سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 1. - 17. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
قَدْ
أَفْلَحَ
الْمُؤْمِنُونَ |
1. |
İnananlar
kurtulmuştur: |
اَلَّذِينَ
هُمْ فِي
صَلاَتِهِمْ
خَاشِعُونَ |
2. |
özellikle,
namazlarında titizlik gösterenler, |
وَالَّذِينَ
هُمْ عَنِ
اللَّغْوِ
مُعْرِضُونَ |
3. |
içi boş laflara
aldırış etmeyenler, |
وَالَّذِينَ
هُمْ
لِلزَّكَاةِ
فَاعِلُونَ |
4. |
zekatı / aklama
vergisini verenler, |
وَالَّذِينَ
هُمْ
لِفُرُوجِهِمْ
حَافِظُونَ |
5. |
avret mahallerine
sahip olanlar, |
إِلاَّ
عَلَى
أَزْوَاجِهِمْ
أوْ مَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُهُمْ
|
6. |
-ki sadece
eşleri ve cariyeleri yanında açınabilirler- |
فَإِنَّهُمْ
غَيْرُ
مَلُومِينَ |
|
-çünkü kimse onlara
laf edemez-. |
فَمَنِ
ابْتَغَى
وَرَاءَ
ذَلِكَ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْعَادُونَ |
7. |
-daha fazla
açılıp saçılanlar ise, adîlerdir-. |
وَالَّذِينَ
هُمْ ِلأَمَانَاتِهِمْ
وَعَهْدِهِمْ
رَاعُونَ |
8. |
emanetlerine ve
sözlerine sadık olanlar, |
وَالَّذِينَ
هُمْ عَلَى
صَلَوَاتِهِمْ
يُحَافِظُونَ |
9. |
namazlarına
aksatmadan devam edenler, |
أُولاَئِكَ
هُمُ الْوَارِثُونَ
// اَلَّذِينَ
يَرِثُونَ
الْفِرْدَوْسَ |
10-1. |
Firdevs cennetinin //
gerçek varisleridir. |
هُمْ
فِيهَا
خَالِدُونَ |
11. |
Bunlar, orada sonsuza
kadar kalacaklardır. |
وَلَقَدْ
خَلَقْنَا
اْلإنسَانَ
مِنْ سُلاَلَةٍ
مِنْ طِينٍ |
12. |
Biz insanı ilk
önce çamur özünden yarattık. |
ثُمَّ
جَعَلْنَاهُ
نُطْفَةً
فِي قَرَارٍ
مَكِينٍ |
13. |
Sonra insanı bir
damla halinde güvenli bir yuvaya ittik. |
ثُمَّ
خَلَقْنَا
النُّطْفَةَ
عَلَقَةً فَخَلَقْنَا
الْعَلَقَةَ
مُضْغَةً |
14. |
Sonra damlayı
alacanlıya, sonra bu alacanlıyı sülüksü bir canlıya
dönüştürdük, |
فَخَلَقْنَا
الْمُضْغَةَ
عِظَامًا
فَكَسَوْنَا
الْعِظَامَ
لَحْمًا |
|
sonra sülüksü
canlıyı kemikledik, ardından kemiği etle kapladık. |
ثُمَّ
أَنْشَأْنَاهُ
خَلْقًا
آخَرَ |
|
Sonra daha güzel bir
biçim verdik. |
فَتَبَارَكَ
اللهُ
أَحْسَنُ
الْخَالِقِينَ |
|
En güzeli yaratan
Allah, tüm iyiliklerin öz kaynağıdır. |
ثُمَّ
إِنَّكُمْ
بَعْدَ
ذَلِكَ
لَمَيِّتُونَ |
15. |
Daha sonra ölecek |
ثُمَّ
إِنَّكُمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
تُبْعَثُونَ |
16. |
ve kıyamet
gününde tekrar dirileceksiniz… |
وَلَقَدْ
خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ
سَبْعَ
طَرَائِقَ |
17. |
Biz sizin üstünüzde yedi feza yolu
yarattık. |
وَمَا
كُنَّا عَنِ
الْخَلْقِ
غَافِلِينَ |
|
Ne
yarattığımızın bilincindeyiz. |
سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 18. - 27. Ayetler |
وَأَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً
بِقَدَرٍ
فَأَسْكَنَّاهُ
فِي اْلأَرْضِ
|
18. |
Gökten suyu ölçülü
indirdik. Onu yeraltına yerleştirdik. |
وَإِنَّا
عَلَى
ذَهَابٍ
بِهِ
لَقَادِرُونَ |
|
İstersek
alıp götürebiliriz de. |
فَأَنْشَأْنَا
لَكُمْ بِهِ
جَنَّاتٍ
مِنْ نَخِيلٍ
وَأَعْنَابٍ
|
19. |
Su sayesinde sizin
için üzüm ve hurma bahçeleri yaptık. |
لَكُمْ
فِيهَا
فَوَاكِهُ
كَثِيرَةٌ
وَمِنْهَا
تَأْكُلُونَ |
|
Bahçelerde
yetişen ve yiyip durduğunuz türlü çeşit meyveler hep sizin
için. |
وَشَجَرَةً
تَخْرُجُ
مِنْ طُورِ
سَيْنَاءَ |
20. |
Tûrusîna'da
yetişen bir ağaç türü de var ki, |
تَنْبُتُ
بِالدُّهْنِ
وَصِبْغٍ لِـْلآكِلِينَ |
|
yemeklik yağ ve
yakıt verir… |
وَإِنَّ
لَكُمْ فِي
اْلأَنْعَامِ
لَعِبْرَةً
نُسْقِيكُمْ
مِمَّا فِي
بُطُونِهَا |
21. |
Sağmal hayvanlar da sizin için ders
olmalı: Nitekim sizi, onların sütüyle besliyoruz. |
وَلَكُمْ
فِيهَا
مَنَافِعُ
كَثِيرَةٌ |
|
Onların sizin
için başka faydaları da var: |
وَمِنْهَا
تَأْكُلُونَ |
|
Meselâ etini yiyor, |
وَعَلَيْهَا
وَعَلَى
الْفُلْكِ
تُحْمَلُونَ
|
22. |
bazen de gemi gibi
binip taşınıyorsunuz… |
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
نُوحًا إِلَى
قَوْمِهِ
فَقَالَ
يَاقَوْمِ |
23. |
Tanrı elçisi olarak
görevlendirdiğimiz Nuh, kendi halkına: " Sevgili milletim!
dedi |
اعْبُدُوا
اللهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ غَيْرُهُ
|
|
sadece Allah'a
hizmet edin. Zira sizin ondan başka Tanrınız yok. |
أَفَلاَ
تَتَّقُونَ |
|
geleceðinizi sağlama almak istemez
misiniz! " |
فَقَالَ
الْمَـَلأُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْ
قَوْمِهِ
مَا هَذَا
إِلاَّ
بَشَرٌ
مِثْلُكُمْ
يُرِيدُ أَنْ
يَتَفَضَّلَ
عَلَيْكُمْ
وَلَوْ
شَاءَ اللهُ |
24. |
Halkın önde
gelen inkarcıları dediler ki: " Bu adam sizden biri, size
büyüklük taslıyor. Eğer Allah isteseydi, |
لَأَنْـزَلَ
مَلاَئِكَةً
مَا
سَمِعْنَا
بِهَذَا فِي
آبَائِنَا اْلأَوَّلِينَ |
|
pekâlâ bir melek
gönderebilirdi. Biz atalarımızdan böyle bir şey duymadık. |
إِنْ
هُوَ إِلاَّ
رَجُلٌ بِهِ
جِنَّةٌ
فَتَرَبَّصُوا
بِهِ حَتَّى
حِينٍ |
25. |
Sanki bu adamda
biraz kaçıklık var: Onu bir süre gözlem altında tutun. " |
قَالَ
رَبِّ انْصُرْنِي
بِمَا
كَذَّبُونِ |
26. |
Nûh
tanrısına yalvardı: " Ya Rab beni inkar
ettiler, n'olur bana yardım et. " |
فَأَوْحَيْنَا
إِلَيْهِ
أَنِ
اصْنَعِ الْفُلْكَ
بِأَعْيُنِنَا
وَوَحْيِنَا
|
27. |
Ona: bizim
talimatımız ve gözetimimiz altında bir gemi yap diye vahyettik. |
فَإِذَا
جَاءَ
أَمْرُنَا
وَفَارَ
التَّنُّورُ
فَاسْلُكْ
فِيهَا مِنْ
كُلٍّ
زَوْجَيْنِ
اثْنَيْنِ |
|
Bizim süremiz dolup
da ocak içlerinden bile sular fışkırmaya başlayınca
gemiye her türden birer çift al, |
وَأَهْلَكَ
إِلاَّ مَنْ
سَبَقَ
عَلَيْهِ الْقَوْلُ
مِنْهُمْ |
|
daha önce hüküm
giymiş olanlar dışında tüm aileni de al, |
وَلاَ
تُخَاطِبْنِي
فِي
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
إِنَّهُمْ
مُغْرَقُونَ |
|
şu
acımasız herifler için, iki de bir bana yalvarıp durma! Onlar
kesin boğulacaklar. |
سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 28. - 42. Ayetler |
فَإِذَا
اسْتَوَيْتَ
أَنْتَ
وَمَنْ
مَعَكَ
عَلَى
الْفُلْكِ
فَقُلِ
الْحَمْدُ ِللهِ
الَّذِي
نَجَّانَا
مِنَ
الْقَوْمِ
الظَّالِمِينَ |
28. |
Sen ve
beraberindekiler gemiye yerleşince: " bizi bu zalim toplumun elinden kurtaran Allah'a
şükürler olsun " diye dua edin. |
وَقُلْ
رَبِّ أَنْزِلْنِي
مُنْزَلاً مُبَارَكًا
وَأَنْتَ
خَيْرُ
الْمُنْـزِلِينَ |
29. |
N'olur bizi
hayırlı bir yere indir. Çünkü en iyi yeri sen bilirsin. " |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
وَإِنْ
كُنَّا
لَمُبْتَلِينَ |
30. |
Nûh olayında
birtakım dersler var: en önemlisi sizi deniyoruz… |
ثُمَّ
أَنْشَأْنَا
مِنْ
بَعْدِهِمْ
قَرْنًا
آخَرِينَ |
31. |
Nûh kavminden sonra yeni nesiller
ürettik. |
فَأَرْسَلْنَا
فِيهِمْ
رَسُولاً
مِنْهُمْ |
32. |
Her bir topluma kendi
içinden gönderdiğimiz bir elçi vasıtasıyla: |
أَنِ
اعْبُدُوا
اللهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ غَيْرُهُ
أَفَلاَ
تَتَّقُونَ |
|
Allah'a kulluk
edin, çünkü ondan başka tanrınız yok, geleceğinizi
sağlama alın
dedik. |
وَقَالَ
الْمَـَلأُ
مِنْ
قَوْمِهِ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِلِقَاءِ اْلآخِرَةِ
وَأَتْرَفْنَاهُمْ
فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا |
33. |
Ancak, dünya
hayatında mal ve mevki sahibi yaptığımız ve ahiret
hayatını inkar eden yönetici kesimi dediler ki: |
مَا
هَذَا
إِلاَّ
بَشَرٌ
مِثْلُكُمْ
يَأْكُلُ
مِمَّا
تَأْكُلُونَ
مِنْهُ
وَيَشْرَبُ
مِمَّا
تَشْرَبُونَ |
|
" Bu da sizin
gibi sıradan bir adam. Nitekim, o da sizin yediklerinizden yiyor ve
sizin içtiklerinizden içiyor. |
وَلَئِنْ
أَطَعْتُمْ
بَشَرًا مِثْلَكُمْ
إِنَّكُمْ
إِذًا
لَخَاسِرُونَ |
34. |
Eğer size
benzeyen sıradan birine itaat edecek olursanız, kaybedersiniz. |
أَيَعِدُكُمْ
أَنَّكُمْ
إِذَا
مِتُّمْ وَكُنْتُمْ
تُرَابًا
وَعِظَامًا
أَنَّكُمْ
مُخْرَجُونَ |
35. |
Size
söylediklerine dikkat ettiniz mi? Güya, öldükten, toprak ve bir sürü kuru
kemik yığını olduktan sonra tekrar
diriltilecekmişsiniz. |
هَيْهَاتَ
هَيْهَاتَ
لِمَا
تُوعَدُونَ |
36. |
size yapılan
bu tehditlerin hepsi palavra! |
إِنْ
هِيَ إِلاَّ
حَيَاتُنَا
الدُّنْيَا
نَمُوتُ
وَنَحْيَا |
37. |
doğumuyla
ölümüyle bizim yaşantımız, sadece bu dünyadan ibaret, |
وَمَا
نَحْنُ
بِمَبْعُوثِينَ |
|
tekrar
diriltilecek falan değiliz. |
إِنْ
هُوَ إِلاَّ
رَجُلٌ نِافْتَرَى
عَلَى اللهِ
كَذِبًا |
38. |
Bu adam, kendi
sözlerini Allah'a mal etmeye çalışan yalancının teki, |
وَمَا
نَحْنُ لَهُ
بِمُؤْمِنِينَ |
|
herhalde ona
inanacak değiliz.
" |
قَالَ
رَبِّ انْصُرْنِي
بِمَا
كَذَّبُونِ |
39. |
Elçi: " Yetiş ya Rab!
bana inanmadılar. " |
قَالَ
عَمَّا
قَلِيلٍ
لَيُصْبِحُنَّ
نَادِمِينَ |
40. |
Ses: " Birazdan hepsi
pişman olacaklar. " |
فَأَخَذَتْهُمُ
الصَّيْحَةُ
بِالْحَقِّ
فَجَعَلْنَاهُمْ
غُثَاءً |
41. |
Müthiş bir ses
patlaması onları şok etti. Böylece hepsini selintiye çevirdik. |
فَبُعْدًا
لِلْقَوْمِ
الظَّالِمِينَ |
|
Zalim
toplumların canı cehenneme!… |
ثُمَّ
أَنْشَأْنَا
مِنْ
بَعْدِهِمْ
قُرُونًا
آخَرِينَ |
42. |
Daha sonra başka başka
nesiller ürettik. |
سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 43. - 59. Ayetler |
مَا
تَسْبِقُ
مِنْ
أُمَّةٍ
أَجَلَهَا
وَمَا
يَسْتَأْخِرُونَ
|
43. |
Hasılı
hiçbir millet, ölümünü sollayamamış uzatma da isteyememiştir. |
ثُمَّ
أَرْسَلْنَا
رُسُلَنَا
تَتْرَى
كُلَّمَا
جَاءَ
أُمَّةً
رَسُولُهَا
كَذَّبُوهُ |
44. |
Biz belli
aralıklarla elçiler göndersek de her defasında gelen elçilere
inanmadılar. |
فَأَتْبَعْنَا
بَعْضَهُمْ
بَعْضًا
وَجَعَلْنَاهُمْ
أَحَادِيثَ |
|
Biz de sırayla
onların işini bitirdik. Hatta onların tükenişlerini
dillere düşürdük. |
فَبُعْدًا
لِقَوْمٍ
لاَ
يُؤْمِنُونَ |
|
İnançsız
toplumların da canı cehenneme!… |
ثُمَّ
أَرْسَلْنَا
مُوسَى وَأَخَاهُ
هَارُونَ
بِآيَاتِنَا
وَسُلْطَانٍ
مُبِينٍ |
45. |
Daha sonra Musa ve kardeşi Harûn’u,
mucize ve açık belgeler eşliğinde |
إِلَى
فِرْعَوْنَ
وَمَلَئِهِ
فَاسْتَكْبَرُوا
وَكَانُوا
قَوْمًا
عَالِينَ |
46. |
Fıravunlara
gönderdik. Fıravunlar havalara girdiler. Zaten havalı bir toplum
idiler. |
فَقَالُوا
أَنُؤْمِنُ
لِبَشَرَيْنِ
مِثْلِنَا
وَقَوْمُهُمَا
لَنَا عَابِدُونَ |
47. |
" Bizim gibi
sıradan, üstelik halkı kölemiz olan iki adama mı kaldık?
" dediler. |
فَكَذَّبُوهُمَا
فَكَانُوا
مِنَ
الْمُهْلَكِينَ |
48. |
İkisini de
yalanladılar sonunda onlar da imha edildi. |
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
لَعَلَّهُمْ
يَهْتَدُونَ |
49. |
Halbuki halkı
kılavuz edinir umuduyla Musa'ya, Kitap da vermiştik... |
وَجَعَلْنَا
ابْنَ
مَرْيَمَ
وَأُمَّهُ
آيَةً |
50. |
Meryemoğlu İsa ile anasını da
simge yaptık. |
وَآوَيْنَاهُمَا
إِلَى
رَبْوَةٍ
ذَاتِ قَرَارٍ
وَمَعِينٍ |
|
Her ikisini, akar
suyu olan yüksekçe ve sakin bir yere yerleştirdik. |
يَاأَيُّهَا
الرُّسُلُ
كُلُوا مِنَ
الطَّيِّبَاتِ
وَاعْمَلُوا
صَالِحًا |
51. |
Sevgili
elçilerim!: sağlıklı gıdalardan yiyin. Yararlı
etkinliklerde bulunun. |
إِنِّي
بِمَا
تَعْمَلُونَ
عَلِيمٌ |
|
Ben sizin
yapıp ettiklerinizi biliyorum. |
وَإِنَّ
هَذِهِ
أُمَّتُكُمْ
أُمَّةً
وَاحِدَةً
وَأَنَا
رَبُّكُمْ
فَاتَّقُونِ |
52. |
Bu halk, sizin
halkınız, birlik olun. Gerçek sahibiniz benim. Benden
sakının dedik. |
فَتَقَطَّعُوا
أَمْرَهُمْ
بَيْنَهُمْ
زُبُرًا |
53. |
İsa'ya inananlar
giderek, dinî konularda bölük pörçük
oldular. |
كُلُّ
حِزْبٍ
بِمَا
لَدَيْهِمْ
فَرِحُونَ |
|
Her bölük kendi
görüşünden taviz vermez oldu. |
فَذَرْهُمْ
فِي
غَمْرَتِهِمْ
حَتَّى حِينٍ |
54. |
Resulüm! Sen
onları bir süre kendi hallerine bırak. |
أَيَحْسَبُونَ
أَنَّمَا
نُمِدُّهُمْ
بِهِ مِنْ
مَالٍ
وَبَنِينَ |
55. |
Acaba onlar, mal ve
asker olarak kendilerine desteğimizin süreceğini mi sanıyor? |
نُسَارِعُ
لَهُمْ فِي
الْخَيْرَاتِ
بَل لاَ
يَشْعُرُونَ |
56. |
Biz onların
iyiliği için koşuşturuyoruz ama anlamıyorlar… |
إِنَّ
الَّذِينَ
هُمْ مِنْ خَشْيَةِ
رَبِّهِمْ
مُشْفِقُونَ |
57. |
Allah korkusuyla kendinden geçenler, |
وَالَّذِينَ
هُمْ
بِآيَاتِ
رَبِّهِمْ
يُؤْمِنُونَ |
58. |
Allah kelâmına
yürekten inananlar, |
وَالَّذِينَ
هُمْ
بِرَبِّهِمْ
لاَ يُشْرِكُونَ |
59. |
Allah'a ortak
koşmayanlar, |
سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 60. - 74. Ayetler |
وَالَّذِينَ
يُؤْتُونَ
مَا آتَوْا
وَقُلُوبُهُمْ
وَجِلَةٌ
أَنَّهُمْ
إِلَى
رَبِّهِمْ
رَاجِعُونَ |
60. |
Vergilerini verirken,
Allah huzuruna yüz akıyla çıkabilme heyecanı ile yanıp
tutuşanlar, |
أُولاَئِكَ
يُسَارِعُونَ
فِي
الْخَيْرَاتِ
وَهُمْ
لَهَا سَابِقُونَ |
61. |
İyilik
yarışının galibi, yine iyilik için
yarışanlardır… |
وَلاَ
نُكَلِّفُ
نَفْسًا
إِلاَّ
وُسْعَهَا |
62. |
Biz, kimseye takatinin üstünde bir yük
yüklemeyiz. |
وَلَدَيْنَا
كِتَابٌ يَنْطِقُ
بِالْحَقِّ
وَهُمْ لاَ
يُظْلَمُونَ |
|
Bizim
kayıtlarımız hep doğru söyler. Kimseye
haksızlık edilmez. |
بَلْ
قُلُوبُهُمْ
فِي
غَمْرَةٍ
مِنْ هَذَا |
63. |
İnsanların
ise bu kayıttan haberi bile olmaz. |
وَلَهُمْ
أَعْمَالٌ
مِنْ دُونِ
ذَلِكَ هُمْ
لَهَا
عَامِلُونَ |
|
İnsanoğlu
bu hal üzere sıradan işler yapmaya devam ederken |
حَتَّى
إِذَا
أَخَذْنَا
مُتْرَفِيهِمْ
بِالْعَذَابِ
إِذَا هُمْ
يَجْأَرُونَ |
64. |
Ara sıra
varlıklı kesimin çıkarına dokunduk mu hemen
yaygarayı basarlar. [1] |
لاَ
تَجْأَرُوا
الْيَوْمَ
إِنَّكُمْ
مِنَّا لاَ
تُنْصَرُونَ |
65. |
Artık bundan
böyle yaygara edemeyeceksiniz çünkü bugün, bizden size hayır yok. |
قَدْ
كَانَتْ
آيَاتِي
تُتْلَى
عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ
عَلَى
أَعْقَابِكُمْ
تَنْكِصُونَ |
66. |
Çünkü benim sözlerim
size okunduğunda, Hemen topuklarınız üzerinde çark edip
gidiyordunuz. |
مُسْتَكْبِرِينَ
بِهِ
سَامِرًا
تَهْجُرُونَ |
67. |
Kabe’yi tekelinize
alıyor, gece oturumlarında naralar atıyordunuz... |
أَفَلَمْ
يَدَّبَّرُوا
الْقَوْلَ
أَمْ جَاءَهُمْ
مَا لَمْ
يَأْتِ
آبَاءَهُمُ اْلأَوَّلِينَ |
68. |
Onlar bu Söyleme dikkat etmediler mi
hiç? Yoksa onlara, atalarına gelenden farklı bir şey mi geldi? |
أَمْ
لَمْ
يَعْرِفُوا
رَسُولَهُمْ
فَهُمْ لَهُ
مُنْكِرُونَ |
69. |
Yoksa kendi
elçilerini tanımıyorlar da bu yüzden mi onu inkar ediyorlar. |
أَمْ
يَقُولُونَ
بِهِ
جِنَّةٌ |
70. |
Yoksa: " Onda
biraz kaçıklık var " mı diyorlar. |
بَلْ
جَاءَهُمْ
بِالْحَقِّ
وَأَكْثَرُهُمْ
لِلْحَقِّ
كَارِهُونَ |
|
Aslında resul
doğru söylüyor ama, çokları doğrudan nefret ediyor. |
وَلَوِ
اتَّبَعَ
الْحَقُّ
أَهْوَاءَهُمْ
لَفَسَدَتِ
السَّمَاوَاتُ
وَاْلأَرْضُ
وَمَنْ
فِيهِنَّ |
71. |
Eğer doğru,
onların keyfine göre olsaydı, göklerin, yerin ve orada bulunan her
şeyin dengesi altüst olurdu. |
بَلْ
أَتَيْنَاهُمْ
بِذِكْرِهِمْ
فَهُمْ عَنْ
ذِكْرِهِمْ
مُعْرِضُونَ |
|
Aslında biz bu
Kitapla onlara şeref getirdik, onlar ise, bu şerefi reddediyorlar. |
أَمْ
تَسْأَلُهُمْ
خَرْجًا
فَخَرَاجُ
رَبِّكَ
خَيْرٌ |
72. |
Sen onlardan bir
ücret istemiyorsun. Çünkü Rabb'inin vereceği daha
hayırlıdır. |
وَهُوَ
خَيْرُ
الرَّازِقِينَ |
|
Çünkü Allah verince,
en iyisini verir. |
وَإِنَّكَ
لَتَدْعُوهُمْ
إِلَى
صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ |
73. |
Sen onları
tabiki doğru yola çağırıyorsun. |
وَإِنَّ
الَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاْلآخِرَةِ
عَنِ
الصِّرَاطِ
لَنَاكِبُونَ
|
74. |
Çünkü ahrete
inanmayan, her an yoldan çıkabilir. |
سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 75. - 89. Ayetler |
وَلَوْ
رَحِمْنَاهُمْ
وَكَشَفْنَا
مَا بِهِمْ
مِنْ ضُرٍّ |
75. |
Eğer biz, onlara
acıyıp da içinde bulundukları kötü durumu kendilerine
gösterseydik, |
لَلَجُّوا
فِي
طُغْيَانِهِمْ
يَعْمَهُونَ |
|
yine de körü körüne
azgınlıklarına devam ederlerdi. |
وَلَقَدْ
أَخَذْنَاهُمْ
بِالْعَذَابِ
فَمَا
اسْتَكَانُوا
لِرَبِّهِمْ
وَمَا
يَتَضَرَّعُونَ |
76. |
Biz zaman zaman
insanlara acılar tattırdık, ama yine de Rablerine boyun
eğmediler, yalvarıp yakarmadılar. |
حَتَّى
إِذَا
فَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ
بَابًا ذَا
عَذَابٍ
شَدِيدٍ
إِذَا هُمْ
فِيهِ مُبْلِسُونَ |
77. |
Ama bir gün her türlü
cefayı toplayıp gelir de tepelerine boca edersek, belki o zaman pes
ederler. |
وَهُوَ
الَّذِي أَنْشَأَ
لَكُمُ
السَّمْعَ
وَاْلأَبْصَارَ
وَاْلأَفْئِدَةَ
|
78. |
Allah size, göz verdi
kulak verdi, kalp verdi, |
قَلِيلاً
مَا تَشْكُرُونَ |
|
buna rağmen öyle
az şükrediyorsunuz ki… |
وَهُوَ
الَّذِي
ذَرَأَكُمْ
فِي اْلأَرْضِ
وَإِلَيْهِ
تُحْشَرُونَ |
79. |
Sizi yeryüzüne sepeleyen de odur.
Nitekim en sonunda onun huzuruna geleceksiniz. |
وَهُوَ
الَّذِي
يُحْيِ
وَيُمِيتُ |
80. |
yaşatıp
öldüren de odur. |
وَلَهُ
اخْتِلاَفُ
اللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
أَفَلاَ
تَعْقِلُونَ |
|
Gece gündüz
devridaimini yapan da odur. Düşünsenize bir. |
بَلْ
قَالُوا
مِثْلَ مَا
قَالَ اْلأَوَّلُونَ |
81. |
Ne yazık ki
onlar da ataları gibi konuşuyorlar: |
قَالُوا
أَئِذَا
مِتْنَا
وَكُنَّا
تُرَابًا
وَعِظَامًا
أَئِنَّا
لَمَبْعُوثُونَ |
82. |
Bir inkarcı: " Öldükten, toprağa
karışıp kemik olduktan sonra dirilecekmişiz ha?
" |
لَقَدْ
وُعِدْنَا
نَحْنُ
وَآبَاؤُنَا
هَذَا مِنْ
قَبْلُ |
83. |
Diğeri: " Bize yapılan bu
tehditler, daha önceleri atalarımıza da
yapılmıştı. |
إِنْ
هَذَا
إِلاَّ
أَسَاطِيرُ
اْلأَوَّلِينَ |
|
Bunların
hepsi eskilerin masalları. " |
قُلْ
لِمَنِ اْلأَرْضُ
وَمَنْ
فِيهَا إِنْ
كُنتُمْ
تَعْلَمُونَ |
84. |
Resul:: " madem biliyorsunuz,
yeryüzü ve üzerindekiler kimin o zaman? " |
سَيَقُولُونَ
ِللهِ |
85. |
İnkarcı: " Allah'ın.
" |
قُلْ
أَفَلاَ
تَذَكَّرُونَ |
|
Resul: " bak biraz daha
düşünseniz olacak. |
قُلْ
مَنْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ
السَّبْعِ
وَرَبُّ
الْعَرْشِ
الْعَظِيمِ |
86. |
Peki yedi
göğün sahibi, tüm evreni çekip çeviren kim? " |
سَيَقُولُونَ
ِللهِ |
87. |
İnkarcı:" Allah. " |
قُلْ
أَفَلاَ
تَتَّقُونَ |
|
Resul: " o zaman kendinizi
sağlama alsanıza! |
قُلْ
مَنْ
بِيَدِهِ
مَلَكُوتُ
كُلِّ شَيْءٍ
وَهُوَ
يُجِيرُ
وَلاَ
يُجَارُ
عَلَيْهِ إِنْ
كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ |
88. |
Peki madem
biliyorsunuz her şeyin hakimiyeti kimin elinde? Koruyan fakat
korumasız olan kim? "
|
سَيَقُولُونَ
ِللهِ |
89. |
İnkarcı: " Allah.
" |
قُلْ
فَأَنَّا
تُسْحَرُونَ |
|
Resul:" Peki neden
göremiyorsunuz... ? " |
سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 90. - 104. Ayetler |
بَلْ
أَتَيْنَاهُمْ
بِالْحَقِّ
وَإِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ
|
90. |
Aslında biz onlara hep doğruyu
söyledik. Asıl yalancı kendileri: |
مَا
اتَّخَذَ
اللهُ مِنْ
وَلَدٍ
وَمَا كَانَ
مَعَهُ مِنْ
إِلَهٍ |
91. |
Çünkü Allah çocuk
edinmedi. Yani onun yanında başka bir tanrı yok. |
إِذًا
لَذَهَبَ
كُلُّ إِلَهٍ
بِمَا
خَلَقَ |
|
Aksi halde her
tanrı kendi yarattıklarını peşine takar, |
وَلَعَلاَ
بَعْضُهُمْ
عَلَى
بَعْضٍ |
|
diğer
tanrıların üstüne yürürdü. |
سُبْحَانَ
اللهِ
عَمَّا
يَصِفُونَ |
|
Allah'ın
erişilmez yüceliği onların havsalasına sığmaz. |
عَالِمِ
الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ
فَتَعَالَى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ |
92. |
Görünen ve
görünmeyeni bilen Allah, onların aracı tanrılarından çok
ötedir . |
قُلْ
رَبِّ
إِمَّا
تُرِيَنِّي
مَا يُوعَدُونَ |
93. |
De ki: " Ya
Rab! eğer onlara verilecek olan cezayı ille de bana göstereceksen, |
رَبِّ
فَلاَ
تَجْعَلْنِي
فِي
الْقَوْمِ
الظَّالِمِينَ |
94. |
n'olur! beni bu
acımasız toplum içinde tutma! " |
وَإِنَّا
عَلَى أَنْ
نُرِيَكَ
مَا نَعِدُهُمْ
لَقَادِرُونَ |
95. |
Resulüm! Biz, onlara
vereceğimiz cezayı sana elbet göstereceğiz. |
اِدْفَعْ
بِالَّتِي
هِيَ أَحْسَنُ
السَّيِّئَةَ
|
96. |
Ancak sen,
kötülüğü şimdilik en güzel şekilde savmaya devam et. |
نَحْنُ
أَعْلَمُ
بِمَا
يَصِفُونَ |
|
Çünkü, söylediklerini
en iyi bilen biziz. |
وَقُلْ
رَبِّ
أَعُوذُ
بِكَ مِنْ
هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ |
97. |
" Ya Rab!
lafı çarpıtan insanlardan sana sığınırım
|
وَأَعُوذُ
بِكَ رَبِّ
أَنْ
يَحْضُرُونِ |
98. |
Onların
yanıma sokulmalarından da sana sığınırım. " diye yalvar. |
حَتَّى
إِذَا جَاءَ
أَحَدَهُمُ
الْمَوْتُ قَالَ
رَبِّ
ارْجِعُونِ |
99. |
Bir gün gelecek
bunlardan biri ölüm döşeğine düşecek: " Ya Rab! hayata
döndür beni de " |
لَعَلِّي
أَعْمَلُ
صَالِحًا
فِيمَا
تَرَكْتُ |
100. |
" Kalan
ömrümde iyi işler yapayım. " diyecek. |
كَلاَّ
إِنَّهَا
كَلِمَةٌ
هُوَ
قَائِلُهَا
وَمِنْ
وَرَائِهِمْ
بَرْزَخٌ
إِلَى يَوْمِ
يُبْعَثُونَ |
|
Ne yazık bu söz,
söylendiği ile kalır. Çünkü önlerinde, diriltilecekleri güne kadar
devam edecek uzun bir kabir hayatı vardır… |
فَإِذَا
نُفِخَ فِي
الصُّورِ
فَلاَ أَنْسَابَ
بَيْنَهُمْ
يَوْمَئِذٍ
وَلاَ يَتَسَاءَلُونَ |
101. |
Sûra üflendi mi artık
aralarındaki akrabalığın hiçbir bir anlamı kalmaz.
Birbirilerine soru bile soramazlar. |
فَمَنْ
ثَقُلَتْ
مَوَازِينُهُ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ |
102. |
O gün
tartısı ağır basanlar kurtulacak, |
وَمَنْ
خَفَّتْ
مَوَازِينُهُ
فَأُولاَئِكَ
الَّذِينَ
خَسِرُوا
أَنْفُسَهُمْ |
103. |
hafif çekenler ise,
kendilerini kaybedecekler. |
فِي
جَهَنَّمَ
خَالِدُونَ |
|
Çünkü sonsuza kadar
cehennemde |
تَلْفَحُ
وُجُوهَهُمُ
النَّارُ
وَهُمْ
فِيهَا
كَالِحُونَ |
104. |
ateş yüzlerini
dalarken, dişleri sırıtıp kalacak. |
سورة
المؤمنون: مكية 118 آية |
18.c. |
Mü'minûn: 23 / 105. - 118. Ayetler |
أَلَمْ
تَكُنْ
آيَاتِي
تُتْلَى
عَلَيْكُمْ
فَكُنْتُمْ
بِهَا
تُكَذِّبُونَ |
105. |
Bir ses: Ayetlerim sizlere
okunmadı mı. Siz de onları yalanlamadınız mı?!. |
قَالُوا
رَبَّنَا
غَلَبَتْ
عَلَيْنَا
شِقْوَتُنَا
|
106. |
Suçlular yalvaracaklar: " Ya Rab!
Kör talih yakamızı bir türlü bırakmadı. |
وَكُنَّا
قَوْمًا
ضَالِّينَ |
|
Bu yüzden,
şaşkın bir millet olduk. |
رَبَّنَا
أَخْرِجْنَا
مِنْهَا |
107. |
Ya Rab! N’olur
çıkar bizi buradan, |
فَإِنْ
عُدْنَا
فَإِنَّا
ظَالِمُونَ |
|
Eğer bir daha
yaparsak kendimiz etmiş, kendimiz bulmuş olalım " diyecekler. |
قَالَ
اخْسَئُوا
فِيهَا
وَلاَ
تُكَلِّمُونِ |
108. |
" Hadi
oradan! diyecek bir ses. Artık benimle konuşmayın! |
إِنَّهُ
كَانَ
فَرِيقٌ
مِنْ
عِبَادِي
يَقُولُونَ
رَبَّنَا
آمَنَّا
فَاغْفِرْ
لَنَا وَارْحَمْنَا
وَأَنْتَ
خَيْرُ
الرَّاحِمِينَ |
109. |
Vaktiyle benim: '
Ya Rab bağışla bizi, acı bize, çünkü sevginin
kaynağı sensin ' diyen kullarım vardı. |
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ
سِخْرِيًّا |
110. |
Siz de onları
alaya alırdınız. |
حَتَّى
أَنْسَوْكُمْ
ذِكْرِي
وَكُنْتُمْ
مِنْهُمْ
تَضْحَكُونَ |
|
Onlarla alay
ederken öylesine azıttınız ki benim adımı bile
unuttunuz. |
إِنِّي
جَزَيْتُهُمُ
الْيَوْمَ
بِمَا صَبَرُوا
أَنَّهُمْ
هُمُ
الْفَائِزُونَ |
111. |
Ben de
sabırlarına karşılık kendilerini ödüllendirdim.
Artık yarışı onlar kazandı. |
قَالَ
كَمْ
لَبِثْتُمْ
فِي اْلأَرْضِ
عَدَدَ
سِنِينَ |
112. |
Aynı ses: Peki dünyada kaç yıl
kaldınız biliyor musunuz? " diye soracak. |
قَالُوا
لَبِثْنَا
يَوْمًا
أَوْ بَعْضَ
يَوْمٍ
فَاسْأَلِ
الْعَادِّينَ |
113. |
" Bir gün ya
da daha az kaldık. Sayı uzmanlarına sor. " diye
karşılık verecekler. |
قَالَ
إِنْ
لَبِثْتُمْ
إِلاَّ
قَلِيلاً
لَوْ أَنَّكُمْ
كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ |
114. |
Ses: " bilseniz, öylesine az
kaldınız ki. |
أَفَحَسِبْتُمْ
أَنَّمَا
خَلَقْنَاكُمْ
عَبَثًا |
115. |
Sizi boşuna
yarattığımızı sanmıştınız. |
وَأَنَّكُمْ
إِلَيْنَا
لاَ
تُرْجَعُونَ |
|
Önümüze getirilip
hesap vermeyeceğinizi sanmıştınız. " |
فَتَعَالَى
اللهُ
الْمَلِكُ
الْحَقُّ |
116. |
Halbuki gerçek
hükümdar yüce Allah idi. |
لاَ
إِلَهَ إِلاَّ
هُوَ رَبُّ
الْعَرْشِ
الْكَرِيمِ |
|
Çünkü koca evreni
çekip çeviren Allah'tan başka tanrı yoktu. |
وَمَنْ
يَدْعُ مَعَ
اللهِ
إِلَهًا
آخَرَ لاَ
بُرْهَانَ
لَهُ بِهِ |
117. |
Allah'a
yalvarırken araya başkasını sokanların hiçbir
haklı dayanakları yoktu. |
فَإِنَّمَا
حِسَابُهُ
عِنْدَ
رَبِّهِ |
|
Allah onlara, bunun
hesabını soracaktır. |
إِنَّهُ
لاَ
يُفْلِحُ
الْكَافِرُونَ |
|
İnkar edenler
ise asla kurtulamayacaklardır. |
وَقُلْ
رَبِّ
اغْفِرْ
وَارْحَمْ
وَأَنْتَ خَيْرُ
الرَّاحِمِينَ |
118. |
Daima: " Ya
Rab! n'olur bağışla ve acı bize.. çünkü merhametin
başı sensin. " de. |
سورة
النور:
مدنية 64 آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 1. - 10. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
سُورَةٌ
أَنْزَلْنَاهَا
وَفَرَضْنَاهَا
|
1. |
Bu, bir takım
yaptırımlar getirmek için indirdiğimiz bir suredir. |
وَأَنْزَلْنَا
فِيهَا
آيَاتٍ
بَيِّنَاتٍ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ |
|
Sağlıklı
düşünebilmeniz için bu surede çok açık ifadeler kullandık: |
الزَّانِيَةُ
وَالزَّانِي
فَاجْلِدُوا
كُلَّ
وَاحِدٍ
مِنْهُمَا
مِائَةَ
جَلْدَةٍ |
2. |
Zina eden kadın
ve erkekten her birine yüz sopa vurun. |
وَلاَ
تَأْخُذْكُمْ
بِهِمَا
رَأْفَةٌ
فِي دِينِ
اللهِ إِنْ
كُنْتُمْ
تُؤْمِنُونَ
بِاللهِ
وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ |
|
Eğer Allah'a ve
ahiret gününe yürekten inanıyorsanız Allah aşkına onlara
hoşgörülü davranmayın. |
وَلْيَشْهَدْ
عَذَابَهُمَا
طَائِفَةٌ
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Ceza
uygulamasına inançlı
kesimden bir kaç kişi tanıklık etsin. |
الزَّانِي
لاَ يَنْكِحُ
إلاَّزَانِيَةً
أَوْ
مُشْرِكَةً |
3. |
Zina eden bir erkek,
ya yine zina eden bir kadınla ya da müşrik bayanla evlenebilir. |
وَالزَّانِيَةُ
لاَ يَنْكِحُهَا
إِلاَّ
زَانٍ أَوْ
مُشْرِكٌ |
|
Zina eden
kadını da, ya yine zina eden bir erkek, ya da müşrik bir erkek
nikahlayabilir. |
وَحُرِّمَ
ذَلِكَ
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Bu tür evlilik
Müslümanlara yasaklanmıştır. |
وَالَّذِينَ
يَرْمُونَ
الْمُحْصَنَاتِ
ثُمَّ لَمْ
يَأْتُوا
بِأَرْبَعَةِ
شُهَدَاءَ
فَاجْلِدُوهُمْ
ثَمَانِينَ
جَلْدَةً |
4. |
İffetli
kadınlara zina iftirasında bulunup da sonra dört şahit
getiremeyenlere seksen sopa vurun. |
وَلاَ
تَقْبَلُوا
لَهُمْ
شَهَادَةً
أَبَدًا
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْفَاسِقُونَ |
|
Bundan böyle
onların sözlerine güvenmeyin. Çünkü iftiracılar, toplumu içten
çürütürler. |
إِلاَّ
الَّذِينَ
تَابُوا
مِنْ بَعْدِ
ذَلِكَ وَأَصْلَحُوا
فَإِنَّ
اللهَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
5. |
Ama her şeye
rağmen, pişman olup da kendine çekidüzen verenler olursa, Allah
tabiki engin hoşgörülü bir sevgi selidir. |
وَالَّذِينَ
يَرْمُونَ
أَزْوَاجَهُمْ
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُمْ
شُهَدَاءُ
إِلاَّ أَنْفُسُهُمْ
فَشَهَادَةُ
أَحَدِهِمْ
أَرْبَعُ
شَهَادَاتٍ
بِاللهِ
إِنَّهُ
لَمِنَ الصَّادِقِينَ |
6. |
Kendi eşlerine
zina ithamında bulunup da yine kendilerinden başka
tanığı olmayan kocanın
tanıklığı: Allah adını kullanarak tam dört kere:
vallahi billahi doğru söylüyorum diye yemin etmek, [2] |
وَالْخَامِسَةُ
أَنَّ
لَعْنَةَ
اللهِ عَلَيْهِ
إِنْ كَانَ
مِنَ
الْكَاذِبِينَ |
7. |
beşincisinde
ise: yalan
söylüyorsam Allah belâmı versin diye kendisine lanet okumaktır. |
وَيَدْرَأُ
عَنْهَا
الْعَذَابَ
أَنْ
تَشْهَدَ
أَرْبَعَ
شَهَادَاتٍ
بِاللهِ إِنَّهُ
لَمِنَ
الْكَاذِبِينَ |
8. |
Kadının da sopa cezasından
kurtulabilmesi için: kocasının yalancı olduğuna tam
dört kez yemin billah ettikten sonra, |
وَالْخَامِسَةَ
أَنَّ
غَضَبَ اللهِ
عَلَيْهَا
إِنْ كَانَ
مِنَ الصَّادِقِينَ |
9. |
beşincisinde: kocam doğru söylüyorsa
Allah belâmı versin diyerek kendini lanetlemektir. |
وَلَوْلاَ
فَضْلُ
اللهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
وَأَنَّ
اللهَ
تَوَّابٌ
حَكِيمٌ |
10. |
Eğer Allah sizi
sevip saymasaydı haliniz nice olurdu. Her şeye hakim olan
Allah'ın yürekten pişmanlık duyanlara
kıyamadığını da bilin. |
سورة
النور: مدنية
64
آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 11. - 20. Ayetler |
إِنَّ
الَّذِينَ
جَاءُوا بِاْلإِفْكِ
عُصْبَةٌ
مِنْكُمْ
|
11. |
Sizin içinizdeki
iftiracıların sayısı bellidir. |
لاَ
تَحْسَبُوهُ
شَرًّا
لَكُمْ بَلْ
هُوَ خَيْرٌ
لَكُمْ |
|
Onları, kendiniz
için hemen şerre yormayın, bilakis onlar sizin için bir
artıdır. |
لِكُلِّ
امْرِئٍ
مِنْهُمْ
مَا
اكْتَسَبَ مِنَ
اْلإِثْمِ |
|
Her birinin,
işlediği kadar bir günah yükü vardır. |
وَالَّذِي
تَوَلَّى
كِبْرَهُ
مِنْهُمْ
لَهُ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ |
|
Günahın
büyüğünü işleyenin, cezası da büyüktür. |
لَوْلاَ
إِذْ
سَمِعْتُمُوهُ
ظَنَّ
الْمُؤْمِنُونَ
وَالْمُؤْمِنَاتُ
بِأَنْفُسِهِمْ
خَيْرًا
وَقَالُوا
هَذَا
إِفْكٌ مُبِينٌ |
12. |
Sizler bu olayı
duyduğunuzda keşke bay ve bayan Müslümanlar bunu hayra yorup: "
belli ki bu bir iftira" demiş olsalardı! |
لَوْلاَ
جَاءُوا
عَلَيْهِ
بِأَرْبَعَةِ
شُهَدَاءَ |
13. |
Keşke dört
şahit getirselerdi. |
فَإِذْ
لَمْ
يَأْتُوا
بِالشُّهَدَاءِ
|
|
Şimdi şahit
getiremediklerine göre, |
فَأُولاَئِكَ
عِنْدَ
اللهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ |
|
Allah katında
hepsi yalancı demektir. |
وَلَوْلاَ
فَضْلُ
اللهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
فِي
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ
|
14. |
Eğer Allah,
dünya-ahiret sizi sevip saymasaydı, |
لَمَسَّكُمْ
فِي مَا
أَفَضْتُمْ
فِيهِ عَذَابٌ
عَظِيمٌ |
|
karıştığınız
bu olaydan ötürü hepiniz çok büyük acılar çekebilirdiniz. |
إِذْ
تَلَقَّوْنَهُ
بِأَلْسِنَتِكُمْ
وَتَقُولُونَ
بِأَفْوَاهِكُمْ
مَا لَيْسَ لَكُمْ
بِهِ عِلْمٌ |
15. |
Çünkü, hakkında
bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi dilinize
dolayıp ağızdan ağza dolaştırıyordunuz. |
وَتَحْسَبُونَهُ
هَيِّنًا
وَهُوَ
عِنْدَ اللهِ
عَظِيمٌ |
|
Bunu basit bir olay
gibi görüyordunuz. Halbuki bu, Allah katında büyük bir olaydı. |
وَلَوْلاَ
إِذْ
سَمِعْتُمُوهُ
قُلْتُمْ مَا
يَكُونُ
لَنَا أَنْ
نَتَكَلَّمَ
بِهَذَا
سُبْحَانَكَ
هَذَا
بُهْتَانٌ
عَظِيمٌ |
16. |
Bu olayı
duyunca: " Aman Tanrım! Bu çok büyük bir itham, bu konuda
konuşmamız bize yakışmaz " demeliydiniz. |
يَعِظُكُمُ
اللهُ أَنْ
تَعُودُوا
لِمِثْلِهِ
أَبَدًا
إِنْ كُنْتُمْ
مُؤْمِنِينَ |
17. |
Eğer
inanıyorsanız Allah, bir daha böyle bir yanlış
yapmanızı hiç istemez. |
وَيُبَيِّنُ
اللهُ
لَكُمُ اْلآيَاتِ
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
18. |
Allah, size ayetleri
açıklıyor, çünkü Allah, her şeye bilgi ile hakimdir... |
إِنَّ
الَّذِينَ
يُحِبُّونَ
أَنْ تَشِيعَ
الْفَاحِشَةُ
فِي
الَّذِينَ
آمَنُوا |
19. |
Çirkin olayların Müslümanlar
arasında yayılmasını isteyenler, |
لَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ فِي
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ |
|
dünya - ahret çok
acı çekeceklerdir. |
وَاللهُ
يَعْلَمُ
وَأَنْتُمْ
لاَ تَعْلَمُونَ |
|
Bunu sadece Allah
bilir, siz bilemezsiniz. |
وَلَوْلاَ
فَضْلُ
اللهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
|
20. |
Ya Allah'ın size
sevgi ve saygısı olmasaydı! |
وَأَنَّ
اللهَ
رَءُوفٌ
رَحِيمٌ |
|
Ya Allah duyarlı
ve merhametli olmasaydı! |
سورة
النور:
مدنية 64 آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 21. - 27. Ayetler |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تَتَّبِعُوا
خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِ
|
21. |
Sevgili müminler! Sakın şeytana
uymayın. |
وَمَنْ
يَتَّبِعْ
خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِ
|
|
Çünkü şeytan,
peşinden gelenlerden |
فَإِنَّهُ
يَأْمُرُ
بِالْفَحْشَاءِ
وَالْمُنْكَرِ |
|
çirkin ve sevimsiz
şeyler yapmalarını ister. |
وَلَوْلاَ
فَضْلُ اللهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
|
|
Eğer Allah, sizi
sevip saymasaydı, |
مَا
زَكَا
مِنْكُمْ
مِنْ أَحَدٍ
أَبَدًا |
|
hiçbiriniz temize
çıkamazdınız. |
وَلَكِنَّ
اللهَ
يُزَكِّي
مَنْ
يَشَاءُ وَاللهُ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Lâkin Allah,
değer bulduklarını temize çıkarır, çünkü Allah, her
şeyi duyup bilmektedir… |
وَلاَ
يَأْتَلِ
أُولُوا
الْفَضْلِ
مِنْكُمْ
وَالسَّعَةِ
أَنْ
يُؤْتُوا |
22. |
İçinizde saygın ve varlıklı
olanlar, yardım konusunda kendilerini bağlamasınlar. |
أُولِي
الْقُرْبَى
وَالْمَسَاكِينَ
وَالْمُهَاجِرِينَ
فِي سَبِيلِ اللهِ |
|
Yakınlara,
yoksullara ve Allah için hicret edenlere yardıma devam etsinler, |
وَلْيَعْفُوا
وَلْيَصْفَحُوا |
|
affetsinler, hoş
görsünler. |
أَلاَ
تُحِبُّونَ
أَنْ
يَغْفِرَ
اللهُ لَكُمْ
|
|
Allah'ın sizi
bağışlamasını istemez misiniz? |
وَاللهُ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Nitekim Allah engin
hoşgörülü bir sevgi selidir. |
إِنَّ
الَّذِينَ
يَرْمُونَ
الْمُحْصَنَاتِ
الْغَافِلاَتِ
الْمُؤْمِنَاتِ
|
23. |
İnançlı saf, namuslu hanımlara iftira
edenler, |
لُعِنُوا
فِي
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ |
|
dünya-ahiret lanetlenmişlerdir.
Ayrıca onları çok ağır cezalar bekliyor. |
يَوْمَ
تَشْهَدُ
عَلَيْهِمْ
أَلْسِنَتُهُمْ
وَأَيْدِيهِمْ
وَأَرْجُلُهُمْ
بِمَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
24. |
O gün gelip
çattığında, elleri dilleri ve ayakları dile gelip tüm
yapıp ettiklerine tanıklık edecektir. |
يَوْمَئِذٍ
يُوَفِّيهِمُ
اللهُ
دِينَهُمُ
الْحَقَّ |
25. |
O gün Allah onlara
gerçek dini gösterecek |
وَيَعْلَمُونَ
أَنَّ اللهَ
هُوَ
الْحَقُّ الْمُبِينُ |
|
ve
herkes Allah'ın ne muhteşem bir varlık olduğunu
anlayacaktır… |
الْخَبِيثَاتُ
لِلْخَبِيثِينَ
وَالْخَبِيثُونَ
لِلْخَبِيثَاتِ
|
26. |
Kötü
kadınlar
kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışır. |
وَالطَّيِّبَاتُ
لِلطَّيِّبِينَ
وَالطَّيِّبُونَ
لِلطَّيِّبَاتِ |
|
Temiz kadınlar
temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. |
أُولاَئِكَ
مُبَرَّءُونَ
مِمَّا
يَقُولُونَ
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ
وَرِزْقٌ
كَرِيمٌ |
|
İftiradan
aklanmış olan bu insanlar, hoşgörü yanı sıra değerli nimetlere
sahip olacaklardır… |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تَدْخُلُوا
بُيُوتًا
غَيْرَ
بُيُوتِكُمْ
حَتَّى
تَسْتَأْنِسُوا
وَتُسَلِّمُوا
عَلَى
أَهْلِهَا |
27. |
Sevgili müminler! Başkalarının
evlerine, müsaade almadan ve hane halkına selâm vermeden girmeyin. |
ذَلِكُمْ
خَيْرٌ
لَكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ |
|
Eğer
sağlıklı düşünürseniz sizin için en uygunu budur. |
سورة
النور:
مدنية 64 آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 28. - 31. Ayetler |
فَإِنْ
لَمْ
تَجِدُوا
فِيهَا
أَحَدًا |
28. |
Evde kimse
bulamazsanız, |
فَلاَ
تَدْخُلُوهَا
حَتَّى
يُؤْذَنَ
لَكُمْ |
|
Size izin
verilmedikçe oraya girmeyin. |
وَإِنْ
قِيلَ لَكُمُ
ارْجِعُوا
فَارْجِعُوا
هُوَ
أَزْكَى
لَكُمْ |
|
Size: " geri
dönün " denirse dönün. Bu sizin için daha temiz bir hareket olur. |
وَاللهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
عَلِيمٌ |
|
Allah
yaptıklarınızı bilir. |
لَيْسَ
عَلَيْكُمْ
جُنَاحٌ
أَنْ
تَدْخُلُوا
بُيُوتًا
غَيْرَ
مَسْكُونَةٍ
|
29. |
Oturanı olmayan
boş evlere girmenizde ise bir sakınca yoktur. |
فِيهَا
مَتَاعٌ
لَكُمْ |
|
Özellikle orada
malınız varsa. |
وَاللهُ
يَعْلَمُ
مَا
تُبْدُونَ
وَمَا تَكْتُمُونَ |
|
Çünkü Allah, gizli
saklı neyiniz varsa bilir… |
قُلْ
لِلْمُؤْمِنِينَ
يَغُضُّوا
مِنْ أَبْصَارِهِمْ
وَيَحْفَظُوا
فُرُوجَهُمْ
|
30. |
Resulüm! inanan erkeklere söyle: bakışlarını
yumuşatsınlar, avret mahallerini korusunlar. [3] |
ذَلِكَ
أَزْكَى
لَهُمْ
إِنَّ اللهَ
خَبِيرٌ
بِمَا
يَصْنَعُونَ |
|
Bu sizin için daha
nezih bir davranış olur, çünkü Allah'ın her
yaptığınızdan haberi vardır. |
وَقُلْ
لِلْمُؤْمِنَاتِ
يَغْضُضْنَ
مِنْ أَبْصَارِهِنَّ
|
31. |
İnanan
hanımlara söyle: onlar da bakışlarını
yumuşatsınlar. |
وَيَحْفَظْنَ
فُرُوجَهُنَّ |
|
Onlar da avret
mahallerini korusunlar. |
وَلاَ
يُبْدِينَ
زِينَتَهُنَّ
إِلاَّ مَا ظَهَرَ
مِنْهَا |
|
Görünen
kısımları hariç, ziynet / değerli yerlerini
göstermesinler. |
وَلْيَضْرِبْنَ
بِخُمُرِهِنَّ
عَلَى جُيُوبِهِنَّ
|
|
Başörtülerini
yakalarının üzerine etsinler. |
وَلاَ
يُبْدِينَ
زِينَتَهُنَّ
إِلاَّ |
|
Kadınlar
ziynet yerlerini
ise sadece şu kimseler yanında açabilirler: |
لِبُعُولَتِهِنَّ
أَوْ
آبَائِهِنَّ
أَوْ آبَاءِ
بُعُولَتِهِنَّ |
|
kocaları, öz
babaları veya kayın babaları, |
أَوْ
أَبْنَائِهِنَّ
أَوْ
أَبْنَاءِ
بُعُولَتِهِنَّ |
|
öz ya da üvey
oğulları, |
أَوْ
إِخْوَانِهِنَّ
أَوْ بَنِي
إِخْوَانِهِنَّ
أَوْ بَنِي
أَخَوَاتِهِنَّ |
|
öz erkek
kardeşleri, öz yeğenleri, |
أَوْ
نِسَائِهِنَّ
أَوْ مَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُهُنَّ |
|
kadınları
ya da cariyeleri, |
أَوِ
التَّابِعِينَ
غَيْرِ أُولِي
اْلإِرْبَةِ
مِنَ
الرِّجَالِ |
|
Kadınlara ilgi
duymayan iktidarsız erkekler, |
أَوِ
الطِّفْلِ
الَّذِينَ
لَمْ يَظْهَرُوا
عَلَى
عَوْرَاتِ
النِّسَاءِ |
|
henüz avret bilincine
ermemiş çocuklar… |
وَلاَ
يَضْرِبْنَ
بِأَرْجُلِهِنَّ
لِيُعْلَمَ
مَا
يُخْفِينَ
مِنْ
زِينَتِهِنَّ |
|
Kadınlar, gizledikleri ziynet / takı
/ güzellik farkedilsin diye ökçelerini vurmasınlar. |
وَتُوبُوا
إِلَى اللهِ
جَمِيعًا
أَيُّهَ
الْمُؤْمِنُونَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ |
|
Sevgili müminler!
hepiniz Allah'a tövbe edin. Zira kurtuluşunuz buna
bağlıdır. |
سورة
النور: مدنية
64
آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 32. - 36. Ayetler |
وَأَنْكِحُوا
الأَيَامَى
مِنْكُمْ
وَالصَّالِحِينَ
مِنْ
عِبَادِكُمْ
وَإِمَائِكُمْ
|
32. |
Dul
kadınlarınızı, emriniz altında çalışan
hizmetlilerden durumu müsait ve gelişkin olanları evlendirin. |
إِنْ
يَكُونُوا
فُقَرَاءَ
يُغْنِهِمُ
اللهُ مِنْ
فَضْلِهِ |
|
Fakir iseler, Allah
bir şekilde onların ihtiyacını giderecektir. |
وَاللهُ
وَاسِعٌ
عَلِيمٌ |
|
Çünkü Allah,
sınırsız varlık ve bilgi zenginidir. |
وَلْيَسْتَعْفِفِ
الَّذِينَ
لاَ
يَجِدُونَ
نِكَاحًا
حَتَّى يُغْنِيَهُمُ
اللهُ مِنْ
فَضْلِهِ |
33. |
Durumları
evlenmeye müsait olmayanlar, Allah ihtiyaçlarını bir şekilde giderene
kadar iffetlerini korusunlar… |
وَالَّذِينَ
يَبْتَغُونَ
الْكِتَابَ
مِمَّا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُكُمْ
فَكَاتِبُوهُمْ |
|
Sahip olduğunuz köle ve cariyeler
arasında yazışma suretiyle
bağımsızlıklarını isteyenler olursa, onlarla
yazışın. |
إِنْ
عَلِمْتُمْ
فِيهِمْ
خَيْرًا
وَآتُوهُمْ
مِنْ مَالِ
اللهِ
الَّذِي
آتَاكُمْ |
|
Durumları
hakkında olumlu bir kanaatiniz varsa, Allah'ın size verdiği
maldan siz de onlara verin. |
وَلاَ
تُكْرِهُوا
فَتَيَاتِكُمْ
عَلَى الْبِغَاءِ
إِنْ
أَرَدْنَ
تَحَصُّنًا
لِتَبْتَغُوا
عَرَضَ الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا |
|
Kendileri iffetli
yaşamak istedikleri halde dünya malına tama ederek, cariyelerinizi
fuhşa zorlamayın. |
وَمَنْ
يُكْرِهْهُنَّ
فَإِنَّ
اللهَ مِنْ بَعْدِ
إِكْرَاهِهِنَّ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
İstemedikleri
halde fuhşa zorlanmış bayanlar ise Allah'ın, engin
hoşgörü ve merhametine sığınmalıdırlar. |
وَلَقَدْ
أَنْزَلْنَا
إِلَيْكُمْ
آيَاتٍ
مُبَيِّنَاتٍ
وَمَثَلاً
مِنَ
الَّذِينَ
خَلَوْا
مِنْ قَبْلِكُمْ
وَمَوْعِظَةً
لِلْمُتَّقِينَ |
34. |
Sizlere, bir yandan
anlamı açık ifadeler sunar iken, bir yandan da özellikle
sağlamcılara ibret olması için tarihî örnekler sunduk… |
اَللهُ
نُورُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
35. |
Allah, tüm göklerin ve yerin nûrudur. |
مَثَلُ
نُورِهِ
كَمِشْكَاةٍ
فِيهَا
مِصْبَاحٌ |
|
Onun nûru, duvardaki
ışıklık gibidir. |
اَلْمِصْبَاحُ
فِي زُجَاجَةٍ
اَلزُّجَاجَةُ
كَأَنَّهَا
كَوْكَبٌ
دُرِّيٌّ |
|
üstelik lambası
camlı, camı da inci gibi pırıl pırıl. |
يُوقَدُ
مِنْ
شَجَرَةٍ
مُبَارَكَةٍ
زَيْتُونِةٍ
لاَ
شَرْقِيَّةٍ
وَلاَ
غَرْبِيَّةٍ |
|
Yakıtı ise,
ne doğuda ne batıda emsali bulunmayan nefis bir zeytinden, |
يَكَادُ
زَيْتُهَا
يُضِيءُ
وَلَوْ لَمْ
تَمْسَسْهُ
نَارٌ |
|
sanki
ateşlemeden parlayacak gibi dumansız. |
نُورٌ
عَلَى نُورٍ |
|
Nûrun alâ nur: her
şey mükemmel sonuç da mükemmel |
يَهْدِي
اللهُ
لِنُورِهِ
مَنْ
يَشَاءُ |
|
Allah değer
bulduğu kulunun yolunu böylesi bir ışıkla
aydınlatır. |
وَيَضْرِبُ
اللهُ اْلأَمْثَالَ
لِلنَّاسِ
وَاللهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
|
Allah bu benzetmeyi
tüm insanlık için yapıyor, çünkü o, her şeyi tüm
ayrıntısıyla biliyor… |
فِي
بُيُوتٍ
أَذِنَ
اللهُ أَنْ
تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ
فِيهَا
اسْمُهُ |
36. |
Allah'ın, yükseltilip içinde
adının anılmasına izin verdiği evlerde, |
يُسَبِّحُ
لَهُ فِيهَا
بِالْغُدُوِّ
وَاْلآصَالِ |
|
sabah akşam onun
ihtişamını dile getiren |
سورة
النور: مدنية
64
آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 37. - 43. Ayetler |
رِجَالٌ
لاَ
تُلْهِيهِمْ
تِجَارَةٌ
وَلاَ
بَيْعٌ عَنْ
ذِكْرِ
اللهِ وَإِقَامِ
الصَّلاَةِ
وَإِيتَاءِ
الزَّكَاةِ |
37. |
öyle insanlar var ki,
alışveriş, kendilerini Allah’ı anmaktan,
namazını kılıp zekatını vermekten
alıkoyamaz. |
يَخَافُونَ
يَوْمًا
تَتَقَلَّبُ
فِيهِ الْقُلُوبُ
وَاْلأَبْصَارُ |
|
Onlar, yüreklerin
hoplayıp gözlerin döneceği o günden korkarlar. |
لِيَجْزِيَهُمُ
اللهُ
أَحْسَنَ
مَا
عَمِلُوا
وَيَزِيدَهُمْ
مِنْ
فَضْلِهِ |
38. |
Allah onları,
yaptıkları en güzel amele kendi vereceğini de ilave ederek
ödüllendirecektir. |
وَاللهُ
يَرْزُقُ مَنْ
يَشَاءُ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ |
|
Allah istediği
kulunu, sınırsız nimete boğar… |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
أَعْمَالُهُمْ
كَسَرَابٍ
بِقِيعَةٍ |
39. |
Allah’ı inkar edenlerin
yaptığı işler, çöldeki seraba benzer, |
يَحْسَبُهُ
الظَّمْآنُ
مَاءً |
|
yani susuzluktan
çatlayan adamın su sandığı, |
حَتَّى
إِذَا
جَاءَهُ
لَمْ
يَجِدْهُ
شَيْئًا
وَوَجَدَ
اللهَ
عِنْدَهُ |
|
Gide gide Allah'tan
başka bir şey bulamadığı |
فَوَفَّاهُ
حِسَابَهُ |
|
uğruna
canını verdiği seraba. |
وَاللهُ
سَرِيعُ
الْحِسَابِ |
|
Nitekim Allah’ın
hesap görmesi saniyeliktir… |
أَوْ
كَظُلُمَاتٍ
فِي بَحْرٍ
لُجِّيٍّ |
40. |
Ya da enginlerin dipsiz
karanlıklarına benzer: |
يَغْشَاهُ
مَوْجٌ مِنْ
فَوْقِهِ
مَوْجٌ مِنْ
فَوْقِهِ
سَحَابٌ |
|
yukarda dev dalgalar
daha yukarda bulutlar, |
ظُلُمَاتٌ
بَعْضُهَا
فَوْقَ
بَعْضٍ
إِذَا أَخْرَجَ
يَدَهُ لَمْ
يَكَدْ
يَرَاهَا
|
|
karanlıklar
karanlıklar, hem de burnunun ucunu göremeyecek kadar |
وَمَنْ
لَمْ
يَجْعَلِ
اللهُ لَهُ
نُورًا فَمَا
لَهُ مِنْ
نُورٍ |
|
Yani Allah birine
ışık vermemiş ise, başkası hiç veremez… |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ
يُسَبِّحُ
لَهُ مَنْ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَالطَّيْرُ
صَافَّاتٍ |
41. |
Ey insan! Yer gök tüm
varlıkların, meselâ dizi dizi kuşların Allah'a
teşekkür ettiklerini anlayamadın mı daha? |
كُلٌّ
قَدْ عَلِمَ
صَلاَتَهُ
وَتَسْبِيحَهُ
|
|
Her bir canlı nasıl dua ve
şükredeceğini bilir. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
بِمَا
يَفْعَلُونَ |
|
Allah da onların
yaptıkları duayı bilmektedir. |
وَِللهِ
مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَإِلَى
اللهِ
الْمَصِيرُ |
42. |
Göklerin ve yerin tüm
mülkiyeti Allah'a aittir. Her şey eninde sonunda ona varacaktır. |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ
يُزْجِي
سَحَابًا
ثُمَّ يُؤَلِّفُ
بَيْنَهُ
ثُمَّ
يَجْعَلُهُ
رُكَامًا |
43. |
Bak Allah
bulutları nasıl da sürüyor, onları nasıl da
kaynaştırıyor, nasıl da üst üste yığıyor! |
فَتَرَى
الْوَدْقَ
يَخْرُجُ
مِنْ
خِلاَلِهِ
وَيُنَزِّلُ
مِنَ
السَّمَاءِ
مِنْ
جِبَالٍ
فِيهَا مِنْ
بَرَدٍ |
|
Yağmurun
bulutlar arasından nasıl çıktığını ve
dağ gibi bulutlardan doluyu nasıl indirdiğini de görüp
duruyorsun. |
فَيُصِيبُ
بِهِ مَنْ
يَشَاءُ
وَيَصْرِفُهُ
عَنْ مَنْ
يَشَاءُ
يَكَادُ
سَنَا
بَرْقِهِ
يَذْهَبُ
بِاْلأَبْصَارِ |
|
Allah doluları,
kiminin başına belâ ederken, kimilerini de göz kırparak es
geçtiğini görüp duruyorsun. |
سورة
النور: مدنية
64
آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 44. - 53. Ayetler |
يُقَلِّبُ
اللهُ
اللَّيْلَ
وَالنَّهَارَ
|
44. |
Allah'ın,
geceyle gündüzü nasıl alt üst ettiğine bir bak. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
لَعِبْرَةً ِلأُولِي
اْلأَبْصَارِ |
|
Bütün bunlarda
ilerisini görenler için dersler vardır… |
وَاللهُ
خَلَقَ
كُلَّ
دَابَّةٍ
مِنْ مَاءٍ |
45. |
Allah, her canlıyı sudan
yaratmıştır: |
فَمِنْهُمْ
مَنْ
يَمْشِي
عَلَى
بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ
مَنْ |
|
Bunlardan kimileri
sürünerek yürür, kimileri |
يَمْشِي
عَلَى
رِجْلَيْنِ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَمْشِي
عَلَى
أَرْبَعٍ |
|
iki ayakla, kimileri
de dört ayakla yürür. |
يَخْلُقُ
اللهُ مَا
يَشَاءُ
إِنَّ اللهَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
|
Allah dilediğini
yaratmakta hürdür. Çünkü o, her şeye kadirdir… |
لَقَدْ
أَنْزَلْنَا
آيَاتٍ
مُبَيِّنَاتٍ
وَاللهُ يَهْدِي
مَنْ
يَشَاءُ
إِلَى
صِرَاطٍ
مُسْتَقِيمٍ |
46. |
Biz, anlamı açık, etkili
ayetler indirdik ama, yine de dilediğini doğru yola iletecek olan
Allah'tır. |
وَيَقُولُونَ
آمَنَّا
بِاللهِ
وَبِالرَّسُولِ
وَأَطَعْنَا
ثُمَّ
يَتَوَلَّى
فَرِيقٌ
مِنْهُمْ مِنْ
بَعْدِ
ذَلِكَ
وَمَا أُولاَئِكَ
بِالْمُؤْمِنِينَ |
47. |
Bazıları:
" Allah ve Resulüne inandık ve itaat ettik " dedikten
sonra geri çark ediyorsa bunlar, gerçek mümin değil demektir. |
وَإِذَا
دُعُوا
إِلَى اللهِ
وَرَسُولِهِ
لِيَحْكُمَ
بَيْنَهُمْ |
48. |
Çünkü aralarında
hakça karar vermesi için Allah ve Resulüne başvurmaları
istendiğinde, |
إِذَا
فَرِيقٌ
مِنْهُمْ
مُعْرِضُونَ |
|
içlerinden bir
kısmı hemen karşı çıkıyor. |
وَإِنْ
يَكُنْ لَهُمُ
الْحَقُّ
يَأْتُوا
إِلَيْهِ
مُذْعِنِينَ |
49. |
Ama haklı
iseler, hemen ona koşuyorlar. |
أَفِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ أَمِ
ارْتَابُوا |
50. |
Onların
kalplerinde hastalık mı var? |
أَمْ
يَخَافُونَ
أَنْ
يَحِيفَ
اللهُ عَلَيْهِمْ
وَرَسُولُهُ |
|
yoksa Allah ve
resulünün kendilerine haksızlık etmesinden mi korkuyorlar? |
بَلْ
أُولاَئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ |
|
Aslında
haksızlık eden kendileridir: |
إِنَّمَا
كَانَ
قَوْلَ
الْمُؤْمِنِينَ
إِذَا
دُعُوا
إِلَى اللهِ
وَرَسُولِهِ
لِيَحْكُمَ
بَيْنَهُمْ
أَنْ
يَقُولُوا
سَمِعْنَا
وَأَطَعْنَا
|
51. |
Çünkü aralarında
karar vermesi için Allah ve resulüne başvurmaları
istendiğinde, inanan kesim hemen: " baş üstüne "
demeliydiler. |
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ |
|
Böyle yapanlar
kurtulmuştur. |
وَمَنْ
يُطِعِ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
وَيَخْشَ
اللهَ
وَيَتَّقْهِ
|
52. |
Evet, Allah ve
resulüne itaat edenler, Allah'tan korkup kendilerini sağlama alanlar, |
فَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْفَائِزُونَ |
|
gerçekten zoru
başarmışlardır. |
وَأَقْسَمُوا
بِاللهِ
جَهْدَ
أَيْمَانِهِمْ
لَئِنْ
أَمَرْتَهُمْ
لَيَخْرُجُنَّ
|
53. |
Kimileri de: emrettiğin
takdirde savaşabiliriz diyerek dillerinin ucuyla yemin billah
ediyor. |
قُلْ
لاَ
تُقْسِمُوا
طَاعَةٌ
مَعْرُوفَةٌ
إِنَّ اللهَ
خَبِيرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ |
|
De ki: " hiç
yemin etmeyin, zira örfen itaat etmek zorundasınız. Nasıl olsa
Allah yapıp ettiklerinizi bilmektedir. " |
سورة
النور:
مدنية 64 آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 54. - 58. Ayetler |
قُلْ
أَطِيعُوا
اللهَ
وَأَطِيعُوا
الرَّسُولَ
|
54. |
De ki: " Allah'a
ve resulüne itaat edin. |
فَإِنْ
تَوَلَّوا
فَإِنَّمَا
عَلَيْهِ مَا
حُمِّلَ
وَعَلَيْكُمْ
مَا
حُمِّلْتُمْ
وَإِنْ
تُطِيعُوهُ
تَهْتَدُوا |
|
Eğer
reddederseniz, resul verilen görevini yapmıştır. Siz de size
düşeni yapmalısınız. İtaat ederseniz, selâmete
erersiniz. |
وَمَا
عَلَى
الرَّسُولِ
إِلاَّ
الْبَلاَغُ
الْمُبِينُ |
|
Resulün görevi
sadece açık duyurudur.
" |
وَعَدَ
اللهُ
الَّذِينَ
آمَنُوا
مِنْكُمْ
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
55. |
Allah, içinizden
inananlarla, yapıcı ve kalıcı işler yapanlara söz
verdi ve: |
لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم
فِي اْلأَرْضِ
كَمَا
اسْتَخْلَفَ
الَّذِينَ
مِنْ قَبْلِهِمْ
|
|
daha öncekileri
yaptığı gibi bu sefer de yeryüzüne, onları hakim
kılacağına
söz verdi. |
وَلَيُمَكِّنَنَّ
لَهُمْ
دِينَهُمُ
الَّذِي
ارْتَضَى
لَهُمْ |
|
onlar için
beğendiği dini, yine onlar için güç kaynağı
yapacağına ve |
وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ
مِنْ بَعْدِ
خَوْفِهِمْ
أَمْنًا |
|
korkularını
güvene dönüştüreceğine yemin etti. |
يَعْبُدُونَنِي
لاَ
يُشْرِكُونَ
بِي شَيْئًا |
|
Çünkü insanlar, ancak
böyle bir güven ortamında bana, aracısız ibadet edebilirler. |
وَمَنْ
كَفَرَ
بَعْدَ
ذَلِكَ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْفَاسِقُونَ |
|
Buna rağmen
elindeki nimetin kadrini bilmeyenler nankörün tekidirler. |
وَأَقِيمُوا
الصَّلاَةَ
وَآتُوا
الزَّكَاةَ
وَأَطِيعُوا
الرَّسُولَ
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ |
56. |
Rahmet kapsamına
alınabilmeniz için namaz kılmaya, aklama vergisi zekatı
vermeye ve resule itaate devam edin. |
لاَ
تَحْسَبَنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
مُعْجِزِينَ
فِي اْلأَرْضِ
|
57. |
Resulüm! sakın
ola inkarcıları, yeryüzünün yenilmez güçleri sanma! |
وَمَأْوَاهُمُ
النَّارُ
وَلَبِئْسَ
الْمَصِيرُ |
|
Onların sonu
ateştir. Yani yolları yol değil… |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
لِيَسْتَأْذِنْكُمُ
الَّذِينَ
مَلَكَتْ
أَيْمَانُكُمْ
وَالَّذِينَ
لَمْ
يَبْلُغُوا
الْحُلُمَ
مِنْكُمْ
ثَلاَثَ
مَرَّاتٍ |
58. |
Ey inananlar! Hizmetinizde olanlar, bir de
buluğ çağına ermemiş çocuklar, üç vakitte sizden izin
istesinler: |
مِنْ
قَبْلِ
صَلاَةِ
الْفَجْرِ |
|
Sabah namazından
önce, |
وَحِينَ
تَضَعُونَ
ثِيَابَكُمْ
مِنَ
الظَّهِيرَةِ |
|
giysilerinizi
çıkarabileceğiniz öğle vaktinde, |
وَمِنْ
بَعْدِ
صَلاَةِ
الْعِشَاءِ |
|
bir de yatsı
namazından sonra. |
ثَلاَثُ
عَوْرَاتٍ
لَكُمْ |
|
Bunlar sizin için
mahrem vakitlerdir. |
لَيْسَ
عَلَيْكُمْ
وَلاَ
عَلَيْهِمْ
جُنَاحٌ
بَعْدَهُنَّ |
|
Bu vakitler
dışında ne size ne onlara bir kısıtlama yoktur. |
طَوَّافُونَ
عَلَيْكُمْ
بَعْضُكُمْ
عَلَى
بَعْضٍ |
|
Etrafınızda
rahatça dolaşabilirler, birbirinizin yanına girip
çıkabilirsiniz. |
كَذَلِكَ
يُبَيِّنُ
اللهُ
لَكُمُ اْلآيَاتِ
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Allah, ayetlerini
sizlere bu şekilde açıyor, çünkü o her şeye, bilgi ile
egemendir. |
سورة
النور:
مدنية 64 آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 59. - 61. Ayetler |
وَإِذَا
بَلَغَ اْلأَطْفَالُ
مِنْكُمُ
الْحُلُمَ
|
59. |
ergenlik çağına
varmış çocuklarınız da, |
فَلْيَسْتَأْذِنُوا
كَمَا
اسْتَأْذَنَ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ |
|
daha önceki büyükleri
gibi, izin istesinler. |
كَذَلِكَ
يُبَيِّنُ
اللهُ
لَكُمْ
آيَاتِهِ
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Allah, ayetlerini
sizlere bu şekilde açıyor, çünkü o, her şeye bilgi ile
hakimdir… |
وَالْقَوَاعِدُ
مِنَ
النِّسَاءِ
الاََّتِي
لاَ
يَرْجُونَ
نِكَاحًا |
60. |
Evlenme umut ve beklentisi olmayan
yaşlı kadınların, |
فَلَيْسَ
عَلَيْهِنَّ
جُنَاحٌ
أَنْ يَضَعْنَ
ثِيَابَهُنَّ
غَيْرَ
مُتَبَرِّجَاتٍ
بِزِينَةٍ |
|
Avret mahallerini
göstermemek şartıyla çamaşırlarını
çıkarmalarında herhangi bir sakınca yoktur. |
وَأَنْ
يَسْتَعْفِفْنَ
خَيْرٌ
لَهُنَّ |
|
Ama çevrelerine
saygı göstermeleri daha uygun olur. |
وَاللهُ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Allah her şeyi
duyup bilmektedir… |
لَيْسَ
عَلَى اْلأَعْمَى
حَرَجٌ |
61. |
Görme engellilerin, |
وَلاَ
عَلَى اْلأَعْرَجِ
حَرَجٌ |
|
yürüme engellilerin
ve |
وَلاَ
عَلَى
الْمَرِيضِ
حَرَجٌ |
|
hastaların |
وَلاَ
عَلَى أَنْفُسِكُمْ
أَنْ
تَأْكُلُوا
مِنْ
بُيُوتِكُمْ |
|
kendi evlerinizden
herhangi birinde sizinle birlikte yemek yemelerinde sakınca yoktur. |
أَوْ
بُيُوتِ
آبَائِكُمْ
أَوْ
بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ |
|
Babalarınızın
ya da annelerinizin evlerinde, |
أَوْ
بُيُوتِ
إِخْوَانِكُمْ
أَوْ
بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ |
|
erkek ya da kız
kardeşlerinizin evlerinde, |
أَوْ
بُيُوتِ
أَعْمَامِكُمْ
أَوْ
بُيُوتِ
عَمَّاتِكُمْ |
|
amcalarınızın
ya da halalarınızın evlerinde, |
أَوْ
بُيُوتِ
أَخْوَالِكُمْ
أَوْ
بُيُوتِ خَالاَتِكُمْ |
|
dayılarınızın
ya da teyzelerinizin evlerinde, |
أَوْ
مَا
مَلَكْتُمْ
مَفَاتِحَهُ
أَوْ صَدِيقِكُمْ |
|
mülkiyeti size ait
olan her yerde, ya da arkadaşınızda |
لَيْسَ
عَلَيْكُمْ
جُنَاحٌ
أَنْ
تَأْكُلُوا
جَمِيعًا
أَوْ
أَشْتَاتًا |
|
toplu ya da tekli
olarak yemek yemenizde herhangi bir sakınca yoktur… |
فَإِذَا
دَخَلْتُمْ
بُيُوتًا
فَسَلِّمُوا
عَلَى أَنْفُسِكُمْ
|
|
Evlere girerken kendinize selâm verin, |
تَحِيَّةً
مِنْ عِنْدِ
اللهِ
مُبَارَكَةً
طَيِّبَةً |
|
Allah'tan esenlik
isteyin, her şeyin hayırlısını, temiz ve pak
olanını dileyin. |
كَذَلِكَ
يُبَيِّنُ
اللهُ لَكُمُ
اْلآيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ |
|
Allah, üzerinde kafa
yormanız için ayetlerini gördüğünüz gibi sizlere açık
açık anlatıyor. |
سورة
النور:
مدنية 64 آية |
18.c. |
Nûr: 24 / 62. - 64. Ayetler |
إِنَّمَا
الْمُؤْمِنُونَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
بِاللهِ
وَرَسُولِهِ
|
62. |
Allah'a ve resulüne
inanan müminler, |
وَإِذَا
كَانُوا
مَعَهُ
عَلَى
أَمْرٍ
جَامِعٍ
لَمْ
يَذْهَبُوا
حَتَّى
يَسْتَأْذِنُوهُ |
|
resul ile geniş
kapsamlı bir iş görüşmesi yaparken, kendisinden müsaade
almadan çekip gidemezler. |
إِنَّ
الَّذِينَ
يَسْتَأْذِنُونَكَ
|
|
Resulüm! Senden izin
isteyenler, |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللهِ
وَرَسُولِهِ |
|
Allah'a ve resulüne
inanıyor demektir. |
فَإِذَا
اسْتَأْذَنُوكَ
لِبَعْضِ
شَأْنِهِمْ
فَأْذَنْ
لِمَنْ
شِئْتَ
مِنْهُمْ |
|
Bu nedenle özel
ihtiyaçları dolayısıyla senden izin isteyen müminlerden
dilediğine izin verebilir ve |
وَاسْتَغْفِرْ
لَهُمُ اللهَ
إِنَّ اللهَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Allah'tan, onlar için
af dileyebilirsin. Çünkü Allah, engin hoşgörülü bir sevgi selidir. |
لاَ
تَجْعَلُوا
دُعَاءَ
الرَّسُولِ
بَيْنَكُمْ
كَدُعَاءِ
بَعْضِكُمْ
بَعْضًا |
63. |
Bir de resule hitap
etmeniz gerektiğinde ona, kendi aranızda birbirinize seslenir gibi
laubalî olmayın. |
قَدْ
يَعْلَمُ
اللهُ
الَّذِينَ
يَتَسَلَّلُونَ
مِنْكُمْ
لِوَاذًا |
|
Allah, gizli
işler çevirmek için aranızdan sıvışıp
gidenlerinizi biliyor. |
فَلْيَحْذَرِ
الَّذِينَ
يُخَالِفُونَ
عَنْ
أَمْرِهِ
أَنْ
تُصِيبَهُمْ
فِتْنَةٌ
أَوْ
يُصِيبَهُمْ
عَذَابٌ أَلِيمٌ |
|
Resulün emrine
karşı gelenler, başlarına bir iş gelmesinden, ya da
çok ağır bir cezaya maruz kalmaktan korksunlar. |
أَلاَ
إِنَّ ِللهِ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
قَدْ
يَعْلَمُ
مَا
أَنْتُمْ
عَلَيْهِ |
64. |
Yerde ve göklerde
olan her şeyin sahibi olan Allah, sizin oynadığınız
oyunları farketmez mi sanki!? |
وَيَوْمَ
يُرْجَعُونَ
إِلَيْهِ
فَيُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
عَمِلُوا
وَاللهُ
بِكُلِّ شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
|
Bir gün herkes onun
huzuruna getirilecek. O da onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.
Çünkü Allah her şeyi bilir. |
سورة
الفرقان: مكية 77
آية |
|
|
Furkân: 25 / 1. - 2. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
تَبَارَكَ
الَّذِي
نَزَّلَ
الْفُرْقَانَ
عَلَى
عَبْدِهِ
لِيَكُونَ
لِلْعَالَمِينَ
نَذِيرًا |
1. |
Tüm âleme bir
uyarı olması için kuluna, kılı kırk yaran
Kuran’ı indiren Allah, tüm iyiliklerin kaynağıdır. |
اَلَّذِي
لَهُ مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
2. |
Göklerin ve yerin tüm
mülkiyeti ona aittir. |
وَلَمْ
يَتَّخِذْ
وَلَدًا
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
شَرِيكٌ فِي
الْمُلْكِ |
|
Çocuk edinmediği
için bu mülkiyette herhangi bir ortağı da yoktur. |
وَخَلَقَ
كُلَّ
شَيْءٍ
فَقَدَّرَهُ
تَقْدِيرًا |
|
Her şeyi tam bir
ölçüye göre yaratmıştır… |
سورة
الفرقان: مكية 77
آية |
18.c. |
Furkân: 25 / 3. - 11. Ayetler |
وَاتَّخَذُوا
مِنْ
دُونِهِ
آلِهَةً
|
3. |
İnkarcıların
Allah diye uydurduğu tanrılar ise, |
لاَ
يَخْلُقُونَ
شَيْئًا
وَهُمْ
يُخْلَقُونَ |
|
kendileri
yaratılmış oldukları için, bırakın bir şey
yaratmayı, |
وَلاَ
يَمْلِكُونَ
ِلأَنْفُسِهِمْ
ضَرًّا
وَلاَ
نَفْعًا |
|
kendilerini savunup
koruyacak halleri bile yoktur. |
وَلاَ
يَمْلِكُونَ
مَوْتًا
وَلاَ
حَيَاةً وَلاَ
نُشُورًا |
|
Ne ölümden, ne
dirimden, ne de yeni bir oluşumdan haberleri vardır. |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
إِنْ هَذَا
إِلاَّ
إِفْكٌ نِافْتَرَاهُ
وَأَعَانَهُ
عَلَيْهِ
قَوْمٌ
آخَرُونَ |
4. |
İnkarcılar
daha da ileri gidip: " bu sözler, onun kendi uydurması, herhalde
birileri ona yardım ediyor olmalı " diyerek |
فَقَدْ
جَاءُوا
ظُلْمًا
وَزُورًا |
|
kuru iftirada
bulundular. |
وَقَالُوا
أَسَاطِيرُ
اْلأَوَّلِينَ
اكْتَتَبَهَا
فَهِيَ
تُمْلَى
عَلَيْهِ
بُكْرَةً
وَأَصِيلاً |
5. |
Dahası: "
bu sözler, Muhammed'in zaman zaman kendisine söylenenleri yazıya
döktüğü eski masallardır " dediler. |
قُلْ
أَنْزَلَهُ
الَّذِي
يَعْلَمُ
السِّرَّ
فِي السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
6. |
Resulüm de ki: "
Kuran’ı, göklerin ve yerin esrarını bilen Allah
indirmiştir. |
إِنَّهُ
كَانَ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
O, engin
hoşgörülü bir sevgi deryasıdır. " |
وَقَالُوا
مَالِ هَذَا
الرَّسُولِ |
7. |
Ayrıca diyorlar
ki: " bu ne biçim Tanrı elçisi ki, |
يَأْكُلُ
الطَّعَامَ
وَيَمْشِي
فِي اْلأَسْوَاقِ |
|
yemek yiyor,
çarşı pazar dolaşıyor. |
لَوْلاَ
أُنْزِلَ
إِلَيْهِ
مَلَكٌ
فَيَكُونَ
مَعَهُ نَذِيرًا |
|
Halbuki
yanında uyarıcı bir melek olmalıydı, |
أَوْ
يُلْقَى
إِلَيْهِ كَنْـزٌ
أَوْ
تَكُونُ
لَهُ
جَنَّةٌ
يَأْكُلُ
مِنْهَا |
8. |
ya da ona bir
hazine verilmeliydi en azından geçimini sağlayan bir bağı
olmalıydı.
" |
وَقَالَ
الظَّالِمُونَ
إِنْ
تَتَّبِعُونَ
إِلاَّ
رَجُلاً
مَسْحُورًا |
|
Hattâ: " siz,
büyülü bir adama takılıyorsunuz " diyen insafsızlar
da vardı. |
اُنْظُرْ
كَيْفَ
ضَرَبُوا
لَكَ اْلأَمْثَالَ
|
9. |
Resulüm! Bak senin
için neler söylüyorlar. |
فَضَلُّوا
فَلاَ
يَسْتَطِيعُونَ
سَبِيلاً |
|
Halbuki asıl
yolunu şaşırıp da bir türlü çıkış
bulamayan kendileri. |
تَبَارَكَ
الَّذِي
إِنْ شَاءَ
جَعَلَ لَكَ خَيْرًا
مِنْ ذَلِكَ |
10. |
Resulüm! eğer
tüm iyiliklerin kaynağı olan Tanrın dilerse sana bundan
âlâsını verebilir, |
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا اْلأَنْهَارُ
|
|
içinde
şırıl şırıl suların
çağladığı bahçeler sunabilir, |
وَيَجْعَلْ
لَكَ
قُصُورًا |
|
ya da senin için
köşkler saraylar döktürebilirdi. |
بَلْ
كَذَّبُوا
بِالسَّاعَةِ
|
11. |
Aslında onlar,
kıyamet olayına inanmıyorlar. |
وَأَعْتَدْنَا
لِمَنْ
كَذَّبَ
بِالسَّاعَةِ
سَعِيرًا |
|
Biz, kıyamet
gününe inanmayanlar için çılgın alevler hazırladık. |
سورة
الفرقان: مكية 77
آية |
18.c. |
Furkân: 25 / 12. - 20. Ayetler |
إِذَا
رَأَتْهُم مِنْ
مَكَانٍ
بَعِيدٍ
سَمِعُوا
لَهَا تَغَيُّظًا
وَزَفِيرًا |
12. |
Çılgın
alevler onları taa uzaklardan görünce, onlar önce ateşin öfkesini
ve kükremesini dinleyecekler. |
وَإِذَا
أُلْقُوا
مِنْهَا
مَكَانًا
ضَيِّقًا
مُقَرَّنِينَ
دَعَوْا
هُنَالِكَ
ثُبُورًا |
13. |
Elleri
boyunlarına bağlı olarak dar bir yere
atıldıklarında ise ölümden medet umup feryat edecekler. |
لاَ
تَدْعُوا
الْيَوْمَ
ثُبُورًا
وَاحِدًا
وَادْعُوا
ثُبُورًا
كَثِيرًا
|
14. |
Bugün artık sadece bir ölüm değil,
ölümlerden ölüm beğeneceksiniz. |
قُلْ
أَذَلِكَ خَيْرٌ
أَمْ
جَنَّةُ
الْخُلْدِ
الَّتِي وُعِدَ
الْمُتَّقُونَ
|
15. |
De ki: " bu
mu daha iyi, yoksa sağlamcılara vadedilen sonsuz mutluluk mu ? …" |
كَانَتْ
لَهُمْ
جَزَاءً
وَمَصِيرًا |
|
Sağlamcıların ödülü ve son durağı
cennettir. |
لَهُمْ
فِيهَا مَا
يَشَاءُونَ
خَالِدِينَ |
16. |
Onların
cennette, tüm ihtiyaçları sonsuza kadar karşılanacaktır. |
كَانَ
عَلَى
رَبِّكَ
وَعْدًا
مَسْئُولاً |
|
Çünkü bu, Rabb'inin
yerine getirilesi vadidir. |
وَيَوْمَ
يَحْشُرُهُمْ
|
17. |
Mahşer gününde
Allah, inkarcıları toplayıp |
وَمَا
يَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ
فَيَقُولُ |
|
Allah diye hizmet
ettikleri putlarına soracak: |
أَأَنْتُمْ
أَضْلَلْتُمْ
عِبَادِيَ
هَؤُلاَءِ
أَمْ هُمْ
ضَلُّوا
السَّبِيلَ |
|
" Benim
kullarımı siz mi azıttınız yoksa onlar mı
yollarını şaşırdılar ? " |
قَالُوا
سُبْحَانَكَ
مَا كَانَ
يَنْبَغِي
لَنَا أَنْ
نَتَّخِذَ
مِنْ دُونِكَ
مِنْ
أَوْلِيَاءَ
|
18. |
Putlar: " Fesüphanallah
diyecekler. Sen var iken senden başkasına yâr olmak ne
haddimize! |
وَلَكِنْ
مَتَّعْتَهُمْ
وَآبَاءَهُمْ
حَتَّى
نَسُوا
الذِّكْرَ
وَكَانُوا
قَوْمًا بُورًا |
|
Ama sen, onlara ve
atalarına verdikçe verdin. Onlar da sonunda seni unuttular ve verimsiz
bir toplum olup çıktılar. " |
فَقَدْ
كَذَّبُوكُمْ
بِمَا
تَقُولُونَ |
19. |
Putlar
yalanlarınızı bu şekilde yüzünüze vurunca |
فَمَا
تَسْتَطِيعُونَ
صَرْفًا
وَلاَ نَصْرًا
|
|
ne
ağzınızı açmaya, ne de bir şey söylemeye takatiniz kalmayacak. |
وَمَنْ
يَظْلِمْ
مِنْكُمْ
نُذِقْهُ
عَذَابًا
كَبِيرًا |
|
Biz,
haksızlık edenleri büyük acılara boğarız... |
وَما
أَرْسَلْنَا
قَبْلَكَ
مِنَ
الْمُرْسَلِينَ
|
20. |
Resulüm! bizim, daha önce
gönderdiğimiz elçiler de |
إِلاَّ
إِنَّهُمْ
لَيَأْكُلُونَ
الطَّعَامَ
وَيَمْشُونَ
فِي اْلأَسْوَاقِ |
|
yemek yerler,
çarşı pazar dolaşırlardı. |
وَجَعَلْنَا
بَعْضَكُمْ
لِبَعْضٍ
فِتْنَةً |
|
Biz, denemek için
sizi birbirinize vurur |
أَتَصْبِرُونَ
|
|
dayanma gücünüzü
ölçeriz. |
وَكَانَ
رَبُّكَ
بَصِيرًا |
|
Senin Rabb’in, her
şeyi görüp bilmektedir. |
[1] 64-77. Ayetler Medine
döneminde nazil olmuştur.
[2]
Aslında 6,7,8 ve 9. ayetler, dolaylı ifadelerdir. Bunlardan, 6,7 ve
9. Ayetler tam anlaşılsın diye doğrudan anlatım ile
tercüme edilmiştir.
[3] Ayet,
Medine sokaklarında ilerleyen bir kadına bakacağım derken
duvara çarpıp yüzünü yaralayan bir adam hakkında nazil olmuş.
Efendimiz olayı duyunca: bu da dinin cezası demiş. Bkz.
Ez-Zuhaylî.