سورة
الجاثية: مكية 37 آية |
26.c. |
Casiye: 45 / 33 - 37. Ayetler |
وَبَدَا
لَهُمْ
سَيِّئَاتُ
مَا
عَمِلُوا وَحَاقَ
بِهِمْ مَا
كَانُوا
بِهِ
يَسْتَهْزِئُون
|
33. |
Yaptıkları kötülükler
karşılarına çıkacak, bir yandan da alay ettikleri
şeylerin kuşatmasına maruz kalacaklar: |
وَقِيلَ
الْيَوْمَ
نَنْسَاكُمْ
كَمَا
نَسِيتُمْ
لِقَاءَ
يَوْمِكُمْ
هَذَا |
34. |
Bir ses: " Vaktiyle bu gününüzü
nasıl unuttuysanız bugün biz de sizi unutacağız. |
وَمَأْوَاكُمُ
النَّارُ
وَمَا
لَكُمْ مِنْ
نَاصِرِينَ |
|
Artık yeriniz cehennem,
yardımcınız da yok. " |
ذَلِكُمْ
بِأَنَّكُمُ
اتَّخَذْتُمْ
آيَاتِ اللهِ
هُزُوًا |
35. |
Neden? Çünkü Allah kelâmını
alaya aldınız. |
وَغَرَّتْكُمُ
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا |
|
Çünkü dünya hayatı sizi
yanılttı. |
فَالْيَوْمَ
لاَ
يُخْرَجُونَ
مِنْهَا وَلاَ
هُمْ
يُسْتَعْتَبُونَ |
|
Artık bugün bahaneleri kabul
edilmeyeceği için, oradan çıkarılmaları da mümkün
değildir. |
فَلِلَّهِ
الْحَمْدُ
رَبِّ
السَّمَاوَاتِ
وَرَبِّ الأَرْضِ
رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
36. |
Halbuki teşekkürü hak eden yegane varlık, göklerin,
yerlerin ve tüm evrenin sahibi olan Allah'tı. |
وَلَهُ
الْكِبْرِيَاءُ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ |
37. |
Göklerde ve yerde tüm büyüklük
sıfatları sadece ona yakışırdı. O, gücüyle her
şeye egemendi. |
سورة
الأحقاف: مكية 35 آية |
|
|
Ahkâf: 46 / 1 - 5. Ayetler |
بسم الله
الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirramânirrahîm |
حٰمۤ //
تَنْزِيلُ
الْكِتَابِ
مِنَ اللهِ
الْعَزِيزِ
الْحَكِيمِ |
1-2. |
Hâ.Mîm. // Bu Kitap, eşsiz yönetim
gücüne sahip bir Tanrının indirmesidir. |
مَا
خَلَقْنَا
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَ رْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
إِلاَّ
بِالْحَقِّ
وَأَجَلٍ
مُسَمًّى |
3. |
Biz, gökleri yeri ve bu ikisi
arasında olan her şeyi hem dengeli hem de vadeli olarak
yarattık. |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
عَمَّا
أُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ |
|
İnkarcılar, kendilerine
yapılan uyarılara aldırmıyorlar. |
قُلْ
أَرَأَيْتُمْ
مَا
تَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ |
4. |
Resulüm de ki: Allah
aşkına! Allah diye yakardığınız bu
tanrılar, |
أَرُونِي
مَاذَا
خَلَقُوا
مِنَ اْلأَرْضِ |
|
yeryüzünde neyi
yaratmışlar göstersenize bana?! |
أَمْ
لَهُمْ
شِرْكٌ فِي
السَّمَاوَاتِ
اِيتُونِي
بِكِتَابٍ مِنْ
قَبْلِ
هَذَا أَوْ
أَثَارَةٍ
مِنْ عِلْمٍ
إِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
Eğer bu tanrıların göklerde
bir ortaklık payı olduğunda samimî iseniz bana bir yazı,
ya da ufacık bir bilgi kırıntısı getirin. |
وَمَنْ
أَضَلُّ
مِمَّنْ
يَدْعُوا
مِنْ دُونِ اللهِ
|
5. |
Allahtan başkasına el açandan
daha şaşkın biri olamaz! |
مَنْ لاَ
يَسْتَجِيبُ
لَهُ إِلَى
يَوْمِ
الْقِيَامَةِ
|
|
Hem de isteklerine kıyamete kadar
karşılık veremeyecek birisine! |
وَهُمْ
عَنْ
دُعَائِهِمْ
غَافِلُونَ |
|
Dahası kendisine dua edildiğinin
farkında olmayan birisine! |
سورة
الأحقاف: مكية 35 آية |
26.c. |
Ahkâf:
46 / 6
- 14 Ayetler |
وَإِذَا
حُشِرَ
النَّاسُ
كَانُوا
لَهُمْ أَعْدَاءً
|
6. |
Hatta bu tanrılar,
insanlığın bir araya geldiği günde, kendi cemaatine
düşman olacak, |
وَكَانُوا
بِعِبَادَتِهِمْ
كَافِرِينَ |
|
hatta, kendilerine ibadet edildiğini
de inkar edeceklerdir. |
وَإِذَا
تُتْلَى
عَلَيْهِمْ
آيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ |
7. |
Nitekim, ayetlerimiz vaktiyle kendilerine
tane tane okunurken, |
قَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لِلْحَقِّ
لَمَّا
جَاءَهُمْ
هَذَا
سِحْرٌ
مُبِينٌ |
|
ayaklarına kadar gelen bu nimeti
tepen nankörler: " büyü " deyip geçmişlerdi. |
أَمْ
يَقُولُونَ
افْتَرَاهُ |
8. |
Yoksa: "Kuranı kendisi
uydurdu " mu diyorlar. |
قُلْ
إِنِ
افْتَرَيْتُهُ
فَلاَ
تَمْلِكُونَ
لِي مِنَ اللهِ
شَيْئًا |
|
De ki: " onu ben uydurdumsa, beni
Allah'ın elinden alabilecek haliniz yok, |
هُوَ
أَعْلَمُ
بِمَا
تُفِيضُونَ
فِيهِ |
|
Çünkü Allah, Kurana
yaptıklarınızı biliyor. |
كَفَى
بِهِ
شَهِيدًا
بَيْنِي
وَبَيْنَكُمْ
وَهُوَ
الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ |
|
Herhalde aramızda tanık
olarak, engin sevgi ve hoşgörü sahibi Allah yeterlidir. " |
قُلْ
مَا كُنْتُ
بِدْعًا مِنَ
الرُّسُلِ |
9. |
Resulüm de ki:" Ben uydurma bir
elçi değilim. |
وَمَا
أَدْرِي مَا
يُفْعَلُ
بِي وَلاَ
بِكُمْ |
|
İlerde bana ve size ne olur
bilemiyorum. |
إِنْ
أَتَّبِعُ
إِلاَّ مَا
يُوحَى
إِلَيَّ
وَمَا أَنَا
إِلاَّ
نَذِيرٌ
مُبِينٌ |
|
Ben, sadece bana vahyedilene
uyuyorum. Çünkü benim görevim uyarmak. " |
قُلْ
أَرَأَيْتُمْ
إِنْ كَانَ
مِنْ عِنْدِ اللهِ
وَكَفَرْتُمْ
بِهِ |
10. |
De ki: " Kuranı inkar
ederken, onun Allah'tan olup olmadığını gerçekten
düşündünüz mü? |
وَشَهِدَ
شَاهِدٌ
مِنْ بَنِي
إِسْرَائِيلَ
عَلَى
مِثْلِهِ
فَآمَنَ
وَاسْتَكْبَرْتُمْ |
|
Böyle havalara girmeden önce, o Yahudi Kurana, Tevrat'ta
yerini görüp de mi inanmış araştırdınız
mı? " |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِمِينَ |
|
Allah, haksızlık yapan
toplumlara yol vermez. |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لِلَّذِينَ
آمَنُوا
لَوْ كَانَ
خَيْرًا مَا
سَبَقُونَا إِلَيْهِ
|
11. |
İnkarcılar, inananlardan söz
ederken : " Eğer bu Kuran iyi bir şey olsaydı, bu
zavallılardan önce, biz ona koşardık "
diyorlardı. |
وَإِذْ
لَمْ
يَهْتَدُوا
بِهِ
فَسَيَقُولُونَ
هَذَا
إِفْكٌ
قَدِيمٌ |
|
Şimdi ise ona
ulaşamadıkları için: " canım köhne bir masal! "
deyip geçeceklerdir
|
وَمِنْ
قَبْلِهِ
كِتَابُ
مُوسَى
إِمَامًا وَرَحْمَةً
وَهَذَا
كِتَابٌ
مُصَدِّقٌ
لِسَانًا
عَرَبِيًّا
لِيُنْذِرَ
الَّذِينَ
ظَلَمُوا
وَبُشْرَى
لِلْمُحْسِنِينَ |
12. |
Kurandan önce, Musa'nın kitabı Tevrat,
önderlik ve ilgi açısından başı çekiyordu. Şimdi ise
öncekileri doğrulayan Kuran, tatlı Arapçası ile kötülere
uyarı çekerken, iyilere cesaret verecektir. |
إِنَّ
الَّذِينَ
قَالُوا
رَبُّنَا اللهُ
ثُمَّ
اسْتَقَامُوا
فَلاَ
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلاَ هُمْ
يَحْزَنُونَ |
13. |
Bundan böyle: " Rabbimiz Allah
" diyerek kendilerine istikamet verenler, korku ve keder yüzü
görmeyeceklerdir. |
أُوٍلاَئِكَ
أَصْحَابُ
الْجَنَّةِ
خَالِدِينَ
فِيهَا
جَزَاءً
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
14. |
Bunlar cennet yaranı olup,
yaptıklarına bir karşılık olmak üzere sonsuza kadar
orada kalacaklardır
|
سورة
الأحقاف: مكية 35 آية |
26.c. |
Ahkâf: 46 / 15 - 20. Ayetler |
وَوَصَّيْنَا
اْلإِنْسَانَ
بِوَالِدَيْهِ
إِحْسَانًا
حَمَلَتْهُ
أُمُّهُ
كُرْهًا |
15. |
Biz insana, ana-babasına iyi
davranmasını önerdik: çünkü anası onu
sıkıntılarla taşımış |
وَوَضَعَتْهُ
كُرْهًا
وَحَمْلُهُ
وَفِصَالُهُ
ثَلاَ ثُونَ
شَهْرًا |
|
ve acılarla doğurmuştur.
Hamilelik ve emzirme süresi nereden baksan otuz ay. |
حَتَّى
إِذَا
بَلَغَ
أَشُدَّهُ
وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ
سَنَةً |
Ebubekir |
Sonunda bu kul, ergenlik, olgunluk derken
kırkına basar ve: |
قَالَ
رَبِّ
أَوْزِعْنِي
أَنْ
أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ
الَّتِي
أَنْعَمْتَ
عَلَيَّ وَعَلَى
وَالِدَيَّ |
|
" Ya Rab Bana ve babamlara
yaptığın iyiliklerine teşekkür edecek fırsatlar ver
bana " diye yalvarır. |
وَأَنْ
أَعْمَلَ
صَالِحًا
تَرْضَاهُ
وَأَصْلِحْ
لِي فِي
ذُرِّيَّتِي |
|
Bana seni hoşnut edecek
yararlı işler yapma fırsatı ver, soyumu sopumu
saygın eyle . |
إِنِّي
تُبْتُ
إِلَيْكَ
وَإِنِّي
مِنَ
الْمُسْلِمِينَ |
|
Günahlarım sana emanet, sana
teslimim. " |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
نَتَقَبَّلُ
عَنْهُمْ
أَحْسَنَ
مَا
عَمِلُوا
وَنَتَجاوَزُ
عَنْ سَيِّئَاتِهِمْ
|
16. |
Biz, böylesi kulların
işlediği amellerin en güzelini alıp, tüm günahlarından vazgeçebiliriz.
|
فِي
أَصْحَابِ
الْجَنَّةِ
وَعْدَ
الصِّدْقِ
الَّذِي
كَانُوا
يُوعَدُونَ |
|
Bu ve benzerleri, vaktiyle kendilerine söz
verildiği gibi cennettlikler arasındaki yerlerini tastamam
alacaklardır
|
وَالَّذِي
قَالَ
لِوَالِدَيْهِ
أُفٍّ لَكُمَا
أَتَعِدَانِنِي
أَنْ
أُخْرَجَ
وَقَدْ
خَلَتِ
الْقُرُونُ
مِنْ
قَبْلِي |
17. |
Bir evlat ailesine karşı: "
Öf be! sıktınız artık! asırlar geçmiş
olmamış, siz hâlâ bana tekrar diriltilmekten söz ediyorsunuz
" dese bile, |
وَهُمَا
يَسْتَغِيثَانِ
اللهَ |
|
ailesi, Allah'tan ümidini kesmez: |
وَيْلَكَ
آمِنْ إِنَّ
وَعْدَ اللهِ
حَقٌّ |
|
" Gel etme oğlum!
İnançlı ol! Allah'ın dediği olur " derler. |
فَيَقُولُ
مَا هَذَا إِلاَّ
أَسَاطِيرُ
اْلأ َوَّلِينَ |
|
Buna rağmen evlat: " hepsi
eskilerin uyduruk masalları " diyerek bildiğini
okursa, |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
حَقَّ
عَلَيْهِمُ
الْقَوْلُ
فِي أُمَمٍ
قَدْ خَلَتْ |
18. |
Artık bu ve benzerleri, geçmiş
milletler için verilen tarihî hükmü hak etmişlerdir. |
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنَ
الْجِنِّ
وَاْلإِنْسِ
إِنَّهُمْ
كَانُوا
خَاسِرِينَ |
|
Nitekim daha önceki ins ve cin soyu da
aynı gerekçe ile yere serilmişlerdi
|
وَلِكُلٍّ
دَرَجَاتٌ
مِمَّا
عَمِلُوا |
19. |
Herkesin, yaptığı işe göre bir
kıdemi vardır. |
وَلِيُوَفِّيَهُمْ
أَعْمَالَهُمْ
وَهُمْ لاَ
يُظْلَمُونَ |
|
Allah, herkesin hakkını
yaptığı işe göre verecek, kimseye haksızlık
edilmeyecektir. |
وَيَوْمَ
يُعْرَضُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا عَلَى
النَّارِ |
20. |
O gün inkarcılar cehenneme arz
edilirken kendilerine şöyle denecek: |
أَذْهَبْتُمْ
طَيِّبَاتِكُمْ
فِي حَيَاتِكُمُ
الدُّنْيَا
وَاسْتَمْتَعْتُمْ
بِهَا |
|
" dünya hayatında iken tüm
güzelliklerinizi kullanıp tükettiniz, |
فَالْيَوْمَ
تُجْزَوْنَ
عَذَابَ
الْهُونِ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَسْتَكْبِرُونَ
فِي اْلأَرْضِ
بِغَيْرِ
الْحَقِّ
وَبِمَا
كُنْتُمْ
تَفْسُقُونَ |
|
artık bugün, yeryüzünde
gereksiz yere gösterdiğiniz kibir ve inatçı davranışlarınız
yüzünden aşağılama cezasını çekeceksiniz..." |
سورة
الأحقاف: مكية 35 آية |
26.c. |
Ahkâf:
46 / 21
- 28. Ayetler |
وَاذْكُرْ
أَخَا عَادٍ
إِذْ
أَنْذَرَ
قَوْمَهُ
بِاْلأ َحْقَافِ
|
21. |
Resulüm! âd'in
hemşehrisi Hûd'u hatırlarsın. Hani Ahkâf halkını
uyarmıştı. |
وَقَدْ
خَلَتِ
النُّذُرُ
مِنْ بَيْنِ
يَدَيْهِ
وَمِنْ خَلْفِهِ
|
|
-Aslında Hûd'tan önce ve sonra çok
uyarıcılar gelip geçmişti.- |
أَلاَّ
تَعْبُدُوا
إِلاَّ اللهَ |
|
Hûd, Ahkâf halkına: " sadece
Allah'a kulluk edin. |
إِنِّي
أَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ
يَوْمٍ
عَظِيمٍ |
|
Ben, sizin büyük bir felakete
uğramanızdan korkuyorum. |
قَالُوا
أَجِئْتَنَا
لِتَأْفِكَنَا
عَنْ آلِهَتِنَا
|
22. |
Halk: " Bizi
tanrılarımızdan koparmaya mı geldin? |
فَأْتِنَا
بِمَا
تَعِدُنَا
إِنْ كُنْتَ
مِنَ
الصَّادِقِينَ |
|
Eğer samimî isen getir başımıza
felaketi de görelim
" |
قَالَ
إِنَّمَا
الْعِلْمُ
عِنْدَ اللهِ
وَأُبَلِّغُكُمْ
مَا
أُرْسِلْتُ
بِهِ |
23. |
Hûd: " bunun vakti saatini sadece
Allah bilir. Ben, görevimi yapıyorum. |
وَلَكِنِّي
أَرَاكُمْ
قَوْمًا
تَجْهَلُونَ |
|
Ama gördüğüm kadarıyla
siz, ne dediğinizin farkında değilsiniz. |
فَلَمَّا
رَأَوْهُ
عَارِضًا
مُسْتَقْبِلَ
أَوْدِيَتِهِمْ
|
24. |
Derken vadinin ufkunda enlemesine bir
bulut kümesi görünce |
قَالُوا
هَذَا
عَارِضٌ
مُمْطِرُنَا |
|
Halk: " Bu dediler, bize bol
yağmur getirecek bir bulut kümesi. " |
بَلْ
هُوَ مَا
اسْتَعْجَلْتُمْ
بِهِ رِيحٌ فِيهَا
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
Hûd: " Yoo dedi. Bu, sizin
büyük bir merakla beklediğiniz acı yüklü bir felaket rüzgarı. |
تُدَمِّرُ
كُلَّ
شَيْءٍ
بِأَمْرِ
رَبِّهَا |
25. |
Rabb'in fermanıyla her
şeyi yıkıp devirecek." |
فَأَصْبَحُوا
لاَ يُرَى إِلاَّ
مَسَاكِنُهُمْ
|
|
Sonunda ortalıkta sadece evleri
sırıtıp kaldı. |
كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْقَوْمَ
الْمُجْرِمِينَ |
|
Yanlış yaptılar, biz de
cezalarını verdik. |
وَلَقَدْ
مَكَّنَّاهُمْ
فِيمَا إِنْ
مَكَّنَّاكُمْ
فِيهِ |
26. |
Halbuki onları, size vermediğimiz
imkânlarla donatmıştık. |
وَجَعَلْنَا
لَهُمْ
سَمْعًا
وَأَبْصَارًا
وَأَفْئِدَةً
فَمَا
أَغْنَى
عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ
وَلاَ
أَبْصَارُهُمْ
وَلاَ
أَفْئِدَتُهُمْ
مِنْ شَيْءٍ |
|
Hepsine göz kulak ve sezgiler verdik ama,
ne göz, ne kulak ve ne de sezme yetenekleri işlevini yapamadı: |
إِذْ
كَانُوا
يَجْحَدُونَ
بِآيَاتِ اللهِ |
|
Çünkü Allah'ın ayetlerini inkar
ettiler. |
وَحَاقَ
بِهِمْ مَا
كَانُوا
بِهِ
يَسْتَهْزِئُون |
|
Sonunda alay ettikleri şeyin
kurbanı oldular. |
وَلَقَدْ
أَهْلَكْنَا
مَا
حَوْلَكُمْ
مِنَ
الْقُرَى |
27. |
Aslında, çevrenizde gördüğünüz
kentleri de hep biz yok ettik. |
وَصَرَّفْنَا
اْلآ يَاتِ
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ |
|
Ama belki insanlar hatalarından döner
diye de sözlerimizi habire tekrar ettik. |
فَلَوْلاَ
نَصَرَهُمُ
الَّذِينَ
اتَّخَذُوا مِنْ
دُونِ اللهِ
قُرْبَانًا
آلِهَةً
|
28. |
Allah'a doğrudan yalvarmak varken
yaklaşma aracı yaptıkları tanrılar onları
kurtarabildi mi? |
بَلْ
ضَلُّوا
عَنْهُمْ
وَذَلِكَ
إِفْكُهُمْ
وَمَا
كَانُوا
يَفْتَرُونَ |
|
Ne gezer, hepsi
sıvışıp gittiler. Zaten kendi uydurmalarıydı,
hâlâ da uydurup duruyorlar. |
سورة
الأحقاف: مكية 35 آية |
26.c. |
Ahkâf: 46 / 29 - 35 Ayetler |
وَإِذْ
صَرَفْنَا
إِلَيْكَ
نَفَرًا مِنَ
الْجِنِّ
يَسْتَمِعُونَ
الْقُرْآنَ
|
29. |
Resulüm! biz senin yanına, Kuranı
dinlesin diye birkaç cin askeri gönderdik. |
فَلَمَّا
حَضَرُوهُ
قَالُوا
أَنْصِتُوا |
|
Yanına vardıklarında:
" dinleyin " dediler. |
فَلَمَّا
قُضِيَ
وَلَّوْا
إِلَى
قَوْمِهِمْ
مُنْذِرِينَ |
|
Dinleme işi biter bitmez,
uyarılarda bulunmak üzere hemen kendi halkına varıp |
قَالُوا
يَاقَوْمَنَا
إِنَّا
سَمِعْنَا كِتَابًا
أُنْزِلَ
مِنْ بَعْدِ
مُوسَى |
30. |
dediler ki: " Sevgili millet! Biz
Musa'dan sonra indirilmiş bir Kitab'a kulak misafiri olduk. |
مُصَدِّقًا
لِمَا
بَيْنَ
يَدَيْهِ |
|
Bu kitap, öncekileri de
onaylıyor. |
يَهْدِي
إِلَى
الْحَقِّ
وَإِلَى
طَرِيقٍ مُسْتَقِيمٍ |
|
Gerçeğe ve doğru yola
götürüyor. |
يَاقَوْمَنَا
أَجِيبُوا
دَاعِيَ اللهِ
وَآمِنُوا
بِهِ |
31. |
Sevgili cinler! Eğer bu Allah
dostunun davetine uyarak Allah'a inanırsanız |
يَغْفِرْ
لَكُمْ مِنْ
ذُنُوبِكُمْ
وَيُجِرْكُمْ
مِنْ
عَذَابٍ
أَلِيمٍ |
|
günahlarınızı
bağışlayıp sizi, ağır cezalardan kurtarabilir. |
وَمَنْ
لاَ يُجِبْ
دَاعِيَ اللهِ
فَلَيْسَ
بِمُعْجِزٍ
فِي اْلأَرْضِ
|
32. |
Ona kulak vermeyenler ise, yer
yüzünde güç kaybına uğrarlar. |
وَلَيْسَ
لَهُ مِنْ
دُونِهِ
أَولِيَاءُ
أُولاَئِكَ
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
|
Allah'tan başka dostu kalmaz,
giderek müthiş bir yalnızlık bunalımına girerler
" |
أَوَلَمْ
يَرَوْا
أَنَّ اللهَ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
وَلَمْ
يَعْيَ
بِخَلْقِهِنَّ
بِقَادِرٍ
عَلَى أَنْ
يُحْيِيَ
الْمَوْتَى |
33. |
Acaba bu adamlar, yeryüzünü ve gökleri
yorulmadan yaratan Allah'ın, ölüleri bir çırpıda
diriltebileceğini hiç düşünemediler mi? |
بَلَى
إِنَّهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
|
Düşünmeleri gerekir. Çünkü Allah her
şeye kadirdir. |
وَيَوْمَ
يُعْرَضُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا عَلَى
النَّارِ |
34. |
Kıyamet gününde inkarcılar
cehenneme arz edilirken kendilerine: |
أَلَيْسَ
هَذَا
بِالْحَقِّ |
|
" Bunlar doğru değil
miymiş " denecek. |
قَالُوا
بَلَى
وَرَبِّنَا |
|
" Evet efendimiz
doğruymuş. " diyecekler. |
قَالَ
فَذُوقُوا
الْعَذَابَ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَكْفُرُونَ |
|
O zaman bir ses: " O halde,
inkarınız sebebiyle çekin cezanızı " diye
gürleyecek
|
فَاصْبِرْ
كَمَا
صَبَرَ
أُولُوا
الْعَزْمِ
مِنَ
الرُّسُلِ |
35. |
Resulüm! Tüm kararlı elçiler gibi sen de
sabırlı ol. |
وَلاَ
تَسْتَعْجِلْ
لَهُمْ |
|
İnkarcılar için de, acele etme!.
|
كَأَنَّهُمْ
يَوْمَ يَرَوْنَ
مَا
يُوعَدُونَ |
|
Nasıl olsa, kendilerine yapılan
tehditlerin doğru çıktığını görünce
ayıkıp dünyada |
لَمْ
يَلْبَثُوا
إِلاَّ
سَاعَةً
مِنْ نَهَارٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍٍ |
|
sadece birkaç saat kaldıklarına
yanacaklardır. |
بَلاَ
غٌ |
|
Sonuç bildirgesi: |
فَهَلْ
يُهْلَكُ إِلاَّ
الْقَوْمُ
الْفَاسِقُونَ |
|
Sadece başıbozuk
toplumlar helâk edilir! |
سورة
محمد:
مدنية 38 آية
|
26.c. |
Muhammed: 47 / 1 - 11. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
اَلَّذِينَ
كَفَرُوا
وَصَدُّوا
عَنْ سَبِيلِ
اللهِ أَضَلَّ
أَعْمَالَهُمْ |
1. |
Allah, inkarcıların ve Hak
yolcusunu yolundan edenlerin girişimlerini başarısız
kılmıştır. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
|
2. |
Allah, inanıp yararlı iş
yapanların, |
وَآمَنُوا
بِمَا
نُزِّلَ
عَلَى
مُحَمَّدٍ وَهُوَ
الْحَقُّ
مِنْ
رَبِّهِمْ
كَفَّرَ
عَنْهُمْ
سَيِّئَاتِهِمْ
وَأَصْلَحَ
بَالَهُمْ |
|
Muhammed'e indirilen sözlerin, Allah'tan
olduğunu kabul edenlerin, günahlarını örterek yüreklerine su
serpmiştir. |
ذَلِكَ
بِأَنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
اتَّبَعُوا
الْبَاطِلَ |
3. |
Çünkü inkarcılar saçmaların
peşinde iken |
وَأَنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّبَعُوا
الْحَقَّ
مِنْ
رَبِّهِمْ |
|
müminler, Allahtan inen gerçeğe tabi
oldular. |
كَذَلِكَ
يَضْرِبُ اللهُ
لِلنَّاسِ
أَمْثَالَهُمْ |
|
Allah ise insana, kendisinden örnek
veriyor
|
فَإِذا
لَقِيتُمُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
فَضَرْبَ
الرِّقَابِ |
4. |
İnkarcılarla savaşırsanız
öldüresiye vurun. |
حَتَّى
إِذَا
أَثْخَنْتُمُوهُمْ
فَشُدُّوا
الْوَثَاقَ |
|
Onları sindirdiğinizde,
kendinizi antlaşma ile sağlama alın. |
فَإِمَّا
مَنًّا
بَعْدُ
وَإِمَّا
فِدَاءً حَتَّى
تَضَعَ الْحَرْبُ
أَوْزَارَهَا |
|
esirleri de
karşılıksız ya da takasla bırakın ki savaş
tam olarak sona erebilsin. |
ذَلِكَ
وَلَوْ
يَشَاءُ اللهُ
لاَنْتَصَرَ
مِنْهُمْ
وَلَكِنْ
لِيَبْلُوَ
بَعْضَكُمْ
بِبَعْضٍ |
|
Allah isteseydi onlardan
intikamını başka türlü de alabilirdi. Fakat, birbirinizi
kullanarak sizi sınava tabi tutuyor. |
وَالَّذِينَ
قُتِلُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ
فَلَنْ
يُضِلَّ
أَعْمَالَهُمْ |
|
Allah, kendisi için savaşanların
amellerini boşa çıkarmayacaktır. |
سَيَهْدِيهِمْ
وَيُصْلِحُ
بَالَهُمْ |
5. |
Ellerinden tutup gönüllerini alacak ve |
وَيُدْخِلُهُمُ
الْجَنَّةَ
عَرَّفَهَا
لَهُمْ |
6. |
onları, tasvir ettiği cennetinde
ağırlayacaktır. |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِنْ تَنْصُرُوا
اللهَ يَنْصُرْكُمْ
وَيُثَبِّتْ
أَقْدَامَكُمْ |
7. |
Sevgili müminler! Eğer Allah'a
yardım ederseniz, O da size, yardım edip yere sağlam
basmanızı sağlayacaktır. |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
فَتَعْسًا
لَهُمْ وَأَضَلَّ
أَعْمَالَهُمْ |
8. |
Vah inkarcılarım vah! Her
şeylerini yitirdiler! |
ذَلِكَ
بِأَنَّهُمْ
كَرِهُوا
مَا أَنْزَلَ
اللهُ
فَأَحْبَطَ
أَعْمَالَهُمْ |
9. |
Neden mi?: Çünkü onlar, Allah'ın
indirdiklerini beğenmediler, o da her şeylerini iptal ediverdi |
أَفَلَمْ
يَسِيرُوا
فِي اْلأَرْضِ
فَيَنْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذِينَ مِنْ
قَبْلِهِمْ |
10. |
Acaba
bunlar, dünyayı gezip daha öncekilerin akıbetini görmediler mi? |
دَمَّرَ
اللهُ
عَلَيْهِمْ
وَلِلْكَافِرِينَ
أَمْثَالُهَا |
|
Allah onları, yukarıdan
bombalayıp işlerini bitirdi. İnkarcıların da
olacağı bu. |
ذَلِكَ
بِأَنَّ اللهَ
مَوْلَى
الَّذِينَ
آمَنُوا |
11. |
Demek ki Allah, inananlardan yanadır. |
وَأَنَّ
الْكَافِرِينَ
لاَ مَوْلَى
لَهُمْ |
|
Demek ki inkarcılar sahipsizdir. |
سورة
محمد:
مدنية 38 آية |
26.c. |
Muhammed: 47 / 12 - 19. Ayetler |
إِنَّ
اللهَ
يُدْخِلُ
الَّذِينَ
آمَنُوا وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا اْلأ
َنْهَارُ |
12. |
Şüphesiz Allah, inanıp
ardından yararlı faaliyetlerde bulunanları, içerisinde
derelerin çağladığı bahçelerde
ağırlayacaktır. |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
يَتَمَتَّعُونَ
وَيَأْكُلُونَ
كَمَا
تَأْكُلُ اْلأَنْعَامُ
وَالنَّارُ
مَثْوًى
لَهُمْ |
|
İnkarcılar ise, dünyanın
tadını çıkarmaya ve hayvan gibi yiyip içmeye devam
edeceklerdir. Onların yeri ateştir
|
وَكَأَيِّنْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
هِيَ
أَشَدُّ قُوَّةً
مِنْ
قَرْيَتِكَ
الَّتِي
أَخْرَجَتْكَ
أَهْلَكْنَاهُمْ
فَلاَ
نَاصِرَ
لَهُمْ |
13. |
Resulüm! Biz, seni sürgün eden kentten daha mamur
nice kentleri yerle bir ettik. Onların imdadına yetişen de
olmadı. |
أَفَمَنْ
كَانَ عَلَى
بَيِّنَةٍ
مِنْ رَبِّهِ
كَمَنْ
زُيِّنَ
لَهُ سُوءُ
عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا
أَهْوَاءَهُمْ |
14. |
Hiç Allahın talimatı
doğrultusunda hareket edenle, sadece kendi yaptığını
beğenen ve canının istediğini yapan bir olur mu? |
مَثَلُ
الْجَنَّةِ
الَّتِي
وُعِدَ
الْمُتَّقُونَ
فِيهَا |
15. |
Sağlamcılara söz verilen cennet
içinde neler var neler: |
أَنْهَارٌ
مِنْ مَاءٍ
غَيْرِ
آسِنٍ |
|
kireçsiz su pınarları |
وَأَنْهَارٌ
مِنْ لَبَنٍ
لَمْ
يَتَغَيَّرْ
طَعْمُهُ |
|
doğal tadında süt
pınarları |
وَأَنْهَارٌ
مِنْ خَمْرٍ
لَذَّةٍ
لِلشَّارِبِينَ
|
|
içimine doyum olmaz içki
pınarları, |
وَأَنْهَارٌ
مِنْ عَسَلٍ
مُصَفًّى |
|
süzme bal pınarları |
وَلَهُمْ
فِيهَا مِنْ
كُلِّ
الثَّمَرَاتِ
وَمَغْفِرَةٌ
مِنْ
رَبِّهِمْ |
|
çeşit çeşit meyveler ve
Rablerinin hoşgörüsü. |
كَمَنْ
هُوَ
خَالِدٌ فِي
النَّارِ
وَسُقُوا
مَاءً
حَمِيمًا
فَقَطَّعَ
أَمْعَاءَهُمْ |
|
Şimdi bu nimetler içinde yüzen biri,
sonsuza kadar yanmaya ve bağırsak delen kaynar su içmeye mahkum
edilmiş biriyle bir olur mu? |
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَسْتَمِعُ
إِلَيْكَ
حَتَّى
إِذَا
خَرَجُوا
مِنْ
عِنْدِكَ
قَالُوا لِلَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ
مَاذَا قَالَ
آنِفًا |
16 |
İnsanlar içerisinde seni
dinlediği halde, dışarı çıkar çıkmaz, bilgili
olanlara: " sahi demin ne demişti? " diye soranlar var. |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
طَبَعَ اللهُ
عَلَى
قُلُوبِهِمْ
وَاتَّبَعُوا
أَهْوَاءَهُمْ |
|
Allah, böylesine keyfî hareket edenlerin
kalplerini mühürlerken, |
وَالَّذِينَ
اهْتَدَوْا
زَادَهُمْ
هُدًى وَآتَاهُمْ
تَقْوَاهُمْ |
17. |
doğru yola girenleri hem rehberlik, hem
de güvenlik açısından takviye etmiştir. |
فَهَلْ
يَنْظُرُونَ
إِلاَّ
السَّاعَةَ
أَنْ
تَأْتِيَهُمْ
بَغْتَةً |
18. |
Acaba bunlar, felaketin birden
bastırmasını mı bekliyorlar? |
فَقَدْ
جَاءَ
أَشْرَاطُهَا
فَأَنَّى
لَهُمْ
إِذَا
جَاءَتْهُمْ
ذِكْرَاهُمْ |
|
Aslında şartlar
oluşmuştur, ama beklenen başa gelince neye yarar ki
|
فَاعْلَمْ
أَنَّهُ لاَ
إِلَهَ إِلاَّ
اللهُ |
19. |
Resulüm! Bil ki Allah'tan başka tanrı
yoktur, |
وَاسْتَغْفِرْ
لِذَنْبِكَ
وَلِلْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
|
|
kendi kusurların için olduğu
kadar, bay bayan tüm müminler için de Tanrı'dan af dile. |
وَاللهُ
يَعْلَمُ
مُتَقَلَّبَكُمْ
وَمَثْوَاكُمْ |
|
Çünkü, sizin nerede ne
yaptığınızı sadece Allah biliyor. |
سورة
محمد:
مدنية 38 آية |
26.c. |
Muhammed: 47 / 20 - 29. Ayetler |
وَيَقُولُ
الَّذِينَ
آمَنُوا
لَوْلاَ
نُزِّلَتْ
سُورَةٌ |
20. |
Müminler: " Ah bir sûre indirilse!
" diyorlardı. |
فَإِذَا
أُنْزِلَتْ
سُورَةٌ
مُحْكَمَةٌ
وَذُكِرَ
فِيهَا
الْقِتَالُ |
|
Ama, savaştan söz eden bir sûre
indirildi mi, |
رَأَيْتَ
الَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ |
|
kalplerinde rahatsızlık
olanların, |
يَنْظُرُونَ
إِلَيْكَ
نَظَرَ
الْمَغْشِيِّ
عَلَيْهِ
مِنَ
الْمَوْتِ |
|
sana, korkudan bayılacakmış
gibi baktıklarını görürsün. |
فَأَوْلَى
لَهُمْ |
|
Halbuki onlar için en uygunu, |
طَاعَةٌ
وَقَوْلٌ
مَعْرُوفٌ |
21. |
itaat ve yapıcı bir söz
olmalıydı. |
فَإِذَا
عَزَمَ اْلأ َمْرُ
فَلَوْ
صَدَقُوا اللهَ
لَكَانَ
خَيْرًا
لَهُمْ |
|
İş ciddiye binince Allah'a
karşı dürüst olsalardı
onlar için herhalde daha iyi olurdu. |
فَهَلْ
عَسَيْتُمْ
إِنْ
تَوَلَّيْتُمْ
|
22. |
Demek ki işin başında siz
olsanız, |
أَنْ
تُفْسِدُوا
فِي اْلأَ رْضِ
وَتُقَطِّعُوا
أَرْحَامَكُمْ |
|
akrabalık bağlarını
hiçe sayıp yeryüzünün altını üstüne getireceksiniz öyle mi?. |
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
لَعَنَهُمُ
اللهُ
فَأَصَمَّهُمْ
وَأَعْمَى
أَبْصَارَهُمْ |
23. |
Allah, bu gibileri, kavrama ve ileriyi
görme yeteneklerini köreltmek suretiyle lanetlemiştir. |
أَفَلاَ
يَتَدَبَّرُونَ
الْقُرْآنَ |
24. |
Bunlar, Kuranı irdeleseler iyi olur.
|
أَمْ
عَلَى
قُلُوبٍ
أَقْفَالُهَا |
|
Yoksa kalpleri kilitli mi? |
إِنَّ
الَّذِينَ
ارْتَدُّوا
عَلَى
أَدْبَارِهِمْ
مِنْ بَعْدِ
مَا
تَبَيَّنَ لَهُمُ
الْهُدَى |
25. |
Bazıları da, doğru yol
kendilerine ayan beyan belli olduktan sonra, gerisin geri çark edip döndüler.
|
اَلشَّيْطَانُ
سَوَّلَ
لَهُمْ
وَأَمْلَى
لَهُمْ |
|
Belli ki şeytan, bunların gözünü
boyayıp, büyük hayallerle kandırmıştır. |
ذَلِكَ
بِأَنَّهُمْ
قَالُوا
لِلَّذِينَ
كَرِهُوا
مَا نَزَّلَ
اللهُ |
26. |
Nitekim bunlar, Allah'ın
yaptığı savaş çağrısından
hoşlanmayanlara varıp: |
سَنُطِيعُكُمْ
فِي بَعْضِ اْلأَمْرِ
|
|
" biz birkaç durumda size itaat
edeceğiz "
diyorlardı. |
وَاللهُ
يَعْلَمُ
إِسْرَارَهُمْ |
|
Allah ise onların içyüzünü biliyordu. |
فَكَيْفَ
إِذَا
تَوَفَّتْهُمُ
الْمَلاَئِكَةُ
يَضْرِبُونَ
وُجُوهَهُمْ
وَأَدْبَارَهُمْ |
27. |
Şimdi bunlar, bir gün melekler,
kendilerinin tekme tokat canlarını alırken ne yapacaklar
acaba? |
ذَلِكَ
بِأَنَّهُمُ
اتَّبَعُوا
مَا
أَسْخَطَ اللهََ
وَكَرِهُوا
رِضْوَانَهُ
|
28. |
Çünkü bunlar vaktiyle, Allahı
kızdıran şeyler yapmışlar, onun
rızasını hiçe saymışlardı |
فَأَحْبَطَ
أَعْمَالَهُمْ |
|
Allah da bu yüzden tüm amellerini
sıfırlamıştı. |
أَمْ
حَسِبَ
الَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ أَنْ
لَنْ
يُخْرِجَ اللهُ
أَضْغَانَهُمْ |
29. |
Yoksa, kalbinde rahatsızlık
bulunanlar: Allah kinlerini hiçbir zaman gün yüzüne çıkarmaz mı
sanıyorlar? |
سورة
محمد:
مدنية 38 آية |
26.c. |
Muhammed: 47 / 30 - 38. Ayetler |
وَلَوْ
نَشَاءُ َلأَرَيْنَاكَهُمْ
فَلَعَرَفْتَهُمْ
بِسِيمَاهُمْ
|
30. |
Resulüm! isteseydik, onları sana
gösterir, sen de kendilerini simalarından tanırdın. |
وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ
فِي لَحْنِ
الْقَوْلِ
وَاللهُ
يَعْلَمُ
أَعْمَالَكُمْ |
|
Hatta onları, bozuk şivelerinden
tanıyacaksın. Allah, tüm yaptıklarınızın
farkındadır. |
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ
حَتَّى
نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ
مِنْكُمْ
وَالصَّابِرِينَ
|
31. |
Ama biz, kim gayretli, kim
sabırlı gösterene kadar, sizi sınamaya devam edeceğiz. |
وَنَبْلُوَ
أَخْبَارَكُمْ |
|
Ayrıca haberlerinizi de süzüyoruz
|
إِنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَصَدُّوا
عَنْ
سَبِيلِ اللهِ
|
32. |
İnkar edip Hak yolcusunu yolundan
edenler, |
وَشَاقُّوا
الرَّسُولَ
مِنْ بَعْدِ
مَا تَبَيَّنَ
لَهُمُ
الهُدَى |
|
gerçekler ortada iken resule kafa
tutanlar, |
لَنْ
يَضُرُّوا
اللهَ
شَيْئًا
وَسَيُحْبِطُ
أَعْمَالَهُمْ |
|
Allah'a bir şey yapamazlar, Allah,
onların girişimlerini başarısız kılacaktır
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
أَطِيعُوا اللهَ
وَأَطِيعُوا
الرَّسُولَ |
33. |
Ey inananlar, Allah'a ve resulüne itaat edin. |
وَلاَ
تُبْطِلُوا
أَعْمَالَكُمْ |
|
Aksi halde tüm yaptıklarınız
heba olabilir. |
إِنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَصَدُّوا
عَنْ سَبِيلِ
اللهِ |
34. |
Çünkü Allah, inkar edenleri, Hak yolcusunu
yolundan edenleri, |
ثُمَّ
مَاتُوا
وَهُمْ
كُفَّارٌ
فَلَنْ يَغْفِرَ
اللهُ
لَهُمْ |
|
inkarı ile can verenleri, asla
affetmeyecektir. |
فَلاَ
تَهِنُوا
وَتَدْعُوا
إِلَى
السَّلْمِ
وَأَنْتُمُ
اْلأَعْلَوْنَ
|
35. |
Üstün konumda iken gevşeyip teslim
olmayın. |
وَاللهُ
مَعَكُمْ
وَلَنْ
يَتِرَكُمْ
أَعْمَالَكُمْ |
|
Allah yanınızdadır,
emeklerinizi de asla heder etmeyecektir. |
إِنَّمَا
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا
لَعِبٌ
وَلَهْوٌ |
36. |
Dünya hayatı oyun ve eğlenceden
ibarettir. |
وَإِنْ
تُؤْمِنُوا
وَتَتَّقُوا
يُؤْتِكُمْ
أُجُورَكُمْ
|
|
Eğer inanarak kendinizi sağlama
alırsanız Allah, emeğinizin
karşılığını verecektir. |
وَلاَ
يَسْأَلْكُمْ
أَمْوَالَكُمْ |
|
Buna mukabil sizden mal talep
etmeyecektir. |
إِنْ
يَسْأَلْكُمُوهَا
فَيُحْفِكُمْ
|
37. |
Zaten, isteyip de sizi vermeye
zorlasaydı, |
تَبْخَلُوا
وَيُخْرِجْ
أَضْغَانَكُمْ |
|
cimriliğiniz tutar, kinleriniz
debreşebilirdi
|
هَاأَنْتُمْ
هَؤُلاَءِ
تُدْعَوْنَ
لِتُنْفِقُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
38. |
Şimdi ise, Allah için sarfedilmek üzere
sizi malî özveriye davet ediyor. |
فَمِنْكُمْ
مَنْ
يَبْخَلُ
وَمَنْ
يَبْخَلْ
فَإِنَّمَا
يَبْخَلُ
عَنْ
نَفْسِهِ |
|
İçinizden cimrilik eden
olacaktır. Ama cimrilik eden kendisine eder. |
وَاللهُ
الْغَنِيُّ
وَأَنْتُمُ
الْفُقَرَاءُ |
|
Çünkü Allah zengindir, fakir olan
sizsiniz. |
وَإِنْ
تَتَوَلَّوْا
يَسْتَبْدِلْ
قَوْمًا
غَيْرَكُمْ |
|
Reddederseniz, yerinize
başkasını getirebilir. |
ثُمَّ لاَ
يَكُونُوا
أَمْثَالَكُمْ |
|
Gelenler de, hiç de sizin gibi
olmayabilir. |
سورة
الفتح:
مدنية 29 آية |
26.c. |
Fetih: 48 / 1 - 9. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
إِنَّا
فَتَحْنَا
لَكَ
فَتْحًا
مُبِينًا |
1. |
Resulüm! Artık biz sana yepyeni
ufuklar açtık. |
لِيَغْفِرَ
لَكَ اللهُ
مَا
تَقَدَّمَ
مِنْ
ذَنْبِكَ
وَمَا
تَأَخَّرَ |
2. |
Bu barış döneminde Allah, senin
geçmiş ve gelecek sıkıntılarını giderecek, [1] |
وَيُتِمَّ
نِعْمَتَهُ
عَلَيْكَ
وَيَهْدِيَكَ
صِرَاطًا
مُسْتَقِيمًا |
|
sana verdiği nimeti tamamlayacak,
seni düze çıkaracak, |
وَيَنْصُرَكَ
اللهُ
نَصْرًا
عَزِيزًا |
3. |
sana, senin değerine değer katan
zaferler kazandıracaktır. |
هُوَ
الَّذِي
أَنْزَلَ
السَّكِينَةَ
فِي قُلُوبِ
الْمُؤْمِنِينَ
لِيَزْدَادُوا
إِيمَانًا
مَعَ
إِيمَانِهِمْ
|
4. |
Barış sözleşmesiyle
müminlerin içine huzur veren Allah, bu sükûnet döneminde onların imanlarını
de kat kat güçlendirecektir. |
وَ
ِللهِ
جُنُودُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ |
|
Göklerin ve yerin orduları
Allah'ın emrindedir. |
وَكَانَ
اللهُ
عَلِيمًا
حَكِيمًا |
|
Çünkü Allah bilgi gücüyle her şeye
hakimdir. |
لِيُدْخِلَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا اْلأَنهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا |
5. |
Allah, bu sözleşmeyi onaylayan
bay-bayan müminleri içinde suların şarladığı
cennetinde sonsuza kadar ağırlayacaktır. |
وَيُكَفِّرَ
عَنْهُمْ
سَيِّئَاتِهِمْ |
|
Hem de tüm günahlarını silerek. |
وَكَانَ
ذَلِكَ
عِنْدَ
اللهِ
فَوْزًا
عَظِيمًا |
|
Allaha göre bu, muhteşem bir
zaferdir. |
وَيُعَذِّبَ
الْمُنَافِقِينَ
وَالْمُنَافِقَاتِ
|
6. |
Allah münafıkları
cezalandıracağı gibi, |
وَالْمُشْرِكِينَ
وَالْمُشْرِكَاتِ
الظَّانِّينَ
بِاللهِ
ظَنَّ
السَّوْءِ |
|
Allah'a yapılmadık kötülük
bırakmayan müşrikleri de cezalandıracaktır. |
عَلَيْهِمْ
دَائِرَةُ
السَّوْءِ |
|
Onların başı belâdan
kurtulmayacaktır: |
وَغَضِبَ
اللهُ
عَلَيْهِمْ
وَلَعَنَهُمْ
وَأَعَدَّ
لَهُمْ
جَهَنَّمَ |
|
Allah onlara gazab etmiş, lanet
etmiş dahası cehennemi de hazır etmiştir. |
وَسَاءَتْ
مَصِيرًا |
|
Aman ne berbat bir son. |
وَ
ِللهِ
جُنُودُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
7. |
Göklerin ve yerin orduları
Allah'ın emrindedir. |
وَكَانَ
اللهُ
عَزِيزًا
حَكِيمًا |
|
Allah, görkemli gücüyle her şeye
hakimdir. |
إِنَّا
أَرْسَلْنَاكَ
شَاهِدًا
وَمُبَشِّرًا
وَنَذِيرًا |
8. |
Resulüm biz seni, gözlemci, müjdeci ve
uyarıcı olarak görevlendirdik. |
لِتُؤْمِنُوا
بِاللهِ
وَرَسُولِهِ
|
9. |
Artık sizler de, Allah ve resulüne
inanacak, |
وَتُعَزِّرُوهُ
وَتُوَقِّرُوهُ
|
|
resule destek olup saygı göstereceksiniz.
|
وَتُسَبِّحُوهُ
بُكْرَةً
وَأَصِيلاً |
|
Sabah akşam Allahı namazla
yücelteceksiniz. |
سورة
الفتح:
مدنية 29 آية |
26.c. |
Fetih: 48 / 10 - 15. Ayetler |
إِنَّ
الَّذِينَ
يُبَايِعُونَكَ
إِنَّمَا
يُبَايِعُونَ
اللهَ |
10. |
Resulüm! Şimdi sana
bağlılık sözü verenler, aslında Allah ile
sözleşiyorlar demektir. |
يَدُ اللهِِ
فَوْقَ
أَيْدِيهِمْ |
|
Artık Allah'ın eli, onların
üstündedir. |
فَمَنْ
نَكَثَ
فَإِنَّمَا
يَنْكُثُ
عَلَى نَفْسِهِ |
|
Artık sözünde durmayan kendine eder. |
وَمَنْ
أَوْفَى
بِمَا
عَاهَدَ
عَلَيْهُ اللهَ |
|
Allah'a verdiği söze sadık
kalanlara ise, |
فَسَيُؤْتِيهِ
أَجْرًا
عَظِيمًا |
|
Allah'ın
karşılığı muhteşem olacaktır. |
سَيَقُولُ
لَكَ
الْمُخَلَّفُونَ
مِنَ اْلأَعْرَابِ
شَغَلَتْنَا
أَمْوَالُنَا
وَأَهْلُونَا
فَاسْتَغْفِرْ
لَنَا |
11. |
Resulüm! Seferi ağırdan alan
Araplar sana: " kusura kalma mal maşat ve çoluk çocuk bizi
oyaladı, " diyeceklerdir. |
يَقُولُونَ
بِأَلْسِنَتِهِمْ
مَا لَيْسَ فِي
قُلُوبِهِمْ |
|
İçlerinde olmayan bir şeyi dile
getiriyorlar. |
قُلْ
فَمَنْ
يَمْلِكُ
لَكُمْ مِنَ
اللهِ
شَيْئًا
إِنْ
أَرَادَ
بِكُمْ
ضَرًّا أَوْ
أَرَادَ
بِكُمْ
نَفْعًا |
|
De ki: " Eğer Allah, size bir
yarar ya da zarar vermek isterse, hiçkimse sizi Allah'ın elinden alamaz.
" |
بَلْ
كَانَ اللهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَبِيرًا |
|
Allah, tüm yaptıklarınızdan
haberlidir. |
بَلْ
ظَنَنْتُمْ
أَنْ لَنْ
يَنْقَلِبَ
الرَّسُولُ
وَالْمُؤْمِنُونَ
إِلَى
أَهْلِيهِمْ
أَبَدًا |
12. |
Aslında sizler, resulün de müminlerin
de bir daha ailelerine sağ salim dönemeyeceklerini
sanmıştınız, |
وَزُيِّنَ
ذَلِكَ فِي
قُلُوبِكُمْ
وَظَنَنْتُمْ
ظَنَّ
السَّوْءِ
وَكُنْتُمْ
قَوْمًا بُورًا |
|
hatta bu düşünce yüzünden siz, öyle
kötü hayallere kapıldınız ki sonunda verimsiz bir toplum
olup çıktınız. |
وَمَنْ
لَمْ
يُؤْمِنْ
بِاللهِ
وَرَسُولِهِ
|
13. |
Biz, Allah ve resulüne inanmayan |
فَإِنَّا
أَعْتَدْنَا
لِلْكَافِرِينَ
سَعِيرًا |
|
nankörler için, çılgın alevler
hazırladık. |
وَِللهِ
مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
14. |
Göklerin ve yerin tek hakimi
Allah'tır. |
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَاءُ |
|
dilediğini bağışlar,
dilediğini cezalandırır. |
وَكَانَ
اللهُ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
Çünkü Allah, engin hoşgörülü bir
sevgi selidir. |
سَيَقُولُ
الْمُخَلَّفُونَ
إِذَا انْطَلَقْتُمْ
إِلَى
مَغَانِمَ
لِتَأْخُذُوهَا
|
15. |
Siz, ganimet paylaşımı için
yola düştüğünüz zaman şu bizim gericiler: |
ذَرُونَا
نَتَّبِعْكُمْ
يُرِيدُونَ
أَنْ يُبَدِّلُوا
كَلاَمَ اللهِ |
|
Allah kelâmını
değiştirebilir miyiz düşüncesi ile: " Müsade edin biz
de gelelim " diyecekler. |
قُلْ
لَنْ
تَتَّبِعُونَا
كَذَلِكُمْ
قَالَ اللهُ
مِنْ قَبْلُ |
|
De ki: " bizimle gelemezsiniz,
çünkü bu sözün aynısını Allah, seferden önce de
söylemişti. " |
فَسَيَقُولُونَ
بَلْ
تَحْسُدُونَنَا
بَلْ كَانُوا
لاَ
يَفْقَهُونَ
إِلاَّ
قَلِيلاً |
|
Şimdi de: " bizi
kıskanıyorsunuz " diyecekler. Kıskanmak ne kelime
bunların hepsi utanmaz ve arlanmazın teki. |
سورة
الفتح:
مدنية 29 آية |
26.c. |
Fetih: 48 / 16 - 23. Ayetler |
قُلْ
لِلْمُخَلَّفِينَ
مِنَ اْلأَعْرَابِ
|
16. |
Resulüm! Sefer konusunu ağırdan
alanlara de ki: |
سَتُدْعَوْنَ
إِلَى
قَوْمٍ
أُولِي
بَأْسٍ شَدِيدٍ
تُقَاتِلُونَهُمْ
أَوْ
يُسْلِمُونَ |
|
" Yakında çok güçlü bir
toplum ile savaşmak ya da teslim olmak üzere savaşa davet
edileceksiniz. |
فَإِنْ
تُطِيعُوا
يُؤْتِكُمُ
اللهُ
أَجْرًا
حَسَنًا |
|
Eğer kabul ederseniz, Allah
sizi bir güzel ödüllendirecektir. |
وَإِنْ
تَتَوَلَّوْا
كَمَا
تَوَلَّيْتُمْ
مِنْ قَبْلُ
يُعَذِّبْكُمْ
عَذَابًا
أَلِيمًا |
|
Eğer daha önce
yaptığınız gibi yine kaçacak olursanız, sizi çok
fena cezalandıracaktır
" |
لَيْسَ
عَلَى اْلأَعْمَى
حَرَجٌ وَلاَ
عَلَى اْلأَعْرَجِ
حَرَجٌ |
17. |
Görme engelliler, yürüme engelliler seferden
muaftır. |
وَلاَ
عَلَى
الْمَرِيضِ
حَرَجٌ |
|
Hastalar da aynı şekilde
muaftır. |
وَمَنْ
يُطِعِ اللهَ
وَرَسُولَهُ
|
|
Allah ve resulüne itaat edenler, |
يُدْخِلْهُ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ |
|
çağlayanlı bahçelerde
ağırlanacaktır. |
وَمَنْ
يَتَوَلَّ
يُعَذِّبْهُ
عَذَابًا أَلِيمًا |
|
Emre uymayanlar ise fena
cezalandırılacaktır. |
لَقَدْ
رَضِيَ اللهُ
عَنِ
الْمُؤْمِنِينَ
إِذْ
يُبَايِعُونَكَ
تَحْتَ
الشَّجَرَةِ
|
18. |
Allah, Hudeybiye'deki ağaç
altında, sana bağlılık sözü veren müminlerden çok
memnun olmuştur. |
فَعَلِمَ
مَا فِي
قُلُوبِهِمْ
فَأَنْزَلَ السَّكِينَةَ
عَلَيْهِمْ
وَأَثَابَهُمْ
فَتْحًا قَرِيبًا |
|
İç dünyalarında esen
fırtınaları dikkate alarak yüreklerine su serpti. Yakın
bir fetihten söz ederek güç tazeledi. |
وَمَغَانِمَ
كَثِيرَةً
يَأْخُذُونَهَا
وَكَانَ
اللهُ
عَزِيزًا
حَكِيمًا |
19. |
İlerde sahip olacakları nice
zenginliklerden söz etti: çünkü güçlü ve egemen olan Allah'tı. |
وَعَدَكُمُ
اللهُ
مَغَانِمَ
كَثِيرَةً
تَأْخُذُونَهَا
|
20. |
Allah size de yakında sahip
olacağınız daha nice zenginlikler vadetti! |
فَعَجَّلَ
لَكُمْ
هَذِهِ
وَكَفَّ
أَيْدِيَ
النَّاسِ
عَنْكُمْ |
|
Hatta, size kalkan elleri indirmek
suretiyle bu vadini öne bile aldı
|
وَلِتَكُونَ
آيَةً
لِلْمُؤْمِنِينَ
وَيَهْدِيَكُمْ
صِرَاطًا
مُسْتَقِيمًا |
|
Bu barış sözleşmesi, tüm inananlara
ders olmalı ve sizi doğru hedefe götürmelidir. |
وَأُخْرَى
لَمْ
تَقْدِرُوا
عَلَيْهَا
قَدْ
أَحَاطَ اللهُ
بِهَا |
21. |
Allah'ın elinde daha öyle
zenginlikler var ki siz onları tahmin bile edemezsiniz. |
وَكَانَ
اللهُ عَلَى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرًا |
|
Çünkü Allah, her şeye kadirdir
|
وَلَوْ
قَاتَلَكُمُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لَوَلَّوُا
اْلأَدْبَارَ
|
22. |
Eğer Mekkeli müşrikler Hudeybiye'de
sizinle savaşsalardı, kesinlikle kaçarlardı. |
ثُمَّ لاَ
يَجِدُونَ
وَلِيًّا وَلاَ
نَصِيرًا |
|
Daha sonra tamamen kolsuz kanatsız
kalırlar, |
سُنَّةَ
اللهِ
الَّتِي
قَدْ خَلَتْ
مِنْ قَبْلُ |
23. |
Allah'ın daha öncekilere
uyguladığı tarihî tekerrür yasası harekete geçer
işlerini bitirirdi. |
وَلَنْ
تَجِدَ
لِسُنَّةِ
اللهِ
تَبْدِيلاً |
|
Allah'ın tarihî tekerrür yasası
asla şaşmaz
|
سورة
الفتح: مدنية
29
آية |
26.c. |
Fetih: 48 / 24 - 28. Ayetler |
وَهُوَ
الَّذِي
كَفَّ
أَيْدِيَهُمْ
عَنْكُمْ
وَأَيْدِيَكُمْ
عَنْهُمْ
بِبَطْنِ
مَكَّةَ
مِنْ بَعْدِ
أَنْ أَظْفَرَكُمْ
عَلَيْهِمْ |
24. |
Mekke'nin dibinde, hem de onlardan üstün
konumda iken yaptığınız bu barışla Allah,
birbirinize el kaldırmanıza son verdi. |
وَكَانَ
اللهُ بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصِيرًا |
|
Çünkü Allah,
yaptıklarınızı görüp izliyordu. |
هُمُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَصَدُّوكُمْ
عَنِ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ |
25. |
O gün inkarcı Mekkeliler, sizi
Kabe ziyaretine bırakmamış, |
وَالْهَدْيَ
مَعْكُوفًا
أَنْ
يَبْلُغَ مَحِلَّهُ |
|
hatta elinizdeki kurbanları
kesimhaneye götürmenize bile razı olmamışlardı. |
وَلَوْلاَ
رِجَالٌ
مُؤْمِنُونَ
وَنِسَاءٌ
مُؤْمِنَاتٌ
لَمْ
تَعْلَمُوهُمْ
|
|
Eğer şehirde,
durumlarını bilmediğiniz mümin kardeşleriniz
olmasaydı işgalinize izin verilirdi. |
أَنْ
تَطَئُوهُمْ
فَتُصِيبَكُمْ
مِنْهُمْ
مَعَرَّةٌ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
|
|
-o zaman da onlara, bilmeden zarar
verebilir bu yüzden başınız ağrıyabilirdi.- |
لِيُدْخِلَ
اللهُ فِي
رَحْمَتِهِ
مَنْ
يَشَاءُ |
|
-bereket aralarında
Allah'ın, sevgi halkasına alacağı kulları
varmış da beklenen olmadı-. |
لَوْ
تَزَيَّلُوا
لَعَذَّبْنَا
الَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْهُمْ
عَذَابًا
أَلِيمًا
|
|
Eğer müslümanlar güvenli bir yerde
olsalardı, inkarcılara acılardan acı beğendirirdik. |
إِذْ
جَعَلَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
فِي قُلُوبِهِمُ
الْحَمِيَّةَ
|
26. |
O gün inkarcı Mekkeliler,
içlerindeki kini |
حَمِيَّةَ
الْجَاهِلِيَّةِ |
|
cehalet kini ile kaynatırken, |
فَأَنْزَلَ
اللهُ
سَكِينَتَهُ
عَلَى
رَسُولِهِ
وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ |
|
Allah, hem resulüne hem müminlere sükûnet
telkin ediyordu. |
وَأَلْزَمَهُمْ
كَلِمَةَ
التَّقْوَى |
|
Onlara: işi sağlama almaktan söz
ediyordu. |
وَكَانُوا
أَحَقَّ
بِهَا
وَأَهْلَهَا
|
|
Çünkü onlar buna değerdi. |
وَكَانَ
اللهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمًا |
|
Çünkü Allah her şeyi biliyordu. |
لَقَدْ
صَدَقَ اللهُ
رَسُولَهُ
الرُّؤْيَا
بِالْحَقِّ |
27. |
Çünkü Allah, resulüne gösterdiği
rüyada açık açık şöyle demişti: |
لَتَدْخُلُنَّ
الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
إِنْ شَاءَ
اللهُ
آمِنِينَ |
|
" Allah'ın izniyle bir gün
Mescidi Haram'a gireceksiniz hem de tam bir güven içinde, |
مُحَلِّقِينَ
رُءُوسَكُمْ
وَمُقَصِّرِينَ
لاَ
تَخَافُونَ
|
|
saçınız
başınız tıraşlı olarak, korkmadan. " |
فَعَلِمَ
مَا لَمْ
تَعْلَمُوا |
|
Sizin bilmediklerinizi bilen Allah, |
فَجَعَلَ
مِنْ دُونِ
ذَلِكَ
فَتْحًا
قَرِيبًا |
|
Mekke'den başka, resulüne daha
yakın fetihlerden de söz ediyordu. |
هُوَ
الَّذِي
أَرْسَلَ
رَسُولَهُ
بِالْهُدَى
وَدِينِ
الْحَقِّ |
28. |
Çünkü resulüne gerçek din ile önderlik
görevi veren Allah, |
لِيُظْهِرَهُ
عَلَى
الدِّينِ
كُلِّهِ |
|
İslâmı, tüm dinlerin üstüne
çıkarmak istiyordu. |
وَكَفَى
بِاللهِ
شَهِيدًا |
|
Çünkü tanık olarak sadece Allah
yeterliydi. |
سورة
الفتح:
مدنية 29 آية |
26.c. |
Fetih: 48 / 29 - 29. Ayetler |
مُحَمَّدٌ
رَسُولُ اللهِ
|
29. |
Muhammed Allah'ın elçisidir. |
وَالَّذِينَ
مَعَهُ
أَشِدَّاءُ
عَلَى الْكُفَّارِ
رُحَمَاءُ
بَيْنَهُمْ |
|
Onun safında yer alanlar
inkarcılara sert, birbirilerine karşı son derece naziktirler. |
تَرَاهُمْ
رُكَّعًا
سُجَّدًا
يَبْتَغُونَ
فَضْلاً مِنَ
اللهِ
وَرِضْوَانًا |
|
Onları hep namazda eğrilip
doğrulurken Allah'ın ilgi ve rızasını isterken
görürsün. |
سِِِِِِِِِِِِِِِيمَاهُمْ
فِِيِ وُجُوهِِِِِِِِِِهِمْ
مِِِِِنْ
أَثَرِِ
السُّجُودِِ |
|
Simaları, yüzlerindeki secde izinden bellidir... |
ذَلِِكَ
مَثَلُهُمْ
فِي
التَّوْرَاةِِ
وَمَثَلُهُمْ
فِيِ اْلأِِنْجِيلِ
كَزَرْعٍ |
|
Tevrat
ve İncil, Müslümanları ekine benzetir: |
أَخْرَجَ
شَطْأَهُ
فَآزَرَهُ |
|
uç verip çıkan, sürgün olup gelişen, |
فَاسْتَغْلَظَ
فَاسْتَوَى
عَلَى سُوقِِهِِ |
|
sonunda sap olup dikilen, |
يُعْجِبُ
الزُّرَّاعَ |
|
çiftçileri sevinçten deli eden ekine. |
لِِيَغِيظَ
بِهِمُ
الْكُفَّارَ |
|
İslâmın yükselişi, inkarcıları
çılgına çeviriyor. |
وَعَدَ
اللهُ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
مِنْهُمْ
مَغْفِرَةً
وَأَجْرًا
عَظِيمًا |
|
سورة
الحجرات: مدنية 18
آية |
|
|
Hucurât: 49 / 1 - 4. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تُقَدِّمُوا
بَيْنَ
يَدَيِ اللهِ
وَرَسُولِهِ
|
1. |
Sevgili müminler! Sakın ola! Allah ve
resulünün önüne geçmeyin. |
|
وَاتَّقُوا
اللهَ إِنَّ
اللهَ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Allah'a karşı kendinizi
sağlama alın. Çünkü Allah, her şeyi duyup bilmektedir. |
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا |
2. |
Sevgili müminler! |
|
لاَ
تَرْفَعُوا
أَصْوَاتَكُمْ
فَوْقَ
صَوْتِ النَّبِيِّ |
|
Sesinizi, peygamberin sesinden daha fazla
yükseltmeyin. |
|
وَلاَ
تَجْهَرُوا
لَهُ
بِالْقَوْلِ
كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ
لِبَعْضٍ |
|
Ona birbirinize hitap ettiğiniz gibi
yüksek sesle hitap etmeyin. |
|
أَنْ
تَحْبَطَ
أَعْمَالُكُمْ
وَأَنْتُمْ لاَ
تَشْعُرُونَ |
|
Farkında olmadan amelleriniz
boşa gidebilir. |
|
إِنَّ
الَّذِينَ
يَغُضُّونَ
أَصْوَاتَهُمْ
عِنْدَ
رَسُولِ اللهِ
|
3. |
Allah, peygamber huzurunda sesini
kısanların |
|
أُولاَئِكَ
الَّذِينَ
امْتَحَنَ
اللهُ
قُلُوبَهُمْ
لِلتَّقْوَى |
|
kalplerini, sağlamlık denemesine
tutuyor. |
|
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَأَجْرٌ
عَظِيمٌ |
|
Onlar, af yanısıra büyük sevaba
nail olacak. |
|
إِنَّ
الَّذِينَ
يُنَادُونَكَ
مِنْ وَرَاءِ
الْحُجُرَاتِ
|
4. |
Resulüm! sana evinin
dışından seslenenlerin |
|
أَكْثَرُهُمْ
لاَ
يَعْقِلُونَ |
|
çokları, ince düşünemiyor. |
|
سورة
الحجرات: مدنية 18آية |
26.c. |
Hucurât: 49 / 5 - 11. Ayetler |
وَلَوْ
أَنَّهُمْ
صَبَرُوا
حَتَّى
تَخْرُجَ
إِلَيْهِمْ
لَكَانَ
خَيْرًا
لَهُمْ وَاللهُ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
5. |
Allah, her ne kadar hoşgörülü bir
sevgi seli ise de, eğer resul yanlarına çıkana kadar
sabretselerdi, elbet daha iyi olurdu
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِنْ جَاءَكُمْ
فَاسِقٌ
بِنَبَإٍ
فَتَبَيَّنُوا |
6. |
Sevgili müminler! Eğer kötü niyetli bir adam
size bir ihbarda bulunacak olursa, araştırın. |
أَنْ
تُصِيبُوا
قَوْمًا
بِجَهَالَةٍ
|
|
Yoksa bilmeden birilerine zarar verebilir,
|
فَتُصْبِحُوا
عَلَى مَا
فَعَلْتُمْ
نَادِمِينَ |
|
yaptıklarınıza pişman
olabilirsiniz. |
وَاعْلَمُوا
أَنَّ
فِيكُمْ
رَسُولَ اللهِ
|
7. |
Bereket ki Allah resulü henüz aranızdadır. |
لَوْ
يُطِيعُكُمْ
فِي كَثِيرٍ
مِنَ اْلأَمْرِ
لَعَنِتُّمْ |
|
Eğer resul, birçok konuda size uyacak
olsaydı, sıkıntıya düşebilirdiniz. |
وَلَكِنَّ
اللهَ
حَبَّبَ
إِلَيْكُمُ
اْلأِيمَانَ
وَزَيَّنَهُ
فِي
قُلُوبِكُمْ |
|
Ama Allah, bir yandan size imanı
sevdirip onu kalplerinize nakşederken, |
وَكَرَّهَ
إِلَيْكُمُ
الْكُفْرَ
وَالْفُسُوقَ
وَالْعِصْيَانَ
|
|
inkar yanı sıra, düzensizlik ve
isyandan nefret etmenizi sağlamıştır. |
أُولاَئِكَ
هُمُ
الرَّاشِدُونَ |
|
Bu özelliğe sahip olanlar olgun
müslümandır. |
فَضْلاً
مِنَ اللهِ
وَنِعْمَةً
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
8. |
Bunlar, Allah'ın size değer
verdiğini gösterir. Allah her şeye bilgi gücüyle hakimdir
|
وَإِنْ
طَآئِفَتَانِ
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
اقْتَتَلُوا
فَأَصْلِحُوا
بَيْنَهُمَا
|
9. |
Eğer iki Müslüman savaşırsa
aralarını bulun. |
فَإِنْ
بَغَتْ
إِحْدَاهُمَا
عَلَى اْلأُ خْرَى
فَقَاتِلُوا
الَّتِي
تَبْغِي
حَتَّى
تَفِيءَ
إِلَى
أَمْرِ اللهِ |
|
Taraflardan biri diğerine
saldırmaya devam ederse saldırgan tarafla, Allah'ın
dediklerine gelene kadar savaşın. |
فَإِنْ
فَآءَتْ
فَأَصْلِحُوا
بَيْنَهُمَا
بِالْعَدْلِ
وَأَقْسِطُوا
|
|
Pes ettiği zaman dengeli bir
şekilde aralarını bulun. Adil olun. |
إِنَّ
اللهَ
يُحِبُّ
الْمُقْسِطِينَ |
|
Çünkü Allah kılı kırk yaran
yargıçları sever. |
إِنَّمَا
الْمُؤْمِنُونَ
إِخْوَةٌ |
10. |
Müminler, kardeştir. |
فَأَصْلِحُوا
بَيْنَ
أَخَوَيْكُمْ
وَاتَّقُوا
اللهَ لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ |
|
Öyleyse kardeşler arasını
bulun, kendinizi Allah için sağlama alırsanız saygı
görürsünüz. |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
يَسْخَرْ
قَومٌ مِنْ
قَوْمٍ |
11. |
Sevgili müminler! Sakın ola birbirinizle alay
etmeyin, |
عَسَى
أَنْ
يَكُونُوا
خَيْرًا
مِنْهُمْ |
|
bakarsın, alay edilenler daha
hayırlı olabilir. |
وَلاَ
نِسَاءٌ
مِنْ
نِسَاءٍ
عَسَى أَنْ
يَكُنَّ خَيْرًا
مِنْهُنَّ |
|
Kadınlar da kadınlarla alay
etmesin, bakarsın alay edilen alay edenden daha hayırlıdır. |
وَلاَ
تَلْمِزُوا
أَنْفُسَكُمْ
وَلاَ
تَنَابَزُوا
بِاْلأَلْقَابِ |
|
Birbirinizi el yüz hareketleriyle de
kınamayın, birbirinize lakap da takmayın. |
بِئْسَ
الاِسْمُ
الْفُسُوقُ
بَعْدَ اْلإِيمَانِ |
|
İmandan sonra adı kötüye
çıkmak ne kötü! |
وَمَنْ
لَمْ يَتُبْ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ |
|
Kötülülükten pişman olmayan, zalimin
tekidir. |
سورة
الحجرات: مدنية 18 آية |
26.c. |
Hucurât: 49 / 12 - 18. Ayetler |
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اجْتَنِبُوا
كَثِيرًا
مِنَ
الظَّنِّ |
12. |
Sevgili müminler! Aşırı
kuşkucu olmayın. |
إِنَّ
بَعْضَ
الظَّنِّ
إِثْمٌ |
|
Çünkü bazı kuşkular suçtur: |
وَلاَ
تَجَسَّسُوا
وَلاَ
يَغْتَبْ
بَعْضُكُمْ
بَعْضًا |
|
Meselâ kişisel gizleri merak etmeyin.
Birbirinizi yokluğunda çekiştirmeyin. |
أَيُحِبُّ
أَحَدُكُمْ
أَنْ
يَأْكُلَ
لَحْمَ
أَخِيهِ
مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ |
|
Kim kardeşinin ölü etini yemek ister.
Herhalde istemezsiniz. |
وَاتَّقُوا
اللهَ إِنَّ
اللهَ
تَوَّابٌ
رَحِيمٌ |
|
Allah'a karşı kendinizi
sağlama alın. Çünkü Allah, af için yalvarılara dayanamaz
|
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ
إِنَّا
خَلَقْنَاكُمْ
مِنْ ذَكَرٍ
وَأُنْثَى |
13. |
Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir
dişiden yarattık. |
وَجَعَلْنَاكُمْ
شُعُوبًا
وَقَبَائِلَ
لِتَعَارَفُوا |
|
Sonra sizi boylara soylara
ayırıp karşılıklı ilişki
kurmanızı sağladık |
إِنَّ
أَكْرَمَكُمْ
عِنْدَ اللهِ
أَتْقَاكُمْ
|
|
Allah'a göre en iyiniz, en
sağlamcınızdır. |
إِنَّ
اللهَ
عَلِيمٌ
خَبِيرٌ |
|
Allah, engin bilgi ağı ile her
şeyden haberlidir. |
قَالَتِ
اْلأَعْرَابُ
آمَنَّا |
14. |
Resulüm! Bedevî Araplar: " inandık
" diyorlar. |
قُلْ
لَمْ
تُؤْمِنُوا
وَلَكِنْ
قُولُوا أَسْلَمْنَا
وَلَمَّا
يَدْخُلِ
ْلإِيمَانُ
فِي
قُلُوبِكُمْ
|
|
De ki: " inanmadınız,
bari ' teslim olduk ' deyin. Çünkü iman, henüz kalplerinize girmedi. |
وَإِنْ
تُطِيعُوا اللهَ
وَرَسُولَهُ
لاَ
يَلِتْكُمْ
مِنْ
أَعْمَالِكُمْ
شَيْئًا إِنَّ
اللهَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Eğer Allah ve resulüne itaat
ederseniz, iyilikleriniz eksiltilmez. Çünkü Allah, engin hoşgörülü bir
sevgi selidir. " |
إِنَّمَا
الْمُؤْمِنُونَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
بِاللهِ
وَرَسُولِهِ
ثُمَّ لَمْ
يَرْتَابُوا
وَجَاهَدُوا
بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنْفُسِهِمْ
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
15. |
Mümin dediğin, Allah ve resulüne hiç
kuşku duymadan inanıp mallarıyla canlarıyla Allah için
mücadele eden, |
أُولاَئِكَ
هُمُ
الصَّادِقُونَ |
|
doğrulardır. |
قُلْ
أَتُعَلِّمُونَ
اللهَ
بِدِينِكُمْ
وَاللهُ
يَعْلَمُ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي اْلأَرْضِ
وَاللهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
16. |
Resulüm de ki: " göklerde ve yerde
olup bitenleri en iyi Allah bildiği halde, ona dininizi mi
öğretiyorsunuz? " O zaten, her şeyi biliyor. |
يَمُنُّونَ
عَلَيْكَ
أَنْ
أَسْلَمُوا |
17. |
Müslüman olmalarını senin
başına kakıyorlar. |
قُلْ لاَ
تَمُنُّوا
عَلَيَّ
إِسْلاَ مَكُمْ |
|
De ki: " İslâma girmenizi
başıma kakmayın. |
بَلِ
اللهُ
يَمُنُّ
عَلَيْكُمْ
أَنْ
هَدَاكُمْ
لِلإ ِيمَانِ
|
|
Bilakis, size iman nasip
ettiği için , Allah bu iyiliğini, sizin başınıza
kakabilir. |
إِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
İman işinde samimî
iseniz tabiki. " |
إِنَّ
اللهَ
يَعْلَمُ
غَيْبَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
18. |
Allah, göklerin ve yerin öte yüzünü
bildiği gibi |
وَاللهُ
بَصِيرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ |
|
sizin tüm yapıp ettiklerinizi de
görür. |
سورة
ق: مكية 45
آية |
26.c. |
Kâf: 50 / 1 - 15. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
قۤ
وَالْقُرْآنِ
الْمَجِيدِ |
1. |
Kâf. Şanlı Kuran üzerine yemin
ederim ki |
بَلْ
عَجِبُوا
أَنْ
جَاءَهُمْ
مُنْذِرٌ مِنْهُمْ
|
2. |
asıl onlar, gelen
uyarıcının kendilerinden biri olmasına
şaşırdılar. |
فَقَالَ
الْكَافِرُونَ
هَذَا
شَيْءٌ عَجِيبٌ |
|
İnkarcılar dediler ki: " olacak
şey değil, |
أَئِذَا
مِتْنَا
وَكُنَّا
تُرَابًا
ذَلِكَ
رَجْعٌ
بَعِيدٌ |
3. |
ölüp toprak olunca mı? Bu,
uzak bir olasılık." |
قَدْ
عَلِمْنَا
مَا
تَنْقُصُ اْلأَرْضُ
مِنْهُمْ |
4. |
Biz, toprağın ölüden neyi
eksilttiğini biliyoruz. |
وَعِنْدَنَا
كِتَابٌ
حَفِيظٌ |
|
Çünkü bizim kitabımız, her
şeyi kaydeder. |
بَلْ
كَذَّبُوا
بِالْحَقِّ
لَمَّا
جَاءَهُمْ |
5. |
Aslında onların derdi,
ayaklarına kadar gelen Kuran gerçeğini inkar etmiş
olmaları. |
فَهُمْ
فِي أَمْرٍ
مَرِيجٍ |
|
Onlar, bu yüzden tam bir ikilem içindeler... |
أَفَلَمْ
يَنْظُرُوا
إِلَى
السَّمَاءِ
فَوْقَهُمْ |
6. |
Acaba bunlar hiç göğe doğru bakmazlar
mı, |
كَيْفَ
بَنَيْنَاهَا
وَزَيَّنَّاهَا
وَمَا لَهَا
مِنْ
فُرُوجٍ |
|
nasıl kurup
donattığımıza hem de pürüzsüz, |
وَاْلأَرْضَ
مَدَدْنَاهَا
وَأَلْقَيْنَا
فِيهَا
رَوَاسِيَ
وَأَنْبَتْنَا
فِيهَا مِنْ
كُلِّ
زَوْجٍ
بَهِيجٍ |
7. |
yeryüzünü nasıl
uzattığımıza, araya dağları nasıl
attığımıza, muhteşem çiftleri üzerinde nasıl
yetiştirdiğimize? |
تَبْصِرَةً
وَذِكْرَى
لِكُلِّ
عَبْدٍ
مُنِيبٍ |
8. |
Biz, bakmasını bilen kullar için
seyrine doyum olmaz, unutulmaz bir âlem yarattık. |
وَنَزَّلْنَا
مِنَ
السَّمَاءِ
مَاءً
مُبَارَكًا
فَأَنْبَتْنَا
بِهِ
جَنَّاتٍ
وَحَبَّ
الْحَصِيدِ |
9. |
Ayrıca yukarıdan bereketli sular
indirdik. Su sayesinde bahçeler ve hasatlık tahıl ürünleri
yetiştirdik. |
وَالنَّخْلَ
بَاسِقَاتٍ
لَهَا
طَلْعٌ نَضِيدٌ |
10. |
Salkım saçak püskülleriyle
uzayıp giden hurmalar yetiştirdik. |
رِزْقًا
لِلْعِبَادِ
|
11. |
Kullara besin olsun istedik. |
وَأَحْيَيْنَا
بِهِ
بَلْدَةً مَيْتًا
كَذَلِكَ
الْخُرُوجُ |
|
Su ile ölü topraklara can verdik. Nitekim
tekrar diriliş de böyle olacak
|
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ وَأَصْحَابُ
الرَّسِّ
وَثَمُودُ |
12. |
Daha önce, Nuh kavmi, Res'liler, Semûd'lular
da yalanladı. |
وَعَادٌ
وَفِرْعَوْنُ
وَإِخْوَانُ
لُوطٍ |
13. |
Âd kavmi, Firavunlar ve Lût kavmi de. |
وَأَصْحَابُ
اْلأَيْكَةِ
وَقَوْمُ
تُبَّعٍ
كُلٌّ
كَذَّبَ الرُّسُلَ
فَحَقَّ
وَعِيدِ |
14. |
Eyke ve Tübba' halkı da benim
elçilerimi yalanladılar. N'oldu, hepsi de benim sillemi yediler
|
أَفَعَيِينَا
بِالْخَلْقِ
اْلأَوَّلِ
بَلْ هُمْ
فِي لَبْسٍ
مِنْ خَلْقٍ
جَدِيدٍ |
15. |
Yani biz, ilk yaratmada yorulduk mu? Hiç olur
mu? Sadece yeniden yaratmaya akılları sarmadı o kadar. |
سورة
ق: مكية 45
آية |
26.c. |
Kâf: 50 / 16 - 35. Ayetler |
وَلَقَدْ
خَلَقْنَا اْلإِنْسَانَ
وَنَعْلَمُ
مَا
تُوَسْوِسُ
بِهِ
نَفْسُهُ |
16. |
İnsanı biz
yarattığımıza göre, içinde neler olup bittiğini de
herhalde biliriz. |
وَنَحْنُ
أَقْرَبُ
إِلَيْهِ
مِنْ حَبْلِ
الْوَرِيدِ |
|
Çünkü biz ona şah damarından
daha yakınız. |
إِذْ
يَتَلَقَّى
الْمُتَلَقِّيَانِ
عَنِ الْيَمِينِ
وَعَنِ
الشِّمَالِ
قَعِيدٌ |
17. |
Çünkü bizim, biri insanın
sağına diğeri soluna oturmuş iki alıcımız
var. |
مَا
يَلْفِظُ
مِنْ قَوْلٍ
إِلاَّ
لَدَيْهِ
رَقِيبٌ
عَتِيدٌ |
18. |
Bunlar, insanın ağzından
çıkacak söze kilitlenmiştir
|
وَجَاءَتْ
سَكْرَةُ
الْمَوْتِ
بِالْحَقِّ
ذَلِكَ مَا
كُنْتَ
مِنْهُ تَحِيدُ |
19. |
Ey insan! habire kaçmaya
çalıştığın ölüm sakraması, bir gün bütün
çıplaklığı ile karşına geçip dikilecek: |
وَنُفِخَ
فِي
الصُّورِ
ذَلِكَ
يَوْمُ الْوَعِيدِ |
20. |
Ardından sûra üflenecek, artık
sözü edilen gün gelip çatmıştır. |
وَجَاءَتْ
كُلُّ
نَفْسٍ
مَعَهَا
سَائِقٌ وَشَهِيدٌ |
21. |
O gün herkes, meydana yanında bir
kolcu meleği, bir de şahit ile birlikte gelir. |
لَقَدْ
كُنْتَ فِي
غَفْلَةٍ
مِنْ هَذَا |
22. |
Bir ses: vaktiyle gerçekleri görmedin. |
فَكَشَفْنَا
عَنْكَ
غِطَاءَكَ
فَبَصَرُكَ
الْيَوْمَ
حَدِيدٌ |
|
Şimdi ise gözünden perdeyi
çektik. Artık bugün gözlerin keskin derken, |
وَقَالَ
قَرِينُهُ
هَذَا مَا
لَدَيَّ
عَتِيدٌ |
23. |
kolcu melek: " benimki hazır
" tekmilini verir. |
أَلْقِيَا
فِي
جَهَنَّمَ
كُلَّ
كَفَّارٍ عَنِيدٍ
// مَنَّاعٍ
لِلْخَيْرِ
مُعْتَدٍ
مُرِيبٍ // اَلَّذِي
جَعَلَ مَعَ
اللهِ
إِلَهًا
آخَرَ
فَأَلْقِيَاهُ
فِي الْعَذَابِ
الشَّدِيدِ |
24. 25. 26. |
Ses, kolcu ve şahide hitaben: ' bütün
inatçı nankörleri atın ateşe! // tüm hayır engelcilerini
de, tüm saldırgan ve şüphecileri de // Allah varken başka
tanrı arayanları da, hem de cehennemin taa dibine atın ' der.
|
قَالَ
قَرِينُهُ
رَبَّنَا
مَا
أَطْغَيْتُهُ
وَلَكِنْ
كَانَ فِي ضَلاَلٍ
بَعِيدٍ |
27. |
Şahidi: " Efendim! onu ben
ayartmadım. O kendisi azdı " diyecek olur. |
قَالَ لاَ
تَخْتَصِمُوا
لَدَيَّ
وَقَدْ
قَدَّمْتُ إِلَيْكُمْ
بِالْوَعِيدِ |
28. |
Ses: " Huzurumda
tartışmayın. Çünkü vaktiyle ben sizi
uyarmıştım. |
مَا
يُبَدَّلُ
الْقَوْلُ
لَدَيَّ
وَمَا أَنَا
بِظَلاَّمٍ
لِلْعَبِيدِ |
29. |
Benim huzurumda söz
değiştirilmez. Ben, kuluma haksızlık edecek değilim " der. |
يَوْمَ
نَقُولُ
لِجَهَنَّمَ
هَلِ امْتَلأْْتِ
|
30. |
O gün Allah, cehenneme: " doldun
mu ? " diyecek. |
وَتَقُولُ
هَلْ مِنْ
مَزِيدٍ |
|
Cehennem cevap verecek: " daha var
mı ? " |
وَأُزْلِفَتِ
الْجَنَّةُ
لِلْمُتَّقِينَ
غَيْرَ بَعِيدٍ |
31. |
O gün cennet, sağlamcılara
yaklaştırılacak: |
هَذَا
مَا
تُوعَدُونَ
لِكُلِّ
أَوَّابٍ حَفِيظٍ |
32. |
" İşte size söz
verilen cennet burası denecek.
Artık burası, ağzı tövbeli, nefsine hakim, |
مَنْ
خَشِيَ
الرَّحْمَانَ
بِالْغَيْبِ
وَجَاءَ
بِقَلْبٍ
مُنِيبٍ |
33. |
yüzünü görmeden sevgili
Tanrıya gönlünü kaptırıp, saygılı bir yürekle
gelenlere özeldir. |
اُدْخُلُوهَا
بِسَلاَمٍ
ذَلِكَ
يَوْمُ
الْخُلُودِ |
34. |
Şimdi esenlikle girin
cennete. Artık sonsuzluk mutluluk günüdür bugün. |
لَهُمْ
مَا
يَشَاءُونَ
فِيهَا وَلَدَيْنَا
مَزِيدٌ |
35. |
Burada arzu edilen her şey,
fazlasıyla vardır." |
سورة
ق: مكية 45
آية |
26.c. |
Kâf: 50 / 36 - 45. Ayetler |
وَكَمْ
أَهْلَكْنَا
قَبْلَهُمْ
مِنْ قَرْنٍ
هُمْ
أَشَدُّ
مِنْهُمْ
بَطْشًا |
36. |
Resulüm! biz daha önce bunlardan daha zorlu nice
nesilleri yok ettik. |
فَنَقَّبُوا
فِي الْبِلاَدِ
هَلْ مِنْ
مَحِيصٍ |
|
Ülkede kaçacak delik
aramışlardı. |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ
لَذِكْرَى
لِمَنْ
كَانَ لَهُ
قَلْبٌ أَوْ
أَلْقَى
السَّمْعَ
وَهُوَ شَهِيدٌ |
37. |
Bu gibi toplu helâk olaylarında
kafası çalışan, duymasını ve görmesini bilen herkes
için unutulmayacak dersler vardır
|
وَلَقَدْ
خَلَقْنَا
السَّمَاوَاتِ
وَْلأَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
فِي |
38. |
Biz, gökleri, yeri ve bu ikisi
arasındakileri |
سِتَّةِ
أَيَّامٍ
وَمَا
مَسَّنَا
مِنْ لُغُوبٍ |
|
altı zamanda yarattık ve en ufak
yorgunluk bile duymadık. |
فَاصْبِرْ
عَلَى مَا
يَقُولُونَ
وَسَبِّحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ |
39. |
Resulüm! Onların söylemlerine sabret
ve Rabbinin erişilmez yüceliğini, saygıyla yad et. |
قَبْلَ
طُلُوعِ
الشَّمْسِ
وَقَبْلَ
الْغُرُوبِ |
|
Gün doğmadan ve batmadan önce. |
وَمِنَ
اللَّيْلِ
فَسَبِّحْهُ
وَأَدْبَارَ
السُّجُودِ |
40 |
Gecenin bir yarısında,
namazlardan sonra sübhanallah derken onun yüceliğini düşün. |
وَاسْتَمِعْ
يَوْمَ
يُنَادِ
الْمُنَادِ
مِنْ
مَكَانٍ
قَرِيبٍ |
41. |
Bir kulağın, kıyamet
görevlisinin yakın bir yerden nida edeceği günde olsun. |
يَوْمَ
يَسْمَعُونَ
الصَّيْحَةَ
بِالْحَقِّ
ذَلِكَ
يَوْمُ
الْخُرُوجِ |
42. |
Yani insanlığın, gerçek
çığlığı duyacağı günde! Yeniden
diriliş günüdür bu gün! |
إِنَّا
نَحْنُ
نُحْيِي
وَنُمِيتُ
وَإِلَيْنَا
الْمَصِيرُ |
43. |
Canı veren de biziz, alan da. Bütün
yollar bize çıkacak. |
يَوْمَ
تَشَقَّقُ اْلأَرْضُ
عَنْهُمْ
سِرَاعًا
ذَلِكَ
حَشْرٌ عَلَيْنَا
يَسِيرٌ |
44. |
O gün yeryüzü, aceleden patlayıp
üstündeki ağırlıkları atacak. Bu bize göre gayet basit
bir toplama işidir
|
نَحْنُ
أَعْلَمُ
بِمَا يَقُولُونَ
|
45. |
Resulüm! biz onların ne dediklerini
biliyoruz. |
وَمَا
أَنْتَ
عَلَيْهِمْ
بِجَبَّارٍ |
|
Onların başında bitecek
halin de yok. |
فَذَكِّرْ
بِالْقُرْآنِ
مَنْ
يَخَافُ وَعِيدِ |
|
Sen, sadece benim tehditlerimden
korkanları Kuranla yatıştır yeter. |
سورة
الذاريات:مكية 60 آية |
|
|
Zâriyât: 51 / 1-6. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
وَالذَّارِيَاتِ
ذَرْوًا //
فَالْحَامِلاَتِ
وِقْرًا |
1-2. |
Esip savuran yellere! // ıh tıs
yürüyenlere! |
فَالْجَارِيَاتِ
يُسْرًا //
فَالْمُقَسِّمَاتِ
أَمْرًا |
3-4. |
Su gibi akıp gidenlere! //
gıdım gıdım bölenlere! yemin edip derim ki: |
إِنَّمَا
تُوعَدُونَ
لَصَادِقٌ |
5. |
Size söylenenler olacak, |
وَإِنَّ
الدِّينَ
لَوَاقِعٌ |
6. |
kıyamet kopacak. |
سورة
الذاريات: مكية 60
آية |
26.c. |
Zâriyât: 51 / 7 - 30. Ayetler |
وَالسَّمَاءِ
ذَاتِ
الْحُبُكِ //
إِنَّكُمْ
لَفِي
قَوْلٍ
مُخْتَلِفٍ |
7-8. |
Kıvrım kıvrım göklere
yemin ederim ki: // sizler, gerçekten çelişkiler içindesiniz. |
يُؤْفَكُ
عَنْهُ مَنْ
أُفِكَ |
9. |
N'apalım sözünden dönen döner. |
قُتِلَ
الْخَرَّاصُونَ// اَلَّذِينَ
هُمْ فِي
غَمْرَةٍ
سَاهُونَ |
10-11. |
Ah şu yerebatası
yalancılar! // Ah şu ne dediğini bilmeyen sersemler! |
يَسْأَلُونَ
أَيَّانَ
يَوْمُ
الدِّينِ |
12. |
Kalkıp: "kıyamet ne
zaman kopacak" diyorlar! |
يَوْمَ
هُمْ عَلَى
النَّارِ
يُفْتَنُونَ |
13. |
O gün onlar ateş üzerinde dans edip
sınanırken kendilerine: |
ذُوقُوا
فِتْنَتَكُمْ
هَذَا
الَّذِي كُنْتُمْ
بِهِ
تَسْتَعْجِلُونَ |
14. |
oyun neymiş görün şimdi,
işte hemen gelsin dediğiniz gün bugündür denilecek
|
إِنَّ
الْمُتَّقِينَ
فِي
جَنَّاتٍ
وَعُيُونٍ// آخِذِينَ
مَا
آتَاهُمْ رَبُّهُمْ
إِنَّهُمْ
كَانُوا
قَبْلَ
ذَلِكَ مُحْسِنِينَ |
15. 16. |
Sağlamcılar ise, bahçelerde su
başlarında Rablerinin ikramlarını kabul edecekler. Çünkü
vaktiyle ikram eden onlardı. |
كَانُوا
قَلِيلاً
مِنَ
اللَّيْلِ
مَا
يَهْجَعُونَ
// وَبِاْلأَسْحَارِ
هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ// وَفِي
أَمْوَالِهِمْ
حَقٌّ
لِلسَّائِلِ
وَالْمَحْرُومِ |
17- 19. |
Geceleri az uyurlar,// seherlerde tevbe
istiğfar ederlerdi. // Mallarında fakir ve yoksulun hakkı
olduğunu bilirlerdi
|
وَفِي
اْلأَرْضِ
آيَاتٌ
لِلْمُوقِنِينَ// وَفِي
أَنْفُسِكُمْ
أَفَلاَ
تُبْصِرُونَ |
20. 21. |
Aklı başında olan kimseler için bu dünyada
çıkarılacak dersler vardır. Hatta bizzat kendi bedeninizde.
Bir görebilseniz! |
وَفِي
السَّمَاءِ
رِزْقُكُمْ
وَمَا تُوعَدُونَ |
22. |
Sizin rızkınız göklerdedir,
size savrulan tehditler de yukarıdan gelecek. |
فَوَرَبِّ
السَّمَاءِ
وَاْلأَرْضِ
إِنَّهُ
لَحَقٌّ
مِثْلَ مَا
أَنَّكُمْ
تَنْطِقُونَ |
23. |
Göklerin ve yerin sahibi olan Tanrı
aşkına derim ki bu Kuran, sizin ağzınızdan
çıkan lafızlar kadar gerçektir
|
هَلْ
أَتَاكَ
حَدِيثُ
ضَيْفِ
إِبْرَاهِيمَ
الْمُكْرَمِينَ |
24. |
Resulüm! İbrahimin değerli
konuklarından haberin var mı senin? |
إِذْ
دَخَلُوا
عَلَيْهِ
فَقَالُوا
سَلامًا |
25. |
Hani selâm deyip giriveren
meleklerden. |
قَالَ
سَلاَمٌ
قَوْمٌ مُنْكَرُونَ |
|
İbrahim: "selâm galiba
yabancısınız?" diye buyur etmiş, |
فَرَاغَ
إِلَى
أَهْلِهِ
فَجَاءَ
بِعِجْلٍ سَمِينٍ// فَقَرَّبَهُ
إِلَيْهِمْ
قَالَ أَلاَ
تَأْكُلُونَ |
26-27. |
bir ara eşine koşup dana etinden
nefis bir yemek hazırlatmış, // misafirlerine takdim edip " buyurmaz mısınız!
" demişti. |
فَأَوْجَسَ
مِنْهُمْ
خِيفَةً
قَالُوا لاَ
تَخَفْ
وَبَشَّرُوهُ
بِغُلاَمٍ
عَلِيمٍ |
28. |
Misafirler: korkaladığı belli
olan İbrahime: " korkma " demişler ve kendisine
bilge bir oğlan müjdesi vermişlerdi. |
فَأَقْبَلَتِ
امْرَأَتُهُ
فِي صَرَّةٍ
فَصَكَّتْ
وَجْهَهَا
وَقَالَتْ
عَجُوزٌ عَقِيمٌ |
29. |
Eşi Sâra eli yüzünde hayretten dona
kalmış: " Ben ha! Hem yaşlı hem
kısır ? " diyebilmişti sadece. |
قَالُوا
كَذَلِكِ
قَالَ
رَبُّكِ
إِنَّهُ
هُوَ
الْحَكِيمُ
الْعَلِيمُ |
30. |
Misafirler: " Allah böyle istedi,
her şeye bilgi ile hakim olan o " diye onu teskin
etmişlerdi. |
[1] Mekkeli
müşriklerle Hudeybiye'de yapılan on yıl saldırmazlık
içeren barış antlaşmasına işaret ediyor.