HÜRRİYET ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR

(1)- Bu EK de ATATÜRK'ün el yazısı notlarından hazırlanmıştır... Amacımız "özgürlükler" kavramını çarpıtanlara cevap vermek!..

Burada ATATÜRK, YAŞAMAK, ÇALIŞMAK, VİCDAN ve FİKİR HÜRRİYETİ'nden bahsetmiş... Bunların GÜVEN altında olması gerektiğini söylemiş... Kim güvene alacak?.. Tabii ki DEVLET!..

Peki, DEVLET "kendisini yıkmak" fikrini de mi "güven altına" alacak?.. "ÜLKE'yi bölmek, asker-polis vurmak, VATAN'ı satmak" fikirlerine de mi "güven" sağlıyacak?.. "Esrar satanlar, mafya tipi örgüt kuranlar" da ÇALIŞMA HÜRRİYETİ kapsamında mı?..Adam öldürenler, çocuklara tecavüz edenler, VATAN'a bölmek için silaha sarılanlar" başkalarının YAŞAMA HÜRRİYETİ'ne set çekmelerine rağmen, daha ne kadar YAŞAYACAK?..

Biz daha önce "DÜNYA'nın Robinson Crusoe'nun ISSIZ ADA'sı olmadığını, insanlar ne kadar TOPLU halde yaşarlarsa, SERBESTİYET'lerinin o kadar kısıtlanacağını" belirtmiştik... Ayrıca YASALAR'ın aslında yapacaklarımızı değil; YASAKLAR'ı ortaya koyduğunu anlatmıştık.

ATATÜRK'ün değişik zamanlarda yaptığı FİKİR JİMNASTİĞİ'nin bir sonucu olan bu ifadelerin bir kısmına bağlanıp, en önemli PRENSİP'i ihmal etmek, ancak politikacı ve "aydın"ların başvuracağı bir aldatmacadır!..

Elbette bu "hürriyet"lere bir sınır vardır, ve bu sınırı gene ATATÜRK'ün ağzından biraz ilerde nakledeceğiz.

(2)- İşte en önemli HAK!.. Ve kimsenin üzerinde durmadığı, şimdiye kadar partilerin programlarında yer vermedikleri, verseler bile gerek iktidarda gerekse muhalefette hiç üzerinde durmadıkları bir HAK bu!.. HERKES KENDİNİ, KAABİLİYET ve TEMAYÜLLER'ine uygun, BAŞKALARINA ZARAR VERMİYECEK ŞEKİLDE GELİŞTİREBİLMELİDİR!..DEVLET, KENTTE VE KÖYDE HER BİR FERDE BU İMKANI SAĞLAMALIDIR!.. Hem fertlerin, hem de onları savunduklarını söyliyen kuruluşların ilk talebi bu olmalıdır!.. Ama öyle mi?..

Neredesiniz "özgürlükçüler"?.. Neredesiniz "atatürkçüler"?.. Bakın ATATÜRK, bunu BİRİNCİ HAK olarak görmüş!.. Hani sizin listeniz?..Var mı orada?..

ATATÜRK ayrıca bütün diğer özgürlüklerin bu amaca hizmet için var olduğunu belirtmiş. Yani bunu hepsinin üstüne koymazsanız, diğerlerinin bir anlamı olmaz!..

Yine ATATÜRK, iktidarların ve DEVLET'in bu hizmeti sağlamadığı takdirde, görevini yapmamış olacağını çok kesin belirtmiş... Onun için hükümet ve partiler yüz tane "özgürlük" kanunu çıkartsa; bu HAKK'ı sağlamadıkça, havanda su döğmüş olur sadece!..

Şimdi akşam "demokrasi" ile yatıp, sabah "kişi hak ve özgürlükleri" ile kalkanlar arasında, bu esası hedef almış olan bir tek kişi veya parti var mı?.. Yok!.. Öyleyse biz ne "hürriyet"inden söz ediyoruz?..

Peki, BAŞKALARININ HAKLARINA ZARAR VERENLER ne olacak?...Elbette ki onların faaliyetleri ve imkanları kısıtlanacak... Ve onlardan açılan sahaya kendine ve başkasına yararlı insanlar yerleştirilecek! Ama öyle mi?..Elbette değil!..Şimdi kendini ve ülkeyi geliştirmek istiyenlerin imkanları kısıtlanıp ihtiyaçları karşılanmazken; BAŞKALARINA, ÜLKEYE, DEVLETE ZARAR VERMEYİ AMAÇ EDİNENLER'in önü açılıyor... Hapishanelerde bile her türlü ihtiyaçları karşılanıyor!..

Biz daha önce HÜRRİYET-ÖZGÜRLÜK-SERBESTİYET kelimelerinin tarifini yapmıştık. Kısaca tekrarlıyalım... Kavram kargaşası BATI dillerinden geliyor... Mesela İngilizce'de FREE kelimesi hem HÜR, hem SERBEST, hem de BEDAVA anlamına gelir. Baştan savma tercümeler yüzünden bizim politikaya hep HÜR şekliyle girmiştir... HÜR TEŞEBBÜS, HÜR SENDİKACILIK, HÜR BASIN gibi!..Hep o Fransız İhtilali hayranı "aydın"larımız yüzünden!..

Fransa'da Orta Çağ'da Asiller, Rahipler ve Serfler vardı... ki, bu son grup TOPRAK KÖLESİ idi... Sonradan bazıları hürriyetini elde edip burjuva oldu ama, İhtilal'e kadar yine hiç bir hakları yoktu. İşte onun için İhtilal'in üç sloganından biri HÜRRİYET idi... Çok yerinde bir talep!..

Ancak, böyle bir durum bizde asla söz konusu değildi... Köle olarak satın alınıp saraya girmiş olanlar SADRAZAM, hatta PADİŞAH ANASI SULTAN olabilirdi!..Buna rağmen Jön Türkler cahilce bir taklitçilik ile "hürriyet" diye bağrışıp durmuşlardır.

Bizce HÜR kelimesinin karşıtı KÖLE veya ESİR'dir... Ancak düşman işgali var ise, HÜRRİYET'ten söz edilebilir... Hürriyet öyle ayağa düşecek bir kavram değildir, gerçekten kaybedilmedikçe kıymeti bilinmez. Bir kayboldu mu da, kolay bulunmaz.

Türkiye'de çoğu zaman kullanılan "hürriyet" kelimesiyle kastedilen şey, SERBESTİYET'tir!.. Kısıtlı, tahditli, kontrollü olmanın karşıtıdır... TÜRKİYE ve TÜRKLER'e ALLAH ESARET yüzü göstermesin!.. Biz zaten daima HÜR olmuş, son saldırıda da zincirleri esir tüccarlarının boynuna dolamış bir MİLLET'iz! Bunu da sağlam DEVLET anlayışımıza borçluyuz.

Böyle bir DEVLET'e karşı, bir mahkumun bile HÜRRİYET'ten söz etmesi, terbiyesizliktir!.. Onun kaybettiği, (işlediği suçtan dolayı) SERBESTİYET'idir!..

HÜRRİYET'in ne olduğunu ancak Ermeniler'e esir düşen AZERİLER; Sırplar'ın tahakkümü altında yaşamak zorunda olan BOŞNAKLAR, ARNAVUTLAR; Bulgaristan'dan kaçan POMAKLAR bilir!.. Onlar SERBEST'çe dolaşsalar da, HÜR değillerdir.

Bu yüzden HÜR TEŞEBBÜS, HÜR SENDİKA, HÜR BASIN OLMAZ!.. SERBEST TEŞEBBÜS, SERBEST SENDİKA ve SERBEST BASIN OLUR!.. ESİR TEŞEBBÜS VAR MI Kİ, HÜR'Ü OLSUN?.. Önce TÜRKÇE'mizi düzeltelim...

Bu oyunu bir tek FREE MARKET kavramında yapamamışlardır... HÜR PİYASA, HÜR PAZAR çok komik olacağı için SERBEST PİYASA ve SERBEST PAZAR diye doğrusunu kullanırlar.

ÖZGÜRLÜK kelimesi ise her İKİ anlama da gelir, bu yüzden de kavram karışıklığını çözmez.

Aslında yukarda sıralananlar için HAK kelimesini kullanmak en doğrusudur... YAŞAMA HAKKI, ÇALIŞMA HAKKI gibi!.. Çünkü bu kelime daima VAZİFE ve MESULİYET ile birlikte kullanılır. Yani YAŞAMA dahil her HAK, bir VAZİFE ve MESULİYET getirir.

Yağma yok!.. Bir İMTİHAN MAHALLİ olan dünyaya gelmiş herkes, TANRI'nın, TABİAT'ın, DEVLET'in kendisine sağladığı bu HAKLAR MANZUMESİ karşılığında OTOMATİKMAN bazı SORUMLULUKLAR üstlenmek zorundadır.

HAK arttıkça, SORUMLULUK ta artar!.. Mesela çölde doğmuş ve yaşamak durumunda olan bir insanın üstlendiği sorumluluk ile, bağlık bahçelik yerde doğmuş olanın üstlendiği sorumluluk farklıdır... İkincisi en azından bulunduğu mekanı tahrip etmemekle yükümlüdür!..

İşte "özgürlükler"den bahsedenler, bu hakikati gözlerden gizlerler. Onlar her zaman "Rabbena, hep bana!" anlayışı ile hareket ederler. Yeni "özgürlükler" talep ederler!.. Peki, "karşılığında ne vereceksin?" desen, "Ne demek??? Hürriyet'in karşılığı mı olurmuş?" diye diklenirler!.. Elbette olur!.. Her şeyin olduğu gibi onun da bir BEDEL'i vardır!..

(3)- İşte ATATÜRK burada HÜRRİYET kavramını bizim tarif ettiğimiz gibi ESARET karşıtı olarak kullanmış... TÜRK MİLLETİ'nin HÜRRİYET'i HAK ettiğini, kimseye vermeyeceğini söylemiş!.. Nasıl haketti?..Bir BEDEL ödiyerek... CAN'I PAHASINA mücadele ederek!

Ancak ATATÜRK'ten sonra gelen hain ve sinsi politikacılar, adım adım ÜLKE'yi İŞGAL'e, MİLLET'i de ESARET'e sürüklediler... Bunun kimler tarafından ve nasıl yapıldığını TAM İSTİKLAL yazımızda, İSMET PAŞA, MENDERES, DEMİREL, ÖZAL DÖNEMLERİ yazılarımızda anlattık... Burada çok açık olarak belirtelim ki, bu oyunu "ferdi hürriyet"i bahane ederek HALA sürdürüyorlar!.. Kişilere DEVLET'e karşı "özgürlük" vaadedip, onları yabancıların ESARET'ine sürüklüyorlar!..

Öyleyse bu ayırımı kesin olarak yapmak gerekir!.. Burada tartışılan, KARŞITI ESARET OLAN GERÇEK HÜRRİYET değildir!.. Diğer bütün "hürriyet"ler, "özgürlük"ler aslında SERBESTİYET'tir!.. Fertle kendi DEVLET'i arasında ancak SERBESTİYET söz konusu olabilir.

Ancak hiç bir SERBESTİYET te "beleş" değildir!.. Fertler her edindikleri HAK gibi, SERBESTİYET karşılığında DEVLET'e, MİLLET'e, VATAN'a borçlanırlar.

Feylezof Hobbes'e göre, FERT, özgürlüğünün tamamını mutlak güç sahibi DEVLET'e terketmeyi kabullenmedikçe, toplumu barış içinde bir arada tutmak mümkün değildir!..

Bu düŞüncenin özü, Robinson Crusoe gibi tek başına bir adada yaşayan insanın sahip olabileceği SONSUZ TABİİ ÖZGÜRLÜĞÜ'nden, TOPLUM içine girince vazgeçip; gerekli ASGARİ AHLAK KURALLARI'na DEVLET'in yaptırım gücü ile uymasından ibarettir!..

Şu halde Hobbes'in tarifinde fert Devlet'ine hem HÜRRİYET'ini, hem de SERBESTİYET'ini gönül rızası ile bırakmış olur... Ve ancak o zaman SOSYAL anlamda ÖZGÜR olma hakkını kazanır!.. Yani boynu kendi DEVLET'ine karşı kıldan ince, ama başkasına karşı ise (devlet veya fert) diktir!..

Buna karşılık "DEVLET'in mal ve canını, ırz ve namusunu ve geleceğini, yani soyunu da koruması" hakkını elde eder... Haksızlığa uğradığı zaman, "DEVLET'in onun adına hakkını arayacağı" güvencesine sahip olur.

İşte bunun için de DEVLET ŞART'tır!.. DEVLET'in GÜÇLÜ olması şarttır!.. Ama yetmez! TÜRK DEVLETİ, MUTLAK GÜÇ SAHİBİ olmalıdır!.. Yani sözünün geçmediği hiç bir fert, kurum veya devlet bulunmamalıdır!..

Devletler güçlerini fertlerin kendilerine tabi olmalarından, yani hürriyet ve serbestiyetlerini gönül rızası ile ona bırakmalarından alırlar... Eğer kişi tabii özgürlüğünü DEVLET'ine terke razı olmaz, devlet'ini güçlü kılmaz ise; sözü DEVLET'ten daha çok geçen fert veya kurumlara tabi olmak durumunda kalır... Mafya, parti gibi resmi kuruluşlar, Masonluk gibi gizli örgütler, hatta mahalle kabadayısı bile insanları, toplumun asgari ahlak kuralları dışında davranışlara zorlıyabilirler... Bu durumda ferdin özgürlüğünü "göstermelik" seviyesine iner.

Belirttiğimiz anlayışla hareket eden ve DEVLET'ine boyun eğen fert aslında HÜR'dür, ama hangi topluma girerse girsin, sonsuz SERBEST davranamaz!... Her toplumdaki ahlaki kurallar farklı olduğu için, her birinde farklı kısıtlamalar ile tabii olan SERBESTİYET'ini kaybeder... Robinson Crusoe da Cuma ile birlikte yaşamaya başladığından itibaren pek çok kısıtlamaya girmiŞtir. En azından kullandığı alanı, evi bir başkası ile paylaşmak, yiyeceğini bölüşmek zorunda kalmıştır.

Şu halde son zamanlarda sık sık duyduğumuz "Birey DEVLET için değil, DEVLET birey için vardır" ifadesi, son derece yanlıştır!.. Bu anlayış, DEVLET'in ömrünü kişinin 60-70 yıllık hayatına endekslemekten öteye gitmez!.. Aydın görünümlü kişilerin dudaklarından dökülmesine rağmen; cahilliğin, inanılmaz düzeyde bir bencilliğin göstergesidir.

Çünkü DEVLET, ferdin değil, fertlerin meydana getirdiği TOPLUM'un; ve sadece halihazırdaki toplumun değil, GELECEĞİN TOPLUMU'nun; ve de bu toplumun yaşadığı, gelecek toplumların yaşayacağı ÜLKE'nin TEK sorumlusudur.

DEVLET ULU BİR ÇINARDIR!... Elbette ki, yapraklarını besliyecek suyu, mineralleri onlara ulaştırmakla yükümlüdür... Ama hiç bir YAPRAK kalkıp ta bir mevsimlik hayatı için ULU ÇINAR'ı kendi uşağı gibi göremez!.. Bütün yapraklar, dallar kısa ömürleri boyunca ÇINAR'a oksijen sağlamak, öldüklerinde dahi toprağına gübre olup onu beslemek durumundadırlar... Ki, gelecek YAPRAKLAR yeşersin, yeni DALLAR üresin, ve ÇINAR daha geniş bir alana gölge olsun, kökleri daha derinlere yayılsın!... Hiç bir rüzgar, zelzele onu deviremesin!..

Bu basit gerçeği, bu değişmez realiteyi göremiyenlerin DEVLET konusunda söyliyebilecekleri hiç bir şey yoktur!..

DEVLET MİLLET'İN ORGANİZASYONU demektir!.. Yani kendisini meydana getiren MİLLET'in FERT FERT bir araya gelip DÜZENLİ bir şekilde tüm gerekli faaliyetleri göstermesiyle oluşur... MİLLET'in dokusu çözülmeye başlarsa, yani bu dokuyu oluşturan FERTLER kendi başlarına hareket etmeye başlarsa; ORGANİZASYON kalmaz, DEVLET zayıflar, çöker, dağılır ve sonunda yıkılır!..

Bir örnek vermek gerekirse; DEVLET, bedeni ayakta tutan RUH'tur!.. MİLLET ise hücrelerden ve onların meydana getirdiği çeşitli organlardan oluşan VÜCUT'tur... Mesela kalp hücrelerinin görevi, bir arada hareket etmek ve kendileri ile bütün vücut hücrelerine kan pompalamaktır. Bunu yaparken kendi farklı yapılarını düşünmezler... Eğer bu hücreler kendilerini mevkileri itibariyle diğerlerinden üstün görür, "Ben böbrek hücrelerinden asilim, ben kan pompalıyorum, o sidik süzüyor. Ben niye ona hizmet ederek kendimi yıpratayım?.." demeye başlar; hele günün birinde bu düşünceyi uygulamaya kalkarlarsa; önce böbrek, sonra vücudun diğer kısımları ölür, dağılır. Sonunda kalp sağlam bile olsa, ruh bedeni terkeder, ve tabii kalp de ölür!.. Aynı şey beyin, böbrek, ciğer hücreleri için de geçerlidir.

Bir şairin şu beyti de bu anlamda değerlendirilebilir:

Münferit vasıta-yı rüyet iken,

Göremez kendini dide bile!..

Gerçekten de GÖZ tek görme aracı iken, kendini görmez!.. Yani görevini kendisi için ifa etmez, VÜCUT için, RUH için görür!.. Çünkü kendi varlığı vücudun sağlığı ruhun varlığı ile kaimdir!.. Bir anlık ihmali sonucu vücut bir kazaya uğrasa, beden harap olsa, ruh bedeni terketse, göz sağlam olsa da ölümden kaçamaz. Ama mikrop kapmış bir gözü, çürümüş bir böbreği, kangren olmuş bir uzvu vücudun sağlığı için feda etmek mümkündür.

İşte onun içindir ki, DEVLET ne fertler için, ne de aşiret, boy, soy, parti, dernek ve meslek grupları için vardır. Bütün fertlerin, parti, dernek ve meslek kuruluşlarının ilk ve tek gayesi hayatları ve varlıkları pahasına da olsa, DEVLET'e ve MİLLET'e hizmet olmalıdır!..

Bu yüzden biz BENCİLLİK hastalığının maskelisi olan FERDİYETÇİLİK anlayışını; TOPLUM, MİLLET, DEVLET hatta AİLE kavramlarının zıddı olarak görürüz... VEBA MİKROBU, AİDS VİRÜSÜ gibi tehlikeli sayarız.

Büyük tarihçi ve dünyanın ilk sosyoloğu İbn Haldun (1334-1406), "devletlerin ortalama ömrünün üç nesil (70-150 yıl) olduğunu" söyler... Sebebini de şöyle anlatır: İlk nesil göçebedir... Malı, mülkü, kaybedeceği yoktur... Hareketlidir... Yaşama ve içinde olduğu sıkıntıdan kurtulma azmiyle diğer kavimlere üstün gelir, devleti kurar!... 2. nesil babalarının gayreti ile elde edilen refaha konar, bolluğa, rahatlığa alışır, hareket ve azmini kaybeder, tembelleşir... Ancak ilk nesilden çekilen sıkıntıları dinledikleri için tamamen rehavete düşmezler... 3. nesilde dedelerinin çektiği sıkıntıdan hiç bir hatıra kalmaz... Babalarının sağladığı rahat hayat içinde sadece azimlerini değil, şeref ve haysiyetlerini de kaybetseler de umursamazlar... Atalet ve tembellik bariz vasıflarıdır, en ufak bir sıkıntıya dahi tahammül edemez, birbirlerine düşerler... En basit işlerini dahi başkalarına gördürmeye çalışırlar. Toplumu değil, sadece kendilerini düşünmeye başlarlar... Böylece sıkıntıda olan kavimlerin gelip onların elindeki imkanları ele geçirmesine zemin hazırlarlar. Böylece devlet ihtiyarlamış olur ve 4. nesilde yıkılır!..

İbn Haldun'un bu değerlendirmesi pek çok devlet için geçerli olduğu gibi, OSMANLI İMPARATORLUĞU için de adeta bir kehanet değeri taşır... DEVLET, 4. nesil YILDIRIM BAYEZİD'in bütün ataklığına rağmen gurura kapılması, içkiye alışması sonucu yıkılmıştı... 11 yıl sonra tekrar Çelebi Mehmed tarafından tekrar kuruldu... Ondan sonraki 3. nesil Fatih, DEVLET'i yöneten zenginliğe ve rahata alışmış TÜRK kökenli kadro yerine DEVŞİRMELER'i getirerek inanılmaz bir reform yaptı... Böylece DEVLET'in ömrünü uzattı... Ondan sonraki 3. nesil "Kanuni" diye bilinen 1. Süleyman'dır ki, 1. Viyana Hezimeti'nden (1527) sonra işler kötüye gitti. Sultan yönetici kadro ile uğraşacağına, toprakta TIMAR sistemini dejenere eden İLTİZAM'ı getirdi, düzeni bozdu... İsyanlar başladı. Torunu 3. Ahmed (1575) yozlaşan DEVŞİRMELER yerine TÜRK kökenlileri getirmeye çalıştı ama başaramadı... Gayrımemnun YENİÇERİLER(devşirme) İstanbul'da, SEKBANLAR ve SUHTELER(TÜRK) Anadolu'da daha sık isyan eder oldular...Yeniçeriler Sultan Genç Osman'ı öldürdüler... 4. Murad (1623) ve daha sonra Kuyucu Murad Paşa onbinlerce insanı öldürmek zorunda kaldılar... DEVLET'in ömrü bir süre daha uzadı... 50 yıl kadar sonra (1683) 2. Viyana Bozgunu geldi. DEVLET artık ihtiyarlamıştı... 2. Mahmud yine 150 yıl kadar sonra (1839) yönetici kadro ve orduyu yenilemek istedi. TANZİMAT ile BATI'ya yöneldi... Ancak ne o, ne de ISLAHAT işe yaramadı... 2. ABDÜLHAMİD eski sistem uygun siyasetiyle DEVLET'in ömrünü 30 yıl uzattı... MEŞRUTİYET(1908) ile birlikte SERBEST PAZAR ve FERDİYETÇİLİK (özellikle Prens Sabahattin ile) ön plana çıktı... Ama yanlış tercihler sadece 10 yıl içinde ÇÖKÜŞ'ü getirdi... TANZİMAT'tan 80 yıl sonra da OSMANLI DEVLETİ yıkıldı... ATATÜRK nesli yeni DEVLET'i kurdu ve sür'atle geliştirdi... İlk nesil fedakardı, çalışkandı, imkansız denen işleri başardı...Ama onların torunları olan bizler, 75 yıl sonra yine yanlış tercihlerle içine düştüğümüz rehavet yüzünden CUMHURİYET'i bile tartışır hale geldik!...

Biz deriz ki, tamamen ayrı bir tarihi gelişme gösteren BATI devletlerinden alınan "demokratik örgütler"in, "özerk kurumlar"ın, "partiler"in, "meslek kuruluşları"nın, kökü dışarda "dernekler"in sadece kendi mensuplarının menfaatini üstün gören tutumları, "özgürlük-hürriyet" anlayışları gerçek DEVLET ve MİLLET kavramı ile bağdaşmaz!... Bunlar DEVLET'i ayakta tutamaz!.. MİLLET'e huzur getirmez!... Bu uygulama TANZİMAT'ta denendi, DEVLET yıkıldı... ATATÜRK neslinin uygulaması asla BATI'yı taklit değildi!.. Onun için başarılı oldu!..

Aynı şekilde DEVŞİRME-YERLİ(TÜRK) sürtüşmesi de DEVLET'i sarsmıştı... Bu yüzden şimdiki TÜRK-Kürt-Laz, Sünni-Alevi sürtüşmelerinin, hemşehrilik, akrabalık ve aynı okul mezunu olmaktan kaynaklanan ayrıcalıklı davranışların da, bir nevi BÖLÜCÜLÜK olduğu unutulmamalıdır!.. Bunların birbirleriyle çekişmesi, sadece bünyeyi yıpratmakla kalmaz, ruhu da çürütür... Geçmişte nasıl bu ülkede tek bir OSMANLI var idiyse; şimdi sadece TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI vardır, herkes bu açıdan TÜRK'tür, etnik kökeni önemli değildir!.. Etnik köken asla ÖN PLAN'da değildir!

İnsanımızın HAKLAR'ı ve SERBESTİYET'i işte bu anlayışla, DEVLET, MİLLET ve VATAN'a HİZMET karşılığındadır... Yoksa PEŞİNEN bağışlanmış değildir!..

(4)- ATATÜRK bu ilk cümle ile BATI TARZI DEMOKRASİ ve HÜRRİYET tarifini vermiş!.. Daha doğrusu "BATILILAR, bunları böyle anlıyorlar" demek istemiş.

Çünkü hemen arkasından, böyle bir SERBESTİYET'in ANCAK BAŞKA FERTLERİN DE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE CEMİYETİN MENFAATİNİ, DEVLET'İN VARLIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜ TAKDİRDE MÜMKÜN olacağını eklemiş!..

İsterseniz, ATATÜRK'ün kibarca yazdığını, bizce kendi üslubumuza tercüme ederek tekrarlıyalım.

Biz olsaydık ATATÜRK'ün yerinde, "çağdaş demokraside ferdin hürriyetine hiç kimsenin, DEVLET'in bile müdahale edemiyeceğini" okuyunca, tepemiz atar ve:

" Halt etmişsiniz siz!.. Kimsenin müdahale etmiyeceği HAK, ancak MEDENİ, KENDİNİ BİLİR İNSANIN CEMİYET'E YÖNELİK HAKLARI olabilir!..

Bu da onun KİMSENİN HAKKINA TECAVÜZ ETMEMESİ, MİLLET'İN MENFAATİNİ HERŞEYDEN ÜSTÜN TUTMASI, VE DEVLET'İN VARLIĞINA HALEL GETİRECEK DAVRANIŞLARDA BULUNMAMASI KAYDIYLA MÜDAHALEDEN ARİDİR!..

BÖYLE DAVRANMIYANIN HAK'TAN, HUKUK'TAN, HÜRRİYET'TEN, SERBESTİYET'TEN, ÖZGÜRLÜKTEN, İNSAN HAKLARI'NDAN SÖZ ETMEYE HAKKI YOKTUR!.. BAŞKA İNSANLARIN HAKLARINA UYMAYANLAR, HANGİ İNSAN HAKLARINDAN DEM VURABİLİRLER Kİ?.. ONLARA "HAYVAN HAKLARI" BİLE UYGULAMAK CAİZ DEĞİLDİR!.."

derdik.

(5)- Şaka bir yana, bu ifade ile ATATÜRK'ün iki paragraf önceki anlayışı düzene soktuğunu görüyoruz... DEVLET, FERDİ DAVRANIŞLARINI, FAALİYETLERİNİ ÜLKE VE MİLLET YARARINA KISITLAMAKLA GÖREVLİDİR!.. MİLLİ AMAÇLARA UYGUN OLMAYAN HİÇ BİR HAK, HİÇ BİR SERBESTİYET NE FERTLERE; NE DE PARTİ, DERNEK, SENDİKA, HATTA MECLİS GİBİ KURULUŞLARA TANINABİLİR!..

Çünkü artık DÜNYA HAYATI, TOPLUM HAYATI demektir... DEVLET'siz toplumlar eriyip yokolmaya mahkumdurlar. Kızılderililer, Biafralılar gibi!..

Bu son derece açık gerçeğe rağmen, hala ferdi DEVLET'in üstüne çıkaran "ferdin hürriyeti"ni dokunulmaz gören bütün görüşleri artniyetli buluyoruz... Hele bu görüşlerin ATATÜRK'e dayandırılmak istenmesine tahammülümüz yok!.. "Eskiden fert DEVLET için vardı, şimdi DEVLET fert için" diyenlerin amacı; sözde ferdi güçlendirirken, TÜRK DEVLETİ'ni zayıflatmak, sonra da ağacından kopmuş bir YAPRAK haline gelen fertlerin elindeki zenginlikleri kapmaktır.

Şimdi denebilir ki, ABD'de "kişi hak ve özgürlükleri" son safhada, hiç bir ülkede olmadığı kadar geniş. Ama ülke de kalkınmış, devleti güçlü...

Efendim, ABD maceraperest Avupalıların, kızılderilileri yok etmesi ve zencileri sömürmesiyle gelişmiş ve zenginleşmiş bir ülkedir!... Halen de bu grupların, BEYAZLAR'a tanınan haklardan yararlandığını söylemek safdillik olur.

Öte yandan tepedekiler hala hem kendi halkının, hem de dünyanın kanını emer durur!.. Ama kendi halkının sesi çıkmasın diye onlara "üstünün aranmaması, evine girilmemesi, istediğini söylemek, silah satın almak" gibi haklar tanır.

Ama dikkatli bir televizyon izleyicisi bile, Charles Bronson'un DEATH WISH, Clint Eastwood'un DIRTY HARRY dizisi gibi filmlerde, sade Amerikan vatandaşının isyanını görebilir... Bu filmlerin tem'ası, kanunların SUÇLULAR'a bir şey yapamadığını farkeden insanların, ADALET'i kendi ellerine alması üzerine kurulmuştur.

Biz deriz ki, DÜNYA KÜFÜRLE YIKILMAZ, ZULÜMLE YIKILIR!.. Zalim Amerika ve BATI çok yakında direklerini kurt kemirmiş bir SİRK ÇADIRI gibi çökecektir. Aman altında kalmıyalım!..

Görünüşte bu BATI tarzı "özgürlük" fikirleri savunanlar "türk aydınları" iseler de, aslında onlar yabancıların, özellikle BATILILAR'ın megafonudur!.. Zaten "türk aydını" son 160 yıldır hep BATI'nın uşağı, ve çektiğimiz bütün sıkıntıların müsebbibi olmuştur... Bu vebali üzerlerinden atmak için MEHMET AKİF, KEMAL TAHİR, ATİLLA İLHAN gibi MİLLİ YAZARLAR'ın gösterdiği gayretler de yetmemiŞtir.

Biz bunca meselemiz, bunca düşmanımız varken; politikacıların, aydınların, gazetecilerin, işadamlarının kalkıp DEVLET ile uğraşmalarını anlıyamıyoruz!.. Politikacı hem DEVLET'ten maaş alır, hem küfür eder; gazeteci hem resmi ilan almazsa ayakta duramaz, hem de söğer; işadamı bütün servetini DEVLET İHALELERİ'ne borçludur, hem de DEVLET'i çökertmek ister... Bu ne nankörlüktür YARABBİ!.. Yahu, bari önce kendi ayaklarınızın üzerinde durun, sonra içinizdeki kini garazı kusun!

(6)- ATATÜRK her konuda olduğu gibi burada da DENGECİ'dir... DEVLET ferdi HAK ve SERBESTİYET'i kısıtlar ama, bunun da bir sınırı vardır... Yani FERDİ HAKLAR da, DEVLETİN SINIRLAMA HAKKI da sınırlıdır!.. DEVLET, KİŞİNİN İYİYE, GÜZELE, DOĞRUYA ve İLERİYE gelişmesini engelliyemez!.. İşte biz her zaman bu konudaki aksaklıkları müzakereye hazırız.

Ancak bu ifade dahi KİŞİNİN KÖTÜYE, ÇİRKİNE, YANLIŞA ve GERİYE gidişini engellemenin, DEVLET GÖREVİ olduğunu da ortaya koymaktadır... Mesela yayınlanan kitaplar insanlarımızın fikri yapısını, ruh dünyasını bundan 50 yıl önceki yazarlar kadar geliştiriyor mu?.. Musiki parçaları 300 yıl önceki eserler gibi sevgi, çalışma, sabır, gayret, iman gibi duygularımızı geliştiriyor mu?.. Yoksa "oynama şıkıdım, Roma'yı yakarım, dünyanın anasını satıyorum" gibi bizi avareliğe, şiddete veya boşvermeye mi teşvik ediyor?.. Heykeller bize geçmişimizi hatırlatıp gelecekteki amaçlarımızı mı ortaya koyuyor, yoksa müstehçen kartpostallar gibi çoluk çocuğun aklını mı karıştırıyor?..

Yanlış anlaşılmasın... Biz bu zibidi "sanatçı"ların istedikleri melaneti üretmelerine karışmıyoruz... Biz, bu hurdaların fakir DEVLET eliyle SATIN ALINMASI'na, SANAT sayılıp meydanlara dikilmesine, radyo-televizyonlardan halka YAYINLANMASI'na itiraz ediyoruz. DEVLET'in onların DESTEKÇİ'si olmasına, REKLAM'ını YAPMASI'na kızıyoruz... Kısıtlama istediğimiz nokta bu!..

Çünkü bu uygulamanın kalkması dahi "yoldan çıkmış"ların nafakasını kesecek, ve doğru yola gelmelerini sağlıyacaktır... Eh, bu kadarını istemek te, bizim "kişi özgürlüğümüz" olsun!..

(7)- ATATÜRK'ün en önemli sözünü en sona sakladık... Daha önce de verip açıkladığımız bu ifade,(Bakınız: CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ yazımız) bütün gerçeği ortaya koymaktadır... Orada da söylediğimiz gibi, YAŞAMA HAKKI bile SORUMLULUKLAR'ın yerine getirilmesi, MİLLETİN İRADESİ'ne uyulması şartıyla kaimdir... Yoksa, MEYDAN parasına, bileğine güçlü zalimlere, ülkesini milletini satmaya hazır hainlere kalır!.. "Hürriyet" onların işine yarar. Zaten gariban vatandaşın "daha fazla hürriyet" gibi bir talebi yoktur. "Hürriyet, özgürlük" diye yırtınanlar bu tiynetteki insanlardır.

***

> İÇİNDEKİLER< > KÜLTÜR ÜZERİNE SÖZLERİ <