-35-
DEMİREL DÖNEMİ
Ispartalı Dolaksızoğlu Süleyman Demirel'in son derece enteresan,
ve biz VATANSEVERLER için ibret verici bir politik hayatı vardır... 1924
Isparta-İslamköy doğumlu, İTÜ mezunu bu genç mühendis, nasıl oldu da Menderes
zamanında DSİ Genel Müdürü iken, ihtilalden snora birden bire kurt
politikacıların arasından sıyrılıp, Adalet Partisi'nin başına geçti?.. Nasıl
oldu da, 1964-1991 arasında 2 kere darbe ile gitmesine rağmen HACIYATMAZ gibi
doğrulup varlığını sürdürdü?..Bu soruların cevabını herhalde ilerde bazı yerli
ve yabancı belgeler açıklandığında öğrenebileceğiz.
Biz bu yazıda ATATÜRK'ün tesbit ettiği MİLLİ SİYASET'ten ve koyduğu MİLLİ
HEDEF'ten ne kadar saptığımızı göstermeye devam ederken; bu kişiyle ilgili
hususları, yakın tarih olması sebebiyle, ancak gazete haberlerinden ve kendi
değerlendirmelerimizle vereceğiz.
Muhakkak olan bir husus var ki, o da Demirel'in DSİ Genel Müdürü olduğu
1950'li yıllar ile AP'nin başına geçtiği 1964 yılı arasında bir kaç "Amerika
seyyahati" ve Johnson'la çekilmiş resimleri olduğudur... TÜRK SİYASİ HAYATI'nda
rol almasında bunların büyük payı vardır.
27 MAYISÇILAR'ın idareyi sivillere terketmeye hazırlandığı günlerde eski
DEMOKRAT PARTİLİLER iki yeni parti kurdular. Bunlardan ADALET PARTİSİ, Emekli
Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın başkanlığında ve Tahsin Demiray (eski Köylü
Partisi başkanı), Necmi Öktem (general), Şinasi Osma (albay), Cevdet Perin
(doçent), Kamuran Evliyaoğlu (gazeteci) gibi önemli, tanınmış kişilerin gayreti
ile kurulmuştu... İkinci Parti YENİ TÜRKİYE PARTİSİ idi. Onun da başında eski
Maliye Bakanı Ekrem Alican vardı. Eski milletvekilleri İrfan Aksu, Raif Aybar,
Hikmet Belmez, Hasan Kangal, Mithat San, Cahit Talas (eski Çalışma Bakanı),
Sırrı Öktem (general) gibi tecrübeli kişiler vardı.
6.1.1961'de Kurucu Meclis göreve başladı. Yeni Anayasa'yı, seçim kanunu gibi
önemli kanunları çıkardı, 26.10.1961'de de görevi yeni seçilen Meclis'e
devretti. Anayasa halkoyuna sunuldu ve kabul edildi. Bu arada bir de Senato
kurulmuştu.
Bütün dış baskılara rağmen askerler memleketi iflasa ve sömürge olmaya
sürükleyenleri cezalandırmak istiyorlardı. Verilen 15 idam cezasından 3'ü, bu
amaçla uygulandı. Diğerleri bir süre hapis yatıp paçayı kurtardılar.
İsmet Paşa sonunda mesuliyetin kendisine yükleneceğini düşünerek, Yassıada
mahkemelerinden çıkan idam kararlarının uygulanmamasını istemiştir... Biz o
idamları yerinde bulduğumuz gibi, hapse çevrilen ve sonradan affedilenlerin
idamını dahi gerekli görürdük.
Eğer 1961'de "bebek"le, "köpek"le uğraşılmasaydı; eğer o dönem
politikacılarının ATATÜRK'ün TAM BAĞIMSIZLIK, MİLLİ HAKİMİYET ve MİLLİ SİYASET
anlayışından uzaklaştıkları, ülkeyi DIŞA BAĞIMLI hale getirdikleri için
cezalandırıldığı açıklansaydı; belki MANDACI İSMET ve AMERİKANCI MENDERES
zihniyeti bir daha doğmamak üzere silinir giderdi!.. DEMİREL gibileri hiç ortaya
çıkamazdı. Eğer daha sonraki ihtilallerde, sorumlular idam ve hapis edilseydi;
biz bugün DEMİREL hakkında bu kadar uzun bir yazı yazmak zorunda kalmazdık!
Menderes ve İsmet'in savunduğu NATO, CENTO ve İkili Anlaşmalar gibi, şimdi de
Çiller ve destekçileri bizi GÜMRÜK BİRLİĞİ, AB gibi ittifaklara sokmaya
çalışıyor, girdikçe de bayram ilan ediyor!.. Eğer suçlu politikacılar gereği
gibi cezalandırılsaydı, ülke şu anda siyasi açıdan 1950'lerdeki durumuna
dönmezdi!
İsmet Paşa BATI tarzı "demokrasi"yi 1946'da ülkeye getirmişti (!) ama,
1960'da bile halk DEMİR-KIR-AT dediği Menderes'in partisini AT ile
bağdaştırıyordu. Bu yüzden AP kendisine amblem olarak AT'ı seçti. Demirel üç
kere gidip gidip geldi, kurduğu bütün partilerde AT'tan vazgeçmedi!
Aslında ne AP, ne YTP, ne de DYP; DP'nin devamı değildirler! Demirel
1960'larda Bayar'ın affedilmesini adeta engellemiştir, kendisine rakip olacağı
için!.. Bayar ve eski DP'lileri affedilmesini sağlayıp onları AP ile kapıştıran,
aslında "eski düşman" İsmet Paşa'dır!..(1974)
1961 seçimlerinde CHP %36.7, AP %34.7, CKMP %13.9, YTP %13.7 oy aldı. Meclis
ve Senato dağılımı ise şöyle idi: CHP 173-36, AP 158-71, CKMP 54-16, YTP 65-13..
Milli Birlik Komitesi üyeleri de hayat boyu tabii senatör idiler.
Hiç bir parti tek başına iktidara gelemedi. Gürsel Cumhurbaşkanı seçildi.
İsmet Paşa 1961-1964 arasında üç ayrı koalisyon hükümeti kurdu... İlk açıklaması
da "Milletlerarası çalışmalarımızda NATO ve CENTO ittifaklarının hususi bir yeri
vardır" diyerek kapitülasyonların devamına itirazı olmadığını belirtmek
olmuştur.
BATI uşağı bu hükümetlere, BATI tabii ki destek oldu. 1962'de ABD ile bir
kredi anlaşması imzalandı. Avrupa devletleri ve Amerika tarafından "TÜRKİYE'ye
Yardım Klubü (Konsorsiyum)" kuruldu. Menderes'i sürüm sürüm süründürenler,
nedense İsmet Paşa'ya kesenin ağzını açmışlardı!..Aslında bu, "komaya girmiş
hastaya serum takılması" gibi idi.
Aynı yıl TÜRKİYE AET'ye ORTAK ÜYE kabul edildi. Yani biz 1996'larda hala
GÜMRÜK BİRLİĞİ-KAPİTİLASYON anlaşması ile hala alınmayı bekliyoruz ya, aslında o
tarihlerde kabul edilmiştik!.. Sonradan bu Ankara Anlaşması ile teyid edildi.
(1963) Ancak BATILILAR gene verdikleri sözü unuttular.
Ragıp Gümüşpala'nın başında olduğu AP, bu dönemde iktidarda olduğu zaman
dahi, itilip kakılan parti durumunda idi. 1963'de Genel Merkezi tahrip edildi.
Hakkında Meclis'te genel görüşme açıldı. Ne Demokrat Parti artıklarını, ne de 80
yaşındaki İsmet Paşa'yı istemeyen genç subaylar, 2 kere ihtilal teşebbüsünde
bulundular.
Dış olaylara gelince; 1962 yılı Ocak ayında ABD, KÜBA ile ilişkilerini
kesti!..Hemen arkasından PAPA 6. PAUL, Hıristiyanlığa zarar verdiği iddiasıyla
KASTRO'yu AFAROZ etti!..Şubat ayında da Katolik başkanı Kennedy KÜBA'ya ambargo
uygulamaya başladı. Bu ambargo Rus ve Amerikan gemilerini karşı karşıya getirdi.
Bütün dünya nükleer bir savaş olacağı korkusuna kapıldı. Bilhassa
mevcudiyetinden sonradan haberdar olduğumuz nükleer füzeler dolayısiyle, TÜRKİYE
topun ağzında idi!. Gerek Hükümet, gerekse askerler o günlerde atlattığımız
tehlikeden habersizdiler!
Sonunda Kruşçev geri adım attı, Kasım ayında KÜBA'daki nükleer füzeler
söküldü, imha edildi, ambargo kalktı. Bir kaç gün sonra da Amerika TÜRKİYE'deki
JÜPİTER füzelerini kaldıracağını açıkladı. Ancak bu suretle pazarlık konusu
olduğumuzu anladık. İşte Menderes'in dış politikası ve Amerikan uşaklığının bizi
getirdiği nokta buydu!
Mayıs ayında askerlerin gayreti ile oluşturulan Küçükçekmece Atom reaktörü
hizmete girdi. TÜRKİYE böylece NÜKLEER enerji konusunda ilk adımı atmış oldu,
ancak arkası gelmedi. Bilhassa dönemin solcuları, DOĞU BLOĞU'nun sahip olduğu
NÜKLEER silahları unutup, TÜRKİYE'de "barış" teraneleri ile Hiroşima sömürüsü
yapıyorlardı!.. TÜRKİYE'nin NÜKLEER gücünün olmaması, BATI'nın da işine geldiği
için onlar da ses çıkarmadılar. Bugün dahi aynı kısır tartışma sürüp
gitmektedir.
DPT'den bazı uzmanlar "Hükümet'in Toprak Reformu ile ilgili bütün girişimleri
engellediği" söylediler. Bazıları istifa etti. Bu arada AP Merkez Yönetim
Kurulu, Toprak Reformu'nun "temel bir hak olan kişinin mülkiyet hakkına aykırı"
olduğunu iddia ediyordu! Yani aslında CHP ile AP'nin TOPRAK ve ORMAN konusundaki
tutumları birbirinden farklı değildi. Ayrıca AP, CHP'yi "Devletçilik" güderek
ilerlemeyi engellemekle suçluyor ve planlı yatırımlara karşı çıkıyordu! Zaten
Demirel başa geçtikten bir süre sonra "Millet plan değil plav istiyor" diye
parti görüşünü veciz(!) ifadeyle ortaya koyacaktı!
Aynı günlerde Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, bir konuşmasında
TÜRKİYE'nin dışarıya sattığı KROM hakkında ciddi endişeleri olduğunu açıkladı!..
Madenlerimizin sömürülmesi, o dönemde de sorun idi, hala bir çare bulunamadı.
Türkiye'nin AET ortak üyeliği anlaşması da 1963'de Ankara'da imzalandı. ABD
ile "zırai maddeler" anlaşması imzalandı. Böylece radyoaktif olduğu için kendi
ülkelerinde deneyemedikleri "Meksika Buğdayı"nı bize gönderip deneme imkanı
buldular. Ayrıca "fenni" tohum, sunni gübre, tarım ilacı, hatta zararlı
hormonların ülkeye girmesine fırsat verilmiş oldu.
Bütün bunlar, 1950'lerde Menderes'in düşüncesiz traktör atılımı gibi, tarım
ürünlerinde bir artış sağladı. Ancak ünü dünyaca meşhur tütünümüzün, çayımızın,
pamuğumuzun, İzmir üzümümüzün, Amasya elmamızın, Ayaş domatesimizin, hatta
etimizin, sütümüzün bozulmasına yol açtı.
22 Kasım'da zencileri savunan Kennedy, zenci düşmanı Teksas-Dallas'ta
uğradığı bir suikastte öldürüldü. Yerine yardımcısı Johnson geçti. Kennedy'nin
kaatili Oswald da Ruby adında bir barcı tarafından öldürüldü. Sonra o da ortadan
kaldırıldı. Böylece Kennedy'nin planlı bir şekilde devre dışı bırakıldığı
anlaşıldı.
1964'de Amerika ile bir kredi anlaşması daha imzalandı. TÜRKİYE'ye yardım
konsorsiyumu istediğimiz 250 m. doların ancak 100 milyonunu verdi! TÜRKİYE bir
de Dünya Gıda Programı anlaşması imzaladı. TÜRKİYE Finlandiya ve Almanya ile
teknik işbirliği, Avusturya ile işçi anlaşması imzalandı. İsveç, Norveç ve
Lüksemburg ile kredi anlaşmaları yapıldı. TÜRKİYE OECD kredi anlaşmasına
katıldı. Yani Menderes'in batırdığı ülke ancak gavur parası ayakta
durabiliyordu. Gavur da parayı babasının hayrına vermiyordu!
Bu arada Sovyetler Keban Barajı için kredi teklif etti. Ancak Hükümet,
"Kıbrıs politikasını değiştirmediği takdirde kabul etmiyeceğimizi" bildirdi.
Sanki Sovyetler'in Kıbrıs politikası aleyhimize de, Amerika ve İngiltere'ninki
farklı!.. Yine de Aralık ayında bir ticaret heyeti Rusya'ya gitti. Sovyetler ile
1965 yılı için bir ticaret anlaşması bir de kültür anlaşması imzalandı. Pakistan
ile ticaret anlaşması yapıldı.
15 Mayıs'ta karasularımızı 6 mile çıkardık!.. O tarihe kadar 3 mil idi!..
Halbuki Yunanistan ta 1930'larda 6 mil yapmış, İsmet Paşa Hükümeti uyumuş,
ATATÜRK te her nasılsa konuyu atlamıştı!
Kıbrıs'ta Rumlar'ın TÜRKLER'e saldırısı 1963 yılı ortalarında başlamıştı. Bu
olaylar artınca İsmet, TÜRK jetlerini Kıbrıs üzerinde şöyle bir uçurttu. Kısa
bir süre için saldırılar kesilir gibi oldu.
Ama 1964 başında iyice azıttılar. Yağmacılığa, hırsızlığa başladılar. Ocak
ayında saldırdıkları TÜRKLER'den 21'i öldü, 6'sı kayboldu. Tarihi BAYRAKTAR
CAMİİ 3. defa bombalandı, Subat ayında Rumlar köylere saldırdı. 50 TÜRK
öldürüldü. Kurtulanlar göçe başladılar. İsmet Paşa hükümeti uzun tereddütten
sonra ancak 13 Mart'ta Makarios'a "müdahale hakkını kullanacağını" bildiren bir
nota verdi.
Ardından Hükümet MÜDAHALE kararı aldı. Aslında bu bize anlaşmalarla tanınmış
bir haktı. Bir yandan da Birleşmiş Milletler'de ve Londra'da görüşmeler
sürmekteydi.
TÜRKİYE'nin çıkışı, hiç beklenmedik bir karardır! ABD, uzun yıllar BATI UŞAĞI
bilinen İsmet'in bu hayret verici tavrı üzerine o kadar şaşırır ki, tepkisini
nezaket kurallarına bile uymadan hemen gösterir. Cumhurbaşkanı Vekili, sığır
çobanı kılıklı Johnson o meşhur mektubunu yazıp kulağımızı çeker! "Haddinizi
bilin haa!" der... Bu haysiyet kırıcı Bu herifin Kennedy'inin vurulmasında parmağı olduğu iddiası bir yana,
mektuptan iki ay sonra Viyetnam Savaşı'nı başlatması HIRİSTİYAN BATI EMPERYALİST
zihniyetin neme nem bir şey olduğunu, nasıl çift standart uyguladığını gözler
önüne serer!..İsmet Paşa ise, ABD'ye "kararı askıya aldığını, ancak mektubu da
hayal kırıcı bulduğunu" bildirmekle yetinir!
Birleşmiş Milletler hemen adaya asker gönderdi. Kısa bir zaman sonra bu
askerlerin adaya TÜRK halkını korumak için değil; TÜRKİYE'yi müdahaleden
caydırmak için geldiği anlaşıldı. Çünkü Rum saldırıları durmadı.
Temmuz ayında TÜRKLER'in sıkıştığı Girne (Saint Hilarion) kalesini
kuşattılar. Bir avuç TÜRK mücahit kaleyi günlerce savundu. Bu arada Rumlar
kadın-çocuk-yaşlı demeden katliama devam ettiler. Nihayet 8 Ağustos günü TÜRK
jetleri harekete geçti. Erenköy civarındaki Rum askeri hedeflerini bombaladı.
Ayrıca askeri birlikler gemilere bindirildi. Durumun ciddiyetini gören Makarios
ateşkes istedi. Rumlar bu arada uçağı düşürülen Pilot Cengiz Topel'i işkenceyle
şehit ettiler.
O zaman anlaşılır ki, DIŞA BAĞIMLI EKONOMİK VE ASKERİ POLİTİKA sonucu
TÜRKİYE'nin NATO'dan aldığı jetlerin BENZİN'i yoktur!.. ÇIKARTMA GEMİSİ
yoktur!..Bütün bu yıllar boyunca biz kendimizi değil, BATI'NIN MENFAATLERİ'ni
savunup durmuşuzdur. Üstüne üstlük Johnson da sözüm ona NATO ortak savunması
için verilmiş silahları "Rusya bize saldırırsa kullanamıyacağımızı"
bildirmiştir!..Yani politikacıların BATI UŞAKLIĞI'na soyunduğu şu son 15 yılda,
TÜRKİYE tam anlamıyla "ayvayı yemiş"tir!..
İsmet, nihayet uyanır ve şu sözleri kullanır:"Gerekirse yeni bir dünya düzeni kurulur, ve TÜRKİYE'de bu düzende yerini
alır!.."
TÜRKİYE aslında ta ATATÜRK zamanında, 1918'de yerini
MAZLUM ÜLKELER'in safında almıştı, ama İSMET PAŞA ve MENDERES 1940'lardan
itibaren BATI'ya kaymışlardı... MENDERES asıldığına, İSMET te uyandığına göre,
ABD'ye yeni bir uşak gerekmektedir. Bu sözler İsmet'in sonu olur.
O tarihlerde Ragıp Gümüşpala ölmüş (Haziran 1964), AP'nin başına ABD destekli
Bayar'ın eski "su müdürü", Amerikan Morrison firmasının temsilcisi Demirel,
adeta "gökten zembille inerek" gelmiştir.
Öyle ki, rakibi Saadettin Bilgiç'in bir Mason arkadaşından temin ettiği
Demirel'in "mason kaydı" delegelere dağıtılınca, Mason Demirel dernek başkanı ve
üstadı Necdet Egeran'ı kullanarak sahte bir "mason değildir" belgesi almış, bunu
AP kongresinde dağıtarak seçimi kazanmıştı!.. Demirel'in bu kongrede Masonluk ne
kelime, "her sabah KUR'AN okumadan kahvaltıya oturmayan bir aileden geldiğini"
iddia etmesi meşhurdur!...
Halbuki Bilgiç'in belgesi gerçekti. Demirel Ankara BİLGİ LOCASI'na 43 sıra ve
48 matrikül numarasıyla kayıtlı su katılmamış bir MASON idi!..Ne manevra değil
mi?
Bu Demirel'in politik hayatında belki ilk söylediği yalandı ama, hiç te
sonuncu olmadı. Bütün ömrü yalan, palavra, demogoji, boş vaatler ve dümenle
geçti!
Gene bu kongrede Demirel'in Johnson'la çekilmiş resimleri çoğaltılarak
dağıtıldı!..
Bu durumda akla iki ihtimal gelmektedir... Birincisi, ABD genç mühendis
Demirel'e kendisi açısından önem vermiş, onu özel bir şekilde yetiştirmiş; o
dönemde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Johnson bir ara kendisini çağırıp, "Bak
evladım, sana çok emek verdik. Göreyim seni, bizi mahçup etme" diyerek sırtını
sıvazlamıştır. Demirel de, "Sayın Johnson, izin verirseniz, bu mubarek anı bir
fotoğrafla tesbit edelim, torunlarım tosunlarım benimle iftihar etsinler!"
demiş, resim öyle çekilmiştir...Ne var ki, Demirel'in çocuğu olmaz, böylece
torunların da Johnson'lu resimle övünme hayali boşa çıkar.
İkinci ihtimal, gerçekten tilki gibi kurnaz olan Demirel, o günlerde daha
sosyeteye bulaşmamış olan "meşhurlar ile fotomontaj" tekniği kullanarak kendini
Johnson'la yanyana getirip, sahte bir fotoğraf hazırlatıp, onu dağıtmasıdır ki,
pek yabana atılmaz.
Başka bir ihtimal var ise, siz söyleyin!.. Yani, ABD Cumhurbaşkanı ve
yardımcısı, her 3. kademe yabancı bürokratın (öyle ya, Cumhurbaşkanı-Başbakan,
Bakanlar ve 3. grup Genel Müdürler) her Amerika'ya gidişinde ziyaret edip bir
çayını içtiği, Disneyland misali turistik bir mekanda mıdır ki, Demirel resim
çektirebilmiş olsun?.. Johnson inşaat mühendisi de değildi ki, İTÜ'den
Demirel'in sınıf arkadaşı çıksın!..
Temmuz ayında SSK ve Danıştay Kanunları kabul edildi. Bu arada Ecevit'in
çıkarttığı sendika ve grev yasasına sırtını dayayan işçiler problem olmaya
başlamıştı. Tam Kıbrıs olayları sırasında Ataş'ta sendika greve gitmeye
kalktılar!.. Yani orduyu benzinsiz bırakacaklardı. Hükümet grevi erteledi. O
tarihten beri sendikalar sanki bu ülkede başka bir devletin adamları imiş gibi
faaliyet gösterirler.
Ağustos ayında ABD Viyetnam'a savaş açtı. Aslında olay Rus yapısı Viyetnam
torpil gemilerinin bir ABD destroyerine saldırmasıyla başlamıştı ama, ABD'nin
orada ne işi vardı ki?.. Bunun üzerine ABD gemi ve uçakları saldırdı, 25
viyetnam torpil gemisini batırdı, bir petrol platformunu imha etti. ALLAH bilir
kaç kişi öldü! Bu olay bizim Kıbrıs'ı bombalamamızdan bir gün önce oldu!
Ekim ayında Kruşçev, bir Kremlin darbesi ile KP liderliğinden düşürüldü,
yerine Leonid Brejnev geçti. Kosigin başbakan oldu. Kruşçev katıldığı son
politbüro toplantısında endüstriyi, tarımı ve parti organizasyonunu kötü idare
etmekle suçlandı. Kruşçev Stalin'in kurduğu bir çok çalışma kampını kapatmış,
gizli polisin de gücünü azaltmıştı. Küba hezimeti de sonunu hazırlamıştı.
AP'nin çiçeği burnunda başkanı Demirel'in ilk icraatı, Johnson'un başkanlık
törenleri için ABD'ye giden İsmet'i, kalleşce bir tutumla yurt dışında iken
hükümetten düşürmek olmuştur!...(Ocak 1965)
ABD'den ümit kesen Menderes nasıl ihtilalle devrilmiş ve idam edilmişse, BATI
yanlısı İsmet te ufak bir MİLLİ SİYASET uygulama temayülü gösterdiği için,
alaşağı edilir!
Halbuki aynı günlerde Sovyet Yüksek Şura Başkanı Podgorny TÜRKİYE'yi ziyarete
gelmişti. Sovyetler'in Keban Barajı'na ilgisi devam ediyordu. Dışişleri Bakanı
Feridun Cemal Erkin de, Meclis'te "TÜRK-SOVYET ilişkilerinin gelişmesinden
dolayı AMERİKA kızgn değildir" diye açıklama yapmıştı!
Ne var ki, bu kalleşçe devirme olayı halkın İsmet'e duyduğu tepkiyi
kaldırmaya yetmez. Bir sonraki seçimde halk İsmet Paşa'dan kurtulmak için
Süleyman Demirel'i destekler!..Ta ki, o da BATICILIK ÇARKI'na kapılıncaya kadar!
(1)
Her ne ise... Gürsel, Demirel'i tecrübesiz bulduğu için başbakanlığı ona
vermez. Bunun üzerine CHP'nin dışarda kaldığı, bütün diğer partilerin katıldığı
Suat Hayri Ürgüplü Başkanlığı'nda bir hükümet kurulur ve DEMİREL Efendi bu
kabinede MECLİS dışından Başbakan Yardımcısı olur. Müzmin muhalif Osman
Bölükbaşı'nın ayrıldığı CKMP'nin başına eski Milli Birlik Komitesi üyesi
Alparslan Türkeş geçer. Bir süre sonra da partinin adı MİLLİYETÇİ HAREKET
PARTİSİ'ne çevrilir.(1969)
DEMİREL'in Demokrat Parti'nin devamı olduğunu(2) her fırsatta dile getirdiği
AP'si, 1965 seçimlerinde ilk ve son defa %53 oy alarak tek başına iktidar
olur... İSMET PAŞA'nın aksak CHP'si ancak %29 alabilmiştir. Nisbi sistem ve
milli bakiyenin uygulandığı bu seçimde marjinal oy alan diğer partiler de onar
onbeşer milletvekili ile MECLİS'e girerler. Behice Boran'ın başkanlığını yaptığı
Türkiye İşçi Partisi bile 15 milletvekilliği kazanmıştır.
Bu arada Birleşmiş Milletler Teşkilatı denen DOMUZLAR DİKTATORYASI, KIBRIS
konusunda Makarios'un tezini destekliyen bir karar alır. Buna göre "KIBRIS
bağımsızdır, müdahale edilemez," der! Hükümet tabii KIBRIS konusunda bir şey
yapamaz!..
ABD sözüm ona bizim lehimize oy kullanır. Ama karar aleyhimize çıkar. Çünkü
haksız İSRAİL'in kınanmasına bile VETO kullanan ABD, "dost ve müttefik"
TÜRKİYE'yi destekleme lüzumunu hissetmez. Böylece bu Teşkilat'ın ve ABD'nin daha
önce varılmış olan Londra ve Zürih anlaşmalarını hiçe saydığı görülür!.. Hiç
kalkıp ta artık BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e ve ABD'ye bel bağlanır mı?.
1965 yılının önemli olaylarından biri de Churchill ölmesi idi. Kendisi 60
yıllık Avam Kamarası üyeliği yapmıştı... Gambiya bağımsızlığına kavuştu...
ABD'de zenci müslüman lider Malcom X vurularak öldürüldü. Johnson Martin Luther
King ile görüşme ihtiyacı duydu... Iran Şahı Rıza Pehlevi'ye suikast yapıldı,
ama Şah kurtuldu.
1966 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel hastalandı vefat etti. Yerine eski
Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay seçildi... Yine aynı yıl başımıza 20 yıldır
bela olmuş İKİLİ ANLAŞMALAR sorunu ele alındı. Hepsinin tek metinde toplanması,
üslerdeki uçakların cephane yüklerinden TÜRKİYE'nin hiç olmazsa mutabakatının
alınması ABD'den istendi. Sonuç ne oldu, bilinmez, ama 1967 yılında ABD ile bir
anlaşmaya varıldığı söylenir.
Bu arada ABD'de ırkçı politikaya karşı zenci gösterileri başladı... Başı
sıkışan Mao da Çin'de sözüm ona bir Kültür Devrimi başlattı. Kendine yakın
hissettiği gençlere bütün yetişmiş aydınları dövdürttü, hatta öldürttü! Çin'in
yüzyıllardır duran kültür ve sanat eserleri tahrip edildi.
Herkes bir şey yapar da, İSMET durur mu?.. (1966) O da AP'nin %53'lük
başarısına karşılık ORTANIN SOLU diye garip bir tabirle ortaya çıktı. Ne olduğu
bir türlü anlaşılamıyan bu kavram, bir süre sonra ECEVİT'in işine yaradı.
MANDACI İSMET Küçük Kurultay'da şu konuşmayı yapmıştı:
- "Demokratik rejimi, komünist düşmanlığı perdesi
altında kuşa çevirmek istiyen dikta heveslilerine yardımcı olmıyacağım. Bütün
memlekete ilan ediyorum: CHP sosyalist parti değildir, ve
olmıyacaktır!" Kısacası CHP az-maz solcudur... Veya orta yolcudur
da, sola yakındır...Veya SOLCU partiler, solda, SAĞCI partiler sağdadır; ORTA'da
olanlar da vardır, CHP işte o ortada olanlar ile solda olanların
arasındadır...Velhasıl kimse bunun içinden çıkamaz!.. Sonunda 48 CHP'li ayrılıp
Turhan Feyzioğlu başkanlığında koç sembollü Güven Partisi'ni kurarlar.
Demirel'in o günlerdeki sloganı "her şoföre bir araba"dır!.. Bunu kendi
kesesinden verecek değildir elbette! Ancak Koç o tarihte TÜRKİYE'de otomobil
imaline başlamış ve ANADOL'u üretmeye başlamıştır. Reklamını yapmak ta "özel
teşebbüsçü" Demirel'e düşer.
Bu arada AET ile anlaşma imzaladık ya, BATILILAR bizi kazıkladıkça
kazıklarlar. "Salçamızı sizden alacağız, sizden giyineceğiz" diyerek bize bol
miktarda SALÇA ve TEKSTİL fabrikası makinaları satarlar. Verdikleri kredileri
bir kısmı eski teknoloji bu makinaların yüksek bedelleri karşılığı geri alırlar.
Öyle olur ki, kurulan SALÇA ve TEKSTİL fabrikaları TAM KAPASİTE çalışsa, biz
sadece AVRUPA'ya değil; ORTA DOĞU ve AFRİKA'ya yetecek miktarda mal üretebilecek
duruma geliriz... Makarna ve bizküvi fabrikası enflasyonu da bu dönemdedir.
Ama gavur sözünde durmaz. Onun amacı sadece makinayı satmaktır. Fabrikalar
kurulur, ama atıl kalır. BATILILAR daha sonra da bize "serbest ticaret" telkin
ederken, kendileri tekstil ve tarım ürünlerimize kotalar koyarlar!
Burada bir oyunu daha dile getirmekte fayda vardır... BATILILAR bize daima
yanlış yön vermişlerdir. Menderes zamanında "sizin
sanayileşmenize ihtiyaç yok. Dünyada işbirliği var. Siz bizim TAHIL AMBARI'mız
olun, biz de size SANAYİ MALLARI satalım," demişlerdir. Menderes bunu yutmuştu. Sadece 3 yıl içinde SANAYİ ile
TARIM'ın bir arada gitmezse yürümiyeceği, TRAKTÖRLER'in tarlada kalacağı,
öküzlere çektirileceği görülmüştür.
Ama bundan ders alınmamıştır... Demirel zamanında
"Aman siz AĞIR SANAYİ'e kalkmayın, beceremezsiniz. Siz GIDA SANAYİİ, GİYİM
SANAYİİ, MONTAJ SANAYİİ ile uğraşın; kalanını biz size satarız. Sizden de
bunları alırız," demişlerdir. Sonucu yukarda
söyledik. Astarı yüzünden pahalıya mal oldu. Ürettiğimiz elimizde kaldı.
İşte ERBAKAN'ın oyunu farkedip AĞIR SANAYİ diye ortaya çıkması (1977) bu
yüzdendir. Bu konuya ve Özal'ın tavrına ilerde değineceğiz. Burada sadece ilk
televizyon yayınının 1967 yılında başladığını, ancak bunda da dönemin GERİ
TEKNOLOJİ'si olan VHF'li televizyon ithali ve montajı yapıldığını belirtmek
istiyoruz. Bu teknolojiyle üretim 20 yıl kadar sürdü. 2 kanal başlayınca ve
renkli yayına geçilince pek çok kimse yeni almış olduğu televizyonda UHF sistemi
olmadığı için bir televizyon daha almak durumunda kaldı... Gavurun bu konudaki
hilesi, kazığı saymakla bitmez.
Bizimkiler bunlarla uğraşırken Nasır liderliğindeki Araplar her zamanki
şamatalarına başlamışlar, onlar atıp tutarken tek gözlü Moşe Dayan komutasındaki
İsrail ordusu 6 günde Araplar'ı silip süpürmüştü. (3)(1967) Yine aynı yıl
Yunanistan'da darbe oldu. askerler idareye el koydu, Kral Konstantin 8 ay sonra
ülkeden kaçmak zorunda kaldı... Sosyalist devrimci gerilla lideri Che Guevara
Bolivya'da öldürüldü.
1968 olaylı başladı. Çekoslovakya'da Dubçek Moskova yanlısı Novotaş'ı saf
dışı bırakarak Komünist Partisi'nin başına geçti. Ruslar Çekoslovakya'yı işgal
ettiler. İlk defa olmak üzere devrimci-ihtilalci öğrenci olayları Paris Nanterre
üniversitesi'nde başladı, Sonra bütün Avrupa'ya yayıldı. ABD'de zenci lider
Martin Luter King öldürüldü. 5 ay sonra Cumhurbaşkanı adayı Robert Kennedy
mücadele ettiği sendikacılar tarafından öldürüldü. (4) Viyetnam harbini
durduracağını söyliyen Nixon Cumhurbaşkanı oldu ama savaşı daha da
şiddetlendirdi.
Öğrenci olayları bize farklı yansıdı... 16 Haziran'da camiden çıkan
sağcıların "masum" solcu öğrencilere ilk defa saldırdığı, solcu hareketin buna
karşı bir savunma olarak silahlandığı hep öne sürülmüşse de, gerçek hiç te öyle
değildi.
Öğrenci olayları Mart ayında Paris'te üniversite öğrencilerinin ABD'nin
Viyetnam işgalini protesto etmesiyle başlamıştı. Polisle çatışmışlar, binaları
işgal etmişler, sonradan bazı reform taleplerinde bulunmuşlardı.
Her nedense diğer Avrupa ülkelerinde de aynı tarz gösteri ve işgaller
oluyordu... TÜRKİYE'de de solcu öğrenciler ilk olarak 12 Haziran'da İstanbul
Hukuk Fakültesi'ni işgal etmişlerdi. Bu işgal hemen diğer fakültelere ve
Ankara'ya yansıdı. Kısa sürede öğrenciler kendi problemlerimizi, KIBRIS
meselesini bırakmış, sokaklarda "Daha fazla Viyetnam, Ernesto'ya bin selam" diye
bağırarak yürür oldular!.. Arkasından daha fazla üniversite işgalleri, polis ve
askerle çatışma geldi. Yani 16 Haziran olayı, solcuların bu eylemlerine karşı
milliyetçi ve dindar kesimin ilk tepkisi idi.
Ancak kabul etmek gerekir ki, bir kere kontrol DEVLET'in elinden çıkıp sokağa
düştü mü, idarenin kimde olduğu bilinmez!.. Demirel'in meşhur "sokaklar
yürümekle aşınmaz" sözü bu günlere ait, vurdumduymaz bir ifadedir. Buna karşılık
Solcular "üniversite özerkliği"ni öne sürerek polisin üniversiteye
giremiyeceğini iddia ettiler. (5)
Büyük bir ihtimalle çatışmalar aynı merkezden, veya hakimiyet isteyen iki dış
merkezden destekleniyordu. Bu iki merkez Çekoslovakya'nın işgalini gözdene uzak
tutmak isteyen KGB ile, Viyetnam işgalini gözden uzak tutmak isteyen CİA idi.
İkisi de anarşist öğrenci gruplarına büyük paralar, silahlar akıttılar. Öğrenci
gösterileri TEDHİŞ-TERÖR olaylarına dönüştü ve bütün büyük şehirlere yayıldı.
Che Guevara'ya özenen bazı öğrenciler Lübnan'daki Filistin Kurtuluş Örgütü
kamplarında eğitim gördükten sonra dağa çıktılar. (6)
TÜRK emniyet güçleri ve MİT çaresiz kaldı. E, Dışişleri Bakanı İhsan S.
Çağlayangil, "CİA benim altımı oymuş" dememiş miydi?..Bir devlet yabancılarla bu
kadar içli dışlı olursa, yabancı ajanlar altını oymakla kalmaz, altından VATAN'ı
çekip alırlar da haberin olmaz!
Bu arada Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural "Yeni bir ATATÜRK çıkar" gibi
laflar etmeye, DEVLET kurumlarını ziyaret etmeye başladı. Herhalde kendini
kastediyordu! Demirel kendinden beklenmiyecek bir cesaretle onu emekliye
sevketti. Tural bir süre sonra unutulup gitti.
1969'da Libya'da 27 yaşındaki albay Kaddafi, Kral İdris'i devirerek iktidarı
ele geçirdi... Pakistan'da General Yahya Han idareye el koydu... İsrail'de eski
kadın gerilla Golda Meir başbakan oldu. Nijerya'da askeri birlikler bağımsızlık
isteyen Biafra'yı kuşatarak yüzbinlerce kişinin açlıktan ölmesine sebep oldular
da kimsenin kılı kıpırdamadı... Amerika AY'a adam indirdi ve bayrağını dikerek
oraya da EMPERYALİZM'i bulaştırdı... Kuzey Viyetnam Devlet Başkanı Ho Şi Mihn
öldü.
Ecevit modaya uyarak "toprak işleyenin, su kullananın" sosyalist sloganını
ortaya attı! Böylece toprak işgallerinin, gecekondu yapımının artmasına yol
açtı. Artık "ortanın solu"nun pek geçerliliği kalmamıştı. İSMET'in karşı
çıkmasına rağmen, Ecevit CHP Genel Sekreteri oldu.
DEMİREL ekonomik politikasını "vatandaş plan değil, plav istiyor"
vecizesiyle(!) götürmekte idi, ama 27 Mayıs'ın getirdiği uygulamalardan biri
olduğu için uyulmasa da 2. 5 yıllık plan kabul edildi. Boğaz köprüsü ihale
edildi. (7)
1970'de ilk defa bir SOSYALİST, seçimle işbaşına geldi. Allende Şili
seçimlerinde %36 oy alarak Devlet Başkanı oldu.(8) Fransa'da General De Gaulle,
Mısır'da Nasır öldü. Enver Sedat Cumhurbaşkanı oldu. Nixon Kamboçya'ya da
saldırdı. ABD'de savaş aleyhtarı gösterilerde çatışmalar çıktı, ölenler oldu.
Aynı yıl Demirel'in yeni kurduğu hükümete giremiyen "küskün"ler ayrılıp
Ferruh Bozbeyli başkanlığında Demokratik Parti'yi kurdular. Demirel hükümeti
MECLİS'te çoğunluğu kaybetti. Bu dönemde Demirel "karnı tok, sırtı pek vatandaş"
sloganını kullanıyordu.
1971 başında öğrenci ve işçi olayları gittikçe şiddetlenerek yayıldı.
İstanbul'da bir zenci Amerikalı kaçırıldı, ama "mazlum" sayıldığı için serbest
bırakıldı. Amerikalılar'ın kontrolündeki Gölbaşı Radar Merkezi'nde çalışan 4
Amerikalı Türkiye Halk kurtuluş Ordusu adlı bir terörist grup adına kaçırıldı.
400.000 dolar fidye istendi. Bu olaylar üzerine Silahlı Kuvvetler Hükümet'e bir
MUHTIRA verdiler. (12 Mart)
Bundan sonra dönemin en komik olayları yaşandı. Başta Demirel olmak üzere
bütün politik liderler "bu muhtıranın muhatabanın kendileri olmadığını" açıklama
yarışına girdiler. Kabahat samur kürk olsa, kimse üstüne almaz, derler ya, o
misal... Ancak Demirel şapkasını bırakıp kaçmak zorunda kaldı. (9)
Bu onun hayatındaki "REFAH DEVLETİ" döneminin kapanması demekti.
> İÇİNDEKİLER< > DEMİREL DÖNEMİ- 2 < DEMİREL DÖNEMİ- AÇIKLAMALAR
< >
ERDOĞAN DÖNEMİ
<