سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
22.c. |
Ahzâb: 33 / 31 - 35. ayetler |
وَمَنْ
يَقْنُتْ
مِنْكُنَّ ِللهِ
وَرَسُولِهِ
وَتَعْمَلْ
صَالِحًا نُؤْتِهَا
أَجْرَهَا
مَرَّتَيْنِ
|
31. |
Allah ve Resulüne
itaat edip olumlu davranış sergileyen Peygamber hanımına
ise ecrini iki kat vereceğiz. |
وَأَعْتَدْنَا
لَهَا
رِزْقًا
كَرِيمًا |
|
Ayrıca kendisine
nefis şeyler de hazırladık. |
يَا نِسَاءَ
النَّبِيِّ
لَسْتُنَّ
كَأَحَدٍ مِنَ
النِّسَاءِ |
32. |
Peygamber
hanımları!
Sizler, sıradan kadınlar değilsiniz. |
إِنِ
اتَّقَيْتُنَّ
فَلاَ
تَخْضَعْنَ
بِالْقَوْلِ |
|
Kendinizi korumak
istiyorsanız erkeklerle konuşurken yılışıp
kırıtmayın. |
فَيَطْمَعَ
الَّذِي فِي
قَلْبِهِ
مَرَضٌ وَقُلْنَ
قَوْلاً
مَعْرُوفًا |
|
Yoksa kalbenrahatsız bir erkek
ümitlenebilir. Ses tonunuz doğal olsun. |
وَقَرْنَ
فِي
بُيُوتِكُنَّ
|
33. |
Evinizde dahi
ağırbaşlı olun. |
وَلاَ
تَبَرَّجْنَ
تَبَرُّجَ
الْجَاهِلِيَّةِ
اْلأُولَى |
|
Cahiliye dönemindeki
gibi açılıp saçılmayın. |
وَأَقِمْنَ
الصَّلاَةَ
وَآتِينَ
الزَّكاَةَ
وَأَطِعْنَ
اللهَ
وَرَسُولَهُ |
|
Namaza devam edin.
zekat / aklama verginizi verin.
Allah'a ve resulüne karşı saygılı olun. |
إِنَّمَا
يُرِيدُ
اللهُ
لِيُذْهِبَ
عَنْكُمُ
الرِّجْسَ
أَهْلَ
الْبَيْتِ
وَيُطَهِّرَكُمْ
تَطْهِيرًا |
|
Peygamber
hanımları!
Allah üzerinizdeki dedikodu pisliğini gidermek ve sizi tertemiz
yapıp aklamak istiyor. |
وَاذْكُرْنَ
مَا يُتْلَى
فِي
بُيُوتِكُنَّ
مِنْ آيَاتِ
اللهِ
وَالْحِكْمَةِ
|
34. |
Evinizde okunan Allah
kelâmını ve onun tüm kainatı dizginleyecek olan muhteşem
gücünü düşünün. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
لَطِيفًا
خَبِيرًا |
|
Çünkü Allah, olup
bitenlere karşı son derece duyarlı ve her şeyden de
haberlidir
|
إِنَّ
الْمُسْلِمِينَ
وَالْمُسْلِمَاتِ
وَالْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
|
35. |
İslâma gönül veren baylar bayanlar!
İnanan baylar ve bayanlar! |
وَالْقَانِتِينَ
وَالْقَانِتَاتِ |
|
Huzur
sevdalısı baylar ve bayanlar! |
وَالصَّادِقِينَ
وَالصَّادِقَاتِ |
|
Özü sözü bir baylar
ve bayanlar! |
وَالصَّابِرِينَ
وَالصَّابِرَاتِ |
|
Sabırlı
baylar ve bayanlar! |
وَالْخَاشِعِينَ
وَالْخَاشِعَاتِ |
|
Saygılı
baylar ve bayanlar! |
وَالْمُتَصَدِّقِينَ
وَالْمُتَصَدِّقَاتِ |
|
Yardım sever
baylar ve bayanlar! |
وَالصَّائِمِينَ
وَالصَّائِمَاتِ |
|
Nefsine hakim baylar
ve bayanlar! |
وَالْحَافِظِينَ
فُرُوجَهُمْ
وَالْحَافِظَاتِ |
|
İffetine sahip
olan baylar ve bayanlar! |
وَالذَّاكِرِينَ
اللهَ
كَثِيرًا
وَالذَّاكِرَاتِ |
|
Allah adını
dilinden düşürmeyen baylar ve bayanlar! |
أَعَدَّ
اللهُ
لَهُمْ
مَغْفِرَةً
وَأَجْرًا
عَظِيمًا |
|
Allah, bunlar için
özel bir af yanı sıra, muhteşem de bir ödül
hazırladı. |
سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
22.c. |
Ahzâb: 33 / 36 - 43. ayetler |
وَمَا
كَانَ
لِمُؤْمِنٍ
وَلاَ
مُؤْمِنَةٍ إِذَا
قَضَى اللهُ
وَرَسُولُهُ
أَمْرًا
أَنْ
يَكُونَ
لَهُمُ الْخِيَرَةُ
مِنْ
أَمْرِهِمْ |
36. |
Allah ve resulü tarafından verilen
bir emri, Müslümanların kafasına göre uygulama seçenekleri yoktur. |
وَمَنْ
يَعْصِ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
فَقَدْ ضَلَّ
ضَلاَلاً
مُبِينًا |
|
Allah ve resulüne karşı
gelen, dışlanır. |
وَإِذْ
تَقُولُ
لِلَّذِي
أَنْعَمَ
اللهُ عَلَيْهِ
وَأَنْعَمْتَ
عَلَيْهِ
أَمْسِكْ عَلَيْكَ
زَوْجَكَ
وَاتَّقِ
اللهَ |
37. |
Resulüm sen,
Allah'ın değer verdiği, senin de değer verdiğin bir
şahsa: " Eşine hakim ol. Allah'tan kork " diyordun. |
وَتُخْفِي
فِي
نَفْسِكَ
مَا اللهُ
مُبْدِيهِ
وَتَخْشَى
النَّاسَ |
|
Bir yandan da,
Allah'ın açıklayacağı bir şeyi içinde tutuyor,
dedikodudan çekiniyordun. |
وَاللهُ
أَحَقُّ
أَنْ
تَخْشَاهُ |
|
Halbuki asıl
çekinilmesi gereken Allah'tı. |
فَلَمَّا
قَضَى
زَيْدٌ مِنْهَا
وَطَرًا
زَوَّجْنَاكَهَا
|
|
Zeyd, [1] şiddetli
geçimsizlikle eşini boşayınca, seni onunla nikahladık. |
لِكَيْ
لاَ يَكُونَ
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ
أَدْعِيَائِهِمْ
إِذَا
قَضَوْا
مِنْهُنَّ
وَطَرًا |
|
Bundan böyle,
evlatlıkların boşadığı kadınlar ile
evlenme konusu, Müslümanlar için bir sıkıntı olmaktan
çıksın istedik. |
وَكَانَ
أَمْرُ
اللهِ
مَفْعُولاً |
|
Artık
Allah'ın emri uygulanacaktır. |
مَا
كَانَ عَلَى
النَّبِيِّ
مِنْ حَرَجٍ
فِيمَا
فَرَضَ
اللهُ لَهُ |
38. |
Resul, Allah'ın
yapmasını emrettiği bir şeyi, yapmış olmaktan
dolayı suçlanamaz. |
سُنَّةَ
اللهِ فِي
الَّذِينَ
خَلَوْا
مِنْ قَبْلُ |
|
Bu, Allah'ın hiç
değişmeyen bir kanunudur. |
وَكَانَ
أَمْرُ
اللهِ
قَدَرًا
مَقْدُورًا |
|
Allah'ın
fermanı ezelde böyle yazılmıştır. |
اَلَّذِينَ
يُبَلِّغُونَ
رِسَالاَتِ
اللهِ
وَيَخْشَوْنَهُ
|
39. |
Tanrı elçileri,
Tanrının buyruklarını tebliğ ederler ve sadece ondan
korkarlar, |
وَلاَ
يَخْشَوْنَ
أَحَدًا
إِلاَّ
اللهَ |
|
Allah'tan başka
kimseden korkmazlar. |
وَكَفَى
بِاللهِ
حَسِيبًا |
|
Sorgulamada ise Allah
tek başına yeterlidir. |
مَا
كَانَ
مُحَمَّدٌ
أَبَا
أَحَدٍ مِنْ
رِجَالِكُمْ
|
40. |
Muhammed, sizden kimsenin babası
değildir, |
وَلَكِنْ
رَسُولَ
اللهِ
وَخَاتَمَ
النَّبِيِّينَ |
|
O bir Tanrı
elçisi, elçilerin de sonuncusudur. |
وَكَانَ
اللهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمًا |
|
Her şeyin en bileni
Allah'tır
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اذْكُرُوا
اللهَ
ذِكْرًا
كَثِيرًا |
41. |
İnananlar! Allah adı her daim
dilinizde olsun. |
وَسَبِّحُوهُ
بُكْرَةً
وَأَصِيلاً |
42. |
Sabah akşam onun
yüceliğini düşünün. |
هُوَ
الَّذِي
يُصَلِّي
عَلَيْكُمْ
وَمَلاَئِكَتُهُ
|
43. |
Melekleri
vasıtasıyla durmadan size destek olan Allah, |
لِيُخْرِجَكُمْ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
إِلَى
النُّورِ |
|
sizi karanlıktan
aydınlığa çıkarmak istiyor. |
وَكَانَ
بِالْمُؤْمِنِينَ
رَحِيمًا |
|
Çünkü, müminleri çok
seviyor. |
سورة
الأحزاب: مدنية 73 آية |
22.c. |
Ahzâb: 33 / 44 - 50. ayetler |
تَحِيَّتُهُمْ
يَوْمَ
يَلْقَوْنَهُ
سَلاَمٌ
وَأَعَدَّ
لَهُمْ
أَجْرًا
كَرِيمًا |
44. |
Müminler, ona
kavuşurken selâm derler. Artık Allah, kendilerine neler
hazırladı kim bilir. |
يَاأَيُّهَا
النَّبِيُّ
إِنَّا
أَرْسَلْنَاكَ
شَاهِدًا
وَمُبَشِّرًا
وَنَذِيرًا |
45. |
Sevgili resulüm! Biz
seni, tanık, müjdeci ve uyarıcı olarak görevlendirdik. |
وَدَاعِيًا
إِلَى اللهِ
بِإِذْنِهِ
وَسِرَاجًا
مُنِيرًا |
46. |
Allahtan
aldığın bu yetki ile insanları Allaha çağıran
ışıl ışıl bir kandilsin. |
وَبَشِّرِ
الْمُؤْمِنِينَ
بِأَنَّ
لَهُمْ مِنَ
اللهِ فَضْلاً
كَبِيرًا |
47. |
Artık müminleri,
Allah'ın kendilerine büyük değer verdiğini söyleyerek
kutlayabilirsin. |
وَلاَ
تُطِعِ
الْكَافِرِينَ
وَالْمُنَافِقِينَ
وَدَعْ
أَذَاهُمْ |
48. |
İnkarcı ve
münafıklara iltifat etme. Ezalarını önemseme! |
وَتَوَكَّلْ
عَلَى اللهِ
وَكَفَى
بِاللهِ وَكِيلاً |
|
Allah'a güven. Dost
olarak Allah yeter
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِذَا نَكَحْتُمُ
الْمُؤْمِنَاتِ
|
49. |
Sevgili müminler! Mümin bayanlarla nikahlanır
da, |
ثُمَّ
طَلَّقْتُمُوهُنَّ
مِنْ قَبْلِ
أَنْ
تَمَسُّوهُنَّ |
|
kendilerini, zifaf
olmadan boşarsanız, |
فَمَا
لَكُمْ
عَلَيْهِنَّ
مِنْ
عِدَّةٍ تَعْتَدُّونَهَا |
|
üç temizlik dönemini
beklemeye gerek yoktur. |
فَمَتِّعُوهُنَّ
وَسَرِّحُوهُنَّ
سَرَاحًا
جَمِيلاً |
|
Kendilerini,
mehirlerini iade edip gönülleyerek serbest bırakabilirsiniz
|
يَاأَيُّهَا
النَّبِيُّ
إِنَّا
أَحْلَلْنَا
لَكَ |
50. |
Sevgili resulüm! Bizim sana helâl ettiğimiz
hanımlar: |
أَزْوَاجَكَ
اللاَّتِي
آتَيْتَ
أُجُورَهُنَّ |
|
Mehirlerini
verdiğin hanımlar, |
وَمَا
مَلَكَتْ
يَمِينُكَ
مِمَّا
أَفَاءَ
اللهُ
عَلَيْكَ |
|
Savaş esiri
olarak sahip olduğun cariyeler, |
وَبَنَاتِ
عَمِّكَ
وَبَنَاتِ
عَمَّاتِكَ |
|
Amca ve halanın
kızları |
وَبَنَاتِ
خَالِكَ
وَبَنَاتِ
خَالاَتِكَ
اللاَّتِي
هَاجَرْنَ
مَعَكَ |
|
Seninle birlikte
hicret eden dayı ve teyzenin kızları |
وَامْرَأَةً
مُؤْمِنَةً
إِنْ
وَهَبَتْ نَفْسَهَا
لِلنَّبِيِّ
إِنْ
أَرَادَ
النَّبِيُّ
أَنْ
يَسْتَنْكِحَهَا |
|
Peygamber kabul
ettiği takdirde, kendisini peygambere mehirsiz olarak teslime hazır
olan mümin bayan, |
خَالِصَةً
لَكَ مِنْ
دُونِ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
- bu sadece sana özel
bir durumdur. Tüm Müslümanları bağlamaz.- |
قَدْ
عَلِمْنَا
مَا
فَرَضْنَا
عَلَيْهِمْ فِي
أَزْوَاجِهِمْ
وَمَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُهُمْ
|
|
Diğer müminlere,
hanımları ve cariyeleriyle ilgili olarak neler şart
koştuğumuzu biz elbet biliyoruz. |
لِكَيْلاَ
يَكُونَ
عَلَيْكَ
حَرَجٌ |
|
Bu gibi istisnalar,
seni yasal olarak zor durumda bırakmamak içindir. |
وَكَانَ
اللهُ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi deryasıdır
|
سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
22.c. |
Ahzâb: 33 / 51 - 54. ayetler |
تُرْجِي
مَنْ
تَشَاءُ
مِنْهُنَّ
وَتُؤْوِي إِلَيْكَ
مَنْ
تَشَاءُ |
51. |
Eşlerinden dilediğini erteler,
dilediğini evine alabilirsin. |
وَمَنِ
ابْتَغَيْتَ
مِمَّنْ
عَزَلْتَ
فَلاَ
جُنَاحَ
عَلَيْكَ |
|
Bir süre
yalnızlığa terk ettiğin hanımları arzulaman da
doğaldır. |
ذَلِكَ
أَدْنَى
أَنْ
تَقَرَّ
أَعْيُنُهُنَّ
وَلاَ
يَحْزَنَّ |
|
Hatta bu, gözlerinin
gülmesi için, mahzun olmamaları için, |
وَيَرْضَوْنَ
بِمَا
آتَيْتَهُنَّ
كُلُّهُنَّ |
|
verdiklerinle mutlu
olmaları için uygun bir davranış olur. |
وَاللهُ
يَعْلَمُ
مَا فِي
قُلُوبِكُمْ
وَكَانَ
اللهُ
عَلِيمًا
حَلِيمًا |
|
Aklınızdan
geçeni bilen Allah, kılı kırk yaran bir bilgiye sahiptir
|
لاَ
يَحِلُّ
لَكَ
النِّسَاءُ
مِنْ بَعْدُ |
52. |
Resulüm! Artık bunlara ilave
herhangi bir kadınla evlenmen sana helâl değildir. |
وَلاَ
أَنْ
تَبَدَّلَ
بِهِنَّ
مِنْ
أَزْوَاجٍ |
|
Hattâ mevcut
zevcelerinden birini boşayıp yerine
başka bir hanım da alamazsın |
وَلَوْ
أَعْجَبَكَ
حُسْنُهُنَّ |
|
-güzelliği
hoşuna gitse bile-. |
إِلاَّ
مَا
مَلَكَتْ
يَمِينُكَ |
|
Cariyelerin hariç
tabiki. |
وَكَانَ
اللهُ عَلَى
كُلِّ شَيْءٍ
رَقِيبًا |
|
Allah, her şeyi
görüp izlemektedir
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تَدْخُلُوا
بُيُوتَ
النَّبِيِّ |
53. |
Sevgili müminler! Peygamberin evlerine
gelişigüzel giremezsiniz. |
إِلاَّ
أَنْ
يُؤْذَنَ
لَكُمْ
إِلَى
طَعَامٍ
غَيْرَ
نَاظِرِينَ
إِنَاهُ |
|
Yemek için girmenize
izin verilirse gözünüz onun tabağında olmasın. |
وَلَكِنْ
إِذَا
دُعِيتُمْ
فَادْخُلُوا
فَإِذَا
طَعِمْتُمْ
فَانْتَشِرُوا |
|
Davet edilince girin
ama, yer yemez dağılın. |
وَلاَ
مُسْتَأْنِسِينَ
لِحَدِيثٍ
إِنَّ
ذَلِكُمْ
كَانَ
يُؤْذِي
النَّبِيَّ |
|
Sohbeti
uzatmayın. Çünkü bunlar resule eziyet oluyor. |
فَيَسْتَحْيِ
مِنْكُمْ
وَاللهُ لاَ
يَسْتَحْيِ
مِنَ
الْحَقِّ |
|
O da sizden
utanıyor. Allah ise doğruyu söylemekten çekinmez. |
وَإِذَا
سَأَلْتُمُوهُنَّ
مَتَاعًا
فَاسْأَلُوهُنَّ
مِنْ
وَرَاءِ
حِجَابٍ |
|
Peygamber
hanımlarından bir şey isteyecek olursanız, onlara
dışardan seslenin. |
ذَلِكُمْ
أَطْهَرُ
لِقُلُوبِكُمْ
وَقُلُوبِهِنَّ |
|
Bu, hem sizin hem
onlar için, nezih bir davranış olur. |
وَمَا
كَانَ
لَكُمْ أَنْ
تُؤْذُوا
رَسُولَ اللهِ
|
|
Allah resulüne eza
vermek size yakışmaz. |
وَلاَ
أَنْ
تَنْكِحُوا
أَزْوَاجَهُ
مِنْ بَعْدِهِ
أَبَدًا |
|
Ölümünden sonra onun
eşleriyle evlenmek de size yakışmaz. |
إِنَّ
ذَلِكُمْ
كَانَ
عِنْدَ
اللهِ
عَظِيمًا |
|
Allah bunu büyük bir
sorumluluk saymaktadır. |
إِنْ
تُبْدُوا
شَيْئًا
أَوْ تُخْفُوهُ
|
54. |
Siz niyetinizi belli
etseniz de etmeseniz de, |
فَإِنَّ
اللهَ كَانَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمًا |
|
Allah, zaten her
şeyi bilip duruyor. |
سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
22.c. |
Ahzâb: 33 / 55 - 62. Ayetler |
لاَ
جُنَاحَ
عَلَيْهِنَّ
|
55. |
Peygamber hanımlarının
doğrudan kabul edebileceği kişiler: |
فِي
آبَائِهِنَّ
وَلاَ
أَبْنَائِهِنَّ
وَلاَ
إِخْوَانِهِنَّ |
|
öz babaları,
kendi çocukları, kardeşleri, |
وَلاَ
أَبْنَاءِ
إِخْوَانِهِنَّ
وَلاَ
أَبْنَاءِ
أَخَوَاتِهِنَّ |
|
erkek ve kız
kardeş çocukları / yeğenleri |
وَلاَ نِسَائِهِنَّ
وَلاَ مَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُهُنَّ |
|
hizmetli
kadınları ve cariyeleridir. |
وَاتَّقِينَ
اللهَ |
|
Peygamber
hanımları!
kendinizi Allah'a karşı sağlama alın. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ شَهِيدًا |
|
Çünkü Allah, her
şeyi görüp izlemektedir
|
إِنَّ
اللهَ وَمَلاَئِكَتَهُ
يُصَلُّونَ
عَلَى
النَّبِيِّ |
56. |
Allah ve melekleri resule hep destek
olurlar. |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
صَلُّوا عَلَيْهِ
وَسَلِّمُوا
تَسْلِيمًا |
|
Sevgili müminler! Siz
de salatu selâm ile/dua ve esenlik dileyerek resule güven tazeleyin |
إِنَّ
الَّذِينَ
يُؤْذُونَ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
|
57. |
Allah ve resulüne eza
cefa edenleri, |
لَعَنَهُمُ
اللهُ فِي
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ
|
|
Allah, dünya-ahret
lanetlemiş, |
وَأَعَدَّ
لَهُمْ
عَذَابًا
مُهِينًا |
|
Onlar için
aşağılayıcı cezalar hazırlamıştır. |
وَالَّذِينَ
يُؤْذُونَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
بِغَيْرِ
مَا
اكْتَسَبُوا
|
58. |
Bay-bayan müminlere
hak etmedikleri halde eza cefa edenler, |
فَقَدِ
احْتَمَلُوا
بُهْتَانًا
وَإِثْمًا
مُبِينًا |
|
iftira yanı
sıra ağır bir vebal yüklenmişlerdir
|
يَاأَيُّهَا
النَّبِيُّ
قُلْ ِلأَزْوَاجِكَ
وَبَنَاتِكَ
وَنِسَاءِ
الْمُؤْمِنِينَ |
59. |
Sevgili resulüm! Hanımlarına,
kızlarına ve Müslüman hanımlara söyle de: |
يُدْنِينَ
عَلَيْهِنَّ
مِنْ
جَلاَبِيبِهِنَّ |
|
dışarı
çıkarken, üstlüklerini giysinler. |
ذَلِكَ
أَدْنَى أَنْ
يُعْرَفْنَ
فَلاَ
يُؤْذَيْنَ |
|
Bu, onların
tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygun olur. |
وَكَانَ
اللهُ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir. |
لَئِنْ
لَمْ
يَنْتَهِ
الْمُنَافِقُونَ
وَالَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ
وَالْمُرْجِفُونَ
فِي
الْمَدِينَةِ
|
60. |
İki yüzlüler,
kalplerinde sakatlık bulunanlar ve şehirde dedikodu üretenler,
eğer bu yaptıklarına bir son vermezler ise, |
لَنُغْرِيَنَّكَ
بِهِمْ
ثُمَّ لاَ
يُجَاوِرُونَكَ
فِيهَا إِلاَّ
قَلِيلاً |
|
seni onların
üzerine öyle bir salarız ki, bir daha senin yanına bile
yaklaşamazlar. |
مَلْعُونِينَ
أَيْنَمَا
ثُقِفُوا
أُخِذُوا
وَقُتِّلُوا
تَقْتِيلاً |
61. |
Huzura
alınmazlar, bulundukları yerde yakalanıp işleri bitirilir
|
سُنَّةَ
اللهِ فِي
الَّذِينَ
خَلَوْا
مِنْ قَبْلُ |
62. |
Resulüm bu, Allah'ın
öteden beri uygulaya geldiği tarihî tekerrür yasasıdır. |
وَلَنْ
تَجِدَ
لِسُنَّةِ
اللهِ
تَبْدِيلاً |
|
Allah'ın tarihî
tekerrür yasasında bir değişiklik göremezsin
|
سورة
الأحزاب: مدنية 73
آية |
22.c. |
Ahzâb: 33 / 63 - 73. ayetler |
يَسْأَلُكَ
النَّاسُ عَنِ
السَّاعَةِ |
63. |
Resulüm! İnsanlar sana kıyameti
soruyorlar. |
قُلْ
إِنَّمَا
عِلْمُهَا
عِنْدَ
اللهِ |
|
De ki: " Onun
vakti saatini sadece Allah bilir. " |
وَمَا
يُدْرِيكَ
لَعَلَّ
السَّاعَةَ
تَكُونُ
قَرِيبًا |
|
Kim bilir belki de
kıyamet yakınlardadır
|
إِنَّ
اللهَ
لَعَنَ
الْكَافِرِينَ
وَأَعَدَّ لَهُمْ
سَعِيرًا |
64. |
Allah,
inkarcıları lanetlemiş, ayrıca onlar için
çıldıran alevler hazırlamıştır. |
خَالِدِينَ
فِيهَا
أَبَدًا لاَ
يَجِدُونَ وَلِيًّا
وَلاَ
نَصِيرًا |
65. |
Hem de sonsuza kadar
kalmak üzere, orada ne yâr ne yardımcı da bulamazlar. |
يَوْمَ
تُقَلَّبُ
وُجُوهُهُمْ
فِي النَّارِ
|
66. |
Yüzleri alevlere
doğru tutuldukça: |
يَقُولُونَ
يَالَيْتَنَا
أَطَعْنَا
اللهَ
وَأَطَعْنَا
الرَّسُولاَ |
|
" Aah ah!
keşke Allah ve resulüne itaat etse idik " diye feryat
edecekler. Hatta: |
وَقَالُوا
رَبَّنَا
إِنَّا
أَطَعْنَا
سَادَتَنَا
وَكُبَرَاءَنَا
|
67. |
" Ya Rab! diyecekler.
Bizler, bu baylara ve beylere uyduk: |
فَأَضَلُّونَا
السَّبِيلاَ |
|
Onlar da bizi
baştan çıkardılar " |
رَبَّنَا
آتِهِمْ
ضِعْفَيْنِ
مِنَ
الْعَذَابِ
وَالْعَنْهُمْ
لَعْنًا
كَبِيرًا |
68. |
" Ya Rab!
n'olur cezalarını ikiye katla, öyle haykır ki yüzlerine, yerin
dibine geçsinler
" |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تَكُونُوا
كَالَّذِينَ
آذَوْا
مُوسَى |
69. |
Sevgili müminler!! Musaya çektirenler gibi
olmayın. |
فَبَرَّأَهُ
اللهُ
مِمَّا
قَالُوا
وَكَانَ
عِنْدَ
اللهِ وَجِيهًا |
|
Allah onu,
halkın dedikodularından aklamış, sonunda Allah'ın
gözdesi olmuştu. |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا اللهَ
|
70. |
Sevgili müminler! Siz
de Allah'a karşı kendinizi sağlama alın ve |
وَقُولُوا
قَوْلاً
سَدِيدًا |
|
doğruyu söyleyin
ki, |
يُصْلِحْ
لَكُمْ
أَعْمَالَكُمْ
وَيَغْفِرْ
لَكُمْ
ذُنُوبَكُمْ
|
71. |
Allah da,
işlerinizi yoluna koysun, suçunuzu bağışlasın. |
وَمَنْ
يُطِعِ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
فَقَدْ
فَازَ
فَوْزًا عَظِيمًا |
|
Allah ve resulüne
itaat edenler, başarıyı yakaladı demektir
|
إِنَّا
عَرَضْنَا
اْلأَمَانَةَ
عَلَى
السَّموَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَالْجِبَالِ |
72. |
Aslında biz sorumluluk olayını,
göklere yerlere ve dağlara teklif ettik. |
فَأَبَيْنَ
أَنْ
يَحْمِلْنَهَا
وَأَشْفَقْنَ
مِنْهَا |
|
Onu yüklenmek istemediler.
Ondan ürktüler. |
وَحَمَلَهَا
اْلإِنْسَانُ
إِنَّهُ
كَانَ
ظَلُومًا
جَهُولاً |
|
Ama onu, insan
üstlendi. Çünkü sorumluluk, her tür haksızlığa elverişli
bir makamdır. |
لِيُعَذِّبَ
اللهُ
الْمُنَافِقِينَ
وَالْمُنَافِقَاتِ
|
73. |
Allah, bütün iki
yüzlüleri yakacak. |
وَالْمُشْرِكِينَ
وَالْمُشْرِكَاتِ |
|
Allah'a aracı
koyan müşrikleri de yakacak. |
وَيَتُوبَ
اللهُ عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ |
|
Müminlerin ise
tövbelerini kabul edecektir. |
وَكَانَ
اللهُ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
Çünkü Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir. |
سورة
سبأ: مكية
54
آية |
22.c. |
Sebe: 34 / 1 - 7. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
اَلْحَمْدُ
للهِ
الَّذِي
لَهُ مَا فِي السَّموَاتِ
وَمَا فِي
اْلأَرْضِ |
1. |
Yer gök her şeye
hakim olan Allah'a şükürler olsun! |
وَلَهُ
الْحَمْدُ
فِي اْلآخِرَةِ
وَهُوَ
الْحَكِيمُ
الْخَبِيرُ |
|
Ahrette dahi, her
şeye bilgi ile hakim olan Allah'a teşekkür edilecektir. |
يَعْلَمُ
مَا يَلِجُ
فِي اْلأَرْضِ
وَمَا
يَخْرُجُ
مِنْهَا |
2. |
O, yere batanı
da yerden çıkanı da; |
وَمَا
يَنْزِلُ
مِنَ السَّمَاءِ
وَمَا
يَعْرُجُ
فِيهَا |
|
gökten ineni de
göğe çıkanı da bilir. |
وَهُوَ
الرَّحِيمُ
الْغَفُورُ |
|
Allah, engin bir
sevgi ve hoşgörü kaynağıdır. |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لاَ
تَأْتِينَا
السَّاعَةُ |
3. |
İnkarcılar:
" kıyamet falan yok " demişler. |
قُلْ بَلَى
وَرَبِّي
لَتَأْتِيَنَّكُمْ
عَالِمِ
الْغَيْبِ |
|
Resulüm! de ki:
" göze görünmeyeni bilen Tanrı hakkı için kıyamet
kesinkes gelecektir. " |
لاَ
يَعْزُبُ
عَنْهُ
مِثْقَالُ
ذَرَّةٍ فِي
السَّموَاتِ
وَلاَ فِي
اْلأَرْضِ |
|
Göklerde ve
yeryüzünde en ufak bir toz zerresi bile Allah'ın gözünden
kaçmış ve kaçacak değildir. |
وَلاَ
أَصْغَرُ
مِنْ ذَلِكَ
وَلاَ
أَكْبَرُ
إِلاَّ فِي
كِتَابٍ
مُبِينٍ |
|
Hatta, daha küçük ya
da büyük her ne varsa hepsi Allah'ın kütüğünde
kayıtlıdır. |
لِيَجْزِيَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
4. |
Bu kayıt
olayı, inanıp yararlı işler yapanları hakça ödüllendirmek içindir. |
أُلاَئِكَ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَرِزْقٌ
كَرِيمٌ |
|
Onlara,
hoşgörülü bir ortamda tadına
doyum olmaz yiyecek ve içecekler takdim edilecektir. |
وَالَّذِينَ
سَعَوْا فِي
آيَاتِنَا
مُعَاجِزِينَ
|
5. |
Bizim sesimizi kesmek
için koşuşturanlar ise |
أُولاَئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
مِنْ رِجْزٍ
أَلِيمٌ |
|
çok acı veren
pislik cezasına çarptırılacaktır. |
وَيَرَى
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ |
6. |
Ehlikitap da bal gibi
biliyor ki |
الَّذِي
أُنْزِلَ
إِلَيْكَ
مِنْ
رَبِّكَ
هُوَ
الْحَقَّ |
|
Rabbin
tarafından indirilen bu Kuran, gerçeğin ta kendisidir. |
وَيَهْدِي
إِلَى
صِرَاطِ
الْعَزِيزِ
الْحَمِيدِ |
|
Kuran insanı,
çok saygın bir erdeme götürür. |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
7. |
Bizim inkarcılar
ise önüne gelen herkese: |
هَلْ
نَدُلُّكُمْ
عَلَى
رَجُلٍ
يُنَبِّئُكُمْ |
|
" Gelin de
sizi ilginç bir adama götürelim. |
إِذَا
مُزِّقْتُمْ
كُلَّ
مُمَزَّقٍ |
|
güya cesediniz, un
ufak olduktan sonra |
إِنَّكُمْ
لَفِي
خَلْقٍ
جَدِيدٍ |
|
yeniden
yaratılacakmışsınız! " diyorlar. |
سورة
سبأ: مكية 54
آية |
22.c. |
Sebe: 34 / 8 - 14. Ayetler |
أَفْتَرَى
عَلَى اللهِ
كَذِبًا
أَمْ بِهِ
جِنَّةٌ |
8. |
" Acaba bu
adam yalan uydurup Allah'ın üstüne mi atıyor Yoksa bir
deliliği mi var? " |
بَلِ
الَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاْلآخِرَةِ
فِي الْعَذَابِ
وَالضَّلاَلِ
الْبَعِيدِ |
|
Hiç olur mu asıl
ahrete inanmayanlar, dışlanmışlığın o
dayanılmaz buruk acısı içinde kıvranıyorlar
|
أَفَلَمْ
يَرَوْا
إِلَى مَا
بَيْنَ
أَيْدِيهِمْ
وَمَا
خَلْفَهُمْ
مِنَ
السَّمَاءِ
وَاْلأَرْضِ
|
9. |
Acaba insanlar, gözlerini
aşağı, ya da yukarı doğru çevirip gökte ve yerde
olup bitenleri göremiyorlar mı? |
إِنْ
نَشَأْ
نَخْسِفْ
بِهِمُ
اْلأَرْضَ
أَوْ
نُسْقِطْ
عَلَيْهِمْ
كِسَفًا مِنَ
السَّمَاءِ |
|
Yani biz istersek,
onları her an yerin dibine geçirebilir ya da her an gökyüzünü
başlarına yıkabiliriz. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَةً
لِكُلِّ
عَبْدٍ
مُنِيبٍ |
|
Bütün bu olaylarda,
yüzünü Hakk'a çeviren kullar için çıkarılacak dersler vardır... |
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
دَاوُودَ
مِنَّا
فَضْلاً |
10. |
Dâvûd'a dahi ayrı bir değer
verdik: |
يَاجِبَالُ
أَوِّبِي
مَعَهُ
وَالطَّيْرَ
وَأَلَنَّا
لَهُ الْحَدِيدَ |
|
Dağlara ve
kuşlara seslenip: " Davud'a eşlik edin " dedik.
Demiri yumuşatmasını öğrettik |
أَنِ
اعْمَلْ
سَابِغَاتٍ
وَقَدِّرْ
فِي السَّرْدِ
|
11. |
" demirden
koruyucu gömlekler yap, beden ölçülerini de güzel ayarla " dedik. |
وَاعْمَلُوا
صَالِحًا
إِنِّي
بِمَا تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ |
|
Sizler de
işinizi sağlam yapın, çünkü ben,
yaptıklarınızı görüyorum
|
وَلِسُلَيْمَانَ
الرِّيحَ |
12. |
Rüzgârı da Süleyman'ın hizmetine
sunduk. |
غُدُوُّهَا
شَهْرٌ
وَرَوَاحُهَا
شَهْرٌ |
|
Rüzgâr sayesinde
gidişi bir ay, dönüşü bir ay süren düzenli deniz seferleri
yapardı. |
وَأَسَلْنَا
لَهُ عَيْنَ
الْقِطْرِ |
|
Bakır
madenlerini onun için akıttık. |
وَمِنَ
الْجِنِّ
مَنْ
يَعْمَلُ
بَيْنَ
يَدَيْهِ بِإِذْنِ
رَبِّهِ |
|
Süleymanın,
Tanrı'dan ruhsatlı emrinde çalışan cin işçileri
de vardı. |
وَمَنْ
يَزِغْ
مِنْهُمْ
عَنْ
أَمْرِنَا
نُذِقْهُ
مِنْ
عَذَابِ
السَّعِيرِ |
|
Hatta bizim emrimize
karşı gelen cin olursa onları ateş cezasına
çarptırırdık. |
يَعْمَلُونَ
لَهُ مَا
يَشَاءُ
مِنْ مَحَارِيبَ
وَتَمَاثِيلَ
وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ
وَقُدُورٍ
رَاسِيَاتٍ |
13. |
Cin işçileri
Süleyman'a, isteği doğrultusunda mabetler, heykeller, dev sanayi
kazanları ve sabit maden potaları yaparlardı. |
اِعْمَلُوا
آلَ
دَاوُودَ
شُكْرًا وَقَلِيلٌ
مِنْ
عِبَادِيَ
الشَّكُورُ |
|
Davûdlar sülalesi!
Bana teşekkür etmek için çalışın. Zira şükreden
kullarım çok az! |
فَلَمَّا
قَضَيْنَا
عَلَيْهِ
الْمَوْتَ مَا
دَلَّهُمْ
عَلَى
مَوْتِهِ
إِلاَّ
دَابَّةُ
اْلأَرْضِ
تَأْكُلُ
مِنسَأَتَهُ
|
14. |
Biz Süleymanın
ruhunu alınca, cinler onun öldüğünü, değneğini için için
yiyen bir ağaç kurdu sayesinde öğrenebildiler. |
فَلَمَّا
خَرَّ
تَبَيَّنَتِ
الْجِنُّ
أَنْ لَوْ
كَانُوا
يَعْلَمُونَ
الْغَيْبَ |
|
Hatta
Süleymanın cesedi yere yığılınca, cinler gaybı
bilemediklerine yandılar. |
مَا
لَبِثُوا
فِي
الْعَذَابِ
الْمُهِينِ |
|
bilselerdi, herhalde
böylesi ağır iş ve işkencelere katlanmazlardı
|
سورة
سبأ: مكية 54
آية |
22.c. |
Sebe: 34 / 15 - 22. Ayetler |
لَقَدْ
كَانَ
لِسَبَإٍ
فِي
مَسْكَنِهِمْ
آيَةٌ
جَنَّتَانِ
عَنْ
يَمِينٍ
وَشِمَالٍ |
15. |
Sağlı
sollu bahçeler,
Sebe halkının yurtlarına anlamlı bir görüntü veriyordu.
Sanki lisani hâl ile diyordu ki: |
كُلُوا
مِنْ رِزْقِ
رَبِّكُمْ
وَاشْكُرُوا
لَهُ
بَلْدَةٌ
طَيِّبَةٌ
وَرَبٌّ
غَفُورٌ |
|
" Rabbinizin
nimetlerinden yiyin ve şükredin. Ne kadar güzel bir ülke! Dahası ne
kadar Cömert bir Tanrı. " |
فَأَعْرَضُوا
فَأَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ
سَيْلَ الْعَرِمِ
|
16. |
Ama teşekküre
yanaşmadılar. Biz de onlar üzerine Arim selini gönderdik. |
وَبَدَّلْنَاهُمْ
بِجَنَّتَيْهِمْ
جَنَّتَيْنِ
ذَوَاتَى
أُكُلٍ
خَمْطٍ
وَأَثْلٍ |
|
Sonunda
sağlı sollu bu güzelim bahçelerin meyvelerini ekşi,
tatsız tuzsuz bir şey yaptık. |
وَشَيْءٍ
مِنْ سِدْرٍ
قَلِيلٍ |
|
Ortalıkta birkaç
sedir ağacı sırıtıp kaldı. |
ذَلِكَ
جَزَيْنَاهُمْ
بِمَا
كَفَرُوا |
17. |
Onları,
gerçeği göz ardı etmeleri sebebiyle cezalandırdık. |
وَهَلْ
نُجَازِي
إِلاَّ
الْكَفُورَ |
|
Zaten bizim
cezalarımız, böylesi nankörlere ayarlıdır. |
وَجَعَلْنَا
بَيْنَهُمْ
وَبَيْنَ
الْقُرَى
الَّتِي
بَارَكْنَا
فِيهَا
قُرًى ظَاهِرَةً
|
18. |
Biz, Yemen'in Sebe
şehri ile, verimli topraklara sahip Şam arasına
ardarda kentler inşa ettik. |
وَقَدَّرْنَا
فِيهَا
السَّيْرَ
سِيرُوا
فِيهَا
لَيَالِي
وَأَيَّامًا
آمِنِينَ |
|
Bu kentler
arasına düzenli seferler ayarladık. gece-gündüz güvenle seyahat
edin dedik. |
فَقَالُوا
رَبَّنَا
بَاعِدْ
بَيْنَ
أَسْفَارِنَا
وَظَلَمُوا
أَنْفُسَهُمْ |
19. |
" Aman ya
Rab! bu sefer sayısı biraz daha az olsa " demeye
başladılar. Kendilerine ettiler. |
فَجَعَلْنَاهُمْ
أَحَادِيثَ
وَمَزَّقْنَاهُمْ
كُلَّ
مُمَزَّقٍ |
|
Biz de bu
laflarını dile düşürüp hepsini param parça ettik. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ َلآيَاتٍ
لِكُلِّ
صَبَّارٍ
شَكُورٍ |
|
Bu ticarî olay'ın, sabırlı ve
şükürcü kesim için elbet bir anlamı vardır o da şudur: |
وَلَقَدْ
صَدَّقَ
عَلَيْهِمْ
إِبْلِيسُ
ظَنَّهُ |
20. |
Önce şeytan
ortaya doğru yahu dedirtecek cinsten bir laf attı. |
فَاتَّبَعُوهُ
إِلاَّ
فَرِيقًا
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
İnançlı
kesim dışında, herkesi peşine taktı. |
وَمَا
كَانَ لَهُ
عَلَيْهِمْ
مِنْ
سُلْطَانٍ |
21. |
Halbuki
söylediği şeyin, öyle ciddiye alınacak bir yanı yoktu. |
إِلاَّ
لِنَعْلَمَ
مَنْ
يُؤْمِنُ
بِاْلآخِرَةِ
مِمَّنْ
هُوَ
مِنْهَا فِي
شَكٍّ |
|
Biz de bu kıriz
ortamında, kimler ahrete inanıyor, kimler kuşkulu
belirlemiş olduk. |
وَرَبُّكَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
حَفِيظٌ |
|
Çünkü Rabbin, her
şeyi kayda alıyordu... |
قُلِ
ادْعُوا
الَّذِينَ
زَعَمْتُمْ
مِنْ دُونِ اللهِ
|
22. |
Resulüm de ki: " Allah'tan
başka varlığını iddia ettiğiniz
tanrıları yardıma çağırın |
لاَ
يَمْلِكُونَ
مِثْقَالَ
ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ
وَلاَ فِي
اْلأَرْضِ |
|
ama, bu
tanrıların göklerde ve yerde zerre miktarı bir şeye sahip
olmadığını da bilin. |
وَمَا
لَهُمْ
فِيهِمَا
مِنْ شِرْكٍ
وَمَا لَهُ
مِنْهُمْ
مِنْ
ظَهِيرٍ |
|
Ayrıca yerin
ve göğün inşasında ne payları ne yardımları
olmadığını da bilin. " |
سورة
سبأ: مكية 54
آية |
22.c. |
Sebe: 34 / 23 - 31. ayetler |
وَلاَ
تَنْفَعُ
الشَّفَاعَةُ
عِنْدَهُ
إِلاَّ
لِمَنْ
أَذِنَ لَهُ |
23. |
Kıyamet gününde,
sadece Allah'ın izin verdiği kimselerin şefaat etme hakkı
vardır. |
حَتَّى
إِذَا
فُزِّعَ
عَنْ
قُلُوبِهِمْ
قَالُوا
مَاذَا
قَالَ
رَبُّكُمْ |
|
O gün heyecanı
yatışan şefaatçi adayları: " Acaba Rabbiniz
ne buyurdu ki? " derler. |
قَالُوا
الْحَقَّ
وَهُوَ
الْعَلِيُّ
الْكَبِيرُ |
|
Bir aday: " Herhalde
yüceler yücesine yakışan doğruyu " diye cevap verir
|
قُلْ
مَنْ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
24. |
Resulüm: " göklerden ve yerden
size rızkı sağlayan kim? " diye soracak olsan,
cevabı: |
قُلِ
الله ُوَإِنَّا
أَوْ
إِيَّاكُمْ
لَعَلَى
هُدًى أَوْ
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
" Allah
" olur. O zaman onlara de ki: " O halde ikimizden birisi ya
doğru, ya da yanlış yolda demektir. " |
قُلْ
لاَ
تُسْأَلُونَ
عَمَّا
أَجْرَمْنَا
|
25. |
De ki: " O
zaman siz, bizim yaptıklarımızdan; sorumlu değilsiniz; |
وَلاَ
نُسْأَلُ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ |
|
biz de sizin
yaptıklarınızdan sorumlu değiliz. |
قُلْ
يَجْمَعُ
بَيْنَنَا
رَبُّنَا
ثُمَّ يَفْتَحُ
بَيْنَنَا
بِالْحَقِّ |
26. |
Rabbimiz, bir gün
elbet bizleri bir araya getirip aramızda hakça hüküm verecektir. |
وَهُوَ
الْفَتَّاحُ
الْعَلِيمُ |
|
hem de her
şeyi bilen baş ayırman olarak. " |
قُلْ
أَرُونِيَ
الَّذِينَ
أَلْحَقْتُمْ
بِهِ
شُرَكَاءَ |
27. |
Resulüm onlara:
" Hadi bana Allah ile bir tut-tuğunuz tanrıların bir
eserini gösterin " desen |
كَلاَّ
بَلْ هُوَ
اللهُ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ |
|
gösteremezler. Çünkü,
bütün ihtişamı ile her şeye egemen olan sadece Allah'tır. |
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ
إِلاَّ
كَافَّةً
لِلنَّاسِ
بَشِيرًا
وَنَذِيرًا |
28. |
Resulüm! Biz seni
bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak görevlendirdik. |
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ
لاَ يَعْلَمُونَ |
|
Ama çokları,
söylenenleri kavramış değil. |
وَيَقُولُونَ
مَتَى هَذَا
الْوَعْدُ
إِنْ كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
29. |
Bir de durup durup:
" Sahi şu kıyamet olayı ne zaman? " diye
soruyorlar. |
قُلْ
لَكُمْ
مِيعَادُ
يَوْمٍ لاَ
تَسْتَأْخِرُونَ
عَنْهُ
سَاعَةً
وَلاَ
تَسْتَقْدِمُونَ |
30. |
Cevaben de ki: "
Sizin sonunuz geldi mi, bu an, ne bir saniye ileri alınabilir ne de
öne çekilebilir. " |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
31. |
İnkarcıların
ise hep aynı şeyi söyler: |
لَنْ
نُؤْمِنَ
بِهَذَا
الْقُرْآنِ
وَلاَ بِالَّذِي
بَيْنَ
يَدَيْهِ |
|
" Biz bu
Kurana da inanmayacağız, ondan öncekilere de
" |
وَلَوْ
تَرَى إِذِ
الظَّالِمُونَ
مَوْقُوفُونَ
عِنْدَ رَبِّهِمْ
يَرْجِعُ
بَعْضُهُمْ
إِلَى
بَعْضٍ نِالْقَوْلَ |
|
Resulüm! O gün
Tanrı huzurunda el pençe duran zalimlerin, suçu birbirleri üzerine atma
çabalarını bir görsen! |
يَقُولُ
الَّذِينَ
اسْتُضْعِفُوا
لِلَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
لَوْلاَ
أَنْتُمْ
لَكُنَّا
مُؤْمِنِينَ |
|
Hele hele zayıf
konumluların güçlülere karşı: " Siz
olmasaydınız biz inanmıştık "
şeklindeki isyanlarını bir görsen! |
سورة
سبأ: مكية 54 آية |
22.c. |
Sebe: 34 / 32 - 39. ayetler |
قَالَ
الَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
لِلَّذِينَ
اسْتُضْعِفُوا
|
32. |
O gün güçlüler,
zayıflara şöyle derler: |
أَنَحْنُ
صَدَدْنَاكُمْ
عَنِ
الْهُدَى
بَعْدَ إِذْ
جَاءَكُمْ |
|
" Sizlere
doğru kılavuz gelmiş de, biz mi size engel olmuşuz? |
بَلْ
كُنْتُمْ
مُجْرِمِينَ |
|
ne münasebet, suçu
siz kendiniz işlediniz. " |
وَقَالَ
الَّذِينَ
اسْتُضْعِفُوا
لِلَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
|
33. |
zayıflar,
güçlülere diklenirler: |
بَلْ
مَكْرُ
اللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
إِذْ تَأْمُرُونَنَا
أَنْ
نَكْفُرَ
بِاللهِ وَنَجْعَلَ
لَهُ
أَندَادًا |
|
" Gece-gündüz,
işiniz gücünüz dolap çevirip çelme takmaktı, Allahı inkar
edip ona denkler bulmamızı emreden sizdiniz. " |
وَأَسَرُّوا
النَّدَامَةَ
لَمَّا
رَأَوُا
الْعَذَابَ |
|
Ceza göreceklerini
anlayınca pişmanlıklarını içlerine atarlar. |
وَجَعَلْنَا
اْلأَغْلاَلَ
فِي
أَعْنَاقِ الَّذِينَ
كَفَرُوا |
|
Biz de bu arada,
inkarcıların boyunlarına tasmaları takarız. |
هَلْ
يُجْزَوْنَ
إِلاَّ مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
Yaptığının
cezasını çekmemek olur mu? |
وَمَا
أَرْسَلْنَا
فِي
قَرْيَةٍ
مِنْ نَذِيرٍ
إِلاَّ
قَالَ
مُتْرَفُوهَا |
34. |
Evet, biz her ne
zaman, bir kente bir uyarıcı göndersek ağalar
hemen ileri atılıp: |
إِنَّا
بِمَا
أُرْسِلْتُمْ
بِهِ
كَافِرُونَ |
|
" Biz, sizin
Tanrı elçisi olduğunuza inanmıyoruz "
demişlerdir. |
وَقَالُوا
نَحْنُ
أَكْثَرُ
أَمْوَالاً
وَأَوْلاَدًا
وَمَا
نَحْنُ
بِمُعَذَّبِينَ |
35. |
" Biz,
varlıklıyız güçlüyüz, ceza falan da görecek değiliz.
" demişlerdir. |
قُلْ
إِنَّ
رَبِّي
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ
يَشَاءُ
وَيَقْدِرُ |
36. |
Resulüm de ki: "
Allah rızkı dilediğine bol bol, dilediğine gıdım
gıdım ölçüp verir. " |
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ
لاَ يَعْلَمُونَ |
|
Ama çokları
bunun anlamını bilemez. |
وَمَا
أَمْوَالُكُمْ
وَلاَ
أَوْلاَدُكُمْ
بِالَّتِي
تُقَرِّبُكُمْ
عِنْدَنَا
زُلْفَى |
37. |
Aslında sizi
bize yaklaştıracak olan, sizin ne malınızdır ne de
çocuklarınız. |
إِلاَّ
مَنْ آمَنَ
وَعَمِلَ
صَالِحًا |
|
Bize sadece ve sadece
inanıp yararlı faaliyetlerde bulunanlar yakın olabilirler. |
فَأُولاَئِكَ
لَهُمْ
جَزَاءُ
الضِّعْفِ
بِمَا عَمِلُوا
|
|
Bu gibilerin,
yaptıklarına mukabil alacakları katlanacaktır. |
وَهُمْ
فِي
الْغُرُفَاتِ
آمِنُونَ |
|
Ayrıca bunlar,
kulelerde güven içindedirler. |
وَالَّذِينَ
يَسْعَوْنَ
فِي
آيَاتِنَا
مُعَاجِزِينَ
أُولاَئِكَ
فِي
الْعَذَابِ
مُحْضَرُونَ |
38. |
Sözlerimizi etkisiz
hale getirmek için habire koşuşturanlar ise, ceza mahalline tutuklu
ihzarlı getirtileceklerdir. |
قُلْ
إِنَّ
رَبِّي
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ
يَشَاءُ
مِنْ
عِبَادِهِ |
39. |
Resulüm de ki: "
Benim Rabbim rızkı dilediği kuluna bol bol, |
وَيَقْدِرُ
لَهُ |
|
Dilediğine de
gıdım gıdım ölçüp verir. " |
وَمَا
أَنْفَقْتُمْ
مِنْ شَيْءٍ |
|
İyilik olarak,
ne kadar harcarsanız harcayın, |
فَهُوَ
يُخْلِفُهُ
وَهُوَ
خَيْرُ
الرَّازِقِينَ |
|
Rızkın
kaynağı olan Allah, onun yerini hemen dolduracaktır. |
سورة
سبأ: مكية
54
آية |
22.c. |
Sebe: 34 / 40 - 48. Ayetler |
وَيَوْمَ
يَحْشُرُهُمْ
جَمِيعًا
|
40. |
Kıyamet gününde
Allah, herkesi bir araya topladığında, |
ثُمَّ
يَقُولُ
لِلْمَلاَئِكَةِ
أَهَؤُلاَءِ
إِيَّاكُمْ
كَانُوا
يَعْبُدُونَ |
|
meleklere: " Size
tapanlar bunlar mıydı? " diye soracak. |
قَالُوا
سُبْحَانَكَ
أَنْتَ
وَلِيُّنَا
مِنْ
دُونِهِمْ |
41. |
Melekler: " Fesüphanellah!
diyecekler. Bizim sahibimiz hep sen idin, onlar değil. |
بَلْ
كَانُوا
يَعْبُدُونَ
الْجِنَّ
أَكْثَرُهُمْ
بِهِمْ
مُؤْمِنُونَ |
|
Bilakis onlar,
cinlere / şeytanlara tapıyorlardı. Evet evet, çoğu onlara
inanıyorlardı."
|
فَالْيَوْمَ
لاَ
يَمْلِكُ
بَعْضُكُمْ
لِبَعْضٍ
نَفْعًا
وَلاَ ضَرًّا
|
42. |
Artık bugün
birbirinize yararınız da olamaz zararınız da. |
وَنَقُولُ
لِلَّذِينَ
ظَلَمُوا
ذُوقُوا عَذَابَ
النَّارِ
الَّتِي كُنْتُمْ
بِهَا
تُكَذِّبُونَ |
|
Sonra zalimlere
dönüp: " Vaktiyle yalanlayıp durduğunuz cehennem
azabını tadın bakalım " diyeceğiz. |
وَإِذَا
تُتْلَى
عَلَيْهِمْ
آيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ |
43. |
Çünkü, vaktiyle
ayetlerimiz kendilerine açık seçik okunurken onlar: |
قَالُوا
مَا هَذَا
إِلاَّ
رَجُلٌ
يُرِيدُ أَنْ
يَصُدَّكُمْ
عَمَّا
كَانَ
يَعْبُدُ آبَاؤُكُمْ
وَقَالُوا
مَا هَذَا
إِلاَّ
إِفْكٌ
مُفْتَرًى |
|
" Bu adam,
sizi atalarınızın tapındığı putlardan
ayırmak istiyor. Söyledikleri de tamamen uydurma şeyler " derlerdi. |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لِلْحَقِّ
لَمَّا
جَاءَهُمْ |
|
Gözlerinin içine
kadar sokulan gerçeği göremeyenler ise: |
إِنْ
هَذَا
إِلاَّ
سِحْرٌ
مُبِينٌ |
|
" Kesin kes
büyü! " deyip geçerlerdi. |
وَمَا
آتَيْنَاهُمْ
مِنْ كُتُبٍ
يَدْرُسُونَهَا
|
44. |
Oysa biz daha önce
onlara, okumaları için herhangi bir kitap vermemiştik. |
وَمَا
أَرْسَلْنَا
إِلَيْهِمْ
قَبْلَكَ
مِنْ
نَذِيرٍ |
|
Senden önce,
kendilerine herhangi bir uyarıcı da göndermemiştik. |
وَكَذَّبَ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
وَمَا
بَلَغُوا
مِعْشَارَ
مَا
آتَيْنَاهُمْ
|
45. |
Resulüm! daha
öncekiler de yalanladı, hatta onlar, verdiğimiz ödevin onda birini
bile yapamadılar. |
فَكَذَّبُوا
رُسُلِي
فَكَيْفَ
كَانَ نَكِيرِ |
|
Peki elçilerimi
yalanladılar, beni inkar ettiler de ne oldu? |
قُلْ
إِنَّمَا
أَعِظُكُمْ
بِوَاحِدَةٍ
أَنْ
تَقُومُوا
للهِ
مَثْنَى
وَفُرَادَى |
46. |
Resulüm de ki: "
size bir çift lafım var: Allah aşkına! birer ikişer
ayağa kalkın |
ثُمَّ
تَتَفَكَّرُوا
مَا
بِصَاحِبِكُمْ
مِنْ
جِنَّةٍ |
|
ve şu
arkadaşınızın deli olmadığını bir
güzel düşünün. " |
إِنْ
هُوَ إِلاَّ
نَذِيرٌ
لَكُمْ
بَيْنَ يَدَيْ
عَذَابٍ
شَدِيدٍ |
|
O sizi,
başınız belâya girmeden uyarıyor o kadar. |
قُلْ
مَا
سَأَلْتُكُمْ
مِنْ أَجْرٍ
فَهُوَ
لَكُمْ |
47. |
De ki: " Ben
sizden bir ücret istemedim. Paranız cebinizde kalsın. |
إِنْ
أَجْرِيَ
إِلاَّ
عَلَى اللهِ
وَهُوَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
شَهِيدٌ |
|
Benim ücretimi,
her şeyin doğrudan görgü şahidi olan Allah verecektir. " |
قُلْ
إِنَّ
رَبِّي
يَقْذِفُ
بِالْحَقِّ
عَلاَّمُ
الْغُيُوبِ |
48. |
De ki: " Görünmeyeni
bilen Tanrım, doğruyu söylüyor." |
سورة
سبأ: مكية 54
آية |
22.c. |
Sebe: 34 / 49 - 54. ayetler |
قُلْ
جَاءَ
الْحَقُّ
وَمَا
يُبْدِئُ
الْبَاطِلُ
وَمَا
يُعِيدُ |
49. |
Resulüm de ki: "
Hak geldi, artık batıl bir daha kendine gelemez. |
قُلْ
إِنْ
ضَلَلْتُ
فَإِنَّمَا
أَضِلُّ عَلَى
نَفْسِي |
50. |
Eğer ben,
yolumu şaşırmışsam, bunun ceremesi bana çıkar. |
وَإِنِ
اهْتَدَيْتُ
فَبِمَا
يُوحِي
إِلَيَّ
رَبِّي |
|
Eğer ben
doğru yolda isem unutmayın ki, Rabb'im bana vahyediyor. |
إِنَّهُ
سَمِيعٌ
قَرِيبٌ |
|
Çünkü her
şey, onun yakın takibindedir
" |
وَلَوْ
تَرَى إِذْ
فَزِعُوا
فَلاَ
فَوْتَ وَأُخِذُوا
مِنْ
مَكَانٍ
قَرِيبٍ |
51. |
Resulüm! Asıl sen onların az
ötede kıstırılıp kıskıvrak yakalanma
anındaki çırpınışlarını, görmelisin. (BEDR'e
işaret ?) |
وَقَالُوا
آمَنَّا
بِهِ
وَأَنَّى
لَهُمُ التَّنَاوُشُ
مِنْ
مَكَانٍ
بَعِيدٍ |
52. |
O gün: " Pes
inandık " derler ama, öbür dünyadan bu dünyaya iman postalanmaz
ki. |
وَقَدْ
كَفَرُوا
بِهِ مِنْ
قَبْلُ
وَيَقْذِفُونَ
بِالْغَيْبِ
مِنْ
مَكَانٍ
بَعِيدٍ |
53. |
|
وَحِيلَ
بَيْنَهُمْ
وَبَيْنَ
مَا يَشْتَهُونَ
|
54. |
Artık kendileri
ile hayalleri arasına duvar örülmüştür. |
كَمَا
فُعِلَ
بِأَشْيَاعِهِمْ
مِنْ قَبْلُ |
|
Onların
tarihteki benzerlerine de aynısı yapılmıştı. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا فِي
شَكٍّ
مُرِيبٍ |
|
Çünkü onlar da bunlar
gibi kuşkucu idiler. |
سورة
فاطر:
مكية 45
آية |
|
|
Fâtır: 35 / 1 - 3. ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
اَلْحَمْدُ
ِللهِ
فَاطِرِ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
جَاعِلِ
الْمَلائِكَةِ
رُسُلاً
أُولِي
أَجْنِحَةٍ
مَثْنَى وَثُلاَثَ
وَرُبَاعَ |
1. |
Gökleri ve yeri
yaratan; melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan
Allah'a şükürler olsun. |
يَزِيدُ
فِي
الْخَلْقِ
مَا يَشَاءُ
إِنَّ اللهَ عَلَى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
|
Allah, yaratmak
istediği yaratığı geliştirebilir, çünkü o, her
şeye kadirdir. |
مَا
يَفْتَحِ
اللهُ
لِلنَّاسِ
مِنْ
رَحْمَةٍ
فَلاَ مُمْسِكَ
لَهَا |
2. |
Allah, kullarına
sevgi kapısını aralamak isterse, hiç kimse buna engel olamaz. |
وَمَا
يُمْسِكْ
فَلاَ
مُرْسِلَ
لَهُ مِنْ بَعْدِهِ
|
|
Onun tuttuğunu
da kimse salamaz. |
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ |
|
O, her şeye
gücüyle egemendir
|
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
اذْكُرُوا
نِعْمَةَ
اللهِ
عَلَيْكُمْ |
3. |
Ey insanlar! Allah'ın size sunduğu
nimetlerin kadrini bilin. |
هَلْ
مِنْ
خَالِقٍ
غَيْرُ
اللهِ
يَرْزُقُكُمْ
مِنَ
السَّمَاءِ
وَاْلأَرْضِ |
|
Allah'tan başka,
gökten ve yerden size rızık veren bir yaratıcı daha
mı var?. |
لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ
فَأَنَّى
تُؤْفَكُونَ |
|
Ondan başka
tanrı yok neden kıvırtıyorsunuz! |
سورة
فاطر: مكية
45
آية |
22.c. |
Fâtır: 35 / 4 - 11. ayetler |
وَإِنْ
يُكَذِّبُوكَ
فَقَدْ
كُذِّبَتْ
رُسُلٌ مِنْ
قَبْلِكَ
|
4. |
Resulüm! Eğer
seni inkar ederlerse, bil ki senden önceki elçiler de inkar edildiler. |
وَإِلَى
اللهِ
تُرْجَعُ اْلأُمُورُ |
|
Her iş, mutlaka
Allah'ın onayına sunulur... |
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
إِنَّ
وَعْدَ
اللهِ حَقٌّ |
5. |
Ey insanlar! Allah'ın va'di mutlaka
gerçekleşecektir. |
فَلاَ
تَغُرَّنَّكُمُ
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا |
|
Sakın ola dünya
hayatı sizi aldatmasın. |
وَلاَ
يَغُرَّنَّكُمْ
بِاللهِ
الْغَرُورُ |
|
Kendini
beğenmiş şeytan, Allah adını kullanarak sizi
yanıltmasın. |
إِنَّ
الشَّيْطَانَ
لَكُمْ
عَدُوٌّ
فَاتَّخِذُوهُ
عَدُوًّا |
6. |
Şeytan size
düşmandır. O zaman siz de ona düşman olun. |
إِنَّمَا
يَدْعُو
حِزْبَهُ
لِيَكُونُوا
مِنْ
أَصْحَابِ
السَّعِيرِ |
|
Çünkü o,
çağırdığını ateşte yanmaya
çağırır. |
اَلَّذِينَ
كَفَرُوا
لَهُمْ
عَذَابٌ
شَدِيدٌ |
7. |
Gerçekleri inkar
edenlerin cezası çok ağırdır. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَأَجْرٌ كَبِيرٌ |
|
Lakin, inanıp
yararlı faaliyetlerde bulunanlar, hoşgörülü bir ortamda büyük
ödüllere sahip olacaklardır. |
أَفَمَنْ
زُيِّنَ
لَهُ سُوءُ
عَمَلِهِ
فَرَآهُ
حَسَنًا |
8. |
Eğer bir insan
yaptığı kötülüğü güzel bulup beğeniyorsa, |
فَإِنَّ
اللهَ
يُضِلُّ مَنْ
يَشَاءُ
وَيَهْدِي
مَنْ
يَشَاءُ |
|
Artık onun
işi, Allah'a kalmıştır. İster
şaşırtır, isterse yola getirir. |
فَلاَ
تَذْهَبْ
نَفْسُكَ
عَلَيْهِمْ
حَسَرَاتٍ |
|
Resulüm sakın
onlar için, içini çekip durma! |
إِنَّ
اللهَ
عَلِيمٌ
بِمَا
يَصْنَعُونَ |
|
Çünkü onların yapıp
ettiklerini, Allah biliyor
|
وَاللهُ
الَّذِي
أَرْسَلَ
الرِّيَاحَ
فَتُثِيرُ
سَحَابًا
فَسُقْنَاهُ
إِلَى بَلَدٍ
مَيِّتٍ |
9. |
Rüzgârı salıp bulutları
harekete geçiren, Sonra onu susuzluktan çatlamış bir ülkeye
doğru sevk eden, |
فَأَحْيَيْنَا
بِهِ
اْلأَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا
كَذَلِكَ
النُّشُورُ |
|
ölü topraklara suyla
can veren biziz. İkinci diriliş de böyle olacak. |
مَنْ
كَانَ
يُرِيدُ
الْعِزَّةَ
فَلِلَّهِ
الْعِزَّةُ
جَمِيعًا |
10. |
Saygın bir güç
isteyen bilsin ki, bütün saygın güçler Allah'ın elindedir. |
إِلَيْهِ
يَصْعَدُ
الْكَلِمُ
الطَّيِّبُ
وَالْعَمَلُ
الصَّالِحُ
يَرْفَعُهُ |
|
Her güzel söz,
mutlaka Allah'a ulaşır. Ama bu güzeli Allaha ulaştıran
salih ameldir. |
وَالَّذِينَ
يَمْكُرُونَ
السَّيِّئَاتِ
لَهُمْ
عَذَابٌ
شَدِيدٌ
وَمَكْرُ
أُولاَئِكَ
هُوَ
يَبُورُ |
|
İşi gücü
tuzak kurmak olanların cezası çok ağır olacaktır. Bu
gibiler kendi oyunlarının kurbanı olacaklardır
|
وَاللهُ
خَلَقَكُمْ
مِنْ
تُرَابٍ
ثُمَّ مِنْ
نُطْفَةٍ
ثُمَّ
جَعَلَكُمْ
أَزْوَاجًا وَمَا
تَحْمِلُ
مِنْ
أُنْثَى
وَلاَ
تَضَعُ إِلاَّ
بِعِلْمِهِ |
11. |
Allah sizi önce topraktan sonra bir
damladan yarattı. Sonra sizi birleştirdi. Bir dişinin hamile
kalıp doğurması onun bilgisi dahilindedir. |
وَمَا
يُعَمَّرُ
مِنْ
مُعَمَّرٍ
وَلاَ يُنْقَصُ
مِنْ
عُمُرِهِ
إِلاَّ فِي
كِتَابٍ إِنَّ
ذَلِكَ
عَلَى اللهِ
يَسِيرٌ |
|
Bir insan ne kadar
uzun ya da ne kadar kısa yaşarsa yaşasın hepsi önceden
bellidir. Bütün bunlar Allah'a göre çok kolaydır
|
سورة
فاطر: مكية
45
آية |
22.c. |
Fâtır: 35 / 12 18. ayetler |
وَمَا
يَسْتَوِي
الْبَحْرَانِ
هَذَا عَذْبٌ
فُرَاتٌ
سَائِغٌ
شَرَابُهُ |
12. |
İki deniz farklıdır. Birinin suyu
tatlı ve içimi hoş; |
وَهَذَا
مِلْحٌ
أُجَاجٌ
وَمِنْ
كُلٍّ تَأْكُلُونَ
لَحْمًا
طَرِيًّا |
|
ötekinin ise oldukça
tuzludur. Ama her ikisi de taze et ihtiyacınızı
karşılar, |
وَتَسْتَخْرِجُونَ
حِلْيَةً
تَلْبَسُونَهَا |
|
hatta
takındığınız takıları bile denizden
çıkarabiliyorsunuz. |
وَتَرَى
الْفُلْكَ
فِيهِ
مَوَاخِرَ |
|
Ya denizi yarıp
giden gemilere ne demeli!. |
لِتَبْتَغُوا
مِنْ
فَضْلِهِ
وَلَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ |
|
Yâ nasip diyerek
deryaya açıldığınız bu gemiler, size teşekkürü
anımsatmalıdır. |
يُولِجُ
اللَّيْلَ
فِي
النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي
اللَّيْلِ |
13. |
Geceyi gündüze;
gündüzü geceye devreden, |
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
|
|
güneşi ve ayı hizmete sunan da
Allahtır. |
كُلٌّ
يَجْرِي ِلأَجَلٍ
مُسَمًّى |
|
Hepsi de belli bir sona
doğru akıp gidiyorlar. |
ذَلِكُمُ
اللهُ
رَبُّكُمْ
لَهُ
الْمُلْكُ |
|
Tüm evrenin yönetimi,
sizin de sahibiniz olan Allahın elindedir. |
وَالَّذِينَ
تَدْعُونَ
مِنْ
دُونِهِ مَا
يَمْلِكُونَ
مِنْ
قِطْمِيرٍ |
|
Onun ötesinde el
açıp yalvardığınız tanrılar, bir tek
kıymık çöpüne bile sahip değildir. |
إِنْ
تَدْعُوهُمْ
لاَ
يَسْمَعُوا
دُعَاءَكُمْ
وَلَوْ
سَمِعُوا
مَا
اسْتَجَابُوا
لَكُمْ |
14. |
Onlara ne kadar
yalvarırsanız yalvarın sizin sesinizi duyamazlar. Duysalar da
cevap veremezler. |
وَيَوْمَ
الْقِيَامَةِ
يَكْفُرُونَ
بِشِرْكِكُمْ
|
|
Ayrıca bu
tanrılar, kıyamet gününde sizin ortaklık iddianızı
inkar edecekler. |
وَلاَ
يُنَبِّئُكَ
مِثْلُ
خَبِيرٍ |
|
Resulüm kimse sana,
uzmanı gibi bilgi veremez
|
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
أَنْتُمُ
الْفُقَرَاءُ
إِلَى اللهِ |
15. |
Ey insanlar! Siz Allaha
muhtaçsınız. |
وَاللهُ
هُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَمِيدُ |
|
Allah ise,
saygın ve kusursuz bir zenginliğe sahiptir. |
إِنْ
يَشَأْ
يُذْهِبْكُمْ
وَيَأْتِ
بِخَلْقٍ
جَدِيدٍ |
16. |
O isterse, sizi
alıp yerinize yepyeni bir millet getirebilir. |
وَمَا
ذَلِكَ
عَلَى اللهِ بِعَزِيزٍ |
17. |
Bunu yapmak,
Allahın hiç de zoruna gitmez. |
وَلاَ
تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ
أُخْرَى |
18. |
Hiç kimse
başkasının suçunu üstlenemez. |
وَإِنْ
تَدْعُ
مُثْقَلَةٌ
إِلَى
حِمْلِهَا
لاَ
يُحْمَلْ
مِنْهُ
شَيْءٌ
وَلَوْ
كَانَ ذَا
قُرْبَى |
|
Günahı
ağır olan, başkasını yardıma çağırsa
da kimseye zırnık devredemez. İsterse canciğer
yakını olsun. |
إِنَّمَا
تُنْذِرُ
الَّذِينَ
يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ
بِالغَيْبِ
وَأَقَامُوا
الصَّلاَةَ
وَمَنْ
تَزَكَّى
فَإِنَّمَا
يَتَزَكَّى
لِنَفْسِهِ |
|
Resulüm sen, sadece
içinde Allah korkusu olanları, bir de namaz kılanları
uyaracaksın. Zira arınan, sadece kendini arıtır. |
وَإِلَى
اللهِ
الْمَصِيرُ |
|
Her yolun sonu
Allaha varır. |
سورة
فاطر: مكية
45
آية |
22.c. |
Fâtır: 35 / 19 - 30. ayetler |
وَمَا
يَسْتَوِي
اْلأَعْمَى
وَالْبَصِيرُ |
19. |
Görenle görmeyen bir
olmaz. |
وَلاَ
الظُّلُمَاتُ
وَلاَ
النُّورُ |
20. |
Aydınlık
ile karanlık, |
وَلاَ
الظِّلُّ
وَلاَ
الْحَرُورُ |
21. |
serinlik ile
sıcaklık, |
وَمَا
يَسْتَوِي
اْلأَحْيَاءُ
وَلاَ اْلأَمْوَاتُ
|
22. |
ölü ile diri de bir
olmaz. |
إِنَّ
اللهَ
يُسْمِعُ
مَنْ يَشَاءُ |
|
Allah, duymak
isteyene sesini duyurur. |
وَمَا
أَنْتَ
بِمُسْمِعٍ
مَنْ فِي
الْقُبُورِ |
|
Sen, kabirdeki
ölülere sesini duyuramazsın. |
إِنْ
أَنْتَ
إِلاَّ
نَذِيرٌ |
23. |
Senin işin,
uyarmaktan ibarettir. |
إِنَّا
أَرْسَلْنَاكَ
بِالْحَقِّ
بَشِيرًا
وَنَذِيرًا |
24. |
Resulüm! Biz seni,
tatlı-sert bir üslûp ile denge kurman için görevlendirdik. |
وَإِنْ
مِنْ
أُمَّةٍ
إِلاَّ خلاَ
فِيهَا نَذِيرٌ |
|
Geçmişte her
milletin bir uyarıcısı olmuştur. |
وَإِنْ
يُكَذِّبُوكَ
فَقَدْ
كَذَّبَ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ |
25. |
Seni inkar ederlerse,
dert etme çünkü bunlardan öncekiler de yalanladılar. |
جَاءَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالْبَيِّنَاتِ
وَبِالزُّبُرِ
وَبِالْكِتَابِ
الْمُنِيرِ |
|
Üstelik elçiler
onlara, ilahî belgeler yanı sıra aydınlatıcı
yazı ve Kitaplar da getirmişlerdi. |
ثُمَّ
أَخَذْتُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
فَكَيْفَ
كَانَ نَكِيرِ |
26. |
Ama ben, inkar
edenleri kıskıvrak yakaladım, beni inkar nasıl
olurmuş gördüler
|
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ
أَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً |
27. |
Allah'ın gökten su indirmesine baksana
bir! |
فَأَخْرَجْنَا
بِهِ ثَمَرَاتٍ
مُخْتَلِفًا
أَلْوَانُهَا |
|
Su sayesinde türlü
çeşit ürünler yetiştirdik. |
وَمِنَ
الْجِبَالِ
جُدَدٌ
بِيضٌ
وَحُمْرٌ
مُخْتَلِفٌ
أَلْوَانُهَا
|
|
Dağlara!
Kırmızıdan beyaza damar damar topraklara bak! |
وَغَرَابِيبُ
سُودٌ |
|
Simsiyah taşlara
bak. |
وَمِنَ
النَّاسِ
وَالدَّوَابِّ
وَاْلأَنْعَامِ
|
28. |
İnsanlara bak,
güre ve evcil hayvanlara bak. |
مُخْتَلِفٌ
أَلْوَانُهُ
كَذَلِكَ |
|
Bak, aynı
şekilde onlar da rengarenk. |
إِنَّمَا
يَخْشَى
اللهَ مِنْ
عِبَادِهِ
الْعُلَمَاءُ
|
|
Allah'tan
hakkıyla korkanlar, bilim adamlarıdır. |
إِنَّ
اللهَ
عَزِيزٌ
غَفُورٌ |
|
Allah engin güç ve
hoşgörünün öz kaynağıdır. |
إِنَّ
الَّذِينَ
يَتْلُونَ
كِتَابَ
اللهِ وَأَقَامُوا
الصَّلاَةَ
وَأَنْفَقُوا
مِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ
سِرًّا
وَعَلاَنِيَةً
يَرْجُونَ
تِجَارَةً لَنْ
تَبُورَ |
29. |
Allah
Kelâmını okuyanlar, namaza devam edenler, bizim verdiklerimizden
gizli açık verenler, kârlı bir alışveriş
umabilirler. |
لِيُوَفِّيَهُمْ
أُجُورَهُمْ
وَيَزِيدَهُمْ
مِنْ
فَضْلِهِ |
30. |
Allah, bu amellerin
karşılığını sahiplerine fazlasıyla
verecektir. |
إِنَّهُ
غَفُورٌ
شَكُورٌ |
|
Çünkü engin
hoşgörüsüyle Allah, teşekkür edene, karşılık vermeye
bayılır
|
سورة
فاطر: مكية
45
آية |
22.c. |
Fâtır: 35 / 31 - 38. ayetler |
وَالَّذِي
أَوْحَيْنَا
إِلَيْكَ
مِنَ
الْكِتَابِ
هُوَ
الْحَقُّ
مُصَدِّقًا
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِ |
31. |
Resulüm! daha önceki kitapları
doğrulayıcı olarak sana yüklediğimiz bu Kitap
gerçeğin ta kendisidir. |
إِنَّ
اللهَ
بِعِبَادِهِ
لَخَبِيرٌ
بَصِيرٌ |
|
Hiç şüphen
olmasın ki Allah, kullarını her an görüp gözetmektedir
|
ثُمَّ
أَوْرَثْنَا
الْكِتَابَ
الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا
مِنْ عِبَادِنَا
|
32. |
Resulüm! senden sonra biz bu Kitabı
seçkin kullarımıza emanet edeceğiz. |
فَمِنْهُمْ
ظَالِمٌ
لِنَفْسِهِ
وَمِنْهُمْ
مُقْتَصِدٌ |
|
Artık bunlar
arasında kendi kişiliğine saygısı olmayanlar da
olacaktır, ılımlılar da. |
وَمِنْهُمْ
سَابِقٌ
بِالْخَيْرَاتِ
بِإِذْنِ
اللهِ |
|
Allah'ın müsaade
ettiği alanlarda iyilik yarışına girenler de
olacaktır. |
ذَلِكَ
هُوَ
الْفَضْلُ
الْكَبِيرُ |
|
Hasılı
Kuranın nesilden nesile devri olayı o toplum için büyük bir
onurdur. |
جَنَّاتُ
عَدْنٍ
يَدْخُلُونَهَا
يُحَلَّوْنَ
فِيهَا مِنْ
أَسَاوِرَ
مِنْ ذَهَبٍ
وَلُؤْلُؤًا
وَلِبَاسُهُمْ
فِيهَا
حَرِيرٌ |
33. |
Bu onura sahip olan
toplumlar, altın bilezikler inciler, ipekli giysileriyle Adin
bahçelerinde ağırlanırken |
وَقَالُوا
الْحَمْدُ
للهِ
الَّذِي
أَذْهَبَ
عَنَّا
الْحَزَنَ |
34. |
şöyle diyeceklerdir:
" Bütün dertlerimizi alıp götüren Allah'a şükürler olsun. |
إِنَّ
رَبَّنَا
لَغَفُورٌ
شَكُورٌ |
|
Bizim engin
hoşgörülü Tanrımız, şükredene
karşılığını veriyor |
اَلَّذِي
أَحَلَّنَا
دَارَ
الْمُقَامَةِ
مِنْ
فَضْلِهِ |
35. |
nitekim bize bu
temelli yurdu lutfetti. |
لاَ
يَمَسُّنَا
فِيهَا
نَصَبٌ
وَلاَ يَمَسُّنَا
فِيهَا
لُغُوبٌ |
|
Üstelik hiçbir
sıkıntı ve keder yüzü görmeden
yaşayacağımız bir yurt
" |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
لَهُمْ
نَارُ جَهَنَّمَ
|
36. |
İnanmayan nankörlere ise cehennem
ateşi. |
لاَ
يُقْضَى
عَلَيْهِمْ
فَيَمُوتُوا
|
|
Ölümle
boğuşacaklar ama ölmeyecekler. |
وَلاَ
يُخَفَّفُ
عَنْهُمْ
مِنْ
عَذَابِهَا |
|
Cezalarında
herhangi bir indirim olmayacak. |
كَذَلِكَ
نَجْزِي
كُلَّ
كَفُورٍ |
|
Evet, bütün
nankörlere cezamız böyle olacak. |
وَهُمْ
يَصْطَرِخُونَ
فِيهَا رَبَّنَا
أَخْرِجْنَا
نَعْمَلْ
صَالِحًا
غَيْرَ
الَّذِي
كُنَّا
نَعْمَلُ |
37. |
" Ya Rab!
n'olur çıkar bizi buradan! Çıkar da önceki
yaptıklarımıza inat faydalı işler yapalım!
" diye feryat edecekler. |
أَوَلَمْ
نُعَمِّرْكُمْ
مَا
يَتَذَكَّرُ
فِيهِ مَنْ
تَذَكَّرَ |
|
Bir ses: " Biz
size, hatırlamanız gerekeni hatırlayacak kadar ömür vermedik
mi? |
وَجَاءَكُمُ
النَّذِيرُ
فَذُوقُوا
فَمَا
لِلظَّالِمِينَ
مِنْ
نَصِيرٍ |
|
Üstelik size
uyarıcı da gelmişti. Artık çekin cezanızı,
saygısızlara yardım yok. " diyecek. |
إِنَّ
اللهَ عَالِمُ
غَيْبِ
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
38. |
Allah, göklerin ve
yerin görünmeyen yüzünü bildiği gibi, |
إِنَّهُ
عَلِيمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
sizin
aklınızdan geçenleri de bilir. |
سورة
فاطر:
مكية 45
آية |
22.c. |
Fâtır: 35 / 39 - 44. Ayetler |
هُوَ
الَّذِي جَعَلَكُمْ
خَلاَئِفَ
فِي
اْلأَرْضِ
|
39. |
Sizi, yeryüzüne hakim
kılan Allah'tır. |
فَمَنْ
كَفَرَ
فَعَلَيْهِ
كُفْرُهُ |
|
Artık nankörlük
eden kendine eder. |
وَلاَ
يَزِيدُ
الْكَافِرِينَ
كُفْرُهُمْ عِنْدَ
رَبِّهِمْ
إِلاَّ
مَقْتًا |
|
İnkar,
Allah'ın inkarcıya öfkesini arttırdığı gibi |
وَلاَ
يَزِيدُ
الْكَافِرِينَ
كُفْرُهُمْ إِلاَّ
خَسَارًا |
|
inkarcının
kendine vereceği hasarı da arttırır. |
قُلْ
أَرَأَيْتُمْ
شُرَكَاءَكُمُ
الَّذِينَ
تَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ |
40. |
Resulüm de ki: "
Allah diye el açıp dua ettiğiniz putları düşündünüz mü
hiç? |
أَرُونِي
مَاذَا
خَلَقُوا
مِنَ
اْلأَرْضِ |
|
Bana gösterebilir
misiniz topraktan neyi yaratabilmişler? |
أَمْ
لَهُمْ
شِرْكٌ فِي
السَّموَاتِ |
|
Yoksa onların
göklerin yaratılmasında bir katkıları mı var? |
أَمْ
آتَيْنَاهُمْ
كِتَابًا
فَهُمْ
عَلَى
بَيِّنَةٍ
مِنْهُ |
|
Ya da bu adamlara
bir kitap verdik de, ona mı bel bağlıyorlar ? " |
بَلْ
إِنْ يَعِدُ
الظَّالِمُونَ
بَعْضُهُمْ
بَعْضًا
إِلاَّ
غُرُورًا |
|
Ne yazık ki
kendilerine saygıyı yitirenler, hep birbirilerini boş
vaatlerle kandırıyorlar
|
إِنَّ
اللهَ
يُمْسِكُ
السَّموَاتِ
وَاْلأَرْضَ
أَنْ تَزُولاَ
|
41. |
Gökleri ve yeri ağdırmaya
karşı dengede tutan Allah'tır. |
وَلَئِنْ
زَالَتَا
إِنْ
أَمْسَكَهُمَا
مِنْ أَحَدٍ
مِنْ
بَعْدِهِ |
|
Şayet bu ikisi
bir ağdırırsa, onu yine Allah'tan başka kimse tutamaz. |
إِنَّهُ
كَانَ
حَلِيمًا
غَفُورًا |
|
Allah, çok ince
düşünceli ve hoşgörülüdür. |
وَأَقْسَمُوا
بِاللهِ
جَهْدَ
أَيْمَانِهِمْ
|
42. |
Vaktiyle yemin billah
etmişler ve: |
لَئِنْ
جَاءَهُمْ
نَذِيرٌ
لَيَكُونُنَّ
أَهْدَى
مِنْ
إِحْدَى اْلأُمَمِ |
|
" Bir
uyarıcı gelirse milletler arası en öncül millet
olacağız " demişlerdi. |
فَلَمَّا
جَاءَهُمْ
نَذِيرٌ مَا
زَادَهُمْ
إِلاَّ
نُفُورًا |
|
Ama
uyarıcının gelmesi, sadece nefretlerini arttırdı. |
اِسْتِكْبَارًا
فِي
اْلأَرْضِ
وَمَكْرَ
السَّيِّئِ |
43. |
Yeryüzünde böbürlenip
havalara girdiler. alçakça tuzaklar kurdular. |
وَلاَ
يَحِيقُ
الْمَكْرُ
السَّيِّئُ
إِلاَّ
بِأَهْلِهِ |
|
Başkasının
kuyusunu kazan, kazdığı kuyuya kendi de düşer. |
فَهَلْ
يَنْظُرُونَ
إِلاَّ
سُنَّةَ
اْلأَوَّلِينَ |
|
Şimdi bu
insanlar, tarihî tekerrür yasasının işlemesini
mi bekliyorlar? |
فَلَنْ
تَجِدَ
لِسُنَّةِ
اللهِ
تَبْدِيلاً
فَلَنْ
تَجِدَ
لِسُنَّةِ
اللهِ
تَحْوِيلاً |
|
Resulüm! şunu
bil ki Allah'ın tarihî tekerrür yasası ne değişmiş
ne de bozulmuştur. |
أَوَلَمْ
يَسِيرُوا
فِي
اْلأَرْضِ
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذِينَ مِنْ
قَبْلِهِمْ
وَكَانُوا
أَشَدَّ
مِنْهُمْ قُوَّةً
|
44. |
Yeryüzünde gezip de
kendilerinden önceki milletlerin akıbeti n'olmuş görmediler mi hiç?
Onlar bunlardan da güçlü idiler. |
وَمَا
كَانَ اللهُ
لِيُعْجِزَهُ
مِنْ شَيْءٍ
فِي السَّماَوَاتِ
وَلاَ فِي
اْلأَرْضِ إِنَّهُ
كَانَ
عَلِيمًا
قَدِيرًا |
|
Gökte ve yerde hiçbir
şey Allahı yıldıramaz. Çünkü Allah, her şeyi en
ince ayrıntısına kadar bilme gücüne sahiptir. |
سورة
فاطر:
مكية 45
آية |
22.c. |
Fâtır: 35 / 45 - 45. ayetler |
وَلَوْ
يُؤَاخِذُ
اللهُ
النَّاسَ
بِمَا كَسَبُوا
|
45. |
Eğer Allah,
işledikleri suçlar yüzünden insanları hemen
cezalandırsaydı, |
مَا
تَرَكَ
عَلَى
ظَهْرِهَا
مِنْ
دَابَّةٍ |
|
yeryüzünde bir tek
canlı kalmazdı. |
وَلَكِنْ
يُؤَخِّرُهُمْ
إِلَى
أَجَلٍ مُسَمًّى |
|
Fakat onları,
belli bir süreye kadar erteler. |
فَإِذَا
جَاءَ
أَجَلُهُمْ |
|
Vadeleri dolunca da
yapacağını yapar. |
فَإِنَّ
اللهَ كَانَ
بِعِبَادِهِ
بَصِيرًا |
|
Çünkü Allah,
kullarını hep görüp izlemektedir. |
سورة
يس: مكية 83
آية |
|
|
Yâsîn: 36 / 1 - 12. ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
يٰسۤ /
وَالْقُرْآنِ
الْحَكِيمِ |
1-2. |
Yâ Sîn. // Resulüm!
kainata egemen olacak Kuran aşkına derim ki |
إِنَّكَ
لَمِنَ
الْمُرْسَلِينَ
// عَلَى
صِرَاطٍ
مُسْتَقِيمٍ |
3-4. |
sen, diğer
elçilerimizden birisin ve // doğru yoldasın. |
تَـنْـزِيلَ
الْعَزِيزِ
الرَّحِيمِ |
5. |
Bu Kitap,
muhteşem bir sevgi indirmesidir. |
لِتُنْذِرَ
قَوْمًا مَا
أُنْذِرَ
آبَاؤُهُمْ
فَهُمْ
غَافِلُونَ |
6. |
Dikkat et! sen,
ataları uyarılmadığı için, geri kalmış bir
toplumu uyarıyorsun. |
لَقَدْ
حَقَّ
الْقَوْلُ
عَلَى
أَكْثَرِهِمْ
فَهُمْ لاَ
يُؤْمِنُونَ |
7. |
Onların
çoğu hakkında kesin yargı kararı vardır. Bu yüzden
inanmayacaklardır. |
إِنَّا
جَعَلْنَا
فِي
أَعْنَاقِهِمْ
أَغْلاَلاً |
8. |
Biz, bu gibilerin
boyunlarına, demir tasmalar taktık. |
فَهِيَ
إِلَى
اْلأَذْقَانِ
فَهُمْ
مُقْمَحُونَ |
|
Hem de çenelerine
kadar. Burunları, bu yüzden havadadır. |
وَجَعَلْنَا
مِنْ بَيْنِ
أَيْدِيهِمْ
سَدًّا
وَمِنْ
خَلْفِهِمْ
سَدًّا |
9. |
Önden ve arkadan set
çekip ufuklarını kararttık. |
فَأَغْشَيْنَاهُمْ
فَهُمْ لاَ
يُبْصِرُونَ |
|
üstelik gözlerini de
perdeledik, artık bırakın ileriyi, burunlarının
ucunu bile göremezler. |
وَسَوَاءٌ
عَلَيْهِمْ
أَ أَنْذَرْتَهُمْ
أَمْ لَمْ
تُنْذِرْهُمْ
لاَ
يُؤْمِنُونَ |
10. |
Resulüm! bu gurur
yumaklarını uyarsan da uyarmasan da farketmez, inanmazlar
artık
|
إِنَّمَا
تُنْذِرُ
مَنِ
اتَّبَعَ
الذِّكْرَ وَخَشِيَ
الرَّحْمَانَ
بِالْغَيْبِ
|
11. |
Sen, sadece bu
Söylem'e uyanları, her şeye sevgi ile hakim olan Tanrı'ya
gönül verenleri uyaracaksın. |
فَبَشِّرْهُ
بِمَغْفِرَةٍ
وَأَجْرٍ
كَرِيمٍ |
|
Bu gibilere,
hoşgörülü bir ortamda birbirinden değerli ödüllerden söz edebilirsin. |
إِنَّا
نَحْنُ
نُحْيِ
الْمَوْتَى
وَنَكْتُبُ
مَا
قَدَّمُوا
وَآثَارَهُمْ
|
12. |
Ölüleri diriltecek
olan biziz, yaptıkları her şeyi kayda geçen de biziz. |
وَكُلَّ
شَيْءٍ
أحْصَيْنَاهُ
فِي إِمَامٍ مُبِينٍ |
|
Hasılı biz,
her şeyi açık bir kütükte tüm ayrıntısıyla
sayıp dökeriz
|
سورة
يس: مكية 83
آية |
22.c. |
Yâsîn: 36 / 13 - 27. Ayetler |
وَاضْرِبْ
لَهُمْ
مَثَلاً
أَصْحَابَ
الْقَرْيَةِ
|
13. |
Resulüm! onlara, köylüler
olayını anlat. |
إِذْ
جَاءَهَا
الْمُرْسَلُونَ |
|
Hani, şu
Havarîlerin geldiği Antakya olayını. |
إِذْ
أَرْسَلْنَا
إِلَيْهِمُ
اثْنَيْنِ
فَكَذَّبُوهُمَا
|
14. |
Hatırlarsın,
bu köylüler, daha önce İsâ'nın gönderdiği iki elçiyi de
tersleyince |
فَعَزَّزْنَا
بِثَالِثٍ |
|
bir üçüncü ile onlara
destek vermiştik. Aralarında şöyle bir tartışma
olmuştu: |
فَقَالُوا
إِنَّا
إِلَيْكُمْ
مُرْسَلُونَ |
|
Havarîler: " Bizi buraya, İsâ
gönderdi. " |
قَالُوا
مَا
أَنْتُمْ
إِلاَّ
بَشَرٌ
مِثْلُنَا
وَمَا أَنْزَلَ
الرَّحْماَنُ
مِنْ شَيْءٍ
إِنْ
أَنْتُمْ
إِلاَّ
تَكْذِبُونَ |
15. |
Halk: " Siz de bizim gibi bir
beşersiniz. Sevgili Tanrı'nın İsâ'ya, bir şey
indirdiğinin aslı astarı yok, siz hepiniz
yalancısınız. " |
قَالُوا
رَبُّنَا
يَعْلَمُ
إِنَّا
إِلَيْكُمْ
لَمُرْسَلُونَ |
16. |
Havarîler: " Allah bizim, görevli
olduğumuzu biliyor. |
وَمَا
عَلَيْنَا
إِلاَّ
الْبَلاَغُ
الْمُبِينُ |
17. |
Bizim görevimiz,
sadece duyurmak.
" |
قَالُوا
إِنَّا
تَطَيَّرْنَا
بِكُمْ لَئِنْ
لَمْ تَنْتَهُوا
|
18. |
Halk: " Zaten bize
uğursuzluk getirdiniz. Eğer bu işe bir son vermezseniz, |
لَنَرْجُمَنَّكُمْ
وَلَيَمَسَّنَّكُمْ
مِنَّا
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
ya sizi taşa
tutup gebertecek ya da fena halde canınızı yakacağız. " |
قَالُوا
طَائِرُكُمْ
مَعَكُمْ
أَئِنْ ذُكِّرْتُمْ
|
19. |
Havarîler: " Uğursuzluk sizin
kendinizde. Size nasihat edildiği için mi sanki? |
بَلْ
أَنْتُمْ
قَوْمٌ
مُسْرِفُونَ |
|
Değil tabi
ki. Siz kendiniz, har vurup harman savuran bir toplumsunuz
" |
وَجَاءَ
مِنْ
أَقْصَى
الْمَدِينَةِ
رَجُلٌ
يَسْعَى |
20. |
Derken şehrin
öbür ucundan soluk soluğa gelen (Antakya'lı
Habibü' n-Neccâr) |
قَالَ
يَاقَوْمِ
اتَّبِعُوا
الْمُرْسَلِينَ |
|
bir adam: " Sevgili milletim!.
bunların dediklerini kabul edin. " |
اِتَّبِعُوا
مَنْ لاَ
يَسْأَلُكُمْ
أَجْرًا وَهُمْ
مُهْتَدُونَ |
21. |
Sizden bir
karşılık beklemeyen bu adamlara uyun. Çünkü onların hepsi
ermiş kişiler. |
وَمَا
لِيَ لاَ
أَعْبُدُ
الَّذِي
فَطَرَنِي
وَإِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ |
22. |
Yaratana neden
kulluk etmeyelim ki! hepiniz sonunda nasıl olsa ona döneceksiniz. |
ءَ أَتَّخِذُ
مِنْ
دُونِهِ
آلِهَةً
إِنْ يُرِدْنِ
الرَّحْمَانُ
بِضُرٍّ |
23. |
Ben onun
dışındaki tanrılara el açamam. Aksi halde Allah'tan
başıma bir iş gelirse, |
لاَ
تُغْنِ
عَنِّي
شَفَاعَتُهُمْ
شَيْئًا
وَلاَ يُنْقِذُونِ |
|
bu
tanrıların şefaati benim işime yaramaz ki, beni
kurtaramaz ki onlar! |
إِنِّي
إِذًا لَفِي
ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
24. |
O zaman, ortada
kalırım ya ben! |
إِنِّي
آمَنْتُ
بِرَبِّكُمْ
فَاسْمَعُونِ |
25. |
Ben sizin
Tanrı'nıza inanıyorum beyler !!
Heey beni dinleyiiin!
" |
قِيلَ
ادْخُلُ
الْجَنَّةَ |
26. |
" Cennete
buyur " dedi bir ses. |
قَالَ
يَالَيْتَ
قَوْمِي
يَعْلَمُونَ |
|
Adam ise son
nefesinde: " Keşke, halkım şu anda görebilseydi, |
بِمَا
غَفَرَ لِي
رَبِّي
وَجَعَلَنِي
مِنَ
الْمُكْرَمِينَ |
27. |
Rabb'imin beni,
nasıl bağrına basıp ikramlara boğduğunu " diyebildi. |
[1]
Zeyd, peygamberin
oğlum diye bağrına bastığı azatlı kölesiydi.
Çok akıllı idi. Efendimiz onu halasının kızı
Zeyneb ile evlendirdi. Ama zeyneb bu evli-liğe tahammül edemedi.
Boşandı ve Peygamberle evlendi. Kuran bu evlilğin gerekçelerini
açıkladığı halde olay, hristiyan âleminde çok istismar
edildi.