سورة
العنكبوت: مكية 69 آية |
21.c. |
Ankebût: 29/ 46.- 52.
Ayetler |
وَلاَ
تُجَادِلُوا
أَهْلَ
الْكِتَابِ
إِلاَّ
بِالَّتِي
هِيَ
أَحْسَنُ |
46. |
Ehlikitaba
karşı en etkili şekilde
mücadele edin. |
إِلاَّ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
مِنْهُمْ |
|
Ancak,
haksızlık edenlerin de üstüne gidin. |
وَقُولُوا
آمَنَّا
بِالَّذِي
أُنْزِلَ إِلَيْنَا
وَأُنْزِلَ
إِلَيْكُمْ |
|
Onlara deyin ki:
" Biz, hem bize gelene hem de size gelene inanıyoruz. |
وَإِلَهُنَا
وَإِلَهُكُمْ
وَاحِدٌ
وَنَحْنُ
لَهُ
مُسْلِمُونَ |
|
Tanrımız
da bir. Şu farkla ki biz, Allah'a doğrudan bağlıyız.
"
|
وَكَذَلِكَ
أَنْزَلْنَا
إِلَيْكَ
الْكِتَابَ |
47. |
Resulüm! Biz bu Kitabı, sana da
aynı şekilde indirdik. |
فَالَّذِينَ
آتَيْنَاهُمُ
الْكِتَابَ
يُؤْمِنُونَ
بِهِ |
|
Bu nedenle
ehlikitabın Kurana inanması doğaldır. |
وَمِنْ
هَؤُلاَءِ
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِهِ |
|
Kaldı ki,
Mekkeliler arasında dahi ona inananlar var. |
وَمَا
يَجْحَدُ
بِآيَاتِنَا
إِلاَّ
الْكَافِرُونَ |
|
Bizim sözlerimizi,
sadece gerçeğe düşman olanlar inkar ederler
|
وَمَا
كُنْتَ
تَتْلُو
مِنْ
قَبْلِهِ
مِنْ كِتَابٍ
|
48. |
Resulüm! Sen daha önceleri herhangi bir
kitap okumadığın gibi, |
وَلاَ
تَخُطُّهُ
بِيَمِينِكَ
إِذًا لاَرْتَابَ
الْمُبْطِلُونَ |
|
Yazı da
bilmiyordun. Yoksa bozguncular hemen yaygarayı basarlardı. |
بَلْ
هُوَ آيَاتٌ
بَيِّنَاتٌ
فِي صُدُورِ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ |
49. |
Zaten bu Kitap,
ehlikitabın yakinen bildiği, anlamı açık sözlerden
ibarettir. |
وَمَا
يَجْحَدُ
بِآيَاتِنَا
إِلاَّ
الظَّالِمُونَ |
|
Bizim sözlerimizi,
sadece kişiliksiz olanlar inkar ederler. |
وَقَالُوا
لَوْلاَ
أُنْزِلَ
عَلَيْهِ
آيَاتٌ مِنْ
رَبِّهِ |
50. |
Bu gibiler: " Muhammed'e
Allah tarafından birtakım mucizeler de indirilmeliydi "
derlerse, |
قُلْ
إِنَّمَا اْلآيَاتُ
عِنْدَ اللهِ |
|
sen: " Mucize
Allah'ın elinde olan bir şey. |
وَإِنَّمَا
أَنَا
نَذِيرٌ
مُبِينٌ |
|
Ben sadece
açık bir uyarıcıyım " de yeter. |
أَوَلَمْ
يَكْفِهِمْ
أَنَّا
أَنْزَلْنَا
عَلَيْكَ الْكِتَابَ
يُتْلَى
عَلَيْهِمْ |
51. |
Acaba kendilerine
okuduğun bu Kitabı, sana indirmiş olmamız, onlar için
yeterli değil mi? |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
لَرَحْمَةً
وَذِكْرَى
لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ |
|
Halbuki bu Kitap'ta,
inanç toplumu için gerekli olan sevgi de vardır ibret dolu anılar
da. |
قُلْ
كَفَى
بِاللهِ بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
شَهِيدًا |
52. |
Resulüm ehlikitaba
deki: " aramızda tanık olarak Allah yeterlidir. " |
يَعْلَمُ
مَا فِي
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضِ |
|
Çünkü, göklerde ve
yerde hiçbir şey Allah'a gizli kalamaz. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
بِالْبَاطِلِ
وَكَفَرُوا
بِاللهِ |
|
Puta çaputa bel
bağlayıp Allahı inkar edenler, |
أُولاَئِكَ
هُمُ
الْخَاسِرُونَ |
|
her şeylerini
kaybettiler demektir. |
سورة
العنكبوت: مكية 69 آية |
21.c. |
Ankebût: 29/ 53.- 63.
Ayetler |
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالْعَذَابِ
|
53. |
Resulüm onlar,
felaket konusunda senin acele etmeni istiyorlar. |
وَلَوْلاَ
أَجَلٌ
مُسَمًّى
لَجَاءَهُمُ
الْعَذَابُ |
|
Eğer ecel,
süreli olmasaydı, felaket çoktan tepelerine binmişti. |
وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ
بَغْتَةً
وَهُمْ لاَ
يَشْعُرُونَ |
|
Yakında öyle anî
bir acıya maruz kalacaklar ki, neye uğradıklarını
bilemeyecekler. |
يَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالْعَذَابِ
|
54. |
Senin felaketini
ivedilikle bekleyenler |
وَإِنَّ
جَهَنَّمَ
لَمُحِيطَةٌ
بِالْكَافِرِينَ |
|
şunu bilsinler
ki, bir gün cehennem inkarcıları mutlaka saracaktır. |
يَوْمَ
يَغْشَاهُمُ
الْعَذَابُ مِنْ
فَوْقِهِمْ
وَمِنْ
تَحْتِ
أَرْجُلِهِمْ |
55. |
O gün bütün
felaketler, aşağıdan yukarıdan üzerlerine sökün ederken
bir ses: |
وَيَقُولُ
ذُوقُوا مَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
" Çekin
yaptıklarınızın cezasını " diyecek
|
يَاعِبَادِيَ
الَّذِينَ
آمَنُوا |
56. |
Ey benim inançlı kullarım! |
إِنَّ
أَرْضِي
وَاسِعَةٌ
فَإِيَّايَ
فَاعْبُدُونِ |
|
Benim
topraklarım geniştir. Bana, her yerde kulluk edebilirsiniz. |
كُلُّ
نَفْسٍ
ذَائِقَةُ
الْمَوْتِ
ثُمَّ
إِلَيْنَا
تُرْجَعُونَ |
57. |
Her can ölümü
tadacaktır. siz de bir gün bizim karşımıza
getirileceksiniz. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
58. |
İnanıp
yararlı faaliyetlerde bulunanları, |
لَنُبَوِّئَنَّهُمْ
مِنَ
الْجَنَّةِ
غُرَفًا
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا |
|
içinde derelerin
çağladığı cennet köşklerinde
konuşlandıracağız. Hem de sonsuza kadar kalmak üzere. |
نِعْمَ
أَجْرُ
الْعَامِلِينَ |
|
Emeğinin
karşılığını almak ne güzel! |
اَلَّذِينَ
صَبَرُوا
وَعَلَى
رَبِّهِمْ
يَتَوَكَّلُونَ |
59. |
Hele bir de
sabırla ve sırf Allah'a güvenerek çalışmışsa. |
وَكَأَيِّن
مِنْ
دَابَّةٍ لاَ
تَحْمِلُ
رِزْقَهَا
اللهُ
يَرْزُقُهَا
وَإِيَّاكُمْ
|
60. |
Rızkını
temin edemeyen her canlının rızkını Allah verir.
Tıpkı size verdiği gibi,
|
وَهُوَ
السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ |
|
Çünkü Allah, her
şeyi duyup bilmektedir
|
وَلَئِنْ
سَأَلْتَهُمْ
مَنْ خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
لَيَقُولُنَّ
اللهُ |
61. |
Kendilerine: " gökleri ve yeri
yaratan kim, güneşi ve ayı hizmete sokan kim " diye
soracak olsan. " Allah " tabi ki derler. |
فَأَنَّا
يُؤْفَكُونَ |
|
Madem öyle, neden
kıvırtıyorlar o zaman. |
اللهُ
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ
يَشَاءُ
مِنْ عِبَادِهِ
وَيَقْدِرُ
لَهُ |
62. |
Allah nimetini kimine
saçar, kimine gıdım gıdım ölçüp verir. |
إِنَّ
اللهَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
|
Çünkü, her şeyin
ayrıntısını sadece Allah bilir. |
وَلَئِنْ
سَأَلْتَهُمْ
مَنْ
نَزَّلَ مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً
فَأَحْيَا
بِهِ اْلأَرْضَ
مِنْ بَعْدِ
مَوْتِهَا
لَيَقُولُنَّ
اللهُ |
63. |
Yine kendilerine:
" Gökten suyu indiren kim, ölü toprağa can veren kim "
diye soracak olsan, herhalde " Allah " diyeceklerdir. |
قُلِ
الْحَمْدُ ِللهِ
بَلْ
أَكْثَرُهُمْ
لاَ
يَعْقِلُونَ |
|
Resulüm!: " Tanrıya
şükür ki çoklarının aklı ermiyor " de
bari
|
سورة
العنكبوت: مكية 69 آية |
21.c. |
Ankebût: 29/ 64.- 69.
Ayetler |
وَمَا
هَذِهِ
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا
إِلاَّ
لَهْوٌ
وَلَعِبٌ |
64. |
Dünya hayatı, oyun ve
eğlenceden ibarettir. |
وَإِنَّ
الدَّارَ اْلآخِرَةَ
لَهِيَ
الْحَيَوَانُ
لَوْ كَانُوا
يَعْلَمُونَ |
|
Ahret hayatı
ise, gerçek yaşamdır. Ah bir bilebilseler!
|
فَإِذَا
رَكِبُوا
فِي
الْفُلْكِ |
65. |
İnsanlar, bir yelkenliye binip denize
açıldı mı, |
دَعَوُا
اللهَ
مُخْلِصِينَ
لَهُ
الدِّينَ |
|
dört dörtlük Müslüman
edasıyla başlar Allah'a yalvarmaya. |
فَلَمَّا
نَجَّاهُمْ
إِلَى
الْبَرِّ
إِذَا هُمْ
يُشْرِكُونَ |
|
Ama karaya varır
varmaz, hemen şirk başlar. |
لِيَكْفُرُوا
بِمَا
آتَيْنَاهُمْ
وَلِيَتَمَتَّعُوا
|
66. |
Görmezden geldikleri
nimetlerimin, biraz daha sefasını sürsünler bakalım. |
فَسَوْفَ
يَعْلَمُونَ |
|
Nasıl olsa
yakında öğrenecekler
|
أَوَلَمْ
يَرَوْا
أَنَّا
جَعَلْنَا
حَرَمًا
آمِنًا
وَيُتَخَطَّفُ
النَّاسُ
مِنْ حَوْلِهِمْ
|
67. |
Acaba bunlar, az
ilerde insanlar birbirlerini yer iken, Kabe harîmini,
nasıl güvenli bir yer yaptığımızı göremiyor mu? |
أَفَبِالْبَاطِلِ
يُؤْمِنُونَ
وَبِنِعْمَةِ
اللهِ
يَكْفُرُونَ |
|
Hâlâ mı
batıla inanıp Allah'ın nimetlerini göz ardı ediyorlar? |
وَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّنِ افْتَرَى
عَلَى اللهِ
كَذِبًا
أَوْ
كَذَّبَ
بِالْحَقِّ
لَمَّا جَاءَهُ
|
68. |
Yalan uydurup,
Allah'ın üstüne atan, ayağına kadar gelen iman nimetini
tependen daha zalim kim olabilir? |
أَلَيْسَ
فِي
جَهَنَّمَ
مَثْوًى
لِلْكَافِرِينَ |
|
Cehennemde bu gibi
nankörler için yer yok mu sanki? |
وَالَّذِينَ
جَاهَدُوا
فِينَا
لَنَهْدِيَنَّهُمْ
سُبُلَنَا |
69. |
Biz, bizim için
yırtınanlara, tüm nimetlerimizi tattıracağız. |
وَإِنَّ
اللهَ
لَمَعَ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Allah, kesinlikle
iyilik sevdalılarının yanında olacaktır. |
سورة
الروم:
مكية 60
آية |
|
|
Rûm: 30/ 1.- 5. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
|
Bismillâhirrahmânirrahîm |
الۤمۤ //
غُلِبَتْ
الرُّومُ |
1-2. |
Elif, Lâm, Mîm. //
Bizanslılar yenildiler. [1] |
فِي
أَدْنَى اْلأَرْضِ
وَهُمْ مِنْ
بَعْدِ
غَلَبِهِمْ
سَيَغْلِبُونَ |
3. |
Önasya'da. Ama onlar,
bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler. |
فِي
بِضْعِ
سِنِينَ ِللهِ
اْلأَمْرُ
مِنْ قَبْلُ
وَمِنْ
بَعْدُ |
4. |
Birkaç sene
zarfında. Ama eninde sonunda Allah'ın dediği olacak ve |
وَيَوْمَئِذٍ
يَفْرَحُ
الْمُؤْمِنُونَ
// بِنَصْرِ اللهِ |
4-5. |
o gün tüm inananlar
bu ilahî zaferle bayram edecekler, |
يَنْصُرُ
مَنْ
يَشَاءُ
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الرَّحِيمُ |
5-5. |
Allah, zaferi hak
edene verir. // Çünkü Allah, sevginin harman olduğu bir erdemdir. |
سورة
الروم: مكية
60
آية |
21.c. |
Rûm: 30/ 6.- 15.
Ayetler |
وَعْدَ
اللهِ لاَ
يُخْلِفُ
اللهُ
وَعْدَهُ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ لاَ
يَعْلَمُونَ |
6. |
Allah sözünde durur. Allah, sözünden
asla dönmez. Ama çoğu insan, bunun anlamını bilemez. |
يَعْلَمُونَ
ظَاهِرًا
مِنَ
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
وَهُمْ عَنْ
اْلآخِرَةِ
هُمْ
غَافِلُونَ |
7. |
İnsanlar, dünya
hayatının sadece göze görünen yüzünü bilirler. Öbür dünyadan ise
tamamen habersizdirler |
أَوَلَمْ
يَتَفَكَّرُوا
فِي أَنْفُسِهِمْ
|
8. |
Acaba insanlar, kendi
bedenleri üzerinde hiç kafa yormazlar mı ?
|
مَا
خَلَقَ اللهُ
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
إِلاَّ بِالْحَقِّ
وَأَجَلٍ
مُسَمًّى |
|
Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi
arasındakileri, tam bir denge içerisinde, fakat süreli olarak
yaratmıştır. |
وَإِنَّ
كَثِيرًا
مِنْ النَّاسِ
بِلِقَاءِ
رَبِّهِمْ
لَكَافِرُونَ |
|
Bunu idrak edemeyen
çoğu insan, Allah'a varıp hesap vereceğine de inanamaz. |
أَوَلَمْ
يَسِيرُوا
فِي اْلأَرْضِ
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذِينَ مِنْ
قَبْلِهِمْ |
9. |
Acaba insanlar,
yeryüzünde gezip de daha önceki milletlerin sonu ne olmuş diye hiç
düşünmez mi ? |
كَانُوا
أَشَدَّ
مِنْهُمْ
قُوَّةً
وَأَثَارُوا
اْلأَرْضَ |
|
O milletler,
bunlardan daha güçlü idiler. Yeryüzünde iz bıraktılar. |
وَعَمَرُوهَا
أَكْثَرَ
مِمَّا
عَمَرُوهَا |
|
Dünyayı,
bunların imarından daha çok imar ettiler. |
وَجَاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ |
|
Derken Tanrı
elçileri belgelerle geldiler. |
فَمَا
كَانَ اللهُ
لِيَظْلِمَهُمْ
|
|
Allah, onlara
haksızlık etmedi. |
وَلَكِنْ
كَانُوا أَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ |
|
Ama onlar,
kendilerine saygısızlık ettiler. |
ثُمَّ
كَانَ
عَاقِبَةَ
الَّذِينَ
أَسَاءُوا
السُّوءَى |
10. |
Kötülük edenlerin
akıbetine uğradılar. |
أَنْ
كَذَّبُوا
بِآيَاتِ
اللهِ
وَكَانُوا
بِهَا
يَسْتَهْزِؤُنَ |
|
Çünkü onlar,
Allah'ın sözlerini inkar etmekle yetinmeyip, bir de bunlarla alay
etmişlerdi
|
َاللهُ
يَبْدَؤُ
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُعِيدُهُ |
11. |
Her şeyi sıfırdan yaratan Allah,
öldürüp yaratma işini bir daha tekrar edecektir. |
ثُمَّ
إِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ |
|
Sonra hepiniz onun
huzuruna çıkarılacaksınız. |
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ
يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ |
12. |
Kıyametin
kopmasına yakın tüm suçlular, durgunlaşırlar. |
وَلَمْ
يَكُنْ
لَهُمْ مِنْ
شُرَكَائِهِمْ
شُفَعَاءُ |
13. |
Çünkü aracı
tanrılardan beklentileri kalmamıştır. |
وَكَانُوا
بِشُرَكَائِهِمْ
كَافِرِينَ |
|
hatta onları,
çoktan inkar etmişlerdir. |
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ
يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ |
14. |
Derken kıyamet
kopacak, iyi kötü belli olacak. |
فَأَمَّا
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
15. |
İnanıp
yararlı faaliyetlerde bulunanlar, |
فَهُمْ
فِي
رَوْضَةٍ
يُحْبَرُونَ |
|
nezih ortamlarda
ağırlanacaklar. |
سورة
الروم: مكية
60
آية |
21.c. |
Rûm: 30/ 16.- 24.
Ayetler |
وَأَمَّا
الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
وَلِقَاءِ
اْلآخِرَةِ |
16. |
vaktiyle ayetlerimizi
ve ahretteki sorgulamayı inkar edenler ise, |
فَأُولاَئِكَ
فِي
الْعَذَابِ
مُحْضَرُونَ |
|
ceza
duruşmasına tutuklu getirileceklerdir... |
فَسُبْحَانَ
اللهِ حِينَ
تُمْسُونَ
وَحِينَ
تُصْبِحُونَ |
17. |
Sabah - akşam vakitleri, sübhânellah
diyerek Allah'ın ihtişamını düşünme
zamanı iken |
وَلَهُ
الْحَمْدُ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَعَشِيًّا
وَحِينَ
تُظْهِرُونَ |
18. |
öğle ve ikindi
vakitleri, göklerde ve yerde elhamdülillâh diyerek Allah'a
teşekkür etme zamanıdır
|
يُخْرِجُ
الْحَيَّ
مِنَ
الْمَيِّتِ
وَيُخْرِجُ
الْمَيِّتَ
مِنَ
الْحَيِّ |
19. |
Ölüye can veren, canlıya ölüm
veren Allahtır. |
وَيُحْيِ
اْلأَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا
وَكَذَلِكَ
تُخْرَجُونَ |
|
Ölü toprağa
hayat veren de Allah'tır. Tekrar dirilişiniz de böyle olacak. |
وَمِنْ
آيَاتِهِ
أَنْ
خَلَقَكُمْ
مِنْ تُرَابٍ
ثُمَّ إِذَا
أَنْتُمْ
بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ |
20. |
Sizi topraktan
yaratması ve beşer olarak her yere yayılmanızı
sağlaması Allah'ın mucizelerindendir. |
وَمِنْ
آيَاتِهِ
أَنْ خَلَقَ
لَكُمْ مِنْ
أَنْفُسِكُمْ
أَزْوَاجًا
لِتَسْكُنُوا
إِلَيْهَا
وَجَعَلَ
بَيْنَكُمْ
مَوَدَّةً
وَرَحْمَةً |
21. |
Koynuna sokulup
huzur bulduğunuz eşleri sizden yaratmış olması,
aranızdaki ilgiyi sevgiye dönüştürmesi de onun mucizesidir. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ |
|
Bilgi toplumu, sevgi
konusunu irdelemelidir. |
وَمِنْ
آيَاتِهِ
خَلْقُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
22. |
Yerlerin ve göklerin
yaratılması da onun mucizesidir. |
وَاخْتِلاَفُ
أَلْسِنَتِكُمْ
وَأَلْوَانِكُمْ |
|
Dillerinizi ve
renklerinizi farklı yaratması da onun bir harikasıdır. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
لِلْعَالِمِينَ |
|
Bu olayda, herkes
için birtakım veriler vardır. |
وَمِنْ
آيَاتِهِ
مَنَامُكُمْ
بِاللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
|
23. |
Gece ve gündüz
uykularınız da onun harikalarındandır, |
وَابْتِغَاؤُكُمْ
مِنْ
فَضْلِهِ |
|
ya onun hazinesinden
pay isteminiz. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَسْمَعُونَ |
|
Bu olayda
duyarlı toplumlar için bir takım ipuçları vardır. |
وَمِنْ
آيَاتِهِ
يُرِيكُمُ
الْبَرْقَ
خَوْفًا
وَطَمَعًا |
24. |
Şimşeği
gösterip içinize biraz korku biraz umut salması, |
وَيُنَزِّلُ
مِنَ السَّمَاءِ
مَاءً |
|
gök yüzünden su
indirip |
فَيُحْيِ
بِهِ اْلأَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا |
|
ölmüş
toprağa can vermesi de onun harikalarındandır. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ |
|
Bu olayda
akılcı toplumlar için alınacak çok dersler vardır. |
سورة
الروم:
مكية 60
آية |
21.c. |
Rûm: 30/ 25.- 32.
Ayetler |
وَمِنْ
آيَاتِهِ
أَنْ
تَقُومَ
السَّمَاءُ وَاْلأَرْضُ
بِأَمْرِهِ |
25. |
Göğün ve yerin
Allah'ın emri doğrultusunda
hareketi de onun mucizelerindendir
|
ثُمَّ
إِذَا
دَعَاكُمْ
دَعْوَةً
مِنْ اْلأَرْضِ
|
|
Bir gün Allah, yer
altından sizlere öyle bir seslenecek ki |
إِذَا
أَنْتُمْ
تَخْرُجُونَ |
|
hop diye
çıkıvereceksiniz. |
وَلَهُ
مَنْ فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
كُلٌّ لَهُ
قَانِتُونَ |
26. |
Göklerde ve yerde
olan her şey Allaha gönülden
bağlıdır. |
وَهُوَ
الَّذِي
يَبْدَؤُا
الْخَلْقَ
ثُمَّ
يُعِيدُهُ |
27. |
İlk önce
yaratan, sonra bu yaratma işini tekrar edecek olan da odur. |
وَهُوَ
أَهْوَنُ
عَلَيْهِ
وَلَهُ
الْمَثَلُ
اْلأَعْلَى
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ |
|
İkinci yaratma
birincisinden daha kolaydır. Çünkü Allah, göklerde ve yerde
yaratmanın en güzel örneklerine sahiptir. |
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ |
|
Her şeye
görkemli gücüyle egemendir
|
ضَرَبَ
لَكُمْ
مَثَلاً
مِنْ
أَنْفُسِكُمْ
|
28. |
Allah, size sizden örnek vererek der ki: |
هَلْ
لَكُمْ مِنْ
مَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُكُمْ
مِنْ
شُرَكَاءَ
فِي مَا
رَزَقْنَاكُمْ
فَأَنْتُمْ
فِيهِ
سَوَاءٌ |
|
Hizmetçilerinizi,
sizinle aynı haklara sahip olarak, size verdiğimiz mal
varlığınıza ortak edebilir misiniz? |
تَخَافُونَهُمْ
كَخِيفَتِكُمْ
أَنْفُسَكُمْ |
|
Birbirinizden
çekindiğiniz gibi, onlardan da korkup çekinmeyi göze alabilir misiniz? |
كَذَلِكَ
نُفَصِّلُ اْلآيَاَتِ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ |
|
Biz bu açılımı,
akılcı toplumlara yapıyoruz. |
بَلِ
اتَّبَعَ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
أَهْوَاءَهُمْ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ |
29. |
Ne yazık ki
insan, hiç araştırıp etmeden körü körüne itaat uğruna
kendine ediyor. |
فَمَنْ
يَهْدِي
مَنْ
أَضَلَّ
اللهُ وَمَا
لَهُمْ مِنْ
نَاصِرِينَ |
|
Allah'ın bu
şekilde şaşırttığını kimse yola
getiremez! onlara arka çıkan da olmaz
|
فَأَقِمْ
وَجْهَكَ
لِلدِّينِ
حَنِيفًا |
30. |
Resulüm! sen bütün dikkatini, su kadar
aziz olan bu dine ver. Yani |
فِطْرَةَ
اللهِ
الَّتِي
فَطَرَ
النَّاسَ
عَلَيْهَا |
|
Allah'ın bir bebek
kadar saf yarattığı İslâma. |
لاَ
تَبْدِيلَ
لِخَلْقِ
اللهِ |
|
Kimse, Allah'ın
bu doğal yapısını bozamaz |
ذَلِكَ
الدِّينُ
الْقَيِّمُ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
Bozulmamış
değerleri ile din, budur. Fakat çoğu insan, bu değerlerin
farkında değildir. |
مُنِيبِينَ
إِلَيْهِ |
31. |
Gözünüzü Allah'tan
ayırmayın. |
وَاتَّقُوهُ
وَأَقِيمُوا
الصَّلاَةَ |
|
Ona karşı
kendinizi sağlama alın. Namaza devam edin. |
وَلاَ
تَكُونُوا
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ |
|
Sakın ola
aratanrıcı olmayın. |
مِنَ
الَّذِينَ
فَرَّقُوا دِينَهُمْ
وَكَانُوا
شِيَعًا |
32. |
Sakın ola,
dinlerini bölük pörçük edip halkı kutuplara ayıran, sonra da, |
كُلُّ
حِزْبٍ
بِمَا
لَدَيْهِمْ
فَرِحُونَ |
|
kendilerinden
başka alkışlayanı olmayan particiler gibi olmayın. |
سورة
الروم: مكية
60
آية |
21.c. |
Rûm: 30/ 33.- 41.
Ayetler |
وَإِذَا
مَسَّ
النَّاسَ
ضُرٌّ
دَعَوْا رَبَّهُمْ
مُنِيبِينَ
إِلَيْهِ |
33. |
İnsanların başlarına bir iş geldi
mi, hemen gözünü Allah'a dikip yalvarır da yalvarır. |
ثُمَّ
إِذَا
أَذَاقَهُمْ
مِنْهُ
رَحْمَةً |
|
Ama Allah,
kendilerine azıcık ilgi gösterdi mi |
إِذَا
فَرِيقٌ
مِنْهُمْ
بِرَبِّهِمْ
يُشْرِكُونَ |
|
bir
bakmışsın bir kısmı hemen tanrı ile
aralarına birilerini oturtuvermiş. |
لِيَكْفُرُوا
بِمَا
آتَيْنَاهُمْ
فَتَمَتَّعُوا
|
34. |
İnkar edilen
nimetlerimizin, biraz daha sefasını sürün bakalım. |
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ |
|
Nasıl olsa
yakında öğreneceksiniz. |
أَمْ
أَنْزَلْنَا
عَلَيْهِمْ
سُلْطَانًا
فَهُوَ يَتَكَلَّمُ
بِمَا
كَانُوا
بِهِ
يُشْرِكُونَ |
35. |
Acaba biz kendilerine
yetkili birini gönderdik de, Allah'a aracı ile dua etmelerini, o adam
mı öneriyor? |
وَإِذَا
أَذَقْنَا
النَّاسَ
رَحْمَةً
فَرِحُوا
بِهَا |
36. |
İnsanlara biraz
ilgi gösterdik mi aman ne sevinirler. |
وَإِنْ
تُصِبْهُمْ
سَيِّئَةٌ
بِمَا قَدَّمَتْ
أَيْدِيهِمْ
إِذَا هُمْ
يَقْنَطُونَ |
|
Ama kendi
hataları yüzünden başlarına bir iş geldi mi, hemen ümitsizliğe
düşerler. |
أَوَلَمْ
يَرَوْا
أَنَّ اللهَ
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ يَشَاءُ
وَيَقْدِرُ |
37. |
Acaba bunlar
Allah'ın, rızkı kimine saçıp kimine ölçüp verdiğini
düşünmez mi hiç? |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ |
|
Rızk
dağılımında inanç toplumunun çıkaracağı
çok dersler vardır
|
فَآتِ
ذَا
الْقُرْبَى
حَقَّهُ
وَالْمِسْكِينَ
وَابْنَ
السَّبِيلِ |
38. |
Resulüm! Malî yardımda
önceliği, yakın akraba, yoksul ve yol mağdurlarına ver. |
ذَلِكَ
خَيْرٌ
لِلَّذِينَ
يُرِيدُونَ
وَجْهَ اللهِ
|
|
Allah
rızasını talep edenler için en iyisi budur. |
وَأُولاَئِكَ
هُمُ الْمُفْلِحُونَ |
|
İşlerinde
Allah rızasını gözeten, mutlu olur. |
وَمَا
آتَيْتُمْ
مِنْ رِبًا
لِيَرْبُوَ
فِي
أَمْوَالِ
النَّاسِ
فَلاَ
يَرْبُو
عِنْدَ اللهِ |
39. |
Milletin
malını çoğaltmak için ne kadar faiz artışı
verirseniz verin bunun Allah katında bir artışı olmaz. |
وَمَا
آتَيْتُمْ
مِنْ زَكاَةٍ
تُرِيدُونَ
وَجْهَ اللهِ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ الْمُضْعِفُونَ |
|
Fakat, zekatı /
aklama vergisini, sadece Allah rızası için verenler,
mallarında yüzde yüz artış sağlayabilirler. |
اَللهُ
الَّذِي
خَلَقَكُمْ
ثُمَّ
رَزَقَكُمْ
ثُمَّ
يُمِيتُكُمْ
ثُمَّ
يُحْيِيكُمْ
|
40. |
Sizi yaratan Allah,
sizleri önce bakıp besleyecek, sonra öldürecek sonra tekrar
diriltecektir. |
هَلْ
مِنْ
شُرَكَائِكُمْ
مَنْ
يَفْعَلُ مِنْ
ذَلِكُمْ
مِنْ شَيْءٍ |
|
Ancak, aracı
tanrılarınız içinde, acaba bunları yapabilecek biri var
mı? |
سُبْحَانَهُ
وَتَعَالَى
عَمَّا
يُشْرِكُونَ |
|
Allah, aratanrı
düşüncesinde olanların havsalasına sığmayacak kadar
erişilmezdir. |
ظَهَرَ
الْفَسَادُ
فِي
الْبَرِّ
وَالْبَحْرِ
بِمَا
كَسَبَتْ أَيْدِي
النَّاسِ |
41. |
İnsanlığın
hataları yüzünden, eğer kara ve deniz dengelerinde bir bozulma
olacak olursa, |
لِيُذِيقَهُمْ
بَعْضَ
الَّذِي
عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ |
|
Allah, geri adım
atmalarını sağlamak için, verilen hasarın bir
kısmını bu dünyada kendilerine mutlaka ödetecektir
|
سورة
الروم: مكية
60
آية |
21.c. |
Rûm: 30/ 42.- 50.
Ayetler |
قُلْ
سِيرُوا فِي
اْلأَرْضِ |
42. |
Resulüm! de ki: " yeryüzünü gezip
dolaşın |
فَانْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذِينَ مِنْ
قَبْلُ |
|
ve daha
öncekilerin akıbeti n'olmuş bakın. " |
كَانَ
أَكْثَرُهُمْ
مُشْرِكِينَ |
|
Bunların
çoğu aratanrıcı idiler
|
فَأَقِمْ
وَجْهَكَ
لِلدِّينِ
الْقَيِّمِ مِنْ
قَبْلِ أَنْ
يَأْتِيَ
يَوْمٌ |
43. |
Ey insan! felaket gelip çatmadan yüzünü
şu değerli dine çevir. |
لاَ
مَرَدَّ
لَهُ مِنَ
اللهِ يَوْمَئِذٍ
يَصَّدَّعُونَ |
|
Çünkü insanların
darmadağın olacağı bir günde kimse Allah'a engel
olamayacaktır. |
مَنْ
كَفَرَ
فَعَلَيْهِ
كُفْرُهُ
وَمَنْ عَمِلَ
صَالِحًا فَِلأَنْفُسِهِمْ
يَمْهَدُونَ |
44. |
İnkar eden
kendine eder. Yararlı iş yapanlar ise kendi geleceklerine
yatırım yapıyorlar demektir. |
لِيَجْزِيَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
مِنْ
فَضْلِهِ |
45. |
Allah, inanıp
yararlı iş yapanlara, bizzat iltifat edecektir. |
إِنَّهُ
لاَ يُحِبُّ
الْكَافِرِينَ |
|
nankörlere asla yüz
vermeyecektir
|
وَمِنْ
آيَاتِهِ
أَنْ
يُرْسِلَ
الرِّيَاحَ
مُبَشِّرَاتٍ
|
46. |
İnsanlara umut veren meltemleri harekete
geçirmesi de, Allah'ın harikalarındandır. |
وَلِيُذِيقَكُمْ
مِنْ
رَحْمَتِهِ
وَلِتَجْرِيَ
الْفُلْكُ
بِأَمْرِهِ |
|
Çünkü bu sayede onun
nimetlerini tadarsınız. Gemiler onun emriyle denize
açılırken ve |
وَلِتَبْتَغُوا
مِنْ
فَضْلِهِ
وَلَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ |
|
onun hazinesinden
payınıza düşeni ararken, belli mi olur belki ona teşekkür
edersiniz
|
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
مِنْ
قَبْلِكَ
رُسُلاً
إِلَى
قَوْمِهِمْ |
47. |
Resulüm! biz senden önce de, kendi
halkı içinden birtakım elçiler gönderdik. |
فَجَاءُوهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
فَانْتَقَمْنَا
مِنَ
الَّذِينَ
أَجْرَمُوا
وَكَانَ
حَقًّا عَلَيْنَا
نَصْرُ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Elçiler kendilerine
belgeler sundular. Bu vesile ile bazen suçluların canına okurken
bazen de, inananlara yardım üzerimize farz oldu
|
اَللهُ
الَّذِي
يُرْسِلُ
الرِّيَاحَ
فَتُثِيرُ سَحَابًا
|
48. |
Rüzgarı gönderen Allah, bununla
bulutları harekete geçirir, |
فَيَبْسُطُهُ
فِي
السَّمَاءِ
كَيْفَ يَشَاءُ |
|
onları gökyüzüne
gerektiği gibi yayar. |
وَيَجْعَلُهُ
كِسَفًا
فَتَرَى
الْوَدْقَ يَخْرُجُ
مِنْ خِلاَلِهِ |
|
Sonra onları
yoğunlaştırır. Sonra aralarından sicim sicim
yağmur yağdığını görürsün. |
فَإِذَا
أَصَابَ
بِهِ مَنْ
يَشَاءُ
مِنْ عِبَادِهِ
|
|
Hele bir de muhtaç
kullarına isabet ederse, |
إِذَا
هُمْ
يَسْتَبْشِرُونَ |
|
insanların
yüzleri güler mutluluktan. |
وَإِنْ
كَانُوا
مِنْ قَبْلِ
أَنْ
يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ
مِنْ
قَبْلِهِ
لَمُبْلِسِينَ |
49. |
Halbuki yağmur
yağmadan önce ne kadar da üzgün ve suskundular. |
فَانْظُرْ
إِلَى
آثَارِ
رَحْمَةِ
اللهِ |
50. |
Şimdi sevgi
yağmurunun etkilerine bir bak. |
كَيْفَ
يُحْيِ اْلأَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا |
|
Ölü topraklara
nasıl can verdiğini seyret. |
إِنَّ
ذَلِكَ
لَمُحْيِي
الْمَوْتَى
وَهُوَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
|
Bunu yapan Allah,
elbette ölülere de can verecektir. O, her şeye kadirdir
|
سورة
الروم: مكية
60
آية |
21.c. |
Rûm: 30/ 51.- 60.
Ayetler |
وَلَئِنْ
أَرْسَلْنَا
رِيحًا
فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا
|
51. |
Eğer, bir rüzgâr daha göndersek de
ekinlerinin olgunlaştığını bizzat görselerdi, |
لَظَلُّوا
مِنْ
بَعْدِهِ
يَكْفُرُونَ |
|
nankörlüğe yine
de devam ederlerdi. |
فَإِنَّكَ
لاَ
تُسْمِعُ
الْمَوْتَى |
52. |
Resulüm! sen, sesini
ölülere duyuramazsın. |
وَلاَ
تُسْمِعُ
الصُّمَّ
الدُّعَاءَ
إِذَا وَلَّوْا
مُدْبِرِينَ |
|
Ürküp kaçan
sağırlara söz dinletemezsin. |
وَمَا
أَنْتَ
بِهَادِ
الْعُمْيِ
عَنْ ضَلاَلَتِهِمْ
|
53. |
Sen, daha kendini
tanıyamamış körleri de yedemezsin. |
إِنْ
تُسْمِعُ
إِلاَّ مَنْ
يُؤْمِنُ
بِآيَاتِنَا
فَهُمْ
مُسْلِمُونَ |
|
Sen sadece bizim
ayetlerimize inanıp İslâm'a gönül verenlere söz geçirebilirsin
|
اَللهُ
الَّذِي
خَلَقَكُمْ
مِنْ ضَعْفٍ |
54. |
Allah sizi ilk
yarattığında, çok çaresizdiniz, |
ثُمَّ
جَعَلَ مِنْ
بَعْدِ
ضَعْفٍ
قُوَّةً |
|
sonra bu
çaresizliğinizi güce dönüştürdü, |
ثُمَّ
جَعَلَ مِنْ
بَعْدِ
قُوَّةٍ
ضَعْفًا وَشَيْبَةً |
|
sonra bu gücü, tekrar
çaresizlik ve yaşlılığa çevirdi. |
يَخْلُقُ
مَا يَشَاءُ
وَهُوَ
الْعَلِيمُ
الْقَدِيرُ |
|
O nasıl isterse
öyle yapar. Çünkü o, engin bilgi gücüne sahiptir. |
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ |
55. |
Kıyamet kopunca
suçlular, |
يُقْسِمُ
الْمُجْرِمُونَ
مَا
لَبِثُوا غَيْرَ
سَاعَةٍ |
|
dünyada çok az
kaldıklarına yemin ederler. |
كَذَلِكَ
كَانُوا
يُؤْفَكُونَ |
|
Bunlar eskiden de hep
böyle atıp savarlardı. |
وَقَالَ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ
وَاْلإِيمَانَ
لَقَدْ
لَبِثْتُمْ
فِي كِتَابِ
اللهِ إِلَى
يَوْمِ
الْبَعْثِ |
56. |
Bilgi ile imanı
birleştirenler ise: " Siz Allah'ın yazdığı
süre gereğince, ta ikinci diriliş gününe kadar dünyada
kaldınız. |
فَهَذَا
يَوْمُ
الْبَعْثِ
وَلَكِنَّكُمْ
كُنْتُمْ لاَ
تَعْلَمُونَ |
|
Bu, ikinci
diriliş günüdür. Ama sizler vaktiyle bunu hiç kale almıyordunuz " derler. |
فَيَوْمَئِذٍ
لاَ يَنْفَعُ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
مَعْذِرَتُهُمْ
|
57. |
O gün zalimlerin
mazereti işe yaramaz. |
وَلاَ
هُمْ
يُسْتَعْتَبُونَ |
|
Artık
sızlanmaya bile hakları yoktur
|
وَلَقَدْ
ضَرَبْنَا
لِلنَّاسِ
فِي هَذَا الْقُرْآنِ
مِنْ كُلِّ
مَثَلٍ |
58. |
Resulüm! biz bu Kuranda, insanlara her
türlü örneği sergiledik. |
وَلَئِنْ
جِئْتَهُمْ
بِآيَةٍ
لَيَقُولَنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
|
Sen kendilerine bir
mucize de getirsen onların ilk sözü: |
إِنْ
أَنْتُمْ
إِلاَّ
مُبْطِلُونَ |
|
" sizler
palavracısınız " demek olacaktır. |
كَذَلِكَ
يَطْبَعُ
اللهُ عَلَى
قُلُوبِ
الَّذِينَ لاَ
يَعْلَمُونَ |
59. |
Allah, bilgisizlerin
kalplerini böyle karartır. |
فَاصْبِرْ
إِنَّ
وَعْدَ اللهِ
حَقٌّ |
60. |
Resulüm! Sabret. Allah'ın
dediği olacaktır. |
وَلاَ
يَسْتَخِفَّنَّكَ
الَّذِينَ
لاَ
يُوقِنُونَ |
|
İmanları
iyice kökleşmemiş olanların seni hafife almalarına
fırsat verme. |
سورة
لقمن: مكية
34
آية |
21.c. |
Lokmân: 31/ 1.- 11.
Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
الۤمۤ |
1. |
Elif, Lâm, Mîm. |
تِلْكَ
آيَاتُ
الْكِتَابِ
الْحَكِيمِ |
2. |
Bunlar, her şeye
egemen olan bir Kitabın sözleridir. |
هُدًى
وَرَحْمَةً
لِلْمُحْسِنِينَ |
3. |
Bu Kitap, iyilik
sevdalıları için sevgi dolu bir kılavuzdur. |
اَلَّذِينَ
يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ
وَيُؤْتُونَ
الزَّكاَةَ
وَهُمْ بِاْلآخِرَةِ
هُمْ
يُوقِنُونَ |
4. |
Ayrıca,
namazına devam edenlerin, zekatını verenlerin ahrete yürekten
inananların da güç kaynağıdır. |
أُولاَئِكَ
عَلَى هُدًى
مِنْ
رَبِّهِمْ |
5. |
Rablerinin
öncülüğünde yol alanların |
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ |
|
hepsi, kurtuldu
demektir
|
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يَشْتَرِي
لَهْوَ
الْحَدِيثِ |
6. |
Biri de kalkmış, kelime oyunu
yapıyor. |
لِيُضِلَّ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ |
|
Aklı sıra
insanları Allah yolundan edecek. |
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
وَيَتَّخِذَهَا
هُزُوًا |
|
Bilir bilmez laflar
edip ayetleri alaya alıyor. |
أُولاَئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
مُهِينٌ |
|
Bu gibilerin cezası,
pek aşağılayıcı olacak. |
وَإِذَا
تُتْلَى
عَلَيْهِ
آيَاتُنَا
وَلَّى
مُسْتَكْبِرًا
كَأَنْ لَمْ
يَسْمَعْهَا
كَأَنَّ فِي
أُذُنَيْهِ
وَقْرًا |
7. |
Kendisine ayetlerimiz
okunurken sanki kulağında ağırlık var da o yüzden
duymazmış gibi yaparak kaçıp gidiyor. |
فَبَشِّرْهُ
بِعَذَابٍ
أَلِيمٍ |
|
Resulüm ona,
kıvrandıran acılardan söz et
|
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
8. |
İnanıp yararlı işler yapanlar, |
لَهُمْ
جَنَّاتُ
النَّعِيمِ |
|
Na'îm cennetlerine
sahip olacaklardır. |
خَالِدِينَ
فِيهَا
وَعْدَ اللهِ
حَقًّا
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ |
9. |
Hem de sonsuza kadar.
Her şeye gücü ile egemen olan Tanrının dediği
olacaktır. |
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
بِغَيْرِ
عَمَدٍ تَرَوْنَهَا
|
10. |
Gördüğünüz gibi
o, göğü direksiz yaratmış, |
وَأَلْقَى
فِي اْلأَرْضِ
رَوَاسِيَ
أَنْ
تَمِيدَ
بِكُمْ |
|
sizi silkeleme
ihtimaline karşı yeryüzünü dağlarla
sağlamlaştırmış, |
وَبَثَّ
فِيهَا مِنْ
كُلِّ
دَابَّةٍ
وَأَنْزَلْنَا
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً |
|
yeryüzüne her türlü
canlıyı yaymıştır. Gökten su indiren de biziz. |
فَأَنْبَتْنَا
فِيهَا مِنْ
كُلِّ
زَوْجٍ
كَرِيمٍ |
|
Nitekim su sayesinde
muhteşem çiftler ürettik. |
هَذَا
خَلْقُ اللهِ
فَأَرُونِي
مَاذَا
خَلَقَ
الَّذِينَ
مِنْ دُونِهِ
|
11. |
Bu bir Allah
yapısıdır. Onun dışındaki tanrılar ne
yapabilmiş bana gösterebilir misiniz? |
بَلِ
الظَّالِمُونَ
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
Toplumda
saygınlığı yitirenler,
dışlanmışlığın o dayanılmaz
acısı içindedirler. |
سورة
لقمن: مكية
34
آية |
21.c. |
Lokmân: 31/ 12.- 19.
Ayetler |
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
لُقْمَانَ
الْحِكْمَةَ
|
12. |
Biz Lokman'a
hakimiyet bilgisi yükledik: |
أَنِ
اشْكُرْ ِللهِ
وَمَنْ
يَشْكُرْ
فَإِنَّمَا
يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ |
|
Allah'a
teşekkür et. Çünkü teşekkür eden saygı görür. |
وَمَنْ
كَفَرَ
فَإِنَّ
اللهَ
غَنِيٌّ
حَمِيدٌ |
|
Teşekküre
dili varmayan bilsin ki Allah, saygın bir şükür zenginidir, dedik. |
وَإِذْ
قَالَ
لُقْمَانُ ِلإِبْنِهِ
وَهُوَ
يَعِظُهُ |
13. |
Lokman da oğluna nasihat ederken: |
يَا بُنَيَّ
لاَ
تُشْرِكْ
بِاللهِ |
|
" Yavrum!
Sakın ola birini Allah'a aracı etme! |
إِنَّ
الشِّرْكَ
لَظُلْمٌ
عَظِيمٌ |
|
Çünkü
aracılık / şirk , Allah'a karşı çok büyük bir
saygısızlıktır " demişti. |
وَوَصَّيْنَا
اْلإِنْسَانَ
بِوَالِدَيْهِ
|
14. |
Zaten biz insana
hiçbir sevgiyi ata sevgisiyle bir tutmamasını önermişizdir. |
حَمَلَتْهُ
أُمُّهُ
وَهْنًا
عَلَى
وَهْنٍ وَفِصَالُهُ
فِي
عَامَيْنِ |
|
-hele de kendisini,
binbir sıkıntıyla karnında taşımış, iki
yıl da emdirmiş olan anasına.- |
أَنِ
اشْكُرْ لِي
وَلِوَالِدَيْكَ
إِلَيَّ الْمَصِيرُ |
|
" Bana ve iki
atana teşekkür et. Zira sonunda bana gelip hesap vereceksin "
demişizdir. |
وَإِنْ
جَاهَدَاكَ
عَلى أَنْ
تُشْرِكَ
بِي مَا
لَيْسَ لَكَ
بِهِ عِلْمٌ |
15. |
" Lâkin,
herhangi bir şeyi, bana aracı yapman için sana baskı
yaparlarsa, |
فَلاَ
تُطِعْهُمَا
وَصَاحِبْهُمَا
فِي الدُّنْيَا
مَعْرُوفًا |
|
O zaman onlara
itaat etme. Ancak hayatta iken kendilerine iyiliğini devam ettir. |
وَاتَّبِعْ
سَبِيلَ
مَنْ
أَنَابَ
إِلَيَّ |
|
Bir de, bana gönül
verenlerin yolunu izle. |
ثُمَّ
إِلَيَّ
مَرْجِعُكُمْ
فَأُنَبِّئُكُمْ
بِمَا كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
Çünkü
dönüşünüz bana olacak, ben de size yaptıklarınızı
sayıp dökeceğim. " demişizdir. |
يَابُنَيَّ
إِنَّهَا
إِنْ تَكُ
مِثْقَالَ حَبَّةٍ
مِنْ خَرْدَلٍ
|
16. |
Lokman sözlerine devamla: "
Sevgili yavrum! İyilik isterse bir hardal tanesi kadar olsun, |
فَتَكُنْ
فِي
صَخْرَةٍ
أَوْ فِي
السَّمَاوَاتِ
أَوْ فِي اْلأَرْضِ |
|
ister bir
taşın altında, ister göklerde ya da yerin derinliklerinde
olsun, |
يَأْتِ
بِهَا اللهُ
إِنَّ اللهَ
لَطِيفٌ
خَبِيرٌ |
|
Allah onu bulup
getirir. Çünkü zaten zerreye sinmiş olan Allah, her şeyden
haberlidir. " |
يَابُنَيَّ
أَقِمِ
الصَّلاَةَ |
17. |
"
Yavrucuğum! Namazı kılıp dua et. |
وَأْمُرْ
بِالْمَعْرُوفِ
وَانْهَ عَنِ
الْمُنْكَرِ |
|
Öz değerlere
sahip ol, kötülerini bırak. |
وَاصْبِرْ
عَلَى مَا
أَصَابَكَ
إِنَّ ذَلِكَ
مِنْ عَزْمِ
اْلأُمُورِ |
|
Başına
gelenlere sabret. Sabır, azim işidir. " |
وَلاَ
تُصَعِّرْ
خَدَّكَ
لِلنَّاسِ
وَلاَ
تَمْشِ فِي اْلأَرْضِ
مَرَحًا |
18. |
"
İnsanlara surat asma. Çalımlı yürüme. |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يُحِبُّ
كُلَّ
مُخْتَالٍ
فَخُورٍ |
|
Çünkü Allah hava
atan övüngenleri sevmez. " |
وَاقْصِدْ
فِي
مَشْيِكَ
وَاغْضُضْ
مِنْ صَوْتِكَ
|
19. |
" Yürürken
tabii ol. Sesini biraz kıs. |
إِنَّ
أَنكَرَ اْلأَصْوَاتِ
لَصَوْتُ
الْحَمِيرِ |
|
Çünkü en kötü ses,
eşek sesidir
" |
سورة
لقمن: مكية
34
آية |
21.c. |
Lokmân: 31/ 20.- 28.
Ayetler |
أَلَمْ
تَرَوْا
أَنَّ اللهَ
سَخَّرَ
لَكُمْ مَا
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي اْلأَرْضِ
|
20. |
Şimdi siz,
Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi sizin hizmetinize
sunduğunu göremiyor musunuz? |
وَأَسْبَغَ
عَلَيْكُمْ
نِعَمَهُ
ظَاهِرَةً
وَبَاطِنَةً |
|
Ya üzerinize boca
ettiği iç ve dış nimetlerini !? |
وَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ
يُجَادِلُ
فِي اللهِ |
|
Bazıları,
Allah hakkında kısır çekişmeye girip |
بِغَيْرِ
عِلْمٍ وَلاَ
هُدًى وَلاَ
كِتَابٍ مُنِيرٍ |
|
elinde belgesi,
önünde rehberi olmadan bilir bilmez laf ediyor. |
وَإِذَا
قِيلَ لَهُمُ
اتَّبِعُوا
مَا أَنْزَلَ
اللهُ |
21. |
Bu gibilere : " Allah'ın
indirdiklerini kabul edin " dendiği zaman: |
قَالُوا
بَلْ
نَتَّبِعُ
مَا
وَجَدْنَا
عَلَيْهِ
آبَاءَنَا |
|
" Yok diyorlar, biz,
atalarımızın gittiği yoldan gideriz. " |
أَوَلَوْ
كَانَ
الشَّيْطَانُ
يَدْعُوهُمْ
إِلَى
عَذَابِ
السَّعِيرِ |
|
Peki, şeytan
kendilerini ateşe çağırsa da mı? |
وَمَنْ
يُسْلِمْ
وَجْهَهُ
إِلَى اللهِ
وَهُوَ
مُحْسِنٌ |
22. |
Güzellik uğruna
gözünü Allah'tan alamayan |
فَقَدِ
اسْتَمْسَكَ
بِالْعُرْوَةِ
الْوُثْقَى |
|
en güvenli
yatırımı yapmış demektir. |
وَإِلَى
اللهِ
عَاقِبَةُ
اْلأُمُورِ |
|
Çünkü her iş,
Allah'ın onayından geçer. |
وَمَنْ
كَفَرَ فَلاَ
يَحْزُنْكَ
كُفْرُهُ |
23. |
Resulüm! İnkarcıların
inadı seni üzmesin. |
إِلَيْنَا
مَرْجِعُهُمْ
فَنُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
عَمِلُوا |
|
Çünkü nasıl olsa
bir gün bize dönecekler, biz de, tüm yaptıklarını bir bir
sayıp dökeceğiz. |
إِنَّ
اللهَ
عَلِيمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
Çünkü Allah,
içlerinde ne varsa hepsini biliyor. |
نُمَتِّعُهُمْ
قَلِيلاً
ثُمَّ
نَضْطَرُّهُمْ
إِلَى
عَذَابٍ
غَلِيظٍ |
24. |
Şimdilik biraz
daha sefamızı sürsünler, çünkü az sonra hepsini ateşe
süreceğiz. |
وَلَئِنْ
سَأَلْتَهُمْ
مَنْ خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
|
25. |
Onlara: " gökleri
ve yeri kim yarattı? " diye soracak olsan, |
لَيَقُولُنَّ
اللهُ |
|
" Tabi ki
Allah " diyeceklerdir. |
قُلِ
الْحَمْدُ ِللهِ
بَلْ
أَكْثَرُهُمْ
لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
Resulüm o zaman sen
de: " Allah'a şükür ki çoklarının aklı ermiyor
" de bari. |
ِللهِ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
26. |
Göklerde ve yerde ne
varsa hepsi Allah'ındır. |
إِنَّ
اللهَ هُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَمِيدُ |
|
Zaten Allah,
saygın bir şükür zenginidir. |
وَلَوْ
أَنَّمَا
فِي اْلأَرْضِ
مِنْ
شَجَرَةٍ
أَقْلاَمٌ
وَالْبَحْرُ
يَمُدُّهُ
مِنْ
بَعْدِهِ سَبْعَةُ
أَبْحُرٍ
مَا
نَفِدَتْ
كَلِمَاتُ
اللهِ |
27. |
Resulüm! Yeryüzündeki
tüm ağaçlar kalem, tüm denizler mürekkep olsa tükenir, Allah'ın
kelimeleri yine de tükenmezdi. |
إِنَّ
اللهَ
عَزِيزٌ
حَكِيمٌ |
|
Çünkü Allah, gücü ile
her şeye egemendir. |
مَا
خَلْقُكُمْ
وَلاَ
بَعْثُكُمْ
إِلاَّ
كَنَفْسٍ
وَاحِدَةٍ |
28. |
Sizi yaratıp
yeniden diriltmek, Allah'a göre tek can yaratmak gibidir. |
إِنَّ
اللهَ
سَمِيعٌ
بَصِيرٌ |
|
Allah, her şeyin
gözü kulağıdır. |
سورة
لقمن: مكية
34
آية |
21.c. |
Lokmân: 31/ 29.- 34.
Ayetler |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ
يُولِجُ
اللَّيْلَ
فِي النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي اللَّيْلِ
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ |
29. |
Baksana Allah, geceyi
gündüze; gündüzü geceye nasıl da çevirip duruyor, ayı ve
güneşi nasıl da uyumlu çalıştırıyor |
كُلٌّ
يَجْرِي
إِلَى
أَجَلٍ
مُسَمًّى |
|
Her biri, belli bir sona
doğru akıp gidiyor. |
وَأَنَّ
اللهَ بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَبِيرٌ |
|
Allah'ın,
yaptıklarınızdan her daim haberli olduğunu da
unutmayın. |
ذَلِكَ
بِأَنَّ
اللهَ هُوَ
الْحَقُّ |
30. |
Bütün bunlar,
Allah'ın varlığını ifade eder. |
وَأَنَّ
مَا
يَدْعُونَ
مِنْ
دُونِهِ الْبَاطِلُ
|
|
Onun
dışında yalvardıklarının aslı yoktur. |
وَأَنَّ
اللهَ هُوَ
الْعَلِيُّ
الْكَبِيرُ |
|
Gerçekten yüce ve
büyük olan sadece Allah'tır
|
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
الْفُلْكَ
تَجْرِي فِي
الْبَحْرِ
بِنِعْمَةِ
اللهِ |
31. |
Allah'ın, su
nimeti sayesinde deryada süzülen gemilere bak! |
لِيُرِيَكُمْ
مِنْ
آيَاتِهِ |
|
Allah, size
harikalarından birkaçını gösterecek. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ |
|
Çünkü bu olay,
sabretmesini ve şükretmesini bilen herkes için bir ibrettir. |
وَإِذَا
غَشِيَهُمْ
مَوْجٌ
كَالظُّلَلِ
|
32. |
Az önce, dev
dalgalarla boğuşup |
دَعَوُا
اللهَ
مُخْلِصِينَ
لَهُ
الدِّينَ |
|
dört elle Allah'a
sarılıp yalvarırken, |
فَلَمَّا
نَجَّاهُمْ
إِلَى
الْبَرِّ
فَمِنْهُمْ
مُقْتَصِدٌ |
|
karaya varır
varmaz her şeyi unuturlar, içlerinden çok az kişi insaf eder, |
وَمَا
يَجْحَدُ
بِآيَاتِنَا
إِلاَّ
كُلُّ
خَتَّارٍ
كَفُورٍ |
|
Bizim nimetlerimizi
göremeyen nankörlükler ise inkara devam ederler
|
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
اتَّقُوا
رَبَّكُمْ |
33. |
Ey insanlar! Allah'a karşı
kendinizi sağlama alın. |
وَاخْشَوْا
يَوْمًا لاَ
يَجْزِي
وَالِدٌ
عَنْ
وَلَدِهِ |
|
Babanın öz
evladından geçeceği, |
وَلاَ
مَوْلُودٌ
هُوَ جَازٍ
عَنْ
وَالِدِهِ
شَيْئًا |
|
çocuğun da öz
babasından kaçacağı günden korkun. |
إِنَّ
وَعْدَ اللهِ
حَقٌّ |
|
Allah'ın va'di
mutlaka gerçekleşecektir. |
فَلاَ
تَغُرَّنَّكُمُ
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا |
|
Sakın ola, dünya
hayatı sizi aldatmasın. |
وَلاَ
يَغُرَّنَّكُمْ
بِاللهِ
الْغَرُورُ |
|
Şeytan Allah
adını kullanarak sizi yanıltmasın. |
إِنَّ
اللهَ
عِنْدَهُ
عِلْمُ
السَّاعَةِ |
34. |
Kıyamet
bilgileri, Allah'ın elindedir. |
وَيُنَزِّلُ
الْغَيْثَ
وَيَعْلَمُ
مَا فِي اْلأَرْحَامِ |
|
Yağmuru indiren,
rahimlerdekini bilen odur. |
وَمَا
تَدْرِي
نَفْسٌ
مَاذَا
تَكْسِبُ
غَدًا |
|
Hiç kimse yarın
ne kazanacağını bilemez. |
وَمَا
تَدْرِي
نَفْسٌ
بِأَيِّ
أَرْضٍ تَمُوتُ |
|
Hiç kimse nerede
nasıl öleceğini de bilemez. |
إِنَّ
اللهَ
عَلِيمٌ
خَبِيرٌ |
|
Her şeyin uzman
bileni, sadece Allah'tır. |
سورة
السجدة:
مكية 73
آية |
21.c. |
Secde: 32/ 1.- 11.
Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
الۤمۤ |
1. |
Elif, Lâm, Mîm. |
تَنْـزِيلُ
الْكِتَابِ
لاَ رَيْبَ فِيهِ
مِنْ رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
2. |
Bu Kitap, kesinlikle
kainatı çekip çeviren Allah tarafından indirilmiştir. |
أَمْ
يَقُولُونَ
افْتَرَاهُ |
3. |
Yoksa: " onu
kendisi uydurdu " mu diyorlar? |
بَلْ
هُوَ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّكَ |
|
Hayır bu Kitap,
Tanrı'nın gerçek sözleridir. |
لِتُنْذِرَ
قَوْمًا مَا
أَتَاهُمْ
مِنْ
نَذِيرٍ مِنْ
قَبْلِكَ |
|
Bununla sen, senden
önce uyarıcı yüzü görmemiş bir toplumu uyaracaksın. |
لَعَلَّهُمْ
يَهْتَدُونَ |
|
Artık yola gelen
gelir. |
اَللهُ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
فِي سِتَّةِ
أَيَّامٍ
ثُمَّ
اسْتَوَى
عَلَى
الْعَرْشِ |
4. |
Gökleri, yeri ve bu
ikisi arasındakileri altı zamanda yaratan Allah, evreni dengesine
oturttu. |
مَا
لَكُمْ مِنْ
دُونِهِ مِن
وَلِيٍّ
وَلاَ
شَفِيعٍ |
|
Sizi Allah'tan
başka koruyup gözeten yoktur. |
أَفَلاَ
تَتَذَكَّرُونَ |
|
Düşünsenize bir: |
يُدَبِّرُ
اْلأَمْرَ
مِنَ
السَّمَاءِ
إِلَى اْلأَرْضِ
|
5. |
Yer gök her
şeyin çalışma ayarını o yapar. |
ثُمَّ
يَعْرُجُ
إِلَيْهِ
فِي يَوْمٍ |
|
Bu ayarlar, bir gün
zarfında Allah'a iletilir. |
كَانَ
مِقْدَارُهُ
أَلْفَ سَنَةٍ
مِمَّا
تَعُدُّونَ |
|
Size göre ise bu
süre, bin yıllık bir zamandır. |
ذَلِكَ
عَالِمُ
الْغَيْبِ
وَالشَّهَادَةِ
الْعَزِيزُ
الرَّحِيمُ |
6. |
Görünen görünmeyen
tüm evreni sevgi ile kuşatan görkemli Tanrı budur: |
اَلَّذِي
أَحْسَنَ
كُلَّ
شَيْءٍ
خَلَقَهُ |
7. |
Tanrı
yarattığı her şeyi güzel yaptı, |
وَبَدَأَ
خَلْقَ اْلإِنسَانِ
مِنْ طِينٍ |
|
insanı yaratma
işine topraktan başladı, |
ثُمَّ
جَعَلَ
نَسْلَهُ
مِنْ سُلاَلَةٍ
مِنْ مَاءٍ
مَهِينٍ |
8. |
sonra soyunu, dölleme
ile devam ettirdi, |
ثُمَّ
سَوَّاهُ
وَنَفَخَ
فِيهِ مِنْ
رُوحِهِ |
9. |
sonra ceninin
yapı taşlarını yerine oturtup kendi canından can
üfledi, |
وَجَعَلَ
لَكُمْ
السَّمْعَ
وَاْلأَبْصَارَ
وَاْلأَفْئِدَةَ
|
|
göz kulak ve kalp
taktı. |
قَلِيلاً
مَا
تَشْكُرُونَ |
|
Buna rağmen öyle
az şükrediyorsunuz ki! |
وَقَالُوا
أَئِذَا
ضَلَلْنَا
فِي اْلأَرْضِ
أَئِنَّا
لَفِي
خَلْقٍ
جَدِيدٍ |
10. |
Diyorlar ki: " Yeryüzünde
yok olup gittikten sonra mı, yeni bir yaratılış içinde
olacağız? " |
بَلْ
هُمْ
بِلِقَاءِ
رَبِّهِمْ
كَافِرُونَ |
|
Aslında onlar,
Allah'a hesap verme olayına inanmıyorlar. |
قُلْ
يَتَوَفَّاكُمْ
مَلَكُ
الْمَوْتِ
الَّذِي وُكِّلَ
بِكُمْ
ثُمَّ إِلَى
رَبِّكُمْ
تُرْجَعُونَ |
11. |
De ki: " Sizin
için görevlendirilen ölüm meleği önce sizin canınızı
alacak, sonra Rabb'inize geri döneceksiniz o kadar
" |
سورة
السجدة: مكية
73
آية |
21.c. |
Secde: 32/ 12.- 20.
Ayetler |
وَلَوْ
تَرَى إِذِ
الْمُجْرِمُونَ
نَاكِسُوا رُءُوسِهِمْ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ |
12. |
Senin de göreceğin gibi! O gün
suçlular, Rab'lerine boyunlarını büküp yalvaracaklar: |
رَبَّنَا
أَبْصَرْنَا
وَسَمِعْنَا
فَارْجِعْنَا
|
|
" Efendimiz!
Bizzat gördük duyduk, n'olur bizi geri gönder de |
نَعْمَلْ
صَالِحًا
إِنَّا
مُوقِنُونَ |
|
biraz da
yararlı işler yapalım. Artık aklımız
başımıza geldi " diyecekler |
وَلَوْ
شِئْنَا َلآتَيْنَا
كُلَّ
نَفْسٍ
هُدَاهَا |
13. |
Biz isteseydik,
elbette herkesi yola getirirdik. |
وَلَكِنْ
حَقَّ
الْقَوْلُ
مِنِّي َلأََمْـَلأَنَّ
جَهَنَّمَ
مِنَ
الْجِنَّةِ
وَالنَّاسِ
أَجْمَعِينَ |
|
Ama vaktiyle benim:
" cehennemi cinlerle, insanlarla dolduracağım "
şeklindeki sözümün gereği yapılmıştır. |
فَذُوقُوا
بِمَا
نَسِيتُمْ
لِقَاءَ
يَوْمِكُمْ
هَذَا |
14. |
Artık bugünü
unutmanızın cezasını çekin. |
إِنَّا
نَسِينَاكُمْ |
|
Şimdi de, biz
sizi unutacağız. |
وَذُوقُوا
عَذَابَ
الْخُلْدِ
بِمَا كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
Yaptığınıza
karşı tadın sonu gelmez acıları
|
إِنَّمَا
يُؤْمِنُ
بِآيَاتِنَا
الَّذِينَ
إِذَا ذُكِّرُوا
بِهَا
خَرُّوا
سُجَّدًا |
15.
scd |
Halbuki bize inananlar, ayetlerimizi
duyar duymaz yere kapanırlardı. |
وَسَبَّحُوا
بِحَمْدِ
رَبِّهِمْ
وَهُمْ لاَ
يَسْتَكْبِرُونَ |
|
Hiç gönül kibir
etmeden Rab'lerine teşekkür edip onun erişilmezliğini dile
getirirlerdi. |
تَتَجَافَى
جُنُوبُهُمْ
عَنِ
الْمَضَاجِعِ
|
16. |
Gece
yarılarında yataklarından kalkıp |
يَدْعُونَ
رَبَّهُمْ
خَوْفًا
وَطَمَعًا |
|
Biraz korku biraz
umutla Allah'a yalvarırlardı. |
وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
يُنْفِقُونَ |
|
Verdiklerimizin
birazını yoksula dağıtırlardı. |
فَلاَ
تَعْلَمُ
نَفْسٌ مَا
أُخْفِيَ
لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ
أَعْيُنٍ
جَزَاءً
بِمَا
كَانُوا يَعْمَلُونَ |
17. |
Hiç kimse,
iyiliklerine mukabil, kendisi için saklanan göz
aydınlığını, ne zaman görüp sevineceğini tahmin
edemez
|
أَفَمَنْ
كَانَ
مُؤْمِنًا
كَمَنْ كَانَ
فَاسِقًا لاَ
يَسْتَوُونَ |
18. |
Hiç inananla asî bir olur mu? Olmaz
tabiki. [2] |
أَمَّا
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
19. |
İnanıp
yararlı işler yapanlar, |
فَلَهُمْ
جَنَّاتُ
الْمَأْوَى
نُزُلاً
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
yaptıklarına
karşılık olmak üzere, bahçeli evlere konuk edilip
ağırlanacaklardır. |
وَأَمَّا
الَّذِينَ
فَسَقُوا
فَمَأْوَاهُمْ
النَّارُ |
20. |
Gerçeğe kafa
tutanların ise sonu, ateştir. |
كُلَّمَا
أَرَادُوا
أَنْ
يَخْرُجُوا
مِنْهَا
أُعِيدُوا
فِيهَا |
|
Bunlar, alevlerden
kurtulmaya yeltendikçe, tekrar tekrar geri tıkılacaklar ve |
وَقِيلَ
لَهُمْ
ذُوقُوا
عَذَابَ
النَّارِ الَّذِي
كُنْتُمْ
بِهِ
تُكَذِّبُونَ |
|
kendilerine: " vaktiyle
inkar edip durduğunuz cehennem azabını tadın bakalım
" denecek. |
سورة
السجدة:
مكية 73
آية |
21.c. |
Secde: 32/ 21.- 30.
Ayetler |
وَلَنُذِيقَنَّهُمْ
مِنَ
الْعَذَابِ
اْلأَدْنَى
دُونَ
الْعَذَابِ
اْلأَكْبَرِ
|
21. |
Onlara, ahretteki o
büyük cezadan başka, dünyada iken de ufak ufak acılar
tattıracağız, |
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ |
|
bakarsın
yanlıştan dönerler. |
وَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّنْ
ذُكِّرَ
بِآيَاتِ
رَبِّهِ
ثُمَّ أَعْرَضَ
عَنْهَا |
22. |
Kendisine Allah
kelâmı hatırlatılınca burun kıvırıp
gidenden daha saygısız kim olabilir? |
إِنَّا
مِنَ
الْمُجْرِمِينَ
مُنْتَقِمُونَ |
|
Biz suçlulardan
öcümüzü mutlaka alırız
|
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ |
23. |
Musa'ya da Kitap vermiştik. |
فَلاَ
تَكُنْ فِي
مِرْيَةٍ
مِنْ
لِقَائِهِ |
|
Musa'nın
tanrı ile yaptığı söyleşiden hiç kuşkun
olmasın. |
وَجَعَلْنَاهُ
هُدًى
لِبَنِي
إِسْرَائِيلَ |
|
Tevratı
İsrailoğullarına kılavuz etmiştik. |
وَجَعَلْنَا
مِنْهُمْ
أَئِمَّةً |
24. |
İsrailoğulları
arasından önderler yetiştirdik. |
يَهْدُونَ
بِأَمْرِنَا
لَمَّا
صَبَرُوا |
|
talimatımız
doğrultusunda sabırla yol aldılar, |
وَكَانُوا
بِآيَاتِنَا
يُوقِنُونَ |
|
bizim sözlerimize
yürekten bağlı idiler
|
إِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ يَفْصِلُ
بَيْنَهُمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
فِيمَا
كَانُوا
فِيهِ
يَخْتَلِفُونَ |
25. |
Resulüm! Rabbin, onların
uzlaşamadıkları konularla ilgili kararını artık
kıyamet günü kendisi verecektir. |
أَوَلَمْ
يَهْدِ
لَهُمْ كَمْ
أَهْلَكْنَا
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنَ
الْقُرُونِ |
26. |
Daha önce nice
nesilleri yok etmemiz acaba insanlara bir şey ifade etmiyor mu? |
يَمْشُونَ
فِي
مَسَاكِنِهِمْ |
|
Hem de harabeleri
içinde gezinip duruyorlar. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
|
|
Bu harabelerde ne
ipuçları var! |
أَفَلاَ
يَسْمَعُونَ |
|
Ah bu sessizliği
bir dinleyebilseler!
|
أَوَلَمْ
يَرَوْا
أَنَّا
نَسُوقُ
الْمَاءَ
إِلَى اْلأَرْضِ
الْجُرُزِ |
27. |
Acaba hiç mi dikkat etmediler bizim,
çatlayan topraklara su verişimize?. |
فَنُخْرِجُ
بِهِ
زَرْعًا
تَأْكُلُ
مِنْهُ أَنْعَامُهُمْ
وَأَنْفُسُهُمْ
|
|
Su sayesinde, hem
kendileri hem hayvanları için besin maddesi üretişimize? |
أَفَلاَ
يُبْصِرُونَ |
|
Ah! Şu insanlar,
çevrelerini bir görebilseler! |
وَيَقُولُونَ
مَتَى هَذَا
الْفَتْحُ
إِنْ كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
28. |
" Ciddi
misiniz bu fetih dediğiniz olay ne zamanmış? " diyorlar. |
قُلْ
يَوْمَ
الْفَتْحِ
لاَ يَنْفَعُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
إِيمَانُهُمْ
|
29. |
Resulüm de ki: "
İnkarcıların, fetih gününde imana gelmeleri işlerine
yaramayacak. |
وَلاَ
هُمْ
يُنْظَرُونَ |
|
Hatta yüzlerine
bakan bile olmayacak.
" |
فَأَعْرِضْ
عَنْهُمْ
وَانْتَظِرْ
|
30. |
Resulüm! Onlara
aldırma! Bekle. |
إِنَّهُمْ
مُنْتَظِرُونَ |
|
Zaten onlar da
beklemede. |
سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
21.c. |
Ahzâb: 33/ 1.- 6.
Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
يَاأَيُّهَا
النَّبِيُّ
اتَّقِ اللهَ
|
1. |
Sevgili resulüm!
Allah'a karşı kendini sağlama al!. |
وَلاَ
تُطِعِ الْكَافِرِينَ
وَالْمُنَافِقِينَ |
|
Sakın ola
inkarcı ve iki yüzlü takımına uyma. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
عَلِيمًا
حَكِيمًا |
|
Allah, her şeye
bilgi gücüyle hakimdir. |
وَاتَّبِعْ
مَا يُوحَى
إِلَيْكَ
مِنْ رَبِّكَ
|
2. |
Sen, Rabbinden sana
vahyedilene bak. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَبِيرًا |
|
Allah'ın, tüm
yaptıklarınızdan haberlidir. |
وَتَوَكَّلْ
عَلَى اللهِ
وَكَفَى
بِاللهِ
وَكِيلاً |
3. |
Allah'a güven,
güvence olarak Allah yeter
|
مَا
جَعَلَ اللهُ
لِرَجُلٍ
مِنْ
قَلْبَيْنِ
فِي
جَوْفِهِ |
4. |
Allah, bir erkeğin içine iki kalp
koymadı. |
وَمَا
جَعَلَ
أَزْوَاجَكُمُ
اللاَّئِي
تُظَاهِرُونَ
مِنْهُنَّ
أُمَّهَاتِكُمْ |
|
Eşleriniz, anamsın
demekle ananız olmaz. |
وَمَا
جَعَلَ
أَدْعِيَاءَكُمْ
أَبْنَاءَكُمْ
|
|
Keza oğulluklarınız da kendi
oğlunuz sayılmaz. |
ذَلِكُمْ
قَوْلُكُمْ
بِأَفْوَاهِكُمْ |
|
Bunlar sizin kendi
kuruntularınızdır. |
وَاللهُ
يَقُولُ
الْحَقَّ
وَهُوَ
يَهْدِي
السَّبِيلَ |
|
Allah doğru
söylüyor ve yol gösteriyor. |
اُدْعُوهُمْ
ِلآبَائِهِمْ
|
5. |
Oğulluklarınızı,
öz babalarının adıyla çağırın. |
هُوَ
أَقْسَطُ
عِنْدَ اللهِ |
|
Allah'a göre en
doğrusu budur. |
فَإِنْ
لَمْ
تَعْلَمُوا
آبَاءَهُمْ |
|
Eğer
babalarını tanımıyorsanız, |
فَإِخْوَانُكُمْ
فِي
الدِّينِ
وَمَوَالِيكُمْ |
|
sizin din
kardeşiniz ya da dostlarınız demektir. |
وَلَيْسَ
عَلَيْكُمْ
جُنَاحٌ
فِيمَا أَخْطَأْتُمْ
بِهِ |
|
Sehven yapılan
bir iş, sorumluluk getirmez. |
وَلَكِنْ
مَا
تَعَمَّدَتْ
قُلُوبُكُمْ
|
|
Kasten yapılan
işler cezayı gerektirir. |
وَكَانَ
اللهُ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir
|
اَلنَّبِيُّ
أَوْلَى
بِالْمُؤْمِنِينَ
مِنْ
أَنْفُسِهِمْ
|
6. |
Resul, müminlere kendilerinden de
yakındır. |
وَأَزْوَاجُهُ
أُمَّهَاتُهُمْ |
|
Hanımları
ise, müminlerin anası sayılır. |
وَأُولُو
اْلأَرْحَامِ
بَعْضُهُمْ
أَوْلَى
بِبَعْضٍ فِي
كِتَابِ
اللهِ مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُهَاجِرِينَ |
|
Mirasta ise,
Allah'ın Kitab'ına göre, Kan bağı olanlar, kendi
yakınlarına , diğer mümin ve muhacirlerden daha önceliklidir. |
إِلاَّ
أَنْ
تَفْعَلُوا
إِلَى
أَوْلِيَائِكُمْ
مَعْرُوفًا |
|
Ama,
dostlarınıza da bir şeyler ayırabilirsiniz. |
كَانَ
ذَلِكَ فِي
الْكِتَابِ
مَسْطُورًا |
|
Bu konu, Kuranda
ayrıntılı ele alınmıştır... |
سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
21.c. |
Ahzâb: 33/ 7.- 15.
Ayetler |
وَإِذْ
أَخَذْنَا
مِنَ
النَّبِيِّينَ
مِيثَاقَهُمْ
وَمِنْكَ |
7. |
Biz tüm Tanrı elçilerinden ezelde
söz aldık. Senden de aldık. |
وَمِنْ
نُوحٍ
وَإِبْرَاهِيمَ
وَمُوسَى وَعِيسَى
ابْنِ
مَرْيَمَ |
|
Nûh, İbrahim,
Musa ve Meryemoğlu İsa'dan da. |
وَأَخَذْنَا
مِنْهُمْ
مِيثَاقًا
غَلِيظًا |
|
Hem de çok
sağlam sözler aldık. |
لِيَسْأَلَ
الصَّادِقِينَ
عَنْ
صِدْقِهِمْ |
8. |
Allah, bir yandan
doğruların doğruluğunu sorgulamak için böyle sözler
alırken, |
وَأَعَدَّ
لِلْكَافِرِينَ
عَذَابًا
أَلِيمًا |
|
bir yandan da
inkarcılar için, ağır cezalar ayarladı
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اذْكُرُوا
نِعْمَةَ
اللهِ
عَلَيْكُمْ |
9. |
Sevgili müminler! Allah'ın size
yaptıklarını düşünün: |
إِذْ
جَاءَتْكُمْ
جُنُودٌ |
|
meselâ
orduların, size yardıma geldiği günü hatırlayın, |
فَأَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ
رِيحًا
وَجُنُودًا
لَمْ
تَرَوْهَا |
|
düşman üzerine,
rüzgârla birlikte sizin göremediğiniz askerler saldığımızı
hatırlayın. |
وَكَانَ
اللهُ بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصِيرًا |
|
Allah Hendek
savaşı sırasında yaptıklarınızı hep
görüyordu. |
إِذْ
جَاؤُكُمْ
مِنْ
فَوْقِكُمْ
وَمِنْ
أَسْفَلَ
مِنْكُمْ |
10. |
O gün düşmanlar,
hem yukarıdan hem aşağıdan saldırıya
geçmişlerdi. |
وَإِذْ
زَاغَتِ اْلأَبْصَارُ
وَبَلَغَتِ
الْقُلُوبُ
الْحَنَاجِرَ |
|
Gözlerin
yuvasından fırladığı, yüreklerin ağızlara
geldiği böyle bir günde, |
وَتَظُنُّونَ
بِاللهِ
الظُّنُوناَ |
|
Allah hakkında
aklınıza kötü kötü şeyler geliyordu. |
هُنَالِكَ
ابْتُلِيَ
الْمُؤْمِنُونَ
وَزُلْزِلُوا
زِلْزَالاً
شَدِيدًا |
11. |
O gün müminler,
böylesi büyük bir ruhsal çöküntü içerisinde sınav veriyorlardı. |
وَإِذْ
يَقُولُ
الْمُنَافِقُونَ
وَالَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ |
12. |
Münafıklar ve
kalplerinde sakatlık bulunanlar: |
مَا
وَعَدَنَا اللهُ
وَرَسُولُهُ
إِلاَّ
غُرُورًا |
|
" Allah ve
resulü, resmen bizi kandırdı " diyorlardı. |
وَإِذْ
قَالَتْ
طَائِفَةٌ
مِنْهُمْ
يَاأَهْلَ
يَثْرِبَ لاَ
مُقَامَ
لَكُمْ |
13. |
Bir kısmı:
" Medineliler! burası size göre değil, |
فَارْجِعُوا |
|
Hemen geri dönün " diyorlar, |
وَيَسْتَأْذِنُ
فَرِيقٌ
مِنْهُمُ
النَّبِيَّ
يَقُولُونَ
إِنَّ
بُيُوتَنَا
عَوْرَةٌ |
|
bir kısmı
da peygamberden: " Evlerimiz açık kaldı " diye
izin istiyorlardı. |
وَمَا
هِيَ
بِعَوْرَةٍ
إِنْ
يُرِيدُونَ
إِلاَّ
فِرَارًا |
|
Aslında
açık falan değildi. Niyetleri kaçmaktı. |
وَلَوْ
دُخِلَتْ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
أَقْطَارِهَا
ثُمَّ
سُئِلُوا
الْفِتْنَةَ
|
14. |
Hatta şehir her
yandan işgal edilse de kendilerinden fitne çıkarmaları
istenseydi. |
َلآتَوْهَا
وَمَا
تَلَبَّثُوا
بِهَا إِلاَّ
يَسِيرًا |
|
Hiç tereddüt etmeden
bu pisliği yapabilirlerdi. |
وَلَقَدْ
كَانُوا
عَاهَدُوا
اللهَ مِنْ
قَبْلُ لاَ
يُوَلُّونَ
اْلأَدْبَارَ
|
15. |
Halbuki daha önce kaçmayacaklarına
dair Allah'a söz vermişlerdi. |
وَكَانَ
عَهْدُ اللهِ
مَسْئُولاً |
|
Allah'a verilen
sözler de sorgulanacaktı
|
سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
21.c. |
Ahzâb: 33/ 16.- 22.
Ayetler |
قُلْ
لَنْ
يَنْفَعَكُمُ
الْفِرَارُ
إِنْ
فَرَرْتُمْ
مِنَ
الْمَوْتِ |
16. |
Resulüm! de ki:
" Kaçmanın size bir yararı olmayacak, çünkü ölümden |
أَوِ
الْقَتْلِ
وَإِذًا لاَ
تُمَتَّعُونَ
إِلاَّ
قَلِيلاً |
|
ya da öldürülmekten
kurtulsanız bile, geri kalan hayatınızın tadı tuzu
kalmayacak. |
قُلْ
مَنْ ذَا
الَّذِي
يَعْصِمُكُمْ
مِنَ اللهِ
إِنْ
أَرَادَ
بِكُمْ
سُوءًا أَوْ
أَرَادَ بِكُمْ
رَحْمَةً |
17. |
Söyler misiniz
eğer Allah, size bir kötülük ya da iyilik edecek olursa, acaba kim onun
elini sizin üstünüzden çekebilir? " |
وَلاَ
يَجِدُونَ
لَهُمْ مِنْ
دُونِ اللهِ
وَلِيًّا
وَلاَ
نَصِيرًا |
|
Zaten Allah'tan
başka, kendilerine kol kanat olacak birini bulamazlar. |
قَدْ
يَعْلَمُ
اللهُ
الْمُعَوِّقِينَ
مِنْكُمْ
وَالْقَائِلِينَ
ِلإِخْوَانِهِمْ |
18. |
Allah içinizdeki
tembelleri de biliyordu, kardeşlerine: |
هَلُمَّ
إِلَيْنَا
وَلاَ
يَأْتُونَ
الْبَأْسَ
إِلاَّ
قَلِيلاً |
|
" hadi bize
katılın. Bunların çoğu sıkıntıya
gelemez " diyen caydırıcıları da. |
أَشِحَّةً
عَلَيْكُمْ
فَإِذَا
جَاءَ الْخَوْفُ |
19. |
Size karşı
oldukça cimri oldukları halde, ölüm korkusu ortalığı
sarınca, |
رَأَيْتَهُمْ
يَنْظُرُونَ
إِلَيْكَ
تَدُورُ
أَعْيُنُهُمْ |
|
gözleri
fırıl fırıl sana yalvarırlar. |
كَالَّذِي
يُغْشَى
عَلَيْهِ
مِنَ
الْمَوْتِ |
|
sanki korkudan ölecek
gibidirler. |
فَإِذَا
ذَهَبَ
الْخَوْفُ |
|
Korkuları
geçince de |
سَلَقُوكُمْ
بِأَلْسِنَةٍ
حِدَادٍ
أَشِحَّةً
عَلَى
الْخَيْرِ |
|
sanki iyiliğini
istiyorlarmış gibi sizi çok sert eleştirirler. |
أُولاَئِكَ
لَمْ
يُؤْمِنُوا |
|
Bunlar, hiç
inanmadılar. |
فَأَحْبَطَ
اللهُ
أَعْمَالَهُمْ
وَكَانَ
ذَلِكَ
عَلَى اللهِ
يَسِيرًا |
|
Bu yüzden Allah,
amellerini geçersiz kılmıştır. Bu ise, Allah'a göre basit
bir iştir
|
يَحْسَبُونَ
اْلأَحْزَابَ
لَمْ
يَذْهَبُوا |
20. |
Münafıklar, düşman birliklerinin
gitmediklerini sanıyorlardı. |
وَإِنْ
يَأْتِ اْلأَحْزَابُ
|
|
Eğer düşman
birlikleri geri dönecek olursa, |
يَوَدُّوا
لَوْ
أَنَّهُمْ
بَادُونَ
فِي اْلأَعْرَابِ
|
|
Kendileri de bedevî
Araplar arasına karışıp |
يَسْأَلُونَ
عَنْ
أَنْبَائِكُمْ |
|
Sizin durumunuzu
uzaktan izlemeyi düşünüyorlardı. |
وَلَوْ
كَانُوا
فِيكُمْ مَا
قَاتَلُوا
إِلاَّ
قَلِيلاً |
|
Zaten aranızda
kalsalardı, sizin yanınızda göstermelik
savaşırlardı
|
لَقَدْ
كَانَ
لَكُمْ فِي
رَسُولِ
اللهِ
أُسْوَةٌ
حَسَنَةٌ |
21. |
Allah resulü, sizin için güzel
bir örnektir. |
لِمَنْ
كَانَ
يَرْجُو
اللهَ
وَالْيَوْمَ
اْلآخِرَ
وَذَكَرَ
اللهَ
كَثِيرًا |
|
Hele de Allahı,
ahreti düşünüp, Allah adını dilinden düşürmeyenler için, |
وَلَمَّا
رَأَى
الْمُؤْمِنُونَ
اْلأَحْزَابَ
قَالُوا |
22. |
hele hele düşman
birliklerini görünce sevinip: |
هَذَا
مَا
وَعَدَنَا
اللهُ
وَرَسُولُهُ
وَصَدَقَ اللهُ
وَرَسُولُهُ |
|
" Nihayet!
Allah ve resulün bize vadettikleri! Allah ve resulü tabiki doğru
söylemişlerdi " |
وَمَا
زَادَهُمْ
إِلاَّ
إِيمَانًا
وَتَسْلِيمًا |
|
Diyerek imanları
tazelenen müminler için
|
سورة
الأحزاب: مدنية 73 آية |
21.c. |
Ahzâb: 33 / 23 - 30. Ayetler |
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
رِجَالٌ
صَدَقُوا
مَا عَاهَدُوا
اللهَ
عَلَيْهِ |
23. |
Nitekim müminler arasında, Allah'a
vermeye yemin ettiği can borcunu |
فَمِنْهُمْ
مَنْ قَضَى
نَحْبَهُ
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَنْتَظِرُ |
|
ödeyenler de
vardı, ayrıca geride daha can vermeye can atanlar da var, |
وَمَا
بَدَّلُوا
تَبْدِيلاً |
|
hem de verdiği
sözden asla sapmadan. |
لِيَجْزِيَ
اللهُ
الصَّادِقِينَ
بِصِدْقِهِمْ
|
24. |
Allah bütün
bunları, doğruları doğruluklarıyla ödüllendirmek
için yaptı, |
وَيُعَذِّبَ
الْمُنَافِقِينَ
إِنْ شَاءَ أَوْ
يَتُوبَ
عَلَيْهِمْ |
|
Artık
münafıkları da, ya cezalandıracak ya da affedecektir. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
Çünkü Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir
|
وَرَدَّ
اللهُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
بِغَيْظِهِمْ
لَمْ يَنَالُوا
خَيْرًا |
25. |
Hendek'te Allah, inkarcıları,
hiçbir başarı elde edemeden kinleriyle birlikte yüz geri ederken, |
وَكَفَى
اللهُ
الْمُؤْمِنِينَ
الْقِتَالَ |
|
müminlere dayanma
gücü verdi. |
وَكَانَ
اللهُ
قَوِيًّا
عَزِيزًا |
|
Çünkü, görkemli güce
sahip olan Allah idi. |
وَأَنْزَلَ
الَّذِينَ
ظَاهَرُوهُمْ
مِنْ أَهْلِ
الْكِتَابِ |
26. |
İnkarcılara
destek veren ehlikitabı ise, |
مِنْ
صَيَاصِيهِمْ
وَقَذَفَ
فِي
قُلُوبِهِمُ
الرُّعْبَ |
|
kalelerinden indirip
ödlerini koparan da o idi. |
فَرِيقًا
تَقْتُلُونَ
وَتَأْسِرُونَ
فَرِيقًا |
|
Hatta siz, bu ihanetçilerden
bir kısmını öldürüp bir kısmını esir
almıştınız. |
وَأَوْرَثَكُمْ
أَرْضَهُمْ
وَدِيَارَهُمْ
وَأَمْوَالَهُمْ
|
27. |
Sonunda Allah,
onların topraklarını, yurtlarını,
mallarını |
وَأَرْضًا
لَمْ
تَطَئُوهَا |
|
hatta hiç ayak
basmadığınız topraklarını bile size
bırakmıştı. |
وَكَانَ
اللهُ عَلَى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرًا |
|
Çünkü her şeye
kadir olan Allah idi
|
يَاأَيُّهَا
النَّبِيُّ
قُلْ ِلأَزْوَاجِكَ
|
28. |
Sevgili resulüm! Hanımlarına söyle: |
إِنْ
كُنْتُنَّ
تُرِدْنَ
الْحَيَاةَ
الدُّنْيَا
وَزِينَتَهَا
|
|
" Eğer
bu dünya hayatını ve ziynetini istiyorsanız, |
فَتَعَالَيْنَ
أُمَتِّعْكُنَّ
وَأُسَرِّحْكُنَّ
سَرَاحًا
جَمِيلاً |
|
gelin
istediklerinizi verip sizi güzellikle serbest bırakayım. " |
وَإِنْ
كُنْتُنَّ
تُرِدْنَ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
وَالدَّارَ
اْلآخِرَةَ |
29. |
Eğer, Allahı,
resulünü ve ahret hayatını istiyorsanız, |
فَإِنَّ
اللهَ
أَعَدَّ
لِلْمُحْسِنَاتِ
مِنْكُنَّ
أَجْرًا
عَظِيمًا |
|
herhalde Allah,
güzel geçimli bayanlar için güzel şeyler
hazırlamıştır. " |
يَانِسَاءَ
النَّبِيِّ
مَنْ يَأْتِ
مِنْكُنَّ
بِفَاحِشَةٍ
مُبَيِّنَةٍ
|
30. |
Peygamber
hanımları!
Eğer sizden biriniz ispatlı kanıtlı bir
ahlâksızlık yaparsa, |
يُضَاعَفْ
لَهَا
الْعَذَابُ
ضِعْفَيْنِ |
|
cezası ikiye
katlanır. |
وَكَانَ
ذَلِكَ
عَلَى اللهِ
يَسِيرًا |
|
Allah'a göre bu, çok
kolaydır. |