SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR 3

(9) Burada ATATÜRK'ün HEYKEL ve RESİM üzerine sözlerini görüyoruz. Belki bir kaç tane daha vardır ama, bizim bulabildiklerimiz bunlardır.

Biz ATATÜRK'ün HEYKEL, RESİM yapma ile, MEDENİYET arasında kurduğu bağlantıyı biraz MÜBALAĞALI olarak değerlendiriyoruz. Evet, GREK, ROMA, FLORANSA medeniyetlerinde HEYKEL ön plana çıkmış olabilir. HİNT, ÇİN, GÜNEY ASYA medeniyetlerinde de bol heykele rastlanabilir. Ama bu "HEYKELSİZ medeniyet olmaz" anlamına gelmez. İSLAM, OSMANLI ve diğer TÜRK medeniyetleri yüzyıllarca HEYKELSİZ varlığını sürdürmüştür. RESİM de öyle!..

Yazının kâğıdın yaygın olmadığı dönem ve bölgelerde bilgileri mesajları TAŞA KAZIMAK bir iletişim metodu idi. Dinler, inançlar da bu oymalar yontmalar yoluyla yayılırdı. Yani FONKSİYONEL bir yönü vardır HEYKEL yapmanın... Afrika'daki heykel ve masklar geçmiş medeniyetlerinden kalmadır. Mısır'daki, Hindistan'daki, Çin'deki heykeller DİN ve FELSEFE eğitiminin bir parçası idi.

Ama günümüzde bunlar artık SÜSLEME sanatlarıdır. Yani REFAH'a kavuşmuş milletlerin oturdukları mekânları süsleme, güzelleştirme arzusunun ürünleridir. Yani karnı aç toplumlar, fakir milletler, kalkınamamış ülkelerde fazla görülmezler. HEYKEL ve RESİM kalkınma ve medeniyet getirmez. MEDENİYET ve ZENGİNLİK varsa, HEYKEL ve RESİM gelişebilir. Dikkat edin, GELİŞİR demiyoruz, GELİŞEBİLİR!..

"Modern" anlamda RESİM ve HEYKEL öyle ŞİİR, DESTAN, MÜZİK gibi "halka inmiş" sanat dalları da değildir. Yani dünyadaki 6 milyar insandan büyük çoğunluğunun hiç HEYKEL, RESİM merakı olmadığı gibi, "medenî" Hıristiyan Batı dünyasının 500 milyonluk nüfusu için dahi, "sosyetik" bir meraktan öteye gitmez. Hem de yüzlerce müze, galeri, ressam olmasına; meydanlar parklar heykellerle süslü olmasına rağmen!..

Avrupa ve Amerika'da her yıl yüzlerce, binlerce RESİM ve HEYKEL yapılmasına rağmen; bunların arasında dünyaca şöhret kazananı parmakla gösterilecek kadar azdır. Hele heykelde hiç biri RÖNESANS dönemindeki emsallerinin seviyesine ulaşamamıştır. Resimde denince de akla derhal MONA LİSA gelir. Demek ki aradan geçen asırlar, medeniyetin "ilerlemesi", ressamların atalarını geçmesini sağlamamıştır. Sebep açıktır. SANAT; TEKNOLOJİ ve MEDENİYET'ten çok KÜLTÜR meselesidir.

Kaldı ki, SÜSLEME sanatları bundan ibaret değildir. Bizim MİNYATÜR, EBRU, İŞLEME, DOKUMA, ÖRME, KAKMA, OYMA, BEZEME, KAPLAMA gibi pek çok sanatımız vardır. Bunlar en ücra köyden, en mütevazı eve kadar kendini kabul ettirmiştir. Hangimizde el dokuması bir halı, dantel işli yatak örtüsü, sedef kakmalı çekmece, oymalı raf, bezemeli tahta kaşık yoktur ki?..

ATİLLA İLHAN, HANGİ BATI kitabında bir Fransız dostunun pazarlarımızı dolaşırken, "Siz ne kadar SANATKÂR ruhlu bir milletsiniz" diye hayret ettiğini yazar. Sebebini sorunca Fransız şu cevabı verir: "Çünkü insanlarınız PLASTİK bir tabağı, fincanı bile süslüyor, boyuyor. Bizde hiç böyle yapmazlar, maliyeti kurtarmaz, zahmetine değmez, diye düşünürler." ...

Öyleyse ATATÜRK'ün RESİM ve HEYKEL yapılmasını, o tarihte hiç olmayan HEYKELTRAŞ ve daha fazla RESSAM yetişmesini istemesini; MEDENİYET, KALKINMA ve İLERLEME'den başka bir amaç için yorumlamak durumundayız. Kendisi o ifadeleri kullanmasına rağmen!

Bizce ATATÜRK, PUTA TAPMA döneminin sona erdiğini, RESİM ve HEYKEL'in PUT olarak görülüp yasaklanmasının doğru olmadığını, bu dallarda çalışmak isteyenlere kötü gözle bakılmamasını sağlamak istemiştir. Sözünün muhatabı YOBAZLAR'dır. Bu açıdan da haklıdır.

Ama bu ifadeler eline her fırça alanın "ressam", her çekiç kapanın da "heykeltraş" olduğunu göstermez. Hele ki "modern heykel yapıyorum" diye paslı demirleri, çöp artıklarını bir araya getirip sergi açanları, HURDACI seviyesinden üste çıkarmaz.

RESSAM, eğer kendi insanının TARİH'ini, KÜLTÜR'ünü biliyorsa, kendisi de KÜLTÜRLÜ ise RESSAM'dır, SANATKÂR'dır... RESİM, eğer ATATÜRK'ün genel SANAT tarifine uygun ise, RESİM'dir, SANAT'tır... RESİM, GÜZELLİĞİN İFADESİ olmalıdır. Seyreden de GÜZEL ve ÜSTÜN DUYGULAR yaratmalıdır. Yaratamıyorsa RESİM olmaz, çiziktirme olur.

Burada yine bir hatıramızı nakletmek isteriz: Kendini “eşsiz ressam” sanan ayyaş bir herifle tanışmıştık. Resimden fazla anlamadığımız için, aldığı alkolün etkisiyle yaptığı bütün densizliklere hoşgörü ile tahammül ediyor, bir yandan da bu kişide herhangi bir SANAT pırıltısı olup olmadığını tesbite çalışıyorduk. Küçük bir portre gösterdi. Üzerinde çirkince bir kadının resmi vardı. Klasik tarzda çalışmış, ancak kadının suratını sanki pala darbesi yemiş gibi bir çizgiyle yarmıştı... Gayet safiyâne, bu çizgiyi neden güzel sayılabilecek bu portreye eklediğini sorduk. Küstah bir edayla "Çirkinleştirmek için" dedi. O zaman da en tabii soruyu sorduk: "Madem çirkinleştirecektiniz, neden baştan güzel yaptınız?" dedik. Adam cevap vereceğine birden sinirlendi, küfür etmeye başladı!..Tabii "sanat tartışması" orada sona erdi... Anladık ki, bu adamın bizim yukarda belirttiğimiz anlamda en ufak bir SANAT zihniyeti yok. Üstelik, SANAT'la uğraştıkça yontulacağına, iyice hödükleşmiş!

RESSAM her zaman GÜZEL konuları işlemez elbette, ama seyredene yansıttığı GÜZEL olmalıdır. Meselâ HARB, bir FELAKET'tir, ACI doludur. SANATKÂR bunu tuvale yansıttığı zaman seyredenin yüreği sızlıyorsa; içinden o felâkete düçar olanlara yardım etmek geliyorsa; o resim ESER olur. Sadece içi kararırsa, olmaz. Çünkü ÜMİTSİZLİK, KÖTÜMSERLİK zararlı bir duygudur. Hiç uyandırılmaması evlâdır.

Bu belirttiklerimiz HEYKEL ve HEYKELTRAŞ için de geçerlidir. ÇİRKİN, NE İDÜĞÜ BELİRSİZ, MÜSTEHCEN nesneler HEYKEL sayılamaz. Bunlar meraklıları için bir galerinin ücra bir köşesinde tutulabilir ama, binlerce insanın her gün dolaştığı meydanlara parklara konulamaz.

Burada önemli bir hususa değinmek istiyoruz... Bilindiği gibi ATATÜRK ülkemizde HEYKEL olmadığı için yabancı heykeltraşlar getirip o zamanın büyük şehirlerine kendi heykellerini diktirmişti. Bunların içinde SAMSUN ATATÜRK HEYKELİ bizce gerçekten güzeldir. Sonra da BARBAROS HAYRETTİN PAŞA gibi TÜRK büyüklerinin de heykelleri yapıldı. Buna da hiç itirazımız yok.

ATATÜRK'ün HEYKEL istemesindeki amaç, PUTPERESTLİK korkusu ile bu sanattan uzak kalınmasını önlemekti. O, ASLA KENDİ HEYKEL VE BÜSTLERİNİN BİRER PUTA DÖNÜŞMESİNİ İSTEMEMİŞTİ!.. ATATÜRK DÖNEMİNDE HEYKELLER ÖNÜNDE TAPINIR GİBİ ACAİP TÖRENLER ASLA YAPILMAMIŞTIR!.. BU ÂDET, her kötü uygulama gibi, MANDACI İSMET ZAMANINDA BAŞLADI! Menderes döneminde, yani İsmet'ten kurtulunca, büyük tepki gördü. Heykel kırma olaylarına o tarihlerden itibaren rastlanır oldu.

Biz deriz ki, eğer ATATÜRK bugün yaşayıp ta BAYRAM günlerinde, kendi ölüm yıldönümünde insanların kendi heykelleri önünde saf saf dizilip, selâm verip, boyun büktüğünü görseydi; bunu yaptıranların suratına tükürür, heykellerini de büstlerini de yıktırırdı! Çünkü o HEYKEL yapılmasını, PUT zihniyetinden kurtulmak için istemişti, kendi HEYKEL'inin PUT'a dönüşmesi için değil!

ATATÜRK, fikirlerinin yazılı olduğu kitapların bol bol basılıp okunacağı kütüphaneler açılacağına, salonlarda toplanılıp fikirleri tartışılacağına; heykellerinin önünde acaip törenler düzenlenmesini eminiz ki, PUTPERESTLİK sayardı!

Bizim dinimizde, ne kadar büyük olursa olsun, bir insanın TÜRBE'sini bile kutsallaştırmak doğru değildir. Çünkü o türbenin altında, o kişinin sadece kemikleri kalmış, naciz bedeni toprak olup gitmiştir. Hiç bir kimsenin resmi, büstü, heykeli KUTSAL bir değer taşımaz!.. Ancak SANAT değeri olabilir. Bu yüzden bir ATATÜRK resmi, bir ATATÜRK heykeli, eğer GÜZEL ise, korunmaya layıktır. Ama sanat eseri olarak!..

O ESER'in ATATÜRK'ün şahsıyla en ufak bir bağlantısı yoktur. Giydiği şapka, parçalanmış saati kadar bile ATATÜRK'e âit değildir ki, özel bir saygı görsün! Bizce bir ATATÜRK RESMİ veya HEYKELİ bize ATATÜRK'ün yaşadıklarını, çektiği sıkıntıları, yaptığı büyük işleri ve nihayet fikirlerini hatırlatabildiği kadar değer taşır!

Bugün YAHUDİLER bile MİCHEL ANGELO'nun yaptığı, ve adeta CANLI gibi durduğu için "Ne duruyorsun, konuşsana!" diye bağırarak çekicini fırlattığı MUSA heykeli önünde böyle seromoniler yapmıyorlar. Bırakınız bunları, dedenizin resmine bakıp FATİHA okuyor musunuz?..

Maalesef ATATÜRK'ün PUTPERESLİĞİN KALKTIĞINI göstermek için diktiği HEYKELLER, tersine 1940'lardan itibaren bir ATATÜRK HEYKELİ PUTPERESTLİĞİ'ne yol açmış; işin kötüsü bu PUTPERESTLİK gerçek ATATÜRKÇÜ tavrın yerini almıştır. BATI HIRİSTİYAN dini adetlerinin bir kopyası olarak kabirlere, heykellere çiçek, çelenk koyma alışkanlığı yaygınlaşmıştır.

Halbuki İSLAM'da kabirlere çiçek konmaz; çiçek veya ağaç dikilir. ÖLÜ'ye ÖLÜ ÇİÇEK gitmez. ÖLÜ'den DİRİ çıkartan ALLAH'ı hatırlattığı, HAYATIN SONSUZLUĞU'nu gösterdiği için ÖLÜ toprağına DİRİ ağaç dikilir!..Onun için mezarlıklarımız, türbelerimizin etrafı selvilerle, ağaçlarla, çeşit çeşit çiçeklerle kaplıdır.

MÜSLÜMAN TÜRK insanında HEYKEL önünde yapılan bu acaip törenler, HZ. İSA'nın PUT sayılan İKONA ve HEYKELLER'i önünde yapılan tapınmaları hatırlatmaktadır... Küçük bir ilkokul öğrenci iken, bir kabahat yaptığımızda okuldaki ATATÜRK büstünün önünden geçerken "azarlıyacak" diye korktuğumuzu eklersek, bu yanlış uygulamanın çocuklar üzerinde ne istenmeyen etkilere yol açtığını sanırız, anlatmış oluruz.

Bizce bir HEYKEL'e yapılabilecek tek şey, onu TEMİZ tutmaktır!

Bu anlattıklarımızın çok şaşırtıcı geldiğini hissediyoruz. Ama ne yapalım, biz ŞEKİL ve HEYKEL ATATÜRKÇÜSÜ DEĞİLİZ!.. Biz ATATÜRK'ün RUH'uyla, PRENSİPLERİ'yle, ÜLKÜ'süyle ilgiliyiz. Sokakları, salonları SANAT'tan hiç nasibini almamış ATATÜRK heykel ve resimleri ile doldurmaktansa; kütüphaneleri onun hakkında yazılmış kitaplar ile doldurmayı yeğ görürüz.

Bu yüzden onun yanlış bulduğumuz bir uygulamasını tenkit etmeden geçemiyeceğiz... ATATÜRK, HEYKEL çekingenliğini kırmak için heykellerini diktirdi. AFYON'a da o bölgedeki tutuculuğa nisbet olsun diye düşmanı ezdiği ÇIPLAK heykelini dikti... Eminiz ki, bu sadece kendi fikri değildi. Başkalarının telkinlerinin etkili olduğuna inanıyoruz... Yoksa ATATÜRK, kendisini ADAB ve ERKÂN'a, halkın umumi TEMAYÜL'üne aykırı olarak, amiyâne tabirle "daltaşak" gösteren bir heykeli diktirecek tiynette bir insan değildi. Kimsenin karşısına ÇIPLAK çıkmamıştı ki, ÇIPLAK heykelini yaptırsın!..

ATATÜRK içki içmesine ve kadınlara düşkün olmasına rağmen hayatında bir kere bile beyanlarında ağzını bozmamıştır. Özal gibi "kıç üstü oturturum"; Erbakan, Çiller gibi "sizi gidiler (pezevenkler) sizi!" dememiştir. O son derece EDEBLİ, AHLÂKLI, KİBAR davranışı ile halka örnek olmuştur. Kabahatini gizli tutmasını bilmiştir... Böyle bir adam niye TEŞHİRCİLİK yapsın?..

Kaldı ki, hiç bir Japon imparatoru, hiç bir İngiliz kralı, hiç bir Arap şeyhi, hiç bir Amerikan cumhurbaşkanının; dünyadaki hiç bir DEVLET REİSİ'nin çıplak heykeli, resmi, fotoğrafı yoktur!.. DEVLET REİSİ piyasa artisti değil ki, çıplak görünüp reklâm yapsın!.. ATATÜRK'ü kendi döneminde dahi bu durumlara düşüren, böyle bir rezalete razı eden başbakan İsmet ile dönemin uyduruk sanatçılarına lânet olsun!..

Aslında ÇIPLAK heykel, ÇIPLAK resim, eğer kişiyi yalnız başına hamamda veya sevişirken göstermiyorsa, REALİST bile değildir!.. Çünkü TÜRKİYE'de çoğu insan yalnızken bile örtülü yıkanır. Çok şükür, hâlâ TÜRKLER'in gittiği bir ÇIPLAKLAR KAMPI'mız yok!.. Çıplaklık sadece BATI'ya özenerek "nud" çalışan GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ'nde, boyalı basında ve ahlâksızlığı ayyuka çıkmış "artist"lerimizde görülür. Halk üçünü de hoş karşılamaz. Çünkü TABİİ değildir. HAYAT, bütün canlıları tüy ve kıllarla örterek ÇIPLAKLIK'tan korumuştur. Hiç bir ERKEK veya DİŞİ HAYVAN'ın çinsiyet organı ortada değildir!. Zoolojide "Kıçı açık maymun" diye bilinen bir tür hariç!.. ALLAH onu da çirkinliği ibret olsun diye yaratmıştır! Gereksiz çıplak gezenler o maymuna benzer! Diğerlerinde sadece hacet giderirken veya çiftleşirken görülür.

Hal böyle iken ÇIPLAKLIK nasıl "sanat" haline geldi?.. Kaynağı ne?.. Kaynağı, ahlâk düşüklüğü ile meşhur GREK medeniyetidir!.. GREKLER spor müsabakalarını çıplak yaparlardı. Görmedikleri tanrılarının bir kısmının da çıplak heykellerini yontmuşlardı.

Biz bu uygulamada pornografi, en azından erotizm seziyoruz. O tarihlerde Playboy, Haftasonu gibi dergiler, seks filimleri gösteren sinemalar, vidyo kasetler, CD’ler , Star ve Show TV’nin kırmızı noktalı filimleri, Digi'nin seks kanalları yoktu... Kadınları, erkekleri öyle çıplak halde meraklılarına gösterebilmenin hemen tek yolu çıplak heykeller idi… O devrin sanatçıları da öyle yapmışlar ve eminiz bu yolla epey para ve şohret kazanmışlardır..

Çıplaklık Grekler’den ROMALILAR'a geçti. ROMALILAR, harem-cariye-oğlan âlemleriyle şöhret yapmışlardır... Onlardan da İtalya'daki sanatçılar etkilendi. ÇIPLAK resim ve heykel yapmak MODA oldu. Kısacası yüzlerce yıl erotizm ve pornografi resim ve heykel tarzında dini konulardaki eserlere bile girdi, halkın “seyir” ihtiyacını yönelik olarak faaliyet gösterdi… BATI'da ve eski Sovyetler'de toplu halde ÇIPLAK yıkanmak alışkanlığı da bu uygulamanın etkisiyle sonradan yayıldı…

Ama TÜRKİYE'de, İSLAM ülkelerinde, hatta çok az örtünülen Afrika ve Pasifik adalarında bile ÇIRILÇIPLAK dolaşmak ayıptır. Başkalarına saygısızlıktır. Bunun reklâmı, propogandası yapılamaz.

Aslında bu, EDEB açısından değer taşıması bir yana, karşı cinse ilginin devamı açısından büyük önemi vardır. Çıplaklığı kanıksamış toplumlarda eşlerin birbirine duydukları ilgi azalmıştır. Bu hem erkekleri, hem de kadınları sapıklığa itmektedir. Seksi kanıksayan insanlar, aslında kısıtlı olan bu faaliyete sevgilerini, duygularını katıp geliştireceklerine; tatbikatı çeşitlendirmeye kalkmışlar; böylece ağızla ilişki, ters ilişki, kadın kadına, erkek erkeğe, çocuklarla, hayvanlarla ilişki gibi İNSAN HAYSİYETİ'ne yakışmayan, kadını küçümseyen, erkeğe şahsiyetini kaybettiren, toplumu dejenere eden, çocuklara ızdırap veren, ve en mühimi CİNSİ HASTALIKLAR'ın (belsoğukluğu, frengi, AİDS, vs.) geçmişte hiç olmadığı oranda yayılmasına yol açan bir hal almıştır... Biz bu yüzden çıplaklığı KÖTÜLÜKLERİN ANASI olarak görürüz.

Aslında bu, BÜTÜN DİNLER'in görüşü olduğu gibi, "Grek" sayılan ANADOLU kökenli İYON FELSEFESİ'nde de böyle kabul edilir... HERODOT meşhur TARİHİ'nde bazı kavimleri "edep-ahlâk bilmedikleri için çıplak dolaşmak"la suçlar!.. 5000 yıl öncesine ait Mezopotamya kil tabletlerinde EDEB-AHLÂK ifadeleri yer alır ve çıplaklık kınanır!.. Ne yazık ki, BATILILAR ve RUSLAR felsefeyi değil de, Grek ahlâksızlığını örnek aldıklarından evde çocuk-çoluk önünde çıplak dolaşmayı, spor salonlarında, saunalarda, askerlikte, hapishane duşlarında çıplak, hatta kadın-erkek bir arada yıkanmayı ve çıplaklar kampı kurmayı marifet sayarlar... Bu âdetlerin hiç biri TÜRK ve İSLAM geleneklerine uymaz.

ÇIPLAK SANAT ESERİ hiç olamaz mı?.. Olabilir. Ama, dediğimiz gibi, ya hamam, ya da sevişme konusu işleniyorsa!.. Ve ŞEHVET DEĞİL, HAYRANLIK uyandırıyorsa!.. Onun dışındakileri ne REALİST, ne İDEALİST, ne de "sanat" olarak yorumlarız.

ATATÜRK'ün AFYON HEYKELİ'ni de ATATÜRK döneminde dikilmiş olmasına rağmen, ATATÜRK'E SAYGISIZLIK olarak değerlendiririz. Mutlaka kaldırılmasını isteriz! Ayıp değil ya, bu da bizim "fikir özgürlüğü" gereği açıkladığımız SAF düşüncemiz!

(10) Gördünüz mü ATATÜRK HEYKELTRAŞ yetişmesini neden istemiş?.. ECDADIMIZ'ın güzel heykelleri yapılsın diye!... Onların yaşadıkları hatırlansın, acı olaylar bir daha tekrarlanmasın, zaferler gururla yadedilsin diye!... Her gören merak etsin, sorsun, araştırsın... Böylece ECDADIMIZ hakkında yeni araştırmalar, radyo, TV programları yapılsın, gazetelerde seri yazılar yayınlansın ciltler dolusu kitap yazılsın diye!.. Bu alışkanlık, zamanımıza, hatta geleceğimize yansısın diye!.. Yoksa iciş bücüş nesneler meydanlara, parklara dikilsin de, millet karşısına geçip "Nedir bu hilkat garibesi?" desin diye değil!.. Öyleyse AFYON KARAHİSAR HEYKELİ dahil, sağda solda sergilenen bütün heykeller bu gözle değerlendirilmeli ve uymayanlar kaldırılmalı, veya onları "sanat" sayanlara satılmalıdır.

Bizce bu ifade sadece HEYKEL sanatını değil; RESİM, ROMAN, ŞİİR, MUSİKÎ, SİNEMA, FOTOĞRAF, hatta KARİKATÜR dallarını da kastetmektedir. SANAT, GÜZELLİĞİN İFADESİDİR!.. GÜZEL VE YÜCE DUYGULAR YARATMALI, GEÇMİŞİMİZİ ÖĞRETMELİ, GELECEĞİMİZİ AYDINLATMALIDIR!.. Böyle RESİMLER, ROMANLAR, FİLMLER hep insanımızın EĞİTİM'ine, ZEVK'inin gelişmesine ve CEVVALİYET'inin artmasına hizmet etmelidir.

Oysa ülkemizde "sanat" deyince, bazılarının karaladığı, çiziktirdiği, tıngırdattığı saçmalıklar yığınına, onların gözüyle "enayi" sayılan çoğunluğun para akıtması, bu güruhu beslemesi dütünülmektedir.

Meselâ zibidi heykeltraşın biri, SHP döneminde ANKARA Belediyesi'ni kazıklayıp sattığı çarpuk çurpuk heykeli "yerine koymadı" diye, yeni Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında tazminat davası açtı. Hemde parasını tıkır tıkır aldığı halde!.. Neymiş, beyfendinin sanatına gereken saygı gösterilmiyormuş!.. Yahu, para benim değil mi?.. Verip aldıktan sonra MONA LİSA TABLOSU olsa, ister asarım, ister yakarım!.. Sizin savunduğunuz "mülkiyet hakkı" böyle demiyor mu?..

Yook, şimdiki "sanatçı"lar hem o ne idüğü belirsiz ürünlerini astronomik rakamlara satmak isterler, hem de sattıktan sonra tekrar sahiplenip kullanımına karışırlar. Kasetten filme, kitaptan heykele bu böyledir...

Bizce bu anlayış, bir manavın sattığı elma için "sadece sen yiyeceksin, başkasına yediremezsin" diyerek müşteriye tahdit koymasına benzer. Bu kadar saçmadır. Böyle davaları aklı başında hâkimlerin baştan "saçma" diye reddetmesi gerekir. Hatta bir de "mahkemeyi fuzulî işgal"den uyduruk sanatçı hakkında dava bile açılabilir... Zaten herifin esas amacı aynı süprüntüden bir kere daha para kazanmak!

SANAT istismarı ile ilgili olaylar anlatmakla bitmez...1995 yılında bazı Refah Partili milletvekilleri bütçe görüşmeleri sırasında OPERA ve BALE'ye ayrılan tahsisatı yüksek bulmuş, bunun gereksiz olduğunu belirtmişlerdi. Kıyamet koptu!.. Hemen bir "sanatı seviyorum" kampanyası başlatıldı!..

Yahu, SANAT'ı sevmeyen, TABİAT'ı sevmiyen olur mu?.. Böyle kampanyalar bizce SANAT'taki yozlaşmayı, TABİAT'ın tahribini kolaylaştırmaktan, dikkati aksi yöne çekmekten batka ite yaramaz.

Öyle olduğunu, OPERA'da çalışan bir SANATKÂR ile karşılaşınca anladık. Bu zat bize OPERA, BALE ve TİYATROLAR''da yüzlerce kişinin torpille "sanatçı" sayılıp kadroya yerleştirilidiğini; sonra da eserler sahneye konulurken "solist"lerden çoğu işe yaramadığından "koro"dakilere solist rolü verildiğini; pek çok kaabiliyetli gencin kadro şişkinliğinden işe alınamadığını anlattı... Biz de bir yakınımızın defalarca BALE sınavını kazanmasına rağmen kadro alamadığını, sonra yedek listedekilerin "balerin" kadrosuna oturduğunu, o kızcağızın da gece gündüz provaya katılıp "parça başına" ücret aldığını biliyorduk. Ama yozlaşmanın bu boyutta olduğunu aklımıza getirmemiştik.

İşte RP'li milletvekilinin parmak bastığı konu buydu... Ama "sanat" çakalları gerçeği gözden saklıyarak, onu "sanat düşmanı" göstermeyi başardılar.

Yine Kültür Müsteşarı olarak görev yapmış çok değerli bir zattan SİNEMA "sanatçısı" yönetmenlerimiz hakkında dinlediklerimiz, tüylerimizi diken diken etti... Bu zat göreve gelince sinema yönetmenleri ile bir toplantı yapıp, "DEVLET'in kendilerine yardım etmeye hazır olduğunu, ancak TÜRKİYE aleyhine, TARİH'imizi kötü tanıtan, bizi küçük düşüren filimler yapmamaları gerektiğini" söyler... Yönetmenler, ses çıkarmadan, başları önde dinlerler. Toplantı sonunda bir tanesi yanaşır, "Boşuna çenenizi yoruyorsunuz, beyfendi," der. Ve ekler: " O filimlerin hepsi yurt dışından ısmarlamadır. Senaryoları bile hazır gelir. Ödül garantisi vardır. Çekimine de çok para akıtırlar!.. Sizin vereceğiniz yardım onların desteği yanında devede kulak kalır!"... Yani Cannes Film Festivali'nde 1. olan YOL filminden, İSTANBUL KANATLARIMIN ALTINDA'ya , HAMAM filmine kadar ne kadar bu çeşit film varsa, hepsi gavurlar istediği için TÜRKİYE'yi kötülemişlerdir!.. Bunları yapanlara "sanatçı" değil, HAİN denir!

Filmler böyle de ROMANLAR değil mi?..BOĞAZKESEN adıyla sözde bir "roman" yazan zibidi, bu adla İSTANBUL BOĞAZI'na yapılan ve bu adı taşıyan HİSAR'ı değil; İSTANBUL'u alan FATİH SULTAN MEHMED'i kastetmektedir!.. O kadarla kalsa, iyi!.. Bu herif kitabının çeşitli yerlerinde FATİH'i oğlancı, esirleri kazığa oturtan bir sapık gibi göstermiş... AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ'ne üçkâğıtçı bir molla hüviyeti vermiş! Tarihi olayları tümden çarpıtması bir yana, FATİH'le ilgilenmenin bile insanı KAATİL yapacağı mesajını vermek için, "roman"ın sonunda terörist sevgilisini boğazını keserek öldürmüş!.. İnsanın içinden asıl bu herifi kazığa oturtmak geliyor!

Halbuki Rıza Nur, MİLLİ MÜCADELE ve LOZAN BARIŞI dönemlerinde yurt dışında TÜRKİYE dışında lehimize çıkan yazıların hepsinin MUSTAFA KEMAL tarafından para ödenerek yazdırtıldığı belirtir... Bu yazar-çizerlerin hepsi aynı soydan demek ki!.. Tek fark, eskiden biz para ödeyip lehimize yazdırıyormuşuz gavur yazarlarına; şimdi gavurlar para ödeyip bizim yazarlara, aleyhimize yazı yazdırtıyorlar, film yaptırıyorlar!... Gördünüz mü "atatürkçülük" ne hale gelmiş?..

Geçenlerde bir ABD senatörü ATATÜRK'ü kendine örnek aldığını, onun çağın en büyük insanı olduğunu söyledi. Bizim "aydın"lar kasıla kasıla bir hal oldular... Aslında sadece o senatör değil; galiba ABD'li YÖNETMENLER de ATATÜRK'ün SANAT konusundaki fikirlerini dinliyorlar!.. Neden mi?.. Belki sizin de dikkatinizi çekmiştir, hemen bütün Amerikan filmlerinde hâkimler, müdürler, polis şefleri ya ZENCİ'dir, ya da KADIN!.. Halbuki ABD'de ZENCİLER'in oranı %10'dur. Yönetici, hâkim filan olanı da parmakla gösterilecek kadar azdır. Hele kadınlar öyle kolay yönetici, hâkim filan olamaz. Ama HÜKÜMET politikası olarak bu düşünceler insanlara film içinde çaktırmadan aşılanır. Yani SANATKÂRLAR sanatı halka İYİ MESAJLAR vermek için yapar... Bunu bizdekilere söyleseniz, hemen kuyruğuna basmış it gibi, "Olur mu?.. DEVLET sanata müdahale eder mi?" diye feryat ederler. İsterler ki, DEVLET milyarları akıtsın, ama "sanatçı"lar bildiğini okusun!

Bu kadarla da kalmaz... En uyduruk Amerikan filminde dahi, HAÇ şeklinde küpe veya kolye takmış birisi, veya kilisede bir düğün ya da cenaze merasimi, dua eden bir papaz, veya odanın köşesinde bir İSA heykeli mutlaka görülür. Yönetmenler, yurt dışına da sattıkları bu filmler ile HIRİSTİYANLIK propogandası yaparlar...

"Bir görüntü ile propoganda, reklâm mı olurmuş?" demeyin... Olmasa, menejer bozuntusu Ahmet Sun, şarkıcı Mustafa Sandal'ı ayakta uyutup "Araba" klipine TUBORG görüntüleri sokarak 3.5 milyar lirayı cebe indirebilir miydi?..(1996)... Kaldı ki, biz çevremizde pek çok "tatlısu frengi" tipli "aydın"ın, "şu BATILILAR'a hayranım şekerim. Nedir o kiliselerin temizliği? Biz de hıristiyan olsaydık, hem pislik olmazdı, hem de kolay kalkınırdık," dediğini çok duyduk... Daha da kötüsü, mazbut, hatta dindar ailelerin 10-15 yaşlarındaki çocuklarının filimlerden gördüğü şekilde boyunlarına haç takmayı marifet saydıklarına şahit olduk… Bizde bir filmde ezan okunsa, "lâiklik elden gidiyor" diye kıyamet koparanlar, gavurların bu propogandalarını nedense pek tabii bulurlar.

Bahsetmediğimiz bir KARİKATÜR-MİZAH dalı kaldı... Ona da ucundan kıyısından değinelim: 1950'li yıllarda yaşamış olanların hafızasından silinmeyen AKBABA dergisi, Oğuz Aral'ın UTANMAZ ADAM, KİBAR HIRSIZ, Turhan'ın ABDÜLCAMBAZ'ı, Aziz Nesin'in hikayeleri vardı... 1970'li yıllara kadar bu seviyeli, ülkenin ve insanımızın meselelerine tatlı tatlı dokunduran yazılar, karikatürler vardı. Baktığınızda dudaklarımızda bir gülümseme belirir, konu günlerce aklımızdan çıkmazdı.

Aziz Nesin İLHAM PERİSİ'ni kaybedip MİZAH yazamaz olunca etrafa, kendini yıllarca el üstünde tutan MİLLET'ine çamur atmaya başladı. İnsanları güldürürken düşündüren bu insan, son yıllarında içlerini kararttı.

Karikatüristlerimiz ise, 1970'den sonra SOL'a meylettiler. Sanki MİZAH'ın SAĞ'ı, SOL'u olurmuş gibi!.. Bir de KARA MİZAH safsatası çıkardılar. Akıllarınca dünyada bu kadar sorun varken, insanları güldürmek olmaz, diyecekler... Böylece LİMON, LEMAN gibi mecmualar iç açacağına RUH karartmaya başladı. O güzelim çizgili karikatürler, iciş bücüş çirkin yaratıklara dönüştü. Üstelik bu "Fredi'nin Kabusu" tarzı yaratıklara en sapık cinsî ilişkileri yaptırmakta, en adı küfürleri söyletmeye başladılar.

Hiç çirkinlikle MİZAH olur mu?.. Kim demiş ki MİZAH mide bulandırmaktır diye?.. Küfüre gelince, bu işin üstadı Neyzen Tevfik bakın ne diyor:

Her ne kadar derlerse
Latife latif gerek,
Küfür ruha gıdadır
Bilmez misin, PEZEVENK!

Yani KÜFÜR dahi ŞAİRÂNE edilirse MAKÛL olur, ARABACI ağzıyla hep aynı "..mına koyim, .iktir" sözleri ile MİZAH olmaz.

Sonunda ne oldu?.. On kadar mizah dergisinin trajı 1995 yılında dahi, 1970'de 2 derginin tirajına ulaşamıyor...Bizim zibidi karikatüristler bu düşüşü "halkın kültürsüzlüğü"ne veriyorlar!.. Kabahatı kendi çirkef paçavralarında arıyacaklarına, üstatlarına uyup MİLLET'e çatıyorlar!

Bir de şu TELİF HAKLARI meselesi var... Biz bir SANATKÂR'ın tıpkı ZENAATKAR gibi ESER'inden para kazanmasına karşı değiliz. Hatta NADİR eserler meydana getirenlerin bundan zengin olmasına da itirazımız yok. Başkalarının SANATKÂR'ın sırtından ondan fazla para kazanmasını da istemeyiz...Ama hiç bir ürün piyasaya çıktıktan sonra dahi tek bir kişiye tapulanamaz! Hiç kimse tek bir ESER meydana getirip ondan sonra bütün ömrü boyunca sırtüstü yatıp o ESER'den gelen para ile geçinmeyi bekleyemez. Bütün SANAT ESERLERİ, o eserin meydana getirildiği ÜLKE'nin MAL'ıdır. Hatta İNSANLIĞIN MALI'dır! Bu yüzden kişinin "telif hakkı" bahane edilerek o ESER'in MİLLET'e ulaşması engellenemez. Hele ESER'in MÜELLİF'i öldükten sonra bu "hak" onun varislerine devredilemez! O varisler hiç bir şey üretmemitlerdir ki!

Bu yüzden kitapların çoğaltılması, filmlerin gösterilmesi şiirlerin yayınlanması, şarkıların icra edilmesi ilelebed yasaklanamaz. Bizim teklifimiz beste ve şarkılar için 1 YIL; şiir, hikâye, makale ve belgeseller için 3 YIL, roman ve filmler için 7 YILLIK TELİF hakkıdır... MÜELLİF'e DEVLET'ce tesbit edilmiş miktarlarda TELİF ÜCRETİ ödenmesi halinde isteyen o ESER'i halka ulaştırabilir. Yani MÜELLİF'in de, ilk TELİF ücreti ödeyen firmanın da kısıtlama hakkı yoktur! Bir kere PAZAR'a çıkardığı MAL'ın dolaşımını engelliyemezler.

Ama çoğu "sanatçı" ürettiği "eser"i TİCARÎ MAL gibi gördüğü ve asıl amacı para kazanmak olduğu için, bu dediklerimize katılan olmayacaktır.

Netice itibariyle, bugün bütün SANAT dalları, hiç ehil olmayan, paragöz "sanatçı" bozuntuları tarafından DEJENERE edilmiştir!.. Onun içindir ki, gazete, mecmua okuyanların sayısı nasıl azalıyorsa, SANAT gösterilerine gidenlerin de sayısı azalmaktadır. Bu, TÜRK MİLLETİ cahil, sanat düşmanı, zevksiz olduğundan filân değil; TAM TERSİNE, "sanatçı" geçinen bu SEFİLLER GÜRÛHU'ndan çok daha ZEVKLİ, çok daha AYDIN, çok daha SANATKÂR RUHLU olduğu içindir!..

O yüzden biz deriz ki, SANAT'ta ATATÜRK'ün gösterdiği yönde önce bir BUDAMA, sonra da ATILIM yapmadan GELİŞME olmaz!

***

> GİRİŞ < > KADIN ÜZERİNE SÖZLERİ <