EĞİTİM ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR
(1)- Bu yazımız da CUMHURİYET yazımızın devamı sayılmalıdır... ATATÜRK'ün çeşitli konuşmalarından ve el yazılarından derlenmiştir... Üzerinde önemli durulması gerekir.
Varlıklar BİLGİ'yi iki yoldan edinirler. Birincisi, İÇGÜDÜ dediğimiz doğuştan genleri ile getirip taşıdığı BİLGİ, diğeri de tabiattan, aileden, mektepten ve toplumdan öğrendiği BİLGİ!.. Birincisine İNSİYAK(İÇGÜDÜ), ikincisine TAHSİL(EĞİTİM) de denir.
İnsan onbinlerce yıllık serüveni boyunca İNSİYAKİ BİLGİLER'ini kaybetmiştir... Bunlar ancak bizim "ilkel" dediğimiz toplumlarda bir ölçüye kadar yaşar... Ama "medeni" insan, eğer içinde bulunduğu toplumun kurumlarından BİLGİ almazsa, sudan çıkmış balığa döner. Hayatını bile idame ettiremez.
Eflatun, EĞİTİM'i DEVLET YÖNETME sanatının temel meselesi olarak görür... Ona göre ancak EĞİTİM ile halkın ruh yapısına müdahale edilebilir... Ve EĞİTİM, "insana yapılan etkilerin toplamı"dır... Eğer halka iyi bir eğitim verilemezse, en iyi demokrasi bile otokrasiye kayar. Oligarşi demagog yetiştirir... Demagog da bir gün gelir diktatör olur.
ATATÜRK ise, TERBİYE'yi birinci meselemiz olarak görmekte, verilecek TERBİYE'nin insanımızı HÜR, ŞEREFLİ, SECİYELİ, AHLAKLI, MESLEK SAHİBİ ve TOPLUMA HİZMET EDEN kişiler yapmasını istemektedir.
Burada TERBİYE kelimesi rasgele kullanılmamıştır... Çok az kimse şimdiki EĞİTİM kelimesinin, eskiden kullanılan tam 5 Arapça kökenli kelimenin yerine geçtiğini bilir... Bunlar TALİM, TERBİYE, TEDRİSAT, TAHSİL ve MAARİF'tir!
TALİM, ihtiyaç duyulan becerilerin TEKRAR ile öğretilmesidir...TERBİYE sadece DERS vererek eğitmek değil; her kişide farklı olan eksiklik ve kusurların özel bir itina ile giderilmesidir...TEDRİSAT bilgi eksikliğinin sistematik bir şekilde azar azar, öğrencinin kaldırabileceği oranda bilgi vererek giderilmesidir...TAHSİL öğrencinin aldığı bilgilerden kendisinin sonuç çıkarabilecek duruma gelmesidir...MAARİF en üstünüdür... Kişinin aldığı eğitimle bilmediği hususlarda dahi bir çözüm bulabilmesini sağlar...Biz bundan sonraki ifadelerimizde EĞİTİM kelimesini bu 5 anlamını da kastederek kullanacağız.
ATATÜRK, bu yapılmadığı takdirde insanların ESARET'e ve SEFALET'e düçar olacağını çok kesin olarak ifade etmiştir!.. SEFALET'i anlamak kolaydır. Vasıfsız, niteliksiz, mesleksiz kişilerin başkalarına yararı olmayacağı gibi, kendini geçindirecek bir iş bulmasının bile mümkün olmadığı aşikardır... Ama ESARET konusunu anlamak için dünyaya bakmak gerekir... İstisnasız bütün ezilen milletler EĞİTİM SEVİYESİ DÜŞÜK milletlerdir... Her yönden kusur ve noksanları çoktur. İşin kötü yanı, onları ezenler, uyanmasınlar diye ya eğitmezler, ya da kendi kültürleri ile eğitirler... PKK adlı terör örgütünün Güneydoğu'da okul yakması bundan dolayıdır... Yabancı okullar bunun için vardır.
Ama ne yapılırsa yapılsın, toptan eğitimli bir milletin uzun süre esir kalmıyacağının delili de, eski Sovyet Cumhuriyetleri'dir... Rusların beyin yıkamalarına rağmen, 15 cumhuriyetin bağımsızlığını kimse önliyememiştir. Çünkü oradaki insanların %99'u okuma yazma bilir. %80'i lise mezunudur. 300 milyon insanın konuştuğu Rusça'yı bilirler. Çoğu 23 milyon km. kare olan Doğu Bloğu'nu gezmiş dolaşmıştır... Bu kadar kültürlü halkların esir kalması zordu!.. Kalmadı da!..
Burada teslim edilmesi gereken hakikat, Rusya'nın BATI ülkeleri gibi kan emici bir sömürgeci olmadığıdır. O, boyunduruğunda yaşıyan bütün milletleri eğitmiş, belli bir refah düzeyine ulaştırmıştır. Çünkü RUSYA BİR DOĞU ÜLKESİDİR!.. DOĞU'da tek SÖMÜRGECİ ülke JAPONYA'DIR!..
(2)- İşte burada ATATÜRK, EĞİTİM'in ancak MİLLİ olduğu takdirde insanı HÜR, BAĞIMSIZ, ŞEREFLİ ve YÜCE yapacağını ifade ediyor... YABANCI FİKİRLER, TESİRLER ve KÜLTÜRLER, isker DOĞU'dan, ister BATI'dan gelsin; MİLLET'i ESARET'e sürükler!.. ATATÜRK burada sadece YABANCI KÜLTÜR'ün değil; tek başına DİNİ eğitimin de, şimdiki tabiriyle "evrensel" ortak eğitiminin de sonucunun ESARET olacağını, tek kurtuluşun MİLLİ EĞİTİM olduğunu belirtiyor!.. Gerçekten öyle.. DİNİ eğitime ağırlık veren pek çok ARAP ülkesi ESİR durumunda iken, MİLLİ yönü ağır basan 1.5 milyonluk ÇEÇENİSTAN Ruslar'ı dize getirdi.
Elbette ki, yabancıların geliştirdiği BİLİM ve TEKNOLOJİ'yi öğreteceğiz!.. Ama asla YABANCI KÜLTÜR EĞİTİMİ yapmıyacağız!.. Yabancı ülkelerin REKLAM'ı anlamına gelecek söz ve yayınlardan kaçınacağız.
REKLAM kelimesini boşuna kullanmadık!.. ABD'de SİNSİ REKLAM diyebileceğimiz bir uygulama vardır. Herhangi bir filmin bir yerinde filmin kahramanı büfenin önünde durur, bir CAMEL sigarası ister...Veya bir COCA COLA açtırıp içer... Bu ürünler hakkında hiç bir şey söylemez. Ama aslında, ancak "kahramanlar"ın onları kullanacağı fikrini size, sessizce telkin etmit olur.
Bir de resim karelerinin arasına "cocacola içiniz!" diye bir tek kare koyarlar. Saniyede 50-60 kare geçtiği için, siz film seyrederken bu kareyi görmezsiniz bile!.. Ama 10 dakika ara verildiğinde çıkıp şuuraltı etkisiyle bir kola içmek istersiniz...
İşte bu ikinci tip REKLAM yasaklanmıştır. Birincisi yasak mı, bilmeyiz, ama bizce o da yasaklanmalıdır.
Neden?.. Çünkü insan hayatı boyunca ÖĞRENME faaliyeti aralıksız sürer... Radyo, televizyon, çizgi filmler, gazeteler, kitaplar, dergiler, arkadaşlar, yolda rastladığınız tabelalar ve tabii yaşadığınız olaylar mutlaka size bir şeyler öğretir... Farkında olsak ta, olmasak ta birileri devamlı bizi eğitir!
İşte bütün bu EĞİTİM araçlarının MİLLİ bir hüviyet taşıması, bu yüzden son derece önemlidir. Sadece MİLLİ değil; AHLAKİ değerler taşıması da önemlidir.
Çok açık bir örnek verelim: DEVLET radyo ve televizyonunun "sanat" adı altında homoseksüel Bülent Ersoy'un kadın kılığındaki görüntülerini yayınlaması; gazetelerin, dergilerin bu kişinin dejenere hayatını en ince ayrıntılarına kadar vermesi; bazı genç erkeklerin onu örnek almasına sebep olmuş, 1975-1980 arasında homoseksüel sözde sanatçı sayısında bir patlama yaşanmıştı.
12 Eylül 1980 sonrasında askerler bu konuya da el atmışlar ve bu tiplerin ortalıkta kadın kılığıyla dolaşması, "sanatçı" olarak çalışmasını önlemişlerdir... Sonuç lehte olmuş, 1980-90 arasında pek yeni homoseksüel "sanatçı" çıkmamıştır.
Bir başka örnek daha verelim: BATI, yaptığı filmlerde gerekli gereksiz KİLİSE sahneleri koyar... Filmin kahramanlarına HAÇ taktırır... Böylece kendi toplumunun inancını arttırdığı gibi, bizlere de HIRİSTİYANLIK propogandası yapar!..
1990'dan sonra ABD eski Sovyet Cumhuriyetleri'nde TV'de yayın kuşakları satın alıp DİN eğitimi yapmaya başlamıştır... Pek "masumane" görünen bu davranışın ardında, sinsi bir emel vardır. Çünkü ABD, mesela %70'i TÜRK asıllı MÜSLÜMAN, %25'i de ORTODOKS HIRİSTİYAN RUS olan KIRGIZİSTAN'da, her sabah yarım saat PROTESTAN HIRİSTİYANLIK proogandası yapmakta, İSA'yı "ilah" olarak lanse etmektedir.
Bilindiği gibi ORTODOKSLAR'ın büyük çoğunluğu İsa'yı tanrı kabul etmez. Hatta bir dönemde kiliselerdeki bütün ikonoları, putları kırmışlardı.
Bu nedir?.. Her reklam, her propoganda gibi bir EĞİTİM'dir... Ve hemen belirtelim ki, okul eğitiminden daha başarılıdır... Çünkü TEKRAR(TALİM); ÖĞRENME'yi, BELLEME'yi sağlar. Okulda o kadar fazla tekrar olmadığı için öğrenemediğiniz nice konu varken, TV'deki saçma bir reklam spotu, farkında olmadan dilinizden dökülüverir!.. Her duyduğunuzda sinirlendiğiniz bir melodiyi, bir bakarsanız mırıldanmaya başlamışsınızdır!..Bu, şuuraltına işleyen çok kesin bir ÖĞRENME'dir!..
Onun için biz DEVLET'in bütün yayın organlarındaki film, şarkı, reklam, makale, haber, hatta sık kullanılan ifadelerin denetlenmesi gerektiğine inanırız.
Çevrenizdeki insanların "gümrük birliği". "demokrasi", "memurlara sendika", "yasakların kalkması", "serbest piyasa", Kürt meselesine "siyasi çözüm" gibi kavramları hararetle savunduğunu duymuşsunuzdur.
Ancak yine TV'de seyretmişsinizdir ki, çoğu insan pek sık kullanılan "nostalji", hatta "amin" kelimesinin bile anlamını bilmez... Şu halde "serbest piyasa, gümrük birliği" gibi yüksek eğitim gerektiren kavramları da bildikleri söylenemez.
Peki, insanlar ne olduğunu bilmedikleri şeyleri nasıl savunur hale gelmişlerdir?.. Çünkü bu kavramlar yayın organlarında makbul şeylermiş gibi tekrar tekrar dile gelmiştir. Halk ta onları REKLAM SPOTU gibi tekrarlamaya başlamıştır!..
Bu yüzden biz gerekli kavramların açıklaması, müsbet ve menfi özelliklerinin tekrar tekrar işlenerek öğretilmesini, ondan sonra insanımızdan bu konudaki fikrinin sorulmasını isteriz... Demokrasi diye bir şey varsa, ancak o zaman hükmünü icra edebilir. Ondan berisi, ancak aldatmadır.
Çok basit bir örnek daha verelim: Mesela biz 1963 yılında AET ile bir anlaşma imzaladık... Onlar anlaşma hükümlerini yerine getirmediler. Serbest dolaşım hakkını TÜRKLER için uygulamaya koymadılar... Maastricht anlaşması ile Topluluğa yepyeni bir SİYASİ AVRUPA BİRLİĞİ hüviyeti verdiler, bazı ülkeleri "ÇEKİRDEK AVRUPA" olarak 1. sınıf, diğerlerini 2. sınıf hale getirdiler... Bizi almıyacaklarını kesinlikle söylüyorlar ama eğer alırlarsa, Doğu Avrupa ülkeleri ve Güney Kıbrıs'tan sonra alacaklar ve 4. sınıf yapacaklar... Buna rağmen partiler, milletvekilleri, aydınlar Gümrük Birliği'ne girmemizi savunuyor. Neden?.. Çünkü hemen hiç biri bu gerçekleri tam olarak bilmiyor!.. Sadece reklamı yapılan kısımdan haberdar ve o yüzden savunuyor!..
Konuyla yakından ilgilenmemize rağmen, biz dahi Suat İlhan'ın makalelerini okuyuncaya kadar pek çok hususu bilmiyorduk... (Bak Gümrük Birliği veya Sömürge Anlaşması, Yeni Forum Dergisi sayı 308, Ocak 1995/ Gümrük Birliği Kararında Anayasa İhlali, Y. Forum sayı 309, Şubat 1995)
Suat İlhan diyor ki:
-" Türkiye 1963'de AET'yle aslında TAM ÜYELİK anlaşması imzalamıştı... Ancak şimdi Türkiye'nin Polonya, Macaristan, Çekya, Romanya, Bulgaristan, G. Kıbrıs, Malta'dan sonra, belki Kuzey Afrika ülkeleri ile birlikte 2010 yılında üye olabileceği en yetkili ağızlar tarafından dile getiriliyor!.. Öyleyse Gümrük Birliği'nin bir aşama olarak düşünülmesi yanlıştır!.."
"Ayrıca Maastricht Anlaşması ile bir çok egemenlik hakkını AVRUPA BİRLİĞİ üstlenmektedir... Bu HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR esasına ters olduğu gibi; Gümrük Birliği'ne girersek, AB'ye üye olmadığımız halde onları kararlarını uygulamak zorunda kalacağız!.. Gümrük Birliği anlaşması tam üyelik haklarını vermeden pek çok külfet yükleyecek, TÜRKİYE pazarını Avrupalılar'a açacak, SİYASİ BAĞIMSIZLIK ve SERBESTLİK imkanı kalmıyacak, ayrıca TÜRKİYE, Orta Asya ve Doğu Avrupa ülkeleri ile istediği ticaret ve ilişkileri sürdüremiyecektir!.."
Bu kadarını biz dahi bilmiyorduk!..Suat İlhan teşhislerinde haklı çıktı!.. TÜRKİYE, GÜMRÜK BİRLİĞİ'ne girdikten sonra bir yıl içinde sadece gümrük geliri olarak 3.5 milyar dolar zarara uğradı!.. İthalat artışı, vs. toplam zararı 10 milyar!.. Karı?..Sıfır!..Vaadedilen kıytırık yardımı bile alamadı!..
Şimdi TÜRK insanı kendini, DEVLET'ini, geleceğini bu kadar ilgilendiren bir konuda eğitilmiş, bilgi sahibi kılınmış mıdır?..Hayır!.. Bırakın halkı; aydınlar, bürokratlar, politikacılar bile işin gerçek yüzünden haberdar değildir!.. Yüzlerce radyo, 50'ye yakın TV kanalı ve gazeteler bu konularda görevini yapmamaktadır. İnsanımız diplomalı da olsa, CAHİL bırakılmaktadır!.. Çünkü hala EĞİTİM sadece MEKTEP ile birlikte düşünülmektedir!..
(3)- ATATÜRK, BİLİM, TEKNOLOJİ, UZMANLIK nerede ise oradan gidip almamız gerektiğini söylemekte son derece haklı!.. PEYGAMBERİMİZ'in "İLİM, Çin'de dahi olsa gidip öğreniniz" mealinde çok önemli bir hadisi vardır ve aynı şeye işaret etmektedir.
Yalnız ATATÜRK, "SANAT'ı da gidip almamızı" söylerken, bizce yanılmıştır... SANAT, KÜLTÜR ile, TARİH, DİN hatta COĞRAFYA ile çok yakından ilişkili olduğu için, her toplumun sanatı birbirinden farklıdır... Başkası alırsa, üzerinde sırıtır!..
Konuyu SANAT yazımızda derinlemesine inceledik... Burada sadece başkalarının SANAT eserlerini görmek, SANAT anlayışını öğrenmek, incelemeye itirazımız olmadığı, ama SANAT TAKLİTÇİLİĞİ'ne karşı olduğumuzu belirtmek isteriz... İster MÜZİK, ister RESİM, ister MİMARLIK olsun; TAKLİTÇİLİK ZÜPPELİK'ten öteye gitmez!..
Zaten ATATÜRK de, bir altta verdiğimiz ifadesinde sadece BİLİM ve TEKNOLOJİ alınmasından söz etmektedir!.. Alınmasında KAYIT yani KISITLAMA, ŞART yani KURAL olmadığını söylemektedir ki, aynen katılıyoruz... Hatta biz, karşı taraf vermek istemez, bazı kayıt ve şartlar koyarsa; BİLİM VE TEKNOLOJİ'yi ÇALMA'nın MUBAH olduğuna inanıyoruz!.. Çünkü İLİM ve FEN bulan kim olursa olsun, BÜTÜN İNSANLIĞIN'dır!.. Suç işleyenler, onu her şart altında alanlar değil; bütün insanlara ulaşmasını önliyenlerdir!.. Ve tabii bunlar BATI ülkeleridir!.. Dünyanın üçte ikisi geri bırakan, üçte birini de açlık ve sefalete mahkum edenler onlardır!..
(4) MİLLİ EĞİTİM'in TEMEL ESASLAR'ını teşkil eden DİL, DİN, TARİH, YURTTAŞLIK, KÜLTÜR, MÜZİK bilgilerinin herkese BİR kaynaktan ve AYNI SEVİYE'de verilmesi; elbette ki TÜRK VATANDAŞLARI'nın aynı ülkü, aynı amaç, aynı örf ve adetler, ve aynı duygular ile yetişmesini, hayata hazırlanmasını sağlar... ATATÜRK'ün TEVHİD-İ TEDRİSAT'tan ilk olarak anlatmak istediği budur!..
Ancak pek çok yönden farklılık gösteren ülkemizde, ŞEHİR'deki insan ile KÖY'deki insana öğretilecek HAYAT bilgisinin farklı olduğu da aşikardır... Yine imkanların da farklı olması sebebiyle bir büyük şehirde, zengin bir çevredeki yılların tecrübesini taşıyan bir okulda verilen FİZİK, KİMYA, MATEMATİK gibi bilgilerin; dağ başındaki yeni bir köy okulunda da aynen verilmesini beklemek doğru olmaz.
Halbuki, imkanları daha çok olan okullara en kaabiliyetli, en zeki, en çalışkan öğrencilerin toplanması; ve bunların geleceğin ilim adamları, yöneticileri olarak yetiştirilmesi mümkündür.
İşte bunu sağlamak ta ancak MİLLİ EĞİTİM'in TEK EL'den yapılması ve yönetilmesi ile mümkündür... TEVHİD-İ TEDRİSAT'ın (yani ders vermenin birleştirilmesi, tek elden yürütülmesi) işte ikinci amacı da budur!..
Ama maalesef her şey gibi bu da yanlış anlaşılmıştır... Önce "fırsat eşitliği" palavrası ile her yerde aynı eğitim verilmeye çalışılmakta, bu gerçekçi olmadığı için hiç başarılamamaktadır... Milli Eğitim Bakanlığı böyle bir farklılığı kabul etmediği için, nerede hangi seviyede bir eğitim vereceği; verdiği eğitimin ne derece başarıya ulaştığı konusunda bir araştırma yapmaz...ve tabii açığı da kapatamaz.
Bu konuda ikinci bir EĞİTİM yazısı hazırladık, gerçekleri rakamlar ile ortaya koyduk. EK olarak sunacağız... Ama bir teklifimizi burada yapmak istiyoruz.
Bizce her ilde, her büyük ilçede örnek 1 veya 2 okul seçilmelidir. (Her seviyede, İLKOKUL, ORTAOKUL, LİSE, hepsinden)... Bu okullar gerek sınıfları, gerek laboratuvarları, gerekse spor tesisleri bakımından en iyi olanlardan seçilmelidir.
Sonra bu okullara torpille değil; sicil ve kıdemle en başarılı öğretmenler tayin edilmelidir... Öyle ki, EDEBİYAT öğretmeninden, BEDEN EĞİTİMİ öğretmenine kadar ilin en seçme öğretmenleri bu okullarda toplanmalıdır... Bu tayinler PRESTİJ sağlıyacağı için, kısa sürede ildeki bütün öğretmenler daha iyi olmaya, kendini yetiştirmeye gayret edecektir.
Ve tabii öğrenciler de ilin en iyi, en çok istikbal vaadeden; AHLAK, HUY, ZEKA, ÇALIŞKANLIK bakımından en sivrilmiş olanlardan seçilmelidir... O il veya ilçedeki bütün okullardaki öğretmenler sınıflarındaki SEÇKİN öğrencileri bu okula gitmeye teşvik etmelidir... Eğer mümkünse bu okulların bir de YATILI bölümü olup ile uzak köy ve kasabalardaki SEÇKİN öğrencileri alması sağlanmalıdır.
Bu bahsettiğimiz sistem, geçmişte OSMANLI DEVLETİ'nde ENDERUN sistemi olarak bilinirdi... Sarayın bütün eğitimli kişi ihtiyacı ülkenin dört bir yanından bu şekilde toplanan öğrencilerden sağlanırdı.
Biz "fırsat eşitliği"ni tembel-çalışkan, ahlaklı-ahlaksız, aptal-zeki herkese aynı eğitimi, aynı imkanı tanımak olarak anlamayız... Bu tarz bir "eşitlik" aslında iyiler aleyhine "eşitsizlik" yaratır!.. Bizde "fırsat yaratmak", "imkan sağlamak" vardır... Bu da kıyıda köşede kalmış dehaların farkedilmesi, ele alınıp işlenmesi demektir!..
(5)- ATATÜRK, sadece BAŞÖĞRETMEN değil, bir EĞİTİM UZMANI'dır gerçekten!.. Belki 50 yıldır hiç bir Milli Eğitim Bakanı'nın üzerinde durmadığı; durmak ne kelime, tam aksini yaptığı, yani MÜFREDAT'ı işe yaramaz ders programları doldurduğunu hatırlarsak; bu sözlerin önemi daha iyi anlaşılır.
ATATÜRK, EĞİTİM'le verilecek bilgilerin UYGULAMA'ya yönelik olmasını istemiştir!.. Bu elbette ki, hiç NAZARİ BİLGİ verilmesin anlamına gelmez... Ama İLKOKUL öğrencilerinin yarısının hala ORTAOKUL'a gitmediği ülkemizde, HAYAT'ın gerçeklerine yönelik bilgilerin ne kadar önem kazandığı ortadadır.
Biz İLKOKUL'dan başlıyarak öğrencilerin kafasını "demokrasi, insan hakları, turizm, çevre" gibi afaki kavramlar ile doldurmayı abes buluyoruz!.. Hatta ATATÜRK konusuna gereğinden fazla zaman harcandığını düşünüyoruz. Çünkü İLKOKUL'da ATATÜRK'ten bir kelime ile bahsetmeseniz bile; radyoda, televizyonda onunla ilgili o kadar çok yayın yapılıyor ki, insanın öğrenmemesi imkansız!..Biz, ATATÜRK'e olan sevgimizi okulda değil; daha sonra onun sesinden dinlediğimiz nutuklardan, seyrettiğimiz belgesellerden, onunla birlikte yaşamış kişilerin hatıralarından, ve elbette onun hakkında yazılmış çok değerli eserlerden edindik.
Okulda UYGULAMA'ya yönelik ilk verilmesi gereken elbette ki, OKUMA sevgisi ve YAZMA kaabiliyetidir... Bunda ne derece başarılı(!) olduğumuz, Bakanlar'ın bile kendi yazdıklarını okuyamamalarından, üniversite mezunlarının bir dilekçe yazamamalarından bellidir... Şu halde İLKOKUL'da insanımıza çok İYİ SESLİ OKUMA öğretilmeli, ve ÇOK OKUMA alışkanlığı verilmelidir. SESLİ OKUYAMIYAN, GÜZEL KONUŞAMAZ!.."Konuşan TÜRKİYE" diye yırtınanların önce insanlarımıza konuşmasını öğretecek tedbirler üzerinde durması gerekir!.. Yoksa o konuşma, kendilerininki gibi GEVEZELİK olur!..
Biz yabancılardan "sigorta değiştirme"nin, dahi okullarda öğretildiğini dinledik... İşte BATI'nın örnek alınması gereken yönü budur!... Kişi "insan hakları"nı bilmeden yaşıyabilir ama, evinin sigortasını değiştirmeyi bilmezse, elektriğe çarpılır gider!..
Öyleyse, HAYAT'a yönelik, UYGULAMA imkanı olan bilgiler müfredatın temelini teşkil etmelidir!.. Bu ise her yıl müfredatın gözden geçirilmesi, ve yeni bilgilerin eklenmesi anlamına gelir... Trafik kazalarının, şohben zehirlenmelerinin, tüp gaz patlamalarının önlenmesi; televizyon, otomatik çamaşır makinesi, bilgisayar, hatta cep telefonu gibi elektronik cihazların doğru kullanımının her şehir okulunda öğretilmesi; ayrıca apartman hayatı, alış-veriş, reklamlar tarafından aldatılmama, düzenli yaşam konusunda doğruların gösterilmesi, iyi alışkanların verilmesi bu EĞİTİM'in bir parçasıdır.
Ayrıca çok pahalı olan SAĞLIK hizmeti masraflarının KORUYUCU HEKİMLİK eğitimiyle azaltılması mümkündür... Bunun için okullarda belli başlı hastalıklardan nasıl korunulacağını öğretmek gerekir. Özellikle gözleri, kulağı, kalbi, böbrekleri, mideyi, ciğerleri, kemikleri nasıl uzun süre sağlıklı tutabiliriz?.. Kalp, romatizma, AİDS, frengi, belsoğukluğu, malta humması, sarılık, mantar, göz tansiyonu, şeker, kas ve kemik erimesi, kanser, kırıklar, yanıklar, güneş çarpması, sinüzit, zatürre ve sıtmaya karşı tedbir nasıl alınır?..Bunlar mutlaka öğretilmelidir. Hem de İLKOKUL'dan itibaren!..
DİL, DİN, TARİH eğitimine ek olarak bu hususlar verilebilse, ortaya AHLAKLI, MÜTEVAZI, ÇALIŞKAN, DÜRÜST, BİLGİLİ, BECERİKLİ, KONUŞMASINI BİLİR ve tabii TOPLUMA YARARLI insanlar yetiştirmek mümkün olur.
Bunlara hiç önem verilmediği için toplumumuz diplomalı hırtlar, hırbolar ile doludur!.. Herif bir müzik seti aldı mı, sesini bütün mahalleye dinletmek ister!.. Araba aldı mı kendini yolların kralı sayar!.. Hele bir genel müdür, milletvekili oldu mu, haşa, ilah kesilir!... Bunlar bizce okumuş ancak EĞİTİLMEMİŞ, YONTULMAMIŞ, İNCELMEMİŞ, marangozhaneye TOMRUK girip KÜTÜK çıkmış kişilerdir!..
Bu kişilerin parasına, mevkiine bakarak itibar görmeleri doğru değildir!.. Bunlar girdikleri topluluklarda horlanmalı, yalnız bırakılmalı, böylece kendi kendilerini eğitmeye zorlanmalıdırlar!..
ATATÜRK'ün üzerinde durduğu ikinci husus İŞ eğitimidir... Bu da kişiye hayatını kazanıp topluma PARAZİT bir yaratık olmaktan kurtaracak bir MESLEK vermektir... İLKOKUL'dan sonraki bütün eğitim buna yönelik olmalıdır!..
Ama burada da ters bir uygulama vardır... Çoğu zaman meslek ÜNİVERSİTE'de elde edilir diye düşünülmekte, oradan mezuniyete kadar çok az kimse bir MESLEK sahibi olabilmektedir.
Halbuki rakamlar İLKOKUL'a giren her 70 kişiden ancak 5'inin ÜNİVERSİTE'ye girebildiğini, 3 kişinin mezun olabildiğini; bunların da 2'sinin kendi mesleğinde çalışmadığını göstermektedir!.. Öyleyse biz insanlarımızı doğru yönlendiremiyoruz!.. Boş şeyler okutuyor, yıllarını ziyan ediyoruz!..Ayrıca çok değerli kaynaklarımızı boşa harcıyoruz!..
Yapılması gereken rakamların gösterdiği yönde, ORTAOKULLAR'ın en az yarısını, LİSELER'in de üçte ikisini mezunlarına bir MESLEK verecek kurumlar haline getirmektir!.. Her ile ÜNİVERSİTE kurmakla bu iş çözülmez!.. Bu konuda hazırlanmakta olan ikinci EĞİTİM yazımızda geniş bilgi vardır.