سورة
يس: مكية 83
آية |
23.c. |
Yâsîn:
36 / 28 - 40. Ayetler |
وَمَا
أَنْزَلْنَا
عَلَى
قَوْمِهِ
مِنْ
بَعْدِهِ
مِنْ جُنْدٍ
مِنَ
السَّمَاءِ
وَمَا
كُنَّا
مُنْـزِلِينَ |
28. |
Biz bu olaydan sonra,
ora halkına gökten herhangi bir asker indirmesi yapmadık. Zaten
indirmemize gerek de kalmadı. |
إِنْ
كَانَتْ
إِلاَّ
صَيْحَةً
وَاحِدَةً فَإِذَا
هُمْ
خَامِدُونَ |
29. |
Sadece tek bir ses
patlaması oldu o kadar. Hepsi balon gibi sönüverdiler. |
يَاحَسْرَةً
عَلَى
الْعِبَادِ
مَا يَأْتِيهِمْ
مِنْ
رَسُولٍ
إِلاَّ
كَانُوا
بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ |
30. |
ِAh şu insanlar! Ne zaman
kendilerine bir Tanrı elçisi gelse hep onunla alay edegelmişlerdir. |
أَلَمْ
يَرَوْا
كَمْ
أَهْلَكْنَا
قَبْلَهُمْ
مِنَ
الْقُرُونِ
أَنَّهُمْ
إِلَيْهِمْ
لاَ يَرْجِعُونَ |
31. |
Acaba bunlar, bizim
daha önce nice nesilleri bir daha geri gelmemek üzere yok ettiğimizi hiç
düşünmez mi? |
وَإِنْ
كُلٌّ
لَمَّا
جَمِيعٌ
لَدَيْنَا
مُحْضَرُونَ |
32. |
Ama bir gün gelecek,
hepsi karşımıza tutuklu ihzarlı getirilecekler
|
وَآيَةٌ
لَهُمُ
اْلأَرْضُ
الْمَيْتَةُ
|
33. |
Şu ölü topraklar
insanoğluna bir ipucu olmalı: |
أَحْيَيْنَاهَا
وَأَخْرَجْنَا
مِنْهَا حَبًّا
فَمِنْهُ
يَأْكُلُونَ |
|
nitekim, toprağa
can verip yedikleri hububatı ürettik. |
وَجَعَلْنَا
فِيهَا
جَنَّاتٍ
مِنْ نَخِيلٍ
وَأَعْنَابٍ
|
34. |
Ayrıca hurma ve
üzüm bağlarını toprakta yetiştirdik, |
وَفَجَّرْنَا
فِيهَا مِنَ
الْعُيُونِ |
|
dahası topraktan
göz göz pınarlar fışkırttık. |
لِيَأْكُلُوا
مِنْ
ثَمَرِهِ |
35. |
Bunları yiyip
beslensinler istedik. |
وَمَا
عَمِلَتْهُ
أَيْدِيهِمْ |
|
Bu meyveleri onlar
yapmadı. |
أَفَلاَ
يَشْكُرُونَ |
|
Ah bir
şükredebilseler. |
سُبْحَانَ
الَّذِي
خَلَقَ
اْلأَزْوَاجَ
كُلَّهَا |
36. |
Her şeyi çifter
çifter yaratan yüce Tanrı, |
مِمَّا
تُنْبِتُ
اْلأَرْضُ
وَمِنْ أَنْفُسِهِمْ
وَمِمَّا
لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
yer bitkisi, insan
türü derken, henüz insanlığın bilmediği daha ne çiftler
yarattı kimbilir!
|
وَآيَةٌ
لَهُمُ
اللَّيْلُ
نَسْلَخُ
مِنْهُ
النَّهَارَ
فَإِذَا
هُمْ
مُظْلِمُونَ |
37. |
Aydınlığı çekince, ortalığı
kaplayan gece olayı da insanlık için bir ipucu olmalıdır:
|
وَالشَّمْسُ
تَجْرِي
لِمُسْتَقَرٍّ
لَهَا |
38. |
Ya kendi yörüngesinde
akıp giden güneş! |
ذَلِكَ
تَقْدِيرُ
الْعَزِيزِ
الْعَلِيمِ |
|
Bu olay,
muhteşem bir bilgi gücü tasarımıdır. |
وَالْقَمَرَ
قَدَّرْنَاهُ
مَنَازِلَ
حَتَّى
عَادَ
كَالْعُرْجُونِ
الْقَدِيمِ |
39. |
Ya azar azar
küçülttüğümüz, ve en sonunda incecik bir dala dönüşen aya ne
demeli!. |
لاَ
الشَّمْسُ
يَنْبَغِي
لَهَا أَنْ
تُدْرِكَ الْقَمَرَ
|
40. |
Bu çizime göre ne
güneş, aya yetişebilir; |
وَلاَ
اللَّيْلُ
سَابِقُ
النَّهَارِ |
|
ne de gece, gündüzü
sollayıp geçebilir. |
وَكُلٌّ
فِي فَلَكٍ
يَسْبَحُونَ |
|
Hepsi de uzay
boşluğunda yüzer dururlar
|
سورة
يس: مكية 83
آية |
23.c. |
Yâsîn:
36 / 41
- 54. Ayetler |
وَآيَةٌ
لَهُمْ
أَنَّا
حَمَلْنَا
ذُرِّيَّتَهُمْ
فِي
الْفُلْكِ
الْمَشْحُونِ
|
41. |
İnsanoğlunu bir yük gemisinde
taşımamız da bir ipucu olmalıdır. |
وَخَلَقْنَا
لَهُمْ مِنْ
مِثْلِهِ
مَا يَرْكَبُونَ |
42. |
Biz insanlık
için, bu gemiye benzer daha ne ulaşım araçları yarattık. |
وَإِنْ
نَشَأْ
نُغْرِقْهُمْ
فَلاَ
صَرِيخَ
لَهُمْ
وَلاَ هُمْ
يُنْقَذُونَ |
43. |
İstersek hepsini
suda boğabiliriz. Artık imdat diyemedikleri için kurtarmaya
gelen de olmaz. |
إِلاَّ
رَحْمَةً
مِنَّا
وَمَتَاعًا
إِلَى حِينٍ |
44. |
Ancak bizim sevgimize
mazhar olup da bir süre daha yiyecek ekmeği olanlar kurtulabilir. |
وَإِذَا
قِيلَ لَهُمُ
اتَّقُوا
مَا بَيْنَ
أَيْدِيكُمْ
وَمَا خَلْفَكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ |
45. |
İnsanlara zaman
zaman : " Dünyanızı da aihiretinizi de sağlama
alın, böyle yaparsanız sevgiye mazhar olabilirsiniz "
denmiştir. |
وَمَا
تَأْتِيهِمْ
مِنْ آيَةٍ
مِنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ
إِلاَّ
كَانُوا
عَنْهَا
مُعْرِضِينَ |
46. |
Ama insanlar her ne
zaman kendilerine Allah tarafından böyle bir davet gelse hep burun
kıvırıp terslemişlerdir. |
وَإِذَا
قِيلَ
لَهُمْ أَنْفِقُوا
مِمَّا
رَزَقَكُمُ
اللهُ |
47. |
" Allah'ın
verdiklerinden bir kısmını hayra sarfedin "
dendiğinde ise |
قَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لِلَّذِينَ
آمَنُوا
أَنُطْعِمُ |
|
inkarcılar
inananlara: " doyurmak mı!? |
مَنْ
لَوْ
يَشَاءُ
اللهُ
أَطْعَمَهُ |
|
Madem Allah
istediğini doyuruyormuş buyursun doyursun, " |
إِنْ
أَنْتُمْ
إِلاَّ فِي
ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
herhalde siz, kafayı yediniz. " |
وَيَقُولُونَ
مَتَى هَذَا
الْوَعْدُ
إِنْ كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
48. |
Şimdi de: "
Madem samimisiniz, şu kıyamet olayı ne zaman "
derlerdi. |
مَا
يَنْظُرُونَ
إِلاَّ
صَيْحَةً
وَاحِدَةً
تَأْخُذُهُمْ
وَهُمْ
يَخِصِّمُونَ |
49. |
Aslında onlar,
böyle didişip dururlarken kendilerini şok edecek bir ses
patlamasını merak ediyorlar. |
فَلاَ
يَسْتَطِيعُونَ
تَوْصِيَةً
وَلاَ إِلَى
أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ |
50. |
O gün insan,
bırakın başkalarına ricayı minneti, en
yakınlarına bile bakamayacak
|
وَنُفِخَ
فِي
الصُّورِ
فَإِذَا
هُمْ مِنَ
اْلأَجْدَاثِ
إِلَى
رَبِّهِمْ
يَنْسِلُونَ |
51. |
İkinci sur
üflenince, insanlar kabirlerinden derhal fırlayıp, Rab'lerine
doğru sessizce akarlar. |
قَالُوا
يَاوَيْلَنَا
مَنْ
بَعَثَنَا
مِنْ
مَرْقَدِنَا
|
52. |
Kimileri: " Kahretsin!
kim bizi uykumuzdan uyandırdı? " derken, etraftan: |
هَذَا
مَا وَعَدَ
الرَّحْمنُ
وَصَدَقَ
الْمُرْسَلُونَ |
|
" Sevgili
Tanrı'nın söz ettiği bu olmalı. Demek elçiler doğru
söylüyormuş " diyenler olur. |
إِنْ
كَانَتْ
إِلاَّ
صَيْحَةً
وَاحِدَةً |
53. |
Son olarak büyük bir
ses patlaması daha olur. |
فَإِذَا
هُمْ
جَمِيعٌ
لَدَيْنَا
مُحْضَرُونَ |
|
Artık bu sefer
herkes önümüzde hazıroldadır. |
فَالْيَوْمَ
لاَ
تُظْلَمُ
نَفْسٌ
شَيْئًا |
54. |
Bugün kimseye,
zerrece haksızlık edilmez. |
وَلاَ
تُجْزَوْنَ
إِلاَّ مَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
Sadece
yaptıklarınızın cezasını çekersiniz
|
سورة
يس: مكية 83
آية |
23.c. |
Yâsîn:
36 / 55 - 70. Ayetler |
إِنَّ
أَصْحَابَ
الْجَنَّةِ
الْيَوْمَ
فِي شُغُلٍ
فَاكِهُونَ |
55. |
Cennet sakinleri bugün sevinçli bir
telaş içindedirler. |
هُمْ
وَأَزْوَاجُهُمْ
فِي ظِلاَلٍ
عَلَى اْلأَرَائِكِ
مُتَّكِئُونَ |
56. |
Eşleriyle
birlikte gölgeler altında divanlara kurulmalar, |
لَهُمْ
فِيهَا
فَاكِهَةٌ
وَلَهُمْ
مَا
يَدَّعُونَ |
57. |
meyveler,
canlarının çektiği her şeyleri var. |
سَلاَمٌ
قَوْلاً
مِنْ رَبٍّ
رَحِيمٍ |
58. |
Bir ara
Tanrı'dan sımsıcak bir: " merhaba! "
selâmı. |
وَامْتَازُوا
الْيَوْمَ
أَيُّهَا
الْمُجْرِمُونَ |
59. |
Ardından: "
Suçlular! ayrılın artık!! " diyen ve şöyle
devam eden bir gürleme: |
أَلَمْ
أَعْهَدْ
إِلَيْكُمْ يَابَنِي
آدَمَ أَنْ
لاَ
تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ
|
60. |
" Ey
Ademoğlu!. Ben size: şeytana uşaklık etmeyin, demedim
mi, |
إِنَّهُ
لَكُمْ
عَدُوٌّ
مُبِينٌ |
|
o sizin baş
düşmanınızdır, |
وَأَنِ
اعْبُدُونِي
هَذَا
صِرَاطٌ
مُسْتَقِيمٌ |
61. |
bana kulluk edin,
doğru yol budur,
demedim mi? |
وَلَقَدْ
أَضَلَّ
مِنْكُمْ
جِبِلاًّ كَثِيرًا
|
62. |
Şeytan
çoğunuzu baştan çıkardı demek, |
أَفَلَمْ
تَكُونُوا
تَعْقِلُونَ |
|
o zaman hiç mi
kafanız çalışmadı? |
هَذِهِ
جَهَنَّمُ
الَّتِي كُنْتُمْ
تُوعَدُونَ |
63. |
İşte
size sözü edilen cehennem burası. |
اِصْلَوْهَا
الْيَوْمَ
بِمَا كُنْتُمْ
تَكْفُرُونَ |
64. |
İnkarınız
sebebiyle şimdi girin oraya
" |
الْيَوْمَ
نَخْتِمُ
عَلَى
أَفْوَاهِهِمْ
وَتُكَلِّمُنَا
أَيْدِيهِمْ
|
65. |
Artık bugün ağızlar
mühürlüdür, bizimle sadece elleri konuşacak, |
وَتَشْهَدُ
أَرْجُلُهُمْ
بِمَا
كَانُوا يَكْسِبُونَ |
|
ayakları da
yaptıklarına tanıklık edecek. |
وَلَوْ
نَشَاءُ
لَطَمَسْنَا
عَلَى
أَعْيُنِهِمْ
فَاسْتَبَقُوا
الصِّرَاطَ
فَأَنَّى
يُبْصِرُونَ |
66. |
İsteseydik görme
organlarını tamamen iptal eder, hepsini itiş kakış
yollara düşürür, ortada bırakırdık. |
وَلَوْ
نَشَاءُ
لَمَسَخْنَاهُمْ
عَلَى مَكَانَتِهِمْ
|
67. |
İsteseydik
onların yapıtaşlarını hemen oracıkta bozabilir,
|
فَمَا
اسْتَطَاعُوا
مُضِيًّا
وَلاَ
يَرْجِعُونَ |
|
ne ileri, ne geri
kımıldatmazdık. |
وَمَنْ
نُعَمِّرْهُ
نُنَكِّسْهُ
فِي الْخَلْقِ
|
68. |
Nitekim çok
yaşayanların yapıtaşlarını bozup eski çocukluk
haline çeviriyoruz. |
أَفَلاَ
يَعْقِلُونَ |
|
Ah bir
düşünebilseler
|
وَمَا
عَلَّمْنَاهُ
الشِّعْرَ
وَمَا
يَنْبَغِي
لَهُ |
69. |
Biz Muhammed'e
şiir sanatını öğretmedik. Zaten buna gerek de yoktur. |
إِنْ
هُوَ إِلاَّ
ذِكْرٌ
وَقُرْآنٌ
مُبِينٌ |
|
Çünkü Kuran,
gönülleri fetheden nurlu bir kitap olmuştur. |
لِيُنْذِرَ
مَنْ كَانَ
حَيًّا
وَيَحِقَّ الْقَوْلُ
عَلَى
الْكَافِرِينَ |
70. |
Bu Kitap, aklı
başında olanları uyaracak, inkarcılara da kesin
kararları tebliğ edecektir. |
سورة
يس: مكية 83
آية |
23.c. |
Yâsîn:
36 / 71 - 83. Ayetler |
أَوَلَمْ
يَرَوْا
أَنَّا
خَلَقْنَا
لَهُمْ
مِمَّا
عَمِلَتْ
أَيْدِينَا
أَنْعَامًا فَهُمْ
لَهَا
مَالِكُونَ |
71. |
Acaba insanlar, sahip oldukları
hayvanları kendileri için yarattığımızı ve bu
işin, bizim elimizden çıktığını hiç
düşünmediler mi? |
وَذَلَّلْنَاهَا
لَهُمْ
فَمِنْهَا
رَكُوبُهُمْ
وَمِنْهَا
يَأْكُلُونَ |
72. |
Bu hayvanları
insanlar için evcilleştirdik. Kimi
bineklik, kimi yemeklik, |
وَلَهُمْ
فِيهَا
مَنَافِعُ
وَمَشَارِبُ
|
73. |
sıvı besin
kaynağı olmaları yanı sıra başka faydaları da var. |
أَفَلاَ
يَشْكُرُونَ |
|
Ah şükretmeyi
bir bilebilseler
|
وَاتَّخَذُوا
مِنْ دُونِ
اللهِ
آلِهَةً لَعَلَّهُمْ
يُنْصَرُونَ |
74. |
Yardım almak umuduyla Allahı
bırakıp tanrılar edindiler ama, |
لاَ
يَسْتَطِيعُونَ
نَصْرَهُمْ
وَهُمْ لَهُمْ
جُنْدٌ
مُحْضَرُونَ |
75. |
yardım almak
şöyle dursun. Bilakis kendileri onlar karşısında hazrolda
bekliyorlar. |
فَلاَ
يَحْزُنْكَ
قَوْلُهُمْ |
76. |
Resulüm! Onların
sözü seni üzmesin, |
إِنَّا
نَعْلَمُ
مَا
يُسِرُّونَ
وَمَا يُعْلِنُونَ |
|
çünkü biz
onların gizli kapaklı her şeylerini biliyoruz. |
أَوَلَمْ
يَرَ اْلإِنْسَانُ
أَنَّا
خَلَقْنَاهُ
مِنْ
نُطْفَةٍ |
77. |
Acaba insan, bizim
kendisini bir damla sudan yarattığımızı hiç
düşünmez mi? |
فَإِذَا
هُوَ
خَصِيمٌ
مُبِينٌ |
|
Kalkmış
bize meydan okuyor. |
وَضَرَبَ
لَنَا
مَثَلاً
وَنَسِيَ
خَلْقَهُ |
78. |
Şu işe
bakın. Kendi yaratılışını unutup bize örnek
veriyor. |
قَالَ
مَنْ يُحْيِ
الْعِظَامَ
وَهِيَ رَمِيمٌ |
|
"
Çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş " diyor. |
قُلْ
يُحْيِيهَا
الَّذِي أَنْشَأَهَا
أَوَّلَ
مَرَّةٍ |
79. |
Resulüm de ki: "
kendilerini, sıfırdan yaratan diriltecek. |
وَهُوَ
بِكُلِّ
خَلْقٍ
عَلِيمٌ |
|
Çünkü her tür
yaratmayı sadece o bilir. |
الَّذِي
جَعَلَ لَكُمْ
مِنَ
الشَّجَرِ
اْلأَخْضَرِ
نَارًا |
80. |
Yaş
ağaçtan, sizin için ısı üreten Allah, |
فَإِذَا
أَنْتُمْ
مِنْهُ
تُوقِدُونَ |
|
herhalde
çürümüş kemiğe de can verecektir. |
أَوَلَيْسَ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
|
81. |
Gökleri ve yeri
yaratan Allah, |
بِقَادِرٍ
عَلَى أَنْ
يَخْلُقَ
مِثْلَهُمْ |
|
insanı
mı yaratamaz? |
بَلَى
وَهُوَ
الْخَلاَّقُ
الْعَلِيمُ |
|
Tabiki
yaratır. Çünkü o, bilen yaratıcıdır. " |
إِنَّمَا
أَمْرُهُ
إِذَا
أَرَادَ
شَيْئًا أَنْ
يَقُولَ
لَهُ كُنْ
فَيَكُونُ |
82. |
Allah, bir şeyi
yaratmak istedi mi, onun işi, o şeye: " ol "
demektir, o da hemen olur. |
فَسُبْحَانَ
الَّذِي
بِيَدِهِ
مَلَكُوتُ كُلِّ
شَيْءٍ |
83. |
Her şeyin
yönetim ve denetimini elinde tutan Allah'ın erişilmezliği
sözle ifade edilemez. |
وَإِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ |
|
En sonunda hepiniz
ona döneceksiniz. |
سورة
الصافات: مكية 182 آية |
23.c. |
Sâffât:
37 / 1 - 24. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
وَالصَّافَّاتِ
صَفًّا //
فَالزَّاجِرَاتِ
زَجْرًا |
1-2. |
Dizi dizi dizenler!
// usul usul sürenler ve |
فَالتَّالِيَاتِ
ذِكْرًا |
3. |
vızır
vızır okuyanlar aşkına! |
إِنَّ
إِلَهَكُمْ
لَوَاحِدٌ |
4. |
Tanrınız
tekdir. |
رَبُّ
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
وَرَبُّ
الْمَشَارِقِ |
5. |
O, göklerin yerin, bu
ikisi arasındakilerin sahibidir, doğuların da sahibidir
|
إِنَّا
زَيَّنَّا السَّمَاءَ
الدُّنْيَا
بِزِينَةٍ نِالْكَوَاكِبِ |
6. |
Biz, dünya semasını küme
küme yıldızlarla donattık. |
وَحِفْظًا
مِنْ كُلِّ
شَيْطَانٍ
مَارِدٍ |
7. |
Semayı,
arsız şeytana karşı güvenceye aldık. |
لاَ
يَسَّمَّعُونَ
إِلَى الْمَـَلأِ
اْلأَعْلَى |
8. |
Artık, yüce
meclisi dinleyemezler. |
وَيُقْذَفُونَ
مِنْ كُلِّ
جَانِبٍ |
|
Her taraftan çapraz
ateşine tutulup |
دُحُورًا
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
وَاصِبٌ |
9. |
kovulurlar ama,
kuyruk acıları hiç dinmez. |
إِلاَّ
مَنْ خَطِفَ
الْخَطْفَةَ
فَأَتْبَعَهُ
شِهَابٌ
ثَاقِبٌ |
10. |
Ama yine de
şeytan bilgi aşıracak olursa delici bir ışın
peşine takılıp onun işini bitirir... |
فَاسْتَفْتِهِمْ
أَهُمْ
أَشَدُّ
خَلْقًا أَمْ
مَنْ
خَلَقْنَا |
11. |
Resulüm! onlara sor: insanı
yaratmak mı zor, yoksa şu kainatı mı ? |
إِنَّا
خَلَقْنَاهُمْ
مِنْ طِينٍ
لاَزِبٍ |
|
Biz insanı
sıvaşık, adî bir çamurdan yarattık. |
بَلْ
عَجِبْتَ
وَيَسْخَرُونَ
// وَإِذَا ذُكِّرُوا
لاَ
يَذْكُرُونَ |
12-3. |
Olamaz! sen hayrette;
onlar işin dalgasında: // nasihat ediliyor, aldıran yok. |
وَإِذَا
رَأَوْا
آيَةً
يَسْتَسْخِرُونَ |
14. |
Bir ayet gördüler mi,
bakışıp gülüşüyorlar: |
وَقَالُوا
إِنْ هَذَا
إِلاَّ
سِحْرٌ
مُبِينٌ // ءَإذَا
مِتْنَا
وَكُنَّا
تُرَابًا
وَعِظَامًا ءَإنِّا
لَمَبْعُوثُونَ
//
أَوَآبَاؤُنَا
اْلأَوَّلُونَ |
15-7. |
" Bu düpedüz
bir sihir // öldükten, toprak ve kemik olduktan sonra mı
dirileceğiz // Eski atalarımız da öyle mi "
diyorlar. |
قُلْ
نَعَمْ
وَأَنْتُمْ
دَاخِرُونَ |
18. |
De ki " Evet.
Siz de, hem de rezil bir şekilde. " |
فَإِنَّمَا
هِيَ
زَجْرَةٌ
وَاحِدَةٌ
فَإِذَا
هُمْ يَنْظُرُونَ |
19. |
Derken büyük bir
patlama, ardından gözler belerip kalır. |
وَقَالُوا
يَاوَيْلَنَا
هَذَا
يَوْمُ
الدِّينِ |
20. |
O zaman: " Eyvaah!
Kıyamet galiba! " derler. |
هَذَا
يَوْمُ
الْفَصْلِ
الَّذِي كُنْتُمْ
بِهِ
تُكَذِّبُونَ |
21. |
Melekler bu sözü tamamlar: Bu, inkar
edip durduğunuz eleme günüdür. |
اُحْشُرُوا
الَّذِينَ
ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ
وَمَا
كَانُوا
يَعْبُدُونَ |
22. |
Bir ses: Haksızlık edenleri,
yandaşlarını ve Allah diye tapındıkları
şeyleri toplayın |
مِنْ
دُونِ اللهِ
فَاهْدُوهُمْ
إِلَى صِرَاطِ
الْجَحِيمِ |
23. |
ve hepsini birden
cehennem yoluna çıkarın. |
وَ قِفُوهُمْ
إِنَّهُمْ
مَسْئُولُونَ |
24. |
Sorguya çekilmek
üzere hepsini tutuklayın. |
سورة
الصافات: مكية 182 آية |
23.c. |
Sâffât:
37 / 25 - 51. Ayetler |
مَا
لَكُمْ لاَ
تَنَاصَرُونَ
|
25. |
N'oldu neden bugün
yardımlaşamıyorlar?! |
بَلْ
هُمُ الْيَوْمَ
مُسْتَسْلِمُونَ |
26. |
Tabi ya. Artık
pes ettiler. |
وَأَقْبَلَ
بَعْضُهُمْ
عَلَى
بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ |
27. |
Dönüp birbirlerini
itham ederler. |
قَالُوا
إِنَّكُمْ
كُنْتُمْ
تَأْتُونَنَا
عَنِ
الْيَمِينِ |
28. |
Biri: "Siz bize
kıyın soyun yaklaşıyordunuz." |
قَالُوا
بَلْ لَمْ
تَكُونُوا
مُؤْمِنِينَ |
29. |
Öbürü: " Hiç de değil.
Aslında siz inanmış değildiniz. |
وَمَا
كَانَ لَنَا
عَلَيْكُمْ مِنْ
سُلْطَانٍ
بَلْ كُنْتُمْ
قَوْمًا
طَاغِينَ |
30. |
Yani biz size herhangi bir baskı yapmadık. Aksine azgın olan siz idiniz. |
فَحَقَّ
عَلَيْنَا
قَوْلُ
رَبِّنَا
إِنَّا
لَذَائِقُونَ |
31. |
Hep birlikte
Rabb'imizin cezasını hak ettik. Artık çekeceğiz. |
فَأَغْوَيْنَاكُمْ
إِنَّا
كُنَّا
غَاوِينَ |
32. |
Sizi
azıttık çünkü vaktiyle biz de
azıtılmıştık. |
فَإِنَّهُمْ
يَوْمَئِذٍ
فِي
الْعَذَابِ
مُشْتَرِكُونَ |
33. |
Artık o gün
onlar, aynı cezayı çekecekler. |
إِنَّا
كَذَلِكَ
نَفْعَلُ
بِالْمُجْرِمِينَ |
34. |
Biz suçlulara böyle
yaparız. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا
إِذَا قِيلَ
لَهُمْ لاَ إِلَهَ
إِلاَّ
اللهُ
يَسْتَكْبِرُونَ |
35. |
Çünkü onlara: " Allah'tan
başka Tanrı yok dendiği zaman hiç oralı olmadılar.
" |
وَيَقُولُونَ
أَئِنَّا
لَتَارِكُوا
آلِهَتِنَا
لِشَاعِرٍ
مَجْنُونٍ |
36. |
Hatta: " Deli
bir şair için tanrılarımızı terkedecek halimiz yok
herhalde " dediler. |
بَلْ
جَاءَ
بِالْحَقِّ
وَصَدَّقَ
الْمُرْسَلِينَ |
37. |
Halbuki o,
gerçeği söylemiş, üstelik önceki elçileri de
doğrulamıştı. |
إِنَّكُمْ
لَذَائِقُوا
الْعَذَابِ
اْلأَلِيمِ |
38. |
Artık inleten
acıları tadacak ve |
وَمَا
تُجْزَوْنَ
إِلاَّ مَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
39. |
yaptıklarınızın
cezasını çekeceksiniz. |
إِلاَّ
عِبَادَ
اللهِ
الْمُخْلَصِينَ |
40. |
Allah'ın samimî
kullarının |
أُولاَئِكَ
لَهُمْ
رِزْقٌ
مَعْلُومٌ |
41. |
rızkları
ise önceden bellidir. |
فَوَاكِهُ
وَهُمْ
مُكْرَمُونَ
// فِي جَنَّاتِ
النَّعِيمِ |
42-3. |
Kendilerine meyveler
ikram edilecek // Hem de Na'îm bahçelerinde. |
عَلَى
سُرُرٍ
مُتَقَابِلِينَ//
يُطَافُ
عَلَيْهِمْ
بِكَأْسٍ
مِنْ
مَعِينٍ |
44-5. |
Karşılıklı
koltuklarda, // çevrelerinde kaynak suyundan doldurulmuş kaseler
dolaşacak. |
بَيْضَاءَ
لَذَّةٍ
لِلشَّارِبِينَ
// لاَ فِيهَا
غَوْلٌ
وَلاَ هُمْ
عَنْهَا يُنْزَفُونَ
//
وَعِنْدَهُمْ
قَاصِرَاتُ
الطَّرْفِ
عِينٌ |
46-8. |
Pırıl pırıl,
içimine doyum olmaz // baş ağrısı yapmaz, sarhoş da
etmez. // Ayrıca yanlarında mahcup bakışlı güzeller. |
كَأَنَّهُنَّ
بَيْضٌ
مَكْنُونٌ |
49. |
Sanki her biri
saklı bir hazine. |
فَأَقْبَلَ
بَعْضُهُمْ
عَلَى
بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ |
50. |
sorup söyleşmek
için birbirilerine yanaşırlar. |
قَالَ
قَائِلٌ
مِنْهُمْ
إِنِّي
كَانَ لِي قَرِينٌ |
51. |
Bunlardan biri: "
Yahu benim bir yakınım vardı. " diye söze
başlar. |
سورة
الصافات: مكية 182 آية |
23.c. |
Sâffât:
37 / 52 - 76. Ayetler |
يَقُولُ
أَئِنَّكَ
لَمِنَ
الْمُصَدِّقِينَ |
52. |
"Yahu derdi
sen gerçekten onaylıyor musun? |
ءَإِذَا
مِتْنَا
وَكُنَّا
تُرَابًا
وَعِظَامًا ءَإِنَّا
لَمَدِينُونَ |
53. |
Yani biz
şimdi, öldükten, toprak ve kemik olduktan sonra hesaba mı
çekileceğiz." |
قَالَ
هَلْ
أَنْتُمْ
مُطَّلِعُونَ |
54. |
Anlatan adam neden
sonra: " Sahi hiç onu göreniniz oldu mu? " diye sorar. |
فَاطَّلَعَ
فَرَآهُ فِي
سَوَاءِ
الْجَحِيمِ |
55. |
Derken onu cehennemin
taa dibinde görür. |
قَالَ
تَاللهِ
إِنْ كِدْتَ
لَتُرْدِينِ |
56. |
O zaman ona seslenip
der ki: " Vallahi nerdeyse beni de kendine benzetiyordun. |
وَلَوْلاَ
نِعْمَةُ
رَبِّي
لَكُنْتُ
مِنَ
الْمُحْضَرِينَ |
57. |
Eğer Rabbim
yüzüme bakmasaydı, ben de yaka paça buradaydım. |
أَفَمَا
نَحْنُ
بِمَيِّتِينَ |
58. |
Bereket, bir daha ölmeyeceğiz, |
إِلاَّ
مَوْتَتَنَا
اْلأُولَى
وَمَا نَحْنُ
بِمُعَذَّبِينَ |
59. |
-ilk ölüşümüz
hariç- ceza da görmeyeceğiz. " |
إِنَّ
هَذَا
لَهُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ |
60. |
İşte
başarı dediğin böyle olur. |
لِمِثْلِ
هَذَا
فَلْيَعْمَلِ
الْعَامِلُونَ |
61. |
Darısı,
diğer çalışanların başına. |
أَذَلِكَ
خَيْرٌ
نُزُلاً
أَمْ
شَجَرَةُ الزَّقُّومِ |
62. |
Şimdi ikram
olarak sunulan bu ödül mü daha iyi, yoksa zehir zemberek zakkum mu ? |
إِنَّا
جَعَلْنَاهَا
فِتْنَةً
لِلظَّالِمِينَ |
63. |
Biz zakkumu zalimleri
denemek için yarattık. |
إِنَّهَا
شَجَرَةٌ
تَخْرُجُ
فِي أَصْلِ
الْجَحِيمِ |
64. |
Zakkum, cehennem gibi
sıcak dere tabanlarında yetişen bir ağaçtır. |
طَلْعُهَا
كَأَنَّهُ
رُءُوسُ
الشَّيَاطِينِ |
65. |
Çiçek
tomurcukları, şeytan püskülüne benzer. |
فَإِنَّهُمْ
َلآكِلُونَ
مِنْهَا
فَمَالِئُونَ
مِنْهَا الْبُطُونَ |
66. |
Artık
cehennemlikler, zıkkım yiyip karınlarını zıkkımla
dolduracaklar. |
ثُمَّ
إِنَّ
لَهُمْ
عَلَيْهَا
لَشَوْبًا مِنْ
حَمِيمٍ |
67. |
Sonra bu yemeğin
üzerine kaynar su karışımlı bir içecek verilecek. |
ثُمَّ
إِنَّ
مَرْجِعَهُمْ
َلإِلَى
الْجَحِيمِ |
68. |
Sonra da cehennemin
yolunu tutacaklar. |
إِنَّهُمْ
أَلْفَوْا
آبَاءَهُمْ
ضَالِّينَ |
69. |
Çünkü onlar, önce atalarını
yanlış yolda buldular. |
فَهُمْ
عَلَى
آثَارِهِمْ
يُهْرَعُونَ |
70. |
Ama kendileri de
yanlışın peşinden gittiler. |
وَلَقَدْ
ضَلَّ
قَبْلَهُمْ
أَكْثَرُ اْلأَوَّلِينَ |
71. |
Zaten eskilerin
çoğu yanlış yoldaydı. |
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
فِيهِمْ مُنْذِرِينَ |
72. |
Bu yüzden kendilerine
uyarıcılar gönderdik |
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُنْذَرِينَ |
73. |
İkaz edilen
milletlerin sonu ne oldu bak. |
إِلاَّ
عِبَادَ
اللهِ
الْمُخْلَصِينَ |
74. |
Ama Allah'ın
ihlaslı kullarına bir şey olmadı... |
وَلَقَدْ
نَادَانَا
نُوحٌ
فَلَنِعْمَ
الْمُجِيبُونَ |
75. |
Nûh bize yürekten seslenmişti.
Biz de cevap verdik. Ama ne cevap. |
سورة
الصافات: مكية 182 آية |
23.c. |
Sâffât:
37 / 76 - 102. Ayetler |
وَنَجَّيْنَاهُ
وَأَهْلَهُ
مِنَ
الْكَرْبِ
الْعَظِيمِ |
76. |
Nûhu ve ailesini o
büyük sıkıntıdan kurtardık. |
وَجَعَلْنَا
ذُرِّيَّتَهُ
هُمُ
الْبَاقِينَ//وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ
فِي اْلآخِرِينَ |
77-78. |
Nûhun soyunu devam
ettirdik. // Onu gelecek nesillere bayrak ettik. |
سَلاَمٌ
عَلَى نُوحٍ
فِي
الْعَالَمِينَ
// إِنَّا
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ |
79-80. |
Cümle âlemin dilinden
düşmeyen Nûha selâm olsun! // Biz, iyilik sevdalılarını
işte böyle ödüllendiririz. |
إِنَّهُ
مِنْ
عِبَادِنَا
الْمُؤْمِنِينَ
// ثُمَّ
أَغْرَقْنَا
اْلآخَرِينَ |
81-82. |
Çünkü Nûh,
inançlı kullarımızdan idi. // Diğerlerini ise sulara
gömdük
|
وَإِنَّ
مِنْ
شِيعَتِهِ َلإِبْرَاهِيمَ
// إِذْ جَاءَ
رَبَّهُ
بِقَلْبٍ سَلِيمٍ |
83-84. |
İbrahim, Nûh hayranıydı, //
pırıl pırıl yüreği ile Tanrı'ya
yalvarırdı. |
إِذْ
قَالَ ِلأَبِيهِ
وَقَوْمِهِ
مَاذَا
تَعْبُدُونَ |
85. |
Bir gün babasına
ve halkına: " Siz kime hizmet ediyorsunuz böyle? |
أَئِفْكًا
آلِهَةً
دُونَ اللهِ
تُرِيدُونَ //
فَمَا
ظَنُّكُمْ
بِرَبِّ
الْعَالَمِينَ |
86-87. |
Allah'tan
başka tanrılar mı icat ediyorsunuz? // Evrenin Sahibi
hakkında ne diyorsunuz? " diye sormuştu. |
فَنَظَرَ
نَظْرَةً
فِي
النُّجُومِ //
فَقَالَ إِنِّي
سَقِيمٌ |
88-89. |
Bir gün İbrahim
gözlerini göğe dikti, // " galiba hastayım "
diyerek yere yığılıverdi. |
فَتَوَلَّوْا
عَنْهُ
مُدْبِرِينَ
// فَرَاغَ
إِلَى
آلِهَتِهِمْ
فَقَالَ
أَلاَ
تَأْكُلُونَ
// مَا لَكُمْ
لاَ تَنْطِقُونَ |
90-92. |
Bunun üzerine ondan
ürküp kaçtılar. // Sonra kalkıp putlara yöneldi ve: " Yemez
misiniz! // Neyiniz var konuşsanıza! " dedi. |
فَرَاغَ
عَلَيْهِمْ
ضَرْبًا
بِالْيَمِينِ
//
فَأَقْبَلُوا
إِلَيْهِ
يَزِفُّونَ |
93-94. |
Tam onlara bir yumruk
indirecekti ki // halk ona doğru koşarak geliverdi. |
قَالَ
أَتَعْبُدُونَ
مَا
تَنْحِتُونَ
// وَاللهُ
خَلَقَكُمْ
وَمَا
تَعْمَلُونَ |
95-96. |
İbrahim: " Kendi
yontularınıza mı hizmet ediyorsunuz? // Sizi de bu
yaptıklarınızı da Allah yarattı " demesi
üzerine: |
قَالُوا
ابْنُوا
لَهُ
بُنْيَانًا
فَأَلْقُوهُ
فِي
الْجَحِيمِ |
97. |
" Onun için
bir taş ocağı yapıp harlı ateşine atın "
gibisine bağrışmalar oldu |
فَأَرَادُوا
بِهِ
كَيْدًا
فَجَعَلْنَاهُمُ
اْلأَسْفَلِينَ |
98. |
Onun için düzenekler
hazırladılar ama, biz hepsini alaşağı ettik...
|
وَقَالَ
إِنِّي
ذَاهِبٌ
إِلَى
رَبِّي سَيَهْدِينِ |
99. |
İbrahim giderken: " Artık
Tanrı'ma gidiyorum, herhalde bana yolumu gösterecektir " |
رَبِّ
هَبْ لِي مِنَ
الصَّالِحِينَ |
100. |
diyor, bir taraftan
da: " Ya Rab! n'olur bana hayırlı bir evlat ver "
diye yalvarıyordu. |
فَبَشَّرْنَاهُ
بِغُلاَمٍ
حَلِيمٍ |
101. |
Ona akıllı
uslu bir evlat müjdesi verdik
|
فَلَمَّا
بَلَغَ
مَعَهُ
السَّعْيَ
قَالَ يَابُنَيَّ
إِنِّي
أَرَى فِي
الْمَنَامِ |
102. |
İbrahim bir gün, artık kendisiyle
iş tutmaya başlayan oğluna: " Yavrum! rüyamda hep |
أَنِّي
أَذْبَحُكَ
فَانْظُرْ
مَاذَا
تَرَى |
|
seni
boğazladığımı görüyorum, ne dersin bu işe?
" deyince |
قَالَ
يَاأَبَتِ
افْعَلْ مَا
تُؤْمَرُ |
|
oğlu: " Babacığım
sen, sana emredileni yap. |
سَتَجِدُنِي
إِنْ شَاءَ
اللهُ مِنَ
الصَّابِرِينَ |
|
Allah'ın
izniyle beni sabırlı bulacaksın " dedi. |
سورة
الصافات: مكية 182 آية |
23.c. |
Sâffât:
37 / 103 - 126. Ayetler |
فَلَمَّا
أَسْلَمَا
وَتَلَّهُ
لِلْجَبِينِ
|
103. |
Teslim oldular,
oğlunu yüzükoyun yere yatırdı. |
وَنَادَيْنَاهُ
أَنْ
يَا إِبْرَاهِيمُ |
104. |
Tam o sırada:
" İbrahim! " diye gürledik. |
قَدْ
صَدَّقْتَ
الرُّؤْيَا
إِنَّا
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ |
105. |
Rüyanın
gereğini yaptın. Bizim iyilere ikramımız böyledir. " |
إِنَّ
هَذَا
لَهُوَ
الْبَلاَءُ
الْمُبِينُ |
106. |
Anlaşılacağı
üzere bu, ciddî bir sınavdı. |
وَفَدَيْنَاهُ
بِذِبْحٍ
عَظِيمٍ |
107. |
Büyük bir
kurbanlık ile İbrahimi kurtardık. |
وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ
فِي اْلآخِرِينَ |
108. |
Ayrıca bu kurban
olayını dillere destan ettik. |
سَلاَمٌ
عَلَى
إِبْرَاهِيمَ |
109. |
İbrahime selâm
olsun! |
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ |
110. |
Bizim iyilere
cevabımız hep böyle olmuştur. |
إِنَّهُ
مِنْ
عِبَادِنَا
الْمُؤْمِنِينَ |
111. |
Çünkü İbrahim,
bizim inançlı kullarımızdan idi. |
وَبَشَّرْنَاهُ
بِإِسْحاَقَ
نَبِيًّا
مِنَ
الصَّالِحِينَ |
112. |
İbrahimi evlat
olarak bir de İshâk ile mutlu ettik. O da başarılı
habercilerimizden idi. |
وَبَارَكْنَا
عَلَيْهِ
وَعَلَى
إِسْحاَقَ |
113. |
İbrahim ve
İshâk için hayır-duada bulunduk. |
وَمِنْ
ذُرِّيَّتِهِمَا
مُحْسِنٌ
وَظَالِمٌ
لِنَفْسِهِ
مُبِينٌ |
|
İbrahimlerin
soyundan iyiler de geldi, kendisine bile hayrı olmayanlar da geldi
|
وَلَقَدْ
مَنَنَّا
عَلَى
مُوسَى وَهاَرُونَ |
114. |
Mûsa ve Harûna da
iyiliklerimiz olmuştur. |
وَنَجَّيْنَاهُمَا
وَقَوْمَهُمَا
مِنَ
الْكَرْبِ
الْعَظِيمِ |
115. |
Onları ve
halkını büyük sıkıntıdan kurtardık. |
وَنَصَرْنَاهُمْ
فَكَانُوا
هُمُ
الْغَالِبِينَ |
116. |
Yardımlarımız
sayesinde galip geldiler. |
وَآتَيْنَاهُمَا
الْكِتَابَ
الْمُسْتَبِينَ |
117. |
Her ikisine,
anlatısı güzel Tevratı verdik. |
وَهَدَيْنَاهُمَا
الصِّرَاطَ
الْمُسْتَقِيمَ |
118. |
Her ikisini
doğru yola yönlendirdik. |
وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِمَا
فِي اْلآخِرِينَ |
119. |
Her ikisini de
dillere destan ettik. |
سَلاَمٌ
عَلَى
مُوسَى وَهاَرُونَ |
120. |
Mûsaya ve Harûna
selâm olsun! |
إِنَّا
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ |
121. |
Bizim iyilere
karşılığımız hep böyle olmuştur. |
إِنَّهُمَا
مِنْ عِبَادِنَا
الْمُؤْمِنِينَ |
122. |
Çünkü her ikisi de
inançlı kullarımızdan idi
|
وَإِنَّ
إِلْيَاسَ
لَمِنَ
الْمُرْسَلِينَ |
123. |
İlyas da Tanrı elçilerinden idi. |
إِذْ
قَالَ
لِقَوْمِهِ
أَلاَ
تَتَّقُونَ |
124. |
Halkına: " Kendinizi
sağlama almalısınız. |
أَتَدْعُونَ
بَعْلاً
وَتَذَرُونَ
أَحْسَنَ
الْخَالِقِينَ |
125. |
En güzel
yaratanı bırakıyor, Bale el açıyorsunuz öyle mi? |
اَللهَ
رَبَّكُمْ
وَرَبَّ
آبَائِكُمُ
اْلأَوَّلِينَ |
126. |
Halbuki Allah'a,
yani sizin de atalarınızın da Sahib'ine dua etmelisiniz " dedi. |
سورة
الصافات: مكية 182 آية |
23.c. |
Sâffât:
37 / 127 - 153. Ayetler |
فَكَذَّبُوهُ
فَإِنَّهُمْ
لَمُحْضَرُونَ
|
127. |
Onu yalanlayanlar da önümüze getirilecekler. |
إِلاَّ
عِبَادَ
اللهِ
الْمُخْلَصِينَ |
128. |
Allah'ın samimî
kulları hariç tabiki. |
وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ
فِي اْلآخِرِينَ |
129. |
Biz İlyası
da dillere destan ettik. |
سَلاَمٌ
عَلَى إِلْ
يَاسِينَ |
130. |
İlyas ve onun
izinden gidenlere selâm olsun! |
إِنَّا
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ |
131. |
Bizim, iyilere
cevabımız hep böyle olmuştur. |
إِنَّهُ
مِنْ
عِبَادِنَا
الْمُؤْمِنِينَ |
132. |
Çünkü İlyas
bizim inançlı kullarımızdan idi
|
وَإِنَّ
لُوطًا
لَمِنَ
الْمُرْسَلِينَ |
133.
|
Lût da Tanrı elçilerinden idi. |
إِذْ
نَجَّيْنَاهُ
وَأَهْلَهُ
أَجْمَعِينَ |
134. |
Biz onu ve tüm
ailesini kurtardık. |
إِلاَّ
عَجُوزًا
فِي
الْغَابِرِينَ//
ثُمَّ دَمَّرْنَا
اْلآخَرِينَ |
135.
136. |
Sadece
karısını pislikler içinde bıraktık. //
Diğerlerini ise toptan imha ettik. |
وَإِنَّكُمْ
لَتَمُرُّونَ
عَلَيْهِمْ
مُصْبِحِينَ
//
وَبِاللَّيْلِ
أَفَلاَ
تَعْقِلُونَ |
137.138. |
Siz Mekkeliler sabah
akşam onların kalıntıları önünden gelip geçiyorsunuz
ama, acaba hiç aklınıza geldiği oluyor mu?
|
وَإِنَّ
يُونُسَ
لَمِنَ
الْمُرْسَلِينَ |
139. |
Yûnus da Tanrı elçilerinden idi. |
إِذْ
أَبَقَ
إِلَى
الْفُلْكِ
الْمَشْحُونِ
// فَسَاهَمَ
فَكَانَ مِنَ
الْمُدْحَضِينَ |
140.141. |
Kaçak olarak yük gemisine
sığınmıştı. // Töre gereği, kaçaklar
arasında çekilen kurayı kaybetmişti. |
فَالْتَقَمَهُ
الْحُوتُ
وَهُوَ
مُلِيمٌ |
142. |
Yûnus,
atıldığı denizde çırpınırken onu dev bir
balık yuttu. |
فَلَوْلاَ
أَنَّهُ
كَانَ مِنَ
الْمُسَبِّحِينَ
// لَلَبِثَ
فِي بَطْنِهِ
إِلَى
يَوْمِ
يُبْعَثُونَ |
143.144. |
Şayet o,
Allah'ın erişilmez yüceliğine sığınıp
yakarmasaydı. // balığın karnında kıyamete
kadar kalabilirdi. |
فَنَبَذْنَاهُ
بِالْعَرَاءِ
وَهُوَ سَقِيمٌ |
145. |
Onu gayet bitkin bir
şekilde sahile attık. |
وَأَنْبَتْنَا
عَلَيْهِ
شَجَرَةً
مِنْ
يَقْطِينٍ //
وَأَرْسَلْنَاهُ
إِلَى
مِائَةِ
أَلْفٍ أَوْ
يَزِيدُونَ |
146-147. |
Bir palmiye
ağacı altına getirdik. // Sonra onu, yüz küsur binlik Ninova
şehrine elçi olarak görevlendirdik. |
فَآمَنُوا
فَمَتَّعْنَاهُمْ
إِلَى حِينٍ |
148. |
Yûnusu sevdiler. Biz
de onlara dirlik verdik
|
فَاسْتَفْتِهِمْ
أَلِرَبِّكَ
الْبَنَاتُ
وَلَهُمُ
الْبَنُونَ |
149. |
Resulüm! Mekkelilere sor: Kızlar
Allahın, oğlanlar kendilerinin oluyormuş öyle mi? |
أَمْ
خَلَقْنَا
الْمَلاَئِكَةَ
إِنَاثًا
وَهُمْ
شَاهِدُونَ |
150. |
Yoksa biz melekleri
onların gözü önünde dişi mi yaratmışız. |
أَلاَ
إِنَّهُمْ
مِنْ
إِفْكِهِمْ
لَيَقُولُونَ
// وَلَدَ اللهُ
وَإِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ
// اَصْطَفَى
الْبَنَاتِ
عَلَى
الْبَنِينَ |
151.152.153. |
Tabi böylesine kuru
iftira atabilenler, pekâlâ: " Allah doğurdu " da
diyebilir. Sizi yalancılar! // Demek Allah, kızı oğlana
tercih etmiş ha! |
سورة
الصافات: مكية 182 آية |
23.c. |
Sâffât:
37 / 154 - 182. Ayetler |
مَا
لَكُمْ
كَيْفَ
تَحْكُمُونَ
// أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
|
154.155. |
Neyiniz var?
Nasıl hüküm verebiliyorsunuz? // Sizde hiç akıl yok mu?. |
أَمْ
لَكُمْ
سُلْطَانٌ
مُبِينٌ |
156. |
Yoksa sağlam bir
kanıtınız mı var? |
فَأْتُوا
بِكِتَابِكُمْ
إِنْ
كُنتُمْ صَادِقِينَ |
157. |
Eğer ciddî
iseniz yazılı belgenizi getirin. |
وَجَعَلُوا
بَيْنَهُ
وَبَيْنَ
الْجِنَّةِ
نَسَبًا
وَلَقَدْ
عَلِمَتِ
الْجِنَّةُ
إِنَّهُمْ
لَمُحْضَرُونَ |
158. |
Allah ile cinler
arasında bir yakınlık kuruyorlar oysa cinler, yüce divana
getirileceklerinin bilincindedirler. |
سُبْحَانَ
اللهِ
عَمَّا
يَصِفُونَ |
159. |
Allah, hiçbir tasvir
ile ifade edilemez. |
إِلاَّ
عِبَادَ
اللهِ
الْمُخْلَصِينَ |
160. |
Allahı idrak
etmek onun has kullarına özeldir. |
فَإِنَّكُمْ
وَمَا
تَعْبُدُونَ
// مَا أَنْتُمْ
عَلَيْهِ
بِفَاتِنِينَ |
161.162. |
Ne siz, ne de
tapındıklarınız, // kimseyi Allah'a karşı
ayartamazsınız. |
إِلاَّ
مَنْ هُوَ
صَالِ الْجَحِيمِ |
163. |
Siz sadece
cehennemlikleri avlayabilirsiniz. |
وَمَا
مِنَّا
إِلاَّ لَهُ
مَقَامٌ
مَعْلُومٌ //
وَإِنَّا
لَنَحْنُ
الصَّافُّونَ |
164.165. |
Cebrail bir ara
resule teselli babında: Biz meleklerin yeri bellidir. // bizler saf
halinde |
وَإِنَّا
لَنَحْنُ
الْمُسَبِّحُونَ |
166. |
her daim
Allah'ın erişilmezliğini yad ederiz. |
وَإِنْ
كَانُوا
لَيَقُولُونَ
// لَوْ أَنَّ عِنْدَنَا
ذِكْرًا مِنَ
اْلأَوَّلِينَ
// لَكُنَّا
عِبَادَ
اللهِ الْمُخْلَصِينَ |
167.168.169. |
Eğer
Mekkeliler: -" bizim de atalarımızdan kalma kitabımız
olsaydı, // biz de Allah'ın has kulları olurduk. "
derlerse varsın desinler. |
فَكَفَرُوا
بِهِ
فَسَوْفَ
يَعْلَمُونَ |
170. |
Kitapları var
ama inkar ettiler. Ama yakında akılları başlarına
gelecek diyordu... |
وَلَقَدْ
سَبَقَتْ
كَلِمَتُنَا
لِعِبَادِنَا
الْمُرْسَلِينَ |
171. |
Resulüm biz elçilerimize hep şu sözü
verdik: |
إِنَّهُمْ
لَهُمُ
الْمَنْصُورُونَ
// وَإِنَّ جُنْدَنَا
لَهُمُ
الْغَالِبُونَ |
172.173. |
" Onlar,
kesinlikle başaracaklar. // Bizim erlerimiz kesinlikle galip gelecekler
" dedik. |
فَتَوَلَّ
عَنْهُمْ
حَتَّى
حِينٍ//وَأَبْصِرْهُمْ
فَسَوْفَ
يُبْصِرُونَ |
174.175. |
Resulüm! Sen bir süre
onlarla ilgilenme. // şimdilik seyret, çünkü yakında görecekler. |
أَفَبِعَذَابِنَا
يَسْتَعْجِلُونَ |
176. |
Belli ki bizim
cezamızı merak ediyorlar. |
فَإِذَا
نَزَلَ
بِسَاحَتِهِمْ
فَسَاءَ
صَبَاحُ
الْمُنذَرِينَ |
177. |
Ama o gün gelip de
acılar sökün etti mi, onların sabahı hiç de hayır
olmayacak. |
وَتَوَلَّ
عَنْهُمْ
حَتَّى
حِينٍ |
178. |
İyisi mi bir
süre onlardan uzak dur! |
وَأَبْصِرْ
فَسَوْفَ
يُبْصِرُونَ |
179. |
Sabret. Nasıl
olsa pek yakında görecekler. |
سُبْحَانَ
رَبِّكَ
رَبِّ
الْعِزَّةِ
عَمَّا
يَصِفُونَ |
180. |
Tanrı'nın
yüceliği onların havsalasına sığmaz. |
وَسَلاَمٌ
عَلَى
الْمُرْسَلِينَ |
181. |
Tüm Tanrı
elçilerine selâm olsun. |
وَالْحَمْدُ
ِللهِ رَبِّ
الْعَالَمِينَ
|
182. |
Evreni çekip çeviren
Allah'a şükürler olsun. |
سورة
ص: مكية 88
آية |
23.c. |
Sâd:
38 / 1 - 16. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
صۤ
وَالْقُرْآنِ
ذِي
الذِّكْرِ |
1. |
Sâd. Dillere destan
Kur'an aşkına derim ki! |
بَلِ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
فِي عِزَّةٍ
وَشِقَاقٍ |
2. |
İnkarcılar,
işi onur meselesi yapıp düşmanlığa
vardırdılar. |
كَمْ
أَهْلَكْنَا
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنْ قَرْنٍ
فَنَادَوْا |
3. |
Biz daha önce, nice
nesilleri helâk ettik. Hepsi feryadu figân ettiler ama, |
وَلاَتَ
حِينَ
مَنَاصٍ |
|
kaçacak
zamanları bile olmadı
|
وَعَجِبُوا
أَنْ
جَاءَهُمْ
مُنْذِرٌ
مِنْهُمْ |
4. |
Bildik bir
uyarıcı geldi diye şaşırdılar. |
وَقَالَ
الْكَافِرُونَ
هَذَا
سَاحِرٌ كَذَّابٌ |
|
" Tam bir
yalancı! " deyip çıktılar. |
أَجَعَلَ
اْلآلِهَةَ
إِلَهًا
وَاحِدًا
إِنَّ هَذَا
لَشَيْءٌ
عُجَابٌ |
5. |
"Tanrıları
bire indirmiş! olur şey değil." dediler. |
وَانْطَلَقَ
الْمَـَلأُ
مِنْهُمْ
أَنِ
امْشُوا |
6. |
Ağaları ise:
" hadi işinize bakın, |
وَاصْبِرُوا
عَلَى
آلِهَتِكُمْ
إِنَّ هَذَا
لَشَيْءٌ
يُرَادُ |
|
tanrılarınıza
sahip çıkın. Yapmanız gereken budur " gibi laflar etmeye
başladılar. |
مَا
سَمِعْنَا
بِهَذَا فِي
الْمِلَّةِ اْلآخِرَةِ
إِنْ هَذَا
إِلاَّ
اخْتِلاَقٌ |
7. |
" Biz bunu,
son gelen dinde / Hristiyanlıkta bile duymadık. Bu, tam bir düzmece.
" dediler. |
ءَاُنْزِلَ
عَلَيْهِ
الذِّكْرُ
مِنْ
بَيْنِنَا |
8. |
" Biz var
iken Söz, ona mı düşmüş " dediler. |
بَلْ
هُمْ فِي
شَكٍّ مِنْ
ذِكْرِي
بَلْ لَمَّا
يَذُوقُوا
عَذَابِ |
|
Onlar benim Söz'ümden
kuşkudalar. Çünkü henüz benim acımı tatmadılar. |
أَمْ
عِنْدَهُمْ
خَزَائِنُ
رَحْمَةِ
رَبِّكَ
الْعَزِيزِ
الْوَهَّابِ |
9. |
Yoksa senin verici ve
görkemli Rabb'inin rahmet hazinesi, onların tekelinde mi? |
أَمْ
لَهُمْ
مُلْكُ
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
|
10. |
Yoksa göklerin yerin,
bu ikisi arasındakilerin sahibi onlar mı? |
فَلْيَرْتَقُوا
فِي
اْلأَسْبَابِ |
|
O zaman hemen
çıkıp işin başına geçsinler. |
جُنْدٌ
مَا
هُنَالِكَ
مَهْزُومٌ
مِنَ
اْلأَحْزَابِ |
11. |
Aslında onlar,
işbirlikçilerin yenilgi sonrası şuraya buraya
dağılmış askerleri gibidirler
|
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ وَعَادٌ
وَفِرْعَوْنُ
ذُو
اْلأَوْتَادِ |
12. |
Onlardan önce de, Nûh ve Ad kavimleri
hatta eğitimli ordular sahibi Fıravun da inkar etti. |
وَثَمُودُ
وَقَوْمُ
لُوطٍ وَأَصْحَابُ
اْلأَيْكَةِ
أُولاَئِكَ
اْلأَحْزَابُ |
13. |
Semûd, Lût,
ormanlı Eykeli'ler de. Evet, bunların hepsi işbirlikçi idiler. |
إِنْ
كُلٌّ
إِلاَّ كَذَّبَ
الرُّسُلَ
فَحَقَّ
عِقَابِ |
14. |
Hepsi de elçilerimi
yalanladıkları için cezamı hak etmişlerdi. |
وَمَا
يَنْظُرُ
هَؤُلاَءِ
إِلاَّ
صَيْحَةً
وَاحِدَةً
مَا لَهَا
مِنْ
فَوَاقٍ |
15. |
Anlaşılan
şimdi de bunlar, karşı konamaz o büyük patlamayı
bekliyorlar. |
وَقَالُوا
رَبَّنَا
عَجِّلْ
لَنَا
قِطَّنَا قَبْلَ
يَوْمِ
الْحِسَابِ |
16. |
Bir de küstahça:
" Ya Rab! bize ceza verecek isen n'olur kıyametten önce
ver. " diyorlar. |
سورة
ص: مكية 88
آية |
23.c. |
Sâd:
38 / 17 - 26. Ayetler |
اِصْبِرْ
عَلَى مَا
يَقُولُونَ
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا
دَاوُودَ
ذَا
اْلأَيْدِ
إِنَّهُ
أَوَّابٌ |
17. |
Resulüm! Onların söylemlerine
karşı sabırlı ol. Babayiğit kulumuz Davûdu
hatırla. Çünkü o da, çok dertlenirdi. |
إِنَّا
سَخَّرْنَا
الْجِبَالَ
مَعَهُ يُسَبِّحْنَ
بِالْعَشِيِّ
وَاْلإِشْرَاقِ |
18. |
Hizmetine
sunduğumuz dağlarda, sabahtan akşama kadar onun nağmeleri
yankılanırdı. |
وَالطَّيْرَ
مَحْشُورَةً
كُلٌّ لَهُ
أَوَّابٌ |
19. |
Hatta kuşlar,
başına toplanıp onun derdine eşlik ederdi. |
وَشَدَدْنَا
مُلْكَهُ
وَآتَيْنَاهُ
الْحِكْمَةَ
وَفَصْلَ
الْخِطَابِ |
20. |
Hitabet ve yönetim
sanatını öğretmek suretiyle onun iktidarını
güçlendirmiştik. |
وَهَلْ
أَتَاكَ
نَبَأُ
الْخَصْمِ
إِذْ تَسَوَّرُوا
الْمِحْرَابَ |
21. |
Onun hasımlar
öyküsünü duymuşsundur. Hani duvarı aşıp makamına
yürümüşlerdi. |
إِذْ دَخَلُوا
عَلَى
دَاوُودَ
فَفَزِعَ
مِنْهُمْ |
22. |
Pat diye içeri
girince doğrusu Davûd onlardan korkmuştu. |
قَالُوا
لاَ تَخَفْ
خَصْمَانِ
بَغَى بَعْضُنَا
عَلَى
بَعْضٍ |
|
İki hasım
Davûda: " Korma. Biz birbirine hakkı geçmiş iki
davalıyız |
فَاحْكُمْ
بَيْنَنَا
بِالْحَقِّ
وَلاَ تُشْطِطْ |
|
Aramızda
hakça hüküm ver. Sakın kem küm etme. |
وَاهْدِنَا
إِلَى
سَوَاءِ
الصِّرَاطِ |
|
Bize yolun
doğrusunu göster. |
إِنَّ
هَذَا أَخِي
لَهُ تِسْعٌ
وَتِسْعُونَ
نَعْجَةً
وَلِيَ
نَعْجَةٌ
وَاحِدَةٌ
فَقَالَ
أَكْفِلْنِيهَا
وَعَزَّنِي
فِي الْخِطَابِ |
23. |
Bu benim
kardeşim. Onun doksan dokuz keçisi var, benimse tek keçim var. Bizimki:
' onu da bana ver ' deyip tutturdu. " |
قَالَ
لَقَدْ
ظَلَمَكَ
بِسُؤَالِ
نَعْجَتِكَ
إِلَى
نِعَاجِهِ |
24. |
Davûd: " Vallahi
seninkini kendi sürüsüne katmayı istemekle sana haksızlık
etmiş. |
وَإِنَّ
كَثِيرًا
مِنَ
الْخُلَطَاءِ
لَيَبْغِي
بَعْضُهُمْ
عَلَى
بَعْضٍ |
|
Ama,
ortaklıklarda olur böyle şeyler. |
إِلاَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
وَقَلِيلٌ
مَا هُمْ |
|
Ancak, inanıp
yararlı işler yapanlar hariç, zaten bu gibiler az bulunur!? " demişti ki |
وَظَنَّ
دَاوُودُ
أَنَّمَا
فَتَنَّاهُ
فَاسْتَغْفَرَ
رَبَّهُ
وَخَرَّ
رَاكِعًا وَأَنَابَ |
scd |
Davûd bir an,
kendisini imtihan ettiğimizi sandı, tövbe istiğfar etti,
yerlere kapandı secdeye vardı yalvardı da yalvardı. |
فَغَفَرْنَا
لَهُ ذَلِكَ |
25. |
Biz de onun bu
dikkatsizliğini bağışladık. |
وَإِنَّ
لَهُ
عِنْدَنَا
لَزُلْفَى
وَحُسْنَ
مَآبٍ |
|
Çünkü değerli
kulumuz Davûd, bizim hüsnü kabulümüzü hak etmiştir. |
يَادَاوُودُ
إِنَّا
جَعَلْنَاكَ
خَلِيفَةً
فِي
اْلأَرْضِ |
26. |
Nitekim vaktiyle
kendisine: " Sevgili Davûd biz seni yer yüzüne temsilci olarak
atadık. |
فَاحْكُمْ
بَيْنَ
النَّاسِ
بِالْحَقِّ |
|
İnsanlar
arasında hakça hüküm ver. |
وَلاَ
تَتَّبِعِ
الْهَوَى
فَيُضِلَّكَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ |
|
Duygularının
esiri olma! Çünkü duygular seni Hak yolundan uzaklaştırır. |
إِنَّ
الَّذِينَ
يَضِلُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ اللهِ
لَهُمْ
عَذَابٌ
شَدِيدٌ
بِمَا نَسُوا
يَوْمَ
الْحِسَابِ |
|
Hak yolundan
uzaklaşanlar ise, ahiret sorgulamasını unuttukları için,
ağır cezalara çarptırılacaklar. " demiştik. |
سورة
ص: مكية 88
آية |
23.c. |
Sâd:
38 / 27 - 42. Ayetler |
وَمَا
خَلَقْنَا
السَّمَاءَ
وَاْلأَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
بَاطِلاً
|
27. |
Resulüm! biz, gökleri, yeri ve bu ikisi
arasındakileri boşuna yaratmadık. |
ذَلِكَ
ظَنُّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا فَوَيْلٌ
لِلَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنَ
النَّارِ |
|
Boşuna lafı, inkarcıların
kuru iddiasıdır. İnkarcıların ateşlen
çekeceği var. |
أَمْ
نَجْعَلُ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
28. |
Biz, inanıp
yararlı faaliyetlerde bulunanları, |
كَالْمُفْسِدِينَ
فِي
اْلأَرْضِ |
|
yeryüzünü fesada
verenlerle bir mi tutarız? |
أَمْ نَجْعَلُ
الْمُتَّقِينَ
كَالْفُجَّارِ |
|
Sağlamları
çürükler içine atar mıyız hiç?
|
كِتَابٌ
أَنْزَلْنَاهُ
إِلَيْكَ
مُبَارَكٌ
لِيَدَّبَّرُوا
آيَاتِهِ
وَلِيَتَذَكَّرَ
أُولُوا
اْلأَلْبَابِ |
29. |
Sana indirdiğimiz bu
hayırlı Kitabı'n ayetleri, düşünmeleri için tüm insanlığa;
ilmî sonuç tahsili için de bilim adamlarına hitap eder. |
وَوَهَبْنَا
لِدَاوُودَ
سُلَيْمَانَ
نِعْمَ
الْعَبْدُ
إِنَّهُ
أَوَّابٌ |
30. |
Davûda, Süleyman
gibi bir oğlan bağışladık. Tövbeci
yapısıyla Süleyman, ne iyi bir kul idi. |
إِذْ
عُرِضَ
عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ
الصَّافِنَاتُ
الْجِيَادُ |
31. |
Akşama
doğru kendisine hep, bir ayağı sekili, safkan koşu
atları gösterilirdi. |
فَقَالَ
إِنِّي
أَحْبَبْتُ
حُبَّ
الْخَيْرِ
عَنْ ذِكْرِ
رَبِّي |
32. |
" Ben bu
güzelleri, bana Allahı hatırlattıkları için seviyorum
" der |
حَتَّى
تَوَارَتْ
بِالْحِجَابِ |
|
karanlık basana
kadar onları seyrederdi. |
رُدُّوهَا
عَلَيَّ
فَطَفِقَ
مَسْحًا
بِالسُّوقِ
وَاْلأَعْنَاقِ |
33. |
Hatta
dayanamayıp: " Onları bana getirsenize " der,
bacaklarını, boyunlarını okşar okşardı. |
وَلَقَدْ
فَتَنَّا
سُلَيْمَانَ
وَأَلْقَيْنَا
عَلَى
كُرْسِيِّهِ
جَسَدًا
ثُمَّ
أَنَابَ |
34. |
Bir defasında
Süleymanı, koltuğunun üzerine bir ceset atarak sınadık.
Bereket kendine gelip tövbe etti: |
قَالَ
رَبِّ
اغْفِرْ لِي
وَهَبْ لِي
مُلْكًا لاَ
يَنْبَغِي ِلأََحَدٍ
مِنْ
بَعْدِي
إِنَّكَ
أَنْتَ
الْوَهَّابُ |
35. |
" Ya Rab!.
N'olur beni bağışla. Bana öyle bir güç ver ki benden sonra
kimse ona eremesin! Artık verici sensin. " dedi. |
فَسَخَّرْنَا
لَهُ
الرِّيحَ
تَجْرِي
بِأَمْرِهِ
رُخَاءً
حَيْثُ
أَصَابَ |
36. |
Biz de
karşılık olarak, rüzgârı hizmetine verdik. Artık
istediği yöne yelken açabiliyordu. |
وَالشَّيَاطِينَ
كُلَّ
بَنَّاءٍ
وَغَوَّاصٍ |
37. |
Kimi yapı
ustası kimi dalgıç şeytanları da onun emrine
verdik. |
وَآخَرِينَ
مُقَرَّنِينَ
فِي
اْلأَصْفَادِ |
38. |
Hatta yedekte tutulan
şeytanları bile vardı. |
هَذَا
عَطَاؤُنَا
فَامْنُنْ
أَوْ
أَمْسِكْ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ |
39. |
Bütün bunlar,
bizim ikramımız. İster bırak ister sal sana sorgu sual
yok dedik. |
وَإِنَّ
لَهُ
عِنْدَنَا
لَزُلْفَى
وَحُسْنَ
مَآبٍ |
40. |
Süleyman bizim, çok
yakınlık gösterdiğimiz değerli kullarımızdan
idi
|
وَاذْكُرْ
عَبْدَنَا
أَيُّوبَ
إِذْ نَادَى
رَبَّهُ
أَنِّي
مَسَّنِي
الشَّيْطَانُ
بِنُصْبٍ
وَعَذَابٍ |
41. |
Kulumuz Eyyûbu hatırla: " Tanrım!
çok hastayım, yorgunluk ve susuzluk canıma tak etti. "
diye seslenmişti yürekten. |
اُرْكُضْ
بِرِجْلِكَ
هَذَا
مُغْتَسَلٌ
بَارِدٌ
وَشَرَابٌ |
42. |
Biz de: " Haydi
gayret! İşte serin gölet ve içme suyu şuracıkta.
" diye yüreklendirmiştik. |
سورة
ص: مكية 88
آية |
23.c. |
Sâd:
38 / 43 - 61. Ayetler |
وَوَهَبْنَا
لَهُ
أَهْلَهُ
وَمِثْلَهُمْ
مَعَهُمْ
رَحْمَةً
مِنَّا
وَذِكْرَى ِلأُولِي
اْلأَلْبَابِ |
43. |
Bizden bir sevgi
işareti; gönül erbabına da unutulmaz bir anı olarak, Eyyûb'u,
eşine dostuna salimen ulaştırdık: |
وَخُذْ
بِيَدِكَ
ضِغْثًا
فَاضْرِبْ
بِهِ وَلاَ
تَحْنَثْ |
44. |
" Eline bir
demet sap al ve eşini onunla çırpıştır, yeminini
bozmamış olursun "
dedik. |
إِنَّا
وَجَدْنَاهُ
صَابِرًا
نِعْمَ الْعَبْدُ
إِنَّهُ
أَوَّابٌ |
|
Biz onu
sabırlı bulduk. Dili dualı biri olarak ne iyi bir kuldu Eyyûb!... |
وَاذْكُرْ
عِبَادَنَا
إبْرَاهِيمَ
وَإِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ
|
45. |
Kulumuz İbrahim, İshak ve
Yakûb'u da an. |
أُولِي
اْلأَيْدِي
وَاْلأَبْصَارِ |
|
Hepsi de
babayiğit ve ileri görüşlü kimselerdi. |
إِنَّا
أَخْلَصْنَاهُمْ
بِخَالِصَةٍ
ذِكْرَى
الدَّارِ |
46. |
Hepsi de öbür dünya
aşkıyla yanıp tutuşurdu. |
وَإِنَّهُمْ
عِنْدَنَا
لَمِنَ
الْمُصْطَفَيْنَ
اْلأَخْيَارِ |
47. |
Hepsi de seçkin ve
süzme kullarımızdan idi
|
وَاذْكُرْ
إِسْماَعِيلَ
وَالْيَسَعَ وَذَا
الْكِفْلِ
وَكُلٌّ مِنَ
اْلأَخْيَارِ |
48. |
İsmail'i, Elyesa'yı ve Zülkifl'i de
hatırla. Onlar da değerli kimselerdi. |
هَذَا
ذِكْرٌ
وَإِنَّ
لِلْمُتَّقِينَ
لَحُسْنَ
مَآبٍ |
49. |
Hepsi de anmaya
değer kimselerdi. Onlar gibi sağlamcılara
karşılığımız hep güzel olacak. |
جَنَّاتِ
عَدْنٍ
مُفَتَّحَةً
لَهُمُ
اْلأَبْوَابُ |
50. |
Adin cenneti,
kapılarını açmış onları bekliyor. |
مُتَّكِئِينَ
فِيهَا
يَدْعُونَ
فِيهَا بِفَاكِهَةٍ
كَثِيرَةٍ
وَشَرَابٍ |
51. |
Artık oturup
türlü çeşit meyve ve içeceklerden sadece isteyecekler, |
وَعِنْدَهُمْ
قَاصِرَاتُ
الطَّرْفِ
أَتْرَابٌ |
52. |
Yanı
başında yaşına uygun gözü eşinde eşler. |
هَذَا
مَا
تُوعَدُونَ
لِيَوْمِ
الْحِسَابِ //
إِنَّ هَذَا
لَرِزْقُنَا
مَا لَهُ
مِنْ
نَفَادٍ |
53-4. |
Bunlar,
hesaplaşma günü için size vadedilen şeyler. // Hepsi bizim
tükenmeyen ikramlarımız. |
هَذَا
وَإِنَّ
لِلطَّاغِينَ
لَشَرَّ
مَآبٍ //
جَهَنَّمَ
يَصْلَوْنَهَا
فَبِئْسَ
الْمِهَادُ |
55-6. |
Azgınlara
gelince, çok kötü karşılanacaklar. // Cayır cayır
ateşe yaslanacaklar, ah ne berbat bir yaslak. |
هَذَا
فَلْيَذُوقُوهُ
حَمِيمٌ
وَغَسَّاقٌ
//وَآخَرُ
مِنْ
شَكْلِهِ
أَزْوَاجٌ |
57-8. |
İşte kaynar
sular işte irin, iç içebilirsen. // Daha ne acılar sökün edecek
peşinden. |
هَذَا
فَوْجٌ
مُقْتَحِمٌ
مَعَكُمْ
لاَ
مَرْحَبًا
بِهِمْ |
59. |
Birileri: " Sizinle birlikte
götürülen şu baylar var ya; onlara selâmı sabahı kesin! |
إِنَّهُمْ
صَالُوا
النَّارِ |
|
onlar cehenneme
atılmalı " derken, |
قَالُوا
بَلْ
أَنْتُمْ
لاَ
مَرْحَبًا
بِكُمْ |
60. |
Karşıtları
itiraz edecekler:
" Asıl sizlere selâmı sabahı kesmeli. |
أَنْتُمْ
قَدَّمْتُمُوهُ
لَنَا
فَبِئْسَ الْقَرَارُ |
|
Zira bizleri bu
hallere, bu berbat yerlere düşüren sizlersiniz! " |
قَالُوا
رَبَّنَا
مَنْ
قَدَّمَ
لَنَا هَذَا |
61. |
Sesler yükselir: " Ya Rab! kimler
bizi bu hallere düşürdü ise, |
فَزِدْهُ
عَذَابًا
ضِعْفًا فِي
النَّارِ |
|
onların
cezasını, n'olur ikiye katla. " |
سورة
ص: مكية 88
آية |
23.c. |
Sâd:
38 / 62 - 83. Ayetler |
وَقَالُوا
مَا لَنَا
لاَ نَرَى
رِجَالاً كُنَّا
نَعُدُّهُمْ
مِنَ
اْلأَشْرَارِ |
62. |
İçlerinden: " Yahu şirret
dediğimiz bazı adamları neden göremiyoruz acaba? |
أَتَّخَذْنَاهُمْ
سِخْرِيًّا
أَمْ زَاغَتْ
عَنْهُمُ
اْلأَبْصَارُ |
63. |
Onlara biraz
takılırdık. Yoksa gözümüzden mi kaçtı " diyenler de olur. |
إِنَّ
ذَلِكَ
لَحَقٌّ
تَخَاصُمُ
أَهْلِ النَّارِ |
64. |
Evet bunlar, cehennem
halkı arasında olacağı kesin söyleşilerden sadece
birkaçıdır. |
قُلْ
إِنَّمَا
أَنَا مُنْذِرٌ
|
65. |
Resulüm de ki: "
Ben sadece bir uyarıcıyım. " |
وَمَا
مِنْ إِلَهٍ
إِلاَّ
اللهُ
الْوَاحِدُ
الْقَهَّارُ |
|
Tek yenilmez güç
Allahtan başka tanrı yoktur. |
رَبُّ
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
الْعَزِيزُ
الْغَفَّارُ |
66. |
O, göklerin, yerin ve
bu ikisi arasındakilerin hoşgörü gücüne sahip yegane
Tanrısıdır. |
قُلْ
هُوَ نَبَؤٌا
عَظِيمٌ //
أَنْتُمْ
عَنْهُ
مُعْرِضُونَ |
67-68. |
Resulüm de ki: " Kuran, büyük bir
olaydır. // Her ne kadar siz beğenmeseniz de. |
مَا
كَانَ لِي
مِنْ عِلْمٍ
بِالْمَـَلأِ
اْلأَعْلَى
إِذْ
يَخْتَصِمُونَ |
69. |
Benim, yüce
meclisin iç görüşmeleri hakkında herhangi bir bilgim olamaz. |
إِنْ
يُوحَى
إِلَيَّ
إِلاَّ
أَنَّمَا
أَنَا
نَذِيرٌ مُبِينٌ |
70. |
Çünkü bana daima,
bir uyarıcı olduğum ifade ediliyor
" |
إِذْ
قَالَ
رَبُّكَ
لِلْمَلاَئِكَةِ
إِنِّي
خَالِقٌ
بَشَرًا
مِنْ طِينٍ |
71. |
Hatırlarsın
Rabb'in meleklere: "ben çamurdan bir insan yaratacağım |
فَإِذَا
سَوَّيْتُهُ
وَنَفَخْتُ فِيهِ
مِنْ رُوحِي
فَقَعُوا
لَهُ
سَاجِدِينَ |
72. |
Son şeklini
verip canımdan can üfledim mi, ona eğilerek saygı
göstereceksiniz
" deyince |
فَسَجَدَ
الْمَلاَئِكَةُ
كُلُّهُمْ
أَجْمَعُونَ |
73. |
bütün melekler,
saygı duruşunda bulunmuş, |
إِلاَّ
إِبْلِيسَ
اسْتَكْبَرَ
وَكَانَ مِنَ
الْكَافِرِينَ |
74. |
iblis ise saygı
duruşuna katılmadı, büyüklendi Ademi içine sindiremedi. |
قَالَ
يَا إِبْلِيسُ
مَا
مَنَعَكَ
أَنْ
تَسْجُدَ
لِمَا
خَلَقْتُ
بِيَدَيَّ |
75. |
Rab: " İblis! Özene bezene
yarattığım insana neden saygı göstermedin? |
أََسْتَكْبَرْتَ
أَمْ كُنْتَ
مِنَ
الْعَالِينَ |
|
Kibirlendin mi?
Yoksa sen, kendini bir şey mi sanıyorsun? " |
قَالَ
أَنَا
خَيْرٌ
مِنْهُ
خَلَقْتَنِي
مِنْ نَارٍ
وَخَلَقْتَهُ
مِنْ طِينٍ |
76. |
İblis: " Ben ondan daha
üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan. " |
قَالَ
فَاخْرُجْ
مِنْهَا
فَإِنَّكَ
رَجِيمٌ |
77. |
Rab: " Çık cennetten,
çünkü kovuldun. |
وَإِنَّ
عَلَيْكَ
لَعْنَتِي
إِلَى
يَوْمِ الدِّينِ |
78. |
kıyamete
kadar seni görmek istemiyorum. " |
قَالَ
رَبِّ فَأَنْظِرْنِي
إِلَى
يَوْمِ
يُبْعَثُونَ |
79. |
İblis: " Tanrım! tekrar dirilecekleri
güne kadar bana izin ver. " |
قَالَ
فَإِنَّكَ
مِنَ الْمُنْظَرِينَ
// إِلَى
يَوْمِ
الْوَقْتِ
الْمَعْلُومِ |
80-1. |
Rab: " Olur, o malum güne
kadar izinlisin. " |
قَالَ
فَبِعِزَّتِكَ
َلأُغْوِيَنَّهُمْ
أَجْمَعِينَ |
82. |
İblis: " Ya Rab! Senin
Şerefin üzerine yemin ederim ki insanların hepsini
azdıracağım. |
إِلاَّ
عِبَادَكَ
مِنْهُمُ
الْمُخْلَصِينَ |
83. |
Belki sadece
ihlaslı kullarını ayartamam. " |
سورة
ص: مكية 88
آية |
23.c. |
Sâd:
38 / 84 - 88. Ayetler |
قَالَ
فَالْحَقُّ
وَالْحَقَّ
أَقُولُ
|
84. |
Rab: " Hak ben olduğuma
göre hakkı da ben söylerim ve derim ki: |
َلأَمْلَئَنَّ
جَهَنَّمَ
مِنْكَ
وَمِمَّنْ
تَبِعَكَ
مِنْهُمْ
أَجْمَعِينَ |
85. |
Ben de cehennemi,
seninle ve senin ardından gidenlerle dolduracağım. " |
قُلْ
مَا
أَسْأَلُكُمْ
عَلَيْهِ
مِنْ أَجْرٍ |
86. |
Resulüm! De ki:
" Ben bu hizmetimden dolayı sizden bir ücret istemiyorum. |
وَمَا
أَنَا مِنَ
الْمُتَكَلِّفِينَ |
|
Ayrıca ben bu
işi yüksünmüyorum. |
إِنْ
هُوَ إِلاَّ
ذِكْرٌ
لِلْعَالَمِينَ |
87. |
Artık Kuran,
dillere destan olmuştur. |
وَلَتَعْلَمُنَّ
نَبَأََهُ
بَعْدَ حِينٍ |
88. |
Onun
doğruluğunu zamanla anlayacaksınız. " |
سورة
الزمر:
مكية 75
آية |
|
|
Zümer: 39/
: 1- 5. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
تَنْزِيلُ
الْكِتَابِ
مِنَ اللهِ الْعَزِيزِ
الْحَكِيمِ |
1. |
Bu Kitap, her
şeye gücüyle egemen olan Allah tarafından indirilmiştir. |
إِنَّا
أَنزَلْنَا
إِلَيْكَ
الْكِتَابَ
بِالْحَقِّ |
2. |
Resulüm! Biz, sana bu
Kitabı, denge kurman için indirdik, bundan böyle, |
فَاعْبُدِ
اللهَ
مُخْلِصًا
لَهُ
الدِّينَ |
|
Allah'a dört dörtlük
Müslüman olarak hizmet et. |
أَلاَ ِللهِ
الدِّينُ
الْخَالِصُ |
3. |
Şunu bil ki
bozulmamış saf din Allah'ın dinidir. |
وَالَّذِينَ
اتَّخَذُوا
مِنْ
دُونِهِ أَوْلِيَاءَ
|
|
Allahı
bırakıp başkalarına yüz suyu dökenler: |
مَا
نَعْبُدُهُمْ
إِلاَّ
لِيُقَرِّبُونَا
إِلَى اللهِ
زُلْفَى |
|
" Biz onlara,
bizi Allah'a daha da yaklaştırsın diye dua ediyoruz " diyorlar. |
إِنَّ
اللهَ
يَحْكُمُ
بَيْنَهُمْ
فِي مَا هُمْ
فِيهِ
يَخْتَلِفُونَ
|
|
Şüphesiz Allah,
uzlaşamadıkları konularda aralarında hüküm verecektir. |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يَهْدِي
مَنْ هُوَ
كَاذِبٌ كَفَّارٌ |
|
Ama Allah,
aratanrıları paravana yapıp gizli işler çeviren
yalancılara yol vermeyecektir. |
لَوْ
أَرَادَ
اللهُ أَنْ
يَتَّخِذَ
وَلَدًا |
4. |
Eğer Allah,
çocuk sahibi olmak isteseydi, |
لاَصْطَفَى
مِمَّا
يَخْلُقُ
مَا يَشَاءُ |
|
herhalde
yarattıklarından birini seçebilirdi. |
سُبْحَانَهُ
هُوَ اللهُ
الْوَاحِدُ
الْقَهَّارُ |
|
Çünkü, erişilmez
ve karşı konamaz güç sahibi tek Tanrı, Allah'tır. |
خَلَقَ
السَّماَوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
بِالْحَقِّ
يُكَوِّرُ اللَّيْلَ
عَلَى
النَّهَارِ
وَيُكَوِّرُ
النَّهَارَ
عَلَى
اللَّيْلِ |
5. |
Karanlığı
aydınlığa; aydınlığı karanlığa
çevire çevire, gökleri ve yeri milim milim dengeleyip yaratan bu güçtür. |
وَسَخَّرَ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
كُلٌّ يَجْرِي
ِلأَجَلٍ
مُسَمًّى
أَلاَ هُوَ
الْعَزِيزُ
الْغَفَّارُ |
|
Güneşe ve aya
hükmeden de odur. Nitekim hepsi Allah'ın belirlediği bir sona
doğru akıp gidiyor. Şu güç ve hoşgörü
ihtişamına bakın.. |
سورة
الزمر: مكية
75
آية |
23.c. |
Zümer: 39 / 6
- 10. Ayetler |
خَلَقَكُمْ
مِنْ نَفْسٍ
وَاحِدَةٍ
ثُمَّ جَعَلَ
مِنْهَا
زَوْجَهَا
|
6. |
Sizi bir tek candan yaratan, sonra bundan
erkek eşini var eden de Allah'tır. |
وَأَنْزَلَ
لَكُمْ مِنَ
اْلأَنْعَامِ
ثَمَانِيَةَ
أَزْوَاجٍ |
|
Sizin için sekiz çift
büyük baş hayvanı var eden de odur. |
يَخْلُقُكُمْ
فِي بُطُونِ
أُمَّهَاتِكُمْ
خَلْقًا
مِنْ بَعْدِ
خَلْقٍ فِي
ظُلُمَاتٍ
ثَلاَثٍ |
|
Sizi, ana
karnında üç karanlık aşamada kademe kademe yaratan da o
kusursuz güçtür. |
ذَلِكُمُ
اللهُ
رَبُّكُمْ
لَهُ
الْمُلْكُ |
|
Evet, sizin
hayatınıza çeki düzen veren Allah budur. Yönetim onun elindedir. |
لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ
فَأَنَّى
تُصْرَفُونَ |
|
Ondan başka tanrı
yoktur. Onu nasıl göz ardı edebilirsiniz. |
إِنْ
تَكْفُرُوا
فَإِنَّ
اللهَ
غَنِيٌّ عَنْكُمْ
|
7. |
Allahı inkar
ederseniz, Allah'ın umurunda bile olmazsınız. |
وَلاَ
يَرْضَى
لِعِبَادِهِ
الْكُفْرَ
وَإِنْ
تَشْكُرُوا
يَرْضَهُ
لَكُمْ |
|
Ancak Allah, kulun
nankörlük etmesini istemez. Ama şükrederseniz, memnun olur. |
وَلاَ
تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ
أُخْرَى |
|
Kimse
başkasının suçunu üstlenemez. |
ثُمَّ
إِلَى
رَبِّكُمْ
مَرْجِعُكُمْ |
|
Bir gün Rabb'inize
gelip hesap vereceksiniz. |
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
إِنَّهُ
عَلِيمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
O da size
yaptıklarınızı bir bir haber verecek. Çünkü içerde olup
bitenleri sadece o bilir... |
وَإِذَا
مَسَّ اْلإِنْسَانَ
ضُرٌّ دَعَا
رَبَّهُ
مُنِيبًا إِلَيْهِ
ثُمَّ |
8. |
İnsan, başına bir iş
geldi mi hemen yüzünü Allah'a döner. |
إِذَا
خَوَّلَهُ
نِعْمَةً
مِنْهُ
نَسِيَ مَا
كَانَ
يَدْعُو
إِلَيْهِ
مِنْ قَبْلُ |
|
Ama Allah, kendisini
nimete boğdu mu, eski yakarışları aklına bile gelmez
ve |
وَجَعَلَ ِللهِ
أَنْدَادًا
لِيُضِلَّ
عَنْ
سَبِيلِهِ |
|
insanları
doğru yoldan alabilmek için hemen Allah'ın yanına, birilerini
oturtuverir. |
قُلْ
تَمَتَّعْ
بِكُفْرِكَ
قَلِيلاً
إِنَّكَ
مِنْ
أَصْحَابِ
النَّارِ |
|
De ki: " Biraz
da inkar sefası sür bakalım. Çünkü nasıl olsa cehennemliksin.
" |
أَمَّنْ
هُوَ
قَانِتٌ
آنَاءَ
اللَّيْلِ
سَاجِدًا
وَقَائِمًا
يَحْذَرُ اْلآخِرَةَ
وَيَرْجُو
رَحْمَةَ رَبِّهِ
|
9. |
Gece
yarılarında kalkıp secdeye varan, biraz ahiret korkusu, biraz
da Allah'tan rahmet umuduyla yalvaran kulumun yeri başkadır. |
قُلْ
هَلْ
يَسْتَوِي
الَّذِينَ
يَعْلَمُونَ
وَالَّذِينَ
لاَ
يَعْلَمُونَ
|
|
Resulüm de ki: "
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? |
إِنَّمَا
يَتَذَكَّرُ
أُولُوا
اْلأَلْبَابِ |
|
gerçek bilgiye ise
sadece öz bilgiye sahip olanlar ulaşabilir. " |
قُلْ
يَاعِبَادِ
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا
رَبَّكُمْ |
10. |
Resulüm de ki: "
İnananlar! Allah'a karşı kendinizi sağlama alın.
" |
لِلَّذِينَ
أََحْسَنُوا
فِي هَذِهِ
الدُّنْيَا
حَسَنَةٌ |
|
Bu dünyada iyilik
edenler iyilik bulacaklardır. |
وَأَرْضُ
اللهِ
وَاسِعَةٌ |
|
Allah'ın
toprakları geniştir. |
إِنَّمَا
يُوَفَّى
الصَّابِرُونَ
أَجْرَهُمْ
بِغَيْرِ حِسَابٍ |
|
Sadece
sıkıntılara göğüs gerebilenler, sınırsız
nimete sahip olacaklardır. |
سورة
الزمر:
مكية 75
آية |
23.c. |
Zümer: 39 / 11
- 21. Ayetler |
قُلْ
إِنِّي
أُمِرْتُ
أَنْ
أَعْبُدَ
اللهَ مُخْلِصًا
لَهُ
الدِّينَ
|
11. |
Resulüm de ki: "
Bana, Allah'a dört dörtlük hizmet etmem emredildi. |
وَأُمِرْتُ
ِلأَنْ
أَكُونَ
أَوَّلَ
الْمُسْلِمِينَ |
12. |
Ayrıca bana,
Müslümanların öncüsü olmam emredildi. |
قُلْ
إِنِّي
أَخَافُ
إِنْ
عَصَيْتُ
رَبِّي
عَذَابَ
يَوْمٍ
عَظِيمٍ |
13. |
Ben, -Rabbime asî olursam- o
büyük günün cezasından korkarım de |
قُلِ
اللهَ
أَعْبُدُ
مُخْلِصًا
لَهُ دِينِي |
14. |
Ben, Allah'a
dinime yürekten bağlı biri olarak kulluk ediyorum de |
فَاعْبُدُوا
مَا
شِئْتُمْ
مِنْ
دُونِهِ |
15. |
Siz ise onun
ötesinde kime istiyorsanız ona kulluk edebilirsiniz " de. |
قُلْ
إِنَّ الْخَاسِرِينَ
الَّذِينَ
خَسِرُوا
أَنْفُسَهُمْ
وَأَهْلِيهِمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
أَلاَ
ذَلِكَ هُوَ
الْخُسْرَانُ
الْمُبِينُ |
|
De ki: " Eğer
birileri kıyamet gününde hem kendini hem aile efradını
kaybetmişse! Bundan daha büyük bir kayıp olur mu? " |
لَهُمْ
مِنْ فَوْقِهِمْ
ظُلَلٌ مِنَ
النَّارِ
وَمِنْ
تَحْتِهِمْ
ظُلَلٌ |
16. |
Artık onlar
kıyamette aşağıdan yukarıdan tam bir ateş
çemberindedirler. |
ذَلِكَ
يُخَوِّفُ
اللهُ بِهِ
عِبَادَهُ يَا عِبَادِ
فَاتَّقُونِ |
|
Allah, bu
uyarılarıyla: " Kullarım! Bana karşı
kendinizi sağlama alın " demek istiyor. |
وَالَّذِينَ
اجْتَنَبُوا
الطَّاغُوتَ
أَنْ
يَعْبُدُوهَا
وَأَنَابُوا
إِلَى اللهِ لَهُمُ
الْبُشْرَى |
17. |
Hem şeytandan
hem de ona hizmet etmekten uzak durup yüzünü Allah'a dönenlere güzel
haberlerim var: |
فَبَشِّرْ
عِبَادِ |
|
Resulüm!
Kullarıma şu müjdeyi ver: |
اَلَّذِينَ
يَسْتَمِعُونَ
الْقَوْلَ
فَيَتَّبِعُونَ
أَحْسَنَهُ |
18. |
Allah, sözü dinleyip
değerlendiren ve en güzeline uyanları, |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
هَدَاهُمُ
اللهُ وَأُولاَئِكَ
هُمْ
أُولُوا
اْلأَلْبَابِ |
|
doğru yola
iletmiştir. Bunlar öz bilgiye ermiş kişilerdir. |
أَفَمَنْ
حَقَّ
عَلَيْهِ
كَلِمَةُ
الْعَذَابِ |
19. |
Resulüm sen
şimdi, Allah'ın mahkumiyet kararı verdiği, |
أَفَأَنْتَ
تُنْقِذُ
مَنْ فِي
النَّارِ |
|
ateşe
atlamış birini mi kurtaracaksın? |
لَكِنِ
الَّذِينَ
اتَّقَوْا
رَبَّهُمْ
لَهُمْ
غُرَفٌ مِنْ
فَوْقِهَا
غُرَفٌ مَبْنِيَّةٌ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
|
20. |
Rablerine
karşı kendilerini sağlama alanlara altlı üstlü daireler
var. Hem de altlarından gürül gürül derelerin
çağladığı |
وَعْدَ
اللهِ لاَ
يُخْلِفُ
اللهُ
الْمِيعَادَ |
|
Allah bunları
vadediyor. Allah sözünden asla dönmez. |
أَلَمْ
تَرَ أَنَّ
اللهَ
أَنْزَلَ
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً |
21. |
Hiç dikkat etmedin
mi? Allah önce gökten su indiriyor |
فَسَلَكَهُ
يَنَابِيعَ
فِي
اْلأَرْضِ |
|
sonra onu
yeraltı kaynaklarına akıtıyor. |
ثُمَّ
يُخْرِجُ
بِهِ
زَرْعًا
مُخْتَلِفًا
أَلْوَانُهُ |
|
Ardından suyla
çeşit çeşit ekinler yetiştiriyor. |
ثُمَّ
يَهِيجُ
فَتَرَاهُ
مُصْفَرًّا
ثُمَّ
يَجْعَلُهُ
حُطَامًا |
|
Ekinler gelişip
serpiliyor. Sonra bir bakmışsın sararmış,
ardından saman oluvermiş. |
إِنَّ فِي
ذَلِكَ
لَذِكْرَى ِلأُولِي
اْلأَلْبَابِ |
|
Aklı
başında olan herkes bundan ibret alır. |
سورة
الزمر: مكية
75
آية |
23.c. |
Zümer: 39 / 22
- 31. Ayetler |
أَفَمَنْ
شَرَحَ
اللهُ
صَدْرَهُ لِـْلإِسْلاَمِ
|
22. |
Allah'ın,
kalbini İslâma açtığı kimse, |
فَهُوَ
عَلَى نُورٍ
مِنْ
رَبِّهِ |
|
Artık
Allah'ın nuruna kavuşmuştur
|
فَوَيْلٌ
لِلْقَاسِيَةِ
قُلُوبُهُمْ
مِنْ ذِكْرِ
اللهِ |
|
Allah adını ağzına
almaya almaya kalpleri taşlaşmış kimselere
acırım. |
أُولاَئِكَ
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
Bunlar,
yalnızlığa mahkum edilmişlerdir. |
اَللهُ
نَزَّلَ
أَحْسَنَ
الْحَدِيثِ
كِتَابًا
مُتَشَابِهًا
مَثَانِيَ |
23. |
Allah, sözlerin en
güzelini, tutarlı, bol tekrarlı bir kitap halinde indirmiştir.
|
تَقْشَعِرُّ
مِنْهُ
جُلُودُ
الَّذِينَ
يَخْشَوْنَ
رَبَّهُمْ |
|
Bu Kitap, Allah'tan
korkanların, önce kalpleine heyecan verecek, |
ثُمَّ
تَلِينُ
جُلُودُهُمْ
وَقُلُوبُهُمْ
إِلَى
ذِكْرِ
اللهِ |
|
sonra
heyecanları yatıştırıp, kalpleri Allah
adını terennüme hazır hale getirecektir. |
ذَلِكَ
هُدَى اللهِ
يَهْدِي
بِهِ مَنْ
يَشَاءُ |
|
Allah'ın
yönlendiri yöntemi budur. Müsait olanları bu şekilde doğruya
yönlendirir. |
وَمَنْ
يُضْلِلِ
اللهُ فَمَا
لَهُ مِنْ
هَادٍ |
|
Allah'ın
şaşırttığını kimse yola getiremez: |
أَفَمَنْ
يَتَّقِي
بِوَجْهِهِ
سُوءَ الْعَذَابِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
|
24. |
Kıyamet gününün
o dayanılmaz azabı karşısında kimse yüzünü
ateşten koruyamaz |
وَقِيلَ
لِلظَّالِمِينَ
ذُوقُوا مَا
كُنْتُمْ
تَكْسِبُونَ |
|
O gün
haksızlık edenlere: " yaptıklarınızın
cezasını çekin " denecek o kadar. |
كَذَّبَ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
فَأَتَاهُمُ
الْعَذَابُ
مِنْ حَيْثُ
لاَ
يَشْعُرُونَ |
25. |
Bundan öncekiler,
gerçekleri göz ardı ettikleri için, hiç ummadıkları yerden
dayanılmaz acılara maruz kaldılar. |
فَأَذَاقَهُمُ
اللهُ
الْخِزْيَ
فِي الْحَياةِ
الدُّنْيَا
وَلَعَذَابُ
اْلآخِرَةِ
أَكْبَرُ
لَوْ
كَانُوا
يَعْلَمُونَ |
26. |
Allah dünya
hayatında onlara çok aşağılayıcı acılar
tattırdı. Ahiretteki acılar ise elbet daha büyüktür. Bir
bilebilseler
|
وَلَقَدْ
ضَرَبْنَا
لِلنَّاسِ
فِي هَذَا الْقُرْآنِ
مِنْ كُلِّ
مَثَلٍ |
27. |
Resulüm biz, insanlara bu Kuranda her
türlü örneği verdik. |
لَعَلَّهُمْ
يَتَذَكَّرُونَ |
|
Artık
düşünmeleri gerekir. |
قُرآنًا
عَرَبِيًّا
غَيْرَ ذِي
عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ
يَتَّقُونَ |
28. |
Hem de sade ve
anlaşılır bir Arapça ile. |
ضَرَبَ
اللهُ
مَثَلاً
رَجُلاً
فِيهِ شُرَكَاءُ
مُتَشَاكِسُونَ
|
29. |
Allah bir
örneğinde iki işçi kıyaslaması yapıyor. Birinin
karışanı çok ve geçimsiz, |
وَرَجُلاً
سَلَمًا
لِرَجُلٍ
هَلْ
يَسْتَوِيَانِ
مَثَلاً |
|
diğerinin ise
tek ve geçimli bir sahibi var. Soruyor: Şimdi bu ikilinin durumu
aynı mı? |
اَلْحَمْدُ
ِللهِ بَلْ
أَكْثَرُهُمْ
لاَ يَعْلَمُونَ |
|
Bereket versin
çoklarının aklı ermiyor. |
إِنَّكَ
مَيِّتٌ
وَإِنَّهُمْ
مَيِّتُونَ |
30. |
Resulüm! Sen de
öleceksin onlar da. |
ثُمَّ
إِنَّكُمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
عِنْدَ
رَبِّكُمْ
تَخْتَصِمُونَ |
31. |
Sonra hepiniz
kıyamette, Tanrı huzurunda hesaplaşacaksınız. |