ÖZAL DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR
(1)- Biz eskiden DÜNYA BANKASI gibi ULUSLARARASI
kuruluşlarda görev yapan TÜRKLER'i "üstün vasıflar"ından dolayı BATILI
yöneticiler tarafından seçildiğini zannederdik. Sonradan öğrendik mi, bu
örgütlere üye olan her ülkenin katkısıyla "orantılı", daha doğrusu orantısız,
belirli sayıda kontenjanı varmış!..Her ülke bu kadroları kendi istediği
elemanları tayin edermiş... Bu meyanda TÜRKİYE'nin BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, DÜNYA
BANKASI, İMF gibi kuruluşlardaki toplam kontenjanı 70 kadarmış!
Ne yazık ki, TÜRKİYE konuya önem vermediğinden bu kadrolara ya torpilli
kişileri tayin edermiş, ya da YABANCI kuruluşlara "SİZ SEÇİN" dermiş!.. GAVUR
bu, fırsatı kaçırır mı?.. Onlar da TÜRKİYE'nin kontenjanına hep RUM, ERMENİ,
YAHUDİ, LEVANTEN asıllı vatandaşlarımızdan seçer, tayin ederlermiş!..
MASAL sıgasıyla anlattık, ama tamamı GERÇEK!.. Mesela bizim konuyu incelediğimiz 1996 yılında
TÜRKİYE'nin ULUSLARARASI KURULUŞLAR'daki 70
kontenjanından 13'ünde ÖZ-BE-ÖZ TÜRK vatandaşımız vardı, 17 tanesi BOŞ idi, geri
kalanı da GAYRIMÜSLİM AZINLIKLAR'dan oluşuyordu!..
Daha önce söyledik... Bizim kendini TÜRK sayan, TÜRKİYE'den başka VATAN ve
DEVLET tanımıyan sadık azınlık vatandaşlarımıza bir diyeceğimiz yok!.. Ama
oranları %1 nisbetinde olduğu için DEVLET kadro ve İŞ hayatında o oranda temsil
edilmelerini isteriz. Buna göre 70 kişiden birinin bile GAYRIMÜSLİM
AZINLIKLAR'dan olması, TÜRKLER'e haksızlık olur!..
Biz yurt dışında bulunduğumuz süre içinde, sadece TÜRKİYE için değil, bütün
diğer MAZLUM ülkeler için KORKUNÇ bir oyun oynandığını gördük, ve kimsenin
üzerinde durmamasına hayret ettik!
Tesbitimiz şudur: Bütün ULUSLARARASI kuruluşlar, dünyada 179 DEVLET olmasına
rağmen, hiç DEMOKRATİK olmayan bir şekilde başta ABD ve İNGİLTERE olmak üzere,
FRANSA, ALMANYA, JAPONYA, İTALYA, HOLLANDA, BELÇİKA, DANİMARKA, KANADA,
İSVİÇRE ve İSRAİL'in kontrolündedir. İsrail, çünkü hemen her ülkede yahudi vardır, ve maalesef B. MİLLETLER kadroları hep yahudilerle doludur. RUSYA ve ÇİN sadece BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'de VETO
hakkıyla etkilidir. Sair devletlerin en ufak bir SÖZ HAKKI yoktur!
1990'dan önce SOVYETLER BİRLİĞİ güçlü olduğu için BİRLEŞMİŞ MİLLETLER Genel
Kurulu'ndaki bağlantısız ülkeleri etkiliyor ve BATILI devletleri sıkıştırıyor,
bu suretle diğer ULUSLARARASI kuruluşlarda da belirli ölçüde etkili oluyordu.
Ama sonra öyle bir etkisi kalmadı, kendisi DÜNYA BANKASI'na, İMF'ye muhtaç hale düştü ve bu bir on yıl kadar sürdü... Ne var ki, Puutin'in başa geçmesinden
sonra Rusya tekrar önem kazandı. Çin, Hindistan
ve Orta Asya ülkeleriyle birlikte hareket edince,
hele bir de yanına ABD'nin rakibi Almanya ve Fransa'yı alınca Amerikan hegemonyasını kıracak
güce ulaştı. Ama B. MİLLETLER teşkilatı hâlâ
Batılıların kontrolünde!..
Peki OYUN nedir?.. BATILI ülkeler, bilhassa AMERİKA, görmesi çok kolay olan
bu gerçeği gözlerden gizlemek için bazı pozisyonlara PAKİSTANLI, HİNTLİ,
AFRİKALI, ARAP kişileri tayin eder... Ama bu kişilerin ufak bir "kusur"u vardır,
bunlar aslında ABD, İngiliz, Hollanda gibi BATI ülkesi vatandaşlarıdır!..
Mesela 1995 yılında ÖZBEKİSTAN'daki BİRLEŞMİŞ MİLLETLER temsilcisi aslen
PAKİSTANLI'ydı, MÜSLÜMAN'dı; ama ABD vatandaşıydı!.. Üstelik tam bir
AMERİKALI olan yardımcısının sözünden çıkamazdı!.. KIRGIZİSTAN temsilcisi ise TÜRK
asıllıydı; ama hayret, o da ABD vatandaşıydı! Görevlendirdiği kimselerin çoğu
TÜRKİYE TÜRKÜ değil de; ABD ve KANADA'ya yerleşmiş bize artık yabancılaşmış
"türk" müsveddeleriydi!
Neden böyle diyoruz?.. Çünkü bu kişileri "TÜRK" sayıp sohbet etmek istedik.
ÇİFT PASAPORTLU olmalarını, oradaki hayatlarını kolaylaştırıcı bir tercih diye
düşündük, saflığımızdan... Ama bu zibidiler daha biz sormadan "Ben KANADA vatandaşıyım, ben AMERİKAN vatandaşıyım"
diye kasılmaya kalkmazlar mı?..Hani şöyle bir
hatırlatalım dedik: "Yani TÜRK VATANDAŞISINIZ da, AMERİKAN PASAPORTU'nuz
var!..Diğer ülkelerin çift pasaportluları, kendilerini öyle tanımlar da!"
..."Yok," dediler
ısrarla, "biz hem "türk" hem AMERİKAN
vatandaşıyız!" Hele lûtfettiğini sanan 25 yaşlarındaki bir
densiz, "Ben "türk" olmakla övündüğüm kadar KANADALI
olmakla da övünüyorum!" demez mi?.. Hem de 2-3 yıl önce Kanada pasaportu almasına rağmen!... Suratına
tükürecektik ama, tükürüğümüze acıdık!
Diğer ülkelerde rastladığımız pek çok AFRİKALI, HİNTLİ, hatta GÜNEY ASYALI
kişinin gene böyle "çift pasaportlu" benliğini kaybetmiş insanlar olduğunu
gördük. Bunlar sadece o ULUSLARARASI kuruluşların görüntüsü kurtarmaya yararlar,
yoksa kendi ülkelerine hizmet etmek için bir faaliyet göstermezler.
Tesbiti çok kolay bir hususu daha dile getirelim: Bu kuruluşların TÜRKİYE
temsilciliklerinde çalışan yerli personelin de önemli bir miktarı GAYRIMÜSLİM
AZINLIKLAR'dandır. Bu da ARTNİYET'in bir başka tezahürüdür.
Aslında biz söze Özal'ın DÜNYA BANKASI'nda hakettiği için değil, TORPİLLİ
olduğu için TÜRKİYE kontenjanından görevlendirildiğini, bu arada İNGİLİZCE
öğrenip AMERİKAN hayranı olduğunu söylemek için başlamıştık. Nerelere geldik!
Ama hakkını(!) yemeyelim... Özal kardeşler ve oğulları Dünya Bankası, İMF gibi
kuruluşlardaki görevleri TÜRKİYE kontenjanından, ama DEVLET torpili ile değil;
TURGUT ÖZAL'ın DPT Müsteşarı iken edindiği, ayaklarına kadar gittiği, hatta
yaltaklandığı AMERİKALI ve YAHUDİ dostları sayesinde elde etmişlerdir.
(2)- Solcuların,özellikle onların yurt dışındaki
borazanları TKP'NİN SESİ ve BİZİM RADYO'nun (her ikisi de ayrı radyo imiş gibi ad taşır ama aynı frekanstan, Doğu Berlin'den yayın yaparlardı) POLONYA'DAKİ bu ASKERÎ DARBE'yi değerlenlendirmeleri çok ibret vericidir.
O dönemde
sık sık dinlediğimiz bu radyolar, her gün 12 Eylül Harekatı'nı yapan TÜRK
generalleri yerden yere vururlar, sür'atle "demokrasi"ye dönülmesi için halkı
ayaklanmaya kışkırtırlardı!
Ancak aynı radyolar, POLONYA'da MOSKOVA güdümlü ASKERİ DARBE olup ta General
Jaruzelski işbaşına gelince (ki, bizim darbeden 5 ay sonradır) o darbeyi övmeye
başladılar!..Ve son derece komik bir duruma düştüler. Çünkü yayınladıkları bir
yorumda "TÜRKİYE'de askerlerin idareye el koyduğunu, bunun Helsinki
bildirgesine, bilmemne moratoryumuna aykırı olduğunu" söylüyorlar; hemen
arkasındaki yorumda da "POLONYA'daki ASKERİ İDARE'in
nasıl karışıklığa son vermek üzere geldiğini ve başarılarını"
övüyorlardı!.. Şu bizim solcular ne uşak
tabiatlı, ne kadar durgun zekâlı oluyorlar! Zaten çoğu
sonradan döndü, Çetin Altan ve oğulları gibi!...
Söz RADYO'dan açılmışken bir başka gerçeği daha dile getirelim: Berlin sadece
SOSYALİST DOĞU BLOĞU ve EMPERYALİST BATI arasında bölünmekle kalmamış, bu iki
kesimin propoganda merkezi olmuştu... SOVYETLER 1950'li yıllardan itibaren
TÜRKİYE'ye yönelik BİZİM RADYO yayınları yaparken, 1970'lerde buna bir de
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ'NİN SESİ yayınlarını eklemişti. Zaten TKP üyeleri yurt
dışına kaçınca Rusya'ya gider (Sovyetler'e değil, RUSYA'ya... Hiç biri Orta Asya
TÜRK Cumhuriyetleri'ni tanımaz), orada eğitim görür, uşaklaşır, sonra da RUS
parası ile Doğu Berlin'de faaliyet gösterirlerdi.
SOVYETLER böyle TÜRKİYE'yi kendi safına çekmeye çalışırken, ABD de boş
durmazdı!..O da DOĞU AVRUPA, ORTA ASYA ve diğer MÜSLÜMAN TÜRK CUMHURİYETLERİ
için ÖZGÜRLÜK RADYOSU, AZADLIK RADYOSU adları ile Tatarca, Azerice, Kırgızca, ve
pek çok dilde yayın yaparak bu halkları SOVYETLER'e karşı kışkırtırlardı!
İşin enteresanı, SOVYET yapısı radyolar sadece belli frekansları alabildiği
için halkın çoğu bu yayınları dinleyemezdi!.. Aynı şekilde TKP ve Bizim Radyo
yayınları da kısa dalgadan çok zayıf şekilde TÜRKİYE'ye ulaşırdı. Yani iki grup
ta sanki bu yayınlar ile halkın çoğuna değil de, kendi ajanlarına yayın yapıyor
gibiydiler!.. ALLAH bilir, yayınlar içinde bizim anlıyamadığımız GİZLİ EMİR ve
TALİMATLAR verilmekte idi.
TKP ve BİZİM RADYO kapandı... Ancak ÖZGÜRLÜK RADYOSU hala yayınlarına devam
ediyor, ve TÜRK CUMHURİYETLERİ'ne bu sefer EMPERYALİST KAPİTALİST HIRİSTİYAN
BATI melanetleri saçıyor!.. ORTA ASYA'da iken artık bollaşan yabancı radyolar
ile, ve belki de ülke içinden yapılan bu yayınları izliyen pek çok KIRGIZ, KAZAK
gördük, üzüldük.
TÜRKİYE'nin en kısa zamanda TV yayınlarını bir düzene koyup bu menfi
propoganda ile mücadele edecek seviveye getirmesi, ve gerekirse özel radyolardan
yararlanarak o bölgeye TÜRKÇE RADYO yayınlarına başlaması gerekir.
Ayrıca TÜRKİYE'NİN SESİ radyosu yayınını güçlendirip ESKİ DOĞU BLOĞU
ülkelerine kendi dillerinde HABER ve DOSTLUK mesajları ulaştırmalıdır. TÜRKÇE
anlamıyanlara RUSCA, MACARCA, ROMENCE, yayınların sürekli olması bir yana;
KIRGIZCA, TACİKÇE, vs. dilde yapacağı yayınlar TÜRKÇE yayın iyice benimseninceye
kadar devam etmelidir.
(3)- MEHMET ALİ AĞCA hep azılı bir terörist olarak kabul edilmiş, bu kişinin
eylemleri üzerinde Deniz Gezmiş'in, veya Mahir Çayan'ın bölücü faaliyetlerine
getirilen romantik yorumlar kadar bile durulmamıştır.
Elbette ki, insanların eline silah alıp mahkum edilmemiş kimseleri
öldürmeleri hiç bir zaman hoş görülemez. Ama yüzlerce insanın ölümüne sebep olan
örgütlerin kurucusu Deniz Gezmiş filan için "Darağacında Üç Fidan" gibi
destanlar döşenenler, PKK lideri Artin APO için partileşmesini tavsiye edenler,
bu kadar büyük bir suikastte kalkışan MEHMET ALİ AĞCA'nın ARDINDAKİ örgütleri
araştırmakla yetinmişler, ama onun KENDİ amacı ve hedefi üzerinde hiç
durmamışlardır.
Biz, YANLIŞ anlaşılacağımızı bile bile, bu konuya açıklık getirmek istiyoruz.
Bir defa AĞCA, hiç bir zaman aptal, başkalarının yularına bağlı piyon
militanlardan değildi!..Bunu, KGB, CİA, Bulgar ajanlarıyla işbirliği yapmasına
rağmen SAĞ kalmasıyla ispatlamıştır. Halbuki, Kennedy'i vuran Oswald, onu vuran
Ruby hep öldürülmüşlerdi.
AĞCA neden rastgele bir politikacıyı değil de, gazeteci ABDİ İPEKÇİ'yi
vurmuştu?.. İpekçi, Çetin Altan kadar bile meşhur değildi ki!.. Üstelik öyle
"solcu" da sayılmazdı. Ama ölümü BASIN dünyasında büyük yankı
yapmıştı...Neden?..
Sebep çok AÇIK'tı, ama bizlerin gözleri TANZİMAT'tan beri KAPALI olduğu için
göremiyorduk... İPEKÇİ, bütün İPEKÇİ soyadı taşıyanlar gibi DÖNME ve MASON
idi!.. Yani aslen TÜRK değil, YAHUDİ idi. 1600'lerden sonra Sabatay Levi'nin
mesih olduğuna inanan bir kısım Yahudiler'e, dıştan MÜSLÜMAN görünüp TÜRK adı
almalarına rağmen, içten YAHUDİ kaldıkları için DÖNME denirdi.
DÖNMELER, TANZİMAT ve MEŞRUTİYET döneminde olduğu gibi CUMHURİYET döneminde
etkili olmuşlar, hem TİCARET hem de YAYIN organlarını ellerinde tutmuşlardı.
Mesela İzmir suikastından sonra asılan eski Maliye Bakanı Cavit Bey, bunlardan
biri idi.
Bizim, kendini bu ülkenin vatandaşı sayan, biz TÜRKLER'den ayırmayan ERMENİ,
RUM, LEVANTEN, YAHUDİ ve DÖNMELER'e bir diyeceğimiz yok! Ama şunu da kabul etmek
gerekir ki, bunlar DIŞ MİHRAKLAR'ın etkisine daha kolay girerler. Hem DİN, hem
IRK bakımından kendilerini AVRUPA'ya daha yakın görürler. Bu yüzden BATILILAR
ile, sözde bizi kurtarmak için, bazı yakın ilişkilere girmekte beis görmezler.
MASONLAR'a gelince; ATATÜRK SİYASET, BÜROKRASİ ve ORDU ile bağlantılı
kişilerin MASONLUK'la ilişkisinin derhal kesilmesini, daha 1909 yılında
söylemişti!.. 1935'de de MASON derneklerini kapatmıştı. Çünkü MASON dernekleri
hem İDEOLOJİ, hem İDARE bakımından dışa bağımlıdırlar. Ayrıca her MASON
locasında yerli veya yabancı bir GAYRIMÜSLİM ve bir YAHUDİ bulunması
mecburidir...MASON localarını tekrar açan, kendisi de DİNSİZ bir BEYNELMİLEL
MASON olan MANDACI İSMET'tir!
İşte ABDİ İPEKÇİ hem DÖNME hem de MASON idi!.. AĞCA onu vurarak, bu memleket
aleyhine, iyi niyetle de olsa BATILILAR ile işbirliği içinde olanlara gözdağı
vermek istedi. Oldukça da başarılı oldu. Bütün diğer dönmelerin, masonların gözü
korktu! DÖNMELER'in kontrolündeki BASIN'ın onca feryadı, bu yüzdendi!
Gelelim PAPA'ya... PAPALIK müessesesinin temsil ettiği HIRİSTİYAN BATI, 1096
yılından beri TÜRK ve MÜSLÜMANLAR'ın başına bela olmuştu. Bütün arzuları bizi
AVRUPA'dan, ANADOLU'dan ve MUKADDES TOPRAKLAR'dan atmak olan bu HAÇLI ZİHNİYETİ
bir türlü sönmemiştir. Sönmediğini, hatta şimdilerde ORTA ASYA'ya kadar
uzandığını görmemek için kör olmak gerekir. 1990 sonrası gerçekleşen IRAK,
AZERBEYCAN, BOSNA-HERSEK, SOMALİ, KOSOVA, AFGANİSTAN saldırı ve işgalleri ortadadır.
İşte AĞCA, FATİH'in hayatını kaybettiği son seferinden bu yana ZULMÜN
KAYNAĞI'na yönelen ilk kişidir!..PAPA'yı vuruşu, HIRİSTİYAN EMPERYALİST
KAPİTALİST BATI DÜNYASI'na bir ikazdı. Büyük cesaret istiyen, çok iyi planlama
gerektiren bir operasyondu.
Açıkçası biz bu değerlendirmeyi yapınca, AĞCA'yı adi bir terörist gibi
göremiyoruz... Hele olaya karışan yabancı İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ'ni
değerlendirmeye katınca, bu delikanlının bir DAHİ olduğunu bile öne sürebiliriz.
Bir düşünün... KGB, Polonya'yı karıştıran KATOLİK PAPA'yı vurdurup puan
kazanmak istiyor. Bunun Rusya'ya bir zararı yok, çünkü RUSYA zaten ORTODOKS!
PAPA'yı sevmez...Ama kendini temize çıkarmak için araya uydu BULGARİSTAN'ı
sokuyor. AĞCA'yı tutan, saklıyan, para veren BULGARİSTAN örgütleri...PAPA
ölürse, RUSYA paçayı kurtaracak... Ayrıca herkes bunu MÜSLÜMAN SAĞCI bir
militanın yaptığını düşünecek ve RUSYA bir puan daha kazanacak... 12 Eylül
ihtilali ile SOL'a darbe vurup bölünmeyi engelliyen TÜRKİYE de olaydan yara
alacak...
CİA'ya gelince, PAPA fonksiyonunu tamamlamış, KOMÜNİZM'in çöküşünü
başlatmıştır. PROTESTAN ABD'nin PAPA'nın kim olduğu pek umurunda değildir... Ama
PAPA'yı SOVYETLER'in tuttuğu bir MÜSLÜMAN ajanın vurması durumunda hem
KOMÜNİZM'e, hem de İSLAM'a karşı puan kazanacak, hatta AVRUPA'da durumu
güçlenecek...
İşte bu sonsuz ve birbirine karşıt ilişkiler sonucu PAPA SUİKASTİ hem RUSYA,
hem AMERİKA tarafından desteklendi, BULGARİSTAN taşaronluğu üstlendi. AĞCA'nın
İTALYA'ya nasıl girdiği ise meçhul... İşe VATİKAN'ın ve İTALYAN gizli servislerinin, hatta MAFYA'nın da
karıştığı söyleniyor... (Bu konuda Oral Çelik'in kitabı SIRR'IN SIRRI'nda geniş bilgi var.)
Bunların hepsi, olayı yıllar boyu
inceleyen Uğur Mumcu'nun aklını karıştırdı. Bir türlü aynı olaya hem RUSYA'nın
hem de AMERİKA'nın karışmasını anlıyamıyordu! Hele bir sağcı militanın solcu
RUSYA tarafından desteklenmesini aklı almıyordu!..
Mumcu'nun içinden çıkamadığı bu olayı aslında AĞCA çok iyi kavramış, o da
kendi planını yapmıştı. Eğer PAPA'yı öldürse, hem bütün bu örgütlerin işine
yarıyacak, HEM TÜRKİYE'ye zarar verecek; hem de kendi canı tehlikeye
düşecekti!.. O da PAPA'yı öldürmedi, yaraladı... AĞCA'nın çok keskin nişancı
olmasına, yakından ateş etmesine rağmen PAPA'nın sadece yaralanmasının, başka
bir izahı yoktur!.
Böylece hem yabancı örgütleri birbirine düşürdü, hem de BATI'ya kendi
istediği mesajı ulaştırmış oldu. Bütün bunları da sanki başkalarının maşası imiş
gibi görünerek, ama aslında onları kendi amacı için kullanarak yaptı!.. AĞCA
gerçekten şeytana pabucu ters giydirecek bir adamdı!
İş burada bitmedi... Kendi canını kurtarabilmek için her gün bir başkasını
suçlayan ifadeler verdi. Böylece her örgüt ertesi gün karşı taraf müşgül durumda
kalacak diye düşünerek ona dokunmadı. Suçlamalarda ölçüyü kaçırmadığı için kimse
intikam almaya da kalkmadı. Sonunda adamın DELİ olduğuna karar verip ömür boyu
hapse mahkum ettiler!
Bitmedi... AĞCA hapiste de boş durmadı. İTALYANCA öğrendi. PAPA'ya görüşmek
istediğini bildirdi. Ve dünyada NAPOLYON'dan sonra PAPA'yı ayağına getirten
ikinci kişi oldu! Ama onun durumu NAPOLYON'dan çok üstündü. Çünkü NAPOLYON
Avrupa'yı titreten bir İMPARATOR idi, PAPA'yı saraya çağırmıştı. AĞCA ise, koca
PAPA'yı önce vurdu, sonra hücresine getirtti, sonra da elini öpüp kulağına bir
şeyler fısıldadı! Herkes AĞCA PAPA'dan af diledi, diye düşünürken o, bir başka
planı tatbike koyuyordu!
AĞCA, 1985 yılında mahkemeye çıkarıldığı zanan, İTALYANCA olarak:
"Ben İSA'yım! MESİH'im! Kıyametin kopması
yakındır!.. Sizi uyarmaya geldim!. VATİKAN her şeyi biliyor. İnanmazsanız sorun,
size açıklasınlar. FATIMA olayının 3. SIRRI'nı ben biliyorum. PAPA'ya da
söyledim!.."
deyince, herkes dondu kaldı!.. Çünkü Hıristiyanların %90'ı FATIMA olayının ne
olduğunu bilmezken, açıklanmamış 3.SIR da VATİKAN'da gizli kasalarda tutulurken;
bir MÜSLÜMAN TÜRK'ün bunu dile getirmesi, hem de PAPA'ya fısıldadığını ima
etmesi; hele PAPA da susunca, ortalığı karıştırdı. AĞCA PAPA'lığı bir kere daha
vurmuş oldu!.. ( bakınız:
Böylece MEHMET ALİ AĞCA, bütün HIRİSTİYAN DÜNYASI'na, değeri ilerde
anlaşılacak bir ders verdi!.. Yüzyılların üstümüze yığdığı ÖLÜ TOPRAĞI'nı, bu
HAÇLI GüRUHU'nun suratına saçmamızı sağladı. Az daha çalışsaydı, kimbilir, belki
Hıristiyanlara PEYGAMBER bile olurdu!..
(4)- Aslında eski SOVYETLER dışında bu zat hakkında çok az bilinir. Sadece 15
aylık bir görev süresi olan ANDROPOV, hantal Brejnev idaresini, yaşından
beklenmiyen bir enerji ile değiştirmeye girişti. Laçkalaşmış devlet ve
eğitim-üretim kurumlarını sıkı bir denetime aldı. Kaytaranlar şiddetle
cezalandırıldı.
Bir dostumuzdan dinlediğimize göre, günün beklenmedik bir saatinde SUM diye
bilinen alış-veriş mağazalarının kapıları MİLİTZA tabir edilen güvenlik
elemanlarınca kapatılıyor, içerde hüviyet kontrolü yapılıyor, memurlara niye
işinin başında olmadığı, öğrencilere de niye derste olmadığı soruluyordu!
ANDROPOV belki her şeyi kısa zamanda rayına oturtacak, ve dağılışı
önliyecekti ama ömrü yetmedi. Çünkü İLAHİ TAKDİR aksi yönde idi. Kendisinden
sonra her şey eski tas eski hamam oldu. GORBAÇOV gelince de çözülme başladı.
(5)- İşin enteresanı bundan sonraki gelişmelerdi... Rüşvet talebiyle
karşılaşan UĞUR MENGENECİOĞLU, dürüstlüğü ile meşhur ADNAN KAHVECİ'ye başvurmuş,
o da ÖZDAĞLAR'ın yanına TEYP KAYIT CİHAZI ile gitmesini istemişti. Nitekim sesi
tesbit edilince, ÖZDAĞLAR mahkum oldu.
Ancak MENGENECİOĞLU firması ondan sonra iflah olmadı. RÜŞVET ve SUİSTİMAL'e
alışmış BÜROKRASİ, "Sen bizim ekmeğimize(!) mani
olursun ha!" tavrıyla ondan sonra
MENGENECİOĞLU'nun kalkıştığı bütün işlerde hep engellemeye girişti.
Benzer bir olay 2003 yılında yaşandı... Vatandaşın
biri bedava ameliyat olması gereken SSK hastanesinde doktor "bıçak parası" olarak 150 m. isteyince, polise başvurdu. Doktor yakalandı,
gözaltına alındı... sonra 5 milyar TL karşılığında
bırakıldı.. Denizde kum biter, yiyici doktorda para bitmez!..
Tıkırt diye ödedi!.. Sonunda şikâyetçi vatandaş bin pişman oldu.. Topuğundan vurdular... etmediklerini
kalmadı!..
Ee, Özal Efendi arkadaşı olduğu için ÖZDAĞLAR'ın rüşvet almasına
sinirlenmişti ama, enflasyonun yarattığı geçim sıkıntısı hatırlatılınca, "Benim memurum işini bilir" diyerek RÜŞVET'i tavsiye etmemiş miydi?.
(6)- Hiç bir yerde BULGARİSTAN'ın durup dururken böyle bir teşebbüse
kalkışmasının sebebini inceleyen bir yazı görmedik, bir tartışmaya rastlamadık.
Halbuki konu son derece önemli!.. Hem TÜRKLER'i ilgilendiriyor, hem de
DÜNYA'daki gelişmeleri!
BULGARİSTAN, SOVYETLER BİRLİĞİ'nin uydusu idi. Hiç bir şeyi tek başına
yapmazdı. Hele böyle DOĞU BLOĞU'nun üstüne şimşekleri çekecek, şövenist, insan
haklarına aykırı bir davranışı asla RUSLAR'dan izinsiz yapamazdı... Peki, RUSLAR
niye böyle bir izni vermişti?..
Aslında sebep çok basitti... Bir süreden beri Prof. Beningsen gibi
uzmanlar SOVYET halkı üzerine araştırmalar yapıyorlardı ve tesbitlerini
yayınlamışlardı.
Mesela Prof. BENİNGSEN, "SOVYET MÜSLÜMANLARI" adlı kitabında SOVYETLER'de
MÜSLÜMAN ve TÜRK kökenli grupların nüfusunun sür'atle artmakta olduğunu, halbuki
RUSLAR'ın artış hızının düşük olduğunu, bu sebeple o tarihte %10 nisbetinde olan
MÜSLÜMANLAR'ın 2000 yılında önemli bir konuma geleceğini belirtmişti. BENİNGSEN
ayrıca şu soruyu sormuştu:
"Geçmişte büyük devletler kurmuş, engin bir yönetim tecrübesi olan TÜRKLER,
2000 yılında böyle etkili hale gelince, acaba ne yapacaklar?.."
İşte bu tesbitler, RUSLAR'ın gözünü korkutmuştu. Bu yüzden %10 TÜRK nüfusu
olan BULGARİSTAN'ı LABORATUVAR gibi kullanıp bir deney yapmak istediler.
BULGARİSTAN'ın TÜRK nüfusunu İSİM ve DİN değiştirerek 10 yılda eritebilirlerse;
SOVYETLER'de de aynı uygulamaya girişeceklerdi!..
Ancak olay ters tepti. MİLLİYETÇİLİK duygusu zayıflayacağına güçlendi. 5 yıl
sonra da DOĞU BLOĞU yıkıldı, SOVYETLER dağıldı. Yeni TÜRK DEVLETLERİ kuruldu.
İşte biz Özal'ı bu noktada suçlarız. İşin OY getirici, HAMASİ yanını bırakıp
konunun özüne inecek araştırmalar yapsaydı; biz 1991'de kurulan yeni TÜRK
DEVLETLERİ'ni karşılamaya hazır olurduk. 1988'deki ERMENİ-AZERİ çatışmalarında
daha tutarlı biri tavır alırdık. Belki de ERMENİLER'in AZERBEYCAN'ı işgalini
önlerdik.
(7)- 1.Cihan Harbi'nden sonra KÜRT TEALİ CEMİYETLERİ ile ERMENİ ÖRGÜTLERİ
ANADOLU'da aynı topraklara sahip çıkmışlardı. Aslında ikisi de haklı değildi.
Buna rağmen savaş sırasında da, sonrasında da birbirlerine saldırıp öldürdüler.
Hele TEHCİR sırasında ölen ERMENİLER'in çoğu, OSMANLI askeri tarafından değil,
yağma için saldıran KÜRT eşkiyalar tarafından katledilmişlerdi.
O tarihlerde bazı TÜRKLER, saldırılardan ve tehcirden kurtarmak için bazı
ERMENİ çocuklarını evlat edinmişler, kızları ile de evlenmişlerdi. Bazı
ERMENİLER de ad değiştirerek TÜRKLER'in arasına karışmıştı. İşte böyle bir
aileden gelen ARTİN APO ÖC-ALAN, şimdi KÜRTLER'i öldürerek, ERMENİ'lerin
intikamını alıyordu!
O bölgede ERMENİLER hiç bir zaman hiç bir ilde çoğunluk olmamışlardır. Zaten
bütün tarihleri boyunca bağımsız değil, VASAL devletler halinde yaşamışlardır.
BİZANSLILAR bunları oradan oraya sürmüşlerdir. ERMENİLER'in az nüfusuna rağmen
çok yerde yaşamış görünmesinin sebebi budur.
KÜRTLER'e gelince, bölgeye 9. asırdan beri KÜRDİSTAN denmesine rağmen, bu ad
"kalın kar tabakasıyla kaplı yerler" anlamına gelirdi. Tıpkı DAĞISTAN; REGİSTAN
(KUMLU YER), GÜLİSTAN gibi...Çünkü eski TÜRKÇE'de KÜRT "kalın kar tabakası"
demektir.
Dağ göçebelerine KÜRT denmesi, daha sonradır, hiç bir zaman bir milleti ifade
etmez. Zaten KÜRTLER ile ilgili ilk tarifi yapan FİRDEVSİ (1100'ler) "aslı nesli
belli olmayan, ALLAH tanımaz, şehir bilmez, dağda çölde çadırda yaşıyan kişiler"
diyerek onların düzensiz göçebe niteliğini ortaya koymuştur. OSMANLI
kaynaklarında rastlanan TÜRKMEN EKRADI tabiri DAĞ GÖÇEBELERİ'ne KÜRT
denildiğini, dağda yaşıyan TÜRKMENLER'in de KÜRT sayıldığını ortaya koymaktadır.
Bunun somut delili de OSMANLI TÜRKLERİ'nin ilk aşiretlerinden olan KARAKEÇİLİ
oymağının BURSA'ya göçen kısmının TÜRKMEN olması; SİİRT'te kalan kısmının ise
TÜRKÇE'yi FARSÇA ile karıştırarak konuşması, yani "kürt"leşmesidir.
Çeşitli TÜRK aşiretlerinin ARAP ve FARSLAR ile karışarak meydana getirdiği
KÜRT grupları DOĞU'da da, GÜNEYDOĞU'da da ÇOĞUNLUĞU teşkil etmez. Her iki
bölgemizde de en büyük grup TÜRKLER'dir. Bu yüzdendir ki, ARTVİN'den
SÜLEYMANİYE'ye kadar olan topraklar TÜRKİYE'nindir!
Son bir nokta: Eski SOVYETLER'in bir çok yerinde rastladığımız KÜRTLER'in
KIRGIZ, KAZAK, TUVALAR'dan çok daha bize yakın bir TÜRKÇE konuştuklarını gördük.
Hemen hepsi bize "TÜRK-KÜRT bir" dedi. O zaman anladık ki, 15 kadar olan "kürt
lehçesi", aslında OĞUZ TÜRKÇESİ'nin FARS ve ARAP etkisiyle değişmesinden
oluşmuştur. Zaten ZİYA GÖKALP te DİYARBAKIR'da bunu tesbit etmişti!
(8)-Bu ÇERNOBİL faciası, TÜRKİYE'de başka bir faciaya yol açtı. MEDYA birden
bir "radyasyon histerisi"ne kapıldı. ÇAY ve FINDIK mahsulünün "radyasyonlu"
olduğu öne sürüldü. İnsanlar ölesiye korkutuldu. Bu yaygaraya bazı cahil "bilim
adamları" da katıldı!
Bir tek ALLAH'ın kulu çıkıp ta, "Yahu, şu radyasyon Ukrayna'dan kalkıp geldi
de, sadece ÇAY yapraklarına, FINDIK dallarına mı kondu?.. Hiç mi KARADENİZLİ'nin
yediği MISIR'a, KARA LAHANA'ya, HAMSİ'ye değmedi?.. İçtiği SULAR hiç mi
etkilenmedi?.. Niye sadece ÇAY ve FINDIK üzerinde duruyorsunuz?" demedi!
Halbuki yaygaranın sebebi açıktı! ÇAY ve FINDIK bizim İHRAÇ ürünlerimizdi.
Çamur atıldığı için, o yıl çok az ve düşük fiyattan satabildik. Böylece bu
yaygarayı yabancıların kışkırttığı anlaşıldı... Üstelik gavur malı LİPTON, o yıl
TÜRKİYE'ye girmişti. YERLİ ÇAY içilmezse, onun piyasa payını kapabilecekti!
İşin acı tarafı, bütün o yaygarayı koparan BASIN-YAYIN araçları ile sözde
bilim adamları bu oyuna âlet olmuşlardı. Çoğu bunun için yüklü "teşvik" almıştı!
(9)- Bildiğiniz gibi HAC farizesi HARAM AYLAR'da yerine getirilir. Yani HAC AYLARI;
SAVAŞMA'nın, ADAM ÖLDÜRME'nin yasak olduğu, seyyahatin TAM GÜVENLİK altında
olduğu bir dönemdir. İş bununla da kalmaz. HAC sırasına İHRAMLI iken AVLANMAK
yasaktır. Hatta böcek, sinek öldürmek dahi yasaktır, meğer ki akrep gibi
öldürücü olsun!.. Daha da ilerisi, gereksiz yaprak koparmak bile yasaktır.
Çünkü HAC, sadece "KUTSAL bir MEKÂN'ı ziyaret" değildir! HACC'ın esas gayesi
"KAİNAT'taki herşeyin HAK'tan olduğunu, BİR olduğunu" görmek ve hissetmektir.
Kaldı ki MESCİD-İ HARAM bölgesi yani KÂBE civarı MUKADDES'tir, ve orada bulunan
herkes GÜVENLİK içindedir!..
Hal böyle iken Şİİ militanların bu ulvi töreni SİYASİ bir gösteriye
çevirmelerinin cezası, elbette ki ÖLÜM'dür.
(10)- Bu başvuru son derece yersizdi. Çünkü, Suat İlhan'ın belirttiği gibi
(Bakınız: Gümrük Birliği veya Sömürge Anlaşması, Yeni Forum Dergisi sayı 308),
TÜRKİYE'nin TAM ÜYE olması, zaten 1963'de kabul edilmişti!..Yapılması gereken
BATILILAR'dan bunun uygulanmasını talep etmek, kabul etmedikleri takdirde BATI
ile ilişkileri her yönden askıya almaktı. Hele IRAK-AMERİKA savaşı başlayınca,
her dediğimizi kabul etmeleri işten değildi... Ama, dedik ya, bunların hepsi
UŞAK'tır, ne MİLLİ MÜCADELE'yi, ne MÜDAFAA-YI HUKUK'u bilir!
> İÇİNDEKİLER< > ÖZAL DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR 2
<ÖZAL SONRASI KARGAŞASI <