MENDERES DÖNEMİ - 2

TÜRKİYE'de politikacıların birbirinden üstün TEK yanları vardır. YOLSUZLUK ve MENFAAT düşkünlüğünde gerçekten birbirleriyle yarışırlar ve kendilerinden öncekileri geçerler!..

Menderes TAM İSTİKLAL konusunda bir hain gibi davranırken, kendisine iletilen YOLSUZLUK ve AKSAKLIKLAR için umursamaz bir tavırla:

Ne yapayım?.. Ben başvekilim, müfettiş değilim ki!

diyebilmiştir. Halbuki İCRA'nın olduğu gibi DENETİM'in de sorumlusu BAŞBAKAN'dır. (13)

TÜRKİYE Cumhuriyet döneminde ilk defa MENDERES'in iktidarında, yine 1800'lerdeki gibi "hasta adam" olarak yatağa düştü... Bu tarihten sonra hiç bir zaman tam olarak toparlanamıyacak; ihtilaller ölümü geciktirecek, DEMİREL, ÖZAL gibi kişiler ordunun sağladığı istikrarı, MENDERES gibi mirasyedice harcıyarak her 5 yılda bir DEVLET'i gene konsültasyona sokacaklardı!.. Ne diyelim, ALLAH hepsinin bin türlü layığını versin!.. Bu mazlum milletin hakkını burunlarından fitil fitil getirsin!..

İç politika cephesine gelince; 1954 seçimlerinde CHP yaklaşık %35, DP %51 oy aldı, ancak CHP 31, DP 488 milletvekili çıkardı... 1957 seçimlerinde İSMET PAŞA'nın partisi halkın şikayetini değerlendirerek %41 oyla 178 milletvekili çıkardı. DP ise %48 oyla azınlığa düşmüştü ama seçim kanunu sayesinde 428 milletvekili çıkardı.

İSMET'in bu geçen 7 yılda ülkenin meselelerine getirdiği herhangi bir çözüm yoktu...Hâlâ "Anayasa düzeni, basın hürriyeti, hakim teminatı, üniversite özerkliği" diye sayıklayıp duruyordu.

İSMET, 1958'de topladığı CHP Kongresi'nde DP'den ayrılan Hürriyet Partisi'nin kendisine katılımını kutluyor, ancak gerçek problemleri bırakıp şu konular üzerinde duruyordu:

Eşit muamele, ikinci meclis, anayasa mahkemesi,

nispi temsil, yüksek hakimler şurası,

memur kanunu, basın hürriyeti,

üniversite muhtariyeti, sosyal adalet,

yüksek iktisat şurası

ALLAH Aşkına, şu zırvalara bir bakın!.. Hiç bunların arasında ATATÜRK'ün kalkınma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma için koyduğu DEMİRYOLU, DENİZCİLİK, HAVACILIK, büyük, küçük her türlü SANAYİ, EĞİTİM, ZIRAAT, MİLLİ SİYASET, HAYSİYETLİ DIŞ SİYASET hedeflerinden bir tanesi bile var mı?..Dış borçlar nasıl ödenecek, eğitim ve istihdam nasıl sağlanacak?.. İthalat nasıl bir bağımlılık olmaktan çıkıp ihracat arttırılacak?..Üsler, tesisler, kapitülasyon gibi yabancılara tanınmış haklar nasıl temizlenecek?.. KIBRIS meselesi nasıl halledilecek?.. Rusya ile, Arap ülkeleri ile ilişkiler nasıl düzeltilecek?..

Bunların hiç biri yoktur CHP muhalefetinin "Ana Davalar, İlk Hedefler Beyannamesi"nde!.. Bunların hiç biri ANA DAVA ve İLK HEDEF sayılmamıştır.

İşte daha sonra DEMİREL, ÖZAL ve ÇİLLER hükümetlerine de bulaşan ve müzminleşen bu hastalık, ilk olarak CHP muhalefetinde görülmüştür. Memleketin kan ağladığı günlerde hem muhalefet yapacaksın, hem "düzeltirim" deyip iktidara talip olacaksın; hem de TEMEL MESELELER'le ilgili hiç bir hazırlığın, hatta hedefin olmayacak!.. Havanda su dövecek, soyut prensipler peşinde koşacaksın!..

1950'li yılların unutulmaz bir olayı da SALACAK CİNAYETİ idi... Namussuz kayıkçının biri, kayığına aldığı 3 çocuk ve bir kadının hepsini öldürmüştü. Bu herif önce denizin ortasında kadına tecavüz etmek isteyince iki çocuğunu denize atmıştı. Çocuklar boğulmuş, ama adam kadını onları kurtardığına inandırarak, önce tecavüz etmiş sonra da denize atmış ve kafasına kürekle vura vura öldürmüştü. Bu ALLAH'sız cani arkadan şehvete doymamış, bir komşu kızı olan 3. çocuğu da parmağıyla kirlettikten sonra denize atmış, boğulmadığını görünce tekrar kayığa almış, bu sefer ayaklarından tutup başını suya daldırarak boğmuştu!..

Tüm suçu sabit, tek celsede mahkûm, bir haftada idam edilmesi gereken bu caninin mahkemesi yıllarca sürmüş; avukattı, temyizdi, onaydı derken neredeyse halk olayı unutup herife merhamet duymaya başlamıştı. ALLAH'tan, sonunda idam edildi de kurtulduk.

Bu olay dejenere BATI hayat tarzının bizce TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ne ilk yansımasıdır. Haydutluk, eşkiyalık dağdan şehire bizce bu olayla inmiştir. Olayın bütün delilerine, kaatilin itiraflarına rağmen bunca zaman sürüncemede kalması da, BATI tarzı hukuk zihniyetinin bir zaferidir(!).

Ancak bu olay gösterdi ki, bu tip insan suretli hayvan tiynetli insanların hakettikleri cezaya çarptırılmaları, suçu bir ölçüde önlemektedir.

1980'den sonra da idam cezaları aynı etkiyi yapmıştı. Ne var ki, daha sonraları insanların kafalarına çivi çakanlar, kadınları öldürüp parçalayanlar, mağazalara benzin atıp insanları yakanlar paçayı kurtardığı için suç oranı arttı. İnsan hayatı ucuzladı.

Şimdi aynı şeyi Artin APO için yapmaya çalışıyorlar... Neymiş?... "Adil Mahkeme" imiş!..

27 bin küsür insanın ölümünden sorumlu ve de bunu defalarca televizyonda, basın önünde itiraf etmiş kişiyle ADALET nasıl olur acaba?.. Yıllar süren mahkeme, parası gavurlar tarafından ödenen avukatlar, temyizler ile mi?..

Hala o pısırık, kılıbık Ecevit'in ""Bizim partimiz idama karşı" diye adeta özür dilemesine, "bize kalsa asmaz, beslerdik, hapishanede lüks hayat sürerdi," demeye getirmesine ne buyrulur?..

Gerçek ADALET bu gibilerinin DİVAN-I HARP'te tek celsede yargılanması, itiraf ettiği suçlarının bir kere daha yüzüne karşı okunup "bir diyeceği" olup olmadığının sorulması, ve aynı gün İDAM kararı verilmesi ve ertesi gün uygulanmasıdır!..

Gerisi palavra, aldatmaca, yutturmaca, ADALET'i geciktirmedir!

6 Ocak 1959'da İstanbul'da TAN matbaasında esrarengiz bir patlama oldu... 16 kişi öldü, 141 kişi yaralandı. Bu olay ilerdeki şiddet olaylarının habercisi idi... 17 Şubat'ta MENDERES bir uçak kazası geçirdi ve bazı yakınlarını kaybetti... MENDERES'in bu kazadan mucizevi şekilde kurtulmuş olması, aslında İLAHİ bir İKAZ'dı. Ama anlamadı. Külahını önüne koyup düşünmesi, kendine bir çeki düzen vermesi gerekirdi. Ama yapmadı. Bilâkis hırçınlaştı, muhaliflerine adeta savaş ilan etti. BÖLÜKBAŞI'ya oy veren KIRŞEHİR'i İLÇE yapması yetmiyormuş gibi, kendisini de hapse attırdı.

İSMET Uşak'ta, ve Topkapı'da bazı DP'lilerin saldırısına uğradı. Bu onun sempati toplamasına, halkın merhametini kazanmasına sebep oldu. CHP'liler İSMET PAŞA'yı gittikleri yerlerde "Hürriyet, Hürriyet" diye bağırarak karşılıyorlardı!..

Ne olduğu belirsiz hürriyet, ilk defa FRANSIZ İHTİLALİ'nin etkisindeki JÖN TÜRKLER tarafından ortaya atılmış, MEŞRUTİYET'ten sonra unutulmuştu. ATATÜRK, MİLLET'e "YABANCILARA KARŞI İSTİKLAL" vaad etmiş iken; "kendi devletine karşı hürriyet" ilk defa CHP muhalefeti sırasında slogan haline gelmiş, daha sonra DEMİREL, ÖZAL ve ÇİLLER halka daha fazla hürriyet vaadetmekten kaçınmamışlardır. Hem de muhalefette iken değil, kendi iktidarları dönemlerinde!.. CUMHURİYET döneminde her hastalığa bu "Hürriyet=ölü diriltme ilacı" anlayışını, gene İSMET PAŞA bulaştırmıştır.

MENDERES'in son yılı, İSMET PAŞA'nın harp yılları kadar kötü idi. Döviz darlığı ithalatı azaltmış, ithalat rahatlığına yöneltilmiş halk karaborsanın pençesine düşmüştü. "Küçük Amerika, her mahallede bir milyoner" hayalleri ile bir süre uyutulan insanlar, geçmişi arar hale gelince, iktidara diş biler olmuştu. Hele bir de VATAN CEPHESİ furyası ile DP ve CHP'lilerin aralarının açılması, kahve ve camilerin ayrılması, DP'li köylülerin, eşrafın DEVLET işi gören memur ve yöneticilere kafa tutar hale gelmesi; aydın ile halkın arasını yeniden açmıştı.

Öte yandan dünyada son derece önemli olaylar olmakta idi. DE GAULLE 1958'de referandumla büyük destek alarak Fransız Anayasası'nı değiştirmiş, güçlü bir başkanlık ve az partili bir sistemle 5. Cumhuriyet'i kurmuştu... Afrika'da Cezayir'in peşi sıra 10 kadar yeni ülke bağımsızlığına kavuşmuştu. KÜBA'da CASTRO yönetimi ele geçirmişti. ABD sürekli bu rejimi devirmeye çalışacak, 1963 yılındaki KÜBA KRİZİ'nde haberimiz bile olmadan SOVYETLER ile harbe girme ihtimaliyle karşı karşıya kalacaktık...

Ülke içinde ise MENDERES, bu olayın önemi ile değil, Ali Ulvi'nin Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan "uçtu uçtu" karikatürü ile uğraşmakta idi. Ali Ulvi karikatüründe devrilen diktatörleri melekler gibi peşpeşe uçurmuş, Batista'dan sonra da yüzü belirsiz birini koymuştu...MENDERES bundan alındı, gazeteyi kapattı.

KIBRIS'ta İNGİLİZ ve TÜRKLER'e saldıran RUMLAR ile başa çıkılamayınca, görüşmeler başlamıştı. (14) Ülkede sürekli mitingler düzenleniyor, "Ya taksim, ya ölüm"" veya "Hepsi!..Hepsi!" diye sloganlar atılıyordu. Nihayet Londra ve Zürih anlaşmaları ile KIBRIS Cumhuriyeti kuruldu, papaz Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Küçük de yardımcısı oldu. 10 bakanlıktan 3'ü TÜRKLER'e verildi.

Gene haberimiz olmadan ADANA'dan havalanan U-2 casus uçağı RUSYA üzerinde düşürüldü, pilot Powel 10 yıla mahkûm oldu, ABD ve SOVYET ilişkileri gerginleşti. Ama bizimkilerin gene kılı kıpırdamadı. O aralarda MENDERES Tahkikat Komisyonu ve Vatan Cephesi ile uğraşıyordu!

AVRUPA KONSEYİ'ne girmiştik, ama hiç etkimiz yoktu. Çok özendiğimiz AMERİKA'da ise zenginlik vardı ama insanlık yoktu. Irkçılık had safhada idi. Demokrasi havarisi görünen bu ülkede "siyah bir tavşanın beyazla evlenmesini" anlatan bir çocuk kitabı bile yasaklanabiliyordu.

1959'da Endonezya Cumhurbaşkanı SUKARNO TÜRKİYE'ye geldi. Sözüm ona "TÜRK misafirliği" gösteriyoruz diye MENDERES hükümeti pezevenklik yapıp adama İstanbul'un meşhur randevucusu LÜKS NERMİN'in kızlarından birini sundu. Adam belsoğukluğu kapmaz mı?.. Büyük skandal oldu, kıyametler koptu.

MENDERES 1960 Temmuzu'nda MOSKOVA'ya gidecekti, Haziran gelmeden İHTİLAL oldu. Bu seyahatin amacı ABD'nin kestiği dış yardımı, SOVYETLER'den sağlıyabilmek ümidi idi. Elbette ki AMERİKALILAR'ın hoşuna gitmedi!

DP döneminde ülkeyi saran CİA ajanı "barış gönüllüleri", en ücra köşelere dahi girmekte, bilgiler toplamakta ve kimbilir neyin propogandasını yapmaktaydı. Bunların ihtilalin hoş karşılanmasında etkisi oldu mu, bilinmez, ama daha sonraki Kürtçülük, bölücülük olaylarında büyük rolü olduğu muhakkaktır.

İhtilalden önce CHP ile DP çok kötü kapıştılar. MENDERES bir kaç defa halk ihtilalinden ve İSMET'in öldürülmesinden bahsetti. SAİD-İ NURSİ ile yakınlaşarak oy toplamaya çalıştı. İSMET PAŞA da 14 emekli general ve amiralin ziyaretini kabul ederek yangına körükle gitti. Ayrıca rektör Sıddık Sami Onar'la da görüşerek üniversitelerin desteğini aldığı intibaı verdi.(Nisan 1960) MENDERES te buna Tahkikat Komisyonu kurarak cevap verdi.

Kurulan Encümen, savcı ve hakimlerin yetkilerini elinde tutacaktı. Gazeteleri toplatabilecek, matbaaları kapatabilecekti. Her türlü evrak ve eşyaya el koyma hakkı vardı. Kararlara muhalefetin cezası 1-3 sene hapis idi! TAHKİKAT KOMİSYONU, o dönemin İSTİKLAL MAHKEMELERİ idi.

BAYAR (15) ve MENDERES'te müzmin bir "İnönü fobisi" vardı. Bu fobinin aslında İSMET PAŞA'nın despot idaresinden kaynaklandığını, bu kişilerde sürekli bir korku yarattığı söylemek mümkündür.

Bir de BAYAR'ın o dönemdeki rolü var... 1958'e kadar pek etkili görünmeyen BAYAR'ın özelikle nümayişlerde uygulanacak politika konusunda karar alması, MENDERES'in istifasını kabul etmemesi, öğrencilere ateş açılmasını, tahkikak komisyonu kurulmasını istemesi ihtilali kolaylaştırmıştır. Denebilir ki, o günlerden MENDERES'ten çok BAYAR sorumludur.

Aslında MENDERES de, BAYAR da, DP'liler de yetiştikleri İSMET PAŞA'nın totaliter partisi CHP'deki alışkanlıklarından ve TEK PARTİ özleminden kurtulamamışlardır. MENDERES tıpkı İSMET PAŞA gibi TEK ADAM olma hastalığına tutulmuştu. (16)

Fatin Rüştü ZORLU ise "ikili anlaşmalar" hükmüne göre "silahlı müdahale" durumunda ABD'nin işe karışacağını ima ediyordu. Yani çirkin politikacılar iktidarda kalabilmek için "siyasi emellerini müstevlilerinki ile" bağdaştırabilmişlerdi!.. Bu kişi pek çok anlaşmaya kendi takdiriyle imza koymuş ve MECLİS'ten habersiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ni ABD'ye karşı taahhüt altına sokmuştu.

İdamlık Hasan POLATKAN da son dönemde bütün ısrarlara rağmen DEVLET'in dış borçları hakkında bilgi vermemişti. KARŞILIKLI PARALAR FONU bütçe dengesini bile yabancı bir devletin atıfet ve merhametine bağlamıştı. Bu sistem, borçlarımızın bir kısmını TÜRK Lirası olarak ödememizi sağlıyor, ancak bu parayı alan ABD, ülkemizde dilediği gibi harcıyabiliyordu!..

İSMET PAŞA bu noktada belki hayatının en doğru sözünü söyler: ŞARTLAR TAMAM OLDUĞU ZAMAN, MİLLETLER İÇİN İHTİLAL MEŞRU BİR HAKTIR!..

İSMET 19 Nisan'da Kızılay'da saat 5'de bir dolanıp halkın nabzını yokladı. MİLLET MENDERES'ten memnun olmadığı için İSMET PAŞA'yı tezahüratla karşıladı. 28 Nisan'da İstanbul Üniversitesi'nde olaylar çıktı. 29 Nisan'da Ankara'da benzer olaylar oldu.

Bu gelişmeler, nümayişlerin bir merkezden planlandığını gösteriyordu. Daha sonra, 1970'lerde komünistler TURAN EMEKSİZ'e "o bir komünistti" diye sahip çıkacaklardı. MENDERES'e giden istihbarat, nümayişleri CHP Gençlik Kolları'nın örgütlediği şeklinde idi.

21 Mayıs'ta bazı subayların önderliğinde HARBOKULU öğrencileri Kızılay'da bir yürüyüş yaptılar. Bu MENDERES ve DP iktidarına son ihtar mahiyetinde idi, fakat kimse anlamadı. Daha doğrusu MENDERES bir iki kere istifa edebileceğini söyledi ama BAYAR bütün mesuliyetin kendi üzerine yıkılacağından korkarak istifayı kabul etmedi... Sonunda beklenen oldu, 27 Mayıs 1960'da ordu iktidara el koydu. (17)

Çoğu küçük rütbeli subaylardan oluşan ihtilalciler, daha sonra MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ'ni oluşturdular ve ORGENERAL CEMAL GÜRSEL'i lider ilan ettiler. ALBAY ALPARSAN TÜRKEŞ hem o gün radyoda tebliğleri okuyan kişi, hem de KOMİTE'nin önde gelenlerindendi.

İSMET PAŞA 27 Mayıs'ta gelip MENDERES'i Eskişehir'de yakalıyan ihtilale hiç karşı çıkmamıştır. Kemal Tahir'e göre "27 Mayıs Hareketi, AYDIN EGEMENLİĞİ'nin yeni baştan kurulmak istenmesidir." MENDERES köylüleri arkasına alınca, "AYDINLAR" da İSMET'e kalmıştı!

İhtilalcilerin radyodan ilk tebliğleri "NATO'ya ve CENTO'ya bağlıyız" olmuştu. Neden?.. Çünkü ABD'nin kendisine bağlı olmayan bir iktidarı devirecek "ikili anlaşmalar"ı, yürürlükte idi de ondan!

Bütün Hükümet âzâları, DP milletvekilleri, bazı ocak-bucak başkanları tutuklandı. İçişleri Bakanı Namık Gedik kendini pencereden atarak intihar etti. Tutuklular sonra Yassıada'ya götürüldüler. Sonradan yargılandılar.

Memleketi MENDERES'ten kurtaran ve bu yüzden omuzlarda taşınan askerler, bir süre sonra İSMET PAŞA ile irtibata girdiler. Devlet Başkanı Cemal GÜRSEL ve Dışişleri Bakanı Selim SARPER, İSMET PAŞA ile görüştü, hem DEVLET idaresinde hem de dış ilişkilerde onun görüşlerini aldılar. Bir önceki MENDERES Hükümeti veya DP'nin tecrübeli elemanları ile hiç görüşmediler. (18)

İhtilalciler pek çok şeyi işbaşına geldikten sonra öğrenip uyguladılar. Bu arada yolsuzluk ve suçları önlemek için İstiklal Mahkemeleri benzeri bir İnkılap Mahkemeleri kanunu çıkardılar ama uygulıyamadılar. Yassıada mahkemeleri de beklenenden uzun sürüp gereksiz konular ile ilgilendi. MENDERES'in bebek davasına bakıldı da, ÜLKE'yi nasıl KAPİTÜLASYONLAR'la İSTİKLAL'inden ettiği hiç gündeme gelmedi... Ama sonunda İLAHİ ADALET yerini buldu. MENDERES Ülkeyi yabancılara açışının cezasını, boynunu ipe uzatarak ödedi.

Yabancı uşağı MENDERES'i deviren 27 Mayıs hareketinde AMERİKAN parmağı var mıydı?.. Bizce vardı. Çünkü MENDERES son günlerinde ABD yardımlarından ümidini kesip SOVYETLER'e yaklaşmak istemiş, bir Moskova seyahati planlamıştı. Ancak her uşak gibi efendisinin işine yaramadığı anlaşılınca, tekmeyle kovulacağını hiç düşünmemişti.

Peki, ORDU niye böyle bilerek veya bilmeyerek ABD'nin amaçlarına hizmet etti?.. Bunun cevabı da açık!.. ATATÜRK'ün MİLLİ ORDU'su 1950'den sonra NATO, CENTO, Kore Harbi, Üsler, Tesisler, Uzmanlar derken tamamen ABD kontrolüne girmiş, subaylarda bir AMERİKAN hayranlığı uyanmıştı.

Ayrıca AMERİKALI ajanların en mahrem noktalarımıza girip oradaki üst rütbeliler ile görüşmesi, son derece kolaydı. ASKERİ SIR diyebileceğimiz hiç bir şey kalmamıştı ki!

Burada sevinilecek nokta, 27 Mayıscılar ABD çıkarları yönünde bir ihtilal yapmış olsalar da, Güney Amerika'daki ihtilalciler gibi uşaklaşmamış ve suistimale, diktatörlüğe heves etmemiş olmalarıdır. Bu da TÜRK ORDUSU'nda hala MİLLET'E HİZMET ruhunun ölmediğini gösterir.

Orduda bir hantallaşma olduğunu gören ve "ORDU hastadır" teşhisini koyan Cemal Gürsel, 235 general ve 5000 subayı emekliye sevketti. Ne var ki, bu tasviyenin mali kaynağı ABD'den sağlandı. Ankara'ya çağrılan NATO komutanı Norstad aracılığıyla 12 milyon dolarlık bir yardım alındı. ABD zaten desteklediği ihtilalcilerle Temmuz 1960'da bir milyar dolarlık yardım anlaşması imzalamıştı!

Aslında TEŞHİS hatta TEDAVİ doğruydu. Mesela Kara Kuvvetleri'nde binbaşı, yarbay, albay sayısı 9251, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen sayısı ise 5000 idi!.. Yani piramid ters dönmüştü. Şerefli TÜRK ORDUSU her askere bir general düşen Güney Amerika ordularından farksız hale gelmişti!

Benzer bir tasfiyeyi BALKAN mağlubiyetinden sonra ENVER PAŞA yapmıştı. 7000 kadar alaylı subayı ve miskinleşmiş paşalar ile kurmayları ordudan ayırmış, yeni kadro 1.CİHAN HARBİ'nde ve MİLLİ MÜCADELE'deki başarıyı sağlamıştı.

Ancak tesbit edemediğimiz husus, bu ayıklamada VATANSEVER, TÜRKÇÜ ve EMPERYALİZM'e karşı subayların mı, yoksa BECERİKSİZ, BİLGİSİZ kişilerin mi görevden alındığıdır. Bu konuda hiç bir araştırma yapılmamıştır. EMİNSU diye bilinen, bu dönemde emekli olmuş subayların kurduğu derneğin de, bu konuda bir çalışması yoktur.

İSMET, halkı gibi askerleri de hiç tanımazdı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na "Kurmayları bilirim, bunlar gelirler, gitmesini bilmezler" demişti!.. Halbuki 27 Mayıscılar da, 12 Mart ve 12 Eylül liderleri de beklenenden çok önce bırakıp gittiler. Meydan yine sivil politikacılara kaldı. Onlar da her on yılda bir memleketi uçurumun kenarına getirdiler.

Ama İSMET bu gerçeğin farkında değildi ve tek derdi DP'nin kaybettiği iktidarı nasıl alacağı idi. Halkın kendisine teveccüh ettiğini, kahir ekseriyetle seçimi kazanacağını sanıyordu!

Halbuki askerleri omuzlarda taşıyan halk, 1961'de İSMET PAŞA ön plana çıkmaya başlayınca, bir tekerleme daha bulmuştu:

Gitti İsmet
Açıldı kısmet!..
Geldi İsmet,
Kesildi kısmet!

İhtilalciler ve onların göreve getirdiği bakanlar, MECLİS bir süre sonra İSMET PAŞA'nın oyuncağı haline geldiler. Özellikle, TÜRKEŞ'in de aralarında bulunduğu 14'lerin ayıklanmasından (13.11.1960) sonra!..

İSMET PAŞA'nın 1958 CHP Kongresi'nde "TÜRKİYE'nin en önemli meseleleri" diye sunduğu safsata hususlar, 1960 Anayasası'nda baş köşelere oturdu. Basın'a ispat hakkı tanındı. Ancak Basın, özellikle &0'lerden sonra isbatı değil de iftirayı, dedikoduyu tercih etti...Seçimlerde nisbi temsil usülü kabul edildi... Senato teşkil edildi... Türkiye İşçi Partisi kuruldu... Ama Kıbrıs, Sovyetler'le ilişkiler, ABD kapitülasyonları gibi önemli hususlar ele alınmadı... 27 Mayıs hükümetleri ekonomi konusunda da, istemesine rağmen fazla bir şey yapamamıştır.

Ancak TÜRKİYE'deki her ihtilal hükümeti gibi israf ve gösterişten kaçınıldığı için, ekonomi istikrara kavuştu. ABD yardımı yerinde kullanıldığı için kuyruklar, sıkıntılar ve karaborsa azaldı. MİLLET rahat bir nefes aldı. İhtilal döneminin getirdiği politik arenadaki yumuşama ile MENDERES döneminin sıkıntıları yaşanmadı.

27 Mayıscılar ORDU'dan sonra üniversitelerden de 147 öğretim üyesinin ayrılmasını istediler. Aralarında iyi kişiler de vardı, ama bu tasfiyenin üniversiteye bir canlılık getirdiğini kabul etmek gerekir. Bu canlılık sonra DEMİREL döneminde tekrar atalete dönecek, ve DOĞRAMACI'nın 12 Eylül harekatının lideri EVREN'e kabul ettirdiği YÖK yasası ile, hemen bütün üniversiteler lise seviyesine düşecektir.

Bu arada belirtmek gerekir ki, liderliği Albay Alparslan TÜRKEŞ'in yaptığı 14'lere mal edilen bir ÜLKÜ BİRLİĞİ vardı. Bu, MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ'nce kurulmuş bir komisyonun tesbitleri idi. Tamamen ATATÜRKÇÜ bir görüşle hazırlanmıştı. İçinde "Türkiye" adının değiştirilip ATATÜRK'ün kullandığı TÜRKELİ ifadesinin benimsenmesi dahi vardı... Ancak ne olduysa, 14'lerin tasfiyesinden sonra ÜLKÜ BİRLİĞİ'nden söz eden olmadı. İSMET'e yakın komite üyeleri, onun tesbit ettiği esasları kanunlaştırmış, ama ATATÜRK'ün prensiplerini hasıraltı etmişti!

Milli Birlik Komitesi'nin önemli icraatlarından biri bir TOPRAK reformu düşünmesi ve buna engel gördüğü 55 ağayı doğudan batıya nakletmesi idi... İSMET PAŞA seçimden sonra başbakan olur olmaz bu ağaları yerlerine geri göndermiştir. İSMET'in bu davranışı 1934'den itibaren ağalığa ve Kürtlüğe hizmet eden politikasının devamıdır. Bunun neticesinde tabii ki toprak rejiminde de hiç bir iyileştirici faaliyette bulunulamadı.

İhtilalden hemen sonra dünyada önemli olaylar cereyan etti. Haziran'da Belçika Kongosu bağımsızlığına kavuştu. Başına Patrik Lumumba geçti. Temmuz ayında Somali ve Madagaskar; Ağustos'ta Dahomey, Nijerya, Yukarı Volta, Fildişi Sahilleri, Çad, Orta Afrika, Fransız Kongosu, Gaban bağımsız oldular. Bu 11 ülkeden bir kısmı sonradan sömürgecilerin kendilerine verdiği adları değiştirdi. 16 Ağustos'ta Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi... Kasım ayında ABD Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kennedy kazandı. Bu seçimde Nixon oyların %49.6'ını, Kennedy ise %49.7'sini almıştı. 43 yaşındaki Kennedy ABD'nin ilk ve son İrlanda kökenli ve Katolik cumhurbaşkanı oldu. Aralık ayında Avrupa'da 20 ülkenin iştirakiyle OECD kuruldu.

BATILILAR istemiyerek terkettikleri Afrika'yı karıştırmaya devam ettiler. Mesela Belçika Kongosu'nda Mobutu ihtilal yaptı, Lumumba tutuklandı, sonradan korkunç işkencelerle öldürüldü. (Ocak 1961) Tabii beyaz ve medenî (!) Belçika'nın desteği ile!..

1961 Nisan ayında SOVYETLER uzaya ilk insanı gönderdi. Yuri Gagarin 108 dakika uzayda kalıp döndü. Mayıs'ta AMERİKA Alan Shephard'ı uzaya gönderdi...Kennedy'nin Küba'da Castro'yu devirmek için giriştiği Domuzlar Körfezi çıkartması, başarısızlıkla sonuçlandı. Cezayir'in bağımsızlığını hazmedemiyen bazı Fransız askerleri ayaklandı. RUSLAR, Berlin'de Doğu'dan Batı'ya ilticaları önlemek için bir duvar örmeye başladılar.

MENDERES'in AMERİKA UŞAKLIĞI'nın yarattığı en büyük tehlike, Ekim 1962 tarihinde yaşandı. KÜBA'daki nükleer füzelerin sökülmesini isteyen Kennedy'i ambargo uygulamaya başladı. RUS ve AMERİKAN gemileri karşı karşıya geldi. KRUŞÇEV, KÜBA'daki füzelere karşılık TÜRKİYE'deki füzelerin sökülmesini şart koştu. Ancak kabul ettiremedi. O zaman anladık ki, bir savaş anında ilk NÜKLEER taarruza uğrayacak ülkelerden biriyiz!.. En kötüsü de kendi toprağımızdaki NÜKLEER SİLAHLAR'ın kontrolünde söz sahibi değiliz!.. Ancak o tarihte ASKERİ İDARE çekilip gitmişti. Gitmese de, herhalde yapabileceği fazla bir şey yoktu.

6.1.1961'de Kurucu Meclis göreve başladı. Yeni Anayasa'yı, seçim kanunu gibi önemli kanunları çıkardı. Bu Anayasa referandumda %83 oy aldı. Eski DP taraftarları "Hayır'da HAYIR vardır, gözlerimin içine bakın, ne demek istediğimi anlarsınız," ifadeleri ile Anayasa'nın reddine çalışmışlardı... Bazı yazar-çizer takımına göre bu referandum 2. Cumhuriyet'in başlangıcı oldu!

16 Eylül'de ZORLU ve POLATKAN, 17 Eylül'de MENDERES asıldı. Cesetler uzun süre saklı kalan bir mahalle gömüldü...(19) İSMET PAŞA sonunda mesuliyetin kendisine yükleneceğini düşünerek Yassıada mahkemelerinden çıkan idam kararlarının uygulanmamasını istemiştir...

Biz o idamları yerinde bulduğumuz gibi, hapse çevrilen ve sonradan affedilenlerin idamını dahi gerekli görürdük... Daha sonraki ihtilallerde DEVLET'i yönetmeye soyunup ta YIKIM'ın eşiğine getirenlere İDAM, HAPİS ve TAZMİNAT cezası verilmemesini de, son derece hatalı buluruz...Bunun sonucunda ÜLKE, şu anda siyasi açıdan 1950'lerdeki durumuna dönmüştür.

MENDERES ve İSMET'in savunduğu NATO, CENTO ve İKİLİ ANLAŞMALAR gibi, şimdi de ÇİLLER, YILMAZ, ERDOĞAN ve destekçileri bizi GÜMRÜK BİRLİĞİ, AB benzeriittifaklara sokmaya çalışıyor, girdikçe de bayram ilan ediyor! Eğer geçmiş idam cezaları esas sebepleri ilan edilerek uygulansaydı, daha sonra kimse böyle İHANET'e cesaret edemezdi!

26.10.1961'de yeni seçilen MECLİS ve SENATO göreve başladı. TÜRKİYE yine ATATÜRKÇÜLÜK'ten uzak, politikacıların gittikçe çirkefleştiği bir döneme girdi.

***

> İÇİNDEKİLER< > MENDERES DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR <