-34-
MENDERES DÖNEMİ
Bu yazımızda MENDERES DÖNEMİ'ni (1950-1960) ele
alacak ve ATATÜRKÇÜLÜK'ten nasıl uzaklaşıldığını gözler önüne sereceğiz.
Aslen bir Sabatayist, yani Yahudi kökenli olan MENDERES'i iktidara getiren
DEMOKRAT PARTİ'nin doğuş sebebinin, İSMET
PAŞA'nın tepkisini çektiği köylüye yaranmak için çıkartmak istediği TOPRAK
REFORMU kanunu olduğunu çok az kimse dile getirir... İSMET PAŞA'nın bütün
beceriksizliklerine, diktatörce uygulamalarına, hatalarına göz yuman TOPRAK
AĞASI MENDERES, 1945 yılında çıkan TOPRAK REFORMU kanunudan sonra Bayar,
Koraltan ve Fuat Köprülü ile meşhur Dörtlü Takrir'i vererek menfaatine
dokunulduğu için başkaldırmıştır. (1) Ama Takrir'de bu gerçek gizleniyor, ve
ülkenin demokrasiye olan ihtiyacından dem vuruluyordu.
Halbuki bu kanunun önemli maddeleri hiç uygulanmadığı gibi, Medeni Kanun'un
635. Maddesi çarpıtılarak bir toprak yağmasına girişilmişti. Üstelik gördüğü
tepki üzerine İSMET fırt diye dönmüş, toprak ağası Cavit Oral'ı Zıraat Vekili
yapmış, 1950'de bu kişinin hazırladığı "tadilat" yasası ile Toprak Reformu
kanunu tarihe karışmıştı!
MENDERES'in, HALKIN YARARINA olan bir kanuna karşı çıkmasına rağmen, büyük
HALK DESTEĞİ görerek iktidara gelmesindeki sebep; İSMET'in HALKI BEZDİREN genel
politikasıdır.
MENDERES'in köylüye inme siyaseti, aslında ATATÜRK'ün "köylü milletin
efendisidir" düsturuna uygundu. Yol götürdü, traktör verdi. Ancak bunda PLANSIZ
bir şekilde davrandı, aşırıya gitti. Neticede köyler kalkınıp geliyeceğine,
şehirler köy haline geldi!..
CHP'nin 6 OK'u DP'nin programında da yer almıştı. Hele DEVLETÇİLİK ilkesi
CHP'ninkinden bile daha ileridir...Öyleyse 1946-1960 döneminde bu iki parti
arasındaki mücadele neydi?..
Mücadele, her iki parti mensuplarının da aslında kendi programları
muvacehesinde eğitilmemeleri ve şahısların hırsı idi. İSMET ile BAYAR memleket
işlerinin ele alındığı bir masada, 10 yılda iki defa bile karşı karşıya
gelmemişlerdir!.
Bu hep böyle olmuştur. DYP ile ANAP, CHP ile SHP farklı neyi savunuyorlar
ki?.. İşte o yüzden her iki taraf ta SİYASET değil, POLİTİKA yapmakta, şahsi
menfaatini DEVLET ve MİLLET'ten üstün tutmaktadır.
MENDERES döneminin en vahim tavrı, tekrar YABANCI HEGOMONYASI 'nı
pekiştirmesi, İNÖNÜ ile başlıyan MANDACILIK anlayışını resmileştirmesi olmuştur.
İNÖNÜ (1946-64), MENDERES (1950-60), DEMİREL (1963-96), ÖZAL (1980-93) hep
AMERİKAN yanlısıdırlar. ÇİLLER ise İNGİLTERE, FRANSA ve ALMANYA'nın
menfaatlerini birleştirdiği AVRUPA BİRLİĞİ yanlısıdır... Mesut YILMAZ'ın ne halt
olduğu belli değildir, bu Pontus kırması herif cebinden başkasını düşünmez. ECEVİT
son iktidarında KARAOĞLAN imajını tamamen kaybetmiş, Amerika'nın
"Irak'ta kitle imha silahları olduğu" iddiası hakkında ne düşündüğü
sorulduğunda, "Amerika diyorsa, doğrudur,"
diyecek kadar uşaklaşmıştır. GÜL ve ERDOĞAN ise hem AB'ci, hem
ABD'cidir, onlara yaranmak iç in KIBRIS konusunda
"tavizde hep bir adım önde" olma
sözü dahi verebilmişler, askerin başına cuval geçirenlere dahi ses
çıkartamamışlardır! Ama tekrar edelim, bu tavrın bir GAYRIMİLLİ
POLİTİKA haline gelmesi, TEAMÜL halini alması MENDERES'in suçudur!
MENDERES ilk nutkunda 1923-1950 arasındaki dönemi "müdahaleci bir kapitalizm"
olarak vasıflandırır. Açıkça olmasa da ATATÜRK'e çatar. Zaten ne MENDERES, ne
1963-1991 arası DEMİREL, ne de ÖZAL'ın ATATÜRKÇÜLÜK gibi bir iddiaları
olmamıştır.
MENDERES'in İSMET PAŞA dönemiyle ilgili tesbitleri şunlardır:
Devlet iktisadi teşebbüsleri (KİT'ler) verimsiz
çalışmaktadır. Harp yıllarında 214 ton olan altın stoğu 130 tona inmiştir. 4 ton
altın yabancılara rehine verilmiştir. DEVLET borçları artmaktadır. Bütçe açık
vermekte, açık MARSHALL yardımı ile kapatılmaktadır. Maliyetlerin yüksek oluşu
ihracatı engellemektedir. DEVLET ormancılığı ızdırap vericidir. Kredi hacmi
kısıktır.
MENDERES bunlarda haklı idi!.. Ancak kendisinin
uygulamaları çözüm yerine yeni sorunlar getirmiş, tenkit ettiklerini kendisi
daha kötüye götürmüştür. Altın stoğu 130 tondan 19 tona inmiştir... Borçlanma,
hayat pahalılığı, verimsizlik ve orman yağmasında CHP dönemi mumla aranır
olmuştur... DP anlayışının başarısızlığı, bu problemlerin hala var olmasından
bellidir.
1950 seçimlerinde DP 408, CHP 69, MP 1 milletvekili çıkarttı. Seçim
sisteminden dolayı CHP oyların %41'ini almış, ancak MECLİS'te %14 temsil
edilebilmişti. Aslında bu da İSMET'in kendisinin biraz daha fazla oy alacağını
düşünerek hazırladığı seçim kanununun bir cilvesi idi.
Kemal Tahir'in tabiri ile "milletin aydını, okumuşu hep egemen olmuştur halk
üzerinde, ta 1950'lere kadar...1950 yılı, halkın aydını sırtında taşımaktan
kurtulduğu yeni bir sürecin başlangıcıdır!" Sözde inkilapçıların yerini
"kalabalığın temsilcisi" olduğunu öne sürenler alır... Yani gelenlerin bir çoğu
gidenlerden daha cahil, daha hazırlıksızdı.
MENDERES'in lise diploması bile yoktu. Ancak milletvekili seçildikten sonra
dilekçe ile Hukuk fakültesine başvurmuş, kabul edilmiş, tahsilini böylece
tamamlamıştı!.. Bu kültür ve yapıdaki bir insanın EKONOMİ, DIŞ SİYASET, DEVLET
İDARESİ, ASKERLİK, STRATEJİ, TAKTİK gibi konuları bilmesi zaten düşünülemezdi.
Kalkınmış dünya ülkelerini bırakın, gerikalmış ülkelerin pek çoğunda dahi bu
kadar niteliksiz bir şahsın 15 yıl memleket gündeminde kalması, söz sahibi
olması görülmemiştir.
MENDERES'in bu cahilliği çevresine topladığı adamlara, milletvekillerine de
yansıdı. Yassıada'da yargılanan DP milletvekilleri arasında İLKOKUL diploması
bile olmayanlar vardı!..
DP iktidarı MENDERES'in MECLİS'teki ilk nutku ile sadece CHP'ye değil,
ATATÜRK siyasetine de karşı olduğunu, ondan hiç söz etmiyerek ortaya koydu. (2)
DP iktidarı, işbaşına gelir gelmez İSMET PAŞA'yı desteklediği endişesi ile
1950 yılında ORDU'da bir ayıklama yaptı. Bu onların ORDU ile ilk sürtüşmesidir.
Hatta, ALLAH bilir ya, ORDU'nun NATO emrine verilmesinde komutanları ABD'ye
denetletip endişeden kurtulmak arzusu da olabilir.
DP ayrıca DEVLETÇİLİK prensibine de karşı çıkıp DEVLET fabrikalarını yok
pahasına yakınlarına satmaya kalkıştı. Şevket Süreyya bu gelişme üzerine "Ben
Hissemi Satmam!" diye yazı yazdığını, ancak CHP'den hiç itiraz gelmediğini,
havanın "ortalıktan silinmek, göze çarpmamak" olduğunu yazar... Yani kurt İSMET
PAŞA kediye dönmüş, kendi döneminin icraatını bile savunamıyacak hale düşmüştü!
Despot İSMET iktidarında jandarma dayağından bezmiş köylüler, kasketlerini
yana yıkıp, DP'li ocak başkanları ile valinin makam odasına bile selamsız girer
oldular. İSMET, bu tutumun aslında DEVLET mekanizmasını çökerteceğini dile
getirmekten bile kaçındı. Hatta için için sevindi. Çünkü DP döneminde ezilmeye
başlıyan memur kesimi CHP'yi desteklemekten başka çare bulamıyacaktı!.. Böylece
zamanla köhnemiş CHP, "HALK'ın partisi" hüviyetini alan DP karşısında "memur
partisi" haline dönüştü. Gün geçtikçe de halktan koptu.
İSMET PAŞA paralardan, pullardan, DEVLET dairelerinden ATATÜRK'ün resmini
kaldırmış, kendi resmini koydurmuştu. ATATÜRK'e özenip kendi heykellerini
diktirmişti. MENDERES iktidara gelince paraları değiştirdi, İSMET'in
heykellerini yıktırdı. İnönü Ansiklopedisi adıyla yayınlanan ansiklopedinin adı
değiştirildi. Anayasa 1924'deki diline döndürüldü. Ceza Kanunu'nun 526. maddesi
ile 1928'de yasaklanmış olan EZAN tekrar getirildi... Biz MENDERES'in bu
uygulamalarını onun SEVAP hanesine yazarız.
Halkevleri kapatıldı. Malları TÜRK OCAKLARI'na devredildi. Aslında Halkevleri
Türkocakları'nın yerine 1931 yılında kurulmuş, ancak TÜRK OCAKLARI gibi
insanımıza ülkü veren, hedef gösteren kuruluşlar olamamıştı. Daha ziyade
kütüphane ve tiyatro, müzik gibi faaliyetlerde bulunurdu. Kapatıldığında 478
Halkevi ve 4332 Halkodası vardı.
CHP'nin mallarına el konuldu. Bunlar tek parti olduğu dönemde tümüyle hazine
yardımı ile edinilmiş idi. Bu açıdan çok partili rejime geçildiğinde DEVLET'e
iade edilmesi uygundu... Ancak MENDERES ileri giderek CHP'yi iflasa sürükliyecek
bir müsadere ve borçlandırma girişti.
Ondan sonra KORE SAVAŞI ve NATO geldi. Daha doğrusu, MENDERES iktidara gelir
gelmez, KORE'ye asker göndererek DIŞ İLİŞKİLER'de radikal bir politika ortaya
koydu. (3) MENDERES'in MECLİS'te yaptığı şu konuşmadaki ifadeleri dikkate değer:
- "BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI'na girmek suretiyle
MİLLETLER, kendi HÜKÜMRANLIK HAKLARI'ndan esaslı takyitler kabul ve kendi MİLLİ
İRADE'leri HARİCİNDE bir makamın lüzum göstereceği faaliyetlere girişilmesine,
prensip itibariyle muvafakat etmiş bulunmaktadırlar!" MENDERES bu sözleri ile BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, NATO ve
AVRUPA TOPLULUĞU gibi kurumlara girmekle temel HÜKÜMRANLIK HAKLARIMIZ'dan
vazgeçtiğimizi açıkça belirtmekte ve buna razı olduğunu söylemektedir!..Bizce bu
zatın sılmasına esas sebep, işte bu anlayışın İLK TEMSİLCİSİ olmasıdır!.. Ondan
sonra aynı tarz düşünenlerin de aynı akıbete uğraması gerekirdi!(4)
MENDERES hükümeti Temmuz 1951'de NATO'ya girmek için müracaatta bulundu.(5)
Böylece kendini Rusya'nın önüne "NATO'nun güneydoğu kanadı" olarak atmış oldu.
ABD bu başvuruyu sevinerek benimsedi, ama AVRUPA devletlerinin bizi "TÜRKİYE bir
ASYA devletidir, ATLANTİK savunma hattının dışındadır" diye oyalamalarına ses
çıkarmadı ki, koparacağı tavizler artsın!.. Halbuki TÜRKİYE'nin bir AVRUPA
ÜLKESİ sayıldığı, 1878 BERLİN ANLAŞMASI'nda yer almıştı!..Nedense BATILILAR imza
koydukları hususları sonradan unuturlar!
Nihayet bizi 21 Eylül 1951'de NATO'ya kabul ettiler. MENDERES bunu bir zafer
olarak ilan etti. Tıpkı ÇİLLER'in Gümrük Birliği'ne girişimizi zil takarak
kutlaması gibi!..
SOVYETLER BİRLİĞİ gerek NATO'ya girdiğimiz, gerekse ABD'ye üs verdiğimiz için
Kasım 1951'de TÜRKİYE'ye nota vermiş, ve "doğacak sorumlulukların ve
neticelerinin TÜRKİYE'ye ait olacağı" tehdidini savurmuştu!.. Yani İSMET'ten
sonra MENDERES te durup dururken SOVYETLER'i TÜRKİYE'ye düşman etmekte büyük
başarı göstermişti!..
MENDERES hükümeti Brüksel'de, hiç kimseye danışmadan, hiç kimse bizden böyle
bir talepte bulunmadan DEVLET'in bütün silahlı kuvvetlerini NATO'da yabancı bir
kumandanın emrine soktu.(6) Bunun ne mahzurlar doğuracağını, ancak 1963 KIBRIS
müdahalemiz ve KÜBA krizi sırasında öğrendik...
Ancak akıllanmıyan politikacılarımız ve bilhassa Özal zibidisi, daha sonra
ÇEKİÇ GÜÇ gibi bir yabancı işgal gücünü ülkemize davet etti, yine yabancıların
böyle bir talebi olmamasına rağmen!.. Düşündükçe insanın çıldırası geliyor!
MENDERES, bir ara ATATÜRK'e özenip bir Balkan Paktı kurmaya kalktı. Ancak
BALKAN ülkelerinin çoğu SOVYET kontrolünde idi. 28.3.1953'de SOYYET etkisi
dışındaki Yugoslavya ve Yunanistan ile bir dostluk ve işbirliği anlaşması
imzalandı. Ancak vizyonu olmayan MENDERES'in bu girişimi, KIBRIS meselesinin
ortaya çıkması ile işe yaramadı. Üstelik Yugoslavya da SOVYETLER'e yanaşınca,
anlaşma 1955'de silindi gitti.
20 Mart 1954'de TBMM'de kabul edilen ikili anlaşma "NATO Kuvvetler
Statüsü Sözleşmesi" ile ABD'ye Türkiye'de üsler, askerî tesisler
kurma, ve askeri personel bulundurma imkânı tanındı. Bu anlaşmanın
haysiyet ve şeref kırıcı yönü Türk topraklarında suç işleyen
Amerikan askerî personelinin yargılanmasında ABD'ye müdahale hakkı
tanınması idi!.. Adlî kapitülasyonlar geri dönmüştü!
Öte yandan 1950-1960 arası sömürge devletlerinin birer ikişer
bağımsızlıklarına kavuştukları dönemdir... ATATÜRK bunu 1933 yılında görmüştü,
ama MENDERES olayın içinde iken bile kördü. Zaten Çin, Hindistan daha önce
kurtulmuştu. Viyetnam 1945'den 1954'e kadar Fransa'ya direnmiş, onları kaçmaya
mecbur etmiş, ancak ABD'nin pençesine düşmüştü...Kısacası, başkaları SÖMÜRGE
olmaktan kurtulurken, biz tekrar boyunduruğa giriyorduk!
En kötüsü ne idi, biliyor musunuz? Endonezya'nın Bandung kentinde
18-24 Nisan 1955'te toplanan, ve o dönem yeni bağımsızlığını kazanan
Asya-Afrika devletlerini bir araya getiren konferansta, herkes TÜRKİYE'ye
"dünyada emperyalizme karşı ilk savaş veren ve kazanan ülke" olarak
bakıyor, ve yeni bağımsız olmuş ülkelerin liderliğini yapmasını
bekliyordu!.. Bandung'daki konferansa 24 devlet EMPERYALİZM'e
karşı yürüttükleri savaşta birbirlerini desteklemek amacıyla
katılmışlardı.Ne var ki, uşak ruhlu Menderes'in gönderdiği
TÜRKİYE'yi temsil eden Fatin R. ZORLU, BATI SÖMÜRGECİLİĞİ'nin
avukatlığını üstlendi. Tarafsızlar'ın liderliğine oynayan
Hindistan başbakanı NEHRU ile gereksiz tartışmalara girdi.
Toplantıya katılan MAZLUM ÜLKELER'in temsilcileri, EMPERYALİZM'e
ilk direnen ATATÜRK'ün TÜRKİYE'sini ZORLU'nun ezik-uşak şahsiyetinde
hayretle seyrediyorlardı!.. ZORLU bu ülkelere "Amerika ve Avrupa'ya
bağlı kalmalarını" tavsiye ederek büyük hayal kırıklığı yarattı!
Türkiye o konferansta büyük prestij kaybetti ve hâlâ da bunu geri
kazanamadı!
MENDERES bir de Bağdat Paktı hevesine kapıldı. Ancak o da ölü doğdu. (1955)
Zira asıl teşebbüs, bölgeyi TÜRKİYE aracılığı ile kontrol etmek isteyen ABD'den
geliyordu. O dönemde Arap ülkelerinin liderliğine oynayan Mısır, TÜRKİYE'nin bu
teşebbüsünden rahatsız oldu.(7) Zaten TÜRKİYE ne İngiltere ile mücadele eden
MISIR'a, ne de Fransa'ya direnen CEZAYİR'e destek olmamıştı. MENDERES'in BATI
UŞAKLIĞI, özellikle Birleşmiş Milletler'deki Fransa'nın bile "evet" dediği TUNUS
ve CEZAYİR oylamasında ÇEKİMSER kalmasıyla, gözler önüne serildi!..
1955'de IRAK'la imzalanan anlaşmaya, daha sonra İngiltere, İran, Pakistan
katıldı. İngiltere'nin Pakt'a girmesi, bölge ülkelerinde tekrar Ortadoğu'ya el
atması olarak yorumlandı ve TÜRKİYE'nin de buna zemin hazırladığı düşünüldü.
MISIR, SURİYE gibi bazı Arap ülkeleri bunun üzerine SOVYETLER'e yakınlaştılar...
Kısacası, MENDERES özel bir gayretle ARAP ve MÜSLÜMAN ülkeleri hem bölmeyi, hem
de TÜRKİYE'YE DÜŞMAN etmeyi başardı!
1958'de Irak'ta ihtilal oldu. Irak Pakt'tan çekildi. ABD'nin gayrıresmi
katılmasıyla pakt CENTO'ya dönüştü. ABD'nin bölgedeki faal kuruluşu haline
geldi. "İkili anlaşmalar", askeri üsler, yabancılara yargı imtiyazları, o
tarihten sonra hergün artarak TÜRKİYE'nin başına belâ oldu. Hâlâ da kaç tane, ne
mahiyette olduğu bilinmeyen bu anlaşmalardan çoğu yürürlüktedir.
1960'dan bu yana gelmiş geçmiş hiç bir iktidar da bunları ne
açıklıyabilmiş, ne de tümüyle ortadan kaldırabilmiştir. 1969'da bunların tek bir
anlaşma altında toplanması dahi pek bir işe yaramamıştır.
Şevket Süreyya'ya göre gizli "İkili Anlaşmalar"ın ilki işte bu günlerde
(5.3.1959'da), yani Menderes döneminin çöküş yılında imzalanmıştır. CENTO'nun üç
üyesi İran, Türkiye ve Pakistan'ın ABD ile ikili anlaşmalar imzalaması
öngörülmüştü.
Resmi "ikili anlaşmalar" böyle başlamış olabilir... Ama bizce İSMET PAŞA'nın
MARSHALL Yardımı'na el açtığı 1947 yılından itibaren hem İSMET, hem de MENDERES
tarafından ister sözlü ister yazılı olsun, pek çok taahhüde girilmiş olduğu,
ABD'nin tavrından bellidir.
Bu "ikili anlaşmalar"ın temeli, EISENHOWER DOKTRİNİ'dir... Bu doktrine göre
ABD Ortadoğu ülkelerine askeri ve mali yardım yapar. Üsler, tesisler
kurar...Ancak bütün yardımlarda takdir hakkı ABD'ye aittir. Taahhütler ABD
Kongresi'nin Başkan'a verdiği yetkilerden ibarettir. ABD tatbikatı sadece DİKTE
eder. Diğer üye ülkeler sadece DİREKTİFLERE UYARLAR... O yüzdendir ki, "ikili"
anlaşmalar, aslında TEK TARAF'tan dikte edilmiş ve DİĞER TARAF'ça imzalanarak
itirazsız kabul edilmiş belgelerdir!..
Bu anlaşmalarda ABD'nin bir taahhüdü yoktur!... TAAHHÜT ve İTAAT BİZE ait,
YETKİ ve TALEP hakkı ABD'YE aittir. Bu anlaşmaların 34 ile 100 arasında olduğu
söylenir. Tam sayısını kimse bilmediği gibi, çoğu Dışişleri arşivlerinde
bulunmaz! Üsler ve tesislere TÜRK komutanlar giremez! Oradaki nükleer silahları
ve yürütülen faaliyetleri denetliyemez! TÜRKİYE'de görevli ABD personeli eğer
herhangi bir suç işlerse, tıpkı KAPİTÜLASYON döneminde olduğu gibi, TÜRK
makamlarınca tutuklanıp yargılanamaz! (8) Halbuki ABD'de görevli bir TÜRK
elemanın böyle bir hakkı yoktur. Derhal deliğe tıkılır.
En önemlisi bu anlaşmalar, bir "tecavüz" durumunda TÜRKİYE'ye ABD
müdahalesine imkan sağlıyordu!.. Neyin "tecavüz" sayılacağı ise, ABD'nin
yorumuna kalmıştı.
Bu "anlaşmalar"dan çoğu zaman dönemin hükümetinin, MECLİS'in, muhalefetin
haberi yoktu. Esas sorumlular asılan MENDERES ile, yine boynunu yağlı ipe uzatan
Dışişleri Bakanı FATİN RÜŞTÜ ZORLU idi.
Bizim KOMUTAN, BAKAN, hatta BAŞBAKAN olarak imzaladığımız bu belgelerin
çoğunda, YÜZBAŞI, hatta ÇAVUŞ, veya ELÇİLİK KÂTİBİ gibi çok düşük seviyeli
ABD'lilerin imzası vardır!.. Yani "ikili anlaşmalar"da uğradığımız HAKARET,
yenir yutulur hazmedilir cinsten değildir!
CENTO'da ise ABD, üye ülkeler ile ikili anlaşmalar imzalıyacaktı. Ancak
Dışişleri Bakanı DULLES'in imzası, ABD Anayasası'na göre BAŞKAN'ın imzası ve
KONGRE'nin taahhüdü anlamına gelmiyordu!... Yani bu "ikili" anlaşmalar da
aslında TEK TARAFLI TAAHHÜTLER'den ibaretti!
ABD bu dümeni pek çok
ülkeye karşı, hatta kendi topraklarında yaşayan Kızılderililer'e
karşı kullanmıştır. Bir generalin Kızılderili kabileler ile "Başkan adına"
imzaladığı bir anlaşmayı, diğer bir general göreve gelince "Bunda
Başkan'ın imzası yok" diye kabul etmemiş ve ne olup bittiğini anlamayan
zavallı Kızılderililer'e saldırmıştır! O yüzden
"Beyaz adamın sözü havadaki duman gibi" Kızılderili deyişi meşhurdur!
Bu anlaşmalardan kısa bir süre sonra ABD üye olmadığı, davet edilmediği halde
LÜBNAN'a asker çıkardı, Hükümetimize haber vermeden IRAK'a müdahale için
ADANA'ya asker indirdi!
25 Ekim 1959'da başlatılan "Jüpiter Anlaşması" ile TÜRKİYE'ye
SOVYETLER BİRLİĞİ'ne karşı nükleer füzeler yerleştirilmeye başladı.
MENDERES'in devrilmesi bu olayı durdurtmadı, yerleştirme askerî
yönetim döneminde, 1962 yılında tamamlandı.
O günlerin en önemli olaylarından biri de 6-7 Eylül (1955) hadiseleridir.(1955)
Aslında KIBRIS'ta azıtan, BATI TRAKYA'da TÜRKLER'e eziyen eden, ve asla dost
olmıyan YUNAN Hükümetine bir gözdağı verilmek istenmiştir. Olayların başlamasına
sebep SELANİK'te ATATÜRK'ün evine konan bomba gösterildi. Sonradan bu bombayı
Milli Emniyet mensuplarından birinin koyduğu ve olayların başlamasında Hükümetin
parmağı olduğu öne sürüldü.
Ne şekilde olursa olsun, milliyetçi duygularla hareket edenlerin arasına
çapulcular da karıştı. Rum mağaza ve dükkanları yağma edildi, bazıları dövüldü,
hatta bir papaz da tutulup sünnet edildi.
Hadiselerin "müttefik"lerimiz tarafından sert biçimde kınanması üzerine
Hükümet tazminat ödemeye karar verdi. Ama gözleri korkmuş olan Rumlar İstanbul'u
terkettiler.
Bazıları bu "terketme" işleminin MENDERES döneminde değil de, 27 Mayıs
ihtilalinden sonra askerler tarafından baskıyla gerçekleştiğini söyler... Hatta
1963 Kıbrıs bombalamasından sonra olduğu da söylenir...Hangi şekilde olursa
olsun, bizce iyi olmuştur. Yoksa 1980'lı yıllarda artan ve 1996'da PATRİK
BARTALEMOS'un gayretleri ile doruğa ulaşan "İstanbul'u BİZANSLAŞTIRMA"
faaliyetinin RUM dayanağı kalmamıştır.
1956'da MISIR'ın SÜVEYŞ kanalını millileştirmesi üzerine, İNGİLTERE ve FRANSA
bu ülkeye çakallar gibi saldırdı!.. MENDERES sadece saldırganları tutmakla
kalmadı. Adeta "köpektir zevk alan sayyad-I bi-insafa hizmetten" mısraını
doğrulamak istercesine, MISIRLILAR'a karşı asker göndermeyi teklif etti!..
NASIR'ı da BATILI efendilere kafa tuttuğu için azarladı!..Şevket Süreyya UŞAK
RUHLU MENDERES'in:
- "AHH! İNGİLİZLER ile FRANSIZLAR iki gün daha
dayansaydılar!.." diye hayıflandığını anlatır!.. Biz, BATI'yı dize
getiren ATATÜRK'ten BATI karşısında iki büklüm olan bu adamlara nasıl geldik,
anlamak mümkün değildir!
NATO, CENTO ve İkili Anlaşmalar karşısında İSMET ne yaptı?.. Onu her fırsatta
metheden Şevket Süreyya bile "İNÖNÜ hiç bir zaman NATO'nun aleyhinde olmadı"
diyerek, onun "dış politikada önemli bir konuşması"ndan şu sözlerini nakleder:
"AMERİKA ile yakın temaslarla başlıyan
münasebetler, NATO içinde kesin şeklini almıştır. Hülasa bizim memleketin
NOTRALİST bir politika takip etmesi tasavvur olunamaz. CENTO ittifakı IRAK'ın
ayrılmasından sonra ehemmiyetini arttırmıştır. AMERİKA'nın asli bir aza olmaması
eksiği henüz durmaktadır. İKİLİ ANLAŞMALAR, AMERİKA'nın ilgisini daha yakından
gösterme fırsatını vermiştir. Bütün bunları memnuniyetle karşılıyoruz!.."
(2. Adam, cilt 3, sf. 346-47) Gördünüz mü?.. Demek ki, biz "BATI'ya uşaklık İSMET
PAŞA dönemi ile başladı" derken, hata etmemişiz!..(9) İSMET'in daha sonraki
sözlerindeki tek şikayeti, MENDERES'in sırtını AMERİKA'ya dayıyarak DİKTATÖR
olması!..Onu da şöyle dile getiriyor:
"AMERİKA emin olmalıdır ki, kendisi için en sağlam
MÜTTEFİK TÜRKİYE, DEMOKRASİ ile idare edilen TÜRKİYE olacaktır!" Yani"Sen bizi bu herifin
diktasından kurtar, biz sana daha iyi UŞAKLIK ederiz" demeye getiriyor!.. Yarabbi, sen TÜRK MİLLETİ'ni KUR'AN'da övmüş
yüceltmiş iken, nasıl bunların eline terkettin?.. Günahımız neydi?..
Yalnız hakkını yemeyelim, uzun süre MENDERES'e uyarak Amerikan
uşaklığı yapmış olan FATİN RÜŞTÜ ZORLU, sonradan uyanmış, Amerikalılar'ın
ne kadar kötü niyetli hareket ettiğini görmüş ve dayanamayıp:
- "Bizim EN BÜYÜK HATAMIZ,
KAYITSIZ-ŞARTSIZ AMERİKA'YA TÂBİ OLMAMIZ!.. TÜRKİYE sırtını AMERİKA'ya
dayamakla hiç bir sonuca varamaz! Aksine, kendimizden çok şey veririz,
yine de onları memnun edemeyiz!"
- "TÜRKİYE, NATO ve AMERİKA'nın yanısıra, ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİ
ve SOVYETLER ile belli ölçüde ve TÜRKİYE'nin çıkarları doğrultusunda
yeni bir politika izlemek zorundadır!" demişti!.. belki de kendisini ipe götüren bu sözler ile MOSKOVA
seyyahati olmuştur!
Buraya kadar DIŞ SİYASİ GELİŞMELER'i inceledik...Şimdi bir de MENDERES
Dönemi'nin EKONOMİK değerlendirmesini yapalım...
1948'de TÜRKİYE'de 1766 traktör vardı. 1950'de traktör sayısı 7500'ü MARSHALL
Yardımı'ndan olmak üzere, 10.227'e; 1952'de 26.000'i serbest ithalat olmak
üzere, 36.000'e; 1954'de 37.743'e ulaştı... Bu kadar çok traktör alımı, ancak
Zıraat Bankası'nın kredileri ile mümkün olabilmişti. Buna paralel olarak ekilen
arazi ve tahıl üretimi de arttı.
Ancak YEDEK PARÇA'sı düşünülmemiş bu makinalaşmanın yanısıra, PLANSIZ tarım
politikası ormanları, mer'aları yoketti! Motorun teptiği yerde ot bitmedi.
Mer'alar 1950'de 38 milyon hektar iken 1954'de 32 milyon hektara; 1960'da ise 28
milyon hektara indi!.. Tabii bu bir TOPRAK YAĞMASI demekti, ama kimse üzerinde
durmadı. İSMET PAŞA muhalefeti dahil!..
TOPRAK YAĞMASI orada kalmadı. TRAKTÖR yüzünden işsiz kalan köylüler şehirlere
hücüm ederek ilk GECEKONDULAR'ı oluşturdular. (10)
Öte yandan CHP zamanındaki 4 şeker fabrikası 17'ye çıktı. Karne ile şeker
alınırken, şeker ihrac edecek duruma geldik. Pancar ekimi köylünün yüzünü
güldürdü.
DP döneminde tütün üretimi 2 kat, patates 8 kat, pancar 8 kat, pamuk 4 kat,
zeytinyağı 4 kat, narenciye 9 kat arttı. En önemlisi tahıl depolanabilecek
silolar yapıldı. 1950'de 10.000 tonluk 2-3 depo varken, 1957'de 1.6 milyon
tonluk yaklaşık 300 tesis vardı.
1923-1949 arasında TÜRKİYE'de 4370 km. yol yapılmıştı. 1950-1960 arasında
20.000 km. yol yapıldı.
Bunları inkar etmek mümkün olmadığı gibi, beğenilmeyecek gelişmeler de
değildir.
Ancak DP bunları çakıl taşı ile yapmadı. 1950-1960 arasında 545 milyonu hibe
olmak üzere dışardan 1.018 milyon dolar para girdi ülkeye!.. ALTIN stoklarımız
düştü, HAZİNE boşaldı. KREDİ'nin arkası kesilince, BORÇLAR'I ödeme zamanı
gelince, kerametin MENDERES'te olmadığı anlaşıldı! (11)
DP dışardan para dilenmeye 1954 yılında başladı... Zaten ilk günden itibaren
döviz kontrolü, fiyat kontrolü, yatırımlar hep bir kargaşa içinde cereyan
etmişti. AMERİKALILAR'ın elinde biriken ve ancak onların istedikleri yere
sarfedilebilen Türk liralarının (Karşılıklı Paralar Fonu) BÜTÇE'ye dahil
edilmesi de, ekonominin tamamen yabancıların kontrolüne girmesi demekti! (12)
Tabii ENFLASYON da etkisini gösterdi. Cumhuriyet altını 1947'de 37.5 TL iken,
1950'de 35, 1955'de 66, 1957'de 109, 1960 da 130 TL oldu. Yani DP döneminde 3.5
kat arttı. Tedavüldeki para 1949'da 806 milyon TL. iken, 1955'de 1.751, 1957'de
2.854, 1960'da 3.699 milyon TL.ya çıktı. Yani 4.5 kat arttı. Toptan eşya endeksi
1949'da 106 iken, 1950'de 96'ya inmiş; 1955'de 134, 1957'de 183, 1960'da 280
olmuştu.
Milli gelir 1949'da 8.3 milyar TL. iken 1954'de 15.5'e, 1957'de 27.4'e,
1958'de 35.2 milyar TL.ya çıktı. Milli gelir de yaklaşık 3 kat artmış
görünürken, altın olarak değerlendirilirse, hiç artmadığı; hatta gerilediği çok
açık olarak tesbit edilebilir.
DP döneminin başladığı 1950'de ithalat 507 milyon lira, ihracat 651 m. TL
idi... 1952'de ithalat 1.280 milyon lira, ihracat 796 milyon TL; 1953'de ithalat
1201 milyon, ihracat 858; 1954'de ithalat 1.ll2 milyon TL, ihracat 704 milyon
TL. oldu... 1957'de ithalat 741 milyon, ihracat 581 milyon lira idi. Aslında
MENDERES'in pili ilk 3 yılda bitmişti. Tıpkı DEMİREL ve ÖZAL gibi!.. İlerde
onları da anlatacağız.
1958 yılında Celal BAYAR AMERİKA'ya gidip bir dilenci gibi avuç açtı, ama
umduğunu bulamadı. Aynı yıl Hükümet istimlâk bedellerini ödeyemedi. Transferler
ve dış tediyeler de yapılamıyordu. Ama banka kredileri kapanın elinde kalıyor,
ihaleler şaibeli tarzda yapılmaya devam ediyordu. O günlerin popüler mizah
sanatçısı Celal Şahin, radyoda akordiyonla çaldığı:
TÜRKİYE, İktisadi İşbirliği Teşkilatı'na 1958 yılında bir istikrar programı
sundu. Sonunda binbir kayıt, şart ve gizli anlaşma sonucu TÜRKİYE'ye 350 milyon
dolarlık bir kredi verilmesi kararlaştırıldı. Bunun 234 milyonunu ABD verecekti.
Ancak bu paranın büyük kısmı "eski borçlar ve faizleri" için alıkonacaktı!.. Bir
de 400 milyon dolarlık vadesi gelmiş borç ertelenecekti. Peki, ertelenecekti de,
bu borç ne zaman ve nasıl ödenecekti?.. İMF'ye üyeliğimiz bu yıl gerçekleşti.
Yani BATILILAR borçlarını tahsil için başımıza JANDARMA dikmişlerdi. Şunu hemen
hatırlatalım ki, İMF çağın DÜYUN-U UMUMİYE'sidir!
Ve bizi işaşırtan nedir, biliyor musunuz?.. MANDACI İSMET'ten başlayarak,
MENDERES, DEMİREL, ÖZAL, ÇİLLER, YILMAZ, ECEVİT, ERDOĞAN... hepsinin
son derece fütursuzca borca girmesi, hiç birinin bu paraların nasıl
geri ödeneceğini düşünmemesidir!.. Bu heriflerin hepsi sorumsuz kredi
kartı sahipleri gibi davranmış, aldıkları borçları çarçur etmişlerdir!..
Hele şu ERDOĞAN'ın dünya faiz haddinin üç-dört katı ile borç alıp
borç kapatması, akıllara durgunluk verecek bir enayiliktir! Yani
bir kredi kartıyla borç para çekip birbaşka kredi kartının borcunu
ödeyen çâresiz vatandaş bile ondan daha mantıklı davranmaktadır!
TÜRKİYE'nin aldığı tedbirler arasında doların 2.80'den 9.00 TL.ya çıkarılması
da vardı. Aslında dolar 2.80'lik fiyatına da 1946 yılında, İsmet'in BATI'ya
kapılanmaya hazırlandığı sırada çıkartılmıştı!.. Bir süre sonra iyice bunalmış
olan memurlara %100 maaş zammı yapıldı.
DP döneminde sadece YOLSUZLUK yapılmakla kalınmadı, yolsuzluklara imkân
tanıyan ihale sistemi, bütün ikazlara rağmen muhafaza edildi. DP yolsuzluğundan
şikayet ettiği CHP dönemini aratır biçimde, yolsuzluk batağına düştü. Ancak
hakkını yememek gerekir... Demirel gelince DP'nin, Özal gelince Demirel'in, SHP
gelince Özal'ın, Mesut YILMAZ gelince Karayalçın'ın yedikleri
yedikleri, yedirdikleri HİÇ mesabesinde kaldı!..
> İÇİNDEKİLER<
>
MENDERES DÖNEMİ - 2
< >
BANDUNG KONFERANSI
< >MENDERES DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR < >
TÜRKİYE'NİN EKONOMİK DEĞERLENDİRMESİ 1924-2003 < >
ERDOĞAN DÖNEMİ
< >
UNUTULMAYAN MANŞETLER <
Kaldır kaldırımı