ATATÜRK DÖNEMİ (1923-1938) - AÇIKLAMALAR
(1)- Bu bölüm genellikle ATATÜRK'ün cumhurreisi
seçildiği tarihten ölümüne kadar geçen olayların bilinmeyen yönlerini vermeye
çalışacaktır... Yine Kemâl Tâhir, Rıza Nur, Yakup Kadri, Şevket Süreyya gibi
dönemi çok iyi bilen yazarların değerlendirmeleri aynen alınmış, kaynaklar
aşağıda belirtilmiştir.
Aslında ATATÜRK DÖNEMİ 1918-1938 arasındaki 20
yıldır... ATATÜRK'ün günah ve sevapları, bu tarihler arasındaki yaptıkları
birlikte değerlendirerek mizana vurulabilir... Bunların bir kısmını MİLLİ
MÜCADELE ,
Amacımız onca "atatürkçülük palavraları"na rağmen dile gelmeyen ANTİ-EMPERYALİST, ANTİ-KAPİTALİST, MİLLÎ İKTİSAD uygulamalarını göstermektir. biraz da ATATÜRK dönemindeki aksaklıkları, daha çok çevresindekilerin dalkavukluğundan, kraldan fazla kralcılığından kaynaklanan hataları ortaya koymak; böylece onun da bizler gibi İNSAN olduğunu göstermektir... Böylece bugünlere kadar yansıyan bazı sıkıntıların kaynağını TESBİT edebilmektir... Yoksa herhangi bir artniyet, veya çamur atma gayemiz yoktur!..
Bu yapılmadığı için, ATATÜRK’ten sonra gelen İSMET PAŞA, MENDERES, DEMİREL, ÖZAL’ın, MESUT YILMAZ'ın, ERDOĞAN'ın da DÖNEM MUHASEBESİ yapılamamıştır!.. Hatalar, aksaklıklar tesbit edilmeyince, onları düzeltmek mümkün olabilir mi?
BEŞER, HATADAN ÂRİ OLAMAZ!.. ATATÜRK DÖNEMİ'ni kusursuz gösterme çabası; ona sevgi yerine maalesef inançsızlık doğurmuştur. Üstelik pek çok yararlı uygulama da bu arada gürültüye gitmiştir.
Hemen ekliyelim ki, o dönemdeki hata ve kusurlar ATATÜRK'ü yükselmiş olduğu erişilmez mertebesinden indirmeye yetecek nisbette değildir... Onun binde biri kadar bile bu ülkeye hizmet etmemiş olan İsmet, Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan gibileri; onun bin katı daha büyük hatalar işlemişler, onların dönemlerindeki aksaklık, kusur, suistimaller inanılmaz boyutlara ulaşmış; bu kişiler ülkeyi bölünecek, parçalanacak, hatta batacak noktalara getirmişlerdir!.. Bu kişilerin bırakın ATATÜRK'ün tırnağı olmayı: helâya bıraktıkları kadar bile olamazlar!
Bu bakımdan amacımız ATATÜRK'ü kötülemek değildir!.. Biz biraz da ATATÜRK dönemindeki yolsuzlukların, aksaklıkların, alınan yanlış kararların; daha sonrakilerin yanında HİÇ MERTEBESİNDE kaldığını ve bunların büyük kısmının ATATÜRK'ten kaynaklanmadığını göstermek istedik!..
Bir üçüncü amacımız daha var. O da, şimdiye kadar tabu addedilip, sırf "ATATÜRK yaptı" diye hiç aksi düşünülmeyen hususlar üzerinde fikir yürütmek ve gerçekçi bir noktaya gelmektir... Yabancılar bu tarz bir faaliyete "brain storming" diyorlar... Biz "beyin silkeleme" diyoruz... Böylece üst dallarda kaldığı için hiç görülmeyen nice olgun meyvanın derlenmesi mümkün oluyor!
Bir husus var ki, kimse inkar edemez... O da bazı çok önemli değişikliklerin aceleye gelmesidir... MİLLİ MÜCADELE'nin bile 4 yıl sürmesine rağmen, yani düşmanın ülkeden silahla kovulması 4 yıl almış iken; aynı düşmanla barış 5 ayda tamamlanmıştır!.. İzmir'e girişten 15 ay sonra 5 büyük devletle barış imzalamış, SALTANAT'ı yıkmış, CUMHURİYET'i ilan etmiş, HALİFE'yi yurttan kovmuştuk!.. En önemli devrimler de 4 yıl içinde yapılıp bitti!.. Biz bu koşuşturma içerisinde HATA yapmanın kaçınılmaz olduğuna inanıyoruz!
Mesela "saltanatın ilgası" meselesi bize hep ilericilik, medeniyet sembolü olarak gösterilmiştir... Halbuki sahte "atatürkçüler"in kendilerine örnek aldığı BATI ülkeleri, bizim SALTANAT'ı kaldırdığımız tarihte hep KRALLIK'la idare ediliyordu!... ABD, İSVİÇRE ve FRANSA hariç!.. İngiltere, Hollanda, Belçika, Danimarka, İsveç, Norveç hâlâ da kral ve kraliçelerle idare edilirler... Hollandalılar kraliçenin doğum gününde evlerinin önlerindeki direklere bayrak çekerler. Hele İspanya, Franko gibi bir diktatörün vasiyetine uyarak krallık rejimine dönmüştür... Hiç birinde SALTANAT veya MEŞRUTİYET ile idare edilmekten dolayı bir aşağılık kompleksi yoktur... Hiç birinde bir CUMHURİYET özlemi gözlenmez... Hiçbiri de "gerici" veya "geri kalmış" sayılmaz!..
Bu konuda MUSTAFA KEMÂL şöyle demektedir:
- "(İDARE SİSTEMİMİZ), HAKİMİYET'i KAYITSIZ
ŞARTSIZ MİLLET'in eline veren idaredir, dedim... Hakikatte bugün DÜNYA yüzünde
MİLLİ HÂKİMİYET'i bu kadar kesin sağlayan, böyle açık belirten başka hiç bir
idare yoktur!"
- "Başka idareler ne kadar ilerlemiş, ne kadar gelişmiş olursa olsun,
eksikleri ve boşlukları o kadar çoktur ki, günün birinde bizimkine benzer bir
idare tarzına ulaşabilmesi için yeni ve önemli değişiklikler yapmak zorunda
kalacaklardır!..."
Yani, MUSTAFA KEMAL, CUMHURİYET'i başkalarında görüp beğendiği için almış değildir!.. O NEV'İ TÜRK İNSANINA MUNHASIR yepyeni bir idare tarzı kurmak istemiştir. Ve BATILILAR'ın ilerde bizi taklit etmek zorunda kalacaklarını söylemiştir...Bu açıdan CUMHURİYET sistemimizi BATI’dan aldığımızı sanmak, CUMHURİYET ve DEMOKRASİ konularında BATI'yı taklide kalkmak, her şeyden önce MESELENİN ÖZÜ'ne aykırıdır!..
Ancak konunun bir de öteki yönü vardır... BATILILAR aptal mı ki, biz "saltanat kalktı" diye zil takıp oynarken, KRAL ve KRALİÇELER'ine sahip çıkıyorlar?.. Bir yandan da başkalarına da "saltanatı kaldırma, cumhuriyet kurma" baskısı yapıyorlar?..
Elbette ki, değiller!..
SALTANAT, DEVLET REİSLİĞİ müessesesinin DEVAMLILIĞI DEMEKTİR!.. Bu ülkelerde hükümetler çökse de, ülke İSTİKRAR'ında aksama olmaz.
Halbuki TÜRKİYE, aradan 70 küsur yıl geçmesine rağmen DEVLET REİSİ sorununu çözememiştir!.. 1960'dan beri Cumhurbaşkanı seçimi her seferinde problem olur... Yetkileri tartışılır... Hatta bir ara Özal bu meseleyi diline dolamış, boyuna bosuna bakmadan kendi "hanedan"ını ortaya atmıştı!.. Bir ara DEMİREL "rejimin tükendiğini, başkanlık sisteminin gerekli olduğunu, hatta tek parti sistemine dönülmesi gerektiğini" söylemişti!.. (1997) Son olarak ta TÜRK bile olmayan Potamyalı ERDOĞAN, "başkan" olarak TÜRK DEVLETİ'nin başına geçip, gavurlara uşaklık ederek TÜRK MİLLETİ'nin ensesinde boza pişinmeye niyetlenmişti. (2014)
Maalesef bu densizlerin haklı olduğu bir tek nokta var: 90 yıllık CUMHURİYET tarihimizde 57 HÜKÛMET değiştirdik!.. Yani her hükümet ortalama 2 yıl bile dayanamamış!.. Hele bundan ATATÜRK, İNÖNÜ, MENDERES ve Potamyalı ERDOĞAN'ın nisbeten istikrarlı dönemlerini ve 5 yıllık askerî müdahale dönemini düşerseniz, her hükümetin ortalama bir yıl bile sürmediğini görürsünüz!..
İşte bu yüzden İTİLAF ülkeleri kendilerini İSTİKRAR içinde tutmak amacıyla KRAL ve KRALİÇELER'ini korurken; ALMANYA, AVUSTURYA, MACARİSTAN gibi düşmanlarını CUMHURİYET ilan edip HANEDANLAR'ını dağıtmaya zorlamıştı!.. (1919) TÜRKİYE'ye de daha ERZURUM KONGRESİ sırasında Albay Ravlingson vasıtasiyle "CUMHURİYET kurulduğu takdirde yardım edileceği" vaadinde bulunulmuştu!... Baş düşmanımız İNGİLTERE tarafından!..
Şu halde saltanatın kaldırılması, bir "devrim" değil, bir "mecburiyet"in sonucu olarak değerlendirilmelidir... Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu konuda MUSTAFA KEMÂL çok tereddüt etmiş, mesele PADİŞAH'tan değil, Sadrazam Tevfik Paşa'dan kaynaklanmıştır.
O tarihte TÜRKİYE'de BİR PADİŞAH ama İKİ HÜKÜMET vardı... Yabancılar bizi birbirimize tokuşturmak için Lozan'a iki hükümeti de davet etmişlerdi. Ankara TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİ tabirini kullanıyor, hiç bir zaman ayrı bir DEVLET intibaı vermiyordu... MUSTAFA KEMÂL, Sadrazam'ı ikna edemeyince, onun bağlı olduğu SALTANAT'ı kaldırarak DEVLET'in ANKARA'dan idare edildiğini ilan etti... Olay bundan ibarettir... Rahmetlinin son yıllarında "Benden sonra ne olacak?" diye hayıflanması da bir endişeyi, belki de pişmanlığı ifade eder.
Bu konuda gerçek DEVRİM, DEVLET REİSLİĞİ müessesesini sarsılmaz bir temele oturtmak ve istikrarlı hükümet kurmanın yolunu bulmak olacaktır!..
Bizim DEVLET anlayışımızda KUVVETLER AYIRIMI prensibi yoktur... HÂKİMİYET ve İRADE MİLLET'e aittir... MİLLET'i temsil eden DEVLET REİSİ'nin elinde toplanır... Bu konuyu CUMHURİYET bahsinde teferruatı ile işledik.
BAŞKANLIK sistemi bir çözüm olabilir; eğer BAŞKAN olarak ortaya atılan isimler gerçekten TÜRK, gerçekten EHİL, gerçekten PARTİLER ÜSTÜ İSE!.. Bir de her 4-5 yılda bir değişmez ise!.. DEVLET BAŞKANI'nın değişmesi ancak onun büyük bir hata yapması, veya ölmesi ile olmalıdır. (Şu Fransa bile cumhurbaşkanını 14 yıl sonra değiştirdi!.. O da Mitterand'ın ölmek üzere olmasından dolayı!..)
Başkanın yerine gelen de, mutlaka gidenden üstün olmalıdır!... Bütün partilerin, aydınların amacı böyle birini bulup işbaşına getirmek olmalıdır!.. DEVLET'in sürekliliği ve İSTİKRARI ancak böyle sağlanır.
Kısacası, "saltanatın ilgası", DEVLET REİSİ açısından TÜRKİYE'de bir boşluk yaratmış, bu boşluk ATATÜRK, milliyetsiz şef İsmet, hatta Bayar zamanında hissedilmemiştir... Ama 1960'dan bu yana, başımızı ağrıtan çok büyük bir sorundur. Mutlaka yerine SÜREKLİ bir yapı getirilmelidir.
Mesele burada da bitmez!.. Eğri oturup doğru konuşmak gerekir… İSLAM'da SİYASÎ GÜÇ ile DİNÎ GÜÇ birbirinden ayrılamaz... Bunu MUSTAFA KEMÂL'in ağzından DİNİ ESASLARA BAĞLILIK İLKESİve MİLLİ MÜCADELE yazımızda vermiştik...
SALTANAT'ın kaldırılması konusu 3 ayrı komisyonda ele alınmış, sonra bu üç komisyon bir araya gelip meseleyi müzakere etmiş ve Rıza Nur ve arkadaşları tarafından hazırlanan teklifi reddetmişti!..
Bunun üzerine MUSTAFA KEMÂL komisyon çalışmalarına katılmış, masanın üstüne çıkarak çok sert bir ifade ile:
" Bu behemahal olacaktır. Burada toplananlar, MECLİS ve herkes MESELEYİ TABİİ GÖRÜRSE, fikrimce muvafık OLUR.... AKSİ TAKDİRDE, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal, bazı KAFALAR KESİLECEKTİR!.."
diyerek oradakileri tehdit etmiştir!.. Sanırız bu kanun, ATATÜRK döneminde DİKTATÖR'ce çıkarılan, yani MİLLET'in İRADESİ'ne ters düşülerek çıkarılan ilk kanundur.
Bu bakımdan, o dönemde büyük şaşkınlık yaratmıştı!.. Padişaha sadakat yemini etmiş subaylardan bir kısmı istifa etmişti... Çünkü Abdülmecit Efendi'ye devredilen "hilafet" içi boş bir kabuktan ibaret kalmıştı... Yani tek başına HALİFELİK, ilk andan itibaren YOKOLMA'ya mahkûm edilmişti!..
Öte yandan Sultan Vahdettin, ülkeyi terkederken (17.11.1922) yanına 7 takım elbise, bir merasim üniforması ve 35.000 kağıt İngiliz lirası almış, kullandığı yakut taşlı altın sigara tabakasını bir gün önceden hazineye teslim edip makbuz almıştı!.. "Hain" diye nitelendirilen bu kişi, yurt dışına başka bir tek kuruş, bir tek taş çıkartmamıştır... Lord Kinross bu "kaçış"ın İngilizler ve Kemalistlerce ortak planlandığını yazar.
Vahdettin'in kaçış mektubu şöyledir:
- Dersaadet İşgal Orduları Başkumandanı General
Harrington Cenaplarına,
- İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimesine
iltica ve bir an evvel İstanbul'dan mahall-i ahara naklimi talep ederim efendim.
16.11.1922
Şimdi şöyle bir durup düşünelim... Acaba TEVFİK PAŞA devreden çıkarılabilseydi, prestijini kaybetmiş olan VAHDETTİN haledilip yerine OSMANLI hanedanından DİRAYETLİ biri getirilseydi, MUSTAFA KEMÂL ölünceye kadar MECLİS'in ve HÜKÜMET'in başında kalsaydı, ne olurdu?..
Bu konuda son 50 yılda kafa yormuş bir tek galiba Kemâl TÂHİR var... Adamın adı o yüzden OSMANLICI'ya çıkmış...Biz de kendi değerlendirmemizi verelim.
Bir defa KIYAMET falan kopmazdı... ATATÜRK'ün çevresindeki en az İSMET PAŞA kadar değerli RAUF BEY, REFET PAŞA, KÂZIM KARABEKİR, MEHMET ÂKİF, RIZA NUR, gibi değerli kişiler uzaklaşmazdı. PADİŞAH'a sonuna kadar bağlı olmaktan başka günahı olmayan pek çok değerli DEVLET ADAMI'ndan, BÜROKRAT'tan ilk andan itibaren yararlanma imkânı doğardı. Yani meydan İSMET PAŞA'ya kalmazdı!
İkincisi en az OSMANLI PADİŞAHLARI kadar KÖTÜ ve SİLİK
kişiliklerle DEVLET BAŞKANLIĞI yapmış olan BAYAR, SUNAY, KORUTÜRK, DEMİREL gibi
şahıslardan kurtulmuş olurduk!..
Şimdi kim çıkıp diyebilir ki, "ATATÜRK dışında TÜRKİYE,
padişahlardan daha ETKİLİ ve ONUR VERİCİ kişilerle TEMSİL edildi?.." Yok böyle
bir şey!.. Yine kim diyebilir ki, "Bu CUMHURBAŞKANLARI'nın hepsi
tarafsızdı, partilerüstü idi, padişahlardan daha az MÜSRİF'ti?.." Bu da mümkün
değil!.. Potamyalı Erdoğan'ın yaptırdığı kaçak saray, hangi padişahın
yaptırdığından daha ucuz? SALTANAT ve HİLAFET'in düzeltilerek sürmesi halinde,
MÜSLÜMAN ülkelerle bağımız kopmazdı... TÜRKİYE'nin liderliği devam ederdi...
Özellikle HİCAZ bölgesini bize iade etmek durumunda kalırdı BATILILAR... Çünkü
işgal ettikleri topraklardaki MÜSLÜMANLAR'ın hiç biri HALİFE varken MEKKE ve
KÂBE'nin gavur elinde kalmasına rıza göstermezdi... SURİYE, IRAK, MISIR gibi
MÜSLÜMAN ÜLKELER ilerde bağımsızlıklarına kavuşunca büyük TÜRK nüfuslarından
dolayı TÜRKİYE'ye tekrar katılmak isteyebilirlerdi. Biz ATATÜRK'ten başka hiç bir CUMHURBAŞKANI'nın herhangi bir
OSMANLI PADİŞAHI'ndan daha üstün, daha başarılı olduğuna inanmıyoruz!...
SALTANAT ve HİLAFET'i de İLERLEME'ye, KALKINMA'ya, YENİLİKLER'e engel olarak
görmüyoruz!.. Eğer öyle olsaydı, hiç bir ülkede KRALLIK olmazdı!.. PAPALIK
müessesesi bugün de devam etmezdi!.. Kıçıkırık RUM PATRİĞİ Bartelamos kendini
300 milyon ORTODOKS'un ekümenik lideri, FENER'i de MÜSTAKİL DEVLET gibi göstermeye
çalışmazdı!.. Bu bakımdan bizim tatlısu frengi aydınlarımızın
İNGİLTERE’nin KRALİÇESİ’ne, PAPA’ya toz kondurmayıp, ülkemize çöreklenmiş olan
RUM ve ERMENİ PATRİKLERİ’ne ses çıkarmayıp, hatta bunları TÜRKİYE için bir
“şeref” vesilesi sayıp; sonra da kalkıp SALTANAT’a ve HİLAFET’e sövmelerini hiç
mi hiç anlıyamıyoruz!… Bir şey gavur yapınca makbul, bizde olunca mı kötü? Bu ne
biçim zihniyettir??? Bu yüzden de MUSTAFA KEMÂL'in SALTANAT'ı kaldırmaktaki ve
yerine koca bir yıl yeni bir SİSTEM koyamamasındaki tereddütü,
anlıyabiliyoruz. (2) Şükrü Efendi bu konuda haklıdır... Eğer MÜSLÜMANLAR'ın
gerçekten bir DİNÎ, SİYASÎ LİDER'i var ise, herkese sözünün geçmesi
gerekirdi. Ama bu 700'lerden itibaren pek böyle olmamıştı. YAVUZ'dan
sonra İSLAM DÜNYASI bir ölçüde bütünleşmiş, ancak OSMANLI'nın zayıflaması sonucu
19. asırda TÜRKİYE hariç, hemen bütün İSLAM ülkeleri sömürge haline
gelmişti. Sadece ABDÜLHAMİD'in Malezya, Endonezya, gibi uzak diyarlara
bile din adamı göndermesi, bu makamı tekrar güçlendirmiş; Hindistan gibi
ülkelerin yararı MİLLİ MÜCADELE'de görülmüştü. ABDÜLHAMİD'in HİLAFET ve İSLAM politikası o kadar etkiliydi
ki, dönemin Japon İmparatoru kendisinden İSLAM'ı Japonlar'a öğretecek DİN
ADAMLARI istemişti! MUSTAFA KEMAL, 21.1.1921 günü Meclis'te: - "ÂLEM-İ İSLAM gayet samimi ve vicdani
rabıtalarla Makam-ı HİLÂFET ve SALTANAT'a merbutturlar. Bütün ÂLEM-İ İSLAM yine
o Makam-ı HİLÂFET ve SALTANAT'ın temin-i masuniyeti için buna kaadir olan ve
buna mütekeffil olan TÜRKİYE DEVLETİ'nin fikriyle hem fikirdir." demesine, ve Meclis'in "Makam-ı
Hilafet ve Saltanat'ın masuniyetini esas olarak kabul etmiş
olduğunu" ilan etmesine (29.1.1921) rağmen; daha
sonraki iddiası "HİLAFET'in mâzinin bir rüyası olup,
zamanımızda hikmet-i vücudu olmadığı" şeklinde
idi... Yani GAZİ fikir değiştirmişti! Rauf Orbay hatıralarında bu değişikliğin İsmet'in başının
altından çıktığını yazar... Ona göre "İsmet Paşa
Lozan'dan bambaşka ve tamamen aksi fikirler ve yaman bir HİLAFET düşmanı
olarak" dönmüştü... Ve bu değişiklik, bir gafletten uyanma, gerçeği
kavrama değil, "bazı düşman telkinlerine kapılması"ndan ileri geliyordu!..
Tabii bir de yabancı delegelerin İsmet'in kulağına "Hilafet kalkmadıkça, barış
antlaşması imzalanmaz" diye fısıldamaları ve gerçekten de kalkıncaya kadar
tasdik etmeden beklemeleri var!
İsmet Paşa Lozan'da İngilizlerle TÜRKLER arasında bir nevi
arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Hahambaşısı Hayim Naum Efendi'nin telkinleri
ile "HİLÂFET'in artık ne şekilde olursa olsun TÜRKİYE'de devamına müsaade
edilmeyip derhal atılması luzumunu" benimsemişti!.. Allem etti kallem etti
GAZİ'yi kendine uydurdu!.. Acaba ATATÜRK bu konuda bir hata mı yaptı?.. Elimizdeki
büyük bir kozu kaçırmamıza mı sebep oldu?.. Kozun fazla büyük olmadığına delil olarak; Cihan Harbi ve
daha sonraki olaylarda müslümanların birbirlerine karşı gayrımüslimler ile
ittifaka girmesi, cephe alması, hatta savaşması gösterilebilir. Ancak ÖNEMLİ olduğuna delil olarak da; HİNT müslümanlarının
MİLLİ MÜCADELE'ye yaptıkları maddi yardım ve Eskişehir cephesinde HİNTLİ
MÜSLÜMANLAR'ın bize silah çekmemesi gösterilebilir. HİLÂFET, ortak bir İSLAM DİNÎ-SİYASÎ LİDERİ anlamıyla acaba
hâlâ önem taşıyor mu?.. Bu soruya HAYIR diyeceğiz... Delilimiz de aradan 90 yıl
geçmesine rağmen MÜSLÜMAN ÜLKELER'in bir araya gelip yeni bir halife
seçmemeleridir. Bırakın HALİFE konusunu, MÜSLÜMAN ülkeler İSLAM KONFERANSI'nda
bile SİYASÎ, İKTİSADÎ, DİNÎ kararlar alamıyorlar… Ama bu güç TÜRKİYE’nin elinde
kalsaydı, böyle mi olurdu, o da başka bir mesele! Velhasıl bu konuda bir hata varsa bile bu, bazı ATATÜRK
düşmanlarının iddia ettiği gibi "ATATÜRK'ün İngiliz ajanı" olarak bu işi yapmış
olması değildir. Zaten böyle bir iddia onun için değil; İsmet Paşa ve Rıza Nur
için ortaya atılmıştır, o da asılsızdır. Öte yandan ATATÜRK, HİLAFET ile birlikte gayrımüslim dini
müesseseleri de kaldırmayı düşünüyordu. New York Herald muhabirine şöyle
der: - "Mâzide, bilhassa ABDÜLHAMİD'in hal'inden sonra
Kanun-i Esasi'mizi, ve Meşrutiyet kavaninimizi GARB'ın medeniyet makinesine
imtisalen tadil etmeye çok çalıştık. Fakat bu teşebbüsümüz akim kaldı. Zira her
hatvede PATRİKHANELER ve HİLAFET gibi siyasi, dini müesssesatın hukuku ile karşı
karşıya geldik."
- "Asırlarca evvel TÜRK-MÜSLÜMAN ecdadımız bu memlekette siyasi, dini
selahiyeti haiz rüesa tarafından idare edilmekte olan cemaatler buldular. Bu ilk
fatihler muhtelif milliyetleri kendi mutat dini reisleri vasıtasiyle idare
etmeyi münasip buldular. Ve bu dini reislere büyük bir selahiyet verdiler."
- "Halifenin ve patriklerin bu imtiyazatı kavaninimizin esasını teşkil
etmişti. Partrikhanelerin veya hilafetin itirazatına maruz olmaksızın hiç bir
ıslahat idaremize ithal edilemiyordu. Patriklerin hiddetini tahrik etmeden
usül-ü tedrisimiz tebdil edilemezdi.!
- "Asırlardan beri Rusya, İstanbul Rum Patrikliği üzerindeki hegemonyası
sayesinde, işlerimiz üzerinde muzır bir nüfuz sahibi oldu. Rum, Ortodoks ve
Ermeni patrikhaneleri diğer kilise idareleri ihdasını elzem kıldı. O vakit Rum
Katolik Patriği'ni, Yahudilerin hahambaşılarını tasdike mecbur kaldık.
Protestanlık zuhur ettiği zaman, İstanbul'da bir Prortestan kilisesi
mümesssilinin bulunmasını kabul zarureti karşısında kaldık ve Rum
Patrikhanesi'nin imtiyazatına müşabih imtiyazlar verdik."
- "Son zamana kadar vergiler kiliseler vasıtasiyle tahsil edilirdi. Bu
vergilerin tevzii ve tahsili hakkında bir söz söylenemezdi. TÜRKİYE'de yerleşmiş
olan her cemaat, ister resmen selahiyet almış bulunsun, ister bulunmasın, kendi
dini mekteplerine ve liselerine malikti. Fakat bu mektepler ihanet projelerine
hizmet ettiler."
- "Ermeniler açıkça müstakil bir kraliyet kurmak lehinde çalışıyor,
entrikalarda bulunuyorlardı. Bizimle 400 sene yaşamış Rumlar, TÜRKLER'in
boyunduruğundan kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Mekteplerinde kendi
lisanlarını ve dinlerini talim ettiler ve hükümeti yabancı saydılar."
- "Diğer milletlerle de aynı hal vaki oldu. TÜRKİYE'de mektepler ve kiliseler
tahrikatın ocağı idi. Gayrımüslim anasır, hatta MÜSLÜMAN Araplar mekteplerinde
TÜRK lisanının talimini ihmal ettiler... Böyle bir vaziyete İngiltere, Fransa,
Amerika veya herhangi bir milletin ne kadar zaman tahammül edebileceğini
sorarız."
- "HİLÂFET'LE BERABER TÜRKİYE'de mevcut olan ORTODOKS ve ERMENİ KİLİSELERİ,
PATRİKHANELERİ ile MUSEVİ HAHAMHANELERİ'NİN ORTADAN KALKMASI LAZIMDIR!.."
(4.5.1924) Görüldüğü gibi ATATÜRK, HİLAFET'in kaldırılmasından
yararlanıp gayrımüslimlerin dini müesseseleri ile okullarını da ortadan
kaldırmak istemiştir.
Ancak Lozan'da ve daha sonra gelen baskılar yüzünden fikrini
uygulamaya koyamadı. Yabancı okullardan önemli bir kısmını 1933'de kaldırabildi.
Ama Patrikhane ve kiliselere el atamadı… Olan HİLAFET'e oldu!..Bizce DİNÎ açıdan
DENGE bozuldu. Öte yandan HİLAFET sadece MÜSLÜMANLAR için değil, BATILILAR
için de bir SİYASÎ anlam taşır...MUSTAFA KEMÂL bunu şöyle anlatır: - "İNGİLİZLER taht-ı esaretlerinde bulundurdukları
İSLAM ÂLEMİ'ne karşı daima tazyik edebilmek için kıymetli bir alete, bir
vasıtaya muhtaçtırlar. Bu kıymetli vasıta, MAKAM-I HİLAFET'e oturtacakları
zattır... İngilizler bir aralık MISIR'da böyle bir vaziyet ihdasına teşebbüs
etmişler, HİCAZ'da isyan ettirdikleri EMİR ile yine böyle bir vaziyet arzu
etmişlerdir. Yine İNGİLİZLER belki elyevm AFGANİSTAN'da böyle bir oyuncak
icadına çalışmışlardır... (İşgalde) Zat-ı Şahane'ye derhal İngilizler gayet
geniş bir aguş-u himayet gösterdiler." - (Halifeliğin kaldırılmasından sonra) "TUNUSLU, MISIRLI ve HİNTLİLER'le sair MÜSLÜMANLAR hakikatte İNGİLİZ
tahakkümü altında veya FRANSIZ tabiiyetindedirler... Yakında MISIR'da bir HALİFE
tayin edeceklermiş! Zaten savaş öncesi sadrazam Sait Halim Paşa'ya 100 milyon
İngiliz lirası karşılığı HİLAFET'in Araplar'a devrini teklif
etmişlerdi!.. MUSTAFA KEMÂL , DOĞRU OLDUĞUNA, GEREKLİ OLDUĞUNA inandığı
için HİLAFET'i kaldırmıştır. "İngilizlerin her hareketinin bir oyun olduğuna
inanırsak, hata etmiş olmayız!" diyen (Meclis Zabıtları, 29.1.1921) MUSTAFA
KEMÂL, Halife'nin BATI'nın elinde oyuncak olmasından korkmuştur! Öte yandan güçlü, galip bir TÜRKİYE'nin elindeki HİLAFET'in
kaldırılması, elbette ki İngilizler'in işine gelmiştir. Bu yüzden bize yaptıkları
baskıyı azaltmışlardır... Belki bununla ilgili olarak bize bazı avantajlar da
sağlamışlardır... Ancak bu avantajların GAZİ PAŞA'nın kararında etkili olduğuna
inanmıyoruz. Hele bazı kesimlerin iddia ettiği gibi "şahsi menfaati" söz konusu
olamaz. O düşünceyle hareket etseydi, MİLLİ MÜCADELE sırasındaki muazzam rüşvet
tekliflerini kabul edip hareketin başından çekilirdi... Bu "rüşvet teklifi"
olayını da Kemâl Tâhir anlatıyor. İlerde vereceğiz. Peki, bu konuda GAZİ PAŞA'nın hatası ne idi?.. Bizce
HİLAFET'in eski saygınlığına kavuşturulup kavuşturulamıyacağını araştırmalıydı.
Böyle bir koz, o anda zayıf bile olsa, sadece 15 yıl önce etkisini Hindistan'da,
Endonezya'da, Malezya'da hissettirmiş; İngilizler'i tir-tir
titretmişti. Bakın 5. Murad'ın torunu Selma Sultan, gelin olarak gittiği
Hindistan'daki (O zaman Hindistan, Pakistan, Bengladeş ve Keşmir bir
tek ülke idi) bu etkiyi nasıl anlatıyor: - "Hindistan'ın tüm kuzeyi MÜSLÜMAN'dır.
MOĞOL(TİMUR) hanedanının İngiliz ordusu tarafından kovulduğu 200 yıldan bu yana,
HİNDİSTAN MÜSLÜMANLARI, OSMANLI HANEDANI'nı kendi HÜKÜMDAR AİLESİ olarak
benimsemişlerdi. Ezilen bu insanlar MOĞOLLAR gibi TÜRK olan OSMANLI
İMPARATORLUĞU'nun haşmetinden teselli bulmuşlardı."
- "1921'de TÜRKİYE'de HİLÂFET tehlikeye düştüğü vakit, HİNTLİ MÜSLÜMANLAR
daha önce görülmemiş bir şiddetle İngilizler'e karşı ayaklanmış, TÜRKİYE'ye para
göndermişlerdi... Bu hareket Gandi ve Hindular tarafından da desteklenmişti!"
- "GAZİ, HİLÂFET'e "ortaçağ uru" diyordu. Abdülmecit tahsisatının
artırılmasını isteyince "Bir halifenin mütevazı yaşaması gerekir" diye alay
etti. 5 Aralık'ta Ağa Han'ın mektubu gazetelerde yayınlanınca kıyamet koptu."
- "Ağa Han HALİFE'nin aşağılanmasını kınıyor ve ona "İSLAM ÂLEMİ'nin saygı ve
güvenini sürdürecek biçimde davranılmasını" istiyordu. Ancak mektup Londra'dan
postaya verilmişti. GAZİ, onun üzerine ordu komutanları ile görüştü. Rauf Bey'i
tehdit ederek bağlılık yemini aldı ve 24.2.24'de başlıyan görüşmeler 3.3.24'de
tamamlandı, HİLÂFET kalktı." Aslında MUSTAFA KEMÂL, HİLÂFET'İ KALDIRMAMIŞTIR!.. BU
MAKAMI, BİR ŞAHISTAN ALIP TBMM'NİN MANEVÎ ŞAHSİYETİNE KATMIŞTIR!.. Yani TÜRKİYE
istediği anda bu gücü devreye sokabilir!.. Biz daha önce DİNİ
ESASLARA BAĞLILIK İLKESİ"ni
açıklarken, "hilâfetin kalkmasından sonra, artık her İSLAM ülkesi liderinin
kendisini HZ. MUHAMMED'in halifesi gibi görüp, kendi insanına ve diğer
müslümanlara hizmet etmesi gerektiğini" belirtmiştik... Eğer bu liderler bir
araya gelip TEK BİR MÜSLÜMAN LİDER etrafında toplanmaya karar verirlerse, ona da
"hayır" demeyiz. Aslında bunu biz demiyoruz!.. ATATÜRK diyor:
- "Bütün İSLAM ÂLEMİ esaret altındadır. Fakat
onlar ESARET'ten kurtulduktan sonra BİRLEŞİK BİR MAKAM'ın iidaresine girmek
istiyeceklerini düşünmek caiz midir?.. O da başka bir mesele!"
- "Demek istiyoruz ki, ONLARIN KURTULMASI İÇİN MÜŞTEREK BİR NOKTA-I RABITA
göstermek suretiyle TARİHÎ, VİCDANÎ ve DİNÎ bir VAZİFE yapıyoruz!"
Neymiş=== Rahmetli ATATÜRK, İSLAM ÂLEMİ'ne MÜŞTEREK BİR
NOKTA-I RABITA, yani bir BİRLİK-BERABERLİK NOKTASI gösteriyormuş!.. Acep ne
ola ki?..
Yani biz "HİLAFET" meselesinin, ancak "İSLAM ÜLKELERİ
anlaştığı, ve TÜRKİYE'nin elinde bulunduğu takdirde" tartışılabilecek SİYASÎ
LİDERLİK olduğuna inanıyoruz... Çünkü Hıristiyan mezheplerin tümünün lideri
olduğu bir dünyada, bu konunun zaman zaman gündeme geleceğini biliyoruz... Ancak
TÜRKİYE'den başka hiç bir MÜSLÜMAN ülkenin liderini ve İSLAM ANLAYIŞI'nı bu
mevkiye lâyık görmüyoruz.
> İÇİNDEKİLER< > ATATÜRK DÖNEMİ (1922-1938) - AÇIKLAMALAR-2 <