KADIN ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR
(1) KADIN konusu son zamanlarda üzerinde çok durulan, ama yine aynı derecede çarpıtılan bir konudur... Zaten biz günümüzde HUKUK, ADALET, ŞERİAT, EŞİTLİK, BARIŞ, EKONOMİ, İLİM, SANAT gibi kavramlara yeni tanımlar getirilmesi gerektiğini, hepsinin yeniden ele alınıp yanlış şartlanmaların ayıklanması gerektiğini düşünürüz. KADIN da bunların arasındadır.
Görüldüğü gibi ATATÜRK, çok GERÇEKÇİ olarak KADIN'ın İLK ve ASLİ GÖREV'inin ANALIK olduğunu ifade etmiştir!..
Şimdi biz bunu ATATÜRK'ün ağzından yazmasaydık ta; feminist kadınlar ile "aydın" geçinen sünepe erkeklerin olduğu bir toplulukta söyleseydik, hemen "maço" olmakla suçlanırdık!..
Yahu, ALLAH sadece dişilerin vücudunu ÇOCUK DOĞURACAK biçimde yarattığına göre, ANA'lığın İLK GÖREV olmasından daha TABİİ ne olabilir ki?.. Üstelik bu özellik KADINLAR'a erkeklerde olmayan bir üstünlük kazandırmış, HZ. MEVLANA bir şiirinde vecde gelip:
O" mahluk" değil, HALİK'TİR!
demiş, bu ifadesiyle de ALLAH'ın YARATICILIK vasfının en güzel tecellisinin KADIN'da göründüğünü belirtmiştir.
Ama "eşitlik" budalası feministler, erkeklerle aşık atmaya kalkarken üç husus üzerinde dururlar: Erkeklerin çalıştığı her işte çalışmak, onlar gibi serbest davranmak ve üçüncüsü de şu "analık" denen dertten(!) kurtulmak!..
Biz KAİNAT'ta EŞİTLİK olmadığına; ZITLIKLAR ve zıtlıklar arasında AHENG ile DENKLİK olduğuna inanırız. Delillerimiz de son derece BİLİMSEL'dir: Her yıl yeryüzüne milyarlarca KAR TANESİ düşer. Bunların hepsi ALTIGEN olmasına rağmen bugüne kadar birbirine EŞİT, AYNI iki TANE bile görülmemiştir!.. Denemesi bedava! Gelecek kış alın elinize bir büyüteç, kar tanelerini inceleyin!...
Sonra, MADDE'deki en basit hareket bile (+) ile (-) kutuplar arasındaki zıddiyetten doğar. Elektronlar protonun etrafında zıt değer taşıdıkları için dönerler. Elektrik bu sayede vardır. KADIN ve ERKEK arasındaki AŞK da, bu yüzden doğar.
İSLAMİYET'te "eşitlik" diye bir kavram yoktur... PEYGAMBERİMİZ'in "Müminler bir tarağın dişleri gibidir" hadisi, eşitliği kastetmez. İnananların hangi ırk, hangi soydan olurlarsa olsunlar, AYNI DEĞERDE olduklarını ifade için söylenmiştir. Zaten CAMİ'de, CENAZE'de ve KÂBE'de bu FARK GÖZETMEMEK düsturu, daima göze çarpar. CAMİ'deKİ SAFLAR zengin-fakir, amir-memur arasında KUL olma açısından hiç bir FARK olmadığını gösterir... CENAZE'ye sarılan dikişsiz, süssüz beyaz kefen yine sultan-vezir-paşa-oduncu farkı gözetmez. İnsanın, bu dünyaya geldiği gibi hiç bir şey götürmeden gittiğini hatırlatır... KABE'de ise yine aynı dikişsiz süssüz kefenvari ihram kadın-erkek, zengin-fakir, Türk-Arap, beyaz-siyah herkesi aynı şekilde sarar... Bütün bunlar İNSAN'a, KULLUĞU'nu ve ALLAH'ın YÜCELİĞİ karşısında HİÇ olduğunu gösterir. İşte hadis bunu kastetmiştir... Öte yandan KUR'AN pek çok yerde DÜNYA HAYATI'nda insanların FARKLI yaratıldığını, ve bunun amacının İYİLİKTE BİRBİRLERİYLE YARIŞMAK olduğunu söyler. Hepsinin tek bir birleştiği nokta, KUL olmaktır!
Hal böyle olunca, KADIN ile ERKEK elbette birbirinden FARKLI, hatta birbirine ZIT'dır. FİZİKİ GÜÇ bakımından biri KUVVETLİ, biri ZAYIF'tır. Biri HASSAS biri KABA'dır. KADIN ile ERKEK VÜCUTLAR'ı ne DIŞ YAPI ne de İÇ YAPI bakımından BİRBİRİNE BENZEMEZ. Ne ZİHNİYET aynıdır, ne KAABİLİYETLER!..Şu ana kadar hiç bir SPOR ve SANAT dalında KADIN'ın ERKEKLER'i aşan bir REKOR'u, BAŞARI'sı olmamıştır... Çünkü KADIN'ın esas YARATICI gücü, bu dallarda değildir.
Şu halde ANALIK, KADIN'ın erkeğe sağladığı ÜSTÜNLÜK'tür... Kınanması, vazgeçilmesi gereken bir özellik değil; bilakis sarılmak gereken bir özelliktir.
ATATÜRK, bu TABİİ HAK ve VAZİFE'yi belirttiği gibi, bunun CEMİYET açısından da önemi üzerinde durmuş... Çünkü ANA KUCAĞI ilk EĞİTİM OCAĞI'dır. İşte bu yüzden KADIN, toplumda ANA olarak bir kere daha yüceltilmelidir.
Bazıları bunun için KADIN'a gerek olmadığını, çocukların YUVA'da da bakım ve eğitim görebileceğini iddia ederler. Sanki yuvada çocuklara bakanlar erkekmiş, veya "cinsiyetsiz" kişilermiş gibi!..Bazıları da kendilerinin ev işi yapmak için yaratılmadığını, erkek gibi dışarda çalışmanın onların da hakkı olduğunu iddia eder... Peki, bu kişilerin "ev işi"ni kim yapar?..Parayla tuttukları "başka kadın"lar!..
Yani, "çocuk bakma ve ev işi yapma"nın kadına ait bir görev olmadığını öne süren feminist cahiller, aslında BÜTÜN KADINLAR’ı düşündüklerinden falan değil; "bu işleri ben yapmıyayım da, kim yaparsa yapsın!" zihniyetiyle hareket ettiklerinden ortalıkta dolanıp yırtınmaktalar!.. Üstelik kendi işlerini başka bir KADIN'a yıkarak onun ezilmesine yol açmaktalar!..Öyle ya, evlere HİZMETÇİ giden KADINLAR hem o evin, hem de kendi evinin işini yapmak zorunda kalmıyor mu?.. Hani KADIN HAKLARI'nı savunuyordunuz?
Halbuki ATATÜRK, KADIN'ın TOPLUM içinde hakettiği yeri alması, kendini yetiştirmesi, eğitim görmesi ve çalışması üzerinde dururken; TABİAT'ta ve TOPLUM'da bir İŞ BÖLÜMÜ olduğunu, KADIN'ın İLK VAZİFE'sinin ANALIK ve EVLAT YETİŞTİRME olduğunu; aslında DIŞA AÇILMA, EĞİTİM, KÜLTÜR ve FAZİLET'in geleceğe İYİ EVLATLAR, ÜSTÜN NESİLLER yetiştirmek için KADIN'A GEREKLİ olduğunu ifade etmit!..
(2) Bu sözler ATATÜRK'ün, AİLE MÜESSESİ'ne verdiği önemi gösteriyor. AİLE HAYATI o kadar önemlidir ki, bu hayatın düzensiz olması sadece o aile fertlerini değil, bütün TOPLUM'u, memleketin İKTİSADİYAT'ını, ve hatta SİYASİ DURUM'unu dahi etkiler... AİLE TERBİYESİ dediğimiz eğitim, bu hayatın düzenli olmasına bağlıdır. Kişi başkalarına SAYGI'yı, DİSİPLİN'i, EDEB-ERKAN'ı, DOĞRU ile YANLIŞ'ı AİLE içinde öğrenir. ŞAHSİYET'i AİLE içinde oluşur.
Bir insanın PISIRIK olması, sonradan geleceği DEVLET kademesinde PISIRIKÇA davranmasına yol açar. Bunun sebebi OKUL değil, AİLE'dir. Çalışmadan para kazanmanın makbul görüldüğü AİLELER'de yetişenler OKUL'da ne kadar DÜRÜST olmaları telkin edilse de, üçkağıtçı olma eğilimi gösterirler. HACIHÜSREV mahallesinden hep YANKESİCİ çıkmasının sebebi, AİLE ortamıdır. Kürtçülük meselesinin önlenememesinin sebebi, OKUL eğitimine ağırlık verilip AİLELER üzerinde durulmamasıdır.
ANALIK, KADIN ile ERKEK arasındaki İŞ BÖLÜMÜ, ancak AİLE içinde en mükemmel halini alır. Bu yüzden EVLİLİK(NİKÂH), aslında kâğıt üzerindeki "iki imza" değil; iki tarafın HAYAT boyu sürdürmeyi plandıkları ORTAKLIK AKDİ'dir. DİNEN de öyledir, yazıya geçmese dahi fertler arasında da öyledir.
Ülkemizde son 50 yıldır bilhassa şehirlerde ve okumuşlar arasında NİKÂH'ın bir "formalite" olarak görülmesi, AİLE hayatının BATI'daki gibi dejenere olmasına yol açmıştır. Halbuki NİKÂH her iki tarafa da belli GENEL SORUMLULUKLAR yüklediği gibi, istenirse özel bir takım şartlar da getiren, bu suretle beraberliği sağlam temellere oturtan gerçekçi bir AKİD'dir. Mesela eski başbakan TANSU ÇİLLER, evlenirken Özer Bey'e kendi soyadını almasını şart koşmuştur. O da kabul etmiştir.
Tekrar belirtelim ki, ATATÜRK'ün KADINLAR'a tanıdığı HAKLAR, onları başıboş sokağa salmak için değil; tam tersine yanlış uygulamalarla bozulmuş TOPLUM HAYATI'nı yeniden tanzim etmek ve KADIN'a AİLE'de ve TOPLUM'daki olması gereken yeri, görevi ve korumayı vermek içindir.
Bu konuda DİN, KANUNLAR ve ÂDETLER birlikte işler. Mesela ülkemizde çok güzel bir adet vardır. Kız babasından istenir... Oğlan babası ister, kız babası verir, oğlan babası kızı oğluna alır. Aslında evlenen KIZ ve OĞLAN'dır, ama uygulama böyledir. Niye?..
Çünkü ülkemizde nüfusun %50'sini kadınlar teşkil etmesine rağmen; KENDİNİ GEÇİNDİREBİLECEK kadın sayısı %5'i bile bulmaz. Bunların %1'i bile kendilerini artniyetli erkeklerin tasallutundan, kandırmasından koruyabilecek durumda değildir. Çok zengin şarkıcılar, artistler bile kendilerine birer "sevgili" FEDAİ tutmak durumundadırlar. Çoğu zaman tuttukları "sevgili"nin istismarından ancak başka bir "sevgili" ile kurtulabilirler... Türkiye Güzeli, film artisti, şarkıcı, ve bizce son derece AKILLI bir KADIN olan HÜLYA AFŞAR'ın bir ara yaptığı "Her gece kaçırılmaktan korkuyoruz" açıklaması ve Kaya Çilingiroğlu adlı hergeleden bir türlü kurtulamaması, sadece bir örnektir, ama tek örnek değildir.
Bu durum TÜRKİYE'de böyle de, DÜNYA'da farklı mı?.. Yoo!.. İstatistikler, araştırmalar, beyanlar ve yüzlerce film hem "medeni" BATI dünyasında, hem de dünyanın geri kalmış kesimlerinde korumasız kadınların sefil, perişan, erkeklere köle-cariye haline geldiğini gözler önüne sermektedir. Dünyada, 300 milyon KADIN ve ÇOCUK tam anlamıyla KÖLE şartlarında, sadece boğaz tokluğuna erkeklere peşkeş çekilmektedir. Bu sayı, ABD'nin nüfusundan büyüktür!..
Yine dünyadaki 3 milyar KADIN nüfusun ÇOCUK ve İHTİYAR olanlarının %99'u, erkeklerin bakım ve korumasına muhtaçtır. Çalışabilecek durumda olan 1 milyar kadar GENÇ kesimin de çok önemli bir ölümü yine erkeklerin himayesinde yaşamakta, bir kısmı işlerini koruyabilmek için erkeklerin sarkıntılığına, hatta uygunsuz tekliflerine boyun eğmek durumunda kalmaktadır.
Bu dünyanın gerçeğidir!.. Maalesef çağımızda KÖLELİK ve CARİYELİK, geçmişte hiç bir dönemde olmadığı boyutlara ulaşmıştır ve KAPİTALİST, EMPERYALİST BATI ZİHNİYETİ ile de körüklenmektedir.
KÖLELİK ve CARİYELİK, geçmişte KADIN'ın düşebileceği en aşağı nokta idi, "kurtulunması gereken" bir durum idi. Şimdi ise özendirilmektedir... Genç kızlar küçük yaşlardan itibaren artist bozuntularının göz boyayıcı hayatlarını, dansözlerin topladığı alkışları okuya seyrede büyümekte; böyle bir meslek edinip hayatını erkeklerin ihtiraslı bakışlarını tatmin ederek kazanmaya heveslendirilmektedirler.
Söyler misiniz ALLAH aşkına, bir OSMANLI paşasının zengin konağında CARİYE olmakla, PAŞA bile olmayan kereste kılıklı bir müteahhidin kapatması olmak arasında ne fark vardır?.. Tek fark ikincisinin bu işi "istiyerek" yapması değil mi?..
İşte biz de bu "gönüllü" cariyeliğin ilkinden beter olduğunu söylemeye çalışıyoruz... Çünkü ilkinde kişi ruhunu satmaz. İçinde hep bir KURTULMA umudu vardır. İkincisi ise hem gururunu, hem haysiyetini, hem de namusunu parayla değişmiştir. RUHEN KÖLE, RUHEN CARİYE'dir o!..
Bugün adeta FAHİŞELİK bile "itibarlı" bir meslek haline gelmiştir. Geçmişte ancak düşmüş kadınlar FAHİŞE, yani ORTA MALI, yani karnını doyurabilmek için her erkekle yatan biri olurdu... Şimdi ise, toplumun gözdeleri artistler, şarkıcılar, mankenler çabuk yükselmek isteyenler yatıyor... Yattıkça düşeceğine, YATTIKÇA YÜKSELİYOR!...
Bizce geçmişte KADIN, ERKEK HİMAYESİ'ne muhtaçtı, gelecekte de olacaktır... %1'i bile bulmayan istisnalar kaideyi bozmaz. Bu, KADIN MİZACI'ndan gelen FİZİKİ ZAYIFLIK sonucudur... Kaldı ki, sadece KADINLAR değil, ZAYIF olan ÇOCUKLAR, İHTİYARLAR, hatta GÜÇSÜZ ERKEKLER; GÜÇLÜ ERKEKLER'in bakımına HİMAYESİ'ne ihtiyaç duyarlar.
Harpler, isyanlar sık sık bize bu hakikati hatırlatır. 2. Dünya Savaşı'nda gerek okumuş ve çalışan kadınların çok olduğu ALMANYA'da, gerekse RUSYA ve KORE'de, en çok ölen, ezilen çocuk ve ihtiyarlar idi, tecavüze uğrayan kadınlardı. Hele Kore'de, EMPERYALİST ZALİM JAPONLAR genç kadınları toplayıp Japon askerleri için genelevler açmışlardı!. BOSNA-HERSEK'te KADINLAR'ın yaşadığı acılar ise, hepimizin gözlerini yaşartmıştı. SOSYALİZM'in çöküşünden sonra ülkemizi saran RUS, ROMEN, POLONYALI KADINLAR şehvet düşkünü olduklarından değil; karınlarını doyuramadıklarından vücutlarını kiralıyorlar!
İşte FEMİNİSTLER, gözlerini bu gerçeklere kapatmışlardır... Onlar kadınların dünyanın her tarafında KÖLE-CARİYE durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını gizler; sadece gece sokağa çıkamamasını, kaymakam, hakim olamamasını, kocasından tokat yemesini dile getirirler. Eh, şimdi bir KADIN MUĞLA VALİSİ oldu(1993), kadınlar SEFALET ve SÖMÜRÜ'den kurtuldu mu?..Bir değil, bütün valileri KADIN yapsak, meselenin özüne inmedikçe sorun çözülmez.
Biz dönelim baştaki sorumuza... Niye kız babasından istenir, niye oğlan babası ister?.. Çünkü evleninceye kadar KIZ'ın bakımı, koruması, huzuru babasının sorumluluğundadır. Evlenince oğlan bu sorumluluğu üstlenecektir. Ama o da tecrübesiz ve gençtir... İşte bu yüzden oğlanın babası ona KEFİL olarak kızı ister!.. Bu, "eğer oğlumun gücü kızınızı korumaya, beslemeye yetmezse, ben onlara destek olacağım. Artık kızınızın sorumluluğu bizim ailenindir, buna müsaadeniz var mı?" anlamına gelir. Kızı "vermek" te, bu sorumluluğu öteki aileye devretmek anlamına gelir. Yoksa, bazılarının iddia ettiği gibi, kızın arzusu hilafına, veya kızın haysiyetini kırıcı bir uygulama değildir.
Hemen belirtelim ki, biz KADINLARIN İYİ EĞİTİLMESİ'ni savunduğumuz gibi, ÇALIŞMASI'na asla karşı değiliz! Biz, "KADIN çalışsa da, çoğu zaman kendini geçindiremiyecektir, himayeye muhtaçtır," diyoruz.
KADIN'ın çalışması, hele ERKEK yetenek ve gayreti ile evi geçindiremiyorsa, bir zaruret olur... Ve elbette o zaman KADIN'ın yükü artmış olur. O takdirde ERKEK te evde bazı sorumluluklar üstlenmek durumundadır... AİLE'nin DIŞ'taki SORUMLUULUKLAR'ı ERKEK'e, İÇ'teki SORUMLULUKLAR'ı KADIN'a aittir ama; KADIN ERKEK'in sorumluluğunun bir kısmını üstlenince, ERKEK'in de KADIN'ın EV'deki yükünü hafifletmesi; DENGE bakımından kaçınılmaz olur... Hem eşini çalıştırıp, hem de akşam eve gelince ayağını uzatıp kahvesini bekliyen kişi, bizce sadece hıyar değil, haysiyetsiz bir asalaktır!
Bir de ÇEKİRDEK AİLE meselesi var... Son zamanlarda "modern aile yapısı" diye çok reklamı yapılan bu tarz ANA-BABA-ÇOCUKLAR'dan oluşan AİLE'nin, AVANTAJLAR'ı olduğu kadar DEZAVANTAJLAR'ı da vardır. ÇEKİRDEK AİLE, KAYNANA-GÖRÜMCE problemini ortadan kaldırır... Ancak BEBEK BAKIMI, İHTİYARLARIN BAKIMI gibi meseleleri de beraberinde getirir. Sadece bu İKİ husus bile, halkın %60'ının yoğun geçim sıkıntısı çektiği ülkemizde yabana atılacak sorunlar değildir.
Öte yandan, yeni evli çift tecrübesiz olduğu için her türlü sorunu kendi çözmek durumunda kalır. Tabii ki hata yapar. Hele YAŞLI ANA-BABA'nın bakımı da bu ailenin üzerinde ise, o zaman MALİ SIKINTI kaçınılmaz olur. TEK EL'in kazandığı ile İKİ AİLE beslemek durumunda kalınır... Eğer KADIN da çalışıyorsa, BEBEK BAKIMI, KREŞ ve EV İŞLERİ sorunu ortaya çıkar. Başka kadınlar tutulur, kreşlere ek paralar ödenir. MALİYET artar.
Bizim herhangi bir tercihimiz yoktur. Her AİLE'nin kendi İÇ ŞARTLARI ve MALİ İMKANLARI'nın durumu tesbit edeceğine inanırız... Durumu uygun olan BÜYÜK AİLE'den ayrılır, olmayan birlikte yaşamanın, İŞBÖLÜMÜ ile MUTLU olmanın yolunu bulur. Yani, ÇEKİRDEK AİLE'yi "çağdaş" gösterip, "mutlaka böyle olmalı" diye ısrarın bir anlamı yoktur.
KADIN'ın çalışması ile ilgili diğer hususları ilerde belirteceğiz.
Gördüğünüz gibi ATATÜRK; ANALIK, ÇOCUK EĞİTİMİ, AİLE meselelerine son derece önem verdikten sonra, sanki bu feminist kokanaların konuyu çarpıtacağını sezmiş gibi; "Ben sizin BİÇİM, KILIK, MODA, MAKYAJ, DANS, KOKETLİK peşinde koşmanızı değil; ERKEĞİNE İYİ BİR YARDIMCI, EVLADINA İYİ BİR ANA VE ÖĞRETMEN olmanız için KÜLTÜRLÜ, BİLGİLİ, AYDIN ve SERBEST olmanızı istiyorum!.. Bu hakları size önünüze gelenle rahat fingirdeyesiniz, ahlakı bozuk erkeklerle sidik yarışına çıkasınız diye vermedim!" diyerek feryat ediyor!
(2) İLİM ÖĞRENMEK, KADIN-ERKEK HER MÜMİNE FARZDIR!.. Semerkant'taki ULUĞ BEY MEDRESESİ'nin kapısında böyle yazar. Hem de 400 yıldır!..
Zaten İSLAM'ın, TÜRKLER'in ve OSMANLI'nın KADIN'ı hor gördüğü iddiası maksatlıdır... Buna ait hiç bir ifade ne KUR'AN'da, ne büyüklerin sözlerinde vardır.
Ancak GERİLEME döneminde sadece kadınların değil, erkeklerin de eğitimsiz kaldığı, İLİM ve FENN'in ihmal edildiği doğrudur. Bazı soysuzların kendi çıkarları için, bazı cahillerin de bilmediklerinden kadınları okutmaması ise; ne DİN'e, ne MİLLET'in tümüne, ne de DEVLET'e maledilebilir.
ATATÜRK'ün kadınların eğitilmesine, İLİM ve FEN'den en az erkekler kadar yararlanmasına dair sözleri çok yerinde olduğu gibi, İSLAM'a ve TÜRK ZİHNİYETİ'ne de uygundur.
ATATÜRK, MİLLET'in KADIN ve ERKEK fertlerini birbirine RAKİP, HASIM DEĞİL; birbirinin yardımcısı, destekçisi görür... Çünkü KADIN ve ERKEK farklı özellikleri ile birbirini tamamlar. Tıpkı (+) ve (-) kutuplar gibi... İkisi de aynı cinsten olsa ELEKTRİK veya FAALİYET olmazdı... Hele ki iyi EĞİTİM görmüş, kendine has VASIFLAR'ı, KAABİLİYET ve HASLETLER'i azami şekilde geliştirmiş fertler, birbirlerin de daha ileri gitmesini sağlar.
Ancak günümüzde vasat "yetenek" sahibi bazı kadın yazar-çizer takımı, orta yaşa dayanmış, tatminsiz "okumuş" hatunlar, adeta erkeklere SAVAŞ ilan etmişler, CEPHE kurmuşlar ve MEVZİ kazanma mücadelesine girmişlerdir.
Bunlar zaman zaman gidip erkek kahvesine oturup nargile içmeyi, Beyoğlu'nda dolaşıp erkeklere laf ve çimdik atmayı, jigolo tutmayı "kadın hakları"ndan sayarlar!
Rahmetli NEYZEN TEVFİK'in bu tarz cinsiyeti bozuk kişilere çok güzel bir hitabı vardır:
Erkeksen güzelim, ayakta ite!
Halbuki TÜRKİYE'de kullanabildikleri sadece "KADIN HAKLARI" ifadesidir...BATI'da ise bu "WOMEN'S LIBERATION" diye başlamıştır. Yani kadınların kölelikten kurtulması!.. Haklılar!.. Çünkü aslında BATI'da kadınlar KÖLE gibi görülür. İşe girdiklerinde erkeklerin yarısı kadar ücret alırlar. CARİYE gibi, zenginlere her türlü servisi vermeleri "meslek" sayılır. Reklamlarda kadın vücudu teşhir edilip pazarlanır. PLAYBOY gibi dergiler erkeklere kadınlar ile gönül eğleyip, sonra kirli mendil gibi kaldırıp atmalarını öğütler!
İşte özenti "kadın hakları" savunucuları, kadınları hor gören bu zihniyetler ile uğraşacaklarına, sokağa düşmüş veya düşmek üzere olan kadınları kurtaracaklarına; kocasından tokat yiyen kadının evden kaçmasını, "sığınma evi"ne gizlenmesini öğütlemektedirler. Peki, sonra ne olacak?..Evden kaçan kadını koca geri almazsa, o kadın düşmiyecek mi?.. Bir tokat uğruna, belki her gece sille tokat dövülmeyecek mi? Defalarca ırzına geçilmiyecek mi?
ATATÜRK, meselenin özüne değinmiş. Öyle NARGİLE ile, HOVARDALIK'la uğraşmamış!.. Meselenin özü KADIN'ı da ERKEK olanı da eğitmek; İLİM ve TEKNOLOJİ'den yararlanmalarını sağlamaktır! Bu eğitime KARŞILIKLI SAYGI da dahildir... ATATÜRK dinimizin buna engel olmadığını, bizim yukarda verdiğimiz ifadeyi tekrarlıyarak belirtmiş. Ayrıca "İLİM, Çin'de de olsa gidip öğreniniz" hadisine dayanarak bunu bir MECBURİYET, bir MÜKELLEFİYET saymış!.. Biz hep deriz: ATATÜRK DİNDARDIR, DİNİ İYİ BİLİR!..