ÇALIŞMAK ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR
(1) ATATÜRK; ülkemizde ÇALIŞMA'nın İLAHİ bir EMİR olduğunu, DÜNYA'ya geliş gayesinin DURMADAN ÇALIŞMAK ve KENDİNİ GELİŞTİRMEK olduğunu farkeden ve dile getiren TEK EVLET ADAMI'mızdır. CEMAL GÜRSEL hariç!
Bu kişinin "Bir ÇALIŞMA'nın yorgunluğunu, başka bir ÇALIŞMA ile dinlendiriz," şeklinde bir vecizesi vardır ki, ilerde üzerinde duracağız. ALLAH kendisine rahmet eylesin,
Ama başka yok... Hele 7. sınıf memur çocuğu iken birden yükselen ve sonunda CUMHURBAŞKANI olan görmemişin oğlu ÖZAL; tam tersine ÇALIŞMAK YERİNE insanımıza FAİZ, KUMAR, RÜŞVET, KÖŞE DÖNME gibi yollar gösterecek kadar adileşebilmiştir. Hoş o öyle de, DEMİREL, ÇİLLER FARKLI MI?..Bunlar ZEKİ bile değil, KURNAZ olduklarından; halkımıza önerdikleri metot hep ÜÇKAĞITÇILIK, KOLAYCILIK, KAYTARMACILIK, ALDATMA ve YAĞMA yönünde olmuştur.
Hemen ŞOKE olmayın!.. Dediğimiz doğrudur. MENDERES'ten itibaren DEVLET'e ait ARAZİ ve ORMANLAR'ı, en MUTENA YERLER'i yağmalayanlara, hiç çalışmadan dağdan gelip bağdakilerin malına konanlara göz yumanlar; sık sık AF çıkartıp, TAPU verenler bunlar değil mi?..
Okumuş, ehil, becerikli, namuslu kimseleri birer birer DEVLET kademelerinden, hatta ÖZEL SEKTÖR'den ayıklayıp; yerine CAHİL, BECERİKSİZ, NAMUSSUZ AKRABA, YAKIN ve PARTİLİLER'i İŞ'e alan, İHALE veren bunlar değil mi?..
İnsanımız niye çalışsın ki?.. Tersine, çalışarak bir yerlere gelmeye gayret edenler ENAYİ görülmeye başlamıştır!
İşin en ACI yanı da, bütün bu kişilerin hep "atatürkçü" geçinmesi, "reformcu, yenilikçi, atılımcı" hatta "çağ atlatan" sayılmasıdır.
Halbuki ATATÜRK, hem DİN'e, hem FELSEFE'ye, hem de DÜNYA GERÇEKLERİ'ne uygun olarak; bütün CANLILAR'ın dünyaya SUREKLİ FAALİYET için geldiğini, bunun da ÇALIŞMAK demek olduğunu söylemektedir. TABİAT bir ibret sahnesidir. KARINCA, ARI hem ÇALIŞKANLIK, hem de TOPLUM İÇİN İŞBİRLİĞİ konusunda İNSANLAR'a iyi örnek teşkil ederken; AĞUSTOS BÖCEĞİ de TEMBELLİĞİN ACI SONU'na misaldir.
Biz yüzyıllardır süren ihmal sonucu halkımızın tembelleştiğini inkar etmiyoruz... Ancak bu tembelliğin RUH'a işlemediğinin en büyük delili, ALMANYA'daki işçilerimizin ÇALIŞMA konusunda Almanlar'dan geri kalmamasıdır. Demek ki, DÜZENLİ bir ÇALIŞMA ORTAMI yaratıldığında, ATATÜRK'ün dediği gibi TÜRK İNSANI ÇALIŞKANDIR!..
Biz insanımızın JAPONLAR'dan daha DİSİPLİNLİ olduğuna da inanırız. Kaldı ki, pek çok yabancının da itiraf ettiği gibi TÜRK İNSANI hepsinden ZEKİDİR!..
Hal böyle iken; neden bütün çirkef politikacıların insanımızdaki bu üstün meziyetleri köreltip bizi ATALET'e, KOLAY PARA KAZANMA'ya teşvik ettiğini; neden NAMUSLULAR, ÇALIŞKANLAR, BİLGİLİLER'in değil de; ÜÇKAĞITÇILAR ve NAMUSSUZLAR'ın ödüllendirildiğini anlamak mümkün değildir...
Değildir diyoruz ama, sebep ortada! Eğer KAABİLİYET, EHLİYET, BİLGİ, AHLAK ön plana çıksa; şimdi DEVLET'in ÜST KADEMELERİ'ni dolduranların, KAPICI bile olması mümkün olmaz! Bunun için politikacılar hep kendileri gibilerini tercih ederler.
ATATÜRK, TEMBELLİĞİ KÖTÜLÜKLERİN ANASI OLARAK GÖRÜR!.. Bununla da PEYGAMBERİMİZ'in bir kıssasına imada bulunur. Kıssa çok meşhurdur ama, bir de biz anlatalım...
HZ. MUHAMMED bir gün yolda giderken, pineklemekte olan bir adam görür. Selam vermeden geçer... Dönerken gene aynı adama rastlar, bu sefer SELAM verir... Yanındakiler şaşırır, sebebini sorarlar. PEYGAMBERİMİZ, "O adam giderken boş duruyordu. Boş duran adam, KÖTÜLÜK düşünür. Ondan selam vermedim. Ama dönerken elinde bir değnekle yere birşeyler çiziyordu. Meşguldü. Ondan SELAM verdim," der.
İşte bu kıssa ile AHLAKİ OLGUNLAŞMA'nın KÖTÜLÜK düşünmekten kurtulmakla olduğunu; bunun için de BOŞ DURMAK'tan kaçınmak gerektiğini anlıyoruz. Ama yetmez... İnsanın UYANIK olduğu her anı bir FAALİYET içinde geçirmesi lazımdır. Bu FAALİYET, geçimini sağlamak için bir İŞ'te çalışmak olabileceği gibi; KENDİNİ YETİŞTİRMEK için OKUMAK, DİNLEMEK, BİLMEDİĞİ YERLERİ GEZMEK, hatta televizyonda BELGESEL SEYRETMEK dahi olabilir. Ayrıca bulunduğu MEKANI GÜZELLEŞTİRMEK, AKRABAYA KOMŞUYA MUHTAÇ OLANA YARDIM ETMEK de bizim anlayışımıza göre ÇALIŞMAK'tır.
İSLAM, ÇALIŞMA'yı İBADET sayan tek DİN'dir!..İnsanların GEÇİM'ini kendisinin sağlamasının DİN'in bir parçası olması bir yana; KENDİNİ YETİŞTİRMESİ, BAŞKALARINA YARDIM ETMESİ de DİN'in TEMEL esaslarındandır. "İLİM, ÇİN'de de olsa öğreniniz," hadisi, "ALİM bir kişiyle bir saatlik sohbet, 1000 saat ibadetten makbuldur," hadisi buna işarettir.
Biz ATATÜRK'ün DİNDAR olduğunu söylerken, 5 vakit namaz kıldığını filan iddia etmedik. Ancak o, DİNİN TEMEL ESASLARI'nı, gösteriş için cemaatle namaz kılan bütün politikacılardan çok daha iyi anlamış ve halkı bu yönde uyarmıştır. İnsan MENDERES'in, DEMİREL'in, ÖZAL'ın dediğini yapar yolundan giderse CEHENNEM'i boylar. Ama ATATÜRK'ün dediklerini uygularsa HİDAYET'e erer. Çünkü gerçekten onun pek çok sözü ANA FİKRİ'ni KUR'AN ve HADİSLER'den almıştır.
(2) ATATÜRK, ÇALIŞMA'nın bir SIKINTI DEĞİL; bir ZEVK olduğunu söylüyor. Gerçekten ortaya faydalı bir şey çıkarmak, insana büyük HAZ verir. Bir evkadınının yaptığı nefis yemeğin yiyenler tarafından beğenilmesi, onun yemeği pişirirken çektiği bütün yorgunluğu unutur. Pek çok kadın kendi fazla yemediği halde, sırf bu hazzı tatmak için başkalarına zahmetli yemekler hazırlar, davetler verir. İnsan bir kere ÇALIŞMANIN TADI'nı aldı mı, bir daha durmak, dinlenmek istemez.
Ancak, gerçeğin böyle olduğunu toplumun bütün fertlerine anlatmak gerekir. Çoğu iş gerçekten ağır, zor ve getirdiği ücret azdır. İnsanların geçimini sağlamadan, karnını doyurmadan onlara ÇALIŞMA'nın FAZİLET'inden söz etseniz de, pek inandırıcı olamazsınız.
Yani, TÜRKİYE'deki ÇALIŞMA ORTAMLARI insanlar için bir CEZA mahalli gibi işlememelidir. Her şeyden önce amirler, patronlar gereksiz kurallar ile İŞ HAYATI'nı bir CEHENNEM'e, işi de bir ÇEZA'ya çevirmemelidirler. Eğer bu sağlanırsa, ücretin az olması dahi İŞ'in HAZ VERİCİ bir FAALİYET'e dönmesine engel teşkil etmez.
Çünkü ÇALIŞMAK, sadece "karın doyurmak" için değildir. Öyle olsaydı, yeteri kadar MADDİ İMKAN'ı olan hiç kimsenin çalışmaması gerekirdi. ÇALIŞMAK bir İHTİYAÇ'tır. Bir insana verilebilecek asıl BÜYÜK CEZA onu çalışmaktan men etmek, BOŞ bırakmaktır. İsterseniz deneyin...Bir kaç gün HİÇ BİR ŞEY yapmadan boş oturun... Hayatınızın en SIKICI dönemini yaşamış olursunuz.
Aynı şekilde bütün zamanını yatarak, müzik dinleyerek, diskoteklerde, eğlence yerlerinde, hatta tatilde geçiren pek çok kişinin kısa sürede sıkıldığını; hatta huy değiştirip saldırganlaştığını görmüşsünüzdür.
Dünyaca meşhur zenginlerin, ülkemizde VEHBİ KOÇ, SAKIP SABANCI, BÜLENT ECZACIBAŞI gibi varlıklı kişilerin ilerlemiş yaşlarına rağmen, hatta ölünceye kadar çalışmalarını sırf PARA KAZANMA HIRSI ile izah edemeyiz. Bu kişiler ÇALIŞMADAN YAŞAMA'nın mümkün olmadığını farketmiş insanlardır.
Hal böyle iken; yine çarpık eğitimin ve üçkağıtçı politikacıların yönlendirmesi ile, asıl FAAL olması olan genç kesimde ÇALIŞMA'yı bir ANGARYA, bir CEZA, bir an evvel kurtulunması gereken bir AFET olarak gören bir ANLAYIŞ hakimdir. Kendilerine "Üniversiteyi bitirdikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sorduğumuz gençlerin büyük bir kısmı "Emekli olduktan sonra çiftlikte veya tatil köyünde yaşayacağını" söyliyerek cevap vermişlerdir...
Daha bir gün bile İŞ HAYATI'nda ÇALIŞMA'dan EMEKLİ olmayı düşünen, yani kendini TEMBELLİĞE hazırlanan bir nesil oluştu... Öğretmenler, subaylar, işçiler bir an önce 25 yılı doldurup köşelerine çekilmeye hazırlanmakta...
Bunda DEMİREL zibidisinin affedilmez tutumunun rolü çok büyük... ÖZAL'ın nasıl olduysa düzelttiği, bir aksaklık olan ERKEN EMEKLİLİK yasasını, iktidara gelir gelmez değiştirmiş, gene 20-25 yıla indirmişti.(1991) EMEKLİLİK onun sayesinde MAKBUL bir hale geldi.
Halbuki EMEKLİLİK, artık BEDENEN çalışacak gücü kalmamış, kendi bakıma muhtaç kişilerin İŞ HAYATI'ndan çekilmesi ve daha önceki hizmetlerinin mükafatı olarak geçiminin sağlanması demektir. Yoksa TEMBELLİK için TEVŞİK ARACI olamaz.
TÜRKİYE gibi TEKNİK ve BİLİM yönünden geri kalmış bir ülkede, herkesin hem kendini hem de toplumu geliştirmek için çok çalışması gerekirken; insanları 25 yılda devre dışı bırakmanın, akla yatkın bir yanı var mı?..
Kaldı ki, bu fakir ÜLKE 25 yaşına kadar her ferdi okulda, evde ÜRETMEDEN besliyor. 50 yaşından sonra ölünceye kadar gene ÜRETMEDEN besliyor...Bu ne demektir?.. 75 yıl yaşıyan bir insanın hayatında sadece 25 yıl çalışıp, kalan 50 yıl DEVLET KESESİ'nden geçinmesi demektir!.. Böyle insanların yaşadığı bir ülke nasıl kalkınır, nasıl ilerler, ekonomisini nasıl düzeltebilir ki?.. Düzeltemiyeceği içinde bulunduğumuz durumdan bellidir. Üstelik EMEKLİ SANDIĞI, SOSYAL SİGORTALAR KURUMU ve BAĞ-KUR iflasın eşiğine gelmiştir.
O pek özendiğimiz, ama DOĞRU yaptıkları her şeyi gözardı ettiğimiz BATI ülkelerinde, 65 yaşından önce EMEKLİLİK yoktur! FİNLANDİYA gibi bazı ülkelerde kaç yaşında çalışmaya başlarsa başlasın, kişi 67 yaşında EMEKLİ olabilir... Bu ne demektir, biliyor musunuz?.. Çoğu üniversiteye gitmeden meslek sahibi olan ve 16 yaşından itibaren ÇALIŞMA HAYATI'nı atılan bu ülke insanlarının 45-50 yıl çalışmaları demektir!..Doğrusu da budur. 80 yıl yaşıyan bir insan, ömrünün yarısından fazlasını, hatta üçte ikisini ÜRETEREK geçirir. Üretemediği yıllarda da, çocukken veya yaşlı iken, toplum ona bakar.
İşte bizim çirkef politikacılarımız insanımızı hiç bir şekilde ÇALIŞMA'ya, ÜRETME'ye, ASALAK OLMAKTAN KURTULMA'ya teşvik etmedikleri gibi; bir an önce TEMBEL olmaları, HAZIRDAN YEMELERİ, ASALAK yaşamaları için adeta TEŞVİK etmekte, bunun için özel kanunlar çıkarmaktadırlar.
Özel kanun deyince; MİLLETVEKİLLERİ'nin, BAKANLAR'ın kendi EMEKLİLİK'leri için tatbike koydukları uygulamayı dikkatinize getirmeden edemedik. MANDACI İSMET, "1 saat bile BAKAN olan kişinin, daha önceki durumu ne olursa olsun BAKAN MAAŞI ile emekli olmasını" sağlıyan kanunu, ATATÜRK döneminde, bütün itirazlara rağmen çıkarmıştır.
Ondan sonra gelenlerin hepsi de kendi maaşlarına hep ÖZEL ZAM yapmaları bir yana, ÖZAL ve DEMİREL döneminde "4 yıl bile milletvekili olan bir kişinin, daha önce hiç prim ödemiş olmasa dahi, çok az bir borçlanma ile astronomik MİLLETVEKİLİ MAAŞI üzerinden EMEKLİ olmasını" sağlayan kanunlar çıkartmışlardır. Böylece UZUN ÇALIŞMA'nın ve ÜRETİM YAPMA'nın mükafaatı olan EMEKLİLİK, "çalışmama"nın bedeli olarak bu namussuz kişilere ödenmektedir. Ne diyelim?.. Zaten HARAM ya; BOĞAZLARINA DURSUN, yiyenlerin hepsinin MİDESİNE OTURSUN!..FAKİR'in, YETİM'in, ÇALIŞAN'ın HAKKI çıkana kadar, soyu sopu huzur yüzü görmesin!
ATATÜRK, ÇALIŞMA ZEVKİ'ni tatmamış kişilerin TABİATIN GÜZELLİKLERİ'nden mahrum kaldığını, dünyaya bu güzellikleri tanımak için gelmiş insanın böyle davranmasının da TABİATA HAKSIZLIK olduğunu söylemektedir. Kısacası, insanın çalışmaması, HAYATIN TEMEL KURALLARI'na terstir.
ÇALIŞMAK, insanın kafasındaki hayalindeki işleri yapmak, bir ESER meydana getirmek kadar DEĞERLİ ve önemlidir. Onun içindir ki, biz SANAT konusunu incelerken, bazı insanları "sanatçı", diğerlerini de adi "işçi" diye nitelendirmenin yanlış olduğunu belirtmiştik.
Buradaki ifadeden de anlaşılıyor ki, insanlara ALINTERİ karşılığında ürettiklerine DEĞER vermeyi, onlardan ZEVK almayı öğretmeliyiz... İnsanlar İŞE YARAR, almaya kullanmaya DEĞER eşya üretmeye, veya başkalarını MUTLU eden, sorunlarını çözen HİZMETLER yapmaya, ve bundan ZEVK almaya alışmalıdırlar. Hatta bu alışkanlık, öyle bir noktaya gelmeli ki, böyle bir faaliyette bulunmadığı zaman insan HUZURSUZLUK duymalı, bir an önce işinin başına dönmeyi ÖZLEMELİ!..
(3) ÇALIŞMAK demek, bir gayretin semeresini almak demektir. FİZİK'te bu "İŞ = kütle x mesafe" formülü ile gösterilir... Yani 10 kg.lık bir masayı 5 metre taşırsanız, 50 kg/m İŞ yapmış olursunuz. Ama eğer 500 kg.lık bir kayayı sabahtan akşama kadar itmeye çalışıp bir santim bile kımıldatamamışsanız; bu gayretin sonucu, İŞ bakımından sıfırdır.
ATATÜRK bu İLMİ gerçeğe işaret etmiş!.. ÇALIŞMAK, BOŞUNA TER DÖKMEK DEĞİLDİR!.. Eğer kişi gayretinin sonucunu alamıyorsa; durup bir daha düşünmeli, işi yeniden planlamalı ve yeniden gayrete koyulmalıdır.
ÇALIŞMA'nın SEMERELİ olması, VERİMLİ olması, üretilen UCUZ, SAĞLAM, kULLANIŞLI ve YARARLI olması ve bu faaliyet esnasında KAYNAKLAR'ın israf edilmemesi, ÇEVRE'nin korunması; İLİM ve TEKNOLOJİ'den azami şekilde yaarlanmakla mümkün olur... İnsanlar çok ZEKİ, çok ÇALIŞKAN olabilirler. Ancak İLİM ve TEKNOLOJİ'den uzak kaldıkları takdirde, EĞİTİM'siz oldukları takdirde, gayretlerinin büyük kısmı boşa gidecek, geri kalmaktan kurtulamıyacaklardır.
Biz şöyle düşünürüz: HER İŞİN BİR İLMİ VARDIR...UZAYA GİTMEK'ten, PİLAV PİŞİRME'ye kadar!.. İnsan hangi işe soyunmuşsa, o işi USTA'larından İYİ bir şekilde öğrenmelidir. Bu yüzden çağımızda insan hayatı için gerekli bütün eşya ve hizmetlerin en iyi şekilde nasıl yapılacağını bilen kişiler, kitaplar, kurs ve okullara önem verilmelidir.
Bundan 20 yıl önce AŞÇILIK OKULU olduğu söylense, herkes gülerdi. Çünkü yemek pişirmenin okulda meslek olarak öğretilebileceğini kabullenemiyecek kadar insanımız yanlış yönlendirilmişti. Hem de ATATÜRK'ün ÇALIŞMA'ya, MESLEKLER'e ve ZENAATKAR'a verdiği öneme rağmen!.. İZMİR İktisat Kongresi Kararları'na rağmen!..Hep o özendiğimiz BATI ülkelerinde 20.000 meslek olmasına, bunların çoğunun (ÜTÜCÜLÜK, PASTACILIK, BADANACILIK, MARANGOZLUK, AYAKKABICILIK, MANDRACILIK gibi) okullarda 2-4 sene öğretilmesine, kalanlar için de 3 ila 6 aylık gece-gündüz kursları, olmasına rağmen!.. O ülkelerde gençler daha İLKOKUL'u bitirirken ZEKA, KAABİLİYET ve YATKINLIKLAR'ı gözönünde tutularak yönlendirilmekte, ORTAOKUL'dan itibaren kendilerine uygun bir MESLEK EĞİTİMİ görecekleri okullara sevkedilmektedirler.
Bizde ise "fırsat eşitliği" teranesiyle gençlerin tümünün liseye, oradan da üniversiteye göz dikmeleri, sonunda hem hepsinin kötü eğitim görmesi, hem yapacak o kadar çok iş varken, DİPLOMALI İŞSİZLER ordusu oluşması körüklenmiştir... Bunun müsebbibleri de "atatürkçü"lüğü kimselere bırakmazlar!
(4) ATATÜRK, MİLLİ HEDEF'e ulaşmak için ÇALIŞMAK'tan başka bir şeye ihtiyacımız olmadığını, çok kesin olarak ifade etmiş!.. Nedir MİLLİ HEDEF?.. Sorun şimdiki parti liderlerine, bakanlara, politikacılara, bürokratlara, hatta "aydın-atatürkçü" geçinen yazar çizer takımına!.. Bakalım, bu MİLLİ HEDEF'i tam olarak tanımlıyabilecek kaç kişi bulabileceksiniz. Bulamazsınız!.. Yoktur!.. Olmadığı için de ÇALIŞMA'nın üzerinde duran yoktur. Herkesin işi gücü, BOL MAAŞLI AZ İŞ, UZUN TATİL ve ERKEN EMEKLİLİK'tir.
MİLLİ HEDEF, ATATÜRK olsa da, olmasa da DEĞİŞMEZ!.. ATATÜRK'ün rolü bu MİLLİ HEDEF'i gören ve formüle eden TEK DEVLET ADAMI olmasıdır!.. MİLLİ HEDEF; İKTİSADİ, SİYASİ, ASKERi, HUKUKİ, her bakımdan TAM İSTİKLAL'e kavuşmak, dünyadaki en yüksek MEDENİYET seviyesine ulaşarak insanımızı HUZUR, REFAH ve AHLAKLI bir ORTAM içinde yaşatmaktır!.. TÜRK ve MÜSLÜMAN olan MİLLETİMİZ'in diğer TÜRK ve İSLAM TOPLULUKLARI ile yakınlaşmasını, kaynaşmasını sağlamaktır. Diğer bütün MÜZLUM MİLLETLER'e arka çıkmak; ZENGİN BATI ÜLKELERİ ile de ancak BİZİM ve DOSTLARIMIZIN HAKLARI'na RİAYET ettiği nisbette İLİŞKİ içinde olmaktır.
Ne AVRUPA BİRLİĞİ'ne girmek, ne NATO'da kalmak, ne BİRLEŞMİŞ MİLLETLER kararlarına uymak MİLLİ HEDEF DEĞİLDİR!.. ZENGİN ve GÜÇLÜLER ile bir olup FAKİR ve MAZLUMLAR'ı ezmek de değildir!..
MİLLİ HEDEF'in ne olduğunu TÜRKÇÜLÜK, TAM İSTİKLAL, YURTTA SULH- CİHANDA SULH ve DIŞ SİYASET bahislerini açıklarken ATATÜRK'ün ağzından vermiştik.
İşte onun için ATATÜRK diyor ki: MİLLİ HEDEF bellidir!..Ona ulaşmak için, başkalarının desteğine, ianelerine, sadakalarına, lutfuna ihtiyacımız yok!.. Bunun için başkalarının önünde diz çökmemiz, salya sümük yalvarmamız gerekmez. BİZİM TEK İHTİYACIMIZ ÇOK ÇALIŞMAKTIR!..İLİM ve TEKNOLOJİ'nin desteği ile ÇOK ÇALIŞMAKTIR! BİR ÇALIŞMANIN YORGUNLUĞUNU, BAŞKA BİR ÇALIŞMA İLE DİNLENDİREREK BIKMADAN, YAPTIĞINDAN ZEVK ALARAK ÇALIŞMAKTIR!
Rahmetli Cemal GÜRSEL'den alarak naklettiğimiz bu son ifade, mantıksız görünebilir. Ama FİZYOLOJİ uzmanları insanın KALP ATIŞLARI'nın, BEYİN FAALİYETİ'nin UYANIK'ken başka RİTM ve FREKANS'ta, UYKU'da iken başka RİTM ve FREKANS'ta olduğunu tesbit etmiş; beyin dalgalarının FREKANSLAR'ına ALFA ve BETA gibi adlar vermişlerdir. Aynı farklılık BEDENİ ve ZİHNİ faaliyetlerde de görülür.
Biz bir UZMAN'dan öğrendiğimiz hususu kendimizde denedik. Şöyle ki, BEDENİ bir faaliyet sonucu çok yorulduğumuzda hemen yatarsak, sızdığımızı ve kaç saat uyursak uyuyalım, sabah DİNLENMEMİŞ kalktığımızı gözledik... Ama eğer BEDENEN yorulmuş iken ZİHNİ bir faaliyete girişirsek daha kolay dinlendiğimizi, ondan sonra da uyuyunca, yongunluğu TAMAMEN attığımızı tesbit ettik. Bunun tersi de geçerli... Yani uzun bir ZİHNİ faaliyetten sonra beynimiz patlayacak hale geldiğinde BEDENİ bir işe koyulunca rahatladığımızı, gevşediğimizi gördük... BATILI devlet adamlarının ne kadar meşgul olurlarsa olsunlar, KOŞMAK, GOLF veya TENİS oynamak için zaman ayırmalarındaki SIR da, bu olsa gerek!.
Şu halde insanımız TATİL'i, "yan gelip yatmak" sanmaktan kurtulmalıdır. HAFTA SONU TATİLİ, BAYRAM TATİLİ, YAZ TATİLİ; BEDENEN çalışanlar tarafından OKUMAK, YAZMAK, SOHBET ETMEK, SATRANÇ OYNAMAK için fırsat addedilmeli; ZİHNEN çalışmış olanlar da BAĞ-BAHÇE İLE UĞRAŞMA'yı, KOŞMA, YÜZME, KAZMA-KÜREK-BALTA SALLAMA'yı, EV İŞİ YAPMA'yı DİNLENME saymalıdır. BOŞ GEZME, SIRTÜSTÜ YATMA, KAHVEDE LAK LAK ETME artık bir meziyet veya "özlem duyulan şey" olmaktan çıkmalıdır. Hele ÇALIŞMA HAYATI'nın "stres"ini DİSKOTEKLERDE TEPİNEREK, MAÇLARDA KAVGA ÇIKARTARAK atma huyları terkedilmelidir. Bunların "boşuna ter dökmek" olduğu, hatta "kan dökme"ye vardığı, hiç bir zaman DİNLENME ve RUH HUZURU sağlamadığı artık anlaşılmalıdır.
Gerçek HAZ ve HUZUR ancak İŞE YARIYAN faaliyetlerden alınır. BOŞ KİŞİ'den BOŞ İŞ; BOŞ İŞ'ten de BOŞ HİS sadır olur.
(5) İşte burada ATATÜRK açık açık TÜRK İNSANI'nı değil; yönetici, politikacı, bürokrat ve aydınları suçluyor!.. Çünkü bir MİLLET geri kalmışsa, onun REFAH'ını, EĞİTİM'ini, GÜVEN'liğini sağlamakla yükümlü olan bu kişiler sorumludur. Hiç EĞİTİM'e, TAHSİL'e önem vermiyen bir politika ile; ÇALIŞMA'nın faziletini işlemeyen edebiyatla KALKINMA, REFAH olur mu?.. Olmadığı halimizden belli!
ATATÜRK, BATI ülkelerinin bizden daha ilerde olmasını onların ZEKİ, KAABİLİYETLİ falan olmasından değil; belki bizden çok ÇALIŞMA'sından, ama daha çok bizim her bakımdan İHMAL edilmiş olmamızdan kaynaklandığını belirtmektedir. Yani, ATATÜRK'te diğe politikacılarda görülen AŞAĞILIK DUYGUSU YOKTUR! O, BATILILAR'ı üstün görmez. İLİM'e önem vererek ve çok ÇALIŞARAK onlara yetişeceğimize ve geçeceğimize inanır.
(6) Bundan daha güzel bir söz olur mu?.. TÜRKİYE denince akla ÇOK ÇALIŞAN İNSANLARIN DİYARI gelmeli, diyor ATATÜRK... Şimdi aslında JAPONYA deyince bu akla geliyor. Japonlar çok yakın bir zamana kadar yılda 2-3 gün tatil yapan, ek ücret almadan fazla mesaiye kalan, sendikaları, (yani işçileri çalışmaktan meneden kurumları) olmayan bir ülke idi. Halen bu özelliklerinden çoğunu taşımaktadır.
Bizim en çok hayret ettiğimiz husus, "aydın"larımızın Japonya'dan sitayişle söz ederken, oradaki gibi sıkı ÇALIŞMA'yı, DİSİPLİN'i adeta umacı gibi göstererek engellemeleridir.
(7) ATATÜRK'ün bundan sonraki sözleri DİN'e, TABİAT'a, İNSANLIĞA ve TÜRKLÜĞE uygun bir HAYAT ve ÇALIŞMA FELSEFESİ'ni yansıtmaktadır.
TABİAT'a bakınız... Ağaçlar hep kendilerinden sonra gelecek nesiller için MEYVA verir. O nesillerin yetişeceği bir kaç çekirdeğin toprağa düşmesi uğruna, BİNLERCE MEYVA ile, YAPRAK ile insanları, hayvanları besler, hatta toprağa GÜBRE üretir. Bununla da yetinmez. Bu faaliyetine ek olarak kendi varlığını sürdürmesi için gerekli FOTOSENTEZ'i gerçekleştirirken HAVA'yı temizler!..
Şu halde bir ağacı kesmeye niyetlenen kişinin, ondan sonraki ömrünün o ağacın sağladığı yarardan çok olması gerekir ki, yaptığı mazur görülebilsin!... AĞAÇ kesmek, ORMAN yakmak bunun için büyük suçtur. FATİH'in "Ormanlarımdan bir DAL kesenin başın keserim!" sözündeki HİKMET işte budur!
Aynı şey BİTKİLER, HAYVANLAR için de söz konusudur. Yararını yakından bildiğimiz KOYUN gibileri etleriyle, sütleriyle, yünleriyle hep kendilerinden başkaları için birer yarar kaynağıdır. Eskiden kemiklerinden de yararlanılırdı. Şimdi bile bağırsaklarından ameliyat ipliği gibi çok gerekli malzemeler üretilmektedir. Şu yeraltında yaşıyan solucanların bile, toprağın havalanmasına yardımcı olduğu ve bitkilerin gelişmesini sağladığı tesbit edilmiştir. KUR'AN, "bütün canlıların hayatının insanlar bir ibret olduğunu" söyliyerek bizi TABİAT'ı incelemeye teşvik eder.
Hal böyle iken, dünyadaki varlıkların en gelişmişi İNSAN'ın "ferdiyetçi" yani sadece kendini düşünür bir tarzda yaşaması; içinde bulunduğumuz sözümona "aydınlanma" çağının en KARANLIK ZİHNİYETİ'dir.
ATATÜRK yalnız kendini düşünmenin, sadece zengin olmak, mevki edinmek için çalışmanın insana PARA ve İMKAN getirebileceğini; ancak MUTLU etmiyeceğini, HAZ vermiyeceğini söylüyor... Ne kadar haklı olduğu ZENGİN BATI ülkeleri insanlarının halinden belli... Bu ülkelerin HAY-HUY'undan, kalabalığa rağmen YALNIZLIK DUYGUSU'ndan kaçıp kurtulmak isteyen pek çok insan, HİMALAYA dağlarında, AFRİKA köylerinde, TAYLAND'ın ormanlarında huzuru aramaktadır. Geride kalanlar ise UYUŞTURUCU, İÇKİ, ve ŞİDDET batağında kıvranıyorlar.
İşte "BATI'da ne varsa bizde de olacak" vaadinde bulunanların gözden kaçırdıkları budur... Halbuki bütün KALKINMA, GELİŞME, İLERLEME projelerinin amacı insanları eskisinden daha MUTLU, daha HUZURLU, daha SAĞLIKLI, daha GÜVENLİ hale getirmektir. Eğer "kalkınma, gelişme" bunu sağlamıyorsa, o zaman bir yerlerde HATA var demektir.
Dikkat edilirse ATATÜRK, ÇALIŞMA bahsine ayırdığı sözlerin hemen yarısında BAŞKALARI İÇİN, GELECEK NESİLLER İÇİN amacını koymuştur. Yani sadece kendisi için çalışanların ne kadar BİLGİLİ, ne kadar BECERİKLİ olurlarsa olsunlar, ülkenin ilerlemesinde katkıları olmıyacağını belirtmek istemiştir. Daha doğrusu demek istemiştir ki, "Kişi sadece kendini düşünerek çalışacaksa, olmaz olsun!"
Bu ifademiz biraz zorlama görünebilir, ama değildir. Sadece kendini düşünen bir doktor, muayenehanesine gelen hastayı gerek olmasa da ameliya edebilir. Biz böyle çok doktor ile karşılaştık... Mide kanserine yakalanmış, su bile içse çıkaran bir hastayı götürdüğümüz profesör bozuntusu bir doktor, hastayı ameliyata kalktı!.. "Peki doktor, hastanın bu ameliyatla kurtulma ümidi var mı?" diye sorduğumuzda, olmadığını da itiraf etti! "Peki, bari son günlerinde ızdırabı azalacak mı, rahat yiyip içebilecek mi?" diye sorduk. Ona da hık-mık etti... Anladık ki, bu paragöz herif hastayı yolmaktan başka bir şey düşünmüyor!..
Şimdi böyle bir doktor gününü hasta ameliyatı ile dolu geçirse, ameliyat ettiklerinin yarısından fazlası ameliyat gerektirmeyen hastalar olduktan sonra, o adamı "çok çalışmış" sayabilir miyiz?..İnsanları gereksiz yere yaralıyan kişiden memlekete ne hayır gelir?..
Aynı şey müşterilerine bayat et pişiren, kötü ayakkabı yapan, hileli yiyecek satan, çürük bina inşa eden, rüşvet alan, maaşını az görüp 8 saat çalışacağına iş yerinde uyuklayan herkes için söz konusudur!..
Bu kişiler ÇALIŞMA'nın aslında BAŞKALARI için olduğunu, ÜCRET'in ise ancak karşı taraf verilen HİZMET'ten memnun kalırsa HELAL olduğunu; aksi takdirde İNSANLIĞA ve TABİATA HAKSIZLIK olduğunu, bu yüzden de HARAM olduğunu farketmemişlerdir.
Hele ki bütün FERTLER bu zihniyetle hareket ederse, ortada HUMMALI bir FAALİYET olmasına rağmen, arkasında sadece ALDATMA, HAKSIZLIK ve TAHRİBAT vardır ve netice de TOPLUM da TABİAT ta zarar görür.
Sözlerimizin doğruluğu, EMPERYALİST BATI'nın terkettiği bütün SÖMÜRGE ülkelerdeki harabattan, hatta kendi ülkelerindeki kirlenme ve huzursuzluktan anlaşılabilir.
Bu konu bir EĞİTİM meselesidir. Hem AİLE'de, hem OKULLAR'da, hem de MESLEK EĞİTİMİ veren kurumlarda insanların ruhuna işlenmelidir. MÜHENDİSLER, DOKTORLAR, ASKERLER, HAKİMLER, ÖĞRETMENLER, GAZETECİLER, TÜCCARLAR, POLİSLER, İŞÇİLER, ESNAF hep bu zihniyetle yetiştirilmelidir. ÇALIŞMA konusu ve İŞ TERBİYESİ, ATATÜRKÇÜ felsefenin temel taşlarından biridir.