BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR -17

Yine Medyum'un yükselirken karşılaştığı Geri Varlık ile târihî bir şahsiyetin yer aldığı bir Celse'yi nakledeceğiz.
Bakalım enteresan ve doyurucu bulacak mısınız?

Varlık : Sivaslı Hacı Nasuh
Tarih : 16.6.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- ... SİVASLI HACI NASUH...
İdâreci- Medyum'dan ne istiyorlar?
M- ... 1931'de ölmüş... Sürüleri varmış... Fazla kazandığı parayla hacca gitmiş...
İ- Hayatta âilesi var mı?
M- ... Küçük oğlunla torunu varmış...
İ- Nerede oturuyorlar?
M- ... Zağra'da... Kurşunlar Mahallesi'nde...
İ- Kendilerine ne gibi bir yardımda bulunabiliriz?
M- ... Bulundukları yere çok nâdir âdemoğlu uğrarmış...
İ- Kendilerine dua edelim.
M- Sakın etmesinler!.. Izdırap çekerim.
İ- ALLAH taksiratını affetsin. İnşaallah bu sıkıntıdan kurtulur.
M- ... Peygamber'in şefaati ile buradan çıkabilirim... Sakın dua etmesinler!
İ- Şimdi oradan ayrılın... Yüseliyorsunuz.

Burada biraz duralım.... Nasuh adını veren Varlık, sürülerinin etinden, sütünden, yününden, derisinden fazla para kazanmış ve o parayla hacca gitmiş. ALLAH bilir, evinin kapısını da yeşile boyatmıştır, hacı olduğu bilinsin, diye!.. Anadolu'da görmemiş hacılar öyle yaparlar... Ama ne olmuş?.. Kâbe ziyâreti onu kurtarmamış!.. Yaptıklarının cezâsını Âhıret Âlemi'nde çekiyor!.. Kendisini ancak Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) şefaatinin kurtarabileceğini söylüyor!.. Dua bile kâr etmiyor!.. Niye?.. Dine haram karıştırdığı için!..

Ne demiş YUNUS EMRE:

YUNUS EMRE der; Hoca,
İstersen bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir!

Yalnız birşey keşfettik. Varlığın "Zağra'da... Kurşunlar Mahallesi'nde... " diye verdiği küçük oğlu ve torunun adresi, Bulgaristan'da... Zağra orada... Eğer verilen doğru ise, Kurşunlar Mahallesi, Eski Zağra'da olmalı!..

Yapacak bir şey yok... Devam edelim:

Varlık : YAHYA GALİP KARGI
Tarih : 16.6.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- ..... Koku duyuyorum...
İdâreci- Ciğerlerinizi bu koku ile iyice doldurunuz.
M- ... Etrâfım kalabalıklaşıyor... Uğultular başlıyor... Seçemiyorum kimseyi... Gene önüme şeffaf bir duvar çekildi... Açılıyor...
İ- Lûtfen vasatınızı anlatınız.
M- ,,, Tepemde uçuşmalar var... Çok rahatım... Bir grup kalabalık geliyor... Vücutları, pamuk yığını gibi bir yığının içinde...
başlarını görüyorum... Aydınlık yüzleri var... Kadın-erkek karışık... Durdular önümde... Bir tânesi ilerliyor...
Eski Ankara Vâlisi YAHYA GALİP KARGI... (1)
İ- Bizimle bu akşam görüşmek lûtfunda bulunacaklar mı?
M- ... Çok akşamlardan beri görüşmek arzusunda imiş.
İ- Teşekkür ederiz... Kendisi için dua ettik. ALLAH kabul etsin.
M- ... "Berhüdar olsunlar," diyor.
İ- Bize söyliyecekleri, arzuları, Tebliği var mı, efendim? Sonra ricâlarımız olacak.
Varlık- BİZLER ARZU HASSASININ ÜSTÜNDEYİZ. Biz ancak Tebliğ verebillriz.
Gönül hoşnutluğuna geldim.
İ- Hayatta akrabaları ve yakınları var mı?
M- ... Kızı ve dâmâdı Ankara'da imiş... Diğerleri İzmir ve Bursa'da imiş.
İ- Bize adreslerini bildirirseniz, kendilerine iletiriz.
V- Hiçbir arzum yok. Peşînen söyledim. BİZLER ARZU HASSASININ ÜSTÜNDEYİZ.
İ- Kızınıza bir Tebliğiniz var mı?
M- ... Kızının enfaktüsü varmış... Böyle bir haber alırsa fenâlaşırmış...
İ- Kendileri bu hastalıktan kurtulabilecek mi?
V- Vakt-i zaman hulûl edinceye kadar yaşayacaklar.
İ- Nerede oturuyorlar? Kendilerine bildirelim.
V- Hiçbir haberin gitmesini arzu etmiyorum.
İ- Öyleyse ricâlarımızı soralım.
V- Evlâtlarım, vakit diyk, mânâ dakik... "Ricâlarımızı lûtfediniz" diye vakit israf etmesinler.
İ- RUH nedir?.. Geniş bir târifini rica ediyoruz.
V- Felsefe'ye pek aklım ermez ama... Becerebildiğim kadarı ile izah edeyim:
BİR MOTORUN MAZOTU NE İSE, FENÂ'DA İNSAN İÇİN RUH ODUR.
İ- Ruh'un madde ile münâsebetini sağlayan nedir?
V- Deminki misâlimde motorun Ruh'tu mazotu... BU MÜNÂSEBETİ SAĞLAYAN, MAZOTU MOTORA KOYANDIR.

Yine burada duralım... Medyum, tanınmış, târihî bir şahsiyetle, ATATÜRK'ün Ankara Vâlisi YAHYA GALİP KARGI ile karşılaşıyor. Ama Celse İdârecisi, ve belki de Celse'de bulunanlardan hiçbiri onun hakkında bilgi sâhibi değil. Bu birinci eksik... Yanlış anlaşılmasın, çok takdir ettiğimiz rahmetli Celse İdârecisi'ni ayıplıyor falan değiliz. Maksadımız bu eksik, noksan, kusur ve hatâların Spiritualistler'e ders olması!..

- İkincisi, Varlık arzusu olmadığını söylüyor, ama İdâreci ısrarla kızına haber iletmekten bahsediyor. Hatâ!.. Ama bunun bir sebebi var. Bu Celse İdârecisi de, biz de, Bedri Ruhselman da bir büyük hatâmız yüzünden böyle küçük hatâlar çok yaptık. Çünkü bizler insanlığa Ruhlar'ın varlığı ile ölümün olmadığı, hayâtın başka bir âlemde devam ettiğini ilmen ispat etme gayreti içinde idik. Böyle yaparak insanlara ümit vermeyi, korkularını ortadan kaldırmayı umuyorduk.

Ancak unuttuğumuz bir şey vardı... Daha önce de belirttiğimiz gibi, BİLİM gördüğüne inanır, DİN görmediğine!.. ALLAH, Peygamberler, Melekler, Kitapların inişi, Mucizeler gibi Ruh'un varlığı da, Âhıret Âlemi de görülmez. Görmeden inanmak gerekir. Bu kavramlar öyledir ki, Firavun Mûsa'nın mucizelerini gördüğü hâlde inanmamıştı. İsâ'ya da inanmadılar, Muhammed'e de!.. Bizi niye inansınlar ki?.. Ama Spiritualistler'in bu "insanları inandırma" hevesi hiç kaybolmadı. "Babandan, anandan haber aldım" diye evlâdına koşmak bir amaç oldu. Alsam bile inandıramadıklarımız çok oldu. Kendi verdiği Tebliğlere inanmayan Reşat Bayer, Spiritualizm'in tek ispatlanabilecek yönü Reinkarnasyon olduğu için kendini o dal ile sınırladı. Ama ne oldu?.. Onun ve Stevenson'un çalışmaları, tesbitleri insanları inandırabildi mi?

Velhâsıl-ı kelâm, bu "inandırma" gayretinden vazgeçelim. Biz kendi işimize bakalım... Ama nakledeceğimiz Celseler'de bununla ilgili pek çok bölüm olacak. Onları ibretle okuyalım.

Celse İdârecisi'nin üçüncüsü hatâsı sorularla geliyor. Varlık siyâsî bir kişilik olmasına rağmen, ona önceden hazırlanmış RUH, PERİSPERİ, FEZÂDA HAYAT, YILDIZLAR hakkında sualler soruluyor. Hiç uygun ve doğru değil!..Verilen cevaplar da yeterli değil!... Varlık kendini zorlamış... O yüzden Celse'nin o kısımlarını kestik. Akıl karıştırıcı bir görüşme olmuş... Varlık, İdâreci'yi bu konuda uyarıyor. Uyarıyla devam edip, kalan açıklamaları Celse sonunda yapacağız.

Bu arada, ekleyelim, TEBLİĞ deyip duruyoruz. TEBLİĞ , kelime olarak "bildiri, bildirme, haber verme, haberdâr etme" demektir. Ancak Spiritualizm'de "Varlıklar'dan alınan Üstün Bilgiler" olarak geçer. Biz de çoğu zaman o mânâda kullandık. Bâzen de "haber verme" anlamında ele aldık.

İ- Üstâdım, başka gezegenlerde hayat var mı?
V- Senin aklın kaç gramdır, söyliyebilir misin?
İ- Bunun sualimle münâsebetini anlayamadım.
V- Sualin maksatlıydı... Evvelâ üzülmiyeceğini bana temin et ki, sana bir sözüm var.
İ- Üzülmiyeceğim. Sizin sözünüze niçin üzüleyim, efendim? Lûtfedin.
V- Bütün hüsnüniyetine rağmen, sen daha hamlaşmamışsın bile!
İ- Teşekkür ederim... Diğer üstâtlardan iltifat, sizden de bu!.. Çok iyi!...

Dayanamadım, burada da duracağım... İdâreci, hem "üzülmiyeceğim" diyor, hem de fenâ hâlde alınıyor. Üstelik Varlık'la "teşekkür ederim" dalga geçmeye kalkıyor. Hiç uygun değil!

V- Demek istedim ki, AKIL denen nesne kiloya, okkaya giren bir nesne değildir. "Kafanın neresinde?" diye sorsan, kimse ona cevap veremez.
Buna cevap, henüz ne İnsanoğlu'nun, ne de Tekâmül etmiş Bekaa Âlemi'nin Sâkinleri'nin kudreti dâhilinde değildir.
İ- Dünyâ'daki insanlar Ay'a, Merih'e gitmek için uğraşıyorlar ve birazda bu işte muvaffak oldular. Fezâya adam gönderdiler. (2)
Bunun akılla olan durumunu gene anlayamadım.
V- Merih'e, Kamer'e gitmek ayrı şey, seyyârelerde hayat var mı, yok mu bilmek ayrı şey.
İ- Ama siz Tekâmül etmiş bir Ruhsunuz. Tebliğ verebiliyorsunuz. Şâyet bunu söylemek arzusunda değilseniz, o ayrı.
V- Kim söyledi, "Ben Tekâmül etmiş Ruhum" diye?.. "Arzunun üstündeyiz," dedim.
Evlâdım, sen Türkî'den anlamıyorsun! Bir söylenecek sözüm olsaydı, onu TEBLİĞ hâlinde verirdim.
İ- Öyleyse ne şekilde sual soralım? Politika vesâire soralım mı?
V- Sizin gönüllerinizi hoşnut etmek için Temâs'a geçtim.
İ- Temsilciler Meclisi'ni, Anayasa'yı ve Seçim Kanunu'nu nasıl buldunuz? Bunlar memleketimiz için hayırlı mıdır?
V- EKİLEN TOHUMUN İYİ CİNS OLUP OLMADIĞI, HASTALIK BULUNUP BULUNMADIĞI, HASAT MEVSİMİNDE ANLAŞILIR.
İ- Hangi târihte öldünüz?
V- ATATÜRK'ten iki sene sonra...(6) Ben YAHYA GALİP... ATATÜRK, Mustafa Kemâl olarak Ankara'ya şeref verdiklerinde ben Vâli Vekili idim.
İ- Atatürk devrinde yaşadığınıza göre, Atatürk'le olan enteresan vak'aları bize anlatır mısınız?
V- Cennetmekânı'na, Fenâ'dan Bekaa'ya avdet ettikten iki ay sonra... BU HUSUSTA BÜTÜN HÂTIRALARIMI CUMHURİYET GAZETESİ'NDE
TEFRİKA ETTİRMİŞTİM. (3)
İ- TOPAL OSMAN VAK'ASI'nı bize izah eder misiniz? (4)
V- Topal Osman!... Ben onu ateşe benzetirim... Usûlü ile kullanılırsa, bu ateş çok hayırlı işler görür. Kontrolü kaçırdınız mı, yangına sebep olur.
Bununla berâber LEVH-İ MAHFUZ'da rahmetlinin alnına böyle yazılmıştı. Hemen ilâve edeyim ki, ÇOK FÂİK BİR MERTEBEDE BULUNMAKTADIR.
İ- Topal Osman vak'asında bir mebusun ölüsü bir koltuğa bağlı olarak bulunmuş. Bunu Topal Osman mı yapmıştır?
V- TRABZON MEBUSU ŞÜKRÜ... (5)
İ- Topal Osman mı vurmuş?
V- Topal Osman da vâsıtaydı, sevkeden de vâsıtaydı.
i- Atatürk mü sevketti?
V- ... Mezun değilim.
İ- Peki, efendim... Şimdi Güler Hanım zihnen soruyor.
V- .... Bir bataklık kurutulduktan sonra belki çok mümbit bir arâzi olur ama, ekim yapmak için evvelâ onu kurutmak lâzımdır.
İ- Ayhan Bey zihnen soruyor.
V- Tabiatta ana renk olarak YEDİ RENK vardır. Kaabiliyet odur ki, o renkleri uygun karıştırıp istenilen rengi elde etmektir.
İ- Nedim Bey zihnen soruyorlar.
V- Teke irca etsin.
İ- Evet.
V- En çarpık ağaçlardan düzgün mobilyalar çıkarmak kaabildir. Sarih bir mucizedir.
İ- Şimdi ikinci kısmı soruyorlar.
V- Birinci kısımda, ikincisinin de cevâbı vardır.
İ- Güler Hanım soruyorlar.
V- Çivi çakarken eline beceriksizlikten dolayı çekiç vurmuşsa, kabahat çekiçte değildir.
İ- Beşir Bey soruyorlar.
V- Bir demet değneği demetiyle kırmaya çalışırsak, muvaffak olamayız. Teker teker kırarsak, onu kırmış oluruz.
İ- Sâmi Bey soruyorlar.
V- Horozun çöplükte bulduğu inciyi ambarcıya vermesi gibi, câhilin bulduğu kitabı ekmeksize götürmesi hallerinden tevakki etsin!
İ- Benim teşebbüsüm faydasız mı, diyorlar. Açıklarlar mı?
V- Evlâdım, biz sarf ve nahiv hocası değiliz.
İ- Hüsamettin Bey soruyorlar.
V- Kendileri şu meşhur atasözünü hiç duymamışlar mı?.. KANI KANLA DEĞİL; KANI SUYLA YIKARLAR!
İ- Efendim, sizi bu akşam çok yorduk. Anlaşamadığımız kısımlar için bizi affediniz.
V- Evlâdım, yine boyundan büyük kelimeler söylüyorsunuz. Lûtfen kabul edin ki, af bizim haddimiz değildir. Kaldı ki, sen bir kusur işlemedin.
İ- Bizimle daha görüşmek istiyor musunuz?
M- ... Alnımdan öpüyor.
İ- Benim için birşey söylemek ister misiniz?
V- İyi yüreklerin tazarru ve niyâzı üzerinize olsun!

YILDIZLARIN ZÂHİREN SENİN TEPENDE OLDUĞUNU, HAKİKATTE BÂZEN AYAĞININ ALTINDA BULUNDUĞUNU, VİCDAN KANUNLARININ
VE TANRI'NIN TECELLİGÂHININ İÇİNDE OLDUĞUNU UNUTMA!..

İ- Medyumumuz için bir şey söylemek ister misiniz?
V- Kendisinin yanıma gelmesi boşuna mıdır?.. Kendisine söyleyin: Doğmadan üç ay evvel annesinin gördüğü rüyâ, tahakkuk etmek üzeredir.
İ- Bu rüya Medyumumuz için midir?
V- Evet.
İ- Efendim, Medyumumuz yorulduğu için müsaade ederseniz, ayrılalım.
M- ... Arkamı sıvazlıyarak ayrıldı...

Uzun ve yüklü bir celse, değil mi?.. Son kısımda zihnen sorulan suallere verilen cevapları da naklettik, çünkü herkesin o ifâdelerden kendine bir pay çıkaracağını düşündük.

İncelemeye Yahya Galip Kargı'nın kim olduğu ile başlıyalım.

Yahya Galip Kargı T.B.M.M’de konuşma yaparken - 1934

(1) YAHYA GALİP KARGI 1876’da Düğmeciler, Ümmi Sinan Külliyesi’nin haremlik bölümünde doğdu. Babası Ali Rıza Bey, annesi Emine Hanım’dır. Yahya Galip Darülfeyz İptidâî Mektebi ve Ayvansaray Rüştiyesi’nde bitirdikten sonra, Divân-ı Muhasebat Evrak Odası Kâtipliği, Tokat ve Amasya Muhasebe Kalemi Kâtipliği, Divân-ı Muhasebat 2. Sınıf Kâtipliği, Muş ve Aydın Muhasebeciliği, Bitlis, Hicaz, Halep, Kastamonu ve Ankara Defterdarlığı yapmıştır.

İstanbul Hükûmeti'nin emirleri doğrultusunda olmak üzere Mustafa Kemâl Paşa'yı tutuklatarak, Millî Mücadele'yi daha başlangıcında engellemeye çalışan Ankara Vâlisi Muhittin Paşa'nın tvkif edilmesinden sonra (1919); Defterdar iken Ankara Vâli Vekill tâyin edildi. Yahya Galip Bey’in ilk işi Muhittin Paşa’nın hapsettiği yüzlerce miliyetçi Ankaralı'yı serbest bırakmak oldu. Bu hareket halkın moralini yükseltti. Daha sonra İstanbul'un vâli tâyin ettiği Ziya Paşa’yı Ankaralılar'ın tanımamak kararında olduklarını Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa Kemâl Paşa’ya bildirilince, Yahya Galip yerinde kaldı. Mustafa Kemâl Paşa ve Temsil Heyeti'nin 27 Aralık 1919'da Ankara'da karşılanması sırasında da Ankara Vâli Vekili olarak etkin görev aldı. Tüm Ankaralılar tarafından sevilen ve güvenilen ve "Hakan" lâkabı ile anılan bir vâli oldu.

. Çerkez Ethem, kurmuş olduğu çete teşkilâtı ile yaptığı başarılı işlerden sonra kumandanları hiçe sayarak, kendini Umum Kuvay-i Milliye Kumandanı olarak görüyordu. Ethem ve kardeşi doğrudan vâlilere ve herkese buyruk savurup, asmakla tehdit ediyorlardı. Ethem, Yozgat ayaklanmasını, bağlı bulduğu Ankara Vâlisi'ne mâledip, bundan dolayı öbür isyancılara uyguladığı cezâyı Yapya Galip Bey'e de uygulamaya karar verdi ve Ankara Vâlisi'ni Yozgat’a ayağına çağırdı.

Mustafa Kemâl, NUTUK'ta

- “Ankara Vâlisi, Millî Mücâdele'de olağanüstü hizmet ve fedâkârlık göstermiş Yahya Galip Bey’dir.
Özellikle bizce hizmeti beğenilmiş, varlığı pek gerekli ve yararlı bir kişidir. Ethem böyle değerli bir kişiyi
darağacına götürmek için bizi zorladı. Elbette vermedik, veremezdik,”

demiştir.

Yahya Galip Kargı, 23 Nisan 1920’de TBMM açılmasıyla asil olarak Ankara Vâliliği'ne atandı. 22 Ağustos 1920’de Kırşehir’den I. Dönem milletvekili oldu. Daha sonra II. ve III. Dönem Kırşehir; IV., V. ve VI. Dönem Ankara Milletvekilliği ile II. Dönem Tetkik-i Hesâba Encümeni Reisliği yapmıştır.

Mekke Kazaskeri Ârif Bey'in kızı Refiye Hanım’la evlendi. Bu evlilikten iki çocuğu (Müşerref 1900), (Fahrettin 1907) ve hâlen beşi hayatta olan on torunu dünyaya gelmiştir.

Yahya Galip Kargı 23 Nisan’ın millî bayram olması olması için verdiği önergeye çıkan muhalif seslere şöyle cevap verdi:

- "Eğer millet sizin düşüncelerinizde olsaydı, bu Meclis toplanmazdı.
Bu öyle mutlu bir gündür ki, millet kurtuluş beratını o gün almıştır.
İnşallah sonsuza kadar böyle devam edecektir.
Bugünü semâdaki melekler bile kutluyor!"

Ve milletvekili Şefik İnce Bey'in katkılarıyla 23 Nisan, "Çocuk Bayramı" olarak ilân edildi.

Yahya Galip Bey Eyüb’e sık sık gelir, Eyüplüler'in hatırlarını sorar, istek ve arzularını dinler, sorunlarını çözmeye çalışırdı. Eyüp Spor’ un kurulmasına katkıda bulunan Yahya Galip Bey, Eyüp sahasının alınması, Ankara’dan kaynak sağlanması ve saha içi bostan sâhiplerinin iknâ edilmesinde de büyük yardımları olmuştur. Ayrıca kendisi toprak bağışlamıştır. Kırık çeşmelerin açılmasında ve birçok konuda mütevâzı kişiliğiyle, Eyüp’ün ve Eyüplüler'in her zaman yanındaydı.

Cumhuriyet târihine adına altın harflerle yazdıran bu büyük devlet adamı, 13 Mayıs 1942’de vefat ettiğinde, devlet töreniyle Eyüp Bahâriye yolundaki (eski şehitlik) kabrine defnedilmiştir.

(3) "BU HUSUSTA BÜTÜN HÂTIRALARIMI CUMHURİYET GAZETESİ'NDE TEFRİKA ETTİRMİŞTİM," demiş... .Yahya Galip Kargı'nın hâtıraları Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı mı?.. 1938'de Cumhuriyet gazetesine bir röportaj vermiş... Artık tefrika hâlinde mi yayınlandı, bilemiyoruz.

(2) Celse'nin yapıldığı târihte daha yeni Uzay'a insan gönderilmişti. Yuri Gagarin 12 Nisan 1961'de, celseden iki ay önce, uzaya çıkarak Dünya yörüngesinde tur atmış ve bu başarısıyla insanlı Uzay Çağı'nı açılmıştı. Aslında Dünyâlılar'ın Uzay mâcerâsı, Sovyetler'in 4 Ekim 1957'de Sputnik 1 adlı ilk yapay uyduyu fırlatması ile başlamıştı.

Sonra Amerikalılar ve Sovyetler arasında bir nevi Uzay yarışı gelişti. Amerikalılar Ay'a gittiklerini iddia ettiler. Ama bunun bir "stüdyo oyunu" olduğunu öne sürenler de az değil! Bizim de kafamıza, "1969'da Ay'a gidebilen Amerikalılar, acaba neden 2016 yılına kadar, 50 yıl sonra bile bir daha gidemediler?.. Şimdiye kadar Ay'a dolmuş seferlerinin bile başlaması gerekmez miydi???" sorusu takılıyor!

(6) Üstat Yahya Galip, "ATATÜRK'ten iki sene sonra vefat ettiğini" söylemiş ama, aslında 4 sene sonra ölmüş. Bu hatâ Medyum'dan mı kaynaklanıyor, bilemeyiz.
Bizi imtihan etmek için de kasıtlı yanlış verilmiş olabilir.

(4) HACI TOPAL OSMAN AĞA 1883 senesinde Giresun’un Hacıhüseyin Mahallesi'nde doğmuştu. Babası Hacı Mehmet Efendi Giresun vilâyetinin tanınmış kişilerinden biriydi. Oğluna 3. Halife’nin ismi olan; Osman, ismini koymuştu. Küçük Osman, 10-12 yaşlarında mahallede oyun oynarken, 20-30 kişilik arkadaşlarını o yönetir ve hep savaş oyununu seçerdi. Her zaman kumandanları o olurdu. Bulûğ çağını 1-2 yaş geçmişti ki, Giresun’da ağırbaşlığı, efendiliğiyle tanındı. Bu yüzden 15 yaşlarında ona “Ağa” denmeye başlandı. 17 yaşına geldiğinde Rum çocukların korkulu rüyası olmaya başladı. Rum çocuklarını sokak ortasında tokatlıyor ve
“En büyük Osmanlı!” dedirtiyordu.

Delikanlılık yaşlarında Balkan Harbi'ne katıldı. Oysa ki buna hiç gerek yoktu. Çünkü âilesi gerekli olan bedeli ödemişti. Fakat ondaki vatanseverlik damarı hiç bir zaman kesilmeyecekti. İşte bu harpte o hâdise meydana geldi. Çorlu'da sağ bacağına bir şarapnel parçası girdi ve Osman Ağa yaralandı. Şişli Hastanesi'ne götürülerek orada 8 ay boyunca kaldı, ancak bacağı eski hâline döndürülemedi. Bu yüzden Osman Ağa’ya "Topal" lâkabı eklenmiş oldu.

Burada bir hususu dile getirmek istiyoruz, daha doğrusu tuşlara dökmek arzusundayız... Körlere önce "görme özürlü" dendi, sonra "görme engelli" kullanılmaya başladı. Sağırlara, topallara, delilere hep "engelli" dendi. Kibarlık olsun diye!.. Ne değişti?.. Onların kör, sağır, topal, çolak, kel olduğu anlaşılmıyor mu?.. Ya da o kişiler daha mı az alınıyor?..

Halbuki eskiden bunlar sâdece bir eksiği belirtmekle kalmıyor, bir lâkap olarak ta kullanıyordu. Çoğu zaman şerefle!.. Sorun bakalım, TOPAL OSMAN AĞA kendisine "topal" denmesinden alınıyor mu?.. Çolak Mümin Pehlivan kendisine "Çolak" diye hitap edilmesinden rahatsızlık duyor mu?.. Yoksa, o çolak koluna rağmen sırtının yere gelmemesiyle daha mı çok övünüyor?.. Atatürk'ün meb'uslarından Ali Çetinkaya'nın lâkabı da "Kel Ali" idi... Fevrî tavırlarıyla meşhur Deli Halit Paşa'yı ne yapalım?.. Kars'ı o aldığı için soyadı Karsıalan'dır... HADIM ALİ PAŞA dahi taşakları olmamasına rağmen paşa olmuş, ordu komutanı olmuş, Sadrâzam olmuştur...
O yüzden dilimizdeki bâzı kelimeleri yasaklamıyalım. Yasaklayıp ta kibar olduğumuzu, insancıl olduğumuzu sanmayalım.

Neyse... Devam edelim: Topal Osman Ağa için 1913 yılı ıstırab yılıydı. Bacağındaki yara acılara sebep oluyordu. Bu sırada Bulgarlar; Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’den kopardıkları topraklarla bağımsız bir devlet kurma çabasındaydılar.

1914'de Cihan Savaşı başlayınca, TOPAL OSMAN yaralı bacağıyla yatakla başbaşa kalamadı. Ayağa zor da olsa kalktı. Hacıhüseyin Mahallesi'ndeki kahvehânede arkadaşlarıyla bir toplantı düzenledi. Toplantı sonucunda Batum’a gitme kararı aldılar. bu sefer 100 kadar gönüllü toplayıp Trabzon Cezâevi'ni bastı, 150 mahkûmu serbest bırakıp birliğine kattı. Kasım 1915'te gönüllü olarak Doğu Cephesi'nde Ruslar'a karşı savaştı. Batum önlerinde savaşa katıldı. 94. Alay mensubu olarak hizmet verdi. Bu gönüllüler, Ruslar karşısında olağanüstü başarılar elde ettiler, ve okuması yazması olmayan TOPAL OSMAN AĞA'ya "yarbay" rütbesi verildi!.. Sonra Teşkilât-ı Mahsusa Alayı'da görev aldılar.

Topal Osman’ın gönüllüleri, Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olarak Artvin yöresindeki Ermeni tehcirinde görev yaptılar. Nisan 1916’da Borçka’da Ruslar'a karşı savaşan Türk ordusuna katılan Topal Osman, orduda olduğunu unutup kabadayılığa devam edince, komutanı kendisini affetmedi ve 50 değnekle cezalandırdı!.. Osman sonra ayrıldı. Aslında dönüş sebebi, savaş sırasında tifoya yakalanıp hastalanmasıydı.

Nisan 1916'da Ruslar Trabzon'u işgâl etti, Akçaabat'ı bombaladılar! TOPAL OSMAN, sayısı 800'ü bulmuş olan gönüllüleri ile Ruslar'a karşı gerilla savaşına başladı ve bir hayli kayıp verdirdi.

1917 Ekim'inde Rus İhtilâli gerçekleşince, Rus birlikleri geri çekildiler. Ekim 1918'de Almanlar yenilip TÜRKİYE de silâh bırakınca, OSMAN AĞA'nın savaşı bitmiş oldu. Ancak rahat edemedi. Bu arada Giresun Belediye Başkanı HACI BEY, yaşlılık ve sağlık sebebiyle görevden çekildi. TOPAL OSMAN kimseye danışmadan kendini "başkan" ilân etti!

Bu olay üzerine Rumlar ve Ermeniler İstanbul Hükûmeti'ne ve Patrikhâne'ye şikâyet ettiler. Zâten İtilâf Devletleri'nin baskısı sonucu pek çok kişi "Ermeni Tehçiri"nden yargılanıyordu. TOPAL OSMAN da suçlu bulunanlar arasında idi. Divân-ı Harb kendisinin derhal yakalanarak İstanbul'a getirilmesine karar verdi! Durumu öğrenen TOPAL OSMAN, Belediye Reisliği'ni bırakıp adamlarını alarak dağa çıktı. Böylece rahatlayan Rumlar çalışmalarını hızlandırdılar. Silâhlandılar, saldırılara giriştiler. TOPAL OSMAN da misilleme olarak Keşap ve Karahisar çevresindeki Rum köylerine baskınlar yaptı. Asker kaçakları ile mücâdele etti.

Giresun eşrâfı gelişmeler üzerine 12 Şubat 1919'da Kuva-yı Milliye teşkilâtını kurmuşlardı. Ancak bölgedeki tek etkili güç, TOPAL OSMAN ve adamlarıydı. TOPAL OSMAN, Rum tedhiş ve vahşetini durdurabilmek için çok sert metotlar uyguladı. Rum çetelerin Türk köylerine yaptıkları kötülüklerin üç beş mislini onlara yaptı.
Bir seferinde eline geçirdiği Türk köylerini ateşe vermiş, ve Türkler'i yakmış olan Rum çetecileri, sorguladığı geminin kazana atarak diri diri yaktı!.. Böylece Rum çetecilerin gözleri yıldı, hız kestiler... Hasan İzzettin Dinamo, "Kutsal İsyan" eserinin 2. cildinde "Mangal Yürekli Adamın Hikâyesi" başlığı altında TOPAL OSMAN'ın inanılmaz serüvenlerini anlatır...

Bu gerçeği gören MUSTAFA KEMÂL, Samsun'a çıktıktan hemen sonra, TOPAL OSMAN'la irtibata geçti, kendisini çağırttı. TOPAL OSMAN yanına TEMOĞLU İSMAİL AĞA, DALGAROĞLU BİLÂL ve ÇAVRAKLI KARA AHMET'i alarak geldi ve 29 Mayıs 1919'da, Havza'da, gizlice görüştüler.

Mustafa Kemâl Havza’ya 18 kişilik bir ekiple 25 Mayıs 1919 sabahı ayak bastı. Bu 18 kişi şunlardır;

1- Kurmay Albay Re’fet Bey (General Refet BELE)
2- Kurmay Albay Manastırlı Kâzım Bey (General Kâzım DİRİK) (Müfettişlik Kur.Bşk.)
3- Dr. Albay İbrahim Tâli Bey (ÖNGÖREN) (Müfettişlik Sağlık Bşk.)
4- Kurmay Yarbay Mehmet Ârif Bey (AYICI ÂRİF) (Kurmay Bşk.Yard... Rahmetli, Mustafa Kemâl'e ikiz kardeşi kadar benzerdi.)
5- Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey (Hüsrev GEREDE) (Karargah Erkân-ı Harbiyesi İstihbârat ve Siyâsat Şube Müdürü)
6- Topçu Binbaşı Kemâl Bey (Kemâl DOĞAN) (Müfettişlik Topçu K.)
7- Doktor Binbaşı Refik Bey (Refik SAYDAM) (Sağlık Bşk.Yard.)
8- Yüzbaşı Cevat Abbas (Abbas GÜRER) (Müfettişlik Baş Yâveri)
9- Yüzbaşı Mümtaz (Mümtaz TÜNAY) (Kurmay Mülhâkı)
10- Yüzbaşı İsmâil Hakkı (İsmâil Hakkı EDE) (Kurmay Mülhâkı)
11- Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV) (Müfettişlik Emir Subayı)
12- Yüzbaşı Mustafa Vasfi (Mustafa Vasfi SÜSOY) (Karargâh K.)
13- Üsteğmen Hayâtî (Kurmay Bşk. Emir Subayı ve Müfettişlik Kalem Âmiri)
14-Üsteğmen Ârif Hikmet (Ârif Hikmet GERÇEKÇİ) (Kurmay Mülhâkı sonra 3. Kor. K.Yâveri)
15- Üsteğmen Abdullah (Abdullah KUNT) (İâşe Subayı)
16- Teğmen Muzaffer (Muzaffer KILIÇ) (Müfettişlik 2. Yâveri)
17- 1.Sınıf Kâtip Fâik (Fâik AYBARS) (Şifre Kâtibi)
18- 4. Sınıf Kâtip Memduh (Memduh ATASEV) (Şifre Kâtibi Yardımcısı)

Mustafa Kemâl Paşa, Havza’ya gelmeden önce geleceğine dâir, Havza Kaymakamı Fahri Bey’e telgraf çekmiş. Fahri Bey bugünkü Atatürk Evi olan Mesudiye Oteli sâhibi Muzaffer Bey’e oteli boşaltmasını istemişti. Muzaffer Bey’in oteli, 50 kişi olan silâhlı Pontusçular'la doluydu. Muzaffer Bey zor da olsa Pontusçular'ı otelinden çıkardı. Mustafa Kemâl Paşa, Havza’ya gelince Osman Ağa’ya haber yolladı. 29 Mayıs 1919‘da gizlice Havza’nın İmâret Mahallesi'ndeki virâne bir evde görüştüler. Osman Ağa sivildi ve yanında yukarda saydığımız arkadaşlarıyla gelmişti. MUSTAFA KEMAL söze şöyle başladı:

- "Çok buhranlı günler yaşıyoruz. Ama ümitsiz değiliz. Senin hakkında gerekli bilgileri edindikten sonra,
seni buraya çağıttım. Bundan sonra el ele çalışacağız. Pontusçular'ın Karadeniz kıyılarında neler yaptıklarını
bir de erbâbının ağzından öğrenelim, dedik."

TOPAL OSMAN, Giresun ve çevresinde Rum ve Ermeniler'in faaliyetini teferruatıyla anlattı. Dikkatle dinleyen MUSTAFA KEMÂL:

- "Görüyorum ki, vatansever duygular taşımaya, gençliğinde başlamışsın. Memleket kurtuluncaya kadar,
içinde bir tek İÇ ve DIŞ DÜŞMAN kalmayıncaya kadar, çarpışmak zorundayız!"

- "Sen, Karadeniz köy ve şehirlerini koruyacaksın. Çeteni derme-çatma bir kuvvet olmaktan çıkaracaksın.
Bir alay teşkil edeceksin. Bu alayın kumandanı olacaksın. Sana genç ve atak subaylar vereceğiz.
Pontusçular hangi usûlleri kullanıyorsa, siz de o usûlleri çekinmeden kullanın!
VATAN'ı kurtarmakta bu son şansımız!.. Bu mücâdeleyi kaybedecek olursak, târihten siliniriz!"

- "PONTUS belâsının temizlenmesini tamâmiyle senin tecrübeli ellerine bırakıyorum,
OSMAN BEY! Seninle durmadan harbedeceğiz... Belediye Reisliği'ni bırakıp uzaklaşmamalıydın.
Şimdi yine bu mevkii elde edebilir misin?"

dedi. TOPAL OSMAN güldü, ve şöyle cevap verdi:

- "Ne demek, Paşam!.. Çocuk oyuncağı bu!.. Siz arkamızda bulunduktan sonra, evel ALLAH,
Giresun Belediyesi'ne gidip oturmamız gün meselesidir."

MUSTAFA KEMÂL de bu cevap üzerine:

- "Madem ki TÜRK halkı tamâmiyle seni destekliyor, hiç durma, teşkilâtını yap! Git, reislik makamına otur.
Şehir bilfiil senin ve adamlarının işgâlinde bulunsun. Sen kaçıp dağa çekileceğine, Pontusçular
ve Rumlar kaçsın!.. Onlar bir kere kanunsuz yola adım atar göründüler mi, zamanla hepsini temizleriz."

dedi. TOPAL OSMAN garanti verdi:

- "Siz hiç merak etmeyin, Paşam!.. Bu Pontus Rumları'na öyle bir tütsü vereceğim ki,
hepsi mağaralarında eşekarıları gibi boğulup gidecek!"

TOPAL OSMAN, Bu görüşme esnasında MUSTAFA KEMÂL PAŞA'dan son derece etkilenmiş ve kendisine içten bağlanmıştır. Gerçekten de o dakikadan itibâren canıyla, malıyla, adamlarıyla onun yanında oldu. Onun için canını bile vermeye râzıydı... Bu yürekten bağlılığı ölünceye kadar devam etti.

TOPAL OSMAN ve arkadaşları, 5 Haziran 1919'da Pontusçu Rumlar'ın Giresun'daki Rum mektebine astıkları Pontus bayrağını indirdiler. 8 Temmuz 1919'da TOPAL OSMAN hakkındaki tutuklama kararı Pâdişah VAHDETTİN tarafından kaldırıldı. Yine Temmuz ayında Giresun'a geri döndü, yeniden Belediye Başkanı ve Muhafaza- i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Başkanı oldu.

Bu arada Temmuz 1919'da Osman Ağa'ya meçhul bir sebeple Kaymakam BÂKİ NEDİM BEY başarısız bir suikast düzenledi. BÂKİ BEY, kiralık kaatil olarak Rizeli EKŞİOĞLU MEHMET adında birini tuttu. Fakat EKŞİOĞLU bu işe cesâret edemeyip durumu TOPAL OSMAN'a bildirdi. TOPAL OSMAN, Kaymakam'ın evini basarak kendisini dağa kaldırdı!. Olayın duyulması üzerine Trabzon Vâlisi GALİP BEY araya girdi. "Kaymakam serbest bırakılırsa, kendisi tarafından cezâlandırılacağına" dâir söz verdi. Bunun üzerine TOPAL OSMAN Kaymakam'ı Trabzon'a gönderdi!

TOPAL OSMAN "basılan her Türk evine karşı 3 Rum evini basmak, yakaladığı eşkiyâyı mezarını kendine kazdırıp diri diri gömmek, köylerde adam yakanı vapur kazanlarında canlı yakmak" gibi uygulamalarla, bölgeyi Rumlar'ın zulüm ve baskısından tamâmen halâs etti. Yâni, "dinsizin hakkından imansız gelir" anlayışını ve KISASA KISAS prensibini uyguladı!.. Görevinde ne kadar başarılı olduğunu Genelkurmay raporlarından anlaşılmaktadır... Stefanos Yerasimos, "o târihte çetecilik olayına karışan Rum sayısı 11.118 iken, Rum çeteciler tarafından öldürülen TÜRK köylü sayısı 1.817’dir... 1914 Osmanlı Salnamesi’ne göre Trabzon, Sivas ve Kastamonu vilayetlerinde yaşayan 450.000 Rum’dan 86.000'i savaş sırasında Rusya’ya göç etmiş, 322.000'i 1923 nüfus mübâdelesiyle Yunanistan’a gitmişti... Aradaki fark olan 65-70.000 Rum’un, 1916-1923 arasında şu veya bu şekilde hayâtını kaybettiği tahmin edilir," diyerek, TÜRKLER'in kaybını önemsiz, Rum kaybını ise büyük göstermeye çalışır. Rakam da yanlıştır. 450 - 408 = 42... Rum kaybı onun rakamlarına göre dahi 42 000'dir!.. TOPAL OSMAN'ın cezâlandırdıklarının zâlim, kaatil, tecâvüzcü, soyguncu olduğunu; öldürülen TÜRKLER'in ise mâsum köylüler olduğunu hiç dile getirmez!... PONTUS hayâlini ise örtbas eder! (Stefanos Yerasimos, Pontus Meselesi, Toplum ve Bilim, 1988-89 Güz sayısı)

23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresi başladı. Kongre'de MUSTAFA KEMÂL'i eleştiren Giresun delegeleri, karşılarında TOPAL OSMAN'ı buldular!.. Sivas Kongresi'nde de muhâlifler vardı. Ama TOPAL OSMAN esas olarak MECLİS-İ MEB'USAN seçimleri ile ilgileniyor, İstanbul'a "millîci" unsurların gitmesine çalışıyordu. Ferit Paşa yanlısı Samsun mutasarrıfı ile Samsun kadısı da adaydı. TOPAL OSMAN müfrezesi ile Samsun üzerine yürüyünce Mutasarrıf ile Kadı, bir İngiliz savaş gemisi ile İstanbul'a kaçtılar!

TOPAL OSMAN'ın çetesi süretli büyüyordu. Her gün yeni gönüllüler katılıyor, masraflar artıyordu. Bu milislerin yedirilip giydirilmesi, silâhlandırılması halkın bağış ve katkıları ile sağlanabiliyordu. Bundan şikâyetçi olanlarda az değildi. Çünkü OSMAN AĞA halktan az, zenginden çok alıyor, talebini yerine getirmeyenlerin de canını yakıyordu!

Ağustos 1920’de 3. Fırka komutanı RÜŞTÜ BEY, TBMM’ye OSMAN AĞA’nın eşkiyalığından, taşkınlığından şikâyette bulundu. Bunun üzerine MUSTAFA KEMÂL’den TOPAL OSMAN’a şu telgrafı çekti:

- "Hizmet vatanseverliğini takdir, fakat işlerinizde dâima Hükûmet'i güçlendirecek biçimde hareket etmeniz.”

TOPAL OSMAN hakkında daha sonraları da pek çok şikâyet olmuştur. 1921’de Lazistan mebusu OSMAN BEY, MUSTAFA KEMÂL’e bir telgraf gönderdi:

- "Bu câhil adamın şimdiye kadar Giresun’da yapmadığı rezâlet kalmadı.
Rumlar'dan ve ahâliden aldığı yüzbinlerce liranın hesâbını kimse soramıyor.
Şimdi eşkıyâlığını Trabzon liman içinde yapmaya başlıyor ki…
bu hâlin devâmı pek çok çirkin olaya sebebiyet verecektir.”

Giresun Sancağı Reji Müdürü RÜKNEDDİN BEY ise uzun mektubunda şöyle diyordu:

- "OSMAN AĞA tümden câhil biri olup, geçmişte bir hiç olduğundan bahsetmeye gerek yoktur.
I. Balkan Harbi'nde bir ayağının sakat kalması sonucu gördüğü iltifat ve yardımlardan başlayarak kahvecilik,
balıkçılık yaparken, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda milyonerliğe çıkan bu zâtın kurduğu zenginliğin...
zorla ele geçirme olduğunu gözler önüne arz ederim. Memleketi terk ederek başka bir ülkeye kaçan Rumlar'ın
mülk ve bahçelerini kendine, akraba ve soyuna sopuna ve dalkavukları arasında böldüğü gibi,
bunların İslâm halktan alacaklarına karşılık kasalarında sakladıkları senetleri... çâresiz köylülere geri vereceği yerde...
senetleri zorla ödetmek veya karşılığında bir bölüm Müslümanlar'ın bağ ve bahçelerini zaptetmiş ve tapularını elde etmiştir...
Batı cephesinde görünüşte vatan hizmeti ile uğraşırken bile memleketi hâlâ pençesinde tutmak için her araca başvurmakta
ve acımasız işler yaptırmaktadır.”

O tarihlerde hazırlanan resmî bir rapora göre TOPAL OSMAN, Samsun havâlisinde 900 kişiyi bir mağaraya koyup öldürmüştür. Bu raporlara MUSTAFA KEMÂL’in cevabı şöyle olmuştu:

- "OSMAN AĞA hakkında şikâyet edilen hâllerden bittabii pek müteessir oldum...
Bu biçim hareketlerin onaylayıcısı ve destekleyicisi olmadığımı bu vesile ile hatırlatmak isterim...
Ancak şikâyetnâmenizin son fıkralarında ‘kendi kendimizi müdafaa ederiz’ tarzındaki ifâdeyi
lüzumsuz ve yersiz görmekteyim, efendim.”

Şikâyetlerin doğru olma ihtimâli yüksektir. Ancak TOPAL OSMAN öyle kendisi adına mal-mülk düşkünlüğü gösterecek biri değildi. Bunu da o târihe kadar ve ondan sonra çatışmalara, savaşlara katılarak, hayâtını hiçe sayarak göstermiştir. Mala düşkün olan, canını hiç bir zaman tehlikeye atmaz!.. Yine de doğrusunu ALLAH bilir.

KARA ZIPKALILAR diye bilinen TOPAL OSMAN'ın gönüllüleri Eylül 1920'de Doğu'daki Ermeni harekâtını bastırmak üzere Kars'a gittiler ve önemli yararlılıklar gösterdiler.

Anadolu'daki iç isyanlarla yine çeteci ve yine Teşkilât-ı Mahsusa'dan olan ÇERKES ETHEM uğraşmakta ve son derece başarılı olmaktaydı. Ancak düzenli orduya katılmaya yanaşmaması ve İSMET BEY'le (İNÖNÜ) sürtüşmesi sonucu Kuvva-yı Millî'den koptu, Yunan ordusuna sığındı. Ankara'da olan MUSTAFA KEMÂL bu boşluğu doldurmak için KÂZIM KARABEKİR PAŞA'dan 1000 kişilik bir kuvvet istedi. Aklındaki TOPAL OSMAN'ın uşakları idi. KÂZIM PAŞA, önce "TOPAL OSMAN giderse, Rumlar azar," diye karşı çıktıysa da, sonra râzı oldu.

İddiaya göre, OSMAN AĞA, Ankara yolunda da boş durmadı ve Çorum-Alaca civârında evlere tecâvüz edip, bâzı hayvan ve malları gasp etti. Olayları rapor eden Dâhiliye ve Millî Müdafaa Vekâleti telgrafları üzerine MUSTAFA KEMÂL’in TOPAL OSMAN’a yazdığı kısa telde şöyle denilmekteydi:

- "Yol boyunca müfrezeniz erlerinden bâzıları uygunsuz hâllere başvurduklarından bahisle şikâyet edilmektedir.
Buna kesinlikle ihtimal vermiyorum...” (Cemal Şener, Topal Osman Olayı’nın ekindeki Cumhurbaşkanlığı arşiv belgeleri)

Osman Ağa Ankara’da Mustafa Kemâl’in köşküne 14 kişilik grubuyla gittiğinde, Kemâl Paşa’nın dikkatini kıyâfetleri çekti. Osman Ağa’ya "kıyâfetlerindeki malzemelerin anlamı nedir?" diye sorduğunda, Osman Ağa hepsini sıraladı: "Yağdanlık, Fişeklik, Kaldanlık" diye saydı. Kemâl Paşa’nın dikkatini sâdece birinde bulunun 2 değişik aksesuar çekti. Bu sefer onu sorunca; "Bu kemençedir, Paşam," cevabını aldı ve ardından kemençenin târihçesini ve kullanıldığı yerleri öğrendi. Kemâl Paşa, o zaman, "Bir oynasınlar da görelim," dedi. Oyun başlamıştı. Oyun sırasında bir silâh sesi duyuldu, fakat kimse üzerinde durmadı. Neden sonra Hüseyin adlı horoncunun dizinden aşağı kanlar akmaya başladığını görünce, Kemâl Paşa; oyunu durdurdu ve hekimlerin çağırılmasını istedi. Hüseyin, “Gerek yoktur, paşam, biz nicesini gördük. Böyle küçük yaralara alışkınız,” dedi. Mustafa Kemâl Paşa, Hüseyin’in bu dediğini duyunca çok duygulandı. Osman Ağa ‘ya dönerek “Ağam, izin verin, bunlar benim muhafızlarım olsun,” dedi. Osman Ağa; "Emrinizdir, Paşa Hazretleri," diye cevap verdi. (Bilindiği gibi, "Hazret-i" ve "Hazret" kelimeleri ALLAH dostlarına verilen ünvandır...) ve çeteye dönerek, "Paşa’nın kılına bir şey gelsin, sizi Giresun’un sâhillerinden, Sivastopol’a kadar yüzdürürüm," dedi, kızarcasına... Kemâl Paşa, Osman Ağa’nın bu son dediğine çok gülmüştü.

12 Kasım 1920'de TOPAL OSMAN ve Giresun Uşakları Ankara'da MUSTAFA KEMÂL'in muhafızlığına başladılar. Gelen KARA ZIPKALILAR arasında OSMAN AĞA'ın oğlu İSMAİL BEY, KAYMAKAMZÂDE ÂSIM BEY, GÜMÜŞREİSOĞLU MUSTAFA KAPTAN, KIRLAK CO HÜSEYİN, TIĞLIOĞLU ÖMER, YOLOĞLU HÜSEYİN, KAYADİBİ'nden ÂŞIKOĞLU GARİP, ALİŞIHOĞLU MEHMET, YILANCIOĞLU HASAN, AKYOMA'dan OSMANOĞLU ALİ, AKYOMA'dan SARI MUSTAFA ve KASAP'tan KÖSEOĞLU HAMİT vardı. Sonradan 250 kişi oldular... Göreve başlayan müfrezeyi karşısına alan TOPAL OSMAN şöyle dedi:

- "MUSTAFA KEMÂL PAŞA'nın hayâtı ve muhâfazası size, yalnız size âittir! Onu her yerde siz koruyacaksınız!
Şâyet MUSTAFA KEMÂL PAŞA'ya bir şey olursa, kendinizi yok bilin! Hatta memlekette bıraktıklarınızı da yok bilin!"

MUSTAFA KEMÂL PAŞA ile TOPAL OSMAN birlikte oldukları o günlerde, Karadeniz'in Rumlar'dan temizlenmesi ve Batı Cephesi'nde görev yapmak üzere gönüllü alaylar oluşturulması konusunda anlaştılar. TOPAL OSMAN bir kaç ay sonra müfrezesini MUSTAFA KAPTAN'a bırakarak Giresun'a döndü. Onun gayretleri ile 42. ve 47. alaylar kuruldu.

47. Alay'ın komutanlığını OSMAN AĞA yapıyordu. 42. Alay'ın kumandanlığına HÜSEYİN AVNİ BEY getirildi.

TOPAL OSMAN'ın başında bulunduğu 47. Alay, Koçgiri İsyânı'nı bastırmak üzere Refâhiye'ye gitti. (20.3.1921) Bir aylık kanlı çatışmalardan sonra Koçgiri aşiretinin direnişçileri dağıtıldı!.. TOPAL OSMAN'ın aşiret üzerindeki sert uygulamaları azgınlaşınca, KOÇGİRİLİ BEKO özel olarak bölgeye geldi ve TOPAL OSMAN alayını Refâhiye'nin Kayadibi bölgesinde kuşattı. Ancak Erzincan'dan gelen 11. Alay'ın dağ topları TOPAL OSMAN'ı ve 47. Alay'ı kurtardı.l (25.3.1921)

Alay Ümrâniye-Suşehri-Koyulhisar-Reşâdiye-Niksar-Erbaa yolu ile geri dönerek yol üzerindeki Rum ve Ermeni direnişine karşı acımasız bir savaş yürüttü! Bölgeyi Rum ve Ermeni etkisinden büyük ölçüde kurtardı.

47. Alay, Pontusçular'ın önemli direniş merkezlerinden olan Havza'ya geldiğinde, çok iş başarmıştı. Samsun havâlisini de tamâmen Rum etkisinden çıkaran OSMAN AĞA, Ankara'dan gelen bir emirle geri döndü. Merzifon'dan geçerken, Merzifon Amerikan Koleji'ni bastı, isyânın elebaşlarını yakalayıp cezâlandırdı. Sonra Ankara'ya geldi, oradan Sakarya cephesine hareket etti.

22 gün, 22 gece süren Sakarya Savaşı'nda 42. Alay'ın komutanı HÜSEYİN AVNİ BEY dâhil, tümü şehit oldu!.. TOPAL OSMAN'ın komutasındaki 47. Alay'dan ise sadece 385 kişi sağ kalabildi!..

Ankara'ya 6.000 Giresunlu gönüllü geldiği, geriye ancak 400 kişi döndüğünü iddia edenler vardır. (Mustafa Dağ , Gurbetçi Giresun Dergisi , Sayı 11) Ancak Falih Rıfkı ve Alptekin Müderrisoğlu gibi ciddi kaynaklara göre Sakarya Meydan Savaşı’nın tüm şehit sayısı 3.282’dir. Gerisi mübalâğadır!..

Karadeniz bölgesindeki gelişmeler üzerine Yunan donanması, Karadeniz sâhillerini bombardıman etti!.. Türk Hükûmeti de bu mıntıkayı "harb bölgesi" ilân etti. Bu bölgede ele geçen Rumlar, iç bölgelere nakledilmeye başlandı!... Patrikhâne işe karışarak İtilâf Devletleri'ni kışkırttı, onlar da bize bir nota verdiler. 22.9.1921 tarihli bu notada İngiliz mümessil RAMBOLD, Fransız mümessil FORKAD ve İtalyan mümessil PARRONİ'nin imzaları vardı. Ankara Hükûmeti'nin Dışişleri Bakanı YUSUF KEMÂL (TENGİRŞEK) BEY, notaya Rum ihânetlerini anlatan bir nota ile cevap verdi.

Ecnebi müdâhalesi böylece önlenince, Rum eşkiya sindirildi, çoğu temizlendi!...

Stefanos Yerasimos'un, "65-70.000 Rum’un, 1916-1923 arasında şu veya bu şekilde hayâtını kaybettiği tahmin edilir," dediği ve aslı 42 bin olan Rumlar'ın çoğu, işte bu dönemde "harb bölgesi" ilân edilen Karadeniz'den İç Anadolu'ya nakledilen, ve oradan da mübâdeleye tâbi tutulan Rumlar'dır.

Şurası unutulmamalıdır ki, hakkındaki bütün iddialara ve şikâyetlere rağmen TOPAL OSMAN olmasaydı, Karadeniz Bölgesi Rum zûlmünden inim inim inler, Ege, Marmara ve Trakya gibi perişân olurdu!.

Bu isyanlara karşı Ankara Hükûmeti gerekli tedbirleri almış olmasına rağmen, olaylar 1923 Şubatı'na kadar devam etmiştir.

Topal Osman, Büyük Zafer’den sonra Ankara’da Ayrancı civârında kendisine tahsis edilen “Papaz'ın Bağı” denilen yerde yaşamını sürdürdü. Mustafa Kemâl'in Özel Muhafız Alayı'nın komutanı olarak görevine devam etti.

Peki, TOPAL OSMAN VAK'ASI diye bilinen olay nedir?.. Onu da anlatalım:

Topal Osman Ankara’ya tekrar geldiğinde Meclis'te görevli ve Mustafa Kemâl’in sağ koluydu, daha doğrusu koruması, hattâ fedâisiydi. O târihte Meclis'te Lozan Antlaşması dolayısiyle gerilim yaşanıyor ve antlaşmanın maddelerine karşı çıkanların başında Ali Şükrü Bey geliyordu. Meclis'te yine Lozan görüşmeleri ile ilgili bir oturumda Ali Fuat Cebesoy’un anlatımıyla şunlar yaşanmıştı:

- “… Gazi Paşa konuşurken Meclis’e sinirli bir hava hâkimdi. Mustafa Kemâl Paşa kürsüyü terk etmiyor, sualleri cevaplandırıyordu.
Mebuslardan bir kısmı bulundukları yerlerden ayağa kalkmış konuşuyorlar, bir kısmı kürsünün etrafına gelip Gazi’ye cevap yetiştiriyorlardı.
Bunların arasında Ali Şükrü Bey de vardı. Paşa, sözlerini tamamladıktan sonra Ali Şükrü Bey’in, ‘Ben de konuşacağım’ demesi üzerine
hiddetli bir tavırla, ‘Bir haftadır konuşmalarınızla memleketi zarardîde ediyorsunuz’ diyerek elleri cebinde, asabî bir hâlde kürsüden indi
ve ‘Maksadınız ne?’ diye bağırarak Ali Şükrü Bey’in üzerine yürüdü. Bu sırada birinci ve ikinci gruba mensup mebuslardan bâzıları
Meclis salonun ortasında birbirlerine bağırmaktaydı. Gürültüler şiddetliydi, asabî hareketler oluyordu. Ali Şükrü Bey,
‘Kimseyi ithama hakkınız yoktur’ diye bağırıyor, Sinop Mebusu Hakkı Hilmi Bey, ‘Meclis’te emniyet yok mudur?’ diyordu.
İki grup biribirine hasım cephe teşkil etmişlerdi. Bu durum biraz daha devam ederse, müessif hâdiselerin olması kaçınılmazdı.
İş tabanca vesâire kullanmaya kadar varabilirdi. Güvenliği sağlamak için görevlileri içeri çağıramıyordum, zirâ gizli celse yapılmaktaydı.”

27 Mart 1923 günü Ali Şükrü bey Meclis'te gözükmez... İkinci grup, hastalığında bile gelmemezlik yapmayan liderlerini merak ederler. 27-28-29 Mart derken, telâşlanan grub hemen Ali Şükrü Bey’i aramaya kalkışırlar. Meclis'i alt üst eden, “Başkan nerde?” diyen İkinci Grup, Mustafa Kemâl’den şüphelenir. 29 Mart 1923 günü, öğle sıralarında Mühye Köylü bir çoban telâşlı bir şekilde Çankaya’ya iner ve güvenlik güçlerini bulur. Resmî takım elbiseli gözlüklü bir beyin ormanda cesedini gördüğünü söyler. Haber çok geçmeden Meclis'e gelir. Meclis toptan Mühye Ormanları'na “Acaba Şükrü Bey mi!?” diyerek giderler ve karşılarında İkinci Grup liderini görürler. Bu sırada Mustafa Kemâl Paşa Çankaya’dan ayrılmıştır.

Ali Şükrü Bey’in cesedi bulunduğunda avucu sıpsıkı kapalıdır. Avucunu açtıklarında Topal Osman’ın evindeki sandalyelerden birinin hasırının parçası vardır. O zaman anlaşılır ki, Mustafa Kemâl’in fedâisi Topal Osman, Şükrü Bey’i boğarak öldürmüştür.

İkinci Grup, Mustafa Kemâl Paşa’nın grubuna, "Kemâl Paşa nerdedir? Böyle bir aşagılığı yâveri yapmıştır!" derler. Mustafa Kemâl’in Çankaya dışına çıkmış olduğunu öğrenirler. Tam bu sırada da İkinci Grup, Meclis'e "Şükrü Bey’in kaatili kimse, Meclis kapısının önünde cesedi salladırılacak" yasasını öne sürer. Bu esnâda Topal Osman durumu anlar ve Çankaya Köşkü'ne sığınır. Yardımcısı Mustafa Kaptan, Ali Şükrü Bey’in yemek bahânesiyle Topal Osman’ın Samanpazarı’ndaki evine götürüldüğünü; burada Topal Osman ve sekiz adamı tarafından kementle boğulduğunu itiraf eder. Mustafa Kemâl'in, sevmesine rağmen, bir kaatili savunacak hâli yoktur!

1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece Topal Osman’ın kapısı çalınır. Kapıdakiler Köşk'ün muhafız kuvvetleridir. Topal Osman her soruya “Kemâl Paşa nerde?" diye cevap vermekte, köşk muhafazları sanki kendi emrinde çalışırmış gibi lâaubâli bir şekilde onlara bakmaktadır. Baskında yaralı ele geçirilen Topal Osman, hastaneye kaldırılırken yeni Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’nin emri ile kafası kurşun yağmuruna tutularak öldürülür, kafası kesilir ve bilâhare Çankaya yakınlarına gömülür. Meclis’te, Ali Şükrü Bey’in katilinin yakalanarak Ulus Meydanı’nda idam edilmesi kararı oy birliği ile alınınca, cesedi mezardan çıkarılmış, başından asılması mümkün olamayınca, ayağından asılmıştır. Cenâzesi, daha sonra kardeşlerinin Atatürk’ten ricası üzerine, Giresun’a nakledilir ve Kurban Dede mezarının yanında Giresun Kalesi’ne defnedilir. 1925 yılında, Mustafa Kemâl’in Giresun’u ziyaretinde verdiği emir üzerine, Giresun Kalesi'nin en yüksek noktasına, masrafları bizzat Mustafa Kemâl Paşa'nın cebinden karşılanan bir anıt mezar yaptırılmış ve nâşı buraya nakledilmiştir.

Gerçekleştirmek istediği hac ziyaretini yapamadan öldüğü için, kendisine bedel, silâh arkadaşı Kurtoğlu Hacı Hâfız Mustafa hacca gönderilmiş; böylece “Hacı Osman Ağa” sıfatını almıştır... Ancak böyle "vekâleten hac" ALLAH indinde makbûl müdür, bilemeyiz.

LOZAN Antlaşması'ndan sonra Karadeniz sâhilindeki Rumlar mubâdeleye tâbi tutulunca, Pontus hayâli terihe karıştı... sanıyorduk ki, 1990'lı yıllarda başlarında, Mason Baron RAHMİ KOÇ, PATRİK BARTOLAMEOS olmak üzere, RUM ve YUNAN papazlar bir PONTUS SEFERİ başlattılar!..

Haritada sâdece sözde Pontus değil; Ermenistan ve Kürdistan, İyonya var. TÜRKİYE'nin yarısını alıp gitmek istiyorlar!.. Altına "TÜRK baskısı ile savaşın! Halkları özgürleştirin!" falan yazmışlar.

Ne var ki, Trabzon'un vatansever TÜRK ve MÜSLÜMAN halkı, bu gavurları sâhile dahi çıkartmadı!.. TÜRK TOPRAĞI'na ayak bile basamadan kös kös dönüp gittiler!

Rahmi Koç'u da hem bu başarısızlıktan, hem de "1 Mart Tezkeresi"ni, söz verdiği hâlde Meclis'ten geçiremedi diye, "baron"luktan ve işadamlığından aldılar, "Dünya seyyahati"ne yolladılar!.. "Kurtlar Vâdisi" dizisinde öldürülen Baron, Rahmi Koç'u temsil etmektedir. Ölmedi ama, hayâtını söndürdüler.

(5) ALİ ŞÜKRÜ BEY Trabzonlu olup 1884 yılında Beşikdüzü’ne bağlı Denizli köyünde doğmuştur. Babası mütekaid Bahriye kolağası (kıdemli yüzbaşı) Hacı Hâfız Ahmet Kaptan’dır. Âileleri mahallen “Reisoğulları” nâmıyla meşhurdur.

Heybeliada'da bulunan Bahriye Mektebi'nde öğrenim gördü. Okulu 1904 yılından tamamladı ve bahriye erkân-ı harp subayı oldu. 1909 yılında kurulan Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti'nin kurucularından birisi oldu ve bir süre ikinci başkanlık görevini üstlendi. Cemiyet'in Osmanlı donanması için istediği nakliye gemilerini almak üzere Liverpool’e gönderildiğinde, eğitimini tamamladı ve çok iyi düzeyde İngilizce öğrendi. İngiltere’de bulunduğu dönemde Türkiye aleyhine yapılan propagandalara karşı mücâdele etti. Liverpool Times gazetesinde çeşitli makaleleri yayımlandı. Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten istifa edip siyâsete atılmaya karar verdi. İttihat ve Terakki aleyhtârı görüşlere sâhipti. 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında Trabzon mebusu seçildi. İstanbul’un işgâlinden sonra Meclis-i Mebusan'ın kendini feshetmesi üzerine, Ankara'ya giderek ilk Büyük Millet Meclisi'ne Trabzon milletvekili olarak girdi. Ali Şükrü Bey TBMM’ye girişinden hemen sonra, halkın millî mücâdeleye inandırılması ve düşman propagandalarının etkisiz hâle getirilmesi amacıyla Meclis tarafından oluşturulan İrşad Encümeni'ne katıldı ve bu encümenin bir üyesi olarak civar illeri gezdi.

Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey Meclis'te, Mustafa Kemâl'in önderliğindeki Birinci Grup'a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup'un liderlerinden biri oldu. 28 Nisan 1920’de içki yasağı konusunda Meclis'e yasa teklifi verdi ve yasalaşması için büyük çaba sarf etti.

İkinci grubun görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere Mustafa Kemâl'in Hâkimiyet-i Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayınlamaya başladı. 68 sayı çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazdı. Lozan görüşmelerinden sonra yapılan Meclis oturumlarında; İsmet Paşa'nın "hâriciyeci olmadığı için Lozan'da acemice işler yaptığını ve TBMM'nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak, müzakereleri sürdüğü"nü savundu ki, son derece haklı idi. Lozan'da devam eden müzâkerelerin durumu hakkında TBMM'ye açıklanan resmî bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi. Bu iddiası da doğru idi.

Meclis'te Mustafa Kemâl ile arasında geçen bir sürtüşme ve atışmadan sonra, 27 Mart 1923 günü ortadan kaybolmuş, iki gün sonra durum kardeşi Şevket (Doruker) Bey tarafından Hükûmet'e bildirilmiş, üç gün sonra da cesedi bulunmuştur. Hükûmet, olayın fâilinin Gazi Milis Yarbay Topal Osman Ağa olduğuna hükmetmiş ve Ağa'yı tutuklamak üzere hareket geçmiştir. Nihâyetinde Osman Ağa, yaralı bir şekilde tevkif edilmiş bir hâlde iken öldürülmüş, Meclis'in idâm kararı sebebiyle Ulus Meydanı'nda başı olmadan ayaklarından asılmıştır. Ali Şükrü Bey’in cenâzesi Hacı Bayram Câmii’nde cenâze namazının ardından Trabzon’a gönderilmiş ve Boztepe'de defnedilmiştir.

Öldürülmesi, yeni dönemde Türkiye’nin ilk siyâsî suikastı olarak bilinir.

Kişileri bitirdik, sıra geldi az kullanılan kelimelere, kavramlara...
HASSA , "özellik, özgülük" demektir.
HULÛL, "gelme, gelip çatma, girme, sinme, geçişme" demektir. Şii inancında "Tanrı Ruhu'nun herhangi bir bedene girmesi" anlamına gelir.
DİYK - DÎK diye de geçer, "darlık, sıkıntı, gam, Kâlbe sıkıntı veren" demektir.
MÂNÂ veya MA'NA , "anlam, iç, içyüzü, bir sözden veya birşeyden anlaşılan, lâfzın delâlet ettiği şey, belirli insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde ve doğa öğelerinde alışılmışın dışında birtakım belirtiler ve işlevlerle kendini gösteren gizemsel, dinsel ve büyüsel güç, kutgüç, rüya, düş" anlamlarına gelir.
DAKİK , "düzenli işleyen, aksamayan, zamanı kullanmada çok dikkatli olan, her şeyi zamanında yapmaya özen gösteren" demektir. Varlığın kullandığı "vakit diyk , mânâ dakik" tâbiri, "vakit dar, sohbetin, Tbliğin vermek istediğini aksatmayın" anlamında kullanılmıştır.
FÂİK, "yüksek" demektir.
TEVAKKİ , "sakınma, korunma, çekinme" demektir.
SARF ve NAHİV , "dilbilgisi" ifâdeleridir. SARF "kelime bilgisi, morfoloji" demektir. NAHİV ise 'cümle bilgisi, sentaks, yâni kelimelerin cümle içindeki görevlerini ve cümle yapılarını inceleyen ilim'dir.
TECELLİGÂH , "tecelli yeri, İlâhî Kudret'in, İlâhî Sırr'ın meydana çıktığı, göründüğü yer" demektir. "GÂH" eki hep yer bildirir.

Değerli Spiritualist dostlar!.. Lâf çok uzadı ama, bir hususu daha belirtmeden edemiyeceğim.

Böyle bir Celse'nin yapılması 2 saat kadar sürer... Sonra sıra kayda alınmış o Celse'nin tape edilmesine gelir. Bu da 5-6 saat sürer. Sonra Celse'de geçen ifâdelerin incelenmesi, araştırılması safhası gelir. Bu da 15-20 saat sürer. Ki, İnternet'li ortamdan bahsediyoruz. Eskiden olsa, araştırma aylar alabilirdi. Ha, bir de Celse öncesi hazırlık safhası var ki, anlatmakla bitmez.

Bu tarz bir çalışma yapmadan "Ruh çağırdım, Celse yaptım, Medyum uyuttum" demenin bir anlamı yoktur. Diyenler Spiritualist değil; İllizyonist'tir!.. Adam kandırmaktan, insanı oyalamaktan başka bir iş beceremezler!

Şimdi birileri diyebilir ki, "Yahu, biz Spiritualizm'den, İspirtizma'dan, Ruh Çağırma'dan, Medyum Uyutmak'tan, Fincan Yürütmek'ten bahsediyorduk. Sen nereden çıkardın, böyle dinî konuları, edebiyatı, hattâ siyâseti?.."

RUH, hayatla ilgilidir... HAYAT deyince de, o saydıklarının hepsi içine girer. Hayatla ilgili olmayan, Dünyâ Hayâtı'yla alâkası olmayan bir Ruhî İrtibat olmaz!.. Olsa olsa, Âhıret Âlemi'deki faaliyetleri hakkında bilgi verirler ki, o dahi Dünya Hayâtı ile ilgilidir. Onlardan ders alırsak, Âhıret'e intikâl edince başımıza Cehennemlik işler gelmez.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN MEDYUM ve RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - MEKTUPLAR