |
|
Hemen cennet
yapraklarından koparıp örtünme telaşına düştüler. |
وَعَصَى
آدَمُ
رَبَّهُ
فَغَوَى |
|
Adem, Sahib'ine
karşı gelmiş ve şaşırıp
kalmıştı. |
ثُمَّ
اجْتَبَاهُ
رَبُّهُ
فَتَابَ
عَلَيْهِ
وَهَدَى |
122. |
Derken
Tanrı'sı ona iyi davrandı. Tövbesini kabul edip yol gösterdi
ve: |
قَالَ
اهْبِطَا
مِنْهَا
جَمِيعًا
بَعْضُكُمْ
لِبَعْضٍ
عَدُوٌّ |
123. |
" Şimdi
birbirinize düşman olarak aşağı inin " dedi. |
فَإِمَّا
يَأْتِيَنَّكُمْ
مِنِّي
هُدًى |
|
Eğer benim
tarafımdan size bir önder gelir de |
فَمَنِ
اتَّبَعَ
هُدَايَ
فَلاَ
يَضِلُّ وَلاَ
يَشْقَى |
|
bu önderime
uyarsanız, yolunuzu şaşırıp zor durumda
kalmazsınız. |
وَمَنْ
أَعْرَضَ
عَنْ
ذِكْرِي
فَإِنَّ لَهُ
مَعِيشَةً
ضَنْكًا |
124. |
Benim adımı
anmak istemeyenlere ise hayatı zindan ederiz. |
وَنَحْشُرُهُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
أَعْمَى |
|
Üstelik
kıyamette de kör olarak haşrederiz. |
قَالَ
رَبِّ لِمَ
حَشَرْتَنِي
أَعْمَى
وَقَدْ كُنْتُ
بَصِيرًا |
125. |
Hatta: " Allah'ım!
ben dünyada görüyordum, neden körelttin ki " diye
sızlanır. |
سورة
طه: مكية 135
آية |
16.c. |
Tâ Hâ:
20 / 126.- 135. Ayetler |
قَالَ
كَذَلِكَ
أَتَتْكَ
آيَاتُنَا
فَنَسِيتَهَا
وَكَذَلِكَ
الْيَوْمَ
تُنْسَى |
126. |
Ona: " Öyle
ya bizim ayetlerimiz gelince sen hiç oralı olmadın. Aynı
şekilde bu gün de sen unutulacaksın. " diye karşılık
verilir. |
وَكَذَلِكَ
نَجْزِي
مَنْ
أَسْرَفَ
وَلَمْ يُؤْمِنْ
بِآيَاتِ
رَبِّهِ |
127. |
Evet biz, Allah
kelâmına inanmadığı halde atıp savanları da bu
şekilde cezalandıracağız. |
وَلَعَذَابُ
اْلآخِرَةِ
أَشَدُّ
وَأَبْقَى |
|
Ahiret cezası
ise daha ağır ve kalıcı olacaktır. |
أَفَلَمْ
يَهْدِ
لَهُمْ كَمْ
أَهْلَكْنَا
قَبْلَهُمْ
مِنَ
الْقُرُونِ
يَمْشُونَ
فِي
مَسَاكِنِهِمْ
|
128. |
Acaba bizim önceki
nesilleri yok edişimiz onları hiç etkilemedi mi? Halbuki
onların yurtlarında dolaşıp duruyorlar. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
لآيَاتٍ
لإُوْلِي
النُّهَى |
|
Evet bu
kalıntılarda aklı başında olanlar için alınacak
çok dersler var. |
وَلَوْلاَ
كَلِمَةٌ
سَبَقَتْ مِنْ
رَبِّكَ
لَكَانَ
لِزَامًا
وَأَجَلٌ مُسَمًّى |
129. |
Eğer Rabb'inin
vaktiyle verilmiş süreli sözü olmasaydı cezaları derhal
uygulanırdı. |
فَاصْبِرْ
عَلَى مَا
يَقُولُونَ |
130. |
Bu nedenle sen,
onların dediklerine aldırma. |
وَسَبِّحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ قَبْلَ
طُلُوعِ
الشَّمْسِ
وَقَبْلَ
غُرُوبِهَا
وَمِنْ
آنَاءِ
اللَّيْلِ |
|
Güneş
doğmadan önce, battıktan sonra, bir de geceleri, erişilmez
yüceliğini düşünerek Allah'a dua ile teşekkür et. |
فَسَبِّحْ
وَأَطْرَافَ
النَّهَارِ
لَعَلَّكَ
تَرْضَى |
|
Kendinle
barışık olabilmen için gündüzleri de Allahı
aklından çıkarma
|
وَلاَ
تَمُدَّنَّ
عَيْنَيْكَ
إِلَى مَا مَتَّعْنَا
بِهِ
أَزْوَاجًا
مِنْهُمْ
زَهْرَةَ
الْحَيَاةِ
الدُّنيَا
لِنَفْتِنَهُمْ
فِيهِ |
131. |
Resulüm! bazı çiftlerin emaneten
verdiğimiz cicili bicili şeylere gözünü dikip durma. Çünkü biz, bu
mallarla onları sınıyoruz. |
وَرِزْقُ
رَبِّكَ
خَيْرٌ
وَأَبْقَى |
|
Rabb'inin
rızkı, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. |
وَأْمُرْ
أَهْلَكَ
بِالصَّلاَةِ
وَاصْطَبِرْ
عَلَيْهَا |
132. |
Ailene namazla dua
etmeyi öğret. Kendin de namaza devam et. |
لاَ
نَسْأَلُكَ
رِزْقًا
نَحْنُ
نَرْزُقُكَ
وَالْعَاقِبَةُ
لِلتَّقْوَى |
|
Senden rızk
istemiyoruz. Biz, sana bakarız. Ama mutluluk, sağlamcı
anlayıştadır
|
وَقَالُوا
لَوْلاَ
يَأْتِينَا
بِآيَةٍ مِنْ
رَبِّهِ |
133. |
" Tanrı'dan
bize bir mucize getirmeliydi " diyorlar. |
أَوَلَمْ
تَأْتِهِمْ
بَيِّنَةُ
مَا فِي الصُّحُفِ
اْلأُولَى |
|
Acaba bunlar, önceki
kitaplarda yer alan mucizeleri hiç duymadılar mı? |
وَلَوْ
أَنَّا
أَهْلَكْنَاهُمْ
بِعَذَابٍ
مِنْ
قَبْلِهِ |
134. |
Eğer biz
onları elçimiz gelmeden cezalandırsa idik, |
لَقَالُوا
رَبَّنَا
لَوْلاَ
أَرْسَلْتَ
إِلَيْنَا
رَسُولاً |
|
bu sefer de: "
Ya Rab derlerdi, bize bir Tanrı elçisi göndersen de, |
فَنَتَّبِعَ
آيَاتِكَ
مِنْ قَبْلِ
أَنْ نَذِلَّ
وَنَخْزَى |
|
böyle perli
perişan olmadan senin sözlerine uysak olmaz mıydı " derlerdi. |
قُلْ
كُلٌّ
مُتَرَبِّصٌ
فَتَرَبَّصُوا
|
135. |
De ki: " herkes
beklemede. Siz de bekleyin. " |
فَسَتَعْلَمُونَ
مَنْ
أَصْحَابُ الصِّرَاطِ
السَّوِيِّ
وَمَنِ
اهْتَدَى |
|
Çünkü, kimler
doğru yolcu, kimler doğru yolda pek yakında bilecekler. |
[1]
Ö.Rıza
Doğrul'un, verdiği bilgilere göre tabut / teba, Eski
Mısır dilinde nehir yoluyla tanrı
taşıdığı için kutsal sayılan bir
sandıktır. Musanın anası, oğlunu sağlama almak
için, kutsal tabutu prenseslerin nehir banyosu yaptıkları bir
sırada nehre bırakmış, arkasından da süt anne olarak
saraya yerleşmiştir.