İSMET PAŞA MUAMMASI - 3

Kemal Tahir şöyle diyor:

"Cumhuriyet döneminde de azgın BATICILIK yapıldı... O kadar ki, takvimimizi, ağırlık, uzunluk ölçülerimizi bile değiştirdik!.. Tek BATI'ya benziyelim diye!."

BATI'dan alınanlar sadece yukarda sayılanlardan ibaret değildi!.. Alfabemizi, kıyafetimizi, tatilimizi, saatimizi; nikâh, cenaze, yemek sistemimizi; hukuk sistemimizi, devlet idaremizi, hatta lâiklikle dinimizi, inancımızı değiştirdik. Bunların içinde en komiği de "şapka inkılabı(!)"dır.

ATATÜRK bu hataları nasıl yaptı?.. Sözlerini inceleyince görüyoruz ki, kendisi AMANSIZ bir BATI DÜŞMANI'dır!. Davranışlarını inceleyince görüyoruz ki, ATATÜRK BATI İLE HİÇ BİR İTTİFAKA GİRMEMİŞTİR!.. Çünkü o BATI'yı insafsız SÖMÜRGECİ ve ZALİM görür!.. MAZLUM MİLLETLER'in BATI HEGOMONYASI'ndan kurtulacağı günün hayalini kurar!...

Peki, nasıl oldu da, GAZİ böyle bir gaflete düştü?..

Belki BATI'ya benzer bir hüviyet kazanırsak, BATILILAR'ın bizi rahat bırakacağını düşünmüştür... Çünkü o dönemde LOZAN sonuçlarını hazmedeyen BATILILAR, her yönden yeni DEVLET'i sıkıştırıyorlardı!..

Bir ihtimal de GAZİ'nin "MUASIR MEDENİYET"i BATI'da gördüğü için; ve bir dönem KÜLTÜR, MEDENİYET ve TEKNOLOJİ'yi AYNI telakki ettiği için; BATI özelliklerini almamız gerektiğini düşünenlere uymuş olmasıdır... Bizce hatası buradadır.

GAZİ bu konuda saf davranmıştır!.. Eğer yaşayıp 2. Dünya Harbi'ni görseydi, BATICI uygulamalardan hemen vazgeçerdi!..

Almanlar'ın Polonya'da yaktığı insanları, İtalyanlar'ın Habeşistan'da yaptıklarını, ve atom bombasının Japonya'da öldürdüğü masum insanları görseydi, GAZİ BATI'nın MUASIR MEDENİYET'in değil, sadece TEKNOLOJİ'nin merkezi olduğunu farkeder, KÜLTÜR ve MEDENİYET'imize el değmesine izin vermezdi!..

MUSTAFA KEMAL PAŞA zaten 1920'lerden beri hep ŞARK'ı savunmuştu!.. Peki, nasıl oldu da GAZİ bir dönem BATI rüzgârına kapıldı?

Buna cevap vermeden, enteresan bir nokta üzerinde durmak gerekir... Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka ve Demokrat Partı hareketi, hiç bir zaman ATATÜRK'e karşı değil; hep İSMET PAŞA'ya karşı olmuştur!..

Meclis de, halk ta 1921'den beri İSMET PAŞA'yı sevmezdi!.. İSMET, Meclis'i zamanla geleceğini kendisine bağlıyanlar ile doldurmuş, ama MİLLET'in sevgisini asla kazanamamıştır!..

Çünkü TÜRK İNSANI inanılmaz sezgisi ile bu BATICI eğilimin, bu BATICI uygulamanın ATATÜRK'ten değil de, İSMET PAŞA'dan kaynaklandığını bilir!.. Rauf Orbay'ın dediği gibi, İSMET PAŞA Lozan'dan çok değişmiş ve yurda tekrar MANDACI olarak dönmüştür!.. Ve yine Rauf Orbay'ın belirttiği gibi, bir kaç hafta kaldığı Avrupa'dan sanki bir "uzman" edasıyla gelmiş ve ne yazık ki MUSTAFA KEMAL'i de kandırmış, fikirlerini ona empoze edebilmiştir!..

Mesela 17.2.1929'da ilk "öztürkçe" konuşmayı ATATÜRK DEĞİL; İSMET yapmıştır!.. Yani dilin bozulması İsmet'in marifetidir... ATATÜRK bu akıma 1935'e kadar kapılmış, daha sonra vazgeçmiştir.

Onun için biz diyoruz ki, bu BATI TAKLİTÇİLİĞİ İSMET'İN MARİFETİDİR!.. Allem etmiş, kallem etmiş, ATATÜRK'e allayıp pullayıp yutturmuştur1.. "KUR'AN'I ve EZAN'ı TÜRK milletinden daha güzel okuyan yoktur" diyen ATATÜRK'e; bu dinsiz adam "Türkçe" EZAN'ı kabul ettirebilmiştir!..

Bizce ATATÜRK'ÜN EN BÜYÜK HATASI, daha İSTİKLAL Savaşı'nın ilk günlerinde İSMET PAŞA'YI BERTARAF ETMEMESİ OLMUŞTUR!..

"Peki, her şeyi İsmet yaptıysa, o zaman 1930'dan sonraki hızlı sanayileşme her gücü elinde tutan İsmet Paşa'nın başarısı sayılmaz mı?" denilebilir... Hayır!.. O başarı da onun değildir!..

Serbest Fırka olayı memlekette her şeyin A'dan Z'ye bozuk olduğunu ortaya koymuştu... Halk sefalet içinde idi. EKONOMİ, Serbest Fırka'nın kapatılmasından sonra bizzat ATATÜRK tarafından ele alındı... Bir ARAŞTIRMA konusu yapıldı... MİLLİ EKONOMİ'nin hemen bütün alanlarını kapsayan PLAN anlayışı ortaya çıktı... SANAYİ alanında eski dost SOVYET RUSYA'ya müracaat edildi... Oradan gelen Profesör Pavlov başkanlığındaki Sovyet heyeti, TÜRK uzmanlar ile memleketi dolaşarak bir rapor hazırladı, İktisat Vekaleti'ne verdi... Bu rapor 1. Beş Yıllık Sanayi Planı'nın temelini teşkil etti.

ATATÜRK, İsmet'in bürokratik devlet anlayışı ile hakiki anlamda bir gelişme olamıyacağını farketmişti!.. Onun kararlı tutumu sonucu İsmet, bazı değişiklikler yapmak zorunda kaldı... 1932 yılında ATATÜRK'ün ısrarı ile İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey'i görevden alarak yerine İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar'ı getirdi!.. Ondan gelen teklifleri uygulamak zorunda kaldı.

Aslında Serbest Fırka denemesi sırasında Fethi Bey, Celal Bey'i de partiye almak istemiş, ancak İsmet buna engel olmuştu.

Celal Bey ta 1921'de İktisat Vekili iken şöyle demişti:

- "DEVLET sosyalizmine muarız olanlar, FERDİYET'i kuvvetli SERMAYE'si mebzul memleketler ahalisidir... TANZİMAT'tan beri elverişsiz şartlar altında AVRUPA KAPİTALİ'nin memleketimize imtiyazlı bir şekilde girmesinin ve iktisadi kaynaklarımıza hakim bulunmasının esef verici neticeleri gözönündedir!" ( Ş.S. Aydemir, İkinci Adam, Cilt 1 sf.413)

Celal Bey, bu sözlerine rağmen, 1924'de İş Bankası'nın başına getirildiğinde İzmir İktisat Kongresi'nin "liberal" sayılabilecek kararlarına uygun davranmış, özel teşebbüsün gelişmesini sağlamaya çalışmıştı... 1932-1938 arasında DEVLETÇİ, 1946'dan sonra da LİBERAL olması; onun DOKTRİNCİ olmadığını gösterir.

İsmet Paşa ancak Serbest Fırka'nın kurulduğu Ağustos 1930 tarihinde "mutedil devletçiliği" savunmaya başlamıştır ama; zamanla DOKTRİNCİ, BÜROKRATİK bir DEVLETÇİ olmuştur... Halbuki ATATÜRK asla DOKTRİNCİ bir DEVLETÇİLİK gütmemiştir!.. O, politikasında günün ihtiyaçlarına göre değişiklik yapardı.

İsmet Paşa ise CHP'nin 6 okuna rağmen, 1946'da DEMOKRAT PARTİ'nin LİBERAL politikasının ilgi görmesi üzerine, DEVLETÇİLİK'ten "fırt" diye dönmüş; 1970'li yılların "ORTANIN SOLU" uydurma prensibine kadar "devletçiliği" bir kenara bırakmıştır!.. İsmet, tam bir eyyamcıdır!.. Gerçek ihtiyaca göre değil; rüzgara göre yön değiştirir!

İsmet eyyamcı da, onun CHP'si değil mi?.. 1980'lerde, 19990'larda CHP hep "sosyal demokrat"tır ama, bütün özelleştirmelerin altında imzası vardır. DEVLETÇİLİK unutulup gitmiştir!

İsmet Paşa Hükümeti, OSMANLI Devletinin borçlarını öder... 1930 yılında 49.5 milyon lira ödenmiştir... Bu gider bütçesinin %14.6 idi!.. Üstelik 1929'da dünya iktisadi buhranı başlamış, bizim ihracatımız düşmüştü!.. Halbuki İsmet Paşa o yıl Lozan'daki kayıt ve kısıtlamalar kalkacağından çok rahatlıyacağımızı sanıyordu... Ticari piyasada iflaslar aldı yürüdü... Vergi tahsilatı düştü.

1924-1930 arası yorgun fakat aceleci uygulamaları; 1930'dan sonra ATATÜRK'ün hastalığının başlamasına rağmen, yeni bir canlılık ve tutarlılık kazandı... Bir merkez bankası olmadığı halde para istikrarı korundu... Bütçe gelirleri düştüğü halde denge sağlandı. Bütün dünya ticareti sarsıldığı halde bizde dış ticaret dengesi muhafaza edildi... Demiryolu inşaatı sürdüğü gibi, yabancıların elindeki demiryolları da satın alındı. Sümerbank, Etibank gibi bankalar kuruldu. Yeni sanayi işletmeleri açıldı... 5 yıllık planlı döneme geçildi.

Şevket Süreyya 1931'den sonra başlıyan PLAN çalışmalarının dahi, İsmet Paşa hükümeti tarafından arzu edilen seviyede götürülemediğini, Rusya'dan alınan 8 milyon altın dolarlık kredinin de, ilgisizlik yüzünden tam kullanılamadığını belirtir!.. (Menderes'in Dramı sf.345)

Kısacası, SANAYİLEŞME başarısı ATATÜRK'le, 1932'de İktisat Vekili olan CELAL BAYAR'a aittir... İsmet ise, sözde küçük sanayii korumak için hazırladığı Muamele Vergisi ile büyük sanayiin gelişmesine sekte vurmuştur!.. Güya lüzumsuz rekabeti önlemek için çıkartılan Sür Prodüksiyon Nizamnamesi de bir gelişmeyi engelleme vesikasıdır... Ş.S.Aydemir ise, bilhassa ikinci uygulamadan Celal Bayar'ı sorumlu tutar.

Bu doğru bile olsa, bizce 1924-1932 arasında da, 1932-1937 arasında da İsmet Paşa Başbakan idi... Birincisinde olmayan SANAYİ ikincisinde nasıl kuruldu?.. Değişiklik ne idi?..

Değişiklik ATATÜRK'ün müdahalesi ve Celal Bayar'ın bakanlığı idi!.. Elbette bu değerlendirmemiz Celal Bayar'ın gelmiş geçmiş hatalarını aklamaya yetmez, ama farkı ortaya koymaya yeter.

DEMİRYOLU AĞLARI da bizce İsmet Paşa'ya mal edilemez!.. Delilimiz de, onun Cumhurbaşkanlığı döneminde bu seferberliğin BİR DAHA BAŞLAMAMACASINA durmasıdır!

ATATÜRK döneminde TÜRKİYE "ipotek"le borçlanmıyordu... Kapitalist ve emperyalist dünyaya, yabancı kontrolüne karşı asil bir direniş vardı. O yüzden dünya İKTİSADİ BUHRAN'ına rağmen herşey aksaksız hazineden vadesinde ödeniyordu... Bütçemiz, ödeme dengemiz güçsüzdü, ancak vatan gene demirağlarla örülmeye devam ediyordu.

İsmet, 1932 yılına kadar ATATÜRK'le fazla zıtlaşmamıştır... Ancak İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey'in ATATÜRK'ün müdahalesi ile istifa etmesi, yerine Bayar'ın adeta zorla getirilmesi, İsmet'i korkunç kinlendirdi... Bu olayı gurur meselesi yaptı. Bir gece ATATÜRK'ün sofrasında aniden tepkisini gösterdi... Ortaya koyduğu tavra, "terbiyesizlik" demek daha doğru olur.

O tarihe kadar ATATÜRK'ün karşısında "süt dökmüş kedi" gibi duran, her dediğine "hay hay" cevabını veren, azarlandığında boynunu büküp susan İsmet; bir gün birden efelendi. ATATÜRK'ün o akşam sofrasına davet edildiği halde, vaktinde "teşrif" etmedi...Sofrada buz gibi bir hava esti. Nihayet İsmet kapıda göründü. Etrafına bakmadan boş bir sandalyeye oturdu... Cebinden bir akşam gazetesi çıkarıp GAZİ'nin yüzüne doğru açtı, sözde okumaya başladı... GAZİ'nin sorularını, latifelerini cevapsız bıraktı!.. Sabrı tükenen ATATÜRK, bazı hatıra yazarlarına göre:

- " İsmet, haddini bil! Yoksa seni ayağımın altında tahtakurusu gibi ezerim!"

dedi... Sofrayı dağıttı, İsmet'i bir odaya çekti!..Ne konuştular bilinmez ama, olay yatışmış göründü. Taa 1937'e kadar!..

İsmet, ATATÜRK karşısındaki bütün pısırıklığına rağmen, o gün niye "arslan" kesilmişti?..Bizce sebep açık!.. İsmet, bunca yıl sinsi sinsi ATATÜRK'ün altını oymuş, Parti'yi ve Meclis'i o mahut terörü ile ele geçirmişti!.. Kendini "silinmez" zannediyordu!.. (11) Bütün bunlara rağmen zılgıtı yiyince tekrar "kedi"ye dönmüştür.

1937'de, Başbakanlığının son günlerinde tekrar küstahlaşıp ATATÜRK'ün yüzüne karşı "Sofradan emirler alıyoruz!" demiştir... Halbuki ATATÜRK, 1923'DEN SONRA HÜKÜMET İŞLERİ'NE HEMEN HİÇ KARIŞMAMIŞTIR!.. Bakan ve milletvekili maaşlarına yapılan zam hikayesini daha önce anlatmıştık... O olayı da soruşturmuş, ancak karışmamıştı.. Bunda kendisinin DEMOKRAT RUHLU olması önemli yer tutar... Ancak İsmet'in onu KÖŞK'E adeta HAPSETMESİ de unutulmalıdır!..

Ancak ATATÜRK sadece DIŞ SİYASET ile yakından ilgilenirdi... Bu yüzden Dışişleri ile ilgili önemli yazışmaların birer sureti ona gelirdi... Özellikle 1933 yılından sonra hiç bir uluslararası gelişmeyi kaçırmaz olmuştu... Balkan Paktı, Sadabat Paktı, Hatay meselesi hep ATATÜRK'ün yakın ilgisi sonucu elde edilmiş başarılardır.

Bir ara öyle oldu ki, DIŞ MÜNASEBETLER Ankara'dan değil, ATATÜRK'ün bulunduğu Florya Köşkü'nden idare edilir hale geldi... Üstelik ATATÜRK'ün bazı tesbitleri ne İsmet Paşa'nın, ne de Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın düşüncelerine uyuyordu.

Bir gece sabaha kadar süren çekişmeli muhabere sonunda ipler koptu... Konu, Akdeniz'de korsanlığın önlenmesini ele alan Nyon Anlaşması'ydı... ATATÜRK İsviçre'de bulunan Tevfik Rüştü Bey'i doğrudan aramış, görüşmüştü... İsmet te bunu hazmedememişti!..

Önce Bakanlar Kurulu'unu topladı:

" Bu bir hükümet buhranıdır... İstifa etmeyi düşünmüyor musunuz?"

diye onları da kışkırtmaya çalıştı... Bakanlar bu olayı, zaman zaman ATATÜRK ile İsmet arasında meydana gelen sürtüşmelerden biri olarak aldılar, fazla tepki göstermediler. Bunun üzerine bir güzel azar işittiler... Tam İsmet İstanbul'a gitmeye hazırlanıyordu ki, ATATÜRK Ankara'ya geldi.

Halbuki ATATÜRK hükümet görüşünün değişmesi için bir baskı yapmamıştı... Nitekim anlaşma İsmet'in görüşlerine uygun olarak 14.9.1937'de imzalandı.

17 Eylül'de Bakanlar Çankaya'ya davetli idiler... Ancak İsmet gitmeden Anadolu Klubü'ne uğramış, bol miktarda viski içmişti.

Çankaya'daki sofrada ATATÜRK sözü "Zıraat işlerinin iyi gitmediğine" getirdi... Zıraat Vekili Muhlis Erkmen'i tenkit etti... Kafası dumanlı İsmet:

" Yani Zıraat Vekili'nin çekilmesi isteniyor!.. Tıpkı bundan evvel yapıldığı gibi fikrim alınmaya lüzum görülmeden vekillerim istifaya icbar ediliyor... En mühim memleket davaları hep sofra başında kararlaştırılıyor! Sofradan emirler alıyoruz!"

diye isyankar bir eda ile konuştu... ATATÜRK müthiş sinirlendi!

Bu olaydan bir gün sonra (20.9.1937) trenle İstanbul'a giderken ikisi bir kompartımana kapandılar... ATATÜRK İsmet'e şunları söyledi:

-"Ben şimdiye kadar her işte mutabık olduğumuzu sanıyordum... Dün geceki halinden ANLADIM Kİ, YANILMIŞIM!.. Madem ki aramızda mutabakat yoktur, bu vaziyette teşrik-i mesai edemeyiz...Celal Bayar'a ne dersin?.."

İsmet hemen dalkavuklaştı:

-"İsabet buyurdunuz!.. Her hususta olduğu gibi!"

Bu şekilde hiç beklemediği bir şekilde Başbakanlık'tan alınıp yerine İktisat Vekili Celal Bayar getirilince, çok şaşırdı!.. Tekrar eski sünepe haline döndü.

İsmet Bozdağ bir eserinde ATATÜRK'le İsmet'in 3. büyük ve son kavgasını da uzun uzun anlatır... Aynı asansöre gülerek binen ikili, kavgalı çıkarlar!.. Çünkü İsmet içerde "Çalışırken içmiyorsunuz. Bu sağlığınıza iyi geliyor. Vazifeden ayrıldığıma seviniyorum" demiş... ATATÜRK te, bu ifadeyi "Ben Başbakan iken bütün işleri ben yapardım, sen keyfine bakardın... Celal Bayar gelince, onun beceriksizliğinden dolayı hükümet işleri ile ilgilenmek durumunda kaldın!" manasına almış... korkunç sinirlenmiş!.. İsmet'i, "Sen hangi işi benim desteğim olmadan hak ettin?" diyerek çok kötü benzetmiştir!..

İsmet, derhal pişman olmuş,"Beni siz yarattınız!.. Siz olmasaydınız, ben bir hiçtim" diye yaltaklanmıştır ama, ATATÜRK artık onu defterden tamamen silmiştir!..

ATATÜRK'ün bu toplantıdaki:

- "Ben başvekillere değil, DEVLET'imin, MİLLET'imin işlerine yardım ediyorum... Bu işleri bir yere kadar İsmet Paşa götürür; bir yerden sonra Celal Bey taşımaya başlar... Hiç kimsenin kerameti kendinde görme hakkı yoktur!.. BİR DEVLET ADAMI, KERAMETİ KENDİSİNDE GÖRMEYE BAŞLADI MI, DEVLET ADAMLIĞINI BİTİRDİ DEMEKTİR!"

sözleri bütün DEVLET ADAMLARI'na ibret olacak niteliktedir!..

ATATÜRK, İsmet'in başbakanlıktan ayrıldıktan sonra rahat durmıyacağını bildiği için kendisine Londra Büyükelçiliği'ni teklif ettirmiştir... Tevfik Rüştü red cevabını getirince de,"Hımm, demek bizimle uğraşacak," demiştir!.. Gerçekten de İsmet adını unutturmamak için çeşitli oyunlara girişmiş, mesela Hipodrum'a at yarışı seyretmeye gidip halkın arasına oturmuş, halk ta bu tevazuyu (!) görünce kendisini alkışlamıştır!.. ATATÜRK, bu olayı da "İsmet Paşa'yı ben bilirim, bizim zayıf anımızı kollayacaktır," diye değerlendirmiştir!..

İsmet, başvekil olduğu 14 yıllık dönemde, hem başedemediği yolsuzluklara karşı donkişot gibi çıkışlar yaparak puan toplamış; hem de bu yolsuzlukları yapanların kendilerini "ATATÜRK'ün yakını" olarak göstermesini kullanıp, onun adını lekelemiştir!..

ATATÜRK son yılında, İsmet tarafından cezalandırılmış Hasan Rıza Sayak, Nuri Conker, Kılıç Ali, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü ve Başbakan Celal Bey'in bulunduğu bir toplantıda Bayar'a seçimlere ne kadar kaldığını sormuştu... Bayar'ın,"Daha biraz vakit var, ama siz ne derseniz o olur," demesi üzerine gözlerinin içine bakarak, "Yapabilir misin?" demişti!..

Seçimlere daha 1.5 yıl vardı... ATATÜRK'ün amacı bir erken seçimle hem İsmet'i, hem de onu tutan Refik Saydam ve avanesini ekarte etmekti!.. Ne yazık ki bu plan gerçekleşmemiştir.

İsmet Paşa, özellikle 1938'de ATATÜRK'ün hastalığı sırasında bir sürü dolaplar çevirmiş, bunların farkına varan ve onu artık ülke için tehlikeli gören ATATÜRK, yanına çağırmış; İsmet korkusundan gitmemiştir!..

ATATÜRK ölüm döşeğinde; kendi yapamadığı işi, yani bu adamın ortadan kaldırılmasını, VASİYET etmiştir!.. Emrinin yerine getirileceğinden emin olarak da, İş Bankası'ndaki hisselerini İsmet'in çocuklarına bırakmıştır... Yetimlik çekmesinler diye!.. Şükrü Kaya bu konuda şöyle der:

- "ATATÜRK, kendi yerine İsmet İnönü'nün geçmesini memleket için tehlikeli görüyordu!.. Biz de o kanıdaydık... ATATÜRK bu düşüncesini Bayar'a açıklamıştı!.." (İsmet Bozdağ, Bitmeyen Kavga)

Bu konuda çok rivayet vardır...ATATÜRK kendisinden sonraki durumu ilk değerlendirmesinde:

- "Ben hasta yataktayım... Celal Bey de hasta, yatıyor... Fevzi Paşa'nın da şekeri var... Ne olacak, bilmem!"

demiştir... Kılıç Ali bu konuda "ATATÜRK'ün söylediği sözler arasında bu iki isimden başkasından bahsetmemesi, o zaman hepimizin dikkatini celbetmişti," der...

Bu arada, ATATÜRK'ün yaveri Salih Bozok, bir mektupla ATATÜRK'e siroz teşhisi konduğu sırrını İsmet'e duyurdu... Mektubun bir yerinde de "Ne tedbir alınır, bilmem" diyordu... ATATÜRK bu mektubu öğrenince fena halde hiddetlendi!.. Bozok'u çağırıp, "İsmet Paşa'ya neden benden bahsediyorsun?..Bunun mânâsı nedir?..Bu hareketini hiç beğenmedim," diyerek azarladı.

5 Eylül 1938'de ATATÜRK durumu bir kere daha değerlendirerek şöyle demişti:

"Evvelâ akla İsmet paşa gelir... Fakat nedense umumun sempatisini kazanamadığı görülüyor!.. Bir de Mareşal Fevzi Çakmak var... Kimse ile münazaa halinde değildir... Bu itibarla bence Devlet Başkanlığı için en münasip arkadaş odur."

Hasan Rıza Soyak bu konuda şöyle yazar:

- "Söylediklerinden anladım ki, ATATÜRK İsmet Paşa'nın tenkide tahammülsüzlüğü, hoşgörü hassasını yetersizliği, gerek Hükümet, gerekse Parti başında selahiyet ve mesuliyet sahibi arkadaşlarının yetki ve haklarına lüzumu kadar, hatta bazen hiç itibar etmiyerek her işi yalnız kendi arzu ve fikirleriyle yürütmeye çalışmasını beğenmemekte; memleketi o zamanlar Avrupa'da mevcut ŞEF idarelerine götüreceğinden endişe etmektedir!.. Belliydi ki, bir süre önce Recep Peker'in Avrupa seyahatinden döndükten sonra Parti kongresinde teklif edilen nizamname ve programın FAŞİST esaslarını unutmamıştı."

- "İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı'na geçer geçmez, hiç bir ciddi sebep ve lüzum olmadan kendisini MİLLİ ŞEF ve partisinin değişmez başkanı ilan ettirmesi ve bu hali uzun süre devam ettirmesi, derin ve uzak görüşlü BÜYÜK ADAM'ın endişelerinde ne kadar haklı olduğunu ispat etmiştir!.." (Hasan Rıza Soyak, ATATÜRK'ten Hatıralar)

ATATÜRK'ün İsmet Paşa'nın mülevves vücudunu ortadan kaldırmaya kesin karar verdiğini gösteren bir başka olay da şudur:

ATATÜRK'ün kendisini müteaddit defalar çağırmasına rağmen gitmekten korkan İsmet, nihayet zorla götürüleceğini düşünerek yola koyulur... İstasyona gidip kompartımana yerleşir. Ancak Dr. Refik Saydam "Olmaz Paşam! Gidemezsiniz!.. Görmüyor musunuz, sizi öldürecekler!.. Eğer israr ederseniz, lokomotifin önüne yatarım" der... İsmet bunun üzerine vazgeçer... (İsmet Bozdağ, Bitmeyen Kavga)

İsmet ise olayı şöyle anlatır:

- "Beni İstanbul'a götürmek için Şükrü Kaya ve onun tertibinde ansızın bir gayret belirdi... Ben de istiyordum. Fakat Şükrü Kaya tertibindeki bu gayret, yakın arkadaşlarımın dikkatini celbetti... Kat'iyen bırakmadılar!.. Onlar haklı ve isabetli çıktılar!.." (İsmet İnönü, Hatıralar)

Acaba hangi hususta haklı çıktılar?.. ATATÜRK'ün artık kendine HAYAT HAKKI bile tanımadığında mı?..

Ne var ki, sinsice ATATÜRK'ün kuyusunu kazan İsmet, daha önce anlattığımız gibi Parti'yi ve Meclis'i istediği gibi teşkil etmişti!.. TOPAL OSMAN gibi başını ATATÜRK yoluna adamış biri yoktu ki, emri yerine getirsin!..

1937'de GÖREVİNDEN ALINMASINDAN SONRA yeni bir SEÇİM de yapılmadığı için, ATA'nın ölümünden sonra ipleri hemen eline geçirmiş, bir terör ortamı kurmuş; ve büyük ekseriyetle Cumhurbaşkanı seçilerek paçayı kurtarmıştır!.. Bu operasyonda 1.Ordu Kumandanı Ali Fuat Cebesoy'un büyük etkisi olmuştur. Ali Fuat Paşa, bazı kimseleri, bu arada Mareşal Fevzi Çakmak'ı ziyaret ederek örtülü şekilde tehdit etmiş, İsmet'in Cumhurbaşkanlığı'nı sağlamıştır!

1938'de İsmet'in paçayı kurtarması demek, 35 yıl daha memleketin başına dert olması demekti!..Öyle de olmuştur... Başta Şükrü Kaya olmak üzere bu olaya şahit olan kişilerin hatıraları da çalınmış, satın alınmış, yok edilmiş, gerçekler gözlerden uzak tutulmuştur!..Harp Tarihi arşivlerindeki belgeler tahrif ve imha edilmiştir!..

İsmet kısa zamanda gerçek yüzünü ortaya koymuş, Avrupa'daki "diktatör yöneticiler" modasına hemen kapılmış ve kendisini "milli sef" ilan ettirmiştir!..(26.12.1938).

Düşünün bir kere!.. Haçik namlı, TÜRK olmadığını ima eden biri, TÜRK MİLLİ ŞEFİ!.. Bu milliyetsizin MİLLET'e neler ettiğini anlatmaya dil yetmez!..

İsmet göreve gelişinin hemen arkasından paralardan ATATÜRK resmini kaldırttı, kendi resmini koydurdu!.. Kendi heykellerini diktirdi. ATATÜRK'ün hiç yapmadığı bir şeyi başlattı...Bayram törenlerini heykeller önündeki saygı duruşlarına çevirdi!.. Böylece gerçek ATATÜRKÇÜ anlayış ve düşünceyi unutturup, anlamsız seromonileri "atatürkçülük" diye yutturdu!..

İsmet Paşa TÜRK OCAKLARI'na kayıtlı idi!.. Duyan da onu ateşli bir TÜRKÇÜ sanır... Halbuki ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'ni hiç uygulamadığı gibi, milliyetçilere de etmediği eziyet kalmamıştır!.. Onları tabutluk denilen hücrelere kapatmış, işkenceden geçirmiştir... Üstelik bu kişiler hiç bir terör olayına karışmadıkları, herhangi bir olay çıkarmadıkları halde!

TÜRKİYE, 2. Dünya harbine kadar bütün dünya devletleri ile normal siyasi münasebet kurmuş, ancak bir ittifak içinde yer almamıştı... Sovyetler Birliği ile dosttu... Balkan Paktı ve Sadabat Paktı ile de komşularıyla olan ilişkilerini düzene sokmuştu... TÜRKİYE'nin kendine BATI'da müttefik araması, İsmet Paşa'nın tercihidir, ATATÜRK'ün değil!.. Sovyetler ile arasının bozulmasına sebep İsmet Paşa'dır, ATATÜRK değil!..

Stalin 28.6.1945'de TÜRKİYE'den toprak talebinde bulundu... Buna göre Kars ve Ardahan Sovyetler'e verilmeli ayrıca Boğazlar'da kontrol hakkı tanınmalıydı... 1925 TÜRK-Sovyet saldırmazlık anlaşmasının yenilenmesi için bu hususlar şart koşulmuştu!.. İsmet Paşa bunun üzerine BATI ile yakınlaşmış, yeni kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı'na girmi; ancak esas ittifakı 1951'de NATO'ya giren Menderes kurmuştur... Menderes 1949'da kurulmuş olan NATO'ya alınmak için 1.7.1950'de, yani ayağının tozu ile Kore'ye asker göndermişti!..

İsmet 1939'da başlıyan 2. Dünya Savaşı ile bocalamaya başlamıştı... Dönemin Fransız Büyükelçisi, TÜRKİYE'nin Mayıs 1939'da dahi BATI'ya yönelik bir ülke olmadığını şu sözlerle anlatır:

- " Paris'tekilerin İnönü'nün Avrupa işlerine sırtını çevirmiş, sadece Sadabat Paktı'na önem vererek ülkesinin Arap dünyası ile ilişkiler kurmaya çalıştığını ileri sürmelerine üzülürdüm."

Bilindiği gibi Sadabat Paktı, 1937'de ATATÜRK tarafından BATI'ya karşı arkamızı emniyete almak için kurulmuştu... Yani o tarihte dahi BATICILIK yoktu!..

Ne yazık ki, Fransız Elçisinin yukardaki sözleri sarfettiği günlerde, General Weyland'ın ziyaretinden sonra, Fransa ve İngiltere ile anlaşmalar imzalandı... Alman elçisi Von Papen "TÜRKİYE bu anlaşmalardan vazgeçerse, veya şartlarını hafifletirse, Ankara'yla bir saldırmazlık paktı imzalayacaklarını, hatta İtalya'nın elindeki bazı EGE ADALARI'nı bize vereceklerini" bildirdi... İsmet, bu teklifi reddetti!

Biz bu tavrı "peşin bir hata" olarak yorumlarız... Eğer bu teklif kabul edilseydi, BATI'ya karşı elimizde bir başka koz olacaktı... Nasıl Almanlar BATI ile anlaşmamızı önlemek için tavizler vermiş iseler; BATILILAR da Almanya ile yakınlaşmamamız için belki bize BATI TRAKYA'yı, belki MUSUL, HALEP'i teklif edeceklerdi!.. (12)

29.5.1937'de bağımsız olan HATAY'ın TÜRKİYE'ye katılması, 12.6.1939'da gerçekleşti... TÜRKİYE buna karşılık İngiltere ve Fransa ile deklarasyon imzalıyarak, adeta bütün kozlarını oynamış oldu... Böyle peşinen İNGİLTERE ve FRANSA güdümüne girmek, TÜRKİYE'deki ilk BATI'YA YÖNELİŞ hareketidir!..

Sovyetler ile aramızda 1921 yılında yapılan anlaşmalar ve 1925 Saldırmazlık Anlaşması vardı... Sovyetler BATI ile yapılmış olan bu acele deklarasyonlara bozuldular, ancak harp bitene kadar tepkilerini göstermediler.

İsmet'in 2. Dünya Harbi politikasını "çok ustaca" bulan Şevket Süreyya dahi, bu konuda şöyle der:

" Bu deklarasyonlarda Türk-İngiliz, Türk-Fransız ittifaklarına gidileceği belliydi... Ama aynı zamanda yürürlükte olan Türk-Sovyet anlaşmalarının da paralel hale getirilmesi lazımdı!.. Yani aynı anda bir TÜRK-SOVYET İTTİFAKI'NA GİDİLMEDİĞİ TAKDİRDE, TÜRKİYE'NİN MADDİ VE MANEVİ KANATLARINDAN EN ÖNEMLİSİ AÇIKTA KALABİLİRDİ!" (2.Adam, 2. Cilt sf.121)

Ruslar aramızdaki miadı dolmuş anlaşmaları Mart 1939'da tek taraflı feshetmişlerdi ama, Ağustos 1939'da yenilerini imzalamak için başvurdular... Dışişleri Bakanı Saraçoğlu 25.9.1939'da Moskova'ya gitti... Ancak Alman ve Ruslar'ın Polonya'yı işgali, Rus gündeminde daha ağır basmıştı. Saraçoğlu'nu bir ay oyaladılar... Ruslar durumun açıklığa kavuşmasını bekledi... Çünkü Polonya işgali ortaya bir Alman-Rus ittifakı çıkartmıştı.

Hep bize "sabırlı, temkinli, kafasında kırk tilki dolaşır da, hiç birinin kuyruğu bir diğerine değmez" diye tanıtılan İsmet; her nedense acele etti!.. Heyetin Moskova'dan dönmesini bile beklemeden, 19.10.1939'da İngiltere ve Fransa ile ÜÇLÜ İTTİFAK diye bilinen anlaşmaları imzaladı!.. (13)

Üçlü İttifak ilk andan itibaren menfi tepkiler ile karşılaştı, hiç bir zaman normal ve aksaksız işlemedi!.. Harp boyunca Almanlar'ın, Ruslar'ın, hatta "müttefikimiz" İngiltere ve Fransa'nın baskılarına vesile teşkil etti!.. Açıkçası başımıza bela oldu!.. (aynı eser, sf.126)

Bizce İsmet idaresindeki TÜRKİYE'nin savaş boyunca yaptığı tek doğru hareket vardır... O da, Balkan Paktı'na girmeyen Bulgaristan'ı, Yunanistan'a (Batı Trakya) saldırdığı takdirde TÜRKİYE'nin hareketsiz kalmıyacağı konusunda uyarmasıdır!.. Aynı uyarı İtalya'ya da yapıldı... Selanik'e girdiği takdirde TÜRKİYE savaşa katılacağını açıkladı... (1940) Bu, TÜRK menfaatlerine uygun bir tavırdı.

Kısa bir süre sonra Bulgaristan Almanya-İtalya ittifakına katıldı... Ancak bunun üzerine Sovyetler bize başvurup 1925 Saldırmazlık anlaşmasının yürürlükte olduğunu, hatta TÜRKİYE Almanya ile savaşa girerse, tarafsız kalacaklarını bildirdiler.

Yani Sovyetler'i safımıza çekme imkanı tekrar belirdi!.. Ama İsmet bunu değerlendiremedi... Almanlar Bulgaristan'a girince, Sovyetler bizimle yeni bir Saldırmazlık Anlaşması imzaladılar. (24.3.1941) Nisan ayında İstanbul'un tahliyesi hazırlıkları başladı... Bu arada CHP grubunda bazıları "Niye Almanlar safında harbe girmiyoruz?" diye feryat ediyordu!..

TÜRKİYE, 1941 yılında, Almanya ile de saldırmazlık anlaşması imzaladı, ama bu tavır müttefikleri ve özellikle Amerika'yı kızdırdı... Bize yaptıkları yardımı kestiler... Eğer İngiltere-Yunanistan safında savaş girersek daha çok yardımda bulunacaklarını vaadettiler!.. Almanlar da bizden "gizlice Irak'a silah ve malzeme göndermelerine izin vermemizi" istiyorlardı.

Bu anlaşmadan 4 gün sonra Almanya, Sovyetler'e saldırdı... Bu da Sovyetler'i BATI ile müttefik yaptı... İsmet, bunun, TÜRKİYE için getireceği felaketi önceden hesap edemediği için, Sovyet-Alman savaşında tarafsız kaldığını belirtti!.. Ruslar istediğinde, Boğazlar'ı başka gemilere kapatamıyacağını söyliyen İsmet; şimdi Ruslar'ın yardımına koşmak isteyen İngilizler'e, Amerikalılar'a Boğazlar'ı kapattı!.. Bunun üzerine İngilizler güneyden, Ruslar kuzeyden İran'ı işgal ettiler ve yardımın Basra üzerinden Rusya'ya ulaşmasını sağladılar... Tabii Stalin bunu da unutmadı!.. Harp sonrasında TÜRKİYE'ye çok yüklendi. Toprak talepleri bu yüzdendir.

Halbuki Amerika da Ruslar'a yardım edeceğini açıklamış, böylece bir BATI-RUS ittifakı oluşmuştu... TÜRKİYE'nin Rusya'ya yardımdan kaçınması, onu hem BATI'nın hem Sovyetler'in hasmı haline getiriyor, Almanlar'ın safına atıyordu!.. Böyle bir hata, en kötü OSMANLI idaresinde dahi yapılmamıştı!..

Aslında savaşın kaderi belli olmuştu... Napolyon nasıl Rusya'da mağlup olmuş ise, Hitler de soğuğa yenilecekti!.. Bizce TÜRKİYE bu dönemde tarafsızlığını değil, tavrını koyarak hem BATI'dan, hem Sovyetler'den, hem de Almanya-İtalyan ittifakından çok şey koparabilirdi!.. Ve sadece Boğazlar'ı açma-kapama karşılığında!.. Ama her zaman olduğu gibi İsmet gene yanlış safta idi, yanlış işler yapıyordu.

Japonlar Pasifik'te azgınlaşınca, Amerika İngiltere ile Atlantik Beyannamesi'ni imzaladı... Bu hem Amerika'nın kendi içine kapanık siyasetinden vazgeçmesi, hem de NATO'nun temelinin atılması demekti.

****

> İÇİNDEKİLER< > İSMET PAŞA MUAMMASI - 4 <> İSMET PAŞA MUAMMASI - AÇIKLAMALAR <