EĞİTİM ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR-2

(6)- ATATÜRK gene EN DOĞRU'yu dile getirmiş... Gerçekten bir ülkenin iki SAĞLAM ORDU'ya ihtiyacı vardır... Güvenliği sağlıyacak ASKER ve eğitimi sağlıyacak ÖĞRETMENLER!.. Parlamento, sendikalar, Odalar Birliği bozuk ta olsa önemli değildir!.. Japonya'da her hükümette bir yolsuzluk çıkar, ama ülke batmaz... Çünkü milletvekilleri, bakanlar, sendikacılar bir ülkenin TEMEL UNSURLAR'ı değildir!.. Onlar çamurdan bile olsa, sağlam bir ORDU ve ÖĞRETMEN kesimi olan ülkeyi yıpratamaz!.. Burada dikkat edilmesi gereken husus ASKER'in de her vatandaş gibi iyi eğitilmesidir.

Bu gerçek bizi, eski Maarif Vekili MUSTAFA NECATİ'nin çok güzel bir vecizesine getirir:

" Her binaya temelden başlanır... Ama MAARİF binasına çatıdan başlamak gerekir!.. Hem de en iyi malzeme ile!.."

Yani işe PROFESÖRLER'in, ÖĞRETMENLER'in, EĞİTİCİLER'in İYİ eğitilmesi ile başlamalıdır!.. Önce onlar eğitilmeli, ve bu uygulama yukardan aşağıya, en alttakilere yaygınlaştırılmalıdır... Öğretmeni eğitimsiz, idealsiz toplumlardan iyi eğitimli, prensip sahibi fertler beklemek hayal olur... ATATÜRK, İYİ ÖĞRETMENLER ile eğitilmemiş toplulukları MİLLET dahi saymaz!.. Bu, bizim son zamanlardaki bölük pörçük halimizi açıklayan yerinde bir ifadedir.

(7)- Burada ATATÜRK'ün TOPYEKÜN EĞİTİM SEFERBERLİĞİ anlayışını görüyoruz... ATATÜRK, OKULLAR'da sadece çocukları, gençleri eğitebileceğimizi; ancak bunun kafi olmadığını, MİLLET'in bütün fertlerini eğitecek bir sistemin düşünülmesini istiyor!..

Son yıllardaki hızlı SİYASİ, İKTİSADİ ve TEKNOLOJİK gelişmeler gözönünde tutulursa, ATATÜRK'ün ne büyük bir BASİRET-ÖNGÖRÜ gösterdiği ortaya çıkar... Sovyetler Birliği'nin dağılması, dışa açılması RUSÇA'yı önemli hale getirmiştir... Aynı şekilde İTHALAT-İHRACAT, LAZER, UZAY, BİLGİSAYAR, İLETİŞİM, ROBOT, NÜKLEER, BİOKİMYA teknolojileri çocuklarımızla birlikte, şu anda çalışmakta olan yetişkinlerimizin de yabancı olduğu konulardır... Bunlar el yordamı ile değil; gerçek SİSTEMLİ bir EĞİTİM'le insanımıza verilmelidir.

Kısacası, ÖĞRENMENİN YAŞI YOKTUR... EĞİTİM BEŞİKTEN MEZARA KADAR SÜRER!..Yeter ki, ÜNİVERSİTELERİMİZ, EĞİTİM KURUMLARIMIZ, DEVLET DAİRELERİMİZ, RADYO ve TELEVİZYON KANALLARI, YAZILI BASIN bu idrak içinde üzerlerine düşen görevi üstlensinler!..

(8)- DİSİPLİN, sadece ORDU için gerekli, ASKER'e ait bir özellik gibi görünür... ORDU için elbet DİSİPLİN vazgeçilmezdir. Bu yüzdendir ki, Kuzey Irak'taki Kürt aşiretleri bir türlü DÜZENLİ ORDU kuramamışlardır. Adamlar daha uygun adım yüremesini bile beceremiyorlar!.. Daha doğrusu "komutan"lar(!) onları yürütemiyor.

Bazıları da "özgürlük, kişi hakları" teraneleri ile ORDU'daki DİSİPLİN'e bile karşı çıkarlar... Halbuki, DİSİPLİN sadece ORDU'da değil; DEVLET İDARESİ'nde, OKUL'da, İŞ HAYATI'nda, SPOR'da, TRAFİK'te, hatta AİLE içinde vazgeçilmez şarttır!..

DİSİPLİN, doğruluğu TECRÜBE ile tesbit edilmiş KURALLAR'a bağlı, OTORİTE'ye saygılı olmak demektir... DÜZENLİ HAYAT, VERİMLİ FAALİYET ancak böyle mümkün olur... Kalkınmış ülkelerden JAPONYA, ALMANYA'nın her yıkılışta HACIYATMAZ gibi toparlanmalarının sebebi; her iki ülke insanının da çok sağlam bir DİSİPLİN geleneği ve şuuruna sahip olmasıdır... Şu jiklet çiğneyen, ayağını masaya uzatmaya bayılan AMERİKALI bile, İŞ HAYATI'nda son derece DİSİPLİN'li olduğu için şimdiki başarısına ulaşmıştır.

Bu gerçeği gözden kaçırmayan ATATÜRK, bizce hem EĞİTİM'in belli bir DİSİPLİN içinde yapılmasını, hem de insanımıza DİSİPLİN şuurunun verilmesini istemiştir... Cünkü ÇALIŞMA'nın her sahasında, hatta HAYAT'ın her safhasında DİSİPLİN şarttır. DİSİPLİNSİZ TOPLUMLAR YIKILMAYA MAHKUMDUR!..

Hal böyle iken bazı aklı evveller, OKULLAR'daki DİSİPLİN'in canına okudular... Haylaz öğrencinin kulağını çeken, arada bir tokat atan öğretmenleri mahkemelere verdiler... Okullarda ÖĞRETMENLER'in, hatta YÖNETİCİLER'in her türlü OTORİTE'sini yok ettiler!..

Peki, eli kolu bağlanmış ÖĞRETMEN, sınıfta DİSİPLİN'i, DÜZEN'i nasıl sağlıyacak?.. Sınıfta sürekli konuşan öğrenciyi, tahtaya köşeye çekip tek ayak üzerinde durdurmazsa, terbiyesizlik edeni sınıftan atamazsa, kulağını çekemezse, kızlara sarkıntılık edene, ağzını bozana, öğretmenin eteğini kaldırana iki tokat atamazsa; diğer öğrencilerin TERBİYE ve AHLAK'ının bozulmasını nasıl önliyecek?..Disiplin kurullarının verdiği, hiç işe yaramıyan, yüzsüz öğrenciye tatil gibi gelen, "2-3 gün uzaklaştırma" cezaları ile mi?..

YÖNETİM'de bir KURAL vardır: KALDIRILANIN YERİNE DAHA ETKİLİSİ KOYMAK!.. Okullardan dayağı kaldıralım... Peki... Yerine hangi etkili cezayı koyacaksınız?.. Önce bunu tesbit edin... Ha, "ceza öğretici olmaz" diyenlere bir çift sözümüz var: Birincisi yanan sobaya dokunsunlar, bakalım öğretici oluyor mu olmuyor mu?.. HATALARI CEZALANDIRARAK EĞİTMEK, TABİAT KURALIDIR!.. Cezayı affetmek, ancak hatasını kabullenen ve tövbe edenlere tatbik edilebilecek bir lutuftur; genelleştirilemez.

Biz;

NUSH ile uslanmıyanı etmeli TEKDİR,

TEKDİR ile uslanmıyanın hakkı KÖTEK'tir!..

anlayışını benimsemişlerdeniz!.. ÖĞRETMEN'e güvenimiz sonsuzdur!.. Çocuğumuzu ona emanet ederken, "ETİ SENİN, KEMİĞİ BENİM" diyecek kadar örfüne bağlı, "eski"(!) kafalıyız... Çünkü Hz. ALİ'nin "Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum" şiarını benimsemişizdir!..

Eğer ÖĞRETMENLER arasında işkenceye varan tavırlara kalkışan varsa... ki vardır... Sadece eziyet, değil; kız öğrencileri sıkıştıran ilkokul öğretmenleri, kendisiyle ilişkiye girmezse sınıf geçirtmeyen üniversite hocaları, rüşvet alanlar, özel derse gelsin diye kasten sınıfta çaktıranlar vardır... Ama onların zaten başta ÖĞRETMEN olmaması, olmuşlarsa ilk hatalarında görevden uzaklaştırılmaları gerekir... Yani muhatap şahıslardır, DİSİPLİN değildir!.. Tam tersine, bu olaylar DİSİPLİNSİZLİK'ten kaynaklanmaktadır!..

İşte böyle ÖĞRETMEN'in kulak çekmesini, azarlamasını, tek tip önlük giyilmesini kabullenemiyen sözde modern ebeveynler, okulların DİSİPLİNSİZ kalmasına sebep olmuş; bu yüzden çeteler oluşmuş, çocuklar bu sefer onlara haraç vermediği için dayak yer olmuştur... Bu yüzden bıçaklanıp öldürülenler bile vardır!.. Ayrıca kızlara sarkıntılık, küfürleşme, uyuşturucu, sigara içme, özentiye sapma gibi tavır ve davranışlar son derece artmıştır!.

En acısı da, bacak kadar öğrenciden hakaret gören, not vermediği için dövülen, hatta öldürülen öğretmenlerin gazete sayfalarında "kulak çeken öğretmen" kadar bile ilgi görmemesi; hakkını savunanın çıkmamasıdır!..

Biz hep söyleriz: Masumların rahat etmesi için, suçluların hak ettikleri cezayı görmesi şarttır!.. Suçlu; öğrenci, çocuk olsa bile!.. Yoksa ona verilmeyen cezayı TOPLUM, hatasının bedeli olarak kat kat fazlası ile çeker!..

(9)- İşte ATATÜRK 1800'lerden beri TÜRKİYE'nin en büyük meselesini dile getirmiş... Bir ülkenin kalkınması AYDINLAR'ının rehberliğinde olur... Ama eğer AYDINLAR'ın MİLLET ile rabıtası kesilmişse, AYDINLAR başkalarını iyi bilip te KENDİ MİLLETİ'ni hiç tanımazsa; yarardan çok zarar getirirler.... Nasıl mı?.. Bir fıkra ile anlatalım:

Nasreddin Hoca bir gün yolda giderken bakmış, bir grup insan bir evin önünde toplanmış, tartışıyor... Evin damında da bir adam..."Hayrola?.." diye sormuş... "Hocam, adam damda kaldı, inemiyor. Nasıl indirelim, diye konuşuyorduk," diye cevap vermiş biri...Hoca, "Kolay, ben indiririm. Siz bana uzun bir ip getirin," demiş... Getirmişler... Hoca ipi adama atmış, "Bunu beline sıkıca bağla!" demiş... Adam ipi bağlayınca da çevresindekilere, "Hadi ben üç deyince asılın!" diye talimat vermiş... Bir... iki... üç!... Hep birlikte asılmışlar... Adam damdan paldır küldür yuvarlanmış, yere dütüp ölmüş...Herkes şaşkın!.. "Hocam, ne yaptın?.. Adam öldü" demişler. Nasreddin Hoca gayet sakin cevap vermiş: "Valla ben bir yerde böyle adam kurtarıldığını görmüştüm. Ama DAMDAN mı indiriyorlardı, KUYUDAN mı çıkarıyorlardı?.. Onu hatırlamıyorum!.."

İşte KENDİ MİLLETİ'ni tanımıyanın bütün "kurtarma" reçeteleri, Nasreddin Hoca'nın bu uygulamasına benzer!..

Üstelik bu kişiler TARİH bilmediklerinden BATILILAR'ı dost sanırlar!.. MİLLİ DUYGU'dan yoksun olduklarından onlara özenirler... Ve kolayca MİLLET'in aleyhine faaliyet gösteren bir MAŞA, ALET haline gelirler ki, bu durum UŞAKLIK'tan bile beterdir!.. Çünkü UŞAK hiç değilse, bilerek hizmet eder. Fazla haksızlığa, hakarete uğrarsa elindeki tepsiyi patronun kafasına indirip gidebilir!.. Ama ALET şuursuzdur, sahibi onu kaldırıp atıncaya kadar hizmete mecburdur!.. İşte ATATÜRK bu veciz ifadesinde bu büyük gerçeğe işaret etmiştir.

ATATÜRK, AYDIN-HALK kopukluğunu kaldırmanın çaresini de göstermiş... Eğer aydınlar bütün araştırma ve girişimlerde KENDİ TARİHİMİZİ, HUSUSİYETLERİMİZİ, ANANELERİMİZİ, İHTİYAÇLARIMIZI ön plana alarak ÜLKÜ ve HEDEFLER hazırlarsa, MİLLET ile aralarında TABİİ bir bağ kurulur... Yoksa öyle SUN'İ köy-gecekondu ziyaretleri, bağdaş kurup çorba tasına kaşık sallama ile halkın seviyesine indiğini sanmak yanlıştır!.. Maalesef AYDINLARIMIZ'ın %95'i "sosyal içerikli" roman, şiir yazdıkları, film, tiyatro yaptıkları gibi bir vehme düçar olmuşlardır... Kendilerini pek "halkçı" sanırlar!..

Bu hastalığın çaresi her şeyden önce TARİH öğretmektir!.. Kemal Tahir MİLLET'in TARİHİ'ni bilmeden ne ROMANCI, ne ŞAİR, ne de SANATÇI olunamıyacağını söyler...Biz de ekliyoruz: Tarih bilmeden DEVLET ADAMI, İKTİSATÇI, DOKTOR, MİMAR, AŞÇI hatta KAŞIKÇI bile olunamaz!.. Onun içindir ki, üçgen dondurma kaşıkları dahil pek çok kaşık tipi kaybolup gitmiştir.

İşte bunun için ATATÜRK, ÖĞRETMENLER'den önce TARİH öğretmelerini ister!.. TARİH öğretirken de bilhassa yaşanılan FELAKET GÜNLERİ'nin ele alınmasını, sebeplerinin iyice incelenmesini ister!.. Ondan sonra da TARİH'teki TÜRK KAABİLİYET ve KUDRET'inin üzerinde durulmasını, bunun da "masal" gibi değil; insanımızı coşturup bir HAMLE KAYNAĞI olacak tarzda ele alınmasını ister!..

Tabii ki, bunu yapabilmek için önce ÖĞRETMEN'in TARİH'i çok iyi bilmesi gerekir... Ne dedik: İşe tepeden, önce ÖĞRETMENLERİ EĞİTENLER'i eğiterek başlamak şart!..

(10)- Halbuki AYDINLAR'ın vazifesi önce kendileri VATAN, MİLLET ve DEVLET konularında üstün fikirlere sahip olmak, sonra da bunu yazıları, konuşmaları ve eserleri ile insanımıza aşılamaktır!.. Ama vazifeleri orada bitmez... MİLLET'in her bir ferdini RAKİP MİLLETLER'in baskılarına, saldırılarına karşı varlığını koruyabilecek vasıflar ile teçhiz etme sorumluluğunu da taşırlar.

Bunların arasında AHLAK en önemlisidir... Çünkü, AHLAK olmadan hiç bir millet yücelemez!..

Yani ünvanı ÖĞRETMEN olsun veya olmasın; TÜRK AYDINI her anını bir ÖĞRETMEN gibi soydaşlarını eğitmekle geçirmelidir!.. Ancak o zaman GERÇEK AYDIN olur.

Şimdi öyle mi ya?.. Üç-beş kişinin dışında, "aydın" geçinenler, TÜRK'ü bırakıp başkalarına hizmet etmeyi adeta meslek haline getirmişler!.. TÜRK insanının arta kalan 1-2 örfünü adetini de yok etmek için olanca güçleri ile çalışıyorlar!.. TARİH'i çarpıtıp DİL'i yozlaştırıyorlar!.. DİN'e küfrediyorlar!.. TÜRK insanına "aptal, görgüsüz, cahil, beceriksiz" diye hakaret ediyorlar!.. Eğer öyle ise, bundan AYDINLAR'dan başka kim sorumludur ki???

ATATÜRK'ün yukarıda vermediğimiz bir sözü daha var... Diyor ki:

- Biz CAHİL dediğimiz vakit, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz!.. Kastettiğimiz, ilmi hakikatı bilmemektir!.. Yoksa OKUMUŞ OLANLAR'dan en BÜYÜK CAHİLLER çıktığı gibi, hiç OKUMA BİLMİYENLER'den de hakikati gören HAKİKİ ALİMLER çıkar. (18.3.1923)

İşte bizim "aydın"larımız, bu okumuş büyük cahillerden... HALK'ımız okumamış da olsa, HAKİKAT'i onlardan daha iyi görüyor!..

(11)- İşte ATATÜRK'ün yanıldığı noktalardan biri... BASIN bir MEKTEP, bir REHBER OLMALIDIR, ama olamadı!.. Bugünkü BASIN bir DEDİKODU YUVASI, LOTARYACI, ve MİLLET'e saadet aşılıyacağı yerde devamlı YALAN DOLAN ile tansiyonu yüksek tutup bir kaç paçavra daha satmaya uğraşan SEFİL bir haldedir!..

Kendini bilmez bazı basın mensupları şimdi salyalar saçarak bize saldıracaklardır ama, bunu biz uydurmuyoruz... Bizzat meslekdaşları söylüyor!.. Bazı kalemlerin nasıl satılmış olduğunu yazıp duruyorlar!.. Hem de sadece partilere değil, başka ülkelere!..

Mesela halkı isyan noktasına getirinceye kadar teröristlerden yana çıkan, "yargısız infaz" diye polisin üzerine giden, elini kolunu bağlayan, DEP'in vatan haini milletvekillerinin reklamını yapan, onları adeta mazlum gösteren BASIN ve YAYIN organları değil miydi?..

Çok az kimsenin bildiği bir kaç hususu daha ekliyelim: 1984'de "çevre temizliği, lablı deterjan" diye kampanya başlatan Hürriyet gazetesi, aslında ülkeye değil; BATILI deterjan fabrikalarına hizmet ediyordu!.. Çünkü o tarihlerde Avrupa'da "lablı deterjan" yasaklanmış, BATILILAR daha kolay çözülen bir maddeye geçmişti... Ellerinde kalan lablı hammadde ve cihazları bir geri kalmış ülkeye "kakalanması" gerekiyordu!.. Hürriyet bu haysiyetsiz görevi üstlenip kendi DEVLET'ini ve MİLLET'ini kazıkladı!.. Halbuki yapılması gereken, doğrudan o daha kolay çözülen maddeye geçişi sağlamaktı.

Hele 1996'da Çiller-Erbakan hükümeti basının "iki yıl ödemesiz, sonra % 30 faizle 5 yılda ödemeli" şeklinde aldığı tatlı kredileri kesince; nasıl yalan haber üretip hükümeti düşürme çabasına girdiler!.. Bunun için ORDU'yu İHTİLAL'e çağıranlar, hatta YABANCILAR'a göz kırpanlar oldu!..Lanet olsun böyle MEDYA'ya!..

TÜRKİYE'nin nüfusunun son 20 yılda 20 milyon artmasına, okuma-yazma oranının %90'lara ulaşmasına rağmen gazete ve dergi satışları hemen hemen aynı kalmıştır!.. Gazeteciler, yazarlar, mizahçılar bunu hep "TÜRK insanının okumayı sevmemesine" bağlar... Halbuki biz ORTAASYA'daki soydaşlarımızın çok okuduklarını gördük... Demek ki, TÜRKİYE'deki durum ırsi değil, başka sebebi var!..

Siz eğer her 20 yılda bir dili anlaşılmaz hale koyarsanız, daha dünün yazarları MEHMET AKİF, YAHYA KEMAL, TEVFİK FİKRET, REFİK HALİT ve daha niceleri okunmaz olur tabii ki... Onlar yerine edebiyat yaptıklarını sanan sözde yazarlar ülkeye, insanına yabancı şeyler karalarlarsa, kitap satılmaz tabii ki... 50 yıl öncesinde bile AKBABA gibi mizah şaheseri dergiler kapışılırken, bugün KELLE, LİMON sayfalarında "....na kodum, diktir git..." gibi küfürler ile insanları güldüreceğini sanırsan, alınmaz tabii ki... Sivilceli, karanlık yüzler çizerek insanın içini karartırsan, tiraj düşer tabii ki...Mecmua çıkarıyorum diye, her sayıda "kocanızı nasıl aldatırsınız?.. Biseksüellik moda oldu" gibi TÜRK insanının AHLAK anlayışına ters yayınlar yaparsanız, okuyan bulamazsınız tabii ki...30 sayfa gazete satıp bunun 24 sayfasını reklama, 4 sayfasını da kocaman resimlere ayırırsanız; millet sizi ancak TENCERE-TAVA ile birlikte alır tabii ki...

Artık bu ayak takımı yazar-bozar-çizerlerin anlaması gerekir ki TÜRK insanı APTAL DEĞİL!.. Ne sahte aydınların, ne de politikacıların dolmalarını yutmuyor!.. Onun için hiç bir parti, hiç bir lider %25'den yüksek oy alamıyor!.. Onun için gazeteler televizyon-radyo-yemek takımı vermezse, tirajları 1 milyondan 100-200 bine düşüyor!..

ATATÜRK dönemindeki BASIN, bizim alışkın olduğumuzdan farklı olduğu gibi, şimdiki politikacıların beyanları da o dönemin DEVLET ADAMLARI'nın verdiği beyanattan farklıdır... Sırf bir örnek olsun diye Tasvir-i Evkar başmuharriri Velid Ebüzziya'nın sorularını ve ATATÜRK'ün verdiği cevapları naklediyoruz:

Soru : Kuva-yı Milliye'nin vücuda gelmesinin ilk sebepleri nedir?

Cevap: Milletin maruz kaldığı muamelat-ı hakşikenane.

Soru : Teşkilat-ı Milliye ne vakit başladı?

Cevap: Akeb-i Müterakede ve vatanın her tarafında hemen aynı zamanda.

Soru : Bugün kaç vilayete hükmü şamildir?

Cevap: Bugün Anadolu ve Rumeli vilayatında teşkilat-ı milliyeden mahrum bir yer kalmamıştır. Hükmü umum vatana şamildir.

Soru : Teşkilat-ı Milliye'nin başlıca erkanı kimlerdir?

Cevap: Teşkilat-ı Milliye'nin erkanı masuniyet ve istiklal-i vatan için kalpleri çırpınan milletin umum güzide evlatlarıdır.

Soru : General Harbord ile ne mülakat ettiniz?

Cevap: (Cevap yok)

Soru : Müstakbel hudutlarımız sizce ne olabilir?

Cevap: Müstakbel hudutlarımız bizce 30 Teşrinievvel 1918 tarihinde mütareke aktedildiği günde fiilen sahip kaldığımız huduttur.

Bu listede toplam 21 soru var ve ATATÜRK, hayatı da dahil olmak üzere hepsini üç sayfada cevaplandırmış, 2 soruya da "askeri sır" saydığından cevap vermemiş.

Bizim üzerinde durduğumuz husus iki tarafın da eğitim ve kültürlerinin bir göstergesi olarak AZ-ÖZ ifade etmeleridir... İkisi de biliyordu ki, boş lafla kaybedecek zaman, ziyan edecek kağıt yoktur!..

Bizce bu tutum hem gazeteci, hem de SİYASET ADAMI açısından OKURLARA SAYGI'dır!..

Şunu açıkça belirtelim ki, GAZETECİ, YAZAR, ÇİZER, ŞAİR takımı ve şimdinin RADYO-TV AÇIK OTURUM YÖNETİCİLERİ, ROPÖRTAJ YAPANLAR, PARLAMENTO MUHABİRLERİ halkın ortalama seviyesinin çok üstünde olmalıdırlar ki, ona yeni birşeyler verebilsinler!.. Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Velid Ebüzziya, Yunus Nadi böyle insanlardı... Onların bilgi düzeyine ulaşmış insan, parmakla gösterilirdi.

Ama bugünün Turhan Selçuk, Ahmet Altan, Nazlı Eray, Zülfi Livaneli gibi şöhret isimlerinin oturduğu apartmanda bile, bilgi seviyesi onlardan yüksek insan bulmak mümkündür!.. Bu kişiler ancak toplumumuzun "vasat" sayılacak kesiminde yer alabilirler.

İşte TÜRKİYE'nin en büyük BASIN-YAYIN meselesi budur!.. "Vasat" kişiler, TÜRK insanına yön vermektedir!.. Kültür ve eğitimi yüksek kişiler BASIN-YAYIN kurumlarının kapısından girememekte, girenlerin de seviyesi hep düşük olmaktadır!..

Üstelik bu "vasat" kişiler, eskilerde hiç görülmeyen bir kendini beğenmişlikle halkımızı küçük görmekte, adeta onları kendi zırvalarına bile "layık" bulmamaktadır!.. Aziz Nesin, Yaşar Kemal'in ruh haleti bu zavallılığı yansıtır.

Biz şimdiki tabir ile MEDYA'yı ancak DEVLET-MİLLET-VATAN yararına EĞİTİM faaliyetini üstlenirse, doğru haber iletirse MAKBUL addederiz!.. Kültürümüzü yozlaştıran, ahlakımızı bozan, yalan haber yayan, dedikodu-sansasyon peşinde koşan BASIN'ın da, YAYIN'ın da çok sıkı denetime alınmasından yanayız!.. Bizce BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ, "melanet yayma serbestiyeti" değildir!..İnsanlara sesini duyurma, fikrini serbestçe iletme ancak onlara hizmet edenlere tanınabilecek bir haktır; kesesine hizmet edenlere değil!

"Bu dediğin gibi yayın organı var mı?" diyenlere cevabımız şudur: Bizim BASIN'daki örneğimiz GASPIRALI İSMAİL BEY'in çıkarttığı TERCÜMAN GAZETESİ'dir!.. Sadece KIRIM'da değil, tüm ASYA TÜRK ve MÜSLÜMANLARI'nın yaşadığı topraklarda bir eğitim aracı halinde 1900'lü yıllarda çok büyük hizmet görmüştür... Soydaşlarımıza sadece güzel bir TÜRKÇE öğretmekle kalmamış, MİLLİ DUYGULAR aşılamış, İSLAMİ BİLGİLER vererek hurafeyi ortadan kaldırmış, aynı zamanda dönemin BİLİM ve TEKNOLOJİ sahasındaki gelişmelerini halka ulaştırmıştır... İsmail Bey bütün bunları Rusya'da, her türlü baskıya göğüş gererek ve zengin eşinin tüm servetini harcıyarak yapmıştır!...

Biz böyle GAZETECİLER, böyle GAZETELER istiyoruz!.

***

KAYNAKLAR:

-ATATÜRKÇÜLÜK G.K.Başkanlığı, İstanbul, 1984, M.E.Basımevi

-Söylev ve Demeçler 1-5, TTK

-ATATÜRK İlkeleri ve İnkılap Tarihi 2, YÖK Yayınları

-Afet İnan, Medeni Bilgiler ve ATATÜRK'ün El Yazıları

----------

> İÇİNDEKİLER< > TARİH ÜZERİNE SÖZLERİ <