سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 1.-10. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
اِقْتَرَبَ
لِلنَّاسِ
حِسَابُهُمْ
وَهُمْ فِي
غَفْلَةٍ
مُعْرِضُونَ |
1. |
Yakında hesap
verecekler, hâlâ gaflet içinde itirazlarını sürdürüyorlar. |
مَا
يَأْتِيهِمْ
مِنْ ذِكْرٍ
مِنْ
رَبِّهِمْ
مُحْدَثٍ |
2. |
Rableri
tarafından habire yeni hatırlatmalar geliyor |
إِلاَّ
اسْتَمَعُوهُ
وَهُمْ
يَلْعَبُونَ |
|
ama, işi gücü
bırakıp da bunlara, şöyle bir kulak verelim demiyorlar. |
لاَهِيَةً
قُلُوبُهُمْ
وَأَسَرُّوا
النَّجْوَى
الَّذِينَ
ظَلَمُوا |
3. |
Bir taraftan
eğleniyorlar, bir taraftan da zalim yandaşlarına
açılıyorlar: |
هَلْ
هَذَا
إِلاَّ
بَشَرٌ
مِثْلُكُمْ |
|
" Yahu bu da
sizin gibi bir insan değil mi ? |
أَفَتَأْتُونَ
السِّحْرَ
وَأَنْتُمْ
تُبْصِرُونَ |
|
Şimdi siz,
göz göre göre büyülenmeye mi gidiyorsunuz ? " diyorlar. |
قَالَ
رَبِّي
يَعْلَمُ
الْقَوْلَ
فِي السَّمَاءِ
وَاْلأَرْضِ
|
4. |
Resul: "
Benim Tanrım yerde gökte bütün söylenenleri bilir. |
وَهُوَ
السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ |
|
Duyma ve bilgi
alanı sınırsızdır " derken |
بَلْ
قَالُوا
أَضْغَاثُ
أَحْلاَمٍ
بَلِ افْتَرَاهُ
|
5. |
Öbürü: "
Bunlar, rüya saçmalıkları, bunları Muhammed uyduruyor. " karşılığını
veriyor. |
بَلْ
هُوَ
شَاعِرٌ
فَلْيَأْتِنَا
بِآيَةٍ كَمَا
أُرْسِلَ
اْلأَوَّلُونَ |
|
Bir başkası:
" Yoo. Şair! Eski elçilere olduğu gibi bize de bir mucize
gönderilmeli " diyor. |
مَا
آمَنَتْ
قَبْلَهُمْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
أَهْلَكْنَاهَا
|
6. |
Daha önce helâk
ettiğimiz kent halkları inandı da |
أَفَهُمْ
يُؤْمِنُونَ |
|
bunlar mı
inanacak? |
وَمَا
أَرْسَلْنَا
قَبْلَكَ
إِلاَّ
رِجَالاً
نُوحِي
إِلَيْهِمْ |
7. |
Resulüm! Senden
önceki elçiler de sadece vahiy farkı olan sıradan adamlardı. |
فَاسْأَلُوا
أَهْلَ
الذِّكْرِ
إِنْ كُنْتُمْ
لاَ
تَعْلَمُونَ |
|
Eğer
bilmiyorsanız, ehlikitaba sorun. |
وَمَا
جَعَلْنَاهُمْ
جَسَدًا لاَ
يَأْكُلُونَ
الطَّعَامَ |
8. |
Onları yemez içmez
bir bedende yaratmadık. |
وَمَا
كَانُوا
خَالِدِينَ |
|
Ölümsüz de
değillerdi. |
ثُمَّ
صَدَقْنَاهُمُ
الْوَعْدَ |
9. |
Onlara
verdiğimiz sözü tuttuk. |
فَأَنجَيْنَاهُمْ
وَمَنْ
نَشَاءُ |
|
Onları ve
onlarla birlikte kurtarılmaya değer bulduklarımızı
kurtardık. |
وَأَهْلَكْنَا
الْمُسْرِفِينَ |
|
Aşırıları
ise helâk ettik. |
لَقَدْ
أَنْزَلْنَا
إِلَيْكُمْ
كِتَابًا
فِيهِ ذِكْرُكُمْ
|
10. |
Size
indirdiğimiz kitapta sizin adınız geçiyor. |
أَفَلاَ
تَعْقِلُونَ |
|
Bu ne demek
düşünsenize bir! |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 11.-24. Ayetler |
وَكَمْ
قَصَمْنَا
مِنْ
قَرْيَةٍ
كَانَتْ ظَالِمَةً
|
11. |
Haksızlık
eden nice kentleri kırıp geçirdik. |
وَأَنْشَأْنَا
بَعْدَهَا
قَوْمًا
آخَرِينَ |
|
Onların yerine
başka nesiller yetiştirdik. |
فَلَمَّا
أَحَسُّوا
بَأْسَنَا
إِذَا هُمْ مِنْهَا
يَرْكُضُونَ |
12. |
Bizim güçlü
atağımızı hissettiklerinde görsen bir
kaçışları vardı ki. |
لاَ
تَرْكُضُوا
وَارْجِعُوا
إِلَى مَا
أُتْرِفْتُمْ
فِيهِ
وَمَسَاكِنِكُمْ
|
13. |
Hadi kaçmayın!
Hadi eski şımarıklığınıza ve
köşklerinize dönün dönebilirseniz! |
لَعَلَّكُمْ
تُسْأَلُونَ |
|
Artık sorgulama
kaçınılmazdır! |
قَالُوا
يَاوَيْلَنَا
إِنَّا
كُنَّا ظَالِمِينَ |
14. |
" Yandık
mahvolduk! Biz de çok acımasızdık hani " gibisine
sızlanmalar. |
فَمَا
زَالَتْ تِلْكَ
دَعْوَاهُمْ حَتَّى
جَعَلْنَاهُمْ
حَصِيدًا
خَامِدِينَ |
15. |
Sorgulamaları
biter bitmez hepsini biçilmiş ekin gibi yerlere sereriz
|
وَمَا
خَلَقْنَا
السَّمَاءَ
وَاْلأَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
لاَعِبِينَ |
16. |
Biz, gökleri yeri ve bu ikisi
arasındakileri boşuna yaratmadık. |
لَوْ
أَرَدْنَا
أَنْ
نَتَّخِذَ
لَهْوًا لاَتَّخَذْنَاهُ
مِنْ
لَدُنَّا
إِنْ كُنَّا
فَاعِلِينَ |
17. |
Eğer
oyalanmak isteseydik, yapabilirdik. Çünkü bu güç sadece bizdedir. |
بَلْ
نَقْذِفُ
بِالْحَقِّ
عَلَى الْبَاطِلِ
فَيَدْمَغُهُ
فَإِذَا
هُوَ زَاهِقٌ |
18. |
Aksine biz,
hakkı batılın tam beyninde fırlatıp
patlatacağız. |
وَلَكُمُ
الْوَيْلُ
مِمَّا
تَصِفُونَ |
|
Yaptığınız
yakıştırmalardan dolayı yazıklar olsun sizlere! |
وَلَهُ
مَنْ فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
19. |
Göklerde ve yerde
olan akıllı akılsız tüm varlıklar
Allah'ındır. |
وَمَنْ
عِنْدَهُ لاَ
يَسْتَكْبِرُونَ
عَنْ عِبَادَتِهِ
وَلاَ
يَسْتَحْسِرُونَ |
|
Allahın emrinde
olan melekler, ona hizmet ederken asla böbürlenip yüksünmezler. |
يُسَبِّحُونَ
اللَّيْلَ
وَالنَّهَارَ
لاَ
يَفْتُرُونَ |
20. |
Gece gündüz
bıkıp usanmadan onun erişilmez yüceliğini dile
getirirler. |
أَمِ
اتَّخَذُوا
آلِهَةً
مِنَ
اْلأَرْضِ
هُمْ يُنْشِرُونَ |
21. |
Yoksa onların,
yerden çıkıp ölüleri diriltecek bir tanrı
saplantıları mı var? |
لَوْ
كَانَ
فِيهِمَا
آلِهَةٌ
إِلاَّ
اللهُ لَفَسَدَتَا
|
22. |
Eğer Allah'tan
başka yer ve gök tanrıları olsaydı, önce bu ikili birbirine
düşerdi. |
فَسُبْحَانَ
اللهِ رَبِّ
الْعَرْشِ
عَمَّا
يَصِفُونَ |
|
Halbuki
arşı âlâyı çekip çeviren Allah onların havsalasına
sığmayacak kadar erişilmezdir. |
لاَ
يُسْأَلُ
عَمَّا
يَفْعَلُ
وَهُمْ يُسْأَلُونَ |
23. |
Allah
yaptığından sorumlu değildir. Allahın dışında
her ne varsa hesaba çekilecektir. |
أَمِ
اتَّخَذُوا
مِنْ
دُونِهِ
آلِهَةً |
24. |
Eğer Allah'tan
öte tanrı anlayışları varsa |
قُلْ
هَاتُوا
بُرْهَانَكُمْ
|
|
Şunu söyle:
" hadi ispatlayın. |
هَذَا
ذِكْرُ مَنْ
مَعِيَ
وَذِكْرُ
مَنْ
قَبْلِي |
|
İşte
Kuran işte benden öncekilerin Kitabı. " |
بَلْ
أَكْثَرُهُمْ
لاَ
يَعْلَمُونَ
الْحَقَّ
فَهُمْ
مُعْرِضُونَ |
|
Ne yazık ki
onların çoğu gerçeği bilmiyorlar. Ama gerçekten de
kaçıyorlar. |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 25.-35. Ayetler |
وَمَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
مِنْ
رَسُولٍ |
25. |
Resulüm! biz senden
önce ne zaman bir elçi göndersek |
إِلاَّ
نُوحِي
إِلَيْهِ
أَنَّهُ لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ
أَنَا
فَاعْبُدُونِ |
|
ilk işimiz ona:
" benden başka tanrı yoktur, sadece bana ibadet edin
" demek olmuştur. |
وَقَالُوا
اتَّخَذَ
الرَّحْمَانُ
وَلَدًا
سُبْحَانَهُ
بَلْ
عِبَادٌ
مُكْرَمُونَ |
26. |
" Allah'ın
çocuğu var " diyorlar. Halbuki Allah, erişilmez yücedir!
Melekler ise, Allah'ın değerli kullardır. |
لاَ
يَسْبِقُونَهُ
بِالْقَوْلِ
وَهُمْ بِأَمْرِهِ
يَعْمَلُونَ |
27. |
Melekler, Allah'ın
işine karışamazlar, sadece ona hizmet ederler. |
يَعْلَمُ
مَا بَيْنَ
أَيْدِيهِمْ
وَمَا خَلْفَهُمْ
|
28. |
Allah meleklerin, hem
geçmişlerini, hem geleceklerini bilir. |
وَلاَ
يَشْفَعُونَ
إِلاَّ
لِمَنِ
ارْتَضَى
وَهُمْ مِنْ
خَشْيَتِهِ
مُشْفِقُونَ |
|
Melekler, sadece
Allah'ın onay verdiği kimselere şefaat edebilirler.
Allah korkusu ile yürekleri hep kıpır kıpırdır. |
وَمَنْ
يَقُلْ
مِنْهُمْ
إِنِّي
إِلَهٌ مِنْ
دُونِهِ |
29. |
Melekler
arasında: " Ben Allah'tan farklı bir tanrıyım
" diyen olursa, |
فَذَلِكَ
نَجْزِيهِ
جَهَنَّمَ
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الظَّالِمِينَ |
|
cezası
cehennemdir. Zaten saygısızlık edenlere verdiğimiz ceza
hep budur... |
أَوَلَمْ
يَرَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
أَنَّ السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
كَانَتَا
رَتْقًا
فَفَتَقْنَاهُمَا
|
30. |
İnkar edenler, göklerin ve yerin vaktiyle
bitişik olduğunu, bunları sonradan
ayırdığımızı anlayamadılar mı? |
وَجَعَلْنَا
مِنَ
الْمَاءِ
كُلَّ
شَيْءٍ
حَيٍّ
أَفَلاَ
يُؤْمِنُونَ |
|
Her canlı
nesneyi sudan yarattığımıza bakıp inanmaları
gerekmez mi? |
وَجَعَلْنَا
فِي
اْلأَرْضِ
رَوَاسِيَ
أَنْ
تَمِيدَ
بِهِمْ |
31. |
İnsanları
sallama ihtimaline karşı yerküreyi dağlarla
sağlamlaştırdığımızı göremediler mi? |
وَجَعَلْنَا
فِيهَا
فِجَاجًا
سُبُلاً لَعَلَّهُمْ
يَهْتَدُونَ |
|
Ya yol alabilmeleri
için dağlar arasında açtığımız gediklere ne
demeli? |
وَجَعَلْنَا
السَّمَاءَ سَقْفًا
مَحْفُوظًا
وَهُمْ عَنْ
آيَاتِهَا
مُعْرِضُونَ |
32. |
Gökyüzüne
çattığımız güvenli çatıya rağmen hâlâ
işaretlerimizi göremediler ha? |
وَهُوَ
الَّذِي
خَلَقَ
اللَّيْلَ
وَالنَّهَارَ
وَالشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
|
33. |
Geceyi gündüzü,
ayı güneşi yaratan odur. |
كُلٌّ
فِي فَلَكٍ
يَسْبَحُونَ |
|
Hepsi boşlukta
yüzüp duruyorlar
|
وَمَا
جَعَلْنَا
لِبَشَرٍ
مِنْ
قَبْلِكَ الْخُلْدَ
|
34. |
Resulüm! biz, senden önce hiçbir
beşere ölümsüzlük vermedik. |
أَفَإِنْ
مِتَّ
فَهُمُ
الْخَالِدُونَ |
|
Sen ölürsen sanki
onlar ölümsüzlüğe mi erecekler. |
كُلُّ
نَفْسٍ
ذَائِقَةُ
الْمَوْتِ |
35. |
Her canlı ölümü
tadacaktır. |
وَنَبْلُوكُمْ
بِالشَّرِّ
وَالْخَيْرِ
فِتْنَةً |
|
İyi ya da kötü
ile sizi sınava tabi tutuyoruz. |
وَإِلَيْنَا
تُرْجَعُونَ |
|
Çünkü en sonunda bize
döneceksiniz. |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 36.-44. Ayetler |
وَإِذَا
رَآكَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
إِنْ يَتَّخِذُونَكَ
إِلاَّ
هُزُوًا
|
36. |
Resulüm! inkarcılar görür görmez
seni alaya alıp kendi yandaşlarına: |
أَهَذَا
الَّذِي
يَذْكُرُ
آلِهَتَكُمْ |
|
" sizin
tanrılarınızı diline dolayan bu mu? " diyerek |
وَهُمْ
بِذِكْرِ
الرَّحْمَانِ
هُمْ كَافِرُونَ |
|
her şeye sevgi
ile hakim olan Allahı inkar ediyorlar. |
خُلِقَ
اْلإنسَانُ
مِنْ عَجَلٍ |
37. |
İnsanoğlu
aceleci yaratılmıştır. |
سَأُرِيكُمْ
آيَاتِي
فَلاَ
تَسْتَعْجِلُونِ |
|
Ben size mucizelerimi
yakında göstereceğim beni sıkıştırmanıza
gerek yok
|
وَيَقُولُونَ
مَتَى هَذَا
الْوَعْدُ
إِنْ كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
38. |
Bir de: " Madem o kadar
eminsiniz, bu felaket ne zaman gerçekleşecek " diyorlar. |
لَوْ
يَعْلَمُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
حِينَ لاَ
يَكُفُّونَ
عَنْ
وُجُوهِهِمُ
النَّارَ
وَلاَ عَنْ
ظُهُورِهِمْ
وَلاَ هُمْ
يُنْصَرُونَ |
39. |
Ah inkarcılar,
önden arkadan saldıran ateşe karşı koyamayacakları
ve yardım alamayacakları günü bir görebilseler! |
بَلْ
تَأْتِيهِمْ
بَغْتَةً
فَتَبْهَتُهُمْ
|
40. |
Ama bu felaket onlara
ansızın gelince apışıp kalacaklar. |
فَلاَ
يَسْتَطِيعُونَ
رَدَّهَا
وَلاَ هُمْ
يُنْظَرُونَ |
|
Onu kendi
başlarına def edemeyecekleri gibi kendilerine bir süre de
verilmeyecek
|
وَلَقَدِ
اسْتُهْزِئَ
بِرُسُلٍ
مِنْ قَبْلِكَ
|
41. |
Resulüm! Senden önceki Tanrı
elçileri de hep alaya alınmıştır. |
فَحَاقَ
بِالَّذِينَ
سَخِرُوا
مِنْهُمْ مَا
كَانُوا
بِهِ
يَسْتَهْزِئُون |
|
Fakat alaya
aldıkları şey, alaycıların başını
yemiştir. |
قُلْ
مَنْ
يَكْلَؤُكُمْ
بِاللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
مِنَ
الرَّحْمَانِ
|
42. |
De ki: " Gece
ya da gündüz, kim sizi her şeye sevgiyle hakim olan Allah'ın
elinden alabilir? " |
بَلْ
هُمْ عَنْ
ذِكْرِ
رَبِّهِمْ
مُعْرِضُونَ |
|
Resulüm! aslında
onlar, kendilerini yöneten Tanrı'nın adından ürküyorlar. |
أَمْ
لَهُمْ
آلِهَةٌ
تَمْنَعُهُمْ
مِنْ دُونِنَا
|
43. |
Yoksa onların
bize engel olabilecek başka tanrıları mı var? |
لاَ
يَسْتَطِيعُونَ
نَصْرَ أَنْفُسِهِمْ
|
|
Oysa, ne onlar kendi
kendilerine bakabilir |
وَلاَ
هُمْ مِنَّا
يُصْحَبُونَ |
|
ne de bizden yüz
bulabilirler
|
بَلْ
مَتَّعْنَا
هَؤُلاَءِ
وَآبَاءَهُمْ
|
44. |
Resulüm! aslında biz, bu
insanları ataları gibi nimete gark ettik. |
حَتَّى
طَالَ
عَلَيْهِمُ
الْعُمُرُ |
|
Hatta uzun süre bu
nimetin tadını çıkardılar. |
أَفَلاَ
يَرَوْنَ
أَنَّا
نَأْتِي
اْلأَرْضَ
نَنْقُصُهَا
مِنْ
أَطْرَافِهَا |
|
Acaba şimdi bu
insanlar bizim, ucun ucun topraklarına girdiğimizi de mi
göremiyorlar? |
أَفَهُمُ
الْغَالِبُونَ |
|
Hâlâ galip
geleceklerini mi sanıyorlar? |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 45.-57. Ayetler |
قُلْ
إِنَّمَا
أُنْذِرُكُمْ
بِالْوَحْيِ
|
45. |
Resulüm! sen: " ben
sizi sadece vahiy ile uyarabilirim " de. |
وَلاَ
يَسْمَعُ
الصُّمُّ
الدُّعَاءَ
إِذَا مَا
يُنْذَرُونَ |
|
Ama
sağırlar, kendilerine yapılan uyarıları duyamazlar
ki. |
وَلَئِنْ
مَسَّتْهُمْ
نَفْحَةٌ
مِنْ عَذَابِ
رَبِّكَ |
46. |
Eğer
burunları, Rabb'inden ufacık bir ceza kokusu alabilse: |
لَيَقُولُنَّ
يَاوَيْلَنَا
إِنَّا
كُنَّا
ظَالِمِينَ |
|
" Eyvaah!
hakikaten haksızlık etmişiz " diye
yaygarasını çoktan basarlardı. |
وَنَضَعُ
الْمَوَازِينَ
الْقِسْطَ
لِيَوْمِ
الْقِيَامَةِ
|
47. |
Resulüm! kıyamet
gününde biz, en hassas tartı cihazlarını ortaya koyarız. |
فَلاَ
تُظْلَمُ
نَفْسٌ
شَيْئًا |
|
Kimseye zerrece
haksızlık yapılmaz. |
وَإِنْ
كَانَ
مِثْقَالَ
حَبَّةٍ
مِنْ خَرْدَلٍ
أَتَيْنَا
بِهَا |
|
Yapılan amel,
hardal tanesi kadar da olsa onu teraziye koyarız. |
وَكَفَى
بِنَا
حَاسِبِينَ |
|
Hesap görmede bizim
üstümüze yoktur
|
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
مُوسَى
وَهَارُونَ
الْفُرْقَانَ
|
48. |
Biz Musa ve Harûn'a kılı
kırk yaran bir Kitap vermiştik. |
وَضِيَاءً
وَذِكْرًا
لِلْمُتَّقِينَ |
|
Hem de
sağlamcılar için bir ışık ve unutulmaz bir anı
olmak üzere. |
اَلَّذِينَ
يَخْشَوْنَ
رَبَّهُمْ
بِالْغَيْبِ
|
49. |
Resulüm! Rab'lerinin
yüzünü görmediği halde içlerinde kıpırtı hissedenler, |
وَهُمْ
مِنَ
السَّاعَةِ
مُشْفِقُونَ |
|
kıyamet sözünden
bile, heyecanlanırlar, |
وَهَذَا
ذِكْرٌ
مُبَارَكٌ
أَنْزَلْنَاهُ
|
50. |
sebebi ise indirdiğimiz
bu kutsal Anıdır. |
أَفَأَنْتُمْ
لَهُ مُنْكِرُونَ |
|
Bunu görmezden
gelemezsiniz?
|
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
إِبْرَاهِيمَ
رُشْدَهُ
مِنْ قَبْلُ
وَكُنَّا
بِهِ
عَالِمِينَ |
51. |
Biz İbrahime daha genç
yaşında olgunluk vermiştik. Tabiki olacakları biliyorduk: |
إِذْ
قَالَ
ِلأَبِيهِ
وَقَوْمِهِ
مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ
الَّتِي
أَنْتُمْ
لَهَا عَاكِفُونَ |
52. |
İbrahim bir gün babasına ve
halkına: " Habire taşınıp durduğunuz bu
heykeller de neyin nesi? " |
قَالُوا
وَجَدْنَا
آبَاءَنَا
لَهَا عَابِدِينَ |
53. |
Cemaat: " N'apalım atalarımızı
hep bunlara hizmet eder bulduk. " |
قَالَ
لَقَدْ كُنْتُمْ
أَنْتُمْ
وَآبَاؤُكُمْ
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
54. |
İbrahim: " Vallahi siz de
atalarınız da kendinizde değilsiniz. " |
قَالُوا
أَجِئْتَنَا
بِالْحَقِّ
أَمْ أَنْتَ
مِنَ
اللاَّعِبِينَ |
55. |
Cemaat: " Doğru mu
söylüyorsun? Yoksa dalga mı geçiyorsun? " |
قَالَ
بَل
رَبُّكُمْ
رَبُّ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
الَّذِي
فَطَرَهُنَّ
وَأَنَا
عَلَى
ذَلِكُمْ
مِنَ
الشَّاهِدِينَ |
56. |
İbrahim: " sizin gerçek
sahibiniz, göklerin ve yerin de Sahibidir. Açıkçası ben, sizin bu
durumunuza karşı tanıklık edebilirim. " |
وَتَاللهِ
َلأَكِيدَنَّ
أَصْنَامَكُمْ
بَعْدَ أَنْ
تُوَلُّوا
مُدْبِرِينَ |
57. |
Bir yandan da " Vallahi
siz çekip gittikten sonra putlarınıza öyle bir oyun edeceğim
ki " |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 58.-72. Ayetler |
فَجَعَلَهُمْ
جُذَاذًا
إِلاَّ
كَبِيرًا لَهُمْ
لَعَلَّهُمْ
إِلَيْهِ
يَرْجِعُونَ |
58. |
dedi, ardından
da bütün heykelleri parçaladı, cemaati düşündürmek için
büyüğünü bıraktı. |
قَالُوا
مَنْ فَعَلَ
هَذَا
بِآلِهَتِنَا
إِنَّهُ
لَمِنَ
الظَّالِمِينَ |
59. |
Cemaat: " Bunu
tanrılarımıza kim yaptı acaba? Vay insafsız vay!
" |
قَالُوا
سَمِعْنَا
فَتًى
يَذْكُرُهُمْ
يُقَالُ
لَهُ
إِبْرَاهِيمُ |
60. |
Birileri: " İbrahim
adında bir delikanlı bu putları diline dolamış diye
duyduktu. " |
قَالُوا
فَأْتُوا
بِهِ عَلَى
أَعْيُنِ
النَّاسِ
لَعَلَّهُمْ
يَشْهَدُونَ |
61. |
Diğeri: " Getirin onu. Herkes
görsün, belki tanıyanlar olur! " |
قَالُوا
أَأَنْتَ
فَعَلْتَ
هَذَا
بِآلِهَتِنَا
يَاإِبْرَاهِيمُ |
62. |
Öbürü: " Sen mi yaptın
bunu tanrılarımıza İbrahim!!! " |
قَالَ
بَلْ
فَعَلَهُ
كَبِيرُهُمْ
هَذَا |
63. |
İbrahim: " Ne münasebet! Herhalde
şu büyük olanları yapmış olmalı. |
فَاسْأَلُوهُمْ
إِنْ
كَانُوا يَنْطِقُونَ |
|
Konuşabilirlerse
eğer, kendilerine sorun.
" |
فَرَجَعُوا
إِلَى أَنْفُسِهِمْ
|
64. |
Sonunda
akılları başlarına geldi. |
فَقَالُوا
إِنَّكُمْ
أَنْتُمُ
الظَّالِمُونَ |
|
Birileri: " Vallahi siz hep
kendinize yazık etmişsiniz. " |
ثُمَّ
نُكِسُوا
عَلَى
رُءُوسِهِمْ
|
65. |
Sonra
başlarını eğerek söze devamla: |
لَقَدْ
عَلِمْتَ
مَا
هَؤُلاَءِ
يَنْطِقُونَ |
|
" Sen de pek
âlâ bilirsin ki putlar konuşamaz. " |
قَالَ
أَفَتَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ مَا
لاَ يَنْفَعُكُمْ
شَيْئًا
وَلاَ
يَضُرُّكُمْ |
66. |
İbrahim: " Yani şimdi siz,
Allahı bırakıp da size hiçbir getirisi ve götürüsü olmayan,
şeylere mi hizmet ediyorsunuz? |
أُفٍّ
لَكُمْ
وَلِمَا
تَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ
أَفَلاَ
تَعْقِلُونَ |
67. |
Size de
Allahı bırakıp kul olduklarınıza da yazıklar
olsun! Hiç kafa yok mu sizde? " |
قَالُوا
حَرِّقُوهُ
وَانْصُرُوا
آلِهَتَكُمْ
إِنْ كُنْتُمْ
فَاعِلِينَ |
68. |
Sesler: " Yakın onu! Bir
şey yapacaksanız, onu yakarak tanrılarınızı
hoşnut edin
" |
قُلْنَا
يَانَارُ
كُونِي
بَرْدًا
وَسَلاَمًا
عَلَى
إِبْرَاهِيمَ |
69. |
Ateşe dedik ki: " Ey alev!
ağır ol! İbrahime karşı serin ol. " |
وَأَرَادُوا
بِهِ
كَيْدًا
فَجَعَلْنَاهُمُ
اْلأَخْسَرِينَ |
70. |
İbrahimi
düzenek kurup yakmak istediler ama biz onları yenilmekten beter ettik. |
وَنَجَّيْنَاهُ
وَلُوطًا
إِلَى
اْلأَرْضِ
الَّتِي
بَارَكْنَا
فِيهَا
لِلْعَالَمِينَ |
71. |
Biz İbrahimi de
Lûtu da kurtarıp tüm
dünyanın gözde mekanı, kutsal topraklara yönlendirdik. |
وَوَهَبْنَا
لَهُ
إِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ
نَافِلَةً |
72. |
Ayrıca
İbrahime, gönlümüzden [1] İshâk ve ya'kûb
gibi iki oğlan bağışladık. |
وَكُلاًّ
جَعَلْنَا
صَالِحِينَ |
|
Hepsini de gözde
kullar eyledik. |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 73.-81. Ayetler |
وَجَعَلْنَاهُمْ
أَئِمَّةً
يَهْدُونَ
بِأَمْرِنَا
|
73. |
Hepsini, bizden
aldığı ferman ile topluma yön veren önderler kıldık |
وَأَوْحَيْنَا
إِلَيْهِمْ
فِعْلَ
الْخَيْرَاتِ
وَإِقَامَ
الصَّلاَةِ
وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ
وَكَانُوا
لَنَا
عَابِدِينَ |
|
Hepsini hayır
faaliyetleri yanı sıra namaz ve zekatla sorumlu tuttuk. Hepsi de
bize gönülden hizmet ettiler
|
وَلُوطًا
آتَيْنَاهُ
حُكْمًا
وَعِلْمًا |
74. |
Lût'a da bilgi destekli yönetim
sanatını öğrettik |
وَنَجَّيْنَاهُ
مِنَ
الْقَرْيَةِ
الَّتِي
كَانَتْ
تَعْمَلُ
الْخَبَائِثَ |
|
Onu pis işler
yapan kentten kurtardık. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْمَ
سَوْءٍ
فَاسِقِينَ |
|
Çünkü laf anlamaz
berbat bir toplumdular. |
وَأَدْخَلْنَاهُ
فِي
رَحْمَتِنَا
إِنَّهُ
مِنَ
الصَّالِحِينَ |
75. |
Onu da sevgi ile
kucakladık. Çünkü o da gözde kullarımızdan idi
|
وَنُوحًا
إِذْ نَادَى
مِنْ قَبْلُ
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ |
76. |
Nûh'un ta baştan beri devam
eden yakarışlarına da karşılık verdik. |
فَنَجَّيْنَاهُ
وَأَهْلَهُ
مِنَ
الْكَرْبِ
الْعَظِيمِ |
|
Onu ve ailesini büyük
bir sıkıntıdan kurtardık. |
وَنَصَرْنَاهُ
مِنَ
الْقَوْمِ
الَّذِينَ كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
|
77. |
Onu, sözlerimizi
inkar eden bir toplum elinden çekip aldık. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْمَ
سَوْءٍ
فَأَغْرَقْنَاهُمْ
أَجْمَعِينَ |
|
Nuh kavmi berbat bir
toplum idi. Nitekim hepsini sulara gömdük
|
وَدَاوُودَ
وَسُلَيْمَانَ
إِذْ
يَحْكُمَانِ
فِي
الْحَرْثِ |
78. |
Dâvud ve Sülaymanı hatırla.
Hani ikisi birden bir ekin hakkında bilirkişi olmuşlardı. |
إِذْ
نَفَشَتْ
فِيهِ
غَنَمُ
الْقَوْمِ |
|
Koyunlar tarlayı
talan ettiklerinde, |
وَكُنَّا
لِحُكْمِهِمْ
شَاهِدِينَ |
|
biz bu ikilinin
kararlarını izliyorduk. |
فَفَهَّمْنَاهَا
سُلَيْمَانَ
|
79. |
Ayrıca
Süleyman'a olayların esrarını bellettik. |
وَكُلاًّ
آتَيْنَا
حُكْمًا
وَعِلْمًا |
|
Her ikisine, bilgi
destekli yönetim sanatını öğrettik. |
وَسَخَّرْنَا
مَعَ
دَاوُودَ
الْجِبَالَ
يُسَبِّحْنَ
وَالطَّيْرَ
وَكُنَّا
فَاعِلِينَ
|
|
Dağlar taşlar
öten kuşlar, eşlik ederdi Davud'un vuruşlarına.
Bunları biz yaptık. |
وَعَلَّمْنَاهُ
صَنْعَةَ
لَبُوسٍ
لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ
مِنْ
بَأْسِكُمْ |
80. |
Ayrıca Dâvud'a,
darbelere karşı kullanmakta olduğunuz zırh yapım
sanatını öğrettik. |
فَهَلْ
أَنْتُمْ
شَاكِرُونَ |
|
Bunları
yapanlara teşekkür etmelisiniz?
|
وَلِسُلَيْمَانَ
الرِّيحَ
عَاصِفَةً |
81. |
Sert esen düzenli Rüzgârları da
Süleymanın emrine vermiştik. |
تَجْرِي
بِأَمْرِهِ
إِلَى
اْلأَرْضِ
الَّتِي
بَارَكْنَا
فِيهَا |
|
Süleyman'ın
Gemileri [2]
bir komutla bereketli topraklara doğru düzenli seferler yapardı. |
وَكُنَّا
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَالِمِينَ |
|
Her şey, bizim
bilgimiz dahilinde idi. |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 82.-90. Ayetler |
وَمِنَ
الشَّيَاطِينِ
مَنْ
يَغُوصُونَ
لَهُ
|
82. |
Süleymanın
deniz dibine dalış yapan şeytanları / özel timleri de
vardı. |
وَيَعْمَلُونَ
عَمَلاً
دُونَ
ذَلِكَ وَكُنَّا
لَهُمْ
حَافِظِينَ |
|
Bu timler başka
işler de yaparlardı. Biz de onları korumaya alırdık
|
وَأَيُّوبَ
إِذْ نَادَى
رَبَّهُ
أَنِّي مَسَّنِيَ
الضُّرُّ |
83. |
Eyyûb'u hatırlıyor musun. "
Ya Rab başım dertte. |
وَأَنْتَ
أَرْحَمُ
الرَّاحِمِينَ |
|
Artık sevgi
sende şefkat sende
" diye yakarırdı hep. |
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ
فَكَشَفْنَا
مَا بِهِ
مِنْ ضُرٍّ
وَآتَيْنَاهُ
أَهْلَهُ |
84. |
Biz ona da
karşılık verip sıkıntısını giderdik
ve ailesine kavuşturduk. |
وَمِثْلَهُمْ
مَعَهُمْ
رَحْمَةً
مِنْ عِنْدِنَا
|
|
Hatta sevgimizin bir
ifadesi olarak sıkıntısını fazlasıyla
karşıladık. |
وَذِكْرَى
لِلْعَابِدِينَ |
|
Eyyûbun sabrı,
dillere destan olmuştur!
|
وَإِسْمَاعِيلَ
وَإِدْرِيسَ
وَذَا الْكِفْلِ
كُلٌّ مِنَ
الصَّابِرِينَ |
85. |
İsmaili, İdrisi ve Zülkkifli de yad
et. çünkü onlar da sabır küpüydüler. |
وَأَدْخَلْنَاهُمْ
فِي
رَحْمَتِنَا
إِنَّهُمْ
مِنَ
الصَّالِحِينَ |
86. |
Biz onları da
şefkatle kucakladık. Çünkü hepsi iyilik
sevdalısıydılar
|
وَذَا
النُّونِ
إِذْ ذَهَبَ
مُغَاضِبًا |
87. |
Yûnusu da hatırla. Hani
kızarak çekip gitmiş |
فَظَنَّ
أَنْ لَنْ
نَقْدِرَ
عَلَيْهِ |
|
neredeyse kendisine
ulaşamayacağımızı sanmıştı. |
فَنَادَى
فِي
الظُّلُمَاتِ
أَنْ لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ
أَنْتَ |
|
Taa zifiri
karanlıklar içinden: " Tanrım! sadece sen varsın, |
سُبْحَانَكَ
إِنِّي كُنْتُ
مِنَ
الظَّالِمِينَ |
|
sen erişilmez
yücesin ama ben, kendim ettim! Kendim buldum " diye
haykırmıştı. |
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ
وَنَجَّيْنَاهُ
مِنَ
الْغَمِّ |
88. |
Biz ona da cevap
vermiş, onu da bu ümitsiz durumdan kurtarmıştık. |
وَكَذَلِكَ
نُنْجِي
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Biz, yürekten
inananların imdadına yetişiriz
|
وَزَكَرِيَّا
إِذْ نَادَى
رَبَّهُ
رَبِّ لاَ
تَذَرْنِي
فَرْدًا |
89. |
Zekeriyya'yı da
hatırlarsın. Hani: " Ya Rab beni bir başıma
zürriyetsiz bırakma! |
وَأَنْتَ
خَيْرُ
الْوَارِثِينَ |
|
en
hayırlı verici sensin " diye yalvarmıştı. |
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ
وَوَهَبْنَا
لَهُ يَحْيَى
وَأَصْلَحْنَا
لَهُ
زَوْجَهُ |
90. |
Ona da cevap verdik,
yaşlı eşinin genlerini tamir edip kendisine Yahya'yı
bağışladık. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا
يُسَارِعُونَ
فِي
الْخَيْرَاتِ |
|
Adı geçen bu
elçilerin hepsi de, iyilik peşinde koşan sevdalılar idi. |
وَيَدْعُونَنَا
رَغَبًا
وَرَهَبًا |
|
Hepsi bize içtenlikle
ve yürekten yalvardılar. |
وَكَانُوا
لَنَا
خَاشِعِينَ |
|
Hepsi de bize
gönülden bağlıydılar
|
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 91.-101. Ayetler |
وَالَّتِي
أَحْصَنَتْ
فَرْجَهَا
فَنَفَخْنَا
فِيهَا مِنْ
رُوحِنَا
|
91. |
Resulüm! iffetli Meryemi de yad
etmelisin. Ona canımızdan can verdik. |
وَجَعَلْنَاهَا
وَابْنَهَا
آيَةً
لِلْعَالَمِينَ |
|
Kendisini ve
oğlunu tüm âleme bayrak ettik. |
إِنَّ
هَذِهِ
أُمَّتُكُمْ
أُمَّةً
وَاحِدَةً
وَأَنَا
رَبُّكُمْ
فَاعْبُدُونِ |
92. |
" Dininiz bu,
yolunuz bir, Sahibiniz de benim, o halde sadece bana hizmet edin "
dedik. |
وَتَقَطَّعُوا
أَمْرَهُمْ
بَيْنَهُمْ
كُلٌّ إِلَيْنَا
رَاجِعُونَ |
93. |
Ne var ki halkı
din konusunda bölük pörçük oldu, ama sonunda hepsi bize dönecekler
|
فَمَنْ
يَعْمَلْ
مِنَ
الصَّالِحَاتِ
وَهُوَ
مُؤْمِنٌ |
94. |
İnanmış olarak yararlı işler
yapanların |
فَلاَ
كُفْرَانَ
لِسَعْيِهِ |
|
emekleri asla göz
ardı edilmeyecektir. |
وَإِنَّا
لَهُ
كَاتِبُونَ |
|
Çünkü biz, her
işi kaydediyoruz. |
وَحَرَامٌ
عَلَى
قَرْيَةٍ
أَهْلَكْنَاهَا
أَنَّهُمْ
لاَ
يَرْجِعُونَ |
95. |
Helâk ettiğimiz
kent halkları da tekrar bize gelip hesap vereceklerdir
|
حَتَّى
إِذَا
فُتِحَتْ
يَأْجُوجُ
وَمَأْجُوجُ
|
96. |
Ye'cûc ve Me'cûcun [3] önü açılacak ve |
وَهُمْ
مِنْ كُلِّ
حَدَبٍ يَنْسِلُونَ |
|
her tepeden sel gibi
akacaklar. |
وَاقْتَرَبَ
الْوَعْدُ
الْحَقُّ |
97. |
İşte o
zaman sözü edilen kıyamet gerçeğine az kaldı demektir. |
فَإِذَا
هِيَ
شَاخِصَةٌ
أَبْصَارُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
|
İşte o
zaman inkarcıların gözleri belerip kalacak. |
يَاوَيْلَنَا
قَدْ كُنَّا
فِي
غَفْلَةٍ مِنْ
هَذَا |
|
" Eyvaah!
Bizim böylesi bir felaketten hiç haberimiz olmadı, |
بَلْ
كُنَّا
ظَالِمِينَ |
|
tuh, kendimize
yazık ettik
" diyecekler. |
إِنَّكُمْ
وَمَا
تَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ اللهِ
حَصَبُ
جَهَنَّمَ |
98. |
Siz Mekkeliler de,
Allah diye el açtığınız tanrılar da cehenneme odun
olacaksınız. |
أَنْتُمْ
لَهَا
وَارِدُونَ |
|
Evet, hepiniz oraya
gireceksiniz. |
لَوْ
كَانَ
هَؤُلاَءِ
آلِهَةً مَا
وَرَدُوهَا |
99. |
Eğer bunlar
gerçekten tanrı olsalardı, elbette cehenneme girip |
وَكُلٌّ
فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
sonsuza kadar orada
kalmazlardı. |
لَهُمْ
فِيهَا
زَفِيرٌ
وَهُمْ
فِيهَا لاَ يَسْمَعُونَ |
100. |
Artık
cehennemden sadece iniltileri duyulur, ama kendileri hiçbir şey duyamazlar
|
إِنَّ
الَّذِينَ
سَبَقَتْ
لَهُمْ
مِنَّا الْحُسْنَى
|
101. |
Geçmişinde bizden pekiyi almış
olanlar ise |
أُولاَئِكَ
عَنْهَا
مُبْعَدُونَ |
|
cehennemden uzak
tutulacaklardır. |
سورة
الأنبياء: مكية 112 آية |
17.c. |
Enbiyâ: 21 / 102.-112. Ayetler |
لاَ
يَسْمَعُونَ
حَسِيسَهَا
|
102. |
Bunlar, cehennem
ateşinin çatırtısını duymayacaklar ve |
وَهُمْ
فِي مَا
اشْتَهَتْ
أَنْفُسُهُمْ
خَالِدُونَ |
|
orada,
canlarının çektiği nimetlerle birlikte sonsuza kadar
kalacaklardır. |
لاَ
يَحْزُنُهُمُ
الْفَزَعُ
اْلأَكْبَرُ
|
103. |
Büyük patlamadan da
etkilenmeyeceklerdir, |
وَتَتَلَقَّاهُمُ
الْمَلاَئِكَةُ |
|
hatta, melekler
kendilerini karşılarken |
هَذَا
يَوْمُكُمُ
الَّذِي كُنْتُمْ
تُوعَدُونَ |
|
" sizlere söz
verilen gün geldi artık " diye müjde bile verecekler
|
يَوْمَ
نَطْوِي
السَّمَاءَ
كَطَيِّ
السِّجِلِّ
لِلْكُتُبِ |
104. |
O gün gökyüzünü kitap
formasını dürer gibi düreceğiz. |
كَمَا
بَدَأْنَا
أَوَّلَ
خَلْقٍ
نُعِيدُهُ |
|
başlangıçta
yaptığımız gibi her şeyi sil baştan
kuracağız. |
وَعْدًا
عَلَيْنَا |
|
Bu bir Tanrı
sözüdür |
إِنَّا
كُنَّا
فَاعِلِينَ |
|
" ve biz bunu
yapacağız
" |
وَلَقَدْ
كَتَبْنَا
فِي
الزَّبُورِ
مِنْ بَعْدِ
الذِّكْرِ |
105. |
Nitekim biz bunu,
Tevrattan sonraki ilahî kitaplarda dahi kayda geçmiş ve: |
أَنَّ
اْلأَرْضَ
يَرِثُهَا
عِبَادِيَ
الصَّالِحُونَ |
|
" Yeryüzüne
sadece yapıcı barışsever kullarım hakim olacak
" demiştik. |
إِنَّ
فِي هَذَا
لَبَلاَغًا
لِقَوْمٍ
عَابِدِينَ |
106. |
Tüm bu olaylar,
hizmet aşığı toplumlara bir duyurudur
|
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ
إِلاَّ
رَحْمَةً
لِلْعَالَمِينَ |
107. |
Biz seni âlemlere sevgi ve
şefkat elçisi olarak görevlendirdik. |
قُلْ
إِنَّمَا
يُوحَى
إِلَيَّ
أَنَّمَا إِلَهُكُمْ
إِلَهٌ
وَاحِدٌ |
108. |
Sen ehlikitaba
şunu söyle: " tanrınızın tek Tanrı
olduğu, bana vurgulanarak vahyediliyor |
فَهَلْ
أَنْتُمْ
مُسْلِمُونَ |
|
ama, acaba siz,
Müslüman mısınız? " |
فَإِنْ
تَوَلَّوْا فَقُلْ
آذَنْتُكُمْ
عَلَى
سَوَاءٍ |
109. |
Kabul etmezlerse:
" Ben, gerçekleri hepinize ayırım yapmadan duyurdum. |
وَإِنْ
أَدْرِي
أَقَرِيبٌ
أَمْ
بَعِيدٌ مَا
تُوعَدُونَ |
|
size sözü edilen
felaket yakın mı uzak mı bilemem. |
إِنَّهُ
يَعْلَمُ
الْجَهْرَ
مِنَ
الْقَوْلِ
وَيَعْلَمُ
مَا
تَكْتُمُونَ |
110. |
Allah ise, ortaya
söyleneni de gizlediklerinizi de bilir. |
وَإِنْ
أَدْرِي
لَعَلَّهُ
فِتْنَةٌ
لَكُمْ |
111. |
Bilemiyorum,
felaket ertelemesi sizin için belki bir sınav, |
وَمَتَاعٌ
إِلَى حِينٍ |
|
belki de bir süre
daha hayat hakkıdır." |
قَالَ
رَبِّ
احْكُمْ
بِالْحَقِّ |
112. |
Resul: " Ya Rab!. Artık
hakça kararı sen ver. " dedi ve ekledi: |
وَرَبُّنَا
الرَّحْمَانُ
الْمُسْتَعَانُ
عَلَى مَا
تَصِفُونَ |
|
" iftiralarınıza
karşı bizim yegane güvencemiz, her şeye sevgi ile hakim olan
Tanrı'mızdır. " |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 1.-5. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
اتَّقُوا
رَبَّكُمْ |
1. |
Ey insanlar! Allah'a
karşı kendinizi sağlama alın. |
إِنَّ
زَلْزَلَةَ
السَّاعَةِ
شَيْءٌ عَظِيمٌ |
|
Çünkü kıyamet
sarsıntısı çok büyük bir olaydır. |
يَوْمَ
تَرَوْنَهَا
|
2. |
O gün geldiğinde
göreceksiniz ki |
تَذْهَلُ
كُلُّ
مُرْضِعَةٍ
عَمَّا
أَرْضَعَتْ
وَتَضَعُ
كُلُّ ذَاتِ
حَمْلٍ
حَمْلَهَا |
|
emzikli
kadınlar, emzirdiği çocuklarını bırakıp
kaçacak, hamile olan tüm dişiler yavrusunu atacak. |
وَتَرَى
النَّاسَ
سُكَارَى
وَمَا هُمْ
بِسُكَارَى |
|
Aslında
sarhoş olmadıkları halde o gün herkes körkütük sarhoş
gibidir. |
وَلَكِنَّ
عَذَابَ
اللهِ
شَدِيدٌ |
|
çünkü
Tanrının sert sillesini yemişlerdir
|
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُجَادِلُ
فِي اللهِ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ |
3. |
İnsanlar arasında, Allah
hakkında bilir bilmez laf edenler var. |
وَيَتَّبِعُ
كُلَّ
شَيْطَانٍ
مَرِيدٍ |
|
Nankör şeytana
uyanlar var. |
كُتِبَ
عَلَيْهِ
أَنَّهُ |
4. |
Halbuki
şeytanın görevi: |
مَنْ
تَوَلاَّهُ
فَأَنَّهُ
يُضِلُّهُ
وَيَهْدِيهِ
إِلَى
عَذَابِ
السَّعِيرِ |
|
kendisine uyanı
ayartıp ateşe götürmektir
|
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
إِنْ
كُنْتُمْ
فِي رَيْبٍ
مِنَ
الْبَعْثِ |
5. |
Ey insanlar! Eğer tekrar dirilme
konusunda şüpheniz varsa, |
فَإِنَّا
خَلَقْنَاكُمْ
مِنْ
تُرَابٍ ثُمَّ
مِنْ
نُطْفَةٍ
ثُمَّ مِنْ
عَلَقَةٍ |
|
biz sizi en
başta topraktan yarattık, sonra bir damla meni, sonra bir
karışım, |
ثُمَّ
مِنْ
مُضْغَةٍ
مُخَلَّقَةٍ
وَغَيْرِ
مُخَلَّقَةٍ
لِنُبَيِّنَ
لَكُمْ |
|
sonra ala canlı
bir et parçası, - ki anlamanız için basitçe anlatıyoruz-
" |
وَنُقِرُّ
فِي
اْلأَرْحَامِ
مَا نَشَاءُ
إِلَى
أَجَلٍ
مُسَمًّى |
|
Sonra, istersek tam
süre rahimlerde tutar |
ثُمَّ
نُخْرِجُكُمْ
طِفْلاً |
|
ve sizi bir bebek
olarak dünyaya getiririz. |
ثُمَّ
لِتَبْلُغُوا
أَشُدَّكُمْ |
|
Sonra büyüyüp
serpilirsiniz. |
وَمِنْكُمْ
مَنْ
يُتَوَفَّى
وَمِنْكُمْ
مَنْ يُرَدُّ
إِلَى
أَرْذَلِ
الْعُمُرِ |
|
İçinizden erken
ölenler de olur, ömrün en rezil dönemine gelene kadar yaşayanlar da. |
لِكَيْلاَ
يَعْلَمَ
مِنْ بَعْدِ
عِلْمٍ شَيْئًا |
|
Hatta, onca bilgiden
sonra bunayıp hiçbir şey bilmez olursunuz
|
وَتَرَى
اْلأَرْضَ
هَامِدَةً |
|
Şimdi bir de kupkuru toprakları
seyret. |
فَإِذَا
أَنْزَلْنَا
عَلَيْهَا
الْمَاءَ
اهْتَزَّتْ
وَرَبَتْ |
|
Üzerine suyu döker
dökmez, silkinip kabarır. |
وَأَنْبَتَتْ
مِنْ كُلِّ
زَوْجٍ
بَهِيجٍ |
|
Her muhteşem
çiftten erkekli dişili bitkiler çıkarır. |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 6.-15. Ayetler |
ذَلِكَ
بِأَنَّ
اللهَ هُوَ
الْحَقُّ
وَأَنَّهُ
يُحْيِ
الْمَوْتَى
وَأَنَّهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
6. |
Bütün bunlar,
Tanrının var olduğunu, ölüleri onun dirilteceğini ve onun
her şeye kadir olduğunu ifade eder. |
وَأَنَّ
السَّاعَةَ
آتِيَةٌ لاَ
رَيْبَ فِيهَا
وَأَنَّ
اللهَ
يَبْعَثُ
مَنْ فِي
الْقُبُورِ |
7. |
Ayrıca
kıyamet gününün kesinlikle gelip çatacağını,
Allah'ın kabirdekileri yeniden dirilteceğini gösterir. |
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُجَادِلُ
فِي اللهِ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
وَلاَ هُدًى
وَلاَ
كِتَابٍ
مُنِيرٍ ثَانِيَ
عِطْفِهِ |
8. |
İnsanlar
arasında, Allah hakkında bilgisizce, sağlam ve
inandırıcı bir dayanağı olmadan
yılışıp kıvırtarak laf eden biri var ki |
لِيُضِلَّ
عَنْ
سَبِيلِ اللهِ
|
9. |
işi gücü Hak
yolcusunu yolundan etmek. |
لَهُ
فِي
الدُّنْيَا
خِزْيٌ |
|
Bu adam dünyada iken
çok perişan olacak. |
وَنُذِيقُهُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
عَذَابَ
الْحَرِيقِ |
|
Kıyamet gününde
ise kendisine yakma cezası tattırırken: |
ذَلِكَ
بِمَا
قَدَّمَتْ
يَدَاكَ
وَأَنَّ
اللهَ
لَيْسَ
بِظَلاَّمٍ
لِلْعَبِيدِ |
10. |
" bu ceza
vaktiyle işlediklerin yüzünden, yoksa Allah, kuluna zulmetmez.
" diyeceğiz
|
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يَعْبُدُ
اللهَ عَلَى
حَرْفٍ |
11. |
Bazıları, Allah'a sanki diken üstünde
imiş gibi ibadet ediyor. |
فَإِنْ
أَصَابَهُ
خَيْرٌ نِاطْمَأَنَّ
بِهِ |
|
İşine yarar
bir şey olursa biraz rahatlıyor, |
وَإِنْ
أَصَابَتْهُ
فِتْنَةٌ نِانقَلَبَ
عَلَى
وَجْهِهِ |
|
aleyhine bir durum
olursa her şeyi yüzüstü bırakıp gidiyor. |
خَسِرَ
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةَ
ذَلِكَ هُوَ
الْخُسْرَانُ
الْمُبِينُ |
|
Şimdi bu adam,
hem dünyayı hem ahireti kaybetti. Hakikaten çok kötü bir yenilgi: |
يَدْعُوا
مِنْ دُونِ
اللهِ مَا
لاَ يَضُرُّهُ
وَمَا لاَ
يَنْفَعُهُ
|
12. |
Şu işe
bakın. Allahı bırakıp kendisine fayda ve zararı
olmayan putlara el açıyor. |
ذَلِكَ
هُوَ
الضَّلاَلُ
الْبَعِيدُ |
|
Şaşkınlığın
bu kadarına da pes doğrusu: |
يَدْعُوا
لَمَنْ
ضَرُّهُ
أَقْرَبُ
مِنْ نَفْعِهِ
|
13. |
yarardan çok
zararı olan birine el açıyor: |
لَبِئْسَ
الْمَوْلَى
وَلَبِئْسَ
الْعَشِيرُ |
|
yâr desen yâr
değil; dost desen dost değil
|
إِنَّ
اللهَ
يُدْخِلُ
الَّذِينَ
آمَنُوا وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
|
14. |
Allah, inanıp yararlı
faaliyetlerde bulunanları, içinde derelerin
çağladığı bahçelerde ağırlayacaktır. |
إِنَّ
اللهَ
يَفْعَلُ
مَا يُرِيدُ |
|
Allah yapmak
istediğini mutlaka yapacaktır. |
مَنْ
كَانَ
يَظُنُّ
أَنْ لَنْ
يَنْصُرَهُ
اللهُ فِي
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ
|
15. |
Allah'ın, kulu
Muhammed'e dünya ahiret asla yardım etmeyeceğini sanan adam, |
فَلْيَمْدُدْ
بِسَبَبٍ
إِلَى
السَّمَاءِ ثُمَّ
لْيَقْطَعْ |
|
bir araca
atlasın biraz gezip dolaşsın! Bir süre toplumdan
ayrılıp kendini dinlesin. |
فَلْيَنْظُرْ
هَلْ
يُذْهِبَنَّ
كَيْدُهُ
مَا يَغِيظُ |
|
Bu seyahat öfkesini
bastıracak mı baksın. |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 16.-23. Ayetler |
وَكَذَلِكَ
أَنْزَلْنَاهُ
آيَاتٍ
بَيِّنَاتٍ
|
16. |
Biz Kuranı, bu
şekilde açık ifadelerle indirdik |
وَأَنَّ
اللهَ
يَهْدِي
مَنْ
يُرِيدُ |
|
ama yine de Allah,
hidayeti değer bulduğu kuluna nasip edecektir. |
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَالَّذِينَ
هَادُوا وَالصَّابِئِينَ
وَالنَّصَارَى
وَالْمَجُوسَ
وَالَّذِينَ
أَشْرَكُوا |
17. |
Müslümanlar,
Yahudiler, Sabiîler,
Hrıstiyanlar, Mecûsîler ve çok
tanrıcılar, |
إِنَّ
اللهَ
يَفْصِلُ
بَيْنَهُمْ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ |
|
Allah bunlar
arasındaki görüş farkını, kıyamet gününde
gösterecektir. |
إِنَّ
اللهَ عَلَى
كُلِّ
شَيْءٍ
شَهِيدٌ |
|
Çünkü Allah, her
şeyi görüp izlemektedir. |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ
يَسْجُدُ
لَهُ مَنْ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَنْ فِي
اْلأَرْضِ |
18. scd |
Göklerde ve yerde
bulunan bütün varlıkların sadece Allah'a saygı göstermekte
olduklarına baksana bir. |
وَالشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ
وَالنُّجُومُ
وَالْجِبَالُ
وَالشَّجَرُ
وَالدَّوَابُّ
وَكَثِيرٌ
مِنَ
النَّاسِ
وَكَثِيرٌ
حَقَّ عَلَيْهِ
الْعَذَابُ |
|
Güneş, ay,
yıldızlar, dağlar taşlar, akıllı
akılsız tüm canlılar, hatta kesin hüküm giymiş olan
niceleri Allah'a saygıda kusur etmezler. |
وَمَنْ
يُهِنِ اللهُ
فَمَا لَهُ
مِنْ
مُكْرِمٍ |
|
Allah birini
aşağıladı mı, artık kimse onun
itibarını iade edemez. |
إِنَّ
اللهَ
يَفْعَلُ
مَا يَشَاءُ |
|
Allah, yapmak
istediğini mutlaka yapacaktır
|
هَذَانِ
خَصْمَانِ
اخْتَصَمُوا
فِي
رَبِّهِمْ |
19. |
Tanrı konusunda zıt görüşe
sahip olan iki takımdan [4] |
فَالَّذِينَ
كَفَرُوا
قُطِّعَتْ
لَهُمْ ثِيَابٌ
مِنْ نَارٍ |
|
inkarcılar
takımına, ateşten gömlek biçilecek, |
يُصَبُّ
مِنْ فَوْقِ
رُءُوسِهِمُ
الْحَمِيمُ |
|
başlarına
kaynar sular dökülecek, |
يُصْهَرُ
بِهِ مَا فِي
بُطُونِهِمْ
وَالْجُلُودُ |
20. |
Bu sular
karnındakileri ve derilerini eritecek. |
وَلَهُمْ
مَقَامِعُ
مِنْ
حَدِيدٍ |
21. |
Ayrıca demir
coplu korumalar, |
كُلَّمَا
أَرَادُوا
أَنْ
يَخْرُجُوا
مِنْهَا
مِنْ غَمٍّ
أُعِيدُوا
فِيهَا |
22. |
işkenceden
kurtulmak için çıkmaya kalkışanları geri kovalarken |
وَذُوقُوا
عَذَابَ
الْحَرِيقِ |
|
" yakma
cezası neymiş tadın " diyecekler
|
إِنَّ
اللهَ
يُدْخِلُ
الَّذِينَ
آمَنُوا وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
|
23. |
Allah, inanıp yararlı
faaliyetlerde bulunanları ise, içerisinde derelerin
çağladığı bahçelerde ağırlayacaktır. |
يُحَلَّوْنَ
فِيهَا مِنْ
أَسَاوِرَ
مِنْ ذَهَبٍ
وَلُؤْلُؤًا
وَلِبَاسُهُمْ
فِيهَا حَرِيرٌ |
|
Herkes altın
bilezikler ve inci gerdanlıklar takmış, ipekliler giymiş
olarak orada yerini alacaktır. |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 24.-30. Ayetler |
وَهُدُوا
إِلَى
الطَّيِّبِ
مِنَ
الْقَوْلِ
|
24. |
Artık dilleri,
sözlerin en güzeline; |
وَهُدُوا
إِلَى
صِرَاطِ
الْحَمِيدِ |
|
Ayakları da
şükür yoluna ayarlıdır
|
إِنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
25. |
Gerçekleri göz ardı edenlere, |
وَيَصُدُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ |
|
Hak yolcusunu
yolundan edenlere, |
وَالْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
الَّذِي
جَعَلْنَاهُ
لِلنَّاسِ
سَوَاءً نِالْعَاكِفُ
فِيهِ
وَالْبَادِ |
|
yerli yabancı
herkesin ibadet ve istifadesine açık tuttuğumuz kutsal mekanlara
sokmayanlara, |
وَمَنْ
يُرِدْ
فِيهِ
بِإِلْحَادٍ
بِظُلْمٍ |
|
gerçekleri kaba
kuvvetle bastıranlara |
نُذِقْهُ
مِنْ
عَذَابٍ
أَلِيمٍ |
|
cezamız pek
ağır olacak
|
وَإِذْ
بَوَّأْنَا ِلإبْرَاهِيمَ
مَكَانَ
الْبَيْتِ
أَنْ لاَ
تُشْرِكْ
بِي شَيْئًا |
26. |
Hatırlar mısın hani Kabenin yerine
konuşlandırdığımızda İbrahime: "
hiçbir şeyi benimle bir tutma! |
وَطَهِّرْ
بَيْتِيَ
لِلطَّائِفِينَ
وَالْقَائِمِينَ
|
|
ayrıca
tavafçılar için, saygı duruşunda bulunanlar için, |
وَالرُّكَّعِ
السُّجُودِ |
|
rüku ve secde ile
ibadet edenler için evimi temiz tut " demiştik
|
وَأَذِّنْ
فِي
النَّاسِ
بِالْحَجِّ |
27. |
Resulüm! Artık sen de
Müslümanları hacca çağır. |
يَأْتُوكَ
رِجَالاً
وَعَلَى
كُلِّ
ضَامِرٍ
يَأْتِينَ
مِنْ كُلِّ
فَجٍّ
عَمِيقٍ
|
|
yaya olarak gelsinler,
çok uzak yerlerden gösterişli binekleriyle gelsinler. [5] |
لِيَشْهَدُوا
مَنَافِعَ
لَهُمْ
وَيَذْكُرُوا
اسْمَ اللهِ
فِي
أَيَّامٍ
مَعْلُومَاتٍ
عَلَى مَا
رَزَقَهُمْ
مِنْ
بَهِيمَةِ
اْلأَنْعَامِ
|
28. |
Şahsî
çıkarları doğrultusunda alış veriş
yapsınlar. Kurban günlerde Allah'ın lutfettiği hayvanları
bismillah diyerek kessinler. |
فَكُلُوا
مِنْهَا
وَأَطْعِمُوا
الْبَائِسَ
الْفَقِيرَ |
|
Kesilen
hayvanların etinden hem kendileri yesinler, hem de yoksullara
yedirsinler. |
ثُمَّ
لْيَقْضُوا
تَفَثَهُمْ
وَلْيُوفُوا
نُذُورَهُمْ
|
29. |
Sonra temizlenip,
adak işlerini halletsinler. |
وَلْيَطَّوَّفُوا
بِالْبَيْتِ
الْعَتِيقِ |
|
Sonra özgür Kabeyi
tavaf etsinler. |
ذَلِكَ
وَمَنْ
يُعَظِّمْ
حُرُمَاتِ
اللهِ فَهُوَ
خَيْرٌ لَهُ
عِنْدَ
رَبِّهِ |
30. |
Hac bundan ibarettir. Allah'ın
yasaklarına karşı saygılı olan, Rabbi katında
iyilik bulur. |
وَأُحِلَّتْ
لَكُمُ
اْلأَنْعَامُ
إِلاَّ مَا
يُتْلَى
عَلَيْكُمْ |
|
Daha önce
sayılan yasaklılar dışında kalan tüm sağmal
hayvan etleri size helâldir. |
فَاجْتَنِبُوا
الرِّجْسَ
مِنَ
اْلأَوْثَانِ |
|
Artık put
pisliğinden uzak durun. |
وَاجْتَنِبُوا
قَوْلَ
الزُّورِ |
|
Yalan ve dedikodudan
da uzak durun. |
سورة
الحج: مكية
78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 31.-38. Ayetler |
حُنَفَاءَ
ِللهِ
غَيْرَ
مُشْرِكِينَ
بِهِ |
31. |
Allah'a,
doğrudan araya aracı koymadan tertemiz duygularla yalvarın. |
وَمَنْ
يُشْرِكْ
بِاللهِ
فَكَأَنَّمَا
خَرَّ مِنَ
السَّمَاءِ
فَتَخْطَفُهُ
الطَّيْرُ
أَوْ
تَهْوِي
بِهِ
الرِّيحُ
فِي مَكَانٍ
سَحِيقٍ |
|
Allah'a aracıyla
yapılan dualar, daha havada iken kuşlara yem olan, ya da rüzgarla
uçup giden nesneye benzer. |
ذَلِكَ
وَمَنْ
يُعَظِّمْ
شَعَائِرَ
اللهِ |
32. |
torpille iş
yapanların durumu böyledir. Allah'ın belirlediği
işaretlere göre hareket edenin |
فَإِنَّهَا
مِنْ
تَقْوَى
الْقُلُوبِ |
|
davranışı
işe, içindeki sağlamcı anlayıştandır. |
لَكُمْ
فِيهَا
مَنَافِعُ
إِلَى أَجَلٍ
مُسَمًّى |
33. |
Belli bir süre için
bu yol işaretlerine uymak sizin de çıkarınızadır. |
ثُمَّ
مَحِلُّهَا
إِلَى
الْبَيْتِ
الْعَتِيقِ |
|
Bu yol
işaretleri, sizi Kabeye ulaştıracaktır. |
وَلِكُلِّ
أُمَّةٍ
جَعَلْنَا
مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا
اسْمَ اللهِ
عَلَى مَا رَزَقَهُمْ
مِنْ
بَهِيمَةِ
اْلأَنْعَامِ
|
34. |
Biz, Allah'ın
lutfettiği kurbanlık hayvanları Allah adıyla
kessinler diye her millet için ayrı kesimlikler belirledik. |
فَإِلَهُكُمْ
إِلَهٌ
وَاحِدٌ
فَلَهُ أَسْلِمُوا |
|
Tanrınız
birdir, artık ona teslim olun
|
وَبَشِّرِ
الْمُخْبِتِينَ |
|
Resulüm! Gönül adamlarını
müjdele. Yani |
الَّذِينَ
إِذَا
ذُكِرَ
اللهُ
وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ
|
35. |
Allah denince,
yürekleri kıpır kıpır edenleri, |
وَالصَّابِرِينَ
عَلَى مَا
أَصَابَهُمْ |
|
başlarına
gelen musibetlere sabredenleri, |
وَالْمُقِيمِي
الصَّلاَةِ
وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
يُنْفِقُونَ |
|
namazı
kılanları, kendilerine
bağışladığımız malların bir
kısmını karşılıksız verenleri
|
وَالْبُدْنَ
جَعَلْنَاهَا
لَكُمْ مِنْ
شَعَائِرِ
اللهِ
لَكُمْ
فِيهَا
خَيْرٌ |
36. |
Biz, büyükbaş hayvanları da
Allah için kurban etmenize izin verdik. Hepiniz için hayırlı olsun. |
فَاذْكُرُوا
اسْمَ اللهِ
عَلَيْهَا
صَوَافَّ |
|
Onları, kesime
hazır hale geldiklerinde bismillah / Allah adına diyerek
kesin. |
فَإِذَا
وَجَبَتْ
جُنُوبُهَا
فَكُلُوا مِنْهَا
وَأَطْعِمُوا
الْقَانِعَ
وَالْمُعْتَرَّ |
|
Kesilen kurban
kendisini salınca, etinden hem kendiniz yiyin, hem de istesin istemesin
yoksula yedirin. |
كَذَلِكَ
سَخَّرْنَاهَا
لَكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ |
|
Gördüğünüz gibi
sizin emrinize neler verdik neler. Artık şükretmeniz gerekir. |
لَنْ
يَنَالَ
اللهَ
لُحُومُهَا
وَلاَ دِمَاؤُهَا
وَلَكِنْ
يَنَالُهُ
التَّقْوَى
مِنْكُمْ |
37. |
Kurbanların, ne
etleri ne de kanları Allah'a varacak değildir. Allah'a varacak
olan, sizin sağlamcı özverilerinizdir. |
كَذَلِكَ
سَخَّرَهَا
لَكُمْ
لِتُكَبِّرُوا
اللهَ عَلَى
مَا
هَدَاكُمْ |
|
Bu hayvanları
hizmetinize sunup size yol gösterdiği için, Allahı tekbîr
etmelisiniz. |
وَبَشِّرِ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Resulüm! Güzellik
sevdalılarını müjdele. |
إِنَّ
اللهَ
يُدَافِعُ
عَنِ
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِنَّ اللهَ
لاَ يُحِبُّ
كُلَّ خَوَّانٍ
كَفُورٍ |
38. |
Çünkü Allah,
inananları savunacaktır. Allah, nimetini görmezden gelen nankörleri
hiç mi hiç sevmez... |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 39.-46. Ayetler |
أُذِنَ
لِلَّذِينَ
يُقَاتَلُونَ
بِأَنَّهُمْ
ظُلِمُوا
|
39. |
Haksızlığa maruz kaldıkları için
savaşmaya karar verenlere, savaş izni verilmiştir. |
وَإِنَّ
اللهَ عَلَى
نَصْرِهِمْ
لَقَدِيرٌ |
|
Allah onlara
yardım edecektir. |
اَلَّذِينَ
أُخْرِجُوا
مِنْ
دِيَارِهِمْ
بِغَيْرِ
حَقٍّ
إِلاَّ أَنْ
يَقُولُوا
رَبُّنَا
اللهُ |
40. |
Çünkü onlar, sadece:
" Rabbimiz Allah " dedikleri için haksız yere
yurtlarından sürülüp çıkarılmışlardı. |
وَلَوْلاَ
دَفْعُ
اللهِ
النَّاسَ
بَعْضَهُمْ
بِبَعْضٍ |
|
Eğer Allah,
insanı insanla savmasaydı, |
لَهُدِّمَتْ
صَوَامِعُ
وَبِيَعٌ
وَصَلَوَاتٌ
وَمَسَاجِدُ
يُذْكَرُ
فِيهَا اسْمُ
اللهِ
كَثِيرًا |
|
Allah
adının çok sık anıldığı manastırlar,
kiliseler, havralar ve camiler çoktan yok olup giderdi. |
وَلَيَنْصُرَنَّ
اللهُ مَنْ
يَنْصُرُهُ |
|
Allah, kendi
safında yer alanlara elbet yardım edecektir. |
إِنَّ
اللهَ
لَقَوِيٌّ
عَزِيزٌ |
|
Çünkü Allah, görkemli
bir güce sahiptir. |
اَلَّذِينَ
إِنْ
مَكَّنَّاهُمْ
فِي اْلأَرْضِ
أَقَامُوا
الصَّلاَةَ
وَآتَوُا
الزَّكَاةَ |
41. |
İnsanlar, -
eğer yeryüzünde güvence ve istikrar sağlarsak bu huzurla-, dua edip
zekat / vergi verebilirler, |
وَأَمَرُوا
بِالْمَعْرُوفِ
وَنَهَوْا
عَنِ
الْمُنْكَرِ
|
|
milleti millet yapan
değerleri önerip sakıncalı olanları yasak ederler. |
وَ
ِللهِ
عَاقِبَةُ اْلأُمُورِ |
|
Her işin
sonucunu ise sadece Allah belirler
|
وَإِنْ
يُكَذِّبُوكَ
فَقَدْ
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ
وَعَادٌ وَثَمُودُ |
42. |
Resulüm! Sana yalancı derlerse,
şunu bil ki senden önce Nuh, Âd
ve Semûd kavimleri de elçilerini yalanlamışlardı. |
وَقَوْمُ
إِبْرَاهِيمَ
وَقَوْمُ
لُوطٍ |
43. |
İbrahimin Kavmi
de, Lût kavmi de |
وَأَصْحَابُ
مَدْيَنَ
وَكُذِّبَ
مُوسَى |
44. |
Medyen halkı da
iftiracıydı. Mûsa da kabul görmedi. |
فَأَمْلَيْتُ
لِلْكَافِرِينَ
ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ
|
|
Ben, inkarcılara
hep fırsat verdim, ama sonunda kıskıvrak yakaladım. |
فَكَيْفَ
كَانَ
نَكِيرِ |
|
Sonunda, beni inkar
nasıl olurmuş gördüler. |
فَكَأَيِّنْ
مِنْ قَرْيَةٍ
أَهْلَكْنَاهَا
وَهِيَ
ظَالِمَةٌ |
45. |
Biz, nice kent
halkını haksızlık ettikleri için helâk ettik. |
فَهِيَ
خَاوِيَةٌ
عَلَى
عُرُوشِهَا
وَبِئْرٍ
مُعَطَّلَةٍ
وَقَصْرٍ
مَشِيدٍ |
|
Şimdi geride
kalanlar: damı çökmüş duvarlar, çalışmaz kuyular, dökme
saraylar. |
أَفَلَمْ
يَسِيرُوا
فِي
اْلأَرْضِ
فَتَكُونَ
لَهُمْ
قُلُوبٌ
يَعْقِلُونَ
بِهَا أَوْ
آذَانٌ
يَسْمَعُونَ
بِهَا |
46. |
Yeryüzünde gezip de
bu harabeler üzerinde yorum yapacak beyinler yok mu? Bu sessizliği
dinleyecek kulaklar yok mu? |
فَإِنَّهَا
لاَ تَعْمَى
اْلأَبْصَارُ
|
|
Aslında kör olan
sadece gözler değildir. |
وَلَكِنْ
تَعْمَى
الْقُلُوبُ
الَّتِي فِي الصُّدُورِ |
|
Asıl kör olan
görmek istemeyen beyinlerdir... |
سورة
الحج: مكية
78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 47.-55. Ayetler |
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالْعَذَابِ
|
47. |
Resulüm! onlar hep, senin felaket
haberini merak ediyorlar. |
وَلَنْ
يُخْلِفَ
اللهُ
وَعْدَهُ |
|
Allah, elbet sözünden
dönecek değildir. |
وَإِنَّ
يَوْمًا
عِنْدَ
رَبِّكَ
كَأَلْفِ سَنَةٍ
مِمَّا
تَعُدُّونَ |
|
Ama, Rabbinizin bir
günü, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir. |
وَكَأَيِّنْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
أَمْلَيْتُ
لَهَا
وَهِيَ
ظَالِمَةٌ
ثُمَّ
أَخَذْتُهَا
|
48. |
Ben,
haksızlık eden kentlere bir müddet süre tanıdım. Sonunda
tuttuğum gibi vurdum. |
وَإِلَيَّ
الْمَصِيرُ |
|
En sonunda yine bana
gelecekler. |
قُلْ
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ إِنَّمَا
أَنَا
لَكُمْ
نَذِيرٌ
مُبِينٌ |
49. |
Sen onlara: " Ey
insanlar! Ben sizleri sadece uyarıyorum. " de yeter
|
فَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
50. |
İnanıp yararlı faaliyetlerde
bulunanlar, |
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَرِزْقٌ
كَرِيمٌ |
|
Hoşgörülü bir ortamda
değerli nimetlere sahip olurken, |
وَالَّذِينَ
سَعَوْا فِي
آيَاتِنَا
مُعَاجِزِينَ
|
51. |
sözlerimizi
bastırmaya çalışanlar, |
أُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
الْجَحِيمِ |
|
toptan ateşe
atılacaklardır. |
وَمَا
أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
مِنْ رَسُولٍ
وَلاَ
نَبِيٍّ
إِلاَّ
إِذَا
تَمَنَّى
أَلْقَى
الشَّيْطَانُ
فِي أُمْنِيَّتِهِ
|
52. |
Resulüm! şeytan,
senden önce gönderdiğimiz her elçi ya da habercinin düşlerine
musallat olmuş, |
فَيَنْسَخُ
اللهُ مَا
يُلْقِي
الشَّيْطَانُ |
|
Allah da hep,
şeytanın çaktıklarını sökmüştür. |
ثُمَّ
يُحْكِمُ
اللهُ
آيَاتِهِ
وَاللهُ
عَلِيمٌ حَكِيمٌ |
|
Allah bu kez de
sözlerini sağlama alacaktır. Çünkü Allah, bilgi ile her şeye
egemendir. |
لِيَجْعَلَ
مَا يُلْقِي
الشَّيْطَانُ
فِتْنَةً
لِلَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ
قُلُوبُهُمْ
|
53. |
Ama Allah,
şeytanın bu girişimleri sayesinde, kötü niyetli ve katı
kalplileri denemeye devam edecektir. |
وَإِنَّ
الظَّالِمِينَ
لَفِي
شِقَاقٍ بَعِيدٍ |
|
Nitekim zalim güçler
arasında derin ayrılıklar başlamıştır. |
وَلِيَعْلَمَ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ
أَنَّهُ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكَ
فَيُؤْمِنُوا
بِهِ فَتُخْبِتَ
لَهُ
قُلُوبُهُمْ
|
54. |
İlim
adamları da bu Kitabın, senin Rabbin tarafından
gönderildiğini yakında kabul edip inanacaklar, kalpleri de huzura
kavuşacaktır. |
وَإِنَّ
اللهَ
لَهَادِ
الَّذِينَ
آمَنُوا إِلَى
صِرَاطٍ
مُسْتَقِيمٍ |
|
Çünkü Allah,
inananları bir şekilde doğru yola götürecektir. |
وَلاَ
يَزَالُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
فِي مِرْيَةٍ
مِنْهُ |
55. |
Gerçekleri göz
ardı edenler ise Kitap hakkında kuşku duymaya devam
edeceklerdir. |
حَتَّى
تَأْتِيَهُمُ
السَّاعَةُ
بَغْتَةً
أَوْ
يَأْتِيَهُمْ
عَذَابُ
يَوْمٍ
عَقِيمٍ |
|
Ama sonunda ya ilahî
felaket ansızın gelip çatacak, ya da o başarısız
saldırının acısıyla yanacaklar. [6] |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 56.-64. Ayetler |
الْمُلْكُ
يَوْمَئِذٍ ِللهِ
يَحْكُمُ
بَيْنَهُمْ
|
56. |
Artık o günün
tek hakimi, aralarında hükmedecek olan Allah'tır
|
فَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
فِي
جَنَّاتِ
النَّعِيمِ |
|
İnanıp yararlı faaliyetlerde
bulunanlar, Naîm cennetine konuşlanırken |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
|
57. |
sözlerimizi göz
ardı edip yalanlayanlar, |
فَأُولاَئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
مُهِينٌ |
|
çok
aşağılayıcı cezalara maruz kalacaklardır. |
وَالَّذِينَ
هَاجَرُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ ثُمَّ
قُتِلُوا
أَوْ
مَاتُوا |
58. |
Allah için hicret
ederken ölen ya da öldürülenlere |
لَيَرْزُقَنَّهُمُ
اللهُ
رِزْقًا
حَسَنًا |
|
Allah, güzel mi güzel
nimetler sunacaktır. |
وَإِنَّ
اللهَ
لَهُوَ
خَيْرُ
الرَّازِقِينَ |
|
Çünkü nimetlerin en
güzelini, sadece Allah verebilir. |
لَيُدْخِلَنَّهُمْ
مُدْخَلاً
يَرْضَوْنَهُ
|
59. |
Ayrıca
onları, çok beğenecekleri girintilerde
ağırlayacaktır. |
وَإِنَّ
اللهَ
لَعَلِيمٌ
حَلِيمٌ |
|
En iyi bilen ve
kılı kırk yaran sadece Allahtır. |
ذَلِكَ
|
60. |
O kadar. |
وَمَنْ
عَاقَبَ
بِمِثْلِ
مَا عُوقِبَ
بِهِ ثُمَّ
بُغِيَ
عَلَيْهِ |
|
Kendisine
yapılan saldırıya birebir karşılık verirken
haksızlığa uğrayan kimseye |
لَيَنْصُرَنَّهُ
اللهُ إِنَّ
اللهَ
لَعَفُوٌّ
غَفُورٌ |
|
Allah mutlaka
yardım edecektir. Çünkü Allah, engin hoşgörülü bir
duyarlılık sahibidir. |
ذَلِكَ
بِأَنَّ
اللهَ
يُولِجُ
اللَّيْلَ فِي
النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي اللَّيْلِ
وَأَنَّ
اللهَ
سَمِيعٌ
بَصِيرٌ |
61. |
Allah geceyi gündüze,
gündüzü geceye çevirirken de hep bu duyarlılık içindedir. çünkü
Allah, her şeyi duyup görmektedir. |
ذَلِكَ
بِأَنَّ
اللهَ هُوَ
الْحَقُّ |
62. |
Çünkü Allah,
gerçeğin ta kendisi iken, |
وَأَنَّ
مَا يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِهِ
هُوَ
الْبَاطِلُ |
|
onların el
açıp yalvardığı putlar ise tamamen sahte ve uyduruk
şeylerdir. |
وَأَنَّ
اللهَ هُوَ
الْعَلِيُّ
الْكَبِيرُ |
|
Yani büyük ve yüce
olan sadece Allah'tır
|
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ أَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً |
63. |
Allah'ın, gökyüzünden su indirmesine
baksana! |
فَتُصْبِحُ
اْلأَرْضُ
مُخْضَرَّةً |
|
Toprak nasıl da
yemyeşil oluveriyor? |
إِنَّ
اللهَ
لَطِيفٌ
خَبِيرٌ |
|
Çünkü her şeyin
ihtiyacını eksiksiz bilen, sadece Allahtır. |
لَهُ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي
اْلأَرْضِ |
64. |
Göklerde ve yerde her
şey onun tekelindedir. |
وَإِنَّ
اللهَ
لَهُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَمِيدُ |
|
Yani, saygı
duyulası zenginliğe sahip olan tek varlık Allahtır. |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 65.-72. Ayetler |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ سَخَّرَ
لَكُمْ مَا
فِي
اْلأَرْضِ |
65. |
Allah'ın
yeryüzünde her şeyi sizin hizmetinize sunduğuna dikkat et.?! |
وَالْفُلْكَ
تَجْرِي فِي
الْبَحْرِ
بِأَمْرِهِ |
|
Denizlerde onun
kanunlarına göre yol alan gemilere bak.!? |
وَيُمْسِكُ
السَّمَاءَ
أَنْ تَقَعَ
عَلَى اْلأَرْضِ
إِلاَّ
بِإِذْنِهِ |
|
Peki Allah, neden
gökyüzünü askıda tutuyor? Neden yere yığılmasına
müsaade etmiyor? |
إِنَّ
اللهَ
بِالنَّاسِ
لَرَءُوفٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü Allah, ince
düşüncelidir kullarına kıyamaz. |
وَهُوَ
الَّذِي
أَحْيَاكُمْ
ثُمَّ
يُمِيتُكُمْ
ثُمَّ يُحْيِيكُمْ
|
66. |
Size hayat veren
odur: öldürüp ardından yeniden diriltecek olan da odur. |
إِنَّ
اْلإنسَانَ
لَكَفُورٌ |
|
Ama insan, o kadar
kör ki bunları göremiyor
|
لِكُلِّ
أُمَّةٍ
جَعَلْنَا
مَنْسَكًا
هُمْ
نَاسِكُوهُ |
67. |
Biz, kendi usullerince hareket edebilmeleri
için her milletin kesimliğini belirledik. |
فَلاَ
يُنَازِعُنَّكَ
فِي
اْلأَمْرِ |
|
Bu konuda seni
rahatsız edip durmasınlar. |
وَادْعُ
إِلَى
رَبِّكَ
إِنَّكَ
لَعَلَى هُدًى
مُسْتَقِيمٍ |
|
Resulüm! İlahî
çağrına devam et. Çünkü sen, doğru bir kılavuz
eşliğinde yol alıyorsun. |
وَإِنْ
جَادَلُوكَ
فَقُلِ
اللهُ
أَعْلَمُ بِمَا
تَعْمَلُونَ |
68. |
Seninle
ağız dalaşına girerlerse: " sizin
yaptıklarınızı en iyi Allah bilir " de. |
اَللهُ
يَحْكُمُ
بَيْنَكُمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
فِيمَا
كُنْتُمْ
فِيهِ
تَخْتَلِفُونَ
|
69. |
Anlaşmazlığa
düştüğünüz konularda son kararı kıyamet gününde Allah
verecektir. |
أَلَمْ
تَعْلَمْ
أَنَّ اللهَ
يَعْلَمُ
مَا فِي
السَّمَاءِ
وَاْلأَرْضِ
|
70. |
gökte ve yerde olup
bitenlerden Allah'ın haberi olduğunu bilmelisin? |
إِنَّ
ذَلِكَ فِي
كِتَابٍ
إِنَّ
ذَلِكَ
عَلَى اللهِ
يَسِيرٌ |
|
Her şey kayda
geçer bunu yapmak ise Allah'a göre mesele değildir... |
وَيَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ مَا
لَمْ يُنَزِّلْ
بِهِ
سُلْطَانًا
وَمَا
لَيْسَ لَهُمْ
بِهِ عِلْمٌ |
71. |
Allah'ın hiçbir yetki vermediği,
Tanrı ötesi, ve ne olduğunu kendilerinin de bilmediği
şeylere hizmet ediyorlar. |
وَمَا
لِلظَّالِمِينَ
مِنْ
نَصِيرٍ |
|
e kendisine bu kadar
saygısızlık edenin dostu olmaz. |
وَإِذَا
تُتْلَى
عَلَيْهِمْ
آيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ
تَعْرِفُ
فِي وُجُوهِ
الَّذِينَ كَفَرُوا
الْمُنْكَرَ
|
72. |
Resulüm! sen,
anlamı gayet açık ayetlerimiz kendilerine okunurken,
inkarcıların yüzündeki nefreti görebiliyorsun. |
يَكَادُونَ
يَسْطُونَ
بِالَّذِينَ
يَتْلُونَ
عَلَيْهِمْ
آيَاتِنَا |
|
Neredeyse
ayetlerimizi okuyanları haklayacaklar. |
قُلْ
أَفَأُنَبِّئُكُمْ
بِشَرٍّ
مِنْ ذَلِكُمُ.
اَلنَّارُ |
|
Sen de ki: " Size
daha beterini haber vereyim mi ?
Cehennem. " |
وَعَدَهَا
اللهُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَبِئْسَ
الْمَصِيرُ |
|
Allah, cehennemi
inkarcılara söz verdi. Aman ne yer ne yer. |
سورة
الحج:
مكية 78
آية |
17.c. |
Hac: 22 / 73.-78. Ayetler |
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
ضُرِبَ
مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا
لَهُ |
73. |
Ey insanlar! Şimdi size sunulan
örneğe iyice kulak verin: |
إِنَّ
الَّذِينَ
تَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ لَنْ
يَخْلُقُوا
ذُبَابًا |
|
Sizin, Allah diye
yalvardığınız bu tanrılar, bir sinek bile yaratamazlar. |
وَلَوِ
اجْتَمَعُوا
لَهُ |
|
Hepsi bir araya
gelseler bile. |
وَإِنْ
يَسْلُبْهُمُ
الذُّبَابُ
شَيْئًا لاَ
يَسْتَنْقِذُوهُ
مِنْهُ |
|
Hatta sinek,
bunlardan bir şey araklasa onu ondan geri bile alamazlar. |
ضَعُفَ
الطَّالِبُ
وَالْمَطْلُوبُ |
|
Yani el açan da
çaresiz verecek olan da. |
مَا
قَدَرُوا
اللهَ حَقَّ
قَدْرِهِ |
74. |
Allahı tam
olarak zihinlerine oturtamıyorlar. |
إِنَّ
اللهَ
لَقَوِيٌّ
عَزِيزٌ |
|
Çünkü Allah, görkemli
bir güce sahiptir
|
اَللهُ
يَصْطَفِي
مِنَ
الْمَلاَئِكَةِ
رُسُلاً
وَمِنَ
النَّاسِ |
75. |
Allah, hem meleklerden hem insanlardan
görevlendirmeler yapabilir. |
إِنَّ
اللهَ
سَمِيعٌ
بَصِيرٌ |
|
Çünkü her şeyi
duyup gören sadece Allah'tır. |
يَعْلَمُ
مَا بَيْنَ
أَيْدِيهِمْ
وَمَا خَلْفَهُمْ
|
76. |
Allah,
insanların geleceğini de bilir özgeçmişlerini de. |
وَإِلَى
اللهِ
تُرْجَعُ
اْلأُمُورُ |
|
Çünkü her şey
mutlaka Allah'ın onayından geçer
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
ارْكَعُوا
وَاسْجُدُوا
|
77. |
Ey inananlar! Namaz kılarken rükûya ve
secdeye varın. |
وَاعْبُدُوا
رَبَّكُمْ
وَافْعَلُوا
الْخَيْرَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ |
|
Gerçek Sahibinize
hizmet edin ve hayır işleyin ki sonunuz selâmet olsun. |
وَجَاهِدُوا
فِي اللهِ
حَقَّ
جِهَادِهِ |
78. |
Allah için, yürekten
özveriyle mücadele edin. |
هُوَ
اجْتَبَاكُمْ
وَمَا
جَعَلَ
عَلَيْكُمْ
فِي
الدِّينِ
مِنْ حَرَجٍ |
|
Allah, sizi tercih
etmiş ve din konusunda size herhangi bir külfet getirmemiştir. |
مِلَّةَ
أَبِيكُمْ
إِبْرَاهِيمَ |
|
Din, atanız
İbrahim'in dinidir. |
هُوَ
سَمَّاكُمُ
الْمُسْلِمينَ
مِنْ قَبْلُ
وَفِي هَذَا |
|
Allah, Kuranda
olduğu gibi sizi daha önce de Müslüman olarak isimlendirmişti. |
لِيَكُونَ
الرَّسُولُ
شَهِيدًا
عَلَيْكُمْ |
|
Bundan böyle Resul
sizin tanığınız olsun. |
وَتَكُونُوا
شُهَدَاءَ
عَلَى
النَّاسِ |
|
Siz de tüm insanlara
tanık olun. |
فَأَقِيمُوا
الصَّلاَةَ
وَآتُوا
الزَّكَاةَ |
|
Namazınızı
kılın, zekatınızı verin. |
وَاعْتَصِمُوا
بِاللهِ
هُوَ
مَوْلاَكُمْ |
|
Allah'a
sarılın, çünkü sizin yegane dostunuz odur. |
فَنِعْمَ
الْمَوْلَى
وَنِعْمَ
النَّصِيرُ |
|
Ne güzel dost, ne
güzel yâr! |
[1]
Gönlümüzden
diyor. Çünkü rivayete göre İbrahim yüz küsur, eşi Hacer de
doksanında iken bu çocuklara sahip olmuşlar. Hz. İbrahimin
çağdaşı olan Lût peygamberin yaşam öyküsü de
İbrahiminkine benzer.bkz. 11/71
[2]
Ayette gemi
sözcüğü yoktur, ancak deniz işletmeciliğinde kullanılan tecriy
( akmak, su üstünde yürümek ) fiili kullanılmıştır. Esmek
( hebbe) ise rüzgar hareketini ifade eder. Tanrı Buyruğu'nda verilen
bilgiler isabetlidir.
[3]
Ö.R.D.
Tanrı Buyruğunda Ye'cûc ve Me'cûc / Teogog ve Demagog konusuna
Musa Carullah'tan naklen geniş bilgi veriyor. Bu bilgilerin özü: para,
silah ve siyasi gücünü istilacı amaçlarla kullanan her millet Ye'cûc ve
Me'cûc olabilir. Hımıslı Mahmûd Hasen ise Tefsîr ve
Beyân'ında bunların Yakutlar ve Moğollar olabileceğine
işaret ediyor. 18 / 94. Ayetine de bkz.
[4] 19-24. Ayetler Mekke
döneminde nazil olmuştur.
[5] Bu durum,
İslâmın daha ziyade Mekke dışında güçlendiğini
gösteriyor, ayrıca çok uzaklar ve gösterişli binekler /
dâmir gibi nitelemeler, İslâmın tüm dünyaya
yayılacağına işaret ediyor. (ÖRD.)
[6] İnkarcıların 47. Ayetteki ceza
beklentileri, bu ayette biraz daha belirginleşiyor. Nitekim
Resulullahın Medineye hicretine ve Bedir Gününde inkarcılara
bekledikleri cezayı vermesine pek az kaldı.