LOZAN BARIŞI - AÇIKLAMALAR 2

LOZAN BARIŞI - AÇIKLAMALAR 2

(18)-1986'da da Özal, film ve müzik için böyle bir kanunu Meclis'ten çıkardı. Sonra da bilgisayar programları için dolar üzerinden ceza kesen patent yasası çıktı. (Kasım 1995) Zaten her türlü gıda, temizlik malzemesi, ilaç ve makine için patent bedeli ödüyorduk. Şimdi bize her türlü bilgisayar programı, teknoloji, ilaç, tercüme ve üretim için yeni bir patent ve telif hakları ödememiz için yapıyorlar. Neredeyse havaya, suya da patent hakkı istiyecekler!..

Daha sonraları ne İMTİYAZ ve KAPİTÜLASYON kanunları çıktı, bir bilseniz??

Biz diyoruz ki; YABANCILARA PATENT, TELİF HAKLARI TANIMAK KAPİTÜLASYONDUR!.. VERENLER VATAN HAİNİDİR!.. ATATÜRK SAĞ OLSA, DEĞİL VERENİ; BUNU AĞZINA ALANI ASARDI!..

BİZİM BATI'YA VERECEĞİMİZ DEĞİL, ALACAĞIMIZ VARDIR!.. Gelin, yapmayın!.. Etmeyin!.. Bu milletin alınterini bir kâğıt parçasındaki imzaya satmayın!.. Yırkın o paçavraları!.. Sonra iki elimiz yakanızda olur.

Bizim sözde "aydın"larımız BATILILAR'ın uymadıkları sözleşmelere bakmazlar da, (mesela AB'nın TÜRKLER'e tanıdığı serbest dolaşım hakkı), bizim onların dikte ettiği kurallardan oluşan sözleşmelere girmemizi, uymamızı "şeref" sayarlar!.

Bu enayilerden birisi de Hüseyin Cahit Yalçın'dır. Lozan'da telif hakkı ödememe imtiyazını elde etmemizden sonra, gazetesinde "Bu sözleşmeye katılmak medeni bir davranıştır, maalesef bunu kaçırdık," diye yazmıştı. Ya çok aptaldı, ya da rüşvet almıştı.

Kuru şeref karın doyurmaz!.. Bugün de böyle yazıp çizenler var. Gümrük Birliği, İLO, GATT,WTO, MAI, Paris Şartı, AGİT, NATO gibi sözleşme ve anlaşmalar kurallarını biz tesbit etmediğimiz için birer KAYITSIZ ŞARTSIZ TESLİM anlaşmalarıdır!.. Mesela hiç bir uluslararası BATILI şirket, çalıştırdığı yabancılara İLO sözleşmesini uygulamaz. İşçilerini haftada 60 saat çalıştırır; kendi insanına bir ay izin verirken, bizlerden olanlara 15 gün izin hakkı tanır. Örnek mi istiyorsunuz?..Benetton, Tiffani mağazalarını bir dolaşın, Günde 10, haftada 60 saat tabureye bile ilişemeden çalışan, ayakları varis tutmuş gencecik kızları görün de yürekleriniz sızlasın!.. Hem de asgarî ücret için!..

Şu halde böyle sözleşmelerle sağlanan hayali eşitlikler, bize yaramaz. Nitekim, ne NATO, ne CENTO, ne AVRUPA KONSEYİ, ne BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, ne AGİT, ne AB, ne de İLO, ne de İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ, yabancıların TÜRKİYE'ye tutumunu düzeltmemiştir. Sadece "Avrupalılar'ın arasına girdik" diye kendimizi avutmuşuzdur.

Demirel efendinin savurduğu "dünyayla bütünleşiyoruz" palavrası ne bizi 500 milyonluk zengin BATI'nın yanına katmış; ne de o BATI'nın ezdiği 5 milyarlık fakir devletlerin yarasına melhem olmuştur. "Uluslararası kurallara uyarız" ifadesi, ancak o kurallar senin yararına oldukça ve karşı taraf ta uydukça makbuldür.

ABD " "Bosna-Hersek'e uygulanan B.M. ambargosunu kaldırdığını" açıklarken, Malezya da "amborgoyu tanımadığını" belirtti. Bizim hödükler ise hala "Biz B.M. kararlarını çiğnemeyiz" diyordu!.

Yahu, kuralı koyan kaldırmış... Sen kime dalkavukluk yapıyorsun?.. Üstelik o Birleşmiş Milletler seni Musul'dan etmiş, Kıbrıs'ı ve Ege'yi burnunun dibinden çalıp gidiyor!.. Bu ne gaflettir, YARABBİ!..

(19)- Avrupalılar kolonileştirdikleri bütün ülkelerde varlıklarını bu tip okullar ile başlatmışlar ve sürdürmüşlerdir.

YABANCI OKUL, YETİMHANE, ve HASTANE SÖMÜRGECİLİĞİN ŞAŞMAZ SEMBOLLERİDİR.

Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de 1800'lerden itibaren açılan 6000 kadar yabancı okulda yabancı eğitim sisteminin yanısıra yabancı kültürü de aşılanmış, bu okullarda Ermeni militanlar, Amerikan uşakları yetişmiş; hatta müslüman TÜRK çocukları hıristiyan yapılmıştır!...

En milliyetçi kadın yazarımız Halide Edip "Sinekli Bakkal" romanını İngilizce yazmıştı!.. Çünkü okuduğu okul onun anadilini TÜRKÇE değil, İngilizce yapmıştı. Eski Sovyetler'deki TÜRKLER'in de anadili TÜRKÇE değildir, Rusça'dır. Çünkü o ülkelerdeki okullar sömürge okulları idi.

"Sinekli Bakkal" bizden önce İngiliz edebiyatının bir parçasıdır. İran edebiyatının bir parçası Mevlana'nın Mesnevi'sinden bir farkı yoktur.

Fransızlar'ın koloni teşkilatının merkezi Lyon'du. İtalyanlar da o tarihlerde ülkemizde çok okul açmışlardır. Bunlara Rum ve Ermeni çocukları daha çok giderdi. Yahudiler ise "Alliance Israilete" denilen Fransız mekteplerine giderdi. Bunlar hep okulu açan millete hizmet edecek tarzda yetiştirilirdi.

Bu konuda Necdet Sevinç'in Yeniçağ gazetesinde (13.11.2004) yazdıkları son derece ibret vericidir:

- "Refik Rızzık Sellum (Osmanlı döneminde) üzerimize gönderilen bölücü Arap militanlarından biridir. (Yakalandıktan sonra) Divan-ı Harp'te diyor ki:

- 'Ben Fransız mekteplerinde okudum. Bugün Suriye, Irak ve Lübnan'da eşraf ve ağaların evlâtları da cizvit mekteplerinde okur. Öteki Arap diyarlarında ise İngilizce hâkimdir. Onlar ya İngiliz, ya da Amerikan kolejlerinde okurlar. Bu okulların hepsinin gayesi benim sahip olduğum bilgileri telkin etmektir. Hepsi için müşterek düşman TÜRKLER'dir!..'

- Robert Kolej'de okuyan Müfide Ferit Tek, ecnebî mekteplerinde okuyan TÜRK çocuklarını nasıl feci bir akıbetin beklediğini PERVANELER isimli romanında şu sözlerle özetlemiştir:

- 'Gerçekte buraya TÜRK giremez, demek doğru değildir. TÜRK girer, fakat TÜRK çıkamaz!'

- Robert Kolej misyoner mektebi olmakla beraber, aslında bir Bulgar milleti yaratmak iç in kurulmuştur!.. Nitekim bu Amerikan ileri karakolunun müdürlerinden Masbum, TÜRKİYE'DE 50 YIL isimli kitabında, ' Bulgar milletini kendilerinin ortaya çıkardığını ' yazacak, aslında okula Bulgar Koleji adının uygun görülmesine rağmen, TÜRKLER'i kuşkulandırmamak için Robert Kolej isminin verildiğini ' itiraf edecektir.

- İlk Bulgar başbakanları, belediye başkanları, büyükelçiler, bakanlar, milletvekilleri ve ilk komutanlar hep bu okulda Amerikalılar tarafından yetiştirilmiştir."

Biz, çocuklarımızın bir yabancı dili anadili kadar iyi öğrenmesini isteriz, ama anadili olmasını istemeyiz, bu bir!..

İkincisi, insanımızın yabancı metot ve sistemle yetişmesinde mahzur görmeyiz, ama yabancı kültürüne sempati duyulmasına dahi tahammülümüz yok. Çünkü o takdirde bu kişi bize değil, yabancılara hizmet eder.

Bu tehlikeyi önlemek için yabancı okullara mutlaka TÜRK öğretmenler ve TÜRK müdür yardımcıları da tayin etmeli, bu suretle hem onların kültür aşılaması önlenmeli, hem de TÜRK kültürü eğitimi eksik kalmamalıdır.

Bu öğretmenler rastgele kişiler olamaz!.. Mutlaka konularında en seçkin şahsiyetler olmalarının yanısıra, son derece milliyetçi, TÜRK tarih ve kültüründen haberdar ve bunun uygulayıcısı olmalıdırlar. Kısacası, o okula tayin edilen yabancı öğretmenlerden meziyet ve kaabiliyet açısından kat kat üstün olmalıdırlar.

Ancak böyle yapılırsa, yabancı okul ve üniversitelerden yararlanılabilir. Bu prensipler yabancı kurslar için de uygulanmalıdır. TÜRKİYE, her aklına gelenin istediği kursu denetimsiz açabileceği bir "Dingo'nun ahırı" değildir!

Ne var ki, günümüzde ATATÜRK'ün Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati'nin kapattığı yabancı okullar tekrar açılmaya başladı.

Artık İtalyan Lisesi, Alman Lisesi, adı (Tevfik Fikret ama), Fransız Lisesi'ne Yahudiler, Rumlar değil, daha çok TÜRKLER gidiyor. Ama Avrupalılar'ın amacı değişmedi. O dönemde kontrole alınmış Robert Kolej, Sen Josef gibi okullar şimdi tamamen zıvanadan çıktı, ülkemizin ortasında adeta bir "yabancı ajan yetiştirme merkezi" haline geldi.

Bir başka hayırsever(!) yabancı kökenli faaliyet te ülkemizde açılan "ÇOCUK KÖYLERİ"dir!

Sözümona yetim çocuklar, fakir çocuklar burada toplanacak ve hem bakılacak, hem de iyi bir eğitim alacaklar!

ASIL AMAÇ TÜRK ÇOCUKLARINI HIRİSTİYANLAŞTIRMAKTIR!.. Bu köyler tamamen HIRİSTİYAN MİSYONERLER tarafından idare edilir. Gizli veya açık misyonerler bağrımızda beslediğimiz yılan nitelikli kişileri de kullanarak bunlar için hükümetten, valilikten izin çıkarmışlar, hatta medyayı kullanarak direnenlere savaş açmışlardır.

Bu tip köyler ya derhal kapatılmalı, çocuklar bizim ÇOCUK ESİRGEME KURUMU'na veya TÜRK YETİMHANELER'e gönderilmelidir... ya da bütün yabancı görevliler kovulmalı, orada RUHU, VİCDANI, ÖZÜ TÜRK kimseler tarafından eğitilmelidir!

Böyle bir FAALİYET ta MİLLİ MÜCADELE zamanında KAZIM KARABEKİR PAŞA tarafından yürütülmüş, Rum, Rus ve Ermeni teröristler, çeteler ve askerler tarafından aileleri öldürülmüş çocular YETİMHANELER'de toplanmış, yetiştirilmiştir. Bunların arasından büyük devlet adamları, bürokratlar çıkmıştır. Ama asla o dönemde TÜRK ÇOCUKLARI yabancılara teslim edilmemiştir!

Peki, ne değişti?.. BATILILAR TÜRK ve MÜSLÜMANLARI Avrupa'dan kovmaktan vaz mı geçtiler?.. ANADOLU'nun sahillerini, KIBRIS'ı, GÜNEYDOĞU'yu bize bırakmaya mı karar verdiler?.. İSTANBUL ve MARMARA BÖLGESİ'ni TÜRKİİYE'den koparıp YENİ BİZANS DEVLETİ kurmaktan vaz mı geçtiler?.. TRABZON havalisinde PONTUS DEVLETİ kurmayı artık istemediklerini mi açıkladılar?..

Yoo!.. Tam tersine!.. Bu talepleri gün geçtikçe güçleniyor!

Öyleyse???... Sadece biz değiştik. Hainler ile idare edilen bir ülke olduk!..

Bu okullarda TÜRKÇE konuşmak yasaktır, biliyor musunuz?.. Bazı enayiler, "aman ne iyi, yabancı dili daha iyi öğrenir" diye düşünebilir. Ama buradan çıkıp ta çalışmaya başlıyanlar, TÜRKÇE teknik kelime ve kavramları bilmedikleri için çok büyük sıkıntı çekmektedirler. Hem sadece TÜRKÇE konuşmak değil, TÜRK zihniyetiyle düşünmek de ortadan kalkıyor, gören yok.

Yabancı ilim adamı getirtme konusuna gelince, aslında her ülke birbirinden ilim adamı almalıdır. Çünkü ilim fertlerin, milletlerin değil, dünyanın ve bütün insanların malıdır. Özellikle her devirde varolan geri kalmış ülkeler, yabancıların ilim adamlarına muhtaçtırlar. Eğitim, sağlık, ulaşım, şehirleşme, devlet idaresi, teknoloji konularındaki eksikliklerini ancak bu yolla giderebilirler.

Bizde ilim adamı pek yoktur. Araştırma yapan, icat ve keşifleri olan çok azdır. Olana da, köşe başını tutmuş olanlar fırsat vermez.

Mesela doktorun birisi ucuz bir ilaç keşfetse, hemen yabancı ilaç firmalarının temsilcilerinin hücumuna uğrar, çünkü onların komisyonu azalacaktır. Adama etmedikleri kalmaz. Zaten bu yüzden ilim adamımız azdır. Yoksa geri zekalı, tembel olduğumuzdan değil!... Yine de aşağılık duygusuna kapılmadan, yabancı ilim adamlarından yararlanmamız tabiidir.

Ancak bu hususta son derece dikkatli olmak gerekir. Gelecek kişilerin gerçek ilim adamı, konusunda uzman olup olmadığını araştırmanın yanısıra, başka gayeler ile faaliyet göstermemesi mutlaka garanti altına alınmalıdır.

Çünkü BATILILAR ve JAPONYA bu ihtiyacı karşılamak ve ülkeyi kendi ayakları üzerinde durur hale getirmekten ziyade, kendilerine bağımlı kılacak sistemler kurma peşindedirler.

Özellikle Bakanlıklar'da ve devlet dairelerinde çalıştırılmak üzere getirilen "uzman"lar casus olarak çalışırlar. Ülkenin bağımsız kurumlarına, faaliyetlerine sözüm ona "uluslararası standartlara uygun" bir mahiyet kazandırma kisvesi altında, kendi kurallarıyla zincir vururlar. Ne olduğunu anlamadan köle haline geliverirsiniz.

Çoğu zaman da "uzman" diye, kendi ülkelerinde iş bulamamış kişileri gönderir, sizin kesenizden onları krallar gibi yaşatırlar. Gavurun oğlu bu konuda pek hinoğlu hindir.

Aslında KÜLTÜR de, BİLİM de kolayca emperyalizme ve sömürüye araç olabilir. Bunun için üzerinde uzun uzun duruyoruz.

TÜRKİYE'de gerçek yazar da az bulunur. Çoğu şair ve romancı yabancı yazarlardan cümle veya fikir çalar, kendininmiş gibi yazar. Mesela TÜRK TARİHİ kitapları Leon Cohen'dan çalmadır. Hatta karikatürler bile çalmadır. Bu kişiler böylece bilerek veya bilmeyerek yabancı kültürün propogandasını yaparlar, onların çarpıttıkları gerçeği bize doğru diye yansıtırlar.

Çoğu bilim adamı tercüme ettiği yabancının kitabını azıcık değiştirerek kendi adıyla çıkarır, ve bu sayede doçentlik, profesörlük alır.

Bunların en meşhuru İhsan Doğramacı'dır. Amerika'da çok satan Dr. Spock'un çocuk eğitimi kitabını kendi adıyla bastırarak "Çocuk Hastalıkları Profesörü" olmuştur, sonra YÖK'ün başına geçmiş, ve bütün üniversiteleri liseye benzetmiştir... Beynelmilel masondur!..

Bir de "beşerî istatistikler" meselesi vardır. Yurt dışında yapılmış olan istatistiklerin bizde "bilimsel gerçek" olarak kullanılması her zaman doğru sonuç vermez.

Mesela BATI ülkelerinde 35 yaşından sonra doğum yapan kadınların sakat çocuk doğurma oranı yüksektir. Bizde bu konuda fazla bir araştırma yoktur, onların istatistikleri kullanılır. Halbuki TÜRKİYE'de böyle bir problem yoktur. TÜRKİYE'deki esas problem akraba evliliklerinin yarattığı sakatlıklardır ki, bu da BATI'da yoktur.

Günümüzde MEDYA kültür emperyalizminin en yaygın aracıdır.

Fransa'da MİLLÎ MÜCADELE'den sonra lehimize ne kadar kitap yazılmışsa, hepsi bizim hükûmetten para verilerek yazdırtılmıştı. Bu, o dönemin propoganda anlayışı ve başarısıdır.

Şimdi ise yabancılar bizim yazar-çizer takımına, rejisör-yönetmen tayfasına TÜRKİYE aleyhinde "Yol", "40m. kare Almanya" gibi filmler yaptırıyor, makaleler yazdırıyor!.. Yaşar Kemal denen zibidi bile, Nobel armağanı için yurt dışında TÜRKİYE'ye çamur atmaktan utanmıyor.

(20)- Bu konuda yapılan hataları Kemal Tahir kadar güzel ifade eden görmedik. "Yol Ayırımı kitabından aynen naklediyoruz:

- "Düşündün mü hiç bir Dünya İmparatorluğu nasıl tasfiye edilir?... Basbayağı!.. Dış güçlerce yıkılır gider...

- Ama 'yıkılır' demiyorum, nasıl tasfiye edilir?..

- Bir DÜNYA İMPARATORLUĞU yüzyıllar boyu, yüzlerce nesilin gayretiyle, kanları canları malları pahasına doğmuş, kökleşmiş, gelişmiş, yaşatılmıştır...

- Tarihin herhangi bir döneminden bir nesil, TEK BAŞINA bu tasviyeye karar verebilir mi?..

- Bir imparatorluğun tasfiyesinde taraflar nasıl meydana gelir?..Veraset ilamlarını hangi mahkemeler çıkartır?..

- Bunları kurcalamanın tam sırasıdır. Çünkü biz kurcalamazsak biri çıkıp kurcalıyacak er geç... Hem de "Bunlar ne kansız heriflermiş yahu" diye mezarımıza tükürerek!..

- Durumun gerçeği şudur: 1908'in padişahçı İTTİHATÇILAR'ı İMPARATORLUĞU YIKTILAR! 1923 KUVVA-YI MİLLİYECİLER'i bir DÜNYA İMPARATORLUĞU'nun miras hesaplarını TASFİYEYE OTURDULAR!

- 700 yıllık bir Dünya İmparatorluğu!...

- 1908'de İttihatçıların ele geçirip 10 yıl içinde yıktığı İMPARATORLUK, tam 4.383.000 kilometre kare toprağa sahipti! Bosna-Hersek, Bulgaristan, Girit, Kıbrıs, Mısır, Tunus, Cezayir, Trablusgarp, Sudan çeşitli anlaşmalarla İmparatorluk toprağı sayılıyordu. Nüfusumuz 43 milyonu aşkındı!

- Bu topraklar üzerinde 7.000 kilometre DEMİRYOLU döşeli idi. 400 yıllık HİLAFET'in bütün DÜNYA MÜSLÜMANLARI üzerindeki manevi haklarını katmıyorum... Tasfiye edilen miras, OSMANLI'nın sırf kılıç gücüyle vuruşarak aldığı, vuruşarak savunduğu mirastı.

- Bilir misin iki bölümde tamamlanan Lozan Antlaşması'nın bütün oturumları ne kadar sürmüştür?.. 5.5 ay!..

- Mahzenler dolusu arşivleri düşün. Buradaki çeşitli anlaşmaları, bunlardaki incelikleri getir gözünün önüne!..

- Delegelerimiz inceledi mi bunları?...Kılı kırk yardılar mı?.. Hayır!...

- Çünkü İstanbul Hükümeti delegeleri, yani asıl uzmanlar, bizim isteğimizle sokulmadı bu konuşmalara!.. Bu iyiliğimize (!) karşılık İngiliz generali Harrington'un teşekkürünü hatırlarım!..

- Demek 4.383.000 klm. karelik bir imparatorluğun 700 yıllık hesapları 5.5 ayda tasfiye edildi!...

- Buna tasfiye denmez. Mirası reddettik!.. Hem de borçlarının bir kısmını kabul ederek, reddettik!..

- Değil bir DÜNYA İMPARATORLUĞU'nun mirası, bir mahalle bakkalının mirası bile bu kadar kısa zamanda tasfiye edilemez. Hele bugünkü mahkeme usüllerimizi düşünürsek!..

- 1923'de İmparatorluğun bütün tarihsel hakları savunulabilir miydi silahla?...

- Haklar her zaman silahla savunulmaz. Hakkımız olanlara önce mutlaka sahip çıkardık!.. Fırsat kollıyarak beklerdik. Sırası geldikçe, yeniden pazarlık teklif ederdik. Hesaplaşma isterdik. Belki zorla geri alamazdık ama, zorla da "Bağışladık" dedirtemezlerdi!...

- Diyelim zorla işkenceyle bir şeyler imzalattılar... Böyle anlaşmalar kişiler arasında da, toplumlar arasında da bütün tarih boyu geçerli sayılmamıştır. (Tıpkı Sevr gibi) İlk fırsatta böyle imza reddedilir. Yoksa, "Yurtta sulh, cihanda sulh" diye şişinerek dolaşılmaz.

- Yunan üst üste yenildiği halde, Megalo İdea'dan vazgeçiyor mu?..Yunanlılar çeşitli zamanlarda, 12 ADALAR'ı, KIBRIS'ı istediler, bazı fırsatlardan yararlanarak bazı sözler de aldılar. Şimdi fırsat elverdikçe bunları kazanmaya çalışacaklar. Nitekim ANADOLU'da yenildikleri halde, Lozan'da BATI TRAKYA'yı bizden almayı başardılar, sanki biz yenilmişiz gibi!..

- Böyledir milletlerin milli amaçlara varmaları!...Bir milletin TARİHİ İSTEKLERİ tarih süresi ölçüsünde elde edilir.

- Kurtuluş iki türlü olur. Ya bütün haklarını son zerresine kadar koruyarak kurtulursun (gerçek kurtuluş budur), ya da bir çok haklarını vererek kurtulursun. Bu da bir kurtuluştur ama pek öyle öğünülecek cinsten sayılmaz!..

- Hele REJİM DEĞİŞMELERİNİN TARİHİ HAKLARDAN VAZGEÇMEKLE HİÇ BİR İLİNTİSİ OLAMAZ!... Söz gelimi, Bolşevikler Çarlık İmparatorluğu'na pekala sahip çıktılar. Fransa Cumhuriyetçileri de kendilerinden önce kıralların kurmuş olduğu imparatorluğu, "rejimi değiştirdik" diye kimseye bağışlamadılar. ÇÜNKÜ VAZGEÇMEYE, BAĞIŞLAMAYA HAKKIN YOK! BABANIN MALI DEĞİL!

- Dediğim gibi yapılsaydı, hakkımızı her fırsatta isterdik, dengine düşerse alırdık. Ama o zaman dünya içindeki yerimiz, güdeceğimiz politika başka türlü olurdu.

- Tarihte birikmiş haklar böyle aranır. DÜNYADA ÇOK AZ MİLLETİN ELİNE BİZİMKİ KADAR BÜYÜK TARİH BİRİKİMİ GEÇMİŞTİR. Eğer her millet karşılaştığı ilk zorlukta, yüzyıllar boyu biriktirdiği haklarını kaldırıp atarsa, dünyada tarih diye bir şey kalmaz!..

- Neden tek Fethi Bey karşısında yenik düştü koca bir iktidar?... (İsmet Paşa hükümetinin Serbest Fırka muhalefeti karşısındaki sıkıntısı)

- Çünkü Anadolu-Yunan savaşı, son 1000 yıllık tarihimizden ayrı bir MİLLi KURTULUŞ SAVAŞI değildir. 1000 YILDIR SÜREN DOĞU-BATI BOĞUŞMASI'nın yüzlerce savaşından biri, hem de küçüklerinden biridir!..

- Böyle bir savaşı kazanmak, 1000 yıllık tarihin biriktirdiği hasabı kapatmaya yetmez ki!.. Yetmez ki, iktidarı sağlamca sürdürebilsin.

- Bir düşün, OSMANLI İMPARATORLUĞU'nu kurup yaşatmış ANADOLU HALKI için ne utandırıcı bir sözdür, Yunan savaşına "Kurtuluş Savaşı" demek!...Bu savaşa "İstiklal Savaşı" da, haşa, denemez!...

- ÇÜNKÜ BİZ HİÇ BİR ZAMAN MİLLİ DEVLETİMİZİ YİTİRMEDİK!.. Hatta 1920-1923 arasında bizim BİR değil, İKİ devletimiz vardı!...

- Siz CUMHURİYET ÇOCUKLARI!... Gözümüzü zaferle açtık, avuntusundasınız!... Şimdi umulmayan yerlerde beklenmez yenilgilerle karşılaşınca, şaşırmayın!..

- BİZ ER GEÇ BATIYLA HESAPLAŞMAK ZORUNDAYIZ!.. İSTER İSTEMEZ!...BUNU GERÇEKTEN YAPMADIKÇA, BATI'YA HİZMET TEKLİF ETMEKLE, BELAYI BAŞIMIZDAN DEF EDEMEYİZ!...

Başka söze gerek var mı?..

(21)- Geçmişte diplomatlarımız, elçilerimiz hep aldatılmıştır. Görüşmelere hep beceriksiz kişiler gönderilmiştir. Hazırlıksız gidilmiştir. Tercümelere dikkat edilmemiştir. OSMANLI'da dil bilen TÜRK az olduğu için, hep azınlıklar bizi temsil etmiştir. Anlaşma hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığı takip edilmemiştir. Metinler itinayla saklanmamış, bir kısmı arşivlerimizden çalınmıştır.

Mesela Kanuni Sultan Süleyman'ın verdiği imtiyazların bizde metni yoktur!..

Sonradan Fransızlar "İşte metnin tercümesi bu" diyerek karşımıza bir kağıt çıkarmışlar, onun üzerinde ne yazıyorsa, onu uygulamak durumunda kalmışızdır!.. Bu yüzden bir lütuf olarak verilen haklar, sonradan kanımızı içen kapitülasyonlara dönüşmüştür.

Kemal Tahir Sohbetler'inde çok enteresan bir diplomatik olayı kendine has üslübu ile şöyle anlatır:

- 17.Yüzyılda Moskof gavuru ile tutuşmuşuz... Yenişememişiz.. Moskof Paşası Ramanzof müslümanları hak edemeyince Çariçe Katerina "Ne oluyor?" diye iki sevgilisi Orlof'la Abrişkof'u savaş yerine göndermiş...Bunlar görmüşler ki, Moskof ordusu Yerköy'de çakılmış kalmış.

- "Çıkar yol barıştır" demişler. Bizimkiler de yaman bir müzakereci aramışlar ve Çenebaz Yenişehirli Osman Efendi'yi göndermişler. Padişah ta İstanbul'dan nefesi güçlü bir hoca bulup muska yazdırmış. Muskayı Rus müzakerecilerin geçeceği yola gömdürmüş ki, Rusların aklı başından gide!..

- Görüşme başlayınca Çenebaz Osman Efendi, "Şu Kırım meselesini görüşelim" demiş. Ruslar şaşırmışlar!.. "Besbelli bu efendi çok şakacı" demişler. Kırım meselesi çoktan halledilmiş cünkü. Gelgelelim Osman efendi "Kırım Meselesi" diyor, başka bir şey demiyor... Bir de "şunların hırsını doyurdum mu iş tamam" diye düşündüğünden, arada bir sol elini yanındaki altın torbasına sokup şıkırdatıyor!..

- Ruslar "Efendi bugün galiba hasta, yarın belki iyileşir," diye görüşmeleri bir-iki gün ertelemişler. Ama bakmışlar ki, bir çıkış yok. Çariçe'nin sevgilileri Moskova'ya dönmüş, Romanzof da ordusunun başına geçmiş, o hırsla büyüyü de atlamış, Osmanlı cephesini yarmış, taa Kaynarca'ya dayanmış!..

- İşte bu Çenebaz Osman Efendi'nin kendini akıllı sanması yüzünden Kaynarca Antlaşması'nın ağır hükümlerini imzalamak zorunda kaldık!..

Bu kendini açıkgöz, karşısındakini aptal zanneden CAHİL diplomatlara ait bir örnek... Haa, geçmişte böyle idi de şimdi diplomatlarımız bir başka, sanmayın!..

KAMRAN İNAN, muhteşem eseri HAYIR DİYEBİLEN TÜRKİYE kitabında, DIŞİŞLERİ TEŞKİLATIMIZ'ın hazin halini, dil bilmez siyasetten anlamaz politikacılarımızın katıldıkları ULUSLARARASI toplantılarda düştükleri gülünç fakat son derece acı hali örneklerle anlatıyor.

Bir de HAİN diplomat tipi vardır. Buna en iyi örnek te Mustafa Reşit Paşadır.

"Büyük" Mustafa Reşit Paşa, ki gerçekten BÜYÜK HAİN'dir, İngiltere'de görevde iken mason olmuş, o silsile içinde aldığı talimatla İngiliz Ticaret anlaşmasını imzalamakla yetinmemiş(1838), hemen bir yıl sonra 17 yaşındaki tıfıl padişah Abdülmecid'e Tanzimat Fermanı'nı dayatmıştır. Esas kapitülasyonlar bu anlaşma ile 1838'da başlar!.. Arkasından 10 yıl içinde büyük küçük bütün Avrupa devletleri ile benzer anlaşmalar imzalamak zorunda kaldık.

Arkasından 1856'da Islahat Fermanı yayınlandı. Aynı yıl ilk defa yabancılardan borç aldık. 20 yıl içinde de koca Osmanlı İmparatorluğu iflasını ilan etti!..

İşte uluslararası anlaşmalardaki tecrübesizliğimiz bizi böyle uçurumun kenarına getirdi. Yoksa bizi savaşlar, kıtlık batırmadı.

MİLLİ MÜCADELE sırasındaki anlaşmalarda ve Lozan'da bu kusurlarımız devam etti. Hâlâ da aynı tutum içindeyiz. Halbuki sürekli dış temaslarda bulunuyoruz. Pek çok anlaşmaya imza koyuyoruz. Üstelik ZAFER mi, HEZİMET mi olduğunu bilmediğimiz bu anlaşmalarla öğünüyoruz!.

Bu konu son derece önemlidir. Dışişleri'nde mutlaka bir "Uluslararası Anlaşmalar Akademisi" kurulmalı, bütün Batılı devletlerin kendi aralarında ve başkalarıyla yaptıkları anlaşmalar incelenmeli; bizim imzaladığımız bütün anlaşmalar, başımıza dert olan maddeler tek tek ele alınmalı; strateji, taktik ve görüşme, yazı teknikleri ders olarak okutulmalı; uluslararası görüşme ve anlaşmalara ancak buradan üstün başarı ile mezun olmuş diplomatlarımız katılmalıdır.

Bu diplomatların ayrıca nasıl seçilip eğitilmesi gerektiğini daha önce anlattık. (Bakınız:AÇIKLAMALAR, 7) Burada MECLİS ve HÜKÛMET içinde meseleye nasıl bakılması gerekir, onun üzerinde duracağız.

Partiler böyle eğitilmiş kişilerden en tecrübelileri aday gösterip Meclis'e en az 50 DİPLOMAT nitelikli İNSAN sokmalı, bunlardan en az üç tanesi sürekli bakan olmalıdır. Hükümet değişse de bu kişilerden en az bir tanesi yerini muhafaza etmelidir ki, yeni hükümete bilgi verebilsin, dış münasebetin düzenli gitmesi sağlanabilsin.

Ayrıca DIŞ İŞLER ve ULUSLARARASI ANLAŞMALAR ile ilgili KOMİSYON ve HEYET mensupları gerekmedikçe değişmemelidir.

Ancak bu şekilde bizi idare etmeye yeltenen milletvekili sürüsü, DÜNYA'dan haberdar olabilir. DEVLET'imiz barış zamanı aralıksız süren DİPLOMASİ SAVAŞI'nda ancak böyle ayakta kalabilir.

(22)- Böylece MİLLİ MÜCADELE'nin ve İSTİKLÂL SAVAŞI'nın SİLAH ile düşmanı yurttan kovma safhası ANLAŞMA ile de sağlanmış oldu. İş PARA ve SERMAYE ile ülkeyi işgal etmiş düşmanın kovulmasına gelmişti.

Ancak özellik 1947'den sonra İsmet Paşa'nın AMERİCAN MANDACISI yönü depreşmiş, hele 1946 seçimlerini hile ile kazanmış olduğundan, yerini sağlamlaştırmak için BATI'ya tekrar KAPİTÜLASYON tarzı taviz ve imtiyazlar vermiştir.

İsmet'in rakibi olması gereken MENDERES, DEMİREL, ardından ÖZAL ve ÇİLLER bu tavizlere devam etmiştir. YABANCI SERMAYE tekrar ekonomiyi ele geçirirken, MENDERES topraklarımızı DÜŞMAN ASKERLERİ'ne açmıştır!.. Hâlâ da bu askerler NATO üssü, AMERİKAN üssü, ÇEKİÇ GÜÇ şeklinde topraklarımızı adi bir SÖMÜRGE ülkesi gibi işgal altında tutmaktadırlar. ÇEKİK GÜÇ çok şükür 2003'de gitti!.. Ama yerine neredeyse 60.000 Amerikan askeri tankıyla, topuyla, füzesiyle geliyordu. Nasıl olduysa Meclis ilgili tezkereyi reddetti!.

GÜMRÜK BİRLİĞİ ekonomimizi çökertmek üzere!.. YABANCI PATENT, TELİF HAKLARI canımıza okuyacak!.. Hele AVRUPA BİRLİĞİ'ne girersek, TÜRKİYE İzmir'de denize döktüğümüz DÜŞMANIN, Lozan'da çekilmesini sağladığımız GAVURLAR'ın TEKRAR YERLEŞİMİNE AÇILACAK!..Güdük kalmış LOZAN ANLAŞMASI bile çöpe atılacak!.. DEMİREL ikide birde boşuna "Bize SEVR'i dayatıyorlar!" demiyor!..

Yani İSTİKLÂL SAVAŞI henüz bitmedi!.. Bize YENİ bir ATATÜRK gerek!..

------------

KAYNAKLAR:

- Rıza Nur, Milli Kıyam
- Rıza Nur, Lozan Hatıraları
- İsmet Bozdağ, Kemal Tahir'le Sohbetler
- Kemal Tahir, Yol Ayırımı
- Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal Barış 1-3
- Şevket S. Aydemir, İkinci Adam 1-3
- Feridun Kandemir, Rauf Orbay
- İsmet İnönü, Lozan Anlaşması 1-2, Cumhuriyet Yayınları

***

> İÇİNDEKİLER< >NUTUKTAN : LOZAN BARIŞI <>ATATÜRK DÖNEMİ <