سورة
الذاريات: مكية 60 آية |
27.c. |
Zâriyât: 51 / 31 - 51. Ayetler |
قَالَ
فَمَا
خَطْبُكُمْ
أَيُّهَا
الْمُرْسَلُونَ
|
31. |
İbrahim: " Sevgili elçiler!
İyi de sizin geliş amacınız ne o zaman!? " |
قَالُوا
إِنَّا
أُرْسِلْنَا
إِلَى
قَوْمٍ مُجْرِمِينَ |
32. |
Melekler: " Aslında biz,
suçlu bir toplumun işini bitirmeye memuruz. |
لِنُرْسِلَ
عَلَيْهِمْ
حِجَارَةً
مِنْ طِينٍ
مُسَوَّمَةً
عِنْدَ
رَبِّكَ
لِلْمُسْرِفِينَ |
33-4. |
Onları
çamurdan yapılmış taş yağmuruna
tutacağız.Sırf azgınlar için imal edilen bu taşlar
Tanrı damgalıdır. |
فَأَخْرَجْنَا
مَنْ كَانَ
فِيهَا مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ |
35. |
Az önce,
inananları şehirden uzaklaştırdık. |
فَمَا
وَجَدْنَا
فِيهَا
غَيْرَ
بَيْتٍ مِنَ
الْمُسْلِمِينَ |
36. |
Zaten şehirde
bir tek Müslüman evi bulabildik. |
وَتَرَكْنَا
فِيهَا
آيَةً
لِلَّذِينَ
يَخَافُونَ
الْعَذَابَ
اْلأَلِيمَ |
37. |
Büyük
felaketlerden korkup ders almaları için de şehirde bir işaret
bıraktık
" |
وَفِي
مُوسَى إِذْ
أَرْسَلْنَاهُ
إِلَى فِرْعَوْنَ
بِسُلْطَانٍ
مُبِينٍ |
38. |
Musa hakkında da bilgin
olmalı: Onu mucize destekli olarak Firavun'a göndermiştik. |
فَتَوَلَّى
بِرُكْنِهِ
وَقَالَ
سَاحِرٌ أَوْ
مَجْنُونٌ |
39. |
Firavun tüm
avanesiyle karşı geldi: " büyücü ya da deli olmalı "
dediler. |
فَأَخَذْنَاهُ
وَجُنُودَهُ
فَنَبَذْنَاهُمْ
فِي
الْيَمِّ
وَهُوَ
مُلِيمٌ |
40. |
Biz de onu,
ordularıyla birlikte suçüstü edip sulara gömdük
|
وَفِي
عَادٍ إِذْ
أَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمُ
الرِّيحَ
الْعَقِيمَ |
41. |
âd Kavmi hakkında da
bilgin olmalı: onlar üzerine kök söken bir rüzgâr saldık. |
مَا
تَذَرُ مِنْ
شَيْءٍ
أَتَتْ
عَلَيْهِ إِلاَّ
جَعَلَتْهُ
كَالرَّمِيمِ |
42. |
O da üzerinden
geçtiği her şeyi ezip kül etti... |
وَفِي
ثَمُودَ
إِذْ قِيلَ
لَهُمْ
تَمَتَّعُوا
حَتَّى
حِينٍ |
43. |
Semûd hakkında da bilgin
olmalı: onlara: " biraz daha hayatın tadını
çıkarın " denildi. |
فَعَتَوْا
عَنْ أَمْرِ
رَبِّهِمْ
فَأَخَذَتْهُمُ
الصَّاعِقَةُ
وَهُمْ يَنْظُرُونَ |
44. |
Tanrı'nın
buyruğunu hiç tınmadılar. Sonunda hepsini
yıldırım çarptı. Gözlerini belertip kaldılar. |
فَمَا
اسْتَطَاعُوا
مِنْ
قِيَامٍ
وَمَا كَانُوا
مُنْتَصِرِينَ |
45. |
Ne
doğrulabildiler, ne de yardım alabildiler
|
وَقَوْمَ
نُوحٍ مِنْ
قَبْلُ
إِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْمًا
فَاسِقِينَ |
46. |
Nûh kavmini de hatırla, onlar da
başına buyruk bir kavimdi
|
وَالسَّمَاءَ
بَنَيْنَاهَا
بِأَيْدٍ
وَإِنَّا
لَمُوسِعُونَ |
47. |
Resulüm! Gökyüzü bizim elimizden
çıkmıştır. Onu daha da genişletebiliriz. |
وَاْلأَرْضَ
فَرَشْنَاهَا
فَنِعْمَ
الْمَاهِدُونَ |
48. |
Yeryüzünü de biz
döşedik. Hem de ustaca! |
وَمِنْ
كُلِّ
شَيْءٍ
خَلَقْنَا
زَوْجَيْنِ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ |
49. |
Biz, her şeyi,
üzerinde düşünmeniz için erkekli dişili / artılı eksili
yarattık. |
فَفِرُّوا
إِلَى اللهِ
إِنِّي
لَكُمْ
مِنْهُ
نَذِيرٌ
مُبِينٌ |
50. |
Artık Allah'a
doğru koşun. Ben ona karşı sizi uyarıyorum. |
وَلاَ
تَجْعَلُوا
مَعَ اللهِ
إِلَهًا
آخَرَ |
51. |
Allah varken devreye
başka tanrı sokmayın. |
إِنِّي
لَكُمْ
مِنْهُ
نَذِيرٌ
مُبِينٌ |
|
Bakın demedi
demeyin, sizi uyarıyorum. |
سورة
الذاريات: مكية 60 آية |
27.c. |
Zâriyât: 51 / 52 - 60. Ayetler |
كَذَلِكَ
|
52. |
Hep böyle
olmuştur: yani |
مَا
أَتَى
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
مِنْ رَسُولٍ
إِلاَّ
قَالُوا
سَاحِرٌ
أَوْ مَجْنُونٌ |
|
daha öncekilere, her
ne zaman bir Tanrı elçisi gelse hep: " ya büyücü ya da deli
" deyip çıkmışlardır. |
أَتَوَاصَوْا
بِهِ بَلْ
هُمْ قَوْمٌ
طَاغُونَ |
53. |
Sanki eskiler bu
adamlara inkarı mı önerdiler? Hiç olur mu, bilakis kendileri
azgın idiler
|
فَتَوَلَّ
عَنْهُمْ
فَمَا
أَنْتَ
بِمَلُومٍ |
54. |
Resulüm! Bu gibilere yüz verme. Bu yüzden
kınanmayacaksın. |
وَذَكِّرْ
فَإِنَّ
الذِّكْرَى
تَنْفَعُ
الْمُؤْمِنِينَ |
55. |
Sen hatırlatmaya
devam et. Çünkü sık uyarı, müminlere mutlaka fayda verecektir. |
وَمَا
خَلَقْتُ
الْجِنَّ
وَاْلإِنْسَ
إِلاَّ
لِيَعْبُدُونِ |
56. |
Ben, insan ve cin
sülalesini yalnız bana, kulluk etsinler diye yarattım. |
مَا
أُرِيدُ
مِنْهُمْ
مِنْ رِزْقٍ
وَمَا أُرِيدُ
أَنْ
يُطْعِمُونِ |
57. |
Ben onlardan bir
rızk istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. |
إِنَّ
اللهَ هُوَ
الرَّزَّاقُ
ذُو الْقُوَّةِ
الْمَتِينُ |
58. |
Çünkü Allah, gücün ve
rızkın öz kaynağıdır. |
فَإِنَّ
لِلَّذِينَ
ظَلَمُوا
ذَنُوبًا مِثْلَ
ذَنُوبِ
أَصْحَابِهِمْ
|
59. |
Geçmişte
kalmadığı gibi bundan böyle de zalimin zulmü yanına kâr
kalmayacaktır. |
فَلاَ
يَسْتَعْجِلُونِ |
|
Bu nedenle inananlar,
ceza için beni hiç sıkıştırmasınlar. |
فَوَيْلٌ
لِلَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْ يَوْمِهِمُ
الَّذِي
يُوعَدُونَ |
60. |
Uyarılıp
durdukları kıyamet gününde çekeceği var
inkarcıların! |
سورة
الطور:
مكية 49
آية |
|
|
Tûr: 52 / 1-14. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
وَالطُّورِ
// وَكِتَابٍ
مَسْطُورٍ //
فِي رَقٍّ
مَنْشُورٍ |
1-3. |
Tûr dağına!
// İncecik kağıda - satır satır yazılan kitaba! |
وَالْبَيْتِ
الْمَعْمُورِ
//
وَالسَّقْفِ
الْمَرْفُوعِ |
4-5. |
Cıvıl
cıvıl evlere! // Yüksek yüksek tavanlara! |
وَالْبَحْرِ
الْمَسْجُورِ |
6. |
Fokur fokur denizlere
yemin edip derim ki: |
إِنَّ
عَذَابَ
رَبِّكَ
لَوَاقِعٌ //
مَا لَهُ مِنْ
دَافِعٍ |
7-8. |
Rabbinin cezası
kesindir. // Kimse ona engel olamayacak. |
يَوْمَ
تَمُورُ
السَّمَاءُ
مَوْرًا //
وَتَسِيرُ
الْجِبَالُ
سَيْرًا |
9-10. |
Gün gelecek gökyüzü
salım salım salınacak // dağlar paldır küldür
yürüyecek. |
فَوَيْلٌ
يَوْمَئِذٍ
لِلْمُكَذِّبِينَ |
11. |
O gün çekeceği
var inkarcıların! |
اَلَّذِينَ
هُمْ فِي
خَوْضٍ
يَلْعَبُونَ |
12. |
Pisliklere
bulaşanlar! |
يَوْمَ
يُدَعُّونَ
إِلَى نَارِ
جَهَنَّمَ
دَعًّا |
13. |
O gün cehenneme
itilecekler itiş kakış! |
هَذِهِ
النَّارُ
الَّتِي كُنْتُمْ
بِهَا
تُكَذِّبُونَ |
14. |
İşte
denecek yalan dediğiniz ateş!
|
سورة
الطور: مكية
49
آية |
27.c. |
Tûr: 52 / 15 - 31. Ayetler |
أَ
فَسِحْرٌ
هَذَا أَمْ
أَنْتُمْ
لاَ تُبْصِرُونَ
|
15. |
Bu bir sihir mi ? Yoksa gözünüz mü
kör? |
اِصْلَوْهَا
فَاصْبِرُوا
أَوْ لاَ
تَصْبِرُوا
سَوَاءٌ
عَلَيْكُمْ |
16. |
Dayanın
dayanmayın, cehenneme girecek ve |
إِنَّمَا
تُجْزَوْنَ
مَا كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
yaptıklarınızın
cezasını mutlaka çekeceksiniz. |
إِنَّ
الْمُتَّقِينَ
فِي
جَنَّاتٍ
وَنَعِيمٍ |
17. |
Sağlamcılar
bahçelerde ve nimetler
içinde, |
فَاكِهِينَ
بِمَا
آتَاهُمْ
رَبُّهُمْ |
18. |
Rab'lerinin,
kendilerine sunduğu imkânlardan dolayı oldukça keyiflidirler. |
وَوَقَاهُمْ
رَبُّهُمْ
عَذَابَ
الْجَحِيمِ |
|
Çünkü Rab'leri
onları ateşe karşı kollamıştır. |
كُلُوا
وَاشْرَبُوا
هَنِيئًا
بِمَا كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
19. |
Vaktiyle
yaptıklarınıza karşı, artık her şeyi
afiyetle yiyip içebilirsiniz. |
مُتَّكِئِينَ
عَلَى
سُرُرٍ
مَصْفُوفَةٍ
وَزَوَّجْنَاهُمْ
بِحُورٍ
عِينٍ |
20. |
Şöyle sıra
sıra koltuklara yaslanaraktan, yanlarına verdiğimiz kömür
gözlü hûrîlerle. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَاتَّبَعَتْهُمْ
ذُرِّيَّتُهُمْ
بِإِيمَانٍ
أَلْحَقْنَا
بِهِمْ
ذُرِّيَّتَهُمْ
|
21. |
Bir gün biz, tüm
inananları, kendilerinden sonra gelen imanlı nesillerle birlikte
burada buluşturacağız. |
وَمَا
أَلَتْنَاهُمْ
مِنْ
عَمَلِهِمْ
مِنْ شَيْءٍ |
|
Hem de amellerinde
bir indirime gitmeden. |
كُلُّ
امْرِئٍ
بِمَا
كَسَبَ
رَهِينٌ |
|
Çünkü herkes, kendi
yaptığının rehinesidir. |
وَأَمْدَدْنَاهُمْ
بِفَاكِهَةٍ
وَلَحْمٍ
مِمَّا
يَشْتَهُونَ |
22. |
Sağlamcılara,
meyveden ete, canlarının çektiği her ne ise hemen
yetiştiririz. |
يَتَنَازَعُونَ
فِيهَا
كَأْسًا لاَ
لَغْوٌ
فِيهَا
وَلاَ
تَأْثِيمٌ |
23. |
Kadeh
tokuştururlarken, boş ve ağır bir laf çıkmaz
ağızlarından. |
وَيَطُوفُ
عَلَيْهِمْ
غِلْمَانٌ لَهُمْ
كَأَنَّهُمْ
لُؤْلُؤٌ
مَكْنُونٌ |
24. |
Aralarında özel
hizmetlileri dolanır, her biri gün görmemiş inciler gibi. |
وَأَقْبَلَ
بَعْضُهُمْ
عَلَى
بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ |
25. |
Sağlamcılar,
zaman zaman karşılaştıklarında birbirilerine hal
hatır sorup söyleşirler: |
قَالُوا
إِنَّا
كُنَّا
قَبْلُ فِي
أَهْلِنَا
مُشْفِقِينَ |
26. |
" Biz derler, daha önce ailemiz
yanında iken diken üstünde idik. |
فَمَنَّ
اللهُ
عَلَيْنَا
وَوَقَانَا
عَذَابَ
السَّمُومِ |
27. |
Şimdi ise
Allah yüzümüze baktı da bizi, o zehir zemberek acılardan korudu. |
إِنَّا
كُنَّا مِنْ
قَبْلُ
نَدْعُوهُ |
28. |
Çünkü vaktiyle
biz, hep ona yalvarıyorduk, |
إِنَّهُ
هُوَ
الْبَرُّ
الرَّحِيمُ |
|
çünkü,
iyiliğin ve sevginin kaynağı o idi
" |
فَذَكِّرْ
فَمَا
أَنْتَ
بِنِعْمَةِ
رَبِّكَ
بِكَاهِنٍ
وَلاَ
مَجْنُونٍ |
29. |
Resulüm! sen öğütlerine devam et.
Allah sayesinde sen, ne kâhinsin ne de deli. |
أَمْ
يَقُولُونَ
شَاعِرٌ
نَتَرَبَّصُ
بِهِ رَيْبَ
الْمَنُونِ |
30. |
Yoksa: " feleğin
sillesini yiyeceğinden emin olduğumuz bir şair " mi
diyorlar? |
قُلْ
تَرَبَّصُوا
فَإِنِّي
مَعَكُمْ
مِنَ الْمُتَرَبِّصِينَ |
31. |
Resulüm de ki: "
Bekleyin bakalım, çünkü sizinle beraber ben de beklemedeyim.
" |
سورة
الطور:
مكية 49
آية |
27.c. |
Tûr: 52 / 32 - 49. Ayetler |
أَمْ
تَأْمُرُهُمْ
أَحْلاَمُهُمْ
بِهَذَا
|
32. |
Yoksa onlar, bunu
rüyalarında mı görüyorlar? |
أَمْ
هُمْ قَوْمٌ
طَاغُونَ |
|
Yoksa onlar,
hakikaten azgın bir millet mi? |
أَمْ
يَقُولُونَ
تَقَوَّلَهُ
بَلْ لاَ
يُؤْمِنُونَ |
33. |
Yoksa: " onu
kendisi geveledi " mi diyorlar. Aslında onların
inanası yok. |
فَلْيَأْتُوا
بِحَدِيثٍ
مِثْلِهِ
إِنْ كَانُوا
صَادِقِينَ |
34. |
Samimî iseler benzer
bir söz söylesinler. |
أَمْ
خُلِقُوا
مِنْ غَيْرِ
شَيْءٍ أَمْ
هُمُ
الْخَالِقُونَ |
35. |
Yoksa onlar hiçbir
şeysiz / kendiliğinden mi yaratıldılar. Yoksa yaratan
kendileri mi? |
أَمْ
خَلَقُوا
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
بَلْ لاَ
يُوقِنُونَ |
36. |
Yoksa yeri göğü
onlar mı yarattı?. Onlar aslında anlamak istemiyorlar. |
أَمْ
عِنْدَهُمْ
خَزَائِنُ
رَبِّكَ
أَمْ هُمُ
الْمُسَيْطِرُونَ |
37. |
Yoksa Allah'ın
hazineleri onların elinde mi? Yoksa her şeyi ele mi geçirdiler? |
أَمْ
لَهُمْ
سُلَّمٌ
يَسْتَمِعُونَ
فِيهِ |
38. |
Yoksa onların
Yüce Meclisi dinleyecek cihazları mı var? |
فَلْيَأْتِ
مُسْتَمِعُهُمْ
بِسُلْطَانٍ
مُبِينٍ |
|
O zaman dinleyiciler,
belgelerini getirsinler. |
أَمْ
لَهُ
الْبَنَاتُ
وَلَكُمُ
الْبَنُونَ |
39. |
Yoksa kızlar
Tanrı'nın, oğlanlar sizin mi? |
أَمْ
تَسْأَلُهُمْ
أَجْرًا
فَهُمْ مِنْ
مَغْرَمٍ
مُثْقَلُونَ |
40. |
Yoksa kendilerinden
bir ücret istiyorsun da bu yüzden mi ağırdan alıyorlar? |
أَمْ
عِنْدَهُمُ
الْغَيْبُ
فَهُمْ
يَكْتُبُونَ |
41. |
Yoksa ellerinde
gizler âleminin bilgisi var da bunları kendileri mi yazıyorlar? |
أَمْ
يُرِيدُونَ
كَيْدًا
فَالَّذِينَ
كَفَرُوا
هُمُ
الْمَكِيدُونَ |
42. |
Yoksa kendileri
tuzağın içinde oldukları halde hâlâ tuzak kurmak mı
istiyorlar? |
أَمْ
لَهُمْ
إِلَهٌ
غَيْرُ
اللهِ
سُبْحَانَ
اللهِ
عَمَّا
يُشْرِكُونَ |
43. |
Yoksa
Tanrı'nın erişilmezliği akıllarına
sığmadı da başka bir tanrı mı edindiler? |
وَإِنْ
يَرَوْا
كِسْفًا مِنَ
السَّمَاءِ
سَاقِطًا |
44. |
Gökyüzünden
düşen bir karartı görseler: |
يَقُولُوا
سَحَابٌ
مَرْكُومٌ |
|
" bir bulut
kümesi " deyip geçiyorlar. |
فَذَرْهُمْ
حَتَّى
يُلاَقُوا
يَوْمَهُم الَّذِي
فِيهِ
يُصْعَقُونَ |
45. |
Resulüm! Bırak
onları. Nasıl olsa bir gün ayaklar altına alınacaklar. (BEDİR) |
يَوْمَ
لاَ يُغْنِي
عَنْهُمْ
كَيْدُهُمْ
شَيْئًا
وَلاَ هُمْ
يُنْصَرُونَ |
46. |
O gün geldiğinde
oyunları işe yaramayacak. Yardım edenleri de olmayacak. |
وَإِنَّ
لِلَّذِينَ
ظَلَمُوا
عَذَابًا
دُونَ ذَلِكَ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَهُمْ
لاَ يَعْلَمُونَ |
47. |
Aslında bu
saygısızlar, bunun çok ötesinde bir cezaya daha
çarptırılacaklar ama, çokları henüz bunun farkında
değil
|
وَاصْبِرْ
لِحُكْمِ
رَبِّكَ
فَإِنَّكَ
بِأَعْيُنِنَا
|
48. |
Resulüm! Tanrı'nın hakimiyeti
için acele etme. Sen bizim gözümüz önündesin. |
وَسَبِّحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ
حِينَ
تَقُومُ |
|
Namaz kılarken, '
sübhaneke + elhamdü ' yü oku. / Tanrının
ihtişamını şükürle yad et. |
وَمِنَ
اللَّيْلِ
فَسَبِّحْهُ
وَإِدْبَارَ
النُّجُومِ |
49. |
Gecenin birinci ve
ikinci yarısı sonlarında da sübhanellah diye diye dua
et. |
سورة
النجم: مكية
62
آية |
27.c. |
Necm: 53 / 1 - 26. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
وَالنَّجْمِ
إِذَا هَوَى //
مَا ضَلَّ
صَاحِبُكُمْ
وَمَا غَوَى |
1-2. |
Kayan
yıldıza yemin ederim ki / arkadaşınız, sapmadı
azmadı. |
وَمَا
يَنْطِقُ
عَنِ
الْهَوَى |
3. |
O, kafadan
atmıyor. |
إِنْ
هُوَ إِلاَّ
وَحْيٌ
يُوحَى //
عَلَّمَهُ شَدِيدُ
الْقُوَى |
4-5. |
Söyledikleri
kendisine iletilen bir vahiydir. // Onu getiren, çok görkemli bir melektir. |
ذُو
مِرَّةٍ
فَاسْتَوَى //
وَهُوَ
بِاْلأُفُقِ
اْلأَعْلَى |
6-7. |
Yetenekli, boy
gösterdi // taa uzak ufuklarda, |
ثُمَّ
دَنَا
فَتَدَلَّى //
فَكَانَ
قَابَ قَوْسَيْنِ
أَوْ
أَدْنَى |
8-9. |
derken
yaklaştı ve inişe geçti, // iki ok atımı mesafesinde
idi hattâ daha da yakındı. |
فَأَوْحَى
إِلَى
عَبْدِهِ
مَا أَوْحَى |
10. |
Sonra resule verdi,
vereceği bilgileri. |
مَا
كَذَبَ
الْفُؤَادُ
مَا رَأَى |
11. |
Kalbine yüklenen
bilgi, gördüklerini doğruladı. |
أَفَتُمَارُونَهُ
عَلَى مَا
يَرَى |
12. |
Onun gördüklerinden
şüphe mi ediyorsunuz? |
وَلَقَدْ
رَآهُ
نَزْلَةً
أُخْرَى |
13. |
Resul, bu
meleğin inişini bir daha görmüştü: |
عِنْدَ
سِدْرَةِ
الْمُنْتَهَى
// عِنْدَهَا جَنَّةُ
الْمَأْوَى |
14-15. |
Tam
sınırdaki Sedir ağacı yanında // yani tam
köşkler cennetinin bulunduğu noktada. |
إِذْ
يَغْشَى
السِّدْرَةَ
مَا يَغْشَى |
16. |
ٍO gün Sedire öyle şeyler
üşüşüyordu ki, |
مَا
زَاغَ
الْبَصَرُ
وَمَا طَغَى |
17. |
resul, onları
seyretmekten kendini alamadı. |
لَقَدْ
رَأَى مِنْ
آيَاتِ
رَبِّهِ
الْكُبْرَى |
18. |
Çünkü
Tanrının en büyük harikalarından birini görmüştü
[1] |
أَفَرَأَيْتُمُ
اللاَّتَ
وَالْعُزَّى
// وَمَنَاةَ
الثَّالِثَةَ
اْلأُخْرَى |
19-20. |
Şimdi Lât'a ve Uzzâ'ya ne demeli? // Ya
üçüncü tanrı Menât'a! |
أَلَكُمُ
الذَّكَرُ
وَلَهُ
اْلأُنْثَى //
تِلْكَ
إِذًا
قِسْمَةٌ
ضِيزَى |
21-22. |
Oğlanlar sizin,
kızlar Allah'ın imiş öyle mi? // o zaman bu, çok insafsız
bir taksimdir. |
إِنْ
هِيَ إِلاَّ
أَسْمَاءٌ
سَمَّيْتُمُوهَا
أَنْتُمْ
وَآبَاؤُكُمْ
|
23. |
Çünkü bu
isimlendirmeler, tamamen siz ve atalarınızın
yakıştırmaları. |
مَا
أَنْزَلَ
اللهُ بِهَا
مِنْ
سُلْطَانٍ |
|
Yoksa Allah onlara
bir yetki vermiş değil. |
إِنْ
يَتَّبِعُونَ
إِلاَّ
الظَّنَّ
وَمَا تَهْوَى
اْلأَنْفُسُ
وَلَقَدْ
جَاءَهُمْ مِنْ
رَبِّهِمُ
الْهُدَى //
أَمْ لِـْلإِنْسَانِ
مَا
تَمَنَّى |
|
İnkarcılar,
Rab'lerinden bir öncü geldiği halde, kendi kafalarına göre keyfî şeyler yapıyorlar. //
İnsan aklına eseni yapamaz. |
فَلِلَّهِ
اْلآخِرَةُ
وَاْلأُولَى |
24-5 |
Bu âlem de öbür âlem
de Allah'ındır: |
وَكَمْ
مِنْ مَلَكٍ
فِي
السَّمَاوَاتِ
لاَ تُغْنِي
شَفَاعَتُهُمْ
شَيْئًا
إِلاَّ مِنْ
بَعْدِ أَنْ
يَأْذَنَ
اللهُ
لِمَنْ
يَشَاءُ
وَيَرْضَى |
26. |
Göklerde nice melek
var ki, Allah, kendilerine izin vermedikçe Allah'ın isteği ve
rızası dışında kimseye şefaat edemezler. |
سورة
النجم: مكية
62
آية |
27.c. |
Necm: 53 / 27 - 44. Ayetler |
إِنَّ
الَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاْلآخِرَةِ
|
27. |
Ahret hayatına
inanmayanlar, |
لَيُسَمُّونَ
الْمَلاَئِكَةَ
تَسْمِيَةَ
اْلأُنْثَى |
|
meleklere kız
adı veriyorlar. |
وَمَا
لَهُمْ بِهِ
مِنْ عِلْمٍ
إِنْ يَتَّبِعُونَ
إِلاَّ
الظَّنَّ |
28. |
Ama bu konuda kesin
bilgileri yok. Sadece zanlarla hareket ediyorlar. |
وَإِنَّ
الظَّنَّ
لاَ يُغْنِي
مِنَ الْحَقِّ
شَيْئًا |
|
Zan ise, asla
gerçeği ifade etmez. |
فَأَعْرِضْ
عَنْ مَنْ
تَوَلَّى
عَنْ ذِكْرِنَا
وَلَمْ
يُرِدْ
إِلاَّ
الْحَيَاةَ
الدُّنْيَا |
29. |
Resulüm! bizim
adımızı ağzına almaktan çekinen; dünya
hayatından başka hayat tanımayan kimselerden uzak dur. |
ذَلِكَ
مَبْلَغُهُمْ
مِنَ
الْعِلْمِ
إِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ
أَعْلَمُ
بِمَنْ
ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ
وَهُوَ
أَعْلَمُ
بِمَنِ
اهْتَدَى |
30. |
Onların ilimde
aldıkları mesafe bu kadardır. Artık kim yoldan
çıkmış, kim yola gelmiş en iyi senin Rabb'in bilir. |
وَِللهِ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي اْلأَرْضِ
|
31. |
Göklerde ve yerde her
ne varsa Allah'ındır. |
لِيَجْزِيَ
الَّذِينَ
أَسَاءُوا
بِمَا عَمِلُوا |
|
Allah, kötülük
edenlere, yaptıkları kötülükle; |
وَيَجْزِيَ
الَّذِينَ
أَحْسَنُوا
بِالْحُسْنَى |
|
İyilik edenlere
de, iyilikle karşılık verecektir. |
اَلَّذِينَ
يَجْتَنِبُونَ
كَبَائِرَ
اْلإِثْمِ
وَالْفَوَاحِشَ
|
32. |
Özellikle büyük ve
yüz kızartıcı suçlardan uzak duranlar, tüm güzelliklere nail
olacaklar. |
إِلاَّ
اللَّمَمَ
إِنَّ
رَبَّكَ وَاسِعُ
الْمَغْفِرَةِ
|
|
Ufak tefek sürçmeler
ise, Allah'ın engin hoşgörüsüne kalmıştır. |
هُوَ
أَعْلَمُ
بِكُمْ إِذْ
أَنْشَأَكُمْ
مِنَ
اْلأَرْضِ
وَإِذْ
أَنْتُمْ أَجِنَّةٌ
فِي بُطُونِ
أُمَّهَاتِكُمْ
|
|
Allah, sizi topraktan
yaratıp analarınızın karnında cenine dönüştürürken
de sizi sizden iyi biliyordu. |
فَلاَ
تُزَكُّوا
أَنْفُسَكُمْ
هُوَ
أَعْلَمُ
بِمَنِ
اتَّقَى |
|
Kendinizi temize
çıkarmaya da çalışmayın. Çünkü, içinizdeki
sağlamcıları da en iyi o bilir. |
أَفَرَأَيْتَ
الَّذِي
تَوَلَّى//
وَأَعْطَى
قَلِيلاً
وَأَكْدَى |
33-4.
|
Burun
kıvırana bak. // Azıcık verip ardından cas diye
yardımı kesene bak! |
أَعِنْدَهُ
عِلْمُ
الْغَيْبِ
فَهُوَ يَرَى |
35. |
Gayb bilgisi
varmış gibi fikir beyan ediyor?
|
أَمْ
لَمْ
يُنَبَّأْ
بِمَا فِي
صُحُفِ مُوسَى//
وَإِبْرَاهِيمَ
الَّذِي
وَفَّى |
36-7. |
Musa ve özverili İbrahimin
kitaplarında söylenenler, acaba bu adama duyurulmadı mı?
Burada söylendiğine göre: |
أَلاَّ
تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ
أُخْرَى |
38. |
kimse kimsenin
suçunu üstlenemez,
|
وَأَنْ
لَيْسَ
لِلْإِنْسَانِ
إِلاَّ مَا
سَعَى |
39. |
insanın tek
sermayesi, alın teridir,
|
وَأَنَّ
سَعْيَهُ
سَوْفَ
يُرَى// ثُمَّ
يُجْزَاهُ
الْجَزَاءَ
اْلأَوْفَى |
40-1. |
Bir gün insan,
yaptıklarını ayan beyan görecek ve //
karşılığını da mutlaka alacaktır, |
وَأَنَّ
إِلَى
رَبِّكَ
الْمُنْتَهَى
// وَأَنَّهُ
هُوَ
أَضْحَكَ
وَأَبْكَى
وَأَنَّهُ
هُوَ
أَمَاتَ
وَأَحْيَا |
42-3 |
son sefer Rabbine
olacaktır,
// güldüren de odur, ağlatan da odur, // canı alan da
odur, veren de odur. |
سورة
النجم: مكية
62
آية |
27.c. |
Necm: 53 / 45 - 62. Ayetler |
وَأَنَّهُ
خَلَقَ
الزَّوْجَيْنِ
الذَّكَرَ
وَاْلأُنْثَى
مِنْ
نُطْفَةٍ
إِذَا
تُمْنَى |
45-46. |
bir damla
atık sudan erkekli dişili çiftleri yaratan da odur. |
وَأَنَّ
عَلَيْهِ
النَّشْأَةَ
اْلأُخْرَى |
47. |
Yeniden diriltme
işini yapacak
olan da odur. |
وَأَنَّهُ
هُوَ
أَغْنَى
وَأَقْنَى //
وَأَنَّهُ
هُوَ رَبُّ
الشِّعْرَى |
48-9 |
Zengin eden de,
mal sahibi yapan da odur,
// Şi'râ yıldızının sahibi de odur. |
وَأَنَّهُ
أَهْلَكَ
عَادًا نِاْلأُولَى
// وَثَمُودَ
فَمَا
أَبْقَى |
50-51. |
Ad Kavmini helâk
eden, // Semûd
halkından geriye tek canlı bırakmayan da odur. |
وَقَوْمَ
نُوحٍ مِنْ
قَبْلُ |
52. |
daha önceki Nûh
kavmini yok eden de odur. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا
هُمْ
أَظْلَمَ
وَأَطْغَى |
|
Ne kadar zalim, ne
kadar da azgındılar. |
وَالْمُؤْتَفِكَةَ
أَهْوَى //
فَغَشَّاهَا
مَا غَشَّى |
53-54. |
Lût'un pislik üreten
şehirlerini de al aşağı etti. // Bu şehirlerin
üstünü neler kapladı neler! |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكَ
تَتَمَارَى |
55. |
Tanrı'nın
daha nesinden şüphe edersin ki!
|
هَذَا
نَذِيرٌ مِنَ
النُّذُرِ
اْلأُولَى |
56. |
Bu resul, eski uyarıcılardan
sadece biri. |
أَزِفَتِ
اْلآزِفَةُ //
لَيْسَ
لَهَا مِنْ
دُونِ اللهِ
كَاشِفَةٌ |
57-58. |
Felaket giderek
yaklaşıyor. // Onun vakti saatini ise sadece Allah bilir. |
أَفَمِنْ
هَذَا
الْحَدِيثِ
تَعْجَبُونَ |
59. |
Şimdi bu Kitab'a
mı hayret ediyorsunuz! |
وَتَضْحَكُونَ
وَلاَ
تَبْكُونَ |
60. |
Habire gülüyorsunuz,
hiç ağlamıyorsunuz. |
وَأَنْتُمْ
سَامِدُونَ |
61. |
Hep oyunda
oynaştasınız, |
فَاسْجُدُوا
ِللهِ
وَاعْبُدُوا
|
62. scd |
biraz da Allah için
secdeye varıp kulluk etsenize! |
سورة
القمر:
مكية 55
آية |
|
|
Kamer: 54 / 1 - 6. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
اِقْتَرَبَتِ
السَّاعَةُ
وَانْشَقَّ
الْقَمَرُ |
1. |
Kıyamet
yaklaşıp ay yarılsa ve |
وَإِنْ
يَرَوْا
آيَةً
يُعْرِضُوا
وَيَقُولُوا
سِحْرٌ
مُسْتَمِرٌّ |
2. |
insan bu mucizeyi
gözleriyle görse, yine de burun kıvırıp: " hep
aynı numara " diyecektir. |
وَكَذَّبُوا
وَاتَّبَعُوا
أَهْوَاءَهُمْ
وَكُلُّ أَمْرٍ
مُسْتَقِرٌّ |
3. |
İşte yine
inkar ettiler yine keyfî davrandılar ama iş olacağına
varır. |
وَلَقَدْ
جَاءَهُمْ
مِنَ
اْلأَنْبَاءِ
مَا فِيهِ
مُزْدَجَرٌ |
4. |
Zaten onlara haber
olarak inkar savacak neler gelmedi ki? |
حِكْمَةٌ
بَالِغَةٌ
فَمَا
تُغْنِ
النُّذُرُ |
5. |
Bilgi hakimiyeti en
üst düzeyde ama, uyarılar işe yaramıyor. |
فَتَوَلَّ
عَنْهُمْ
يَوْمَ
يَدْعُ
الدَّاعِ
إِلَى
شَيْءٍ
نُكُرٍ |
6. |
Resulüm! Bırak
onları! Canları cehenneme! |
سورة
القمر:
مكية 55
آية |
27.c. |
Kamer: 54 / 7 - 27. Ayetler |
خُشَّعًا
أَبْصَارُهُمْ
يَخْرُجُونَ
مِنَ
اْلأَجْدَاثِ
|
7. |
O gün korkudan
gözleri belermiş olarak kabirlerinden çıkacaklar. |
كَأَنَّهُمْ
جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ |
|
Sanki araziye
dağılmış çekirgeler gibi. |
مُهْطِعِينَ
إِلَى
الدَّاعِ
يَقُولُ
الْكَافِرُونَ
هَذَا
يَوْمٌ
عَسِرٌ |
8. |
çağıran
sese kilitlenip koşacaklar. İnkarcılar: " berbat bir
gün " diye sızlanacaklar. |
كَذَّبَتْ
قَبْلَهُمْ
قَوْمُ
نُوحٍ فَكَذَّبُوا
عَبْدَنَا
وَقَالُوا
مَجْنُونٌ
وَازْدُجِرَ |
9. |
Vaktiyle Nûh
kavmi de inkar etmişti. Yalanladılar. " Deli "
dediler, kulumuz Nuhu çok rahatsız ettiler. |
فَدَعَا
رَبَّهُ
أَنِّي
مَغْلُوبٌ
فَانْتَصِرْ |
10. |
" Ya Rab!
yenildim yardım et " diye yalvardı. |
فَفَتَحْنَا
أَبْوَابَ
السَّمَاءِ
بِمَاءٍ
مُنْهَمِرٍ |
11. |
Göğün bütün
yağmur musluklarını açtık. |
وَفَجَّرْنَا
اْلأَرْضَ
عُيُونًا فَالْتَقَى
الْمَاءُ
عَلَى
أَمْرٍ قَدْ
قُدِرَ |
12. |
Yeryüzünde kara su
patlaması yaptık. Derken bütün sular, belirlenen yerde
toplandı. |
وَحَمَلْنَاهُ
عَلَى ذَاتِ
أَلْوَاحٍ
وَدُسُرٍ |
13. |
Nûh'u çivili
ahşap gemiye aldık. |
تَجْرِي
بِأَعْيُنِنَا
جَزَاءً
لِمَنْ
كَانَ كُفِرَ |
14. |
Gemi gözetimimiz
altında, horlanan kulumuzu teselli edercesine süzülüp gidiyordu. |
وَلَقَدْ
تَرَكْنَاهَا
آيَةً
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ |
15. |
Biz bu tufan
olayını dillere destan ettik. Acaba var mı ders alan? |
فَكَيْفَ
كَانَ
عَذَابِي
وَنُذُرِ |
16. |
Benim
acılarım ve uyarılarım nasılmış gördüler. |
وَلَقَدْ
يَسَّرْنَا
الْقُرْآنَ
لِلذِّكْرِ
فَهَلْ مِنْ
مُدَّكِرٍ |
17. |
Biz Kuranı,
anlaşılsın diye sadeleştirdik. Var mı düşünen?
|
كَذَّبَتْ
عَادٌ
فَكَيْفَ
كَانَ
عَذَابِي وَنُذُرِ |
18. |
Âd kavmi de inkar etmişti. Ama
benim acılarım ve uyarılarım nasılmış
gördüler. |
إِنَّا
أَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ
رِيحًا صَرْصَرًا
فِي يَوْمِ
نَحْسٍ
مُسْتَمِرٍّ |
19. |
Onlar üzerine, üst
üste gelen sıkıntılılara ilave olarak ilikleri donduran
kulakları sağır eden bir rüzgâr saldık, |
تَـنْـزِعُ
النَّاسَ
كَأَنَّهُمْ
أَعْجَازُ
نَخْلٍ
مُنْقَعِرٍ |
20. |
insanı, hurma
ağacı gibi kökleyip atan. |
فَكَيْفَ
كَانَ
عَذَابِي
وَنُذُرِ |
21. |
Benim acı ve
uyarılarım nasılmış gördüler. |
وَلَقَدْ
يَسَّرْنَا
الْقُرْآنَ
لِلذِّكْرِ
فَهَلْ مِنْ
مُدَّكِرٍ |
22. |
Kuranı,
anlaşılsın diye sadeleştirdik. Var mı düşünen?
|
كَذَّبَتْ
ثَمُودُ
بِالنُّذُرِ
// فَقَالُوا
أَبَشَرًا
مِنَّا
وَاحِدًا
نَتَّبِعُهُ
إِنَّا
إِذًا لَفِي
ضَلاَلٍ
وَسُعُرٍ |
23. 24. |
Semûd da uyarıcıları
hiçe saydı: // " Yahu dediler bizim gibi bir beşere
mi tabi olacağız? Yani biz o kadar şaşkın ve aptal
mıyız? " |
أَؤُلْقِيَ
الذِّكْرُ
عَلَيْهِ
مِنْ بَيْنِنَا
بَلْ هُوَ
كَذَّابٌ
أَشِرٌ |
25. |
Bizimkiler de:" yahu
Kuran bizden birine mi yani şu pis yalancıya mı indirildi !
" diyorlar. |
سَيَعْلَمُونَ
غَدًا مَنِ
الْكَذَّابُ
اْلأَشِرُ |
26. |
Ama yakında, pis
yalancı kimmiş görecekler. |
إِنَّا
مُرْسِلُوا
النَّاقَةِ
فِتْنَةً
لَهُمْ
فَارْتَقِبْهُمْ
وَاصْطَبِرْ |
27. |
Semûdları
dişi bir deve ile sınadık. Salih'e de: " Onları
izlemeye devam et! " dedik. |
سورة
القمر: مكية
55
آية |
27.c. |
Kamer: 54 / 28 - 49. Ayetler |
وَنَبِّئْهُمْ
أَنَّ
الْمَاءَ
قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ
كُلُّ
شِرْبٍ
مُحْتَضَرٌ
|
28. |
Ayrıca:" onu
sulama işi nöbetleşe olacak, herkes sulama nöbetine gelsin.
" dedik. |
فَنَادَوْا
صَاحِبَهُمْ
فَتَعَاطَى
فَعَقَرَ |
29. |
Derken nöbete
çağırdıkları arkadaşları
bıçağını kaptığı gibi deveyi kesiverdi. |
فَكَيْفَ
كَانَ
عَذَابِي
وَنُذُرِ |
30. |
Ama, ön uyarmalı
acılarımı tattılar. |
إِنَّا
أَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ
صَيْحَةً وَاحِدَةً
فَكَانُوا
كَهَشِيمِ
الْمُحْتَظِرِ |
31. |
Onlar üzerinde bir
ses patlaması yaptık. Sonunda hepsi, çit döküntüsü gibi
hurdahaş oldular. |
وَلَقَدْ
يَسَّرْنَا
الْقُرْآنَ
لِلذِّكْرِ
فَهَلْ مِنْ
مُدَّكِرٍ |
32. |
Biz, Kuranı
anlaşılsın diye sadeleştirdik. Var mı düşünen?
|
كَذَّبَتْ
قَوْمُ
لُوطٍ بِالنُّذُرِ |
33. |
Lût
Kavmi de uyarıları hiçe saymıştı. |
إِنَّا
أَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ
حَاصِبًا إِلاَّ
آلَ لُوطٍ
نَجَّيْنَاهُمْ
بِسَحَرٍ |
|
Biz de onlar üzerine
tozkoparan fırtınası salıp işlerini bitirdik. Lût'un
ailesini ise seher vakti kurtardık. |
نِعْمَةً
مِنْ
عِنْدِنَا
كَذَلِكَ
نَجْزِي
مَنْ شَكَرَ |
35. |
teşekkür ettik.
çünkü biz, teşekkür edene fazlasıyla karşılık
veririz. |
وَلَقَدْ
أَنْذَرَهُمْ
بَطْشَتَنَا
فَتَمَارَوْا
بِالنُّذُرِ |
36. |
Lût, halka bizim sillemizi
hatırlatmıştı. Onlar onun bu uyarılarını
ciddiye alır gibi yaptılar. |
وَلَقَدْ
رَاوَدُوهُ
عَنْ
ضَيْفِهِ
فَطَمَسْنَا
أَعْيُنَهُمْ
فَذُوقُوا
عَذَابِي وَنُذُرِ |
37. |
Çünkü niyetleri onun
misafirlerine asılmaktı. Ama, görme duyularını
sıfırladık: benim acı ve tehdidim nasılmış
tadın dedik. |
وَلَقَدْ
صَبَّحَهُمْ
بُكْرَةً
عَذَابٌ
مُسْتَقِرٌّ |
38. |
Sabahın köründe
yoğun saldırı başlarken: |
فَذُوقُوا
عَذَابِي
وَنُذُرِ |
39. |
acı ve
tehditlerimi tadın artık dedik o kadar. |
وَلَقَدْ
يَسَّرْنَا
الْقُرْآنَ
لِلذِّكْرِ
فَهَلْ مِنْ
مُدَّكِرٍ |
40. |
Biz, Kuranı
anlaşılsın diye sadeleştirdik. Var mı düşünen?
|
وَلَقَدْ
جَاءَ آلَ
فِرْعَوْنَ
النُّذُرُ // كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
كُلِّهَا
فَأَخَذْنَاهُمْ
أَخْذَ
عَزِيزٍ
مُقْتَدِرٍ |
41. 42. |
Firavunlara da uyarıcılar
geldi. // Bizim bütün sözlerimizi inkar ettiler. Biz de kendilerini kıskıvrak
yakaladık. |
أَكُفَّارُكُمْ
خَيْرٌ مِنْ
أُولاَئِكُمْ
أَمْ لَكُمْ
بَرَاءَةٌ
فِي الزُّبُرِ |
43. |
Şimdi sizin
inkarcılar, onlardan daha mı iyi? Yoksa Tevrat'ta sizin bir
beratınız mı var? |
أَمْ
يَقُولُونَ
نَحْنُ
جَمِيعٌ
مُنْتَصِرٌ |
44. |
Yoksa: " biz,
birlik bir cemaatiz " mı diyorlar? |
سَيُهْزَمُ
الْجَمْعُ
وَيُوَلُّونَ
الدُّبُرَ |
45. |
Yakında hepsi,
ardına bakmadan kaçacak. |
بَلِ
السَّاعَةُ
مَوْعِدُهُمْ
وَالسَّاعَةُ
أَدْهَى
وَأَمَرُّ |
46. |
Aslında
kıyamet, onların yakında tadacakları acıdan daha
zorlu ve sert olacak. |
إِنَّ
الْمُجْرِمِينَ
فِي ضَلاَلٍ
وَسُعُرٍ |
47. |
O gün suçlular,
ilgisizlikten çıldıracaklar. |
يَوْمَ
يُسْحَبُونَ
فِي
النَّارِ
عَلَى وُجُوهِهِمْ
ذُوقُوا
مَسَّ
سَقَرَ |
48. |
O gün onlar: " çılgın
alev acısını tadın " emri ile ateşe
karşı, hem de yüzüstü sürüklenecekler. |
سورة
القمر: مكية
55
آية |
27.c. |
Kamer: 54 / 49 - 55. Ayetler |
إِنَّا
كُلَّ
شَيْءٍ
خَلَقْنَاهُ
بِقَدَرٍ
|
49. |
Biz her nesneyi bir
ölçüye göre yarattık. |
وَمَا
أَمْرُنَا
إِلاَّ
وَاحِدَةٌ
كَلَمْحٍ
بِالْبَصَرِ |
50. |
Emri bir kere veririz
o da göz kırpmak kadar sürer. |
وَلَقَدْ
أَهْلَكْنَا
أَشْيَاعَكُمْ
فَهَلْ مِنْ
مُدَّكِرٍ |
51. |
Biz sizinle aynı
görüşü paylaşan nicelerini yok ettik. Hiç düşünen yok mu?
|
وَكُلُّ
شَيْءٍ
فَعَلُوهُ
فِي
الزُّبُرِ |
52. |
İnsanların yaptığı her
şey kayda geçer. |
وَكُلُّ
صَغِيرٍ
وَكَبِيرٍ
مُسْتَطَرٌ |
53. |
Yani önemli önemsiz
her şey kayda geçmiştir. |
إِنَّ
الْمُتَّقِينَ
فِي
جَنَّاتٍ
وَنَهَرٍ |
54. |
Sağlamcılar,
bahçelerde, su başlarında, |
فِي
مَقْعَدِ
صِدْقٍ
عِنْدَ
مَلِيكٍ
مُقْتَدِرٍ |
55. |
Şeref
koltuklarında, her şeye kadir yüce bir güç ile yan yanadırlar. |
سورة
الرحمن:
مكية أو
مدنية 78 آية |
|
|
Rahmân: 55 / 1 - 16. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
الرَّحْمَانُ
// عَلَّمَ
الْقُرْآنَ //
خَلَقَ
اْلإِنْسَانَ
// عَلَّمَهُ
الْبَيَانَ |
1-4. |
Her şeye sevgi
ile hakim olan Allah, // Kuranı öğretti: // tıpkı
insanı yaratıp // ona, kendini ifade etme sanatını
öğrettiği gibi. |
الشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ
بِحُسْبَانٍ
// وَالنَّجْمُ
وَالشَّجَرُ
يَسْجُدَانِ |
5-6. |
Güneş ve ay bir
ölçüye göre hareket ederler. // İrili ufaklı tüm bitkiler,
Allah'ın bu ölçüsüne harfiyyen uyarlar. |
وَالسَّمَاءَ
رَفَعَهَا
وَوَضَعَ
الْمِيزَانَ |
7. |
Allah, göğü
yükseltmiş ve tam dengesine oturtmuştur. |
أَلاَّ
تَطْغَوْا
فِي
الْمِيزَانِ |
8. |
Sakın bu dengeyi
bozacak bir harekette bulunmayın. |
وَأَقِيمُوا
الْوَزْنَ
بِالْقِسْطِ
وَلاَ
تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ |
9. |
Bundan böyle ölçüyü
hakça yapın. Sakın ola ölçü cihazını kendinize göre
ayarlamayın... |
وَاْلأَرْضَ
وَضَعَهَا
لِلْأَنَامِ |
10. |
Allah, dünyayı canlılar için
yaratmıştır. |
فِيهَا
فَاكِهَةٌ
وَالنَّخْلُ
ذَاتُ
اْلأَكْمَامِ |
11. |
Dünyada neler mi var:
salkım saçak hurmalar, |
وَالْحَبُّ
ذُو
الْعَصْفِ
وَالرَّيْحَانُ |
12. |
kabuklu taneler, mis
kokulu bitkiler. |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
13. |
Tanrının bu
nimetlerini nasıl görmezsiniz. |
خَلَقَ
اْلإِنْسَانَ
مِنْ
صَلْصَالٍ
كَالْفَخَّارِ |
14. |
İnsanı kaya
gibi sert topraktan, |
وَخَلَقَ
الْجَانَّ
مِنْ
مَارِجٍ
مِنْ نَارٍ |
15. |
cinleri de
dumansız alevden yaratmış iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
16. |
Tanrının
gücünü nasıl inkar edersiniz! |
سورة
الرحمن:
مكية أو
مدنية 78 آية |
27.c. |
Rahmân: 55 / 17 - 40. Ayetler |
رَبُّ
الْمَشْرِقَيْنِ
وَرَبُّ
الْمَغْرِبَيْنِ
|
17. |
Doğu-batı
yarım kürelerinin sahibi o iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
18. |
Tanrının
mevsimlerini nasıl inkar edersiniz! |
مَرَجَ
الْبَحْرَيْنِ
يَلْتَقِيَانِ
//
بَيْنَهُمَا
بَرْزَخٌ
لاَ
يَبْغِيَانِ |
19-20. |
İki denizi
birbirine katmış // araya, karışmaya engel bir
boşluk atmış iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
21. |
Tanrının
gizlerini nasıl inkar edersiniz! |
يَخْرُجُ
مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ
وَالْمَرْجَانُ |
22. |
Her iki denizden
inciler mercanlar çıkarken, |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
23. |
Tanrının
ziynetlerini nasıl inkar edersiniz! |
وَلَهُ
الْجَوَارِي
الْمُنشَآتُ
فِي الْبَحْرِ
كَاْلأَعْلاَمِ |
24. |
Dev gemiler denizde
bayrak açıp süzülürken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
25. |
suların
kaldırma gücünü nasıl inkar edersiniz! |
كُلُّ
مَنْ
عَلَيْهَا
فَانٍ //
وَيَبْقَى
وَجْهُ
رَبِّكَ ذُو
الْجَلاَلِ
وَاْلإِكْرَامِ
// فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
26- 28. |
Yeryüzünde her
canlı fani, // yüce Rabbinin varlığı bakî iken //
Tanrının erişilmezliğini nasıl inkar edersiniz! |
يَسْأَلُهُ
مَنْ فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
كُلَّ
يَوْمٍ هُوَ
فِي شَأْنٍ |
29. |
Göklerde ve yerde
olan her şey onun eline bakarken, bu yüzden o, her an farklı bir
uğraş ile capcanlı iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
30. |
Tanrının
ilgisini nasıl inkar edersiniz! |
سَنَفْرُغُ
لَكُمْ
أَيُّهَا
الثَّقَلاَنِ |
31. |
Ey ağır
kanlı cinler ve insanlar! Yakında sıra size gelecek. |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
32. |
Tanrının
gücünü nasıl inkar edersiniz! |
يَامَعْشَرَ
الْجِنِّ
وَاْلإِنْسِ
إِنِ
اسْتَطَعْتُمْ
أَنْ تَنْفُذُوا
مِنْ
أَقْطَارِ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
فَانْفُذُوا
|
33. |
Ey cin ve insan
toplulukları! Eğer göklerin ve yeryüzünün sınır boylarında
kaçacak bir kapı bulabilirseniz kaçın. |
لاَ
تَنْفُذُونَ
إِلاَّ
بِسُلْطَانٍ |
|
Ama
çıkış belgeniz olmadan kaçamazsınız ki! |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
34. |
Tanrının
görüş alanını daraltamazsınız ki! |
يُرْسَلُ
عَلَيْكُمَا
شُوَاظٌ
مِنْ نَارٍ
وَنُحَاسٌ
فَلاَ تَنْتَصِرَانِ |
35. |
Arkanızdan
kızıl ve mor ışınlarla ateş açılıp da
çaresiz kalınca, |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
36. |
Tanrının
kolluk gücünü nasıl inkar edersiniz! |
فَإِذَا
انْشَقَّتِ
السَّمَاءُ
فَكَانَتْ
وَرْدَةً
كَالدِّهَانِ |
37. |
Gökler katmer katmer
gül gibi eriyip akarken, |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
38. |
Tanrının
ihtişamını nasıl inkar edersiniz! |
فَيَوْمَئِذٍ
لاَ
يُسْأَلُ
عَنْ
ذَنْبِهِ إِنْسٌ
وَلاَ
جَانٌّ |
39. |
O hengamede, ins ve
cinne suçu sorulmaz |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
40. |
ama Rabbin ahret
sualini inkar edemezsiniz! |
سورة
الرحمن: مكية
أو مدنية 78 آية |
27.c. |
Rahmân: 55 / 41 - 67. Ayetler |
يُعْرَفُ
الْمُجْرِمُونَ
بِسِيمَاهُمْ
فَيُؤْخَذُ
بِالنَّوَاصِي
|
41. |
Simasıyla
kendini ele veren suçlular, yaka paça edilip götürülürken |
وَاْلأَقْدَامِ
// فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
42. |
Tanrının
adaletini nasıl inkar edersiniz! |
هَذِهِ
جَهَنَّمُ
الَّتِي
يُكَذِّبُ
بِهَا
الْمُجْرِمُونَ |
43. |
İşte
suçluların yalan dedikleri cehennem! |
يَطُوفُونَ
بَيْنَهَا
وَبَيْنَ
حَمِيمٍ آنٍ |
44. |
Suçlular, ateşle
kaynar sular arasında mekik dokurken, |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
45. |
Tanrının
cezasını nasıl inkar edersiniz! |
وَلِمَنْ
خَافَ
مَقَامَ
رَبِّهِ
جَنَّتَانِ |
46. |
Huzuruna
çıkmaktan korkanlara Rabbinin çifte cennet sözü var iken, |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
47. |
Tanrının
sevgisini nasıl inkar edersiniz! |
ذَوَاتَا
أَفْنَانٍ |
48. |
Dal budak
salmış dev ağaçları var iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
49. |
Ulu Tanrıyı
nasıl inkar edersiniz! |
فِيهِمَا
عَيْنَانِ
تَجْرِيَانِ |
50. |
Her bahçede
şarıl şarıl sular akar iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
51. |
Tanrının
sesini nasıl duymazsınız! |
فِيهِمَا
مِنْ كُلِّ
فَاكِهَةٍ
زَوْجَانِ |
52. |
Her bahçede türlü
çeşit meyveler var iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
53. |
Tanrının
ikramlarını nasıl inkar edersiniz! |
مُتَّكِئِينَ
عَلَى
فُرُشٍ
بَطَائِنُهَا
مِنْ
إِسْتَبْرَقٍ
|
54. |
Atlas kaplı
yastıklara yaslanıp |
وَجَنَى
الْجَنَّتَيْنِ
دَانٍ |
|
alçacık
dallardan meyve dererken, |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
55. |
Tanrının
değerini nasıl inkar edersiniz! |
فِيهِنَّ
قَاصِرَاتُ
الطَّرْفِ
لَمْ يَطْمِثْهُنَّ
إِنْسٌ
قَبْلَهُمْ
وَلاَ جَانٌّ
|
56. |
Cennette, insan ve
cin eli değmemiş, mahcup bakışlı güzellerden söz
edilirken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
57. |
Tanrının
güzelliklerini nasıl inkar edersiniz! |
كَأَنَّهُنَّ
الْيَاقُوتُ
وَالْمَرْجَانُ |
58. |
Yakût ve mercan
ışıltılı güzelleri var iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
59. |
Tanrının
güzelliklerini nasıl inkar edersiniz! |
هَلْ
جَزَاءُ
اْلإِحْسَانِ
إِلاَّ
اْلإِحْسَانُ |
60. |
İyiliğin
karşılığı, iyilik iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
61. |
Tanrının
hoşgörüsünü nasıl inkar edersiniz! |
وَمِنْ
دُونِهِمَا
جَنَّتَانِ |
62. |
Çifte çifte cennetten
söz edilirken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
63. |
Tanrının
cömertliğini nasıl inkar edersiniz! |
مُدْهَامَّتَانِ
// فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
64-5. |
Yemyeşil
ormanları var iken // Tanrının muradını nasıl
inkar edersiniz! |
فِيهِمَا
عَيْنَانِ
نَضَّاخَتَانِ//فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
66-7. |
Yerden büngül büngül
sular kaynarken // Tanrının dengelerini nasıl inkar edersiniz! |
سورة
الرحمن:
مكية أو
مدنية 78 آية |
27.c. |
Rahmân: 55 / 68 - 78. Ayetler |
فِيهِمَا
فَاكِهَةٌ
وَنَخْلٌ
وَرُمَّانٌ |
68. |
Bahçelerde meyveler,
hurmalar ve narlar, |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
69. |
Tanrının
nimetlerini nasıl inkar edersiniz! |
فِيهِنَّ
خَيْرَاتٌ
حِسَانٌ |
70. |
Huyu güzel, kendi
güzel hanımlar var iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
71. |
Tanrının
huzurunu nasıl inkar edersiniz! |
حُورٌ
مَقْصُورَاتٌ
فِي
الْخِيَامِ |
72. |
Saygılı ev
hanımları evleri bekler iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
73. |
Tanrının
vefasını nasıl inkar edersiniz! |
لَمْ
يَطْمِثْهُنَّ
إِنْسٌ
قَبْلَهُمْ
وَلاَ جَانٌّ |
74. |
Geçmişi tertemiz
hanımlar var iken |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
75. |
Tanrının
saygınlığını nasıl inkar edersiniz! |
مُتَّكِئِينَ
عَلَى
رَفْرَفٍ
خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ
حِسَانٍ |
76. |
Çimen yeşili
zemin üzerine işlenmiş, oyalı yastıklara keyifle
yaslanıyorsunuz |
فَبِأَيِّ
آلاَءِ
رَبِّكُمَا
تُكَذِّبَانِ |
77. |
Tanrı'dan daha
ne istiyorsunuz! |
تَبَارَكَ
اسْمُ
رَبِّكَ ذِي
الْجَلاَلِ
وَاْلإِكْرَامِ |
78. |
Resulüm senin yüceler
yücesi, eli bol Rabbinin adı, tüm iyiliklerin
kaynağıdır. |
سورة
الواقعة: مكية 96 آية |
|
|
Vâkı'a: 56 / 1 - 16. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
إِذَا
وَقَعَتِ
الْوَاقِعَةُ
// لَيْسَ
لِوَقْعَتِهَا
كَاذِبَةٌ |
1-2. |
Kıyamet koparken
// artık kimse olup biteni inkar edemez. |
خَافِضَةٌ
رَافِعَةٌ |
3. |
Bu olay, kimini
aşağı, kimini yukarı ederken |
إِذَا
رُجَّتِ
اْلأَرْضُ
رَجًّا //
وَبُسَّتِ
الْجِبَالُ
بَسًّا |
4-5. |
yeryüzü zangır
zangır sallanacak // dağlar hurdahaş olacak. |
فَكَانَتْ
هَبَاءً
مُنْبَثًّا |
6. |
Her şeyin un
ufak edileceği böyle bir günde |
وَكُنتُمْ
أَزْوَاجًا
ثَلاَثَةً |
7. |
sizler, üç
farklı konumda olacaksınız: |
فَأَصْحَابُ
الْمَيْمَنَةِ
مَا
أَصْحَابُ
الْمَيْمَنَةِ |
8. |
Sıcak yüzlüler:
aman ne huzur |
وَأَصْحَابُ
الْمَشْأَمَةِ
مَا
أَصْحَابُ
الْمَشْأَمَةِ |
9. |
Soğuk yüzlüler:
aman ne surat ne surat. |
وَالسَّابِقُونَ
السَّابِقُونَ |
10. |
Yarışan
yarışmacılar. |
أُولاَئِكَ
الْمُقَرَّبُونَ
// فِي
جَنَّاتِ
النَّعِيمِ |
11-12. |
Bu berikiler,
Tanrının gözde kulları olup // Naîm cennetinde yerlerini
alacaklar. |
ثُلَّةٌ
مِنَ
اْلأَوَّلِينَ
// وَقَلِيلٌ
مِنَ
اْلآخِرِينَ |
13-14. |
Çoğu eskilerden;
// birazı da yenilerden oluşan bu karma kuşak, |
عَلَى
سُرُرٍ
مَوْضُونَةٍ
//
مُتَّكِئِينَ
عَلَيْهَا
مُتَقَابِلِينَ |
15-16. |
altın
işlemeli minderlere kurulup // karşılıklı
söyleşecekler. |
سورة
الواقعة: مكية 96 آية |
27.c. |
Vâkı'a: 56 / 17 - 50. Ayetler |
يَطُوفُ
عَلَيْهِمْ
وِلْدَانٌ
مُخَلَّدُونَ
|
17. |
Ölümsüz hizmetliler,
aralarında gezinirler. |
بِأَكْوَابٍ
وَأَبَارِيقَ
وَكَأْسٍ
مِنْ مَعِينٍ |
18. |
Ellerinde öz
kaynağından doldurulmuş bardaklar, sürahîler ve kadehler, |
لاَ
يُصَدَّعُونَ
عَنْهَا
وَلاَ يُنْـزِفُونَ |
19. |
baş
ağrısı ve bulantı yapmayan içkiler, |
وَفَاكِهَةٍ
مِمَّا
يَتَخَيَّرُونَ |
20. |
beğen
beğendiğini türünden meyveler, |
وَلَحْمِ
طَيْرٍ
مِمَّا
يَشْتَهُونَ
// وَحُورٌ
عِينٌ |
21-2 |
canın
çektiği kuş etleri, // kömür gözlü hûrîler, |
كَأَمْثَالِ
اللُّؤْلُؤِ
الْمَكْنُونِ |
23. |
el değmemiş
inciler gibi. |
جَزَاءً
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
24. |
Hepsi de vaktiyle
yapılanlara karşılık. |
لاَ
يَسْمَعُونَ
فِيهَا
لَغْوًا
وَلاَ تَأْثِيمًا |
25. |
Orada boş ve
suçlayıcı bir söz duymazlar. |
إِلاَّ
قِيلاً
سَلاَمًا
سَلاَمًا |
26. |
duyup
duyacakları: Selâm! Merhaba!
|
وَأَصْحَابُ
الْيَمِينِ
مَا
أَصْحَابُ
الْيَمِينِ |
27. |
Sağduyulular:
aman ne mutlular! |
فِي
سِدْرٍ
مَخْضُودٍ//وَطَلْحٍ
مَنْضُودٍ//وَظِلٍّ
مَمْدُودٍ |
28-30. |
dikensiz sedir
ağaçları, // salkım salkım muzlar, // uzayıp giden
gölgeler, |
وَمَاءٍ
مَسْكُوبٍ //
وَفَاكِهَةٍ
كَثِيرَةٍ |
31-2. |
şarlayan sular,
// meyveler meyveler, |
لاَ
مَقْطُوعَةٍ
وَلاَ
مَمْنُوعَةٍ
// وَفُرُشٍ
مَرْفُوعَةٍ |
33-4 |
kesintisiz ve
yasaksız. // Fısır fısır minderler, |
إِنَّا
أَنْشَأْنَاهُنَّ
إِنْشَاءً//فَجَعَلْنَاهُنَّ
أَبْكَارًا//عُرُبًا
أَتْرَابًا |
35-7 |
eşler
yarattık // bakire // tam yaşına göre. |
لِأَصْحَابِ
الْيَمِينِ//ثُلَّةٌ
مِنَ
اْلأَوَّلِينَ//وَثُلَّةٌ
مِنَ
اْلآخِرِينَ |
38-0. |
sağduyulular: //
eski // yeni kuşak bir arada
|
وَأَصْحَابُ
الشِّمَالِ
مَا
أَصْحَابُ
الشِّمَالِ |
41. |
Duyarsızlar: ne kadar da mutsuzlar! |
فِي
سَمُومٍ
وَحَمِيمٍ //
وَظِلٍّ
مِنْ يَحْمُومٍ |
42-43. |
Yalımlar, kaynar
sular, // sıkıntılı kapkara dumanların gölgesinde, |
لاَ
بَارِدٍ
وَلاَ
كَرِيمٍ |
44. |
serinlik, ve
rahatlıktan eser yok. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا
قَبْلَ
ذَلِكَ
مُتْرَفِينَ |
45. |
Vaktiyle onlar,
toplumda saygın idiler. |
وَكَانُوا
يُصِرُّونَ
عَلَى
الْحِنْثِ
الْعَظِيمِ |
46. |
Büyük suçlarda
ısrar ederlerdi. |
وَكَانُوا
يَقُولُونَ
أَئِذَا
مِتْنَا وَكُنَّا
تُرَابًا
وَعِظَامًا
أَئِنَّا
لَمَبْعُوثُونَ
// أَوَآبَاؤُنَا
اْلأَوَّلُونَ |
47. 48. |
" Öldükten,
toz toprak ve bir sürü kemik yığını olduktan sonra
mı, tekrar dirilecekmişiz // hem de atalarımızla beraber
öyle mi " derlerdi. |
قُلْ
إِنَّ
اْلأَوَّلِينَ
وَاْلآخِرِينَ |
49. |
De ki: " Evet,
hem eskiler hem yeniler, " |
لَمَجْمُوعُونَ
إِلَى
مِيقَاتِ
يَوْمٍ مَعْلُومٍ |
50. |
o malum günün
zaman ayarlı buluşgasında kesinlikle
buluşacaklardır.
" |
سورة
الواقعة: مكية 96 آية |
27.c. |
Vâkı'a: 56 / 51 - 76. Ayetler |
ثُمَّ
إِنَّكُمْ
أَيُّهَا
الضَّالُّونَ
الْمُكَذِّبُونَ |
51. |
Ey
şaşkın inkarcılar! Bundan böyle sizler, |
لَآكِلُونَ
مِنْ شَجَرٍ
مِنْ
زَقُّومٍ//فَمَالِئُونَ
مِنْهَا
الْبُطُونَ |
52-53. |
Zıkkımın
kökünü yiyecek, // karınlarınızı onunla dolduracak ve |
فَشَارِبُونَ
عَلَيْهِ
مِنَ
الْحَمِيمِ |
54. |
üzerine kaynar sular
içeceksiniz. |
فَشَارِبُونَ
شُرْبَ
الْهِيمِ //
هَذَا نُزُلُهُمْ
يَوْمَ
الدِّينِ |
55-56. |
hem de susuzluktan
çatlamış develer gibi. // Kıyamet günü, işte böyle
karşılanacaklar. |
نَحْنُ
خَلَقْنَاكُمْ
فَلَوْلاَ
تُصَدِّقُونَ |
57. |
Sizi biz
yaratmıştık. Kabul etseniz n'olurdu!
|
أَفَرَأَيْتُمْ
مَا
تُمْنُونَ |
58. |
Attığınız meniye bir bakın! |
أَأَنْتُمْ
تَخْلُقُونَهُ
أَمْ نَحْنُ
الْخَالِقُونَ |
59. |
Onu siz mi imal
ediyorsunuz yoksa biz mi? |
نَحْنُ
قَدَّرْنَا
بَيْنَكُمُ
الْمَوْتَ |
60. |
Aranızda ölümü
takvime bağlayan da biziz. |
وَمَا
نَحْنُ
بِمَسْبُوقِينَ
// عَلَى أَنْ نُبَدِّلَ
أَمْثَالَكُمْ
وَنُنْشِئَكُمْ
فِي مَا لاَ
تَعْلَمُونَ |
60. 61. |
Sizi benzerlerinizle
değiştirmek ya da sizi, bilemeyeceğiniz bir şekilde
yeniden yaratmak istersek, bu konuda kimse bizimle yarışamaz. |
وَلَقَدْ
عَلِمْتُمُ
النَّشْأَةَ
اْلأُولَى
فَلَوْلاَ
تَذكَّرُونَ |
62. |
İlk yaratma
olayını öğrendiğinize göre artık herhalde
sağlıklı düşünebilirsiniz
|
أَفَرَأَيْتُمْ
مَا
تَحْرُثُونَ |
63. |
Toprağa ektiğiniz tohuma bir
bakın! |
أَأَنْتُمْ
تَزْرَعُونَهُ
أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ |
64. |
Onu siz mi
ekiyorsunuz yoksa biz mi ? |
لَوْ
نَشَاءُ
لَجَعَلْنَاهُ
حُطَامًا
فَظَلَلْتُمْ
تَتَفَكَّهُونَ |
65. |
İsteseydik
ekileni gazele çevirir, siz de hayretten donakalırdınız: |
إِنَّا
لَمُغْرَمُونَ
// بَلْ نَحْنُ
مَحْرُومُونَ |
66-7. |
" perişan
olduk // hattâ mahvolduk. " derdiniz.. |
أَفَرَأَيْتُمُ
الْمَاءَ
الَّذِي
تَشْرَبُونَ |
68. |
İçtiğiniz suya bir bakın! |
أَأَنْتُمْ
أَنْزَلْتُمُوهُ
مِنَ
الْمُزْنِ
أَمْ نَحْنُ
الْمُنْزِلُونَ |
69. |
Onu beyaz buluttan
siz mi indirdiniz biz mi? |
لَوْ
نَشَاءُ
جَعَلْنَاهُ
أُجَاجًا
فَلَوْلاَ
تَشْكُرُونَ |
70. |
İstesek onu
acı yapabilirdik. Şükretmelisiniz. |
أَفَرَأَيْتُمُ
النَّارَ
الَّتِي
تُورُونَ |
71. |
Yaktığınız
ateşe bir bakın! |
أَأَنْتُمْ
أَنْشَأْتُمْ
شَجَرَتَهَا
أَمْ نَحْنُ
الْمُنْشِئُونَ |
72. |
Onun
ağacını siz mi yarattınız yoksa biz mi! |
نَحْنُ
جَعَلْنَاهَا
تَذْكِرَةً
وَمَتَاعًا
لِلْمُقْوِينَ |
73. |
Ateş, bir
uyarıdır; çöllerde konup göçenler için bir ihtiyaçtır. |
فَسَبِّحْ
بِاسْمِ
رَبِّكَ
الْعَظِيمِ |
74. |
Yüce Rabbinin
adını hep saygıyla an. |
فَلاَ
أُقْسِمُ
بِمَوَاقِعِ
النُّجُومِ |
75. |
Yıldızların
konumları aşkına! |
وَإِنَّهُ
لَقَسَمٌ
لَوْ
تَعْلَمُونَ
عَظِيمٌ |
76. |
-Farkındaysanız
bu-, çok büyük bir yemindir. |
سورة
الواقعة: مكية 96 آية |
27.c. |
Vâkı'a: 56 / 77 - 96. Ayetler |
إِنَّهُ
لَقُرْآنٌ
كَرِيمٌ // فِي
كِتَابٍ مَكْنُونٍ |
77-78. |
Kuran, çok
saygın bir kitaptır. // Tam korumalı bir kütüktedir. |
لاَ
يَمَسُّهُ
إِلاَّ
الْمُطَهَّرُونَ |
79. |
Onunla, sadece içi
dışı temiz olanlar iletişim kurabilir. |
تَنْـزِيلٌ
مِنْ رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
80. |
Evrenin sahibi
tarafından indirilmiştir. |
أَفَبِهَذَا
الْحَدِيثِ
أَنْتُمْ
مُدْهِنُونَ
//
وَتَجْعَلُونَ
رِزْقَكُمْ
أَنَّكُمْ
تُكَذِّبُونَ |
81-82. |
Şimdi siz böyle
bir kitabı mı hafife alıyorsunuz // sahip olduğunuz her şeyi,
inkar etmenize mi bağlıyorsunuz? |
فَلَوْلاَ
إِذَا
بَلَغَتِ
الْحُلْقُومَ
// وَأَنْتُمْ
حِينَئِذٍ
تَنظُرُونَ |
83-84. |
Hadi o zaman! hasta
can çekişirken bir şeyler yapsanıza! // sadece
seyrediyorsunuz. |
وَنَحْنُ
أَقْرَبُ
إِلَيْهِ
مِنْكُمْ
وَلَكِنْ
لاَ
تُبْصِرُونَ |
85. |
Biz ise, can
çekişene sizden daha yakınız. // Sadece göremiyorsunuz o
kadar!. |
فَلَوْلاَ
إِنْ
كُنتُمْ
غَيْرَ
مَدِينِينَ //
تَرْجِعُونَهَا
إِنْ
كُنتُمْ
صَادِقِينَ |
86-87. |
Eğer Allah'a
hesap vermeyecekseniz // ve bunda samimi iseniz, hadi çıkan canı
geri getirin! |
فَأَمَّا
إِنْ كَانَ
مِنَ
الْمُقَرَّبِينَ |
88. |
Eğer ölen, Allah'ın
gözde kullarından ise yeri, |
فَرَوْحٌ
وَرَيْحَانٌ
وَجَنَّةُ
نَعِيمٍ |
89. |
misler, kokular ve
tüm zenginlikleriyle cennet. |
وَأَمَّا
إِنْ كَانَ
مِنْ
أَصْحَابِ
الْيَمِينِ |
90. |
Eğer ölen, mutlu
ve huzurlu ise, |
فَسَلاَمٌ
لَكَ مِنْ
أَصْحَابِ
الْيَمِينِ |
91. |
mutlular
tarafından kendisine: " esenliktesin " müjdesi verilir.
|
وَأَمَّا
إِنْ كَانَ
مِنَ
الْمُكَذِّبِينَ
الضَّالِّينَ |
92. |
Eğer ölen,
pislik bir inkarcı ise: |
فَنُزُلٌ
مِنْ
حَمِيمٍ //
وَتَصْلِيَةُ
جَحِيمٍ |
93-4. |
Önce
haşlanır // sonra ateşe yaslanır. |
إِنَّ
هَذَا
لَهُوَ
حَقُّ
الْيَقِينِ
//فَسَبِّحْ
بِاسْمِ
رَبِّكَ
الْعَظِيمِ |
95-96. |
Gerçekle yüz yüze
gelmek budur.// Artık yüce Rabb'inin adını saygı ile yad
et. |
سورة
الحديد:
مدنية 29 آية |
|
|
Hadîd: 57 / 1 - 3. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
0. |
Bismillâhirrahmânirrahîm |
سَبَّحَ
ِللهِ مَا
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَهُوَ
الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ |
1. |
Göklerde ve yerde ne
varsa Allah'ın erişilmez yüceliğini dile getirirler. O,
gücüyle her şeye hakimdir. |
لَهُ
مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
يُحْيِ
وَيُمِيتُ وَهُوَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
2. |
Göklerin ve yerin
yönetimi ve denetimi de ona aittir. Canı veren de alan da odur. O, her
şeye kadirdir. |
هُوَ
اْلأَوَّلُ
وَاْلآخِرُ
وَالظَّاهِرُ
وَالْبَاطِنُ
|
3. |
Allah, hem ilk
hem son; hem dış hem içtir. |
وَهُوَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
|
Allah, her şeyi
tüm ayrıntısıyla bilen güçtür
|
سورة
الحديد: مدنية
29
آية |
27.c. |
Hadîd: 57 / 4 - 11. Ayetler |
هُوَ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
فِي سِتَّةِ
أَيَّامٍ
|
4. |
Gökleri ve yeri altı zamanda
yaratmış |
ثُمَّ
اسْتَوَى عَلَى
الْعَرْشِ |
|
Sonra evreni
dengesine oturtmuştur. |
يَعْلَمُ
مَا يَلِجُ
فِي
اْلأَرْضِ
وَمَا يَخْرُجُ
مِنْهَا |
|
O, yere gireni de
bilir, yerden çıkanı da; |
وَمَا
يَنْزِلُ
مِنَ
السَّمَاءِ
وَمَا
يَعْرُجُ
فِيهَا |
|
gökten ineni de bilir
göğe çıkanı da. |
وَهُوَ
مَعَكُمْ
أَيْنَ مَا
كُنْتُمْ
وَاللهُ بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ |
|
Siz nerede iseniz
Allah oradadır. Bütün yapıp ettiklerinizi görür. |
لَهُ
مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
5. |
Göklerin ve yerin
yönetimi ona aittir. |
وَإِلَى
اللهِ
تُرْجَعُ
اْلأُمُورُ |
|
Her iş, onun
onayından geçer. |
يُولِجُ
اللَّيْلَ
فِي
النَّهَارِ
وَيُولِجُ
النَّهَارَ
فِي
اللَّيْلِ |
6. |
Geceyi gündüze,
gündüzü geceye çevirir. |
وَهُوَ
عَلِيمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
Akıldan
geçenleri de bilir
|
آمِنُوا
بِاللهِ
وَرَسُولِهِ
وَأَنْفِقُوا
مِمَّا
جَعَلَكُمْ
مُسْتَخْلَفِينَ
فِيهِ |
7. |
Allah'a ve resulüne inanın.
Allah'ın, işletmek üzere size verdiği malların bir
kısmını, serbest dolaşıma sürün. |
فَالَّذِينَ
آمَنُوا
مِنْكُمْ
وَأَنْفَقُوا
لَهُمْ
أَجْرٌ
كَبِيرٌ |
|
Çünkü inanıp
malını hayra sarf edenler karşılığını
fazlasıyla alacaklardır. |
وَمَا
لَكُمْ لاَ
تُؤْمِنُونَ
بِاللهِ وَالرَّسُولُ
يَدْعُوكُمْ
لِتُؤْمِنُوا
بِرَبِّكُمْ
وَقَدْ
أَخَذَ
مِيثَاقَكُمْ
إِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِنِينَ |
8. |
Resul sizi imana
davet ettiği ve inanacağınıza dair vaktiyle sizden söz de
aldığı halde neden Allah'a inanmıyorsunuz ki! |
هُوَ
الَّذِي
يُنَزِّلُ
عَلَى
عَبْدِهِ آيَاتٍ
بَيِّنَاتٍ
لِيُخْرِجَكُمْ
مِنَ
الظُّلُمَاتِ
إِلَى
النُّورِ |
9. |
Kulu Muhammede son
derece anlaşılır ayetler indiren Allah, belli ki sizi
karanlıktan aydınlığa çıkarmak istiyor. |
وَإِنَّ
اللهَ
بِكُمْ
لَرَءُوفٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü Allah, size
karşı son derece duyarlı ve sevgi doludur. |
وَمَا
لَكُمْ أَلاَّ
تُنْفِقُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ وَ ِللهِ
مِيرَاثُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ |
10. |
Göklerin ve yerin tüm
mal varlığı, sonunda Allah'a kalacağı halde, onu
neden Allah için harcamazsınız ki! |
لاَ
يَسْتَوِي
مِنْكُمْ
مَنْ
أَنْفَقَ
مِنْ قَبْلِ
الْفَتْحِ
وَقَاتَلَ |
|
Mekke'nin fethinden
önce malî özveri yanı sıra canını ortaya koyanların
yeri başkadır. |
أُولاَئِكَ
أَعْظَمُ
دَرَجَةً
مِنَ الَّذِينَ
أَنْفَقُوا
مِنْ بَعْدُ
وَقَاتَلُوا |
|
Onların
derecesi, Fetihten sonra aynı özveri ile, canını ortaya
koyanlara oranla daha yüksektir. |
وَكُلاًّ
وَعَدَ
اللهُ
الْحُسْنَى
وَاللهُ
بِمَا تَعْمَلُونَ
خَبِيرٌ |
|
Ama Allah, hepsine de
güzellikler vadetmiştir. Allah, tüm yaptıklarınızın
farkındadır. |
مَنْ
ذَا الَّذِي
يُقْرِضُ
اللهَ
قَرْضًا حَسَنًا
فَيُضَاعِفَهُ
لَهُ |
11. |
Allah,
malını Allah için harcamaya adayan kimsenin sermayesini ikiye
katlayacaktır. |
وَلَهُ
أَجْرٌ
كَرِيمٌ |
|
Ayrıca
değerli ödüllere de sahibi olacak. |
سورة
الحديد: مدنية
29
آية |
27.c. |
Hadîd: 57 / 12 - 18. Ayetler |
يَوْمَ
تَرَى
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
يَسْعَى
نُورُهُمْ
بَيْنَ
أَيْدِيهِمْ
وَبِأَيْمَانِهِمْ |
12. |
O gün, bir ışık
demetinin, önden ve yandan bay ve bayan müminlerle birlikte ilerlediğini
göreceksin. |
بُشْرَاكُمُ
الْيَوْمَ
جَنَّاتٌ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ |
|
Ne mutlu size!
Artık içinde derelerin çağladığı bahçeler bugün
sizin oldu. |
خَالِدِينَ
فِيهَا
ذَلِكَ هُوَ
الْفَوْزُ الْعَظِيمُ |
|
Hem de sonsuza
kadar kalmak üzere. Çok muhteşem bir zaferdir bu!
|
يَوْمَ
يَقُولُ
الْمُنَافِقُونَ
وَالْمُنَافِقَاتُ
لِلَّذِينَ
آمَنُوا |
13. |
O gün
münafıklar, müminlere: |
انْظُرُونَا
نَقْتَبِسْ
مِنْ
نُورِكُمْ |
|
" Bakar
mısınız ışığınızdan biraz da biz
alabilir miyiz?
" diye yalvaracaklar. |
قِيلَ ارْجِعُوا
وَرَاءَكُمْ
فَالْتَمِسُوا
نُورًا |
|
" Hadi
oradan! ışığı geride arayın " diye
terslenecekler. |
فَضُرِبَ
بَيْنَهُمْ
بِسُورٍ
لَهُ بَابٌ بَاطِنُهُ
فِيهِ
الرَّحْمَةُ
وَظَاهِرُهُ
مِنْ
قِبَلِهِ
الْعَذَابُ |
|
Hemen ardından
müminlerle münafıklar arasına içi sevgiye; dışı
acılara açılan kapısıyla bir duvar çekiliverir. |
يُنَادُونَهُمْ
أَلَمْ
نَكُنْ
مَعَكُمْ |
14. |
Münafıklar: "
Yahu biz sizinle beraber değil mi idik " diye üsteler. |
قَالُوا
بَلَى
وَلَكِنَّكُمْ
فَتَنْتُمْ أَنْفُسَكُمْ |
|
Müminler: " evet
beraberdik beraber olmasına ama, siz kendi kendinizi
ayarttınız, |
وَتَرَبَّصْتُمْ
وَارْتَبْتُمْ
وَغَرَّتْكُمُ
اْلأَمَانِيُّ |
|
çünkü hep suskun kaldınız,
kuşkulandınız, yani sizi, doğru
sandığınız kuruntular yanılttı. |
حَتَّى
جَاءَ
أَمْرُ
اللهِ
وَغَرَّكُمْ
بِاللهِ
الْغَرُورُ |
|
Derken
Allah'ın fermanı geldi. Bu sefer de sizi, Allah adını
kullanarak şeytan, yanılttı. " |
فَالْيَوْمَ
لاَ
يُؤْخَذُ
مِنْكُمْ
فِدْيَةٌ
وَلاَ مِنَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
15. |
Artık bugün, ne
sizden, ne de inkarcılardan kurtuluş fidyesi kabul edilmeyecek. |
مَأْوَاكُمُ
النَّارُ
هِيَ
مَوْلاَكُمْ
وَبِئْسَ
الْمَصِيرُ |
|
Artık yeriniz
cehennemdir, artık onunla düşüp onunla kalkacaksınız. Ne
kötü bir son. |
أَلَمْ
يَأْنِ
لِلَّذِينَ
آمَنُوا
أَنْ تَخْشَعَ
قُلُوبُهُمْ
لِذِكْرِ
اللهِ وَمَا نَزَلَ
مِنَ
الْحَقِّ |
16. |
Acaba inanan
yüreklerin, Allah adını ve onun gerçeklerini coşku ile
haykırma zamanı gelmedi mi daha? |
وَلاَ
يَكُونُوا
كَالَّذِينَ
أُوتُوا الْكِتَابَ
مِنْ قَبْلُ
فَطَالَ
عَلَيْهِمُ
اْلأَمَدُ
فَقَسَتْ
قُلُوبُهُمْ |
|
Resulüm! sakın
ola, sizden önce Kitaba sahip olduğu halde, zamanla kalpleri
katılaşan ehlikitap gibi olmayın, |
وَكَثِيرٌ
مِنْهُمْ
فَاسِقُونَ |
|
Ehlikitabın
çoğu bozulmuştur
|
اِعْلَمُوا
أَنَّ اللهَ
يُحْيِ
اْلأَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا |
17. |
Şunu bilin ki ölü toprağa can
veren Allah'tır. |
قَدْ
بَيَّنَّا
لَكُمُ
اْلآيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ |
|
Size sözlerimizi
biraz daha açtıysak bu, aklınızı başınıza
toplamanız içindir. |
إِنَّ
الْمُصَّدِّقِينَ
وَالْمُصَّدِّقَاتِ
وَأَقْرَضُوا
اللهَ
قَرْضًا
حَسَنًا يُضَاعَفُ
لَهُمْ |
18. |
Mallarını
hayır yolunda harcanmak üzere Allah için vakfedenlerın sermayesi,
ikiye katlanacaktır. |
وَلَهُمْ
أَجْرٌ
كَرِيمٌ |
|
Ayrıca
değerli ödüllere de sahip olacaklardır... |
سورة
الحديد: مدنية
29
آية |
27.c. |
Hadîd: 57 / 19 - 24. Ayetler |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
بِاللهِ
وَرُسُلِهِ
|
19. |
Allah ve resulüne inananlar, |
أُولاَئِكَ
هُمُ
الصِّدِّيقُونَ
وَالشُّهَدَاءُ
عِنْدَ رَبِّهِمْ |
|
Tanrının er
sözlü bilir kişileridir. |
لَهُمْ
أَجْرُهُمْ
وَنُورُهُمْ |
|
Bunlar ödüllere ve
aydınlığa sahip olacaklar. |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
|
|
Ayetlerimizi
yalanlayıp inkar edenler ise, |
أُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
الْجَحِيمِ |
|
cehennemlik
kişilerdir. |
اِعْلَمُوا
أَنَّمَا
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا
لَعِبٌ
وَلَهْوٌ
وَزِينَةٌ |
20. |
Şunu bilin ki
dünya hayatı, biraz oyun, biraz eğlence, biraz da süslenmeden
ibarettir. |
وَتَفَاخُرٌ
بَيْنَكُمْ
وَتَكَاثُرٌ
فِي اْلأَمْوَالِ
وَاْلأَوْلاَدِ |
|
biraz birbirinize
karşı hava atma, biraz da mal ve evlat
yarışıdır. |
كَمَثَلِ
غَيْثٍ
أَعْجَبَ
الْكُفَّارَ
نَبَاتُهُ
ثُمَّ
يَهِيجُ |
|
Dünya hayatı
yağmur misali: Önce yeşertip çiftçileri sevindirir, ardından
geliştirip büyütür, |
فَتَرَاهُ
مُصْفَرًّا
ثُمَّ
يَكُونُ
حُطَامًا |
|
bir
bakmışsın sararıp solmuş, çörçöp olmuş. |
وَفِي
اْلآخِرَةِ
عَذَابٌ
شَدِيدٌ |
|
Ahiret hayatında
ise ağır cezalar var, |
وَمَغْفِرَةٌ
مِنَ اللهِ
وَرِضْوَانٌ |
|
Allah'ın
bağışlaması var beğenisi var. |
وَمَا
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا
إِلاَّ مَتَاعُ
الْغُرُورِ |
|
Hasılı
dünya hayatı, gelip geçici bir yaşamdır. |
سَابِقُوا
إِلَى
مَغْفِرَةٍ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَجَنَّةٍ |
21. |
O halde Rabbinizin
affı ve cenneti için yarışın: |
عَرْضُهَا
كَعَرْضِ
السَّمَاءِ
وَاْلأَرْضِ |
|
Bu cennetin eni, gök
ve yer genişliğindedir. |
أُعِدَّتْ
لِلَّذِينَ
آمَنُوا
بِاللهِ وَرُسُلِهِ |
|
Allah ve resulüne
inananlar için hazırlanmıştır |
ذَلِكَ
فَضْلُ
اللهِ
يُؤْتِيهِ
مَنْ يَشَاءُ
|
|
Bu,
Tanrının hak edene vereceği bir erdemidir. |
وَاللهُ
ذُو
الْفَضْلِ
الْعَظِيمِ |
|
Çünkü, engin erdemin
öz kaynağı Allah'tır. |
مَا
أَصَابَ
مِنْ
مُصِيبَةٍ
فِي
اْلأَرْضِ وَلاَ
فِي
أَنْفُسِكُمْ
|
22. |
Başınıza
gelenler, içinizde olup bitenler, |
إِلاَّ
فِي كِتَابٍ
مِنْ قَبْلِ
أَنْ نَبْرَأَهَا |
|
daha biz yaratmadan,
bir kütüğe kaydedilir. |
إِنَّ
ذَلِكَ
عَلَى اللهِ
يَسِيرٌ |
|
Bu, Allah'a göre çok
basit bir işlemdir. |
لِكَيْلاَ
تَأْسَوْا
عَلَى مَا
فَاتَكُمْ وَلاَ
تَفْرَحُوا
بِمَا آتَاَكُمْ
|
23. |
Bu nedenle
kaybettiklerinize fazla üzülmeyin, Allah'ın size verdiklerine de pek
sevinmeyin. |
وَاللهُ
لاَ يُحِبُّ
كُلَّ
مُخْتَالٍ
فَخُورٍ |
|
Allah, boş
hayaller kurup övünenleri sevmez. |
الَّذِينَ
يَبْخَلُونَ
وَيَأْمُرُونَ
النَّاسَ
بِالْبُخْلِ
|
24. |
Cimrileri de
cimriliği önerenleri de sevmez. |
وَمَنْ
يَتَوَلَّ
فَإِنَّ
اللهَ هُوَ
الْغَنِيُّ
الْحَمِيدُ |
|
Bizi takmayan bilsin
ki Allah, şükür zenginidir. |
سورة
الحديد: مدنية
29
آية |
27.c. |
Hadîd: 57 / 25 - 29. Ayetler |
لَقَدْ
أَرْسَلْنَا
رُسُلَنَا
بِالْبَيِّنَاتِ
وَأَنْزَلْنَا
مَعَهُمُ
الْكِتَابَ
وَالْمِيزَانَ
لِيَقُومَ النَّاسُ
بِالْقِسْطِ |
25. |
Biz elçilerimizi
belgelerle gönderdik. Ayrıca, kendilerine verdiğimiz kitaplarda,
adaleti işler halde tutmaları için bir takım ölçüler de
verdik. |
وَأَنْزَلْنَا
الْحَدِيدَ
فِيهِ
بَأْسٌ شَدِيدٌ
وَمَنَافِعُ
لِلنَّاسِ |
|
Demiri yarattık:
çünkü demir, başka faydaları yanı sıra insanlık için
bir güç simgesidir. |
وَلِيَعْلَمَ
اللهُ مَنْ
يَنْصُرُهُ
وَرُسُلَهُ
بِالْغَيْبِ |
|
Allah bu demirsilah
gücü sayesinde kendisine ve resulüne yardım edenleri ortaya
çıkarıyor. |
إِنَّ
اللهَ
قَوِيٌّ
عَزِيزٌ |
|
Çünkü Allah, çok
görkemli bir güce sahiptir
|
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا
نُوحًا
وَإِبْرَاهِيمَ
|
26. |
Biz Nûh ve İbrahim'e de elçilik
görevi verdik. |
وَجَعَلْنَا
فِي
ذُرِّيَّتِهِمَا
النُّبُوَّةَ
وَالْكِتَابَ |
|
onların soyunu
peygamberlik ve kitap vermek suretiyle şereflendirdik. |
فَمِنْهُمْ
مُهْتَدٍ
وَكَثِيرٌ
مِنْهُمْ فَاسِقُونَ |
|
İbrahim soyunda
doğrular da vardı eğriler de, ama eğriler çoğunlukta
idi. |
ثُمَّ
قَفَّيْنَا
عَلَى
آثَارِهِمْ
بِرُسُلِنَا
|
27. |
Ardından
onların izinden gidecek yeni resuller gönderdik. |
وَقَفَّيْنَا
بِعِيسَى
ابْنِ
مَرْيَمَ
وَآتَيْنَاهُ
اْلإِنْجِيلَ |
|
Ardından
Meryemoğlu İsa'yı, İncil ile yollara düşürdük. |
وَجَعَلْنَا
فِي قُلُوبِ
الَّذِينَ
اتَّبَعُوهُ
رَأْفَةً
وَرَحْمَةً |
|
Ona inananların
kalplerine sevgi ve şefkat yükledik. |
وَرَهْبَانِيَّةً
نِابْتَدَعُوهَا
مَا
كَتَبْنَاهَا
عَلَيْهِمْ
إِلاَّ
ابْتِغَاءَ
رِضْوَانِ
اللهِ |
|
Ruhbanlık diye bir şey uydurdular. Ama
biz, kendilerine Allah rızasını talep dışında
böyle bir görev vermemiştik. [2] |
فَمَا
رَعَوْهَا
حَقَّ
رِعَايَتِهَا
|
|
Zaten, ruhbanlık
ilkelerine önce kendileri uymadılar. |
فَآتَيْنَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ
وَكَثِيرٌ
مِنْهُمْ
فَاسِقُونَ |
|
Yine de biz,
ruhbanların çoğu bozuk olduğu halde, Allah'a yürekten
inananlara hak ettikleri değeri verdik
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا
اللهَ |
28. |
Sevgili müminler! Allah'a karşı
kendinizi sağlama alın. |
وَآمِنُوا
بِرَسُولِهِ
يُؤْتِكُمْ
كِفْلَيْنِ
مِنْ
رَحْمَتِهِ |
|
Resulüne güvenin ki,
size sevgisini katlasın. |
وَيَجْعَلْ
لَكُمْ
نُورًا
تَمْشُونَ
بِهِ وَيَغْفِرْ
لَكُمْ |
|
Yolunuzu aydınlatan
ışığınız olsun ve sizi
bağışlasın. |
وَاللهُ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi deryasıdır. |
لِئَلاَّ
يَعْلَمَ
أَهْلُ
الْكِتَابِ
أَلاَّ
يَقْدِرُونَ
عَلَى
شَيْءٍ مِنْ
فَضْلِ اللهِ
وَأَنَّ
الْفَضْلَ
بِيَدِ
اللهِ |
29. |
Artık ehlikitap,
Allah'ın erdem sıfatından pay alamayacaklarını
bilmelidirler. Çünkü erdem hazinesi Allahın tekelindedir. |
يُؤْتِيهِ
مَنْ
يَشَاءُ
وَاللهُ ذُو
الْفَضْلِ
الْعَظِيمِ |
|
Onu hak edene verir.
Çünkü erdemin öz kaynağı Allah'tır. |
[1] Peygamberin Miraç'ta gözünü alamadığı tüm
semayı dolduran bu melek, Refref'tir. AD.
[2] Ruhbanlık:
Aslında dünya nimetlerini reddedip kendini Allah'a adama şeklinde
olması gerekirken, hristiyanlıkta evlenmeyen rahip ve rahibeleriyle,
insanı melek yapmaya çalışan ve insan doğasına ters
düşen bir düşünce haline gelmiştir. İslâmda ruhbanlık
yoktur.