Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ÖYKÜ

Küçük çocuk, bahar gelince, en çok uçurtma uçuran ağabeylerin peşine takılmayı severdi. Onlarla yaylaya gider, uçurtmaların havaya yükselmesine, sallanarak ipinden kurtulmaya çalışmasına bakardı özlemle... Bazen, uçurtma rüzgarın etkisi ile bir sağa bir sola kıvrıldığında, ipini koyvermek, uçurtmaya özgürlüğüne kavuşturmak geçerdi içinden. Uçurtmanın rüzgarla şişen göğsünü kullanarak yükselmesine, uzaklara, erişilmeyecek yüksekliklere çıkmasına şaşkınlıkla bakar, çoğu kez onun gibi özgürce uçmak isterdi. Büyük çoçukların denetimindeki uzun ipi, sıkıca kavrayıp, bir kaç kulaç çektikten sonra, birden bırakmak çok hoşuna giderdi. Bunu yapabilmek için kara gözlerini açıp, uslu uslu oturur, kendisine fırsat verilmesini beklerdi sessizce... Bazen çömeldiği yerden doğrulur, uçurtma uçuran çocuğun yanına değin yaklaşır, farkında olmadan, alçak sesle uçurtmanın ipinden tutmak istediğini söylerdi. Eğer izin verirlerse gözleri ışıldar, taşkınlık yapmadan küçük elini uzatıp uçurtmanın gergin ipinden tutar, kendine doğru biraz çektikten sonra, bırakırdı yavaşça. Uçurtmanın ve ipin ağırlığını elinde hissetmek, gücü yettiğince çekmek, biraz olsun uçurtmanın özgür uçuşunu yönlendirmek ne kadar güzel gelirdi kendisine. Sonra teşekkür eder ve yerine dönüp, çömelerek izlerdi bu uçuşu. İki eli yanaklarında, gökyüzünün derinliklerindeki uçurtmaya bakardı sonsuza değin. Ona göre uçurtma, bir kartal kadar mağrur ve alımlı süzülürdü açık mavi gökyüzünde. Sanki göklerin tek hakimiydi. Yukarıdan bakardı, aşağıdakileri küçümseyerek. Onun bildiği; Altıgen çıtalara gerilmiş, renkli kağıtla kaplanmış, püskül gibi uzun kuyruğu olan uçurtmaydılar. Pek çoğu kendi boyundan bile büyüktü. İlk uçuşta ağabeylere yardım etmek için kuyruğundan tutuğu bile olurdu. Boyu küçük olduğudan uçutmanın başından tutturmazlardı. Zaten hiç istemedi de. Belki beceremez kendisine kızarlar, bir daha "Uçuşu hiç seyrettirmezler" diye korktuğundan böyle bir istekte de bulunmadı. Diğer küçük çoçuklar gibi kısa bir ipe bağlı şeytan uçurtması uçurmaktan hiç hoşlanmazdı. O büyük uçurtmaları seviyordu. Kısacık bir iple uçtuğu bile belli olmayan, koşan çocuğun arkasında dönüp duran kağıt parçasına, hep küçümseyerek bakmıştı. "Olacaksa kocaman uçurtmam olsun, böylesi olmasa da olur" derdi kendi kendine... Belki "Çok küçüksün" der diye babasından bile bir uçurtma istemedi. Ama hep özlemini çekti, kocaman bir uçurtmanın.

Bazen rüya görür. Uçurtması ile mavi göklerde gezerdi. Uçurtmanın nereye gideceğini ipini çekerek belirlerdi. Uçurtma çok yükselince, korkarak gözlerini açardı. Rüya olduğunu anlayıp yatağında oturur, gözlerini küçük ellerinin tersi ile oğuşturduktan sonra tekrar sırtını dönüp uyurdu. Hep rüyasına kaldığı yerden sürdürmek ister, ama bir türlü beceremezdi. Uçurtma mevsimi birkaç ay sürdüğünden, başka oyunlara dalar, unuturdu tutkusunu.

Bir gün, bir büyük çocuk aniden çıkan rüzgarda, uçurtma uçurmak istedi. Bir kağıt parçasını katladı, düzgün bir kare elde etti. Kağıdın kalan kısmını incecik uzun parçalara böldü ve bir şeytan uçurtması yaptı. Beyaz makara ipliğini bağladı uçurtmaya ve yaylaya yöneldi. Onu dikkatle izleyen küçük, biraz da meraktan, koşar adım, diğer çocuklarla beraber yaylanın patika yoluna düştü. Biraz sonra hep birlikte tepeye vardılar. Büyük çocuk, şeytan uçurtmasını, rüzgara karşı şöyle bir salladı, biraz sonra kağıt parçası aynı büyük uçurtmalar gibi salınarak yükselmeye başladı. Küçük, çok şaşırmıştı. Ağabey, hiç koşmadan yükseltmişti şeytan uçurtmasını. Birden aklına geldi. Çok dikkatli izlemişti ağabeyi. Aynısını kendi de yapabilirdi. O da artık diğer çocuklar gibi kendi uçurtmasını uçurabilirdi... Uçurtmayı biraz izledikten sonra eve dönmesi gerektiğini, annesinin merak edeceğini ileri sürerek diğer çocuklardan ayrıldı. Koşar adımlarla, patikadan aşağıya, evlerine doğru yürüdü. Apartmanın merdivenlerini ikişer ikişer çıktı. Zili çaldığında soluk soluğa kapının açılmasını bekledi. Heyecandan kalbi duracaktı nerdeyse. Kapı açılınca annesine hiç bir şey söylemeden, evin içine bir ok gibi girdi. Ayakkabılarının birini bir yöne, diğerini başka bir yöne fırlatırken, çıplak ayaklarla odasına doğru koştu. Çantasından en büyük defteri çıkarıp, masa üzerine koydu. Çantasını kapattı. Hemen masanın başına oturdu. Defterin orta sayfasını özenle çıkarttı. Yırtılmamasına dikkat ediyordu. Sayfayı çapraz olarak ikiye katladı, düzgün bir kare elde etti. Fazlalığı kesti bir solukta. Bu işleri yaparken hiç konuşmuyor, hatta soluk bile almıyordu. Kareyi elde edince, zafer kazanmış bir savaşçı gibi baktı sayfaya. Birkaç saat önce öğrendiği biçimde katladı kağıdı. Artan kağıttan kuyruk yaparken küçük elleri titriyordu. Kuyruğu sıkıca bükerek kağıt parçasına tutturdu. Sonra, çekinerek annesinden bir makara iplik istedi. Annesi kırmadı onu, "Kaybetmeden geri getir" deyince "Kaybetmem" dedi sevinçle ve hızla evden çıktı. Bir elinde kağıttan yaptığı uçurtma, diğerinde sıkıca tutuğu makarayla koşuyordu. Yaylaya vardığında diğer çocuklar gitmiş, çevrede yaşıtı birkaç küçük çocuk kalmıştı. Buna çok sevindi. Başarılı olamazsa büyükler görmemiş olacaktı. İpi özenle bağladı uçurtmasına. Rüzgarın hangi yönden geldiğine baktı. Birkaç metre boşalttı makarayı ve koşmaya başladı küçük adımlarıyla. Arada, dönüp bakıyordu "Uçurtma yükseliyor mu?" diye. Birden uçurtmanın birkaç adam boyu yükseldiğini fark etti, yavaşladı, ipi salmak için marakayı elinden yere yuvarladı. Döndüp baktı; Yükselen uçurtmasına, mutluluk içinde. Artık onun da bir uçurtması vardı. Hem de kendi yaptığı. Çok yükseklere çıkmazsa bile kendince yeterli yüksekliğe çıkmış, ağır ağır dalgalanarak uçan bir uçurtma. "Bundan sonraki denemede daha uzun ip istemeliyim annemden" diye düşündü uçurtmasına bakarken.

O gece mutluluk içinde uyudu. Hiç korkmadı. Rüya da görmedi.

Ergun AYDALGA

Ana Sayfa