İSLAMİ ESASLARA BAĞLILIK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-3

(11)- Bu kısımdaki ifadeler, dinsiz sanılan ATATÜRK'ün 40 yaşlarında iken bir camide okuduğu hutbeye aittir!.. İbretle incelenmesi gerekir.

Pek çok cami imamının, vaizin DİN'İN TEMELİ'ne bu kadar vakıf olmaması bir yana; DİN'i politikaya alet eden her çeşit partiden bir tek kişinin bile çıkıp, bütün o "dindar" görünüme rağmen, hayatı boyunca yapamayacağı kadar güzel bir DİNİ SOHBET'tir... Eminiz ki, kimse sıkılıp ayağını kaşımamış; herkes baştan sona zevkle dinlemiştir.

ATATÜRK bu hutbe sırasında halkla karşılıklı konuşmuş, sorulara da cevap vermiştir... Her şeyi usulüne göre götürmüş, söze ALLAH'a dua ederek, HZ. MUHAMMED'i ve KUR'AN'ı överek başlamıştır.

(12)- ATATÜRK'ün KUR'AN'a ve EZAN'a "düşman" olması şöyle dursun, TÜRK İNSANI'nın bunları dünyada EN İYİ OKUYAN olmasıyla da iftihar ettiğini daha önce görmüştük... Yine halkın eğitiminde CAMİ MİNBERLERİ'nin rolünün büyüklüğü'ne işaret ettiğini okudunuz... ATATÜRK'ün 1919'da çıkarttığı gazetenin adı da MİNBER idi.

Burada pek çok kimseyi şaşırtacak bir şekilde, "KUR'AN'ın HZ. MUHAMMED (S.A.V.) ümmetinin ESAS TEŞKİLAT KANUNU olduğunu" söylemektedir... Yani, KUR'AN, MÜSLÜMANLARIN ANAYASASI'DIR!..

Gerçek şu ki, hiç bir DİN, sadece ahiret ile ilgilenmez!.. KUR'AN da DÜNYA'yı düzene koyarak insanın AHIRET'ini hazırlayacağını belirtir!..

Öyleyse, "DİN ve DÜNYA işlerini ayırmak" ifadesini İKİ ayrı DÜNYA'dan söz eder gibi kullanmak; DİN'in bilinmemesinden, DİN'in dejenere edilmesinden başka bir şey değildir!.. DİN'i namaz kılmak, hacca gitmek gibi "seromoniyel, folklorik" bir hale dönüştürmek demektir... DİN ile DEVLET nasıl birbirine sıkı sıkıya bağlı ise, DİN ile DÜNYA da asla birbirinden ayrılmaz!.. Bu söz ile ne kastedildiğini yukarda anlatmıştık.

Eğer yukarda saydığımız "İYİ MÜSLÜMAN olmanın şartlarını incelerseniz, görürsünüz ki hepsi DÜNYA İŞLERİ ile ilgilidir... Kendini ve etrafını temiz tutmak ÇEVRE ile, zekat vermek VERGİ ile, teraziye hile katmamak TİCARET ile, vatanını sevmek MİLLİ SAVUNMA ile, ilim öğrenmek EĞİTİM ile, fakirlere yardım etmek SOSYAL DAYANIŞMA ile ilgili ve bağlantılıdır... Bunlar hem DÜNYA hem de DEVLET İŞLERİ'dir!.. Bütün bunları düzene koyan KUR'AN da MÜSLÜMANLARIN ANAYASASI'dır!.. ATATÜRK bunu ölümüne yakın çok daha açık bir şekilde VASİYET olarak dile getirecektir!

Peki, öyleyse ATATÜRK niye ESAS TEŞKİLAT KANUNU'nu öyle düzenlemedi?.. Niye Anayasa'dan "DEVLET'in dini İSLAM'dır" hükmünü çıkarttı?

Bir defa DEVLET'in dini olmaz!.. Ancak DİN DEVLETİ olur!.. İkincisi, yenilgiyi hazmedemiyen BATILILAR yeni DEVLET üzerinde inanılmaz baskılar uygulamaya çalıştılar... ATATÜRK'ün onların gözünü boyayacak, hücumlarını kesecek bir şeyler yapması gerekiyordu... Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü'nün "BATILILAR, DEVRİMLER tutmadı sanırsa, yandık!" sözü meşhurdur!.. Üçüncüsü, ATATÜRK DİN'e sarılmak istedikçe, sütü bozuk yobazlar olay çıkarttılar... Toplumun cahilliği had safhada idi... Neticede ATATÜRK İran'daki gibi, MOLLALAR'ın DEVLET İDARESİ'nde söz sahibi olmasından korktu, bazı istemediği şeyleri yapmak zorunda kaldı!...

Ancak şurası bir hakikattir ki, nüfusunun %99'u MÜSLÜMAN olan bir ülkenin DEVLET yapısını teşkil eden ESAS KANUN, İSLAM dinine aykırı bir özellik taşıyamaz!.. İSLAMİ PRENSİPLER'i "kanun dışı" bırakamaz!.. Eğer şimdiki gibi her değişiklikte biraz daha İSLAM'dan uzaklaşırsa, milletin inanmadığı bir KANUN olur,.. DEVLET zayıflar, meydan din simsarlarına kalır!.. Çok şükür ki, bütün menfi çabalara rağmen, belki Anayasa değil ama, diğer kanunlar hala %60 oranında İSLAMİ ESASLAR'a yatkındır.

Şu halde "Batı standartları, evrensel kurallar" filan palavrasını bırakıp, HIRİSTİYAN BATI anayasalarını taklitten vazgeçip, bir an evvel ÇAĞA UYGUN, İSLAMİ PRENSİPLER üzerine bina edilmiş, kısa bir ESAS TEŞKİLAT KANUNU yürürlüğe konmalıdır.

Ama bu kanun, "şeriat uyguluyorum" iddiasıyla KUR'AN'da olmayan "recm-taşa tutma" cezasını tatbik eden Vehhabi Suudi Arabistan kanunlarına; veya "muta-kısa süreli nikâh"ı çarpıtarak fuhşu teşvik eden Şiî İran kanunlarına benzememelidir!.. İSLAM'a 1000 yıldır önderlik etmiş TÜRK'ÜN İSLAM ANLAYIŞI'na uygun bir kanun olmalıdır.

Hemen ekleyelim ki, Vehhabi mezhebi OSMANLI döneminde de makbul addedilmemişti... İran Şiiliğinin ise bizdeki Alevilikle uzaktan yakından alâkası yoktur... Bu ikisini bir şey zannedip örnek almaya kalkan sözde dindarlara şaşarız!..

TÜRK MİLLETİ'nin benliğini bulmasının, ve BATI'NIN KÖLESİ durumundaki MÜSLÜMAN ÜLKELER'e emsal teşkil etmesinin TEK yolu TÜRK İSLAM ANLAYIŞI'nı canlandırmaktır!..

(13)- Bilindiği gibi MESCİD, "secde edilen yer"; CAMİ ise "toplanılan yer" anlamındadır... Her ikisine de ALLAH'IN EVİ denmesinin sebebi, ALLAH orada oturduğundan falan değil; o binayı KÂBE (BEYTULLAH) gibi görerek; DİLDE, ZİHİNDE VE GÖNÜLDE ALLAH fikriyle hareket etme mecburiyetindendir!..

Sırf namaz kılmak için ne mescide, ne camiye ihtiyaç vardır!.. Namaz her temiz yerde kılınabileceği gibi, PEYGAMBERİMİZ hiç bir SÜNNET namazını camide kılmamıştır!.. Sünnetlerin camide kılınması, sonradan ve kolaylık olması bakımından benimsenmiştir.

Camide ibadetin TEK bir amacı vardır: Oraya ibadet için gelen müslümanların birbirleriyle olan münasebetlerini kuvvetlendirmeleri!.. İnsanlar ancak bu suretle birbirlerinin dertlerinden haberdar olabilirler ve HENÜZ ALLAH KORKUSU GÖNÜLLERDEN ÇIKMADAN bu dertlere müştereken çare bulabilirler.

Henüz müslümanlar küçük bir topluluk iken, PEYGAMBERİMİZ cemaatle ilgili konuları evinin yanındaki mescidde dile getirir, meseleler orada görüşülürdü... İSLAMİYET yayılıp PEYGAMBERİMİZ devlet reisi konumuna geldikten sonra, mescid bir nevi parlamento durumuna gelmiştir... Daha doğrusu DEVLET REİSİ'nin problemleri dinlediği, istişarelerde bulunduğu, kararları açıkladığı, gönüllerde ALLAH KORKUSU bulunduğu için kavga ve küfürleşmelerin olmadığı, menfaat çatışmalarının yer almadığı bir TOPLANTI MAHALLİ olmuştur cami!..

CAMİ, CEMAAT, CUM'A hep toplanmak anlamındaki CEM kelimesinden türemiştir... Pek az hoca bu mana üzerinde durur.

Bazı bağnaz Aleviler'in "cem evi" diye tutturmalarının da bir anlamı yoktur... Çünkü CAMİ zaten CEM EVİ'dir!.. Öte yandan her aklı başında Alevi bilir ki, DEDESİZ CEM OLMAZ!.. HER TOPLANTI CEM , YANİ İBADET SAYILMAZ! KERÂMET "EV"DE DEĞİL, "DEDE"DEDİR!.. Dedesi olmayan uyduruk cem evleri "türkü-bar"a dönüşmüş, veya kürtçü, bölücü hainlerin toplantı evi olmuştur!

(14)ATATÜRK'ün büyüklüğünün bilinmeyen yönlerinden biri de MEŞVERET'e verdiği önemdir!.. MEŞVERET, her tabaka ve kesimden insanın birbiriyle sohbet etmesi, fikir teatisinde bulunması, bilmediklerini birbirinden öğrenmesidir.

MEŞVERET, Batı'nın uyduruk DEMOKRASİ kavramından çok farklıdır... Çünkü DEMOKRASİ, herkesin aklına eseni, olur-olmaz yerde ve tarzda söylemesi demektir!.. Bu konuyu ilerde CUMHURİYET bölümünde işleyeceğiz.

MEŞVERET ise, kişilerin birbirleriyle münakaşa etmeden, birbirlerine empoze etmeden fikir teatisidir.

Burada önemli olan husus, CAMİLER'in memleketin meselelerinin halka intikal ettiği, DEVLET'İN görüş ve SİYASETİNİN DEVLET REİSİ ADINA HUTBE okuyan kişi TARAFINDAN HALKA AKTARILDIĞI, HALKIN GÖRÜŞLERİNİN yine aynı kişi tarafından DEVLET REİSİ KATINA ULAŞTIRILMAK ÜZERE dikkatle ALINDIĞI MEKANLAR olduğu gerçeğidir... Bunun kadar önemli olan ikinci husus ta, ATATÜRK'un CAMİ'yi bu özelliği ile görmesidir.

Gerektiğinde günde 5 vakit, ama en geç haftada bir defa CUMA günü, ve mutlaka iki DİNİ BAYRAM'ın İLK SABAHI CAMİ'de bu MEŞVERET yapılır.

CUMA NAMAZI'na iştirak, işte bunun için çok mühim sayılmıştır!.. Çünkü katılmayan kişi, memleketin gidişatında bihaber kalır, toplumdışı olur... ATATÜRK halkın CUMA NAMAZI'na katılmasını, ve HUTBE dinlemesini engellemeyi asla düşünmemiştir.

Dumura uğramış zihinlerin kavrayabilmesi için "Batı terminolojisi" ile ifade edersek; CAMİLER Hıristiyan dünyasında şimdi bile bulunmayan en yaygın ve en sık toplanan DEMOKRASİ ARENALARI'dır!.

Orada gerçek fikirler boy gösterir. Kavga, dövüş, küfür, entrika yoktur...

Eğer camilerimiz böyle değilse, vebali DEVLET'i yönetenler ile imamların boynunadır!..

İşte ATATÜRK daha İSTİKLAL Savaşı bitmemiş, barış anlaşması henüz imzalanmamış iken DEVLET, MİLLET meselelerini böyle CAMİ'ye, halka indirmiştir!.. Zaten bütün savaş boyunca MİLLİ DEVLET adına konuşanlar, camilerde halka gayelerini anlatmış, TÜRK İNSANI'nın desteği böyle sağlanmıştır.

Şimdiki insanımız bu tür MEŞVERET'i hiç bilmez... Örneğini görmemiştir!.. Ama Tarık Buğra'nın gerçek bir olayı naklettiği KÜÇÜK AĞA romanı, ve bu romanın TRT tarafından çekilen filminde, Kuvva-yı Milliyeciler ile kasaba halkı arasında geçen nefis bir CAMİ MEŞVERETİ vardır... Bulunup okunması, seyredilmesi gerekir.

"Camide siyaset yapılmaz" sözünü, "CAMİDE POLİTİKA YAPILMAZ" diye değiştirmek gerekir... Yukarda da belirttiğimiz gibi artık bu iki kavram arasına bir çizgi çekmek şart olmuştur... SİYASET, parti ve fert menfaati gözetmeksizin DEVLETİN İÇ VE DIŞ İŞLERİNİ İDARE'dir!. POLİTİKA ise PARTİ, GRUP, FERT MENFAATİNİ DEVLET VE MİLLETİN ÜSTÜNDE görerek yapılan İKTİDAR mücadelesidir... POLİTİKA, adından da anlaşıldığı gibi İKİ değil, ÇOK YÜZLÜLÜK'tür. MİLLİ SİYASET ise MİLLET ve DEVLET gibi TEK'tir!..

Bu yüzden ORDU'ya, MEKTEB'e, CAMİ'ye ve DEVLET DAİRELERİ'ne, RADYO-TELEVİZYON'A SİYASET elbette GİRER!.. Aksi takdirde ne asker, ne öğrenci, ne memur, ne de halk DEVLET'in yaptıklarını, yapmak istediklerini öğrenemez... Sonunda DEVLET'inden kopuk bir güruh oluşur ki, ona da MİLLET denemez!..

Bu kurumlara ASLA ve KAT'A girmemesi gereken şey, POLİTİKA'dır!... Kimse bu kurumlar dahilinde şahsı, grubu, veya partisi menfaatine yönelik faaliyette bulunamaz!.. Bulunmamalıdır!..

Bizce bu tahdide, SEÇİMLERDEN SONRA partiler, milletvekilleri, hükümet üyeleri, belediye başkanları ve diğer seçilmişler de dahildir... Çünkü artık onlar MİLLET ADINA, MİLLİ SİYASET'i yürütmekle görevlendirilmiş insanlardır!.. Partiler arası mücadele, bir dahaki seçime kadar geride kalmıştır. Artık yalnız ve ancak DEVLET ve MİLLET vardır!. Onlara adanmış İŞBİRLİĞİ anlayışı vardır.

Ama nerede böyle DEVLET anlayışı?..Nerede böyle vatanperver insanlar?.. Bizde bir "demokrasi" yutturmacası içinde partiler ve menfaat grupları, SANKİ DÜŞMAN ÜLKELERİN FERTLERİ İMİŞ TE, İŞGÂL ETTİKLERİ BU ÜLKEYİ YAĞMALIYORLARMIŞ GİBİ bir tavır içinde, daha fazla pay için birbirlerine sırtlan gibi saldırmaktalar!..

Bu kişiler kendi yedikleri haltlar yetmiyormuş gibi, işçilerden sonra sendikalar aracılığı ile memurları da politikaya bulaştırdılar... Şimdi üniversitelerde, hatta ortaokullarda geçmişte cereyan etmiş olan hadiseleri unutup, öğrencileri politikaya çekmek istiyorlar.

Tekrar edelim ki, en küçük öğrenciden en uzaktaki köylüye, en yüksekteki memurdan dağdaki çobana kadar ulaşması gereken bir tek şey vardır: DEVLETİN MİLLİ SİYASETİ!.. Particilik ve politika ise, sadece kendini düşünenlerin harcıdır... Bu çamuru başkalarına ve dine bulaştırmamak gerekir.

Politika böler, ahlâkı bozar, kardeşi kardeşe düşman eder... Olan DEVLET'e, MİLLET'e ve VATAN'a olur. Ama MİLLİ SİYASET BİRLEŞTİRİR!.. DEVLET'İ GÜÇLÜ KILAR!..(Bakınız: TÜRKÇÜLÜK İLKESİ)

(15)- ATATÜRK'ün buradaki DİN ve DİN TARİHİ bilgisi ve yorumu, hayranlık uyandıracak, imamlara ders verecek düzeydedir.

PEYGAMBERİMİZ gerçekten sohbetlerini mescidde, veya meydanlarda yapardı... Sohbetinin mahiyeti yere göre değişmezdi... "Şimdi mesciddeyim, yalnız ahiretten bahsedeyim," demediği gibi, "şimdi meydandayım, ağaç altındayım, siyaset konuşayım," da demezdi!.. Çünkü onun için her mekan, ALLAH'IN HUZURU idi.

Camiler sadece imamların konuştuğu yerler değildir... Hele ki PEYGAMBERİMİZ zamanında hiç öyle değildi!.. Mesela HZ. AYŞE, MESCİD'de müslümanlara PEYGAMBERİMİZ'in ahlâkını, âdâbını anlatır, hatta "hayız halindeki kadına dokunmak haram mıdır?" gibi sorulara cevap verirdi... Bu da şimdi müslüman geçinip kadınları erkeklerden perde ile ayıran, hatta konuşturmayan yobazlara ders olmalıdır.

4 BÜYÜK HALİFE de HUTBE meselesine PEYGAMBERİMİZ gibi bakmışlardır... Ancak İSLAM DEVLETİ sınırları çok genişlediği için, sonradan her yerde konuşmayı kendileri yapamaz hale gelmişler, ve DEVLET REİSİ ADINA HUTBE okuma geleneği benimsenmiştir.

İSLAM devletleri hükümdarlarının, hatta beylerin "hükümdarlık" alâmeti olarak uyguladıkları iki şey vardı: Adlarına hutbe okutmak ve para bastırmak!..

Bu olay çok açık bir şekilde göstermektedir ki, "Halife olmadığı için hutbe okunmaz, okunmayınca da Cuma namazı kılınmaz" diyen yobazlar, savundukları DİN'i bile bilmemektedirler!..

İkincisi şu andaki konumuz ile ilgili değil... Ama bu husus ayrıca göstermektedir ki, "OSMANLI döneminde GÜNEYDOĞU'da MÜSTAKİL Kürt beylikleri olduğunu" iddia edenler, bunlardan hangisinin hangi parayı bastırdığı, veya hangi tarihte kendi adına hutbe okuttuğunu belgelemelidirler... Böyle bir şey yoktur!.. "Kürt Beyi" denilen kişiler köy ağası, veya en fazla aşiret reisi idiler... OSMANLI'nın onları "bey" diye pohpohlaması, dağda bayırda eşkıya ile uğraşmamak içindi.

Konuya dönersek, HALİFELİK 4 BÜYÜK HALİFE'den sonra SALTANAT'a dönüşmüştür!.. Yani halifenin herhangi bir hükümdardan farkı kalmamış, üstelik bazı dönemlerde 2, hatta 3 halife birden hüküm sürmüştür... 1190-1230 tarihleri arasında hem Abbasi, hem Endülüs, hem de Fatımi halifeler vardı.

Hangi devletin hangi halifeye uyduğu belli olmadığı gibi, tek halifeli dönemlerde bile halifeyi dinlemeyen hükümdarlar vardı... Halifelik babadan oğula geçtiği için, bazı halifeler çocuk yaşta idi... Bazısını kendi teb'ası dahi dinlemezdi... Bizim ülkemizde dahi Halife 2. Osman, 3. Selim ve Abdülaziz'i isyancılar öldürmedi mi?..

Öyleyse durum, İSLAM devletlerinin sayısının artması ile değişmiştir... Her İSLAM DEVLETİ'nin reisi, aslında ALLAH'ın ve HZ. MUHAMMED'in halifesi gibi davranmak zorundadır!.. Bu da ATATÜRK'ün belirttiği gibi, HALKI ALDATMAMAK, HALKA HEP İYİYİ VE DOĞRUYU SÖYLEMEK, ve HALKA HİZMET ile olur!..

Halk da DİN ve VATAN tehlikeye düşmediği sürece, MİLLİ BİRLİĞİ bozmamak için DEVLET REİSİ'ne itaatle yükümlüdür!. Çünkü "Emir yetkisi sahiplerine itaat" konusunda bir AYET, ve PEYGAMBERİMİZ'in "Başınızdaki hurma başlı bir Habeş bile olsa, itaat ediniz," mealinde bir hadisi vardır.

Bu kuralı çok iyi bilen MÜSLÜMAN ATATÜRK, hiç bir zaman HALİFE'ye karşı mücadele etmemiş, "padişah halifeyi kurtarmak için harekete geçtiğini" söylemiştir ki, doğrudur... HALİFE İstanbul'da esir konumunda idi!..

ATATÜRK ancak düşmanın zoruyla kendisine karşı asker gönderilmesinden sonra HALİFE'yi eleştirmiş, ama 1924 yılı bütçesine dahi PADİŞAH ve SARAY için ödenek koydurmuştur.

Ne zamanki sadrazam Tevfik Paşa, İstanbul hükümetinin de Lozan'a iştirakinde ısrarlı olmuş, işte o zaman ATATÜRK çift başlılığı ortadan kaldırmak için saltanatı ilga etmiştir. SALTANAT'ın ve ardından HİLÂFET'in kaldırılması, HANEDAN'ın yurt dışına sürülmesi tartışılabilir. ATATÜRK'ün kurmak istediği CUMHURİYET gerçekleşti mi, yoksa PADİŞAHLIK DÖNEMİ'nden beter sıkıntı ve ihanetlere mi düştük, bu da tartışılabilir. Ancaük ATATÜRK'ün yapıcı muhalefet tarzından ve iyiniyetinden asla kuşkumuz yoktur.

ATATÜRK'ün bu medeni "muhalefet" anlayışı, şimdi hükümeti yıkmak için birbiri ile yarışan partilerimize, hatta iktidar partisi içindeki milletvekillerine örnek olmalıdır.

(16)- ATATÜRK, halkın mutlaka DEVLET işlerinden haberdar edilmesi gerektiğini belirtmiş, bunun için de HUTBE okuyan imamları görevli kılmıştır.

Çünkü halkla münasebette BİRE BİR karşılıklı temas şarttır!.. Halk televizyona, radyoya, gazeteye soru soramaz... Onların haberlerine olan tepkisi DEVLET'e yansımaz...Dört senede bir oy kapmak için halkın ayağına gidip dert dinliyor görünmek yetmez!..

Bu yüzden imamlar ve dolayısiyle halk, günlük gelişmelerden DEVLET SİYASETİ açısından DEVLET eliyle haberdar edilmelidirler!.. Bununla görevli olan kurum da MÜFTÜLÜKLER ve üst makam DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'dır.

Aslında İSLÂMİYET'te daimi "cami imamlığı" müessesesi de yoktur!..Eskiden o gün toplanan cemaatte kim en BİLGİLİ, kim en YETKİLİ ise İMAM o olurdu...İMAM aslında YÖNETİCİ, LİDER demektir. Ama sonradan, kalabalıklaşan ortamlarda veya çoğunluğun cahil olduğu yerlerde DİN bilgisi olan kişilerin sürekli "imam" olması âdet haline gelmiştir.

Bugün fakslar, telsiz telefonlar ile köylere bile ulaşmak imkanı vardır. Yani memleketin her köşesinde CUMA hutbelerinin birliğin, beraberliğin temsilcisi DEVLET REİSİ adına tek bir metin olarak okunması mümkündür... Yeter ki, DEVLET'in bir MİLLİ SİYASET'i olsun!..

Kısacası, CAMİLER halkın, en azından haftada bir CUMA GÜNÜ sürekli eğitim gördükleri birer İLİM ve SİYASET MERKEZLERİ'dir!.. Elbette ki, bu merkezlere çirkin POLİTİKA, PARTİCİLİK, TARİKATÇİLİK, BÖLÜCÜLÜK ve DEVLET ALEYHTARLIĞI GİREMEZ!.. Ama bu eğitim, her halükarda yapılmalıdır.

BU, DİN'İN İCABI VE ATATÜRK'ÜN VASİYETİDİR!.. MUTLAKA YERİNE GETİRİLMELİDİR!..

Burada eklemek isteriz ki, Çiller Hükümeti İstanbul'daki Gaziosmanpaşa terör olaylarından sonra(1995), halkı birleştirmek için o haftaki Cuma Hutbeleri'nden yararlanmıştır... Çok ta iyi yapmıştır. Çünkü doğrusu budur!..

(17)- ATATÜRK, burada isyan ettiği problemi, yani o dönemde hutbelerin, yani imam tarafından yapılan konuşmaların tamamen Arapça olması meselesini, Cumhuriyet'in ilanından sonra çözmüş; hutbeler anlaşılır hale gelmiştir.

Ancak ikinci probleme, yani imamın DEVLET REİSİ ADINA konuşup, DEVLET-MİLLET meselelerini iletmesi, halkı dinleyip onların görüşlerini müftülüklere, oradakilerin de DEVLET REİSİ'ne ulaştırması sorununa çözüm bulamamıştır... O günlerdeki irtica, buna imkan vermemiştir.

İnönü devrinde ise DİN ihmal edilmiş, camiler boşalmış; Menderes döneminden itibaren de DİN politikaya alet edilir olmuştur... Ortalığı sahte şeyhler, uyduruk tarikatlar sarmıştır.

Bu seferki problem her namazda minbere çıkan bazı vaizlerin DEVLET REİSİ ADINA değil; kendi tarikat ve grupları adına konuşması, hatta halkı DEVLET'e karşı kışkırtması şeklinde tecelli etmiştir... Üstelik bu konuşmalar ses ayarı bozuk hoparlörlerle mahalleye, kasetler ile bütün TÜRKİYE'ye yayılmaya başlamıştır... Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "merkezden hutbe bastırıp gönderme" uygulaması dahi, tesirsiz kalmıştır.

Burada bir hususu daha ekleyelim: Bizce EZAN, CAMİYE, yani ALLAH'IN HUZURU'nda BİRLİĞE DAVET'tir... ARAPÇA'sı bütün müslümanlara hitap ettiği ve makama yatkın olduğu için daha uygundur... ATATÜRK'ün çevresindekilere uyup EZAN'ı Türkçeleştirmesi hata idi!.. Ancak sanılanın aksine o bunu bir "deneme mahiyetinde" başlatmış idi.. ARAPÇA EZAN'ı kanunla yasaklayan, TÜRKÇE EZAN'ı eziyete dönüştüren İsmet Paşa idi!...(1941) Menderes'in aslına döndürmesi yerinde olmuştur.

EZAN'ın hoparlörle de yayınlanmasında mahzur yoktur... Ancak mutlaka GÜZEL SES'le okunmalı, ve HUŞU uyandıracak bir tonda yayınlanmalıdır... Asla hastaları rahatsız edecek, çocukları uuyandıracak kadar yüksek sesle yayınlanmamalıdır! KUR'AN'da "Sesini kıs. Zira seslerin en çirkini eşek anırmasıdır," mealinde bir ayet vardır. Peygamber yapılan bu hitap ve uyarı, hocaların, müezzinlerin, hoparlörü sonuna kadar açanların kulağına küpe olmalıdır!

Elektronikten, ses tekniklerinden hiç anlamayan kişilerin kurduğu hoparlör, mikrofon ve amplifikatör sistemleri; ve bunları kullanan müezzinlerin "ne kadar yüksek sesli olursa, o kadar makbul" diye düşünmeleri; KUTSAL EZAN'ı çevre halkı için bir işkenceye döndürmektedir!.. Bizce bu durum DİN açısından "türkçe ezan "dan çok daha mahzurludur.

Camilerin ses sistemleri ve müezzinlerin bunu kullanışları muhakkak denetlenmelidir... Bozuk cihazlar ve etrafı binalar ile çevrili alçak yapılı mescitlerin, sesi duvarlara çarpıp boğulan hoparlörleri devreden çıkartılmalıdır... Hele bazı müezzinlerin başka semt müezzinleri ile yaptıkları "ses duyurma" yarışmalarına mutlaka son verilmelidir!.. Her semte bir EZAN sesinin ulaşması yeterlidir.

(18)- Hiç bir din adamı MİNBER'i böyle güzel tarif edememiştir!..

ATATÜRK'ün DİN'e, CAMİ'ye ve gerçek DİN ADAMI'na verdiği değeri bu sözlerde görüyoruz... Bunu duyduktan sonra ATATÜRK'e "dinsiz" demek insafsızlık, hatta artniyetlilik olur!..

Ama maalesef minberler asırlardır bu özelliği taşımamaktadır!.. Hele bir kısım kürsüler, kahvehanede bile dinlemeye tahammül edemeyeceğiniz çirkin konuşmalar, tezvirat ve hurufat yatağı haline gelmiştir.

Öyleyse gene ATATÜRK'ÜN VASİYETİ'ne uyup, MİNBERLER'i NUR KAYNAĞI, CAMİLER'i de ALLAH'IN EVİ yapalım!.. Onları HAKK'IN NURU ile öyle aydınlatalım ki, Ramazan'da bile kandille süslemeye gerek kalmasın!

(19)- Burada ATATÜRK'ün GERÇEK DİN ADAMLARI'na verdiği değeri görüyoruz... Bütün iddiaların aksine, gerek KUR'AN'ın tercümesi, gerek SAHİH BUHARİ MUHTASARI'nın tercümesi onun Kamil Efendi gibi muhterem kişilere gösterdiği güven ve saygı sayesinde gerçekleşmiştir... ATATÜRK; ÖĞRETMENLERİ, SANATKARLARI, ASKERLERİ olduğu gibi BİLGİLİ DİN ADAMLARI'nı da el üstünde tutmuştur.

İlk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi ATATÜRK'ü ziyaret ettiğinde onun ayağa kalkmasından üzüntü duyarak:

"Paşam, beni mahcup ediyorsunuz,"

deyince, ATATÜRK:

"Hayır, din adamlarına saygı göstermek, İSLAM'ın icaplarındandır,"

diye cevap vermişti!.. Aslında İSLAM'ın icabı, BÜYÜKLER'e ve ALİMLER'e saygı göstermek şeklindedir... Yani din alimi olmasa dahi ALİM bir kişiye saygı göstermek İSLAM'ın gereğidir... ATATÜRK bunu kastetmiştir.

(20)- ATATÜRK bizce burada İSLAM'ın özünü ve amacını çok güzel bir şekilde ortaya koymuştur... TÜRK MİLLETİ'nin ve İSLAM ALEMİ'nin içine düştüğü zelil durum, İSLAM'ın İLİM peşinde koşmak ve çok ÇALIŞMAK ve tabii ADALET'le hükmetmek esaslarının terk edilmesindendir... DİN'in kendisinden değildir!.. Şu halde İSLAM'ı tekrar yüceltmek isteyenlerin bu üç esası dile getirmeden öne sürdükleri her kural, her vecibe, her farz bizce eksiktir... Başarı ihtimali yoktur!..

Burada bir hususu açıkça dile getirmekte yarar var... Pek çok müslümanın gönlüne şöyle bir şüphe düşmüştür:

-Eğer HAK indinde makbul DİN, İSLAM ise; nedir bu müslümanların hali?.. Şairin dediği gibi

Diyar-ı küfrü gezdim, kâşâneler gördüm,
Dolaştım Mülk-ü İslâm'ı, virâneler gördüm!

Nedir bu ALLAH'ın kâfirlere iltiması? Neden kâfirler hem İslam'a galip geliyor?

Aslında iltimas yok!.. Kâfirler ALLAH'ın emirlerine müslümanlardan daha çok uyuyorlar da ondan!.. İstisnasız bütün kalkınmış Hıristiyan ülkelerin insanları, Yahudiler; müslümanlardan daha çok İLİM peşinde koşuyorlar... en az 5 kat daha fazla çalışıyorlar!.. Elbette semeresini görüyorlar... Bu da yetmiyor, her savaşta müslümanları tepeliyorlar... Devletleri çökmüyor, dağılmıyor!..

Çünkü KÂTİP ÇELEBİ'nin 400 yıl önce dile getirdiği gibi, DÜNYA KÜFÜRLE YIKILMAZ, ZULÜMLE YIKILIR!.. Kâfirleri de yıkacak şey sadece ADALET'ten uzaklaşmalarıdır... Biz de geçmişte bu yüzden yıkıldık!.. Eğer İLİM'e sarılmaz, ADALET'i düstur edinmez, gece gündüz ÇALIŞMA'ya başlamazsak, toparlanmamız mümkün değildir!.

(21)- İşte bizim tanıdığımız ATATÜRK, böyle her zaman MÜSLÜMANLAR'ın DİNİ İNANÇ ve İTİKATLAR'ına saygılıdır!.. Burada onun hiç dile gelmeyen ŞERİATÇI, yani İSLAMİ ESASLARA BAĞLI yönünü çok açık bir şekilde görüyoruz.

Onun bu sözlere rağmen, "DİN, VİCDAN ve İBADET özgürlüğü"nü dillerinden düşürmeyenlerin günümüzde CUMA NAMAZI iznini bile problem haline getirmelerini art niyetli buluyoruz.

Hele ki ŞERİAT kelimesinin çarpıtılıp "yobazlık" ile aynı anlamda kullanılmasından son derece rahatsızız!... KUR'AN HÜKÜMLERİ ve İSLÂM DİNİNİN ESASLARI'na dayanan KURALLAR MANZUMESİ demektir!.. Bunları "çağ dışı" gören kişinin "müslümanlığı", başka hangi esaslara dayanabilir ki?.. Kaldı ki, yukarda bir Alman araştırmacının bu esasları insanlık için nasıl vazgeçilmez gördüğünü nakletmiştik.

(22)- Yurdumuzda İsmet Paşa devri ile birlikte bir "ALLAH, KUR'AN, PEYGAMBER kelimelerini kullanmama dönemi" başlamış; ve bu tutum, son derece yanlış olarak "atatürkçülük" sanılmıştır... Bizim tesbit edebildiğimiz kadarı ile bu kişinin içinde "ALLAH'ı anarak yaptığı" bir tek konuşma bile yoktur!

İsmet Paşa ile birlikte dinsizlik, ve bu anlamda kullanılan "lâiklik", bir nevi "aydın, ilerici, medeni" olmanın gereği sayılmıştır!.. Dindar geçinen Demirel bile geçenlerde (Eylül 1997) "İnönü'nün EMR-İ HAK VAKİ OLUNCA demeyip, TABİAT HÜKMÜNÜ İCRA EDİNCE dediğini" söyledi ve kendi de aynı tabiri kullandı... (!998) Yani laiklik modasına uydu.

Üstelik bu kişilerin örnek aldıkları Batılılar İNCİL üzerine yemin ederken, kilisede nikah kıyarken, parasının üstüne bile "ALLAH'a iman etmişiz" diye yazarken!.. (Hoş, o ifade "Bizim dinimiz imanımız paradır" anlamına gelir ya, neyse!..)

Halbuki ATATÜRK, bütün hayatı boyunca DİNDAR davranmaktan çekinmediği gibi, bazı son zaman politikacılarının yaptığı şekilde "aynı namazı ayrı yerlerde bir kaç kere" kılarak "teşhirci müslüman" da olmamıştır!.. Bazılarının yaptığı gibi rakıyı ayrana katıp içmemiştir!.. Ne ise, öyle görünmüştür!..

Onun çok kesin olarak belirttiği gibi, hiç bir kuvvet TÜRK MİLLETİ'ni DİN'den uzaklaştıramaz!.. Bunu İsmet Paşa da başaramadı, komünistler de!

Lakin DİN'e, KUR'AN'a, ŞERİAT'a dil uzatanlar yüzünden insanımız, bir savunma içgüdüsü ile bunların sahte savunucularına itibar edebilir... Ediyor da!...Bu ise, DİN'in yüceltici özelliğinin yine küllenmesine, yine geriliğe mahkum olmamıza yol açar.

YOBAZLIKTAN, irticadan KURTULMANIN YOLU, DİN ile ilgilenmemek, DİN'E SÖVMEK DEĞİLDİR!

Tam tersine, kendini "aydın, okumuş, medeni ve atatürkçü" sayanların DİN konusunda, en az suçladıkları kesim kadar BİLGİLİ olmalarının zamanı gelmiştir!.. Gerçek DİN ADAMLARI ile BİLİM ERBABI'nın artık kaynaşması şarttır!.. DİN ADAMI'nın çağa uymasının, BİLİM ADAMI'nın da kesesine değil, insanlığa hizmet etmesinin tek yolu budur!..

(23)- Aslında DİN TEK'tir!.. Kaynağı Yüce ALLAH'tır!.. HZ. ADEM'den yani ilk insandan beri bütün peygamberlere inen bütün dinlerin esası birdir... Farklılık, sonradan ve dinden sapmaktan kaynaklanmaktadır. Bütün sapmaları ortadan kaldıran son din de İSLAM'dır!..

Ne var ki, HIRİSTİYAN BATI AVRUPA ve AMERİKA "Komünizm'i yıktık, şimdi sıra İSLAM'da!" sloganıyla yeni bir HAÇLI SEFERİ düzenlemektedirler!..

1995 başlarında TÜRKİYE'nin de dahil olduğu NATO'nun genel sekreteri, hani şu suistimalleri yüzünden istifa etmek zorunda kalan herif, ne dese beğenirsiniz?..

- "Komünizm'den sonra NATO'nun görevi değişmiş, ve radikal İSLÂM'LA UĞRAŞMAK olmuştur!"

Bak şu densize!.. Bize, DİN KARDEŞLERİMİZ'e karşı kılıç çektirecek!.. Tepki göstermeyelim diye de, "radikal" İSLAM," diyor. Nitekim 2001 yılından sonra öyle oldu. Önce ABD ve İNGİLTERE sırtlan gibi AFGANİSTAN ve IRAK'a saldırdı, sonra da NATO'yu devreye soktular. Daha önce de MAKEDONYA'da, BOSNA-HERSEK'te MÜSLÜMANLAR'ın SIRPLAR ve HIRVATLAR tarafından kırılıp yokedilmesine âdeta yardımcı olmuşlardı.

Eğer İSLÂM'ın bir sorunu varsa, bunu biz kendi içimizde çözeriz!.. Dinini, ALLAH'ını unutmuş, paraya tapan gavurları bu işe karıştırmayız!.. İSLAM'a saldıran her güç, ATATÜRK'ün ÜMMETÇİ anlayışı içinde karşısında bizi bulur.

Çünkü HAK indinde MAKBUL DİN, İSLAM'dır!.. Biz de İSLAM'ın 1000 yıldır bekçisiyiz!..

ATATÜRK ÜMMETÇİ'dir!..Kendi ifadesi bu!.. Ama şimdiki ümmetçilere hiç mi hiç benzemez!..Peki, nedir ATATÜRK'ün ÜMMETÇİLİK anlayışı, ve nedir sahte "ümmetçilik"ten farkı?..

Bir defa, ATATÜRK önce TÜRKÇÜ, sonra ÜMMETÇİ'dir... Zira bilir ki, İSLAM'ın gerçek BEKÇİSİ TÜRKLER'dir!..TÜRKİYE'dir!.. TÜRKİYE ayakta duramazsa, İSLAM tehlikeye girer.

Sonra, TÜRKİYE'nin en büyük destekçisi DÜNYA TÜRKLERİ'dir!.. TÜRKÇÜLÜK, önce TÜRKİYE'nin HIRİSTİYAN EMPERYALİST BATI karşısında güçlenmesini sağlayacak; arkasından, DÜNYA TÜRKLERİ ile işbirliği gelecek; böylece DOĞU'da RUS, ÇİN ve JAPON EMPERYALİZMİ'ne karşı 300 milyonluk bir kitle oluşacaktır.

İşte ondan sonra ÜMMETÇİLİK, yani diğer MÜSLÜMAN ÜLKELER ile işbirliği gelir... ATATÜRK, bu anlayış ile TÜRKÇÜLÜĞÜN sağladığı ALANI, yaklaşık DÜNYANIN ÜÇTE BİRİ'ne yaymayı, ve olabilecek EN BÜYÜK İTTİFAK'ı oluşturmayı düşünmüştür!..

Bu sıralama gerçekçidir... Zira tarihen sabittir ki, Araplar ancak biz güçlü isek, peşimize takılır... Pakistan, Malezya, Endoenezya ise ülkemize uzaktır... Ekonomik şartlardan dolayı şu anda ilgi odaklarını Batılı ülkelere, Japonya ve Çin'e çevirmiş bulunmaktadırlar.

Bu ülkelerin çoğunun durumu bizden iyidir... Onlara yetişmeden, onları geçmeden, onlara ÖNDERLİK etmemiz mümkün değildir!..

Onların bize önderlik etmesi ise, söz konusu değildir!.. Çünkü TÜRKLER, 900 yıllık İSLAM DÜNYASI hakimiyetleri sırasında(1055-1924) en büyük İSLAM ALİMLERİ'ni yetiştirmiş, İSLAM'ı en iyi, en üstün yorumuna ulaşmıştır.

Bazı cahillerin "Arab'ı en iyi MÜSLÜMAN" sanmaları büyük hatadır!.. Arap yönetimleri öyle yobazdır ki, ASTRONOMİ ilminin belirlediği RAMAZAN ve BAYRAM günlerine dahi uymazlar, AY'ı gözle tespite çalışırlar ve halklarına yanlış günde ibadet ve bayram yaptırırlardı... Bir kısmı bu yanlıştan ancak 1996 Ramazan ayında vazgeçtiler ve bizimle birlikte oruç tutup Bayram etmeğe başladılar.

İşte bizim sahte "ümmetçilik" dediğimiz budur... Cihan Savaşı'nda gavurla birleşerek TÜRK MİLLETİ'ni arkadan vuran, MUKADDES TOPRAKLAR'ı onlara çiğneten, KUDÜS'ün Yahudiler'in eline geçmesine sebep olan, Bosna katliamına aldırmayan Araplar'ın peşine, bizi takma hevesidir.

Bu adamlar, daha dün, 1991'DE Müslüman Irak'ı, TÜRKMEN nüfusuyla birlikte ezsin diye 500.000 AVRUPALI ve AMERİKALI ASKER'i tekrar Arabistan'a davet edip, IRAK'taki dini mahalleri bombalatmadılar mı?.. (Bizim Özal da onlara uydu, ama biz onu ne TÜRKÇÜ, ne de ÜMMETÇİ sayarız.) Sonra 2003'de çok daha büyük bir bombardımanla cânım IRAK'ı, BAĞDAT'ı, FELLUCE'yi, nice kenti yerle bir etmediler mi?.. Müslüman geçinen ülkelerden, bizdeki tarikatlardan, FETHULLAH HOCA'dan ses çıktı mı? Ne gezer!!!

Bu sahte "ümmetçiler"in bir kısmı, TÜRKİYE'nin liderliğinde bir MÜSLÜMAN SİYASİ BİRLİĞİ düşünürler ki, bu da hayalcilikdir!.. Çok daha güçlü olduğumuz zamanlarda bile bizi bırakıp başkalarına yönelenler; biz kendimizi toparlamadan, onlardan üst seviye ulaşmadan niye peşimizden gelsinler, hatta bizimle birleşsinler ki?..

Üstelik bu kişiler bunu TÜRKİYE'ye Arap veya Acem İslâm anlayışını yamadıktan sonra, bir de AMERİKANCI, AVRUPA BİRLİKÇİ zihniyet ekledikten sonra yapmayı tasarlıyorlar ki, bu Hıristayan zâlimlere köle olmak demektir!

İşte bu sebepten ATATÜRK'ün önce TÜRKÇÜ, sonra ÜMMETÇİ tavrı, hem TÜRKLER'in hem de bütün MÜSLÜMANLAR'ın umududur!..

Denilebilir ki, "Hindistan müslümanları İSTİKLAL Savaşı sırasında bizi desteklediler, demek ki milliyet önemli değil!"... Böyle bir iddia, TARİH bilgisinin eksikliğini gösterir.

O tarihteki Hindistan'a, şimdiki Pakistan ve Bangladeş dahildi... O Hindistan'da 15. Asır'dan itibaren TİMUR ve BABÜR ŞAH devletleri vardı... DELHİ TÜRK İMPARATORLUĞU vardı... 1700'lerin sonuna kadar da sürdü.

Bu koca imparatorluğun TÜRK nüfusu yok olmadı ki!.. Bugün PAKİSTAN ve HİNDİSTAN müslümanlarının çoğunu, bu TÜRKLER'in torunları oluşturmaktadır.

Kısacası, İSTİKLAL Savaşı'nda HİNDİSTAN'tan gelen yardımlarda DİN KARDEŞİ SOYDAŞLARIMIZ'ın payı büyüktü!.. MİLLİYET ağır basmıştı!..

Bugün darda olan BOSNALI TÜRK MÜSLÜMANLAR'a ARAP yardımı gidiyor mu?.. İRAN, MÜSLÜMAN AZERBEYCAN'a mı, Hıristiyan Ermenistan'a mı yardım ediyor?.. Politika mı, DİN mi ağır basıyor?..

Bu soruların cevabı bize ATATÜRK'ün haklı olduğunu gösterecektir.

DİN konusunu çok derin... Ayrı bir kitapçıkta, EK olarak sunmak istiyoruz.

Şimdi son olarak, ATATÜRK'ün 23.4.1923'de T.B.M.Meclisi'nin açılışını nasıl yaptırdığına bir göz atalım.

21.4.1921'de MUSTAFA KEMÂL imzasıyla 6 maddelik şöyle bir tamim yayınlandı:

1- ALLAH'ın izniyle Nisan'ın 23. günü CUMA NAMAZI'ndan sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2- VATANIN İSTİKLÂLİ, yüce HİLÂFET ve SALTANAT makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'nin açılış gününü CUMA'ya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak, mebusların hepsiyle HACI BAYRAM-I VELİ CAMİ-İ ŞERİF'inde CUMA NAMAZI kılınarak, KUR'AN'ın ve NAMAZ'ın NURLARI'ndan feyz alınacaktır. Namazdan sonra HİLYE-Yİ SAADET ve SANCAK-I ŞERİF alınarak MECLİS'in toplanacağı yere gidilecektir. MECLİS'e girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Bu merasimde CÂMİ-İ ŞERİF'ten başlayarak MECLİS binasına kadar Kolordu Komutanlığı'nca askerî birliklerle özel tören düzeni alınacaktır.

3- Açılış gününün kutsallığını belirtmek için bu günden başlayarak vilâyet merkezinde, vali hazretlerinin tertibi ile HATİM ve BUHARÎ-İ ŞERİF okunmasına başlanacak, ve HATM-İ ŞERİF'in son kısımları uğur getirsin diye CUMA günü CUMA NAMAZI'ndan sonra MECLİS binası önünde tamamlanacaktır.

4-Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde bugünden itibaren aynı şekilde HATM-İ ŞERİFLER indirilmesine ve BUHARÎ-İ ŞERİF okunmasına başlanarak, CUMA günü ezandan önce minarelerde SALÂ verilecek, SALAVAT-I ŞERİFLER okunacak, HUTBE okunurken, HALİFEMİZ, PÂDİŞAHIMIZ Efendimiz Hazretleri'nin mübarek adları anılırken, PÂDİŞAH Efendimiz'in yüce varlıklarının, şanlı ülkesinin ve bütün tebaasının bir an önce kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için ayrıca dua okunacak ve CUMA NAMAZI'nın kılınmasından sonra da HATIM tamamlanarak yüce HİLÂFET ve SALTANAT makamı ile bütün VATAN topraklarının kurtuluşu için girişilen MİLLÎ MÜCADELE'nin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin, kendi vekillerinden meydanâ gelmiş olan bu BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'nin vereceği vatani görevleri yapmaya mecbur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Daha sonra, HALİFE ve PÂDİŞAHIMIZ'ın, din ve devletimizin vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasim yapıldıktan ve camilerden çıkıldıktan sonra, OSMANLI vilâyetlerinin her tarafında, hükûmet konağına gelinerek MECLİS'in açılmasından dolayı resmî tebrikler yapılacaktır. Her tarafta CUMA NAMAZI'ndan önce uygun şekilde MEVLÎD-İ ŞERİF okunacaktır.

5. ve 6. maddelerde ise bu tamimin en uzak köylere dahi ulaştırılması talep edilmekte, ve CENAB-I HAKK'a yalvarılmaktadır... MECLİS 23 Nisan günü TEKBİRLER ile açılmıştır!.. ANKARA'da yatan HACI BAYRAM-I VELİ HAZRETLERİ, DEVLET'İN MANEVÎ HÂMİSİ'dir!

İşte ATATÜRK'ün samimi DİN uygulaması!.. ve HUTBE'yi DEVLET VE MİLLET İŞLERİ için DEVLET REİSİ olarak kullanışı!..

Haa, bir de "LÂİKLİK" konusu var, değil mi?.. Onu da ilerde ayrıca ele alacağız... Şimdilik sadece lâikliği ilk defa Dr. Rıza Nur'un Lozan'da bir "savunma aracı" olarak dile getirdiğini belirtmekle yetinelim.

(24)- Bir süredir "ATATÜRK'ün gizli vasiyeti" diye bir şaiya yayıldı. 1980'lerde açıklanması gerekiyormuş ta, gene gizli tutulmuş, falan... AÜTATÜRK'ün gizli bir vasiyeti yoktur. Umumi efkârdan, yani halktan gizlenmiş, dile getirilmemiş bir vasiyeti vardır. Tıpkı TÜRK BİRLİĞİ için söylediği sözler gibi!.. İşte burada verdiğimiz ifade onun ölümünden bir ay önce dile getirdiği, İSLAM anlayışıdır!.. Sadece TÜRKLER'e değil, bütün MÜSLÜMANLAR'a vasiyetidir.

Bu ifade bir kaç kere ortaya çıkarılmış, son olarak ta 2000 yılı başlarında ATV'de yayınlanan SİYASET MEYDANI adlı programda büyük tarihçi CEMAL KUTAY tarafından "ATATÜRK'ün son mesajı" olarak dile getirilmiş, belgesi gösterilmiştir.

Bir kere daha tekrarlıyalım:

- BÜTÜN DÜNYANIN MÜSLÜMANLARI ALLAH'IN SON PEYGAMBERİ HZ. MUHAMMED'İN (S.A.V) GÖSTERDİĞİ YOLU TAKİP ETMELİ VE VERDİĞİ TALİMATLARI TAM OLARAK TATBİK ETMELİ!.. HZ. MUHAMMED'in 'S.A.V.) gösterdiği yol nedir?.. İSLAM!.. KUR'AN HÜKÜMLERİ!.. Öyleyse ATATÜRK'ün de KANUN-İ ESÂSÎ, yani ANAYASA olarak nitelediği KUR'AN HÜKÜMLERİ'ni esas alan bir devlet yapısı kurulmalıdır, ona uyulmalıdır!.. PEYGAMBERİMİZ'in verdiği TALİMATLAR nelerdir?.. Onun SÜNNET'idir. KUR'AN ve SÜNNET bütün DÜNYA MÜSLÜMANLARI'nın rehberi olmalıdır. Okullarda, ailede, camide bunlar öğretilmelidir!..

. TÜM MÜSLÜMANLAR HZ. MUHAMMED'İ (S.A.V.) ÖRNEK ALMALI VE KENDİSİ GİBİ HAREKET ETMELİ!.. Rahmetli ATATÜRK bir cümlede ifade etmesi yetmiyormuş gibi, tekrarlamış: "PEYGAMBER GİBİ KUR'AN'A UYUN!.. ONUN SÜNNETİNE UYUN!" demiş. Biz de tekrarlıyalım: Zalim Hıristiyan Batı'nın vahşi ve insanlık dışı kanunlarını, kurallarını kopya etmekten, onları taklit etmekten artık vazgeçelim. Hıristiyan Batı'nın hiç bir geri kalmış ülkeye yararı olmadığı gibi, 1492'den beri aralıksız olarak savaşlar, istilâlar ile ASYA'yı, AFRİKA'yı, GÜNEY AMERİKA'yı, AVUSTRALYA'yı, hatta şimdi DOĞU AVRUPA'nın hıristiyan ülkelerini sömürmekte, insanlarını sefalete, fuhşa ve ölüme sürüklemektedir. İSLAM, böyle zulme karşı inmiştir. Amacı insanları, huzura, refaha, selamete ulaştırmaktır. İşte o yüzden KÜR'AN HÜKÜMLERİ'ne ve PEYGAMBER SÜNNETİ'ne uyalım!.. HZ. MUHAMMED'i (S.A.V.) örnek alalım, onun gibi hareket edelim!

. İSLÂMİYET'İN HÜKÜMLERİNİ OLDUĞU GİBİ YERİNE GETİRMELİ!.. Bu husus son derece mühim!.. Rahmetli ATATÜRK, İSLAMİYET'İN HÜKÜMLERİ'nin çarpıtıldığını hem geçmişten biliyor, hem de gelecekte daha da çarpıtılacağından emin!.. E, öyle olmadı mı?.. İnançlı insanların İSLAMİYET'ten çeviremiyen zalim hıristiyan Batılılar ortaya VEHHABİLİK, TALİBAN gibi yobaz İSLAM mezhep ve tarikaları çıkarmadılar mı?.. SİHLİK, BAHAİLİK, KADYANİLİK gibi sözümona üç dini birleştiren çarpık, sapık mezhepler, dinler çıkarmadılar mı?.. SAİD-İ KÜRDÎ, FETHULLAH, ADNAN HOCA gibi sözümona ateizmle, komünizmle mücadele için HIRİSTİYANLAR'LA İŞBİRLİĞİ'ni savunan, DİYALOG, HOŞGÖRÜ teraneleri ile Papa'yı, Rum Patriği'ni "hazret" ilan edenler çıkmadı mı?.. ILIMLI İSLAM, LIGHT İSLAM, İSLAM REFORMU gibi tabirler ortalığı kaplamadı mı?.. O yüzden rahmetli ATATÜRK, sadece TÜRKLER'i değil; BÜTÜN DÜNYA MÜSLÜMANLARI'nı uyarıyor: İSLÂMİYET'İN HÜKÜMLERİNİ OLDUĞU GİBİ, DEĞİŞTİRMEDEN, ÇARPITMADAN YERİNE GETİRİN!.. ZİRA ANCAK BU ŞEKİLDE İNSANLAR KURTULABİLİR VE KALKINABİLİR."

Evet!.. Zulüm içinde sefil yaşayan en az ALTI MİLYAR İNSAN ancak bu şekilde kurtulabilir, ve kalkınabilir!.. Ancak bu şekilde BİR MİLYAR İNSAN açlıktan kurtulabilir!.. Ancak bu şekilde İKİ MİLYAR İNSAN temiz suya kavuşabilir!.. Ancak bu şekilde ÜÇ MİLYAR İNSAN eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilir. Hatta ancak bu şekilde dünyanın dört bir yanındaki bitkiler, hayvanlar zulümden, eziyetten,. kimyevi maddelerin, genleriyle oynanmasından kurtulabilir!.. Ancak İSLAMİYET'İN HÜKÜMLERİ'ne uyulması ile toprak, su, hava tehlikeli şekilde kirlenmekten kurtulabilir!.. Yoksa paradan başka tanrıya tapmayan, kârdan başka bir inancı, imanı olmayan hıristiyan Batılı dev şirketler dünyayı mahvedecek!..

--------------

YARARLANILAN KİTAPLAR:

- Attila İlhan, Hangi ATATÜRK?

- ATATÜRK ve TÜRKLÜK, TÜRK Standartları Enstitüsü, 1994, Ankara

- Nutuk

- ATATÜRK'ün Söylev ve Demeçleri 1-5, Türk Tarih Kurumu

- ATATÜRK İlkeleri ve İnkılap Tarihi 1-2, YÖK Yayınları

- Sadi Borak, ATATÜRK ve DİN

- Süleyman Ateş, KUR'AN-I KERİM Tefsiri 1-6

***

 

> İÇİNDEKİLER< > TÜRK DİLİ İNKILABI<