ÖZAL DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR 2

(11)- Bu BATI HUKUK SİSTEMİ bir acaiptir... Kişi DEVLET'i mahkemeye verir!.. Yahu, DEVLET eti-canı olan bir varlık değil ki, cezalandırasın!.. DEVLET adına kişiler iş görür. Eğer yapılan bir haksızlık varsa, o haksızlığın cereyan ettiği DEVLET kurumundaki SORUMLU kişilerin mahkemeye verilmesi ve onların cezalandırılması, tazminatı onların ödemesi gerekirken böyle yapılmaz. Neden?.. Çünkü o zaman memura, bürokrata kimse haksızlık yaptıramaz da ondan!..

Bundan 500 yıl önce, 1000 yıl önce dahi DEVLET değil; vezirler, hükümdarlar mahkemeye verilirdi. Eğer mahkum olurlarsa cezayı kendi ceplerinden öderlerdi...1400'lerde FATİH SULTAN MEHMED, ellerini kestirdiği bir Rum mimar tarafından şikayet edilmiş, önce KISAS'a, sonra mimarın DİYET istemesi üzerine de, hayat boyu ona kendi cebinden maaş ödemeye mahkum olmuştu!.. İSLAM ve TÜRK adaleti böyledir!

Zavallı koruması olmayan DEVLET'i mahkemeye verdin mi; veren de, onu savunan avukat ta, DEVLET'i savunması gereken avukat ta, kararı veren hakim de ziftlenir. Hele hakim, mümkün olduğu kadar büyük rakamları onaylar. Çünkü para onun cebinden çıkmıyor; aksine ne kadar fazla yazarsa, o kadar payı artıyor!

Bu iş ne zaman başladı?..Bizim tesbit edebildiğimiz kadarıyla KEBAN Barajı'nın inşaatıyla, Demirel döneminde... O zaman bazı açıkgöz avukatlar %20-50'sini almak kaydıyla toprakları su altında kalacağı için istimlak edilen köylüleri kışkırtmışlar, DEVLET aleyhine istimlak bedelini yükseltmek amacıyla dava açtırmışlardı. Davalı DEVLET... Onu savunan Hazine avukatı, hakim, köylü avukatı ortak şirket kurup istimlak bedellerini yükselttiler, aldıklarını bölüştüler. Bu yüzden Baraj olması gerekenin 2-3 katı fazlasına maloldu!

Bu iğrenç uygulamanın örneklerinden biri, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde "DEVLET'in sorumlu" bulunup, "ailesine 40 milyar TL. tazminat ödemeye mahkum" edilmesidir! Yahi, DEVLET kendi bekçi olup o herifin kapısına dikilecek değildi ya!..Sorumlu bekçi, onu göndermeyen karakol komiseri, emniyet müdürü, en son da İçişleri Bakanı!.. Bu heriflerden alsana bir hakkın varsa!.. Yok!..Sahipsiz DEVLET'i soymak dururken, niye başkasıyla uğraşsınlar ki?

Ne diyelim?.. Zaten HARAM ya, gözlerine dizlerine durur İNŞAALLAH!

(12)- Bu REFERANDUM'da TÜRK İNSANI'nın ne kadar büyük sağduyu sahibi olduğunu göstermiştir. Sonuç inanılmazdır. %50.27 EVET oyu, %49.73 HAYIR oyu çıkmıştır!

Yani TÜRK İNSANI bu kaşarlanmış politikacıları, o sonsuz müsamahası ile bağışlarken, ASLA geçmiş günahlarını affetmediğini; onları bir daha başında görmek istemediğini belirtmiştir. Onlara, "ben sizin yasaklanmış olmanız durumunuzu değiştiriyorum, artık kendiniz çekilin," demiştir.

Eğer bu heriflerde zerre kadar İZZET-İ NEFİS olsaydı, hepsi affedilmesine rağmen bir daha politika ile uğraşmaz, köşelerinde VİCDAN MÜHASEBESİ yapar, günahlarının affı için inzivaya çekilirdi.

Ama öyle olmamıştır. DEMİREL, ERBAKAN, ECEVİT, TÜRKEŞ bu sonucu "bir haksızlığın düzeltilmesi" şeklinde değerlendirmişler, hemen ortaya fırlamışlar, EMANETÇİ parti liderlerinden görevi devralmışlar ve eski tavırlarını sürdürmüşlerdir. Hele DEMİREL!.. Ahh o DEMİREL!..

(13)- Daha önce LOZAN BARIŞI yazımızda ve diğerlerinde anlattık... Biz BATILI SÖMÜRGECİ ZENGİN ülkelerin dünyanın geri kalan kısmını yeteri kadar soyduklarına inandığımızdan, onlara bir de TELİF, PATENT, KNOW-HOW, ROYALTY gibi bedellerin ödenmesine karşıyız.

Bu ZALİMLER hem FAKİR ülkeleri kalkındırmak istediklerini iddia ederler; hem de onları kalkındıracak BİLGİ'yi, TEKNOLOJİ'yi hatta salgın hastalıklardan koruyacak İLAÇ'ı pahalı pahalı satarak büsbütün SEFALET'e mahkum ederler!..O yüzdendir ki, son 50 yıldır ZENGİNLER daha ZENGİN, FAKİRLER daha FAKİR olup gitmiştir... İlk ve TEK ÇARE öyle sahte "yardım", kredi filan değil; ilikleri sömüren bu TELİF ve PATENT, vs. ÖDEMELERİ'ne son vermektir!

(14)- Biz hep söyleriz. BATI tarzı KAPİTALİST sözde SERBEST PAZAR EKONOMİSİ, KAĞITTAN KULE'dir. Bir üflemeyle yıkılır! Çünkü ekonomi KREDİLER ve HİSSE SENETLERİ üzerine kurulmuştur. KREDİLER ekonomiyi olduğundan bir kaç kat büyük gösterir. Ama ortada gerçek SOMUT DEĞERLER değil, bir takım ÇEK, SENET, BONOLAR döner. En ufak bir kriz anında herkes elindeki o boş kâğıtları NAKİT'e çevirmek istedi mi, iflaslar başlar.

Öte yandan HİSSE SENETLERİ çeşitli SPEKÜLASYONLAR ile elden ele dolaşır. Hiç biri ait olduğu kurumun gerçek FİNANS durumunu yansıtmaz. Yine en ufak bir kriz anında herkes bu kağıt parçalarından kurtulup NAKİT elde etmek istediğinden şirketler, hatta dev holdingler bir kaç gün içinde çöker gider.

Biz EKONOMİ'de (Hangi sistem olursa olsun; ister SOSYALİST, ister KAPİTALİST, isterse bizim savunduğumuz İSLAMİ ESASLARA DAYANAN DEVLETÇİLİK) herkesin AYAĞINI YORGANINA GÖRE UZATMASI'nı isteriz. Elbette İŞLER KAPİTAL(SERMAYE) ile görülecek; ancak SADECE gerçek SERMAYE'si olanlar, yani harcayabildiğinden fazla MALI-MÜLKÜ, PARASI olanlar yatırım yapacak. KREDİ elbette olacak; ancak bir yerlerde mutlaka KARŞILIĞI bulunacak!.. Böyle bir EKONOMİ batmaz!

Biz beş parası olmayan açıkgözlerin onun bunun parasını toplıyarak "işadamlığı"na soyunmasını, DOLANDIRICILIK olarak görürüz. Bu, "ekonomik özgürlük, girişim serbestisi" filan değil; düpedüz ENAYİ sayılan MAL-MÜLK sahiplerinin üçkağıtçılar tarafından dolandırılmasıdır. Hele bazı kişilerin işe yaramaz gayrımenkulleri "ipotek" ettirerek özellikle DEVLET bankalarından kredi çekip batırmalarını İDAMLIK suç olarak değerlendiririz. Çünkü o paralarda, DEMİREL'in pek sevdiği ama uymadığı İSLAMİ tabirle, "tüyü bitmemiş YETİMİN HAKKI" vardır!

Yine aynı şekilde kazandığı paralar ile MAL-MÜLK alıp karısının, kızının üzerine geçiren ve sonra HİLELİ İFLAS ile yine saf vatandaşları ve DEVLET'i dolandıran namussuzları, ailece donuna kadar soymak gerektiğini düşünürüz... Hiç bir ŞİRKET, FİRMA, HOLDİNG gerek TÜZEL KİŞİLİK olarak, gerekse sahiplerinin HAKİKİ KİŞİLİK olarak sahip oldukları malın yarısından fazlasını KREDİ olarak kullanamaz!.. Hiç kimse SINIRLI SORUMLU kavramının arkasına sığınıp, İFLAS ettiğini açıklayıp sonra KRALLAR gibi yaşamaya devam edemez!.. Herkes harcadığından TAM SORUMLU'dur!

KASTELLİ namussuzunun iki kere İFLAS etmesine rağmen VİLLA'da oturup keyf sürmesi, 30'a yakın bankayı hortumlayan bir kaç yüz kişinin 45 milyar dolar götürmesi; MANDACI İSMET hükümetinin ATATÜRK döneminde ÜÇKÂĞITÇILAR ülkesi İSVİÇRE'den TİCARET ve BORÇLAR HUKUKU kanununu aynen kopya etmesindendir!.. Cezalar da MAFYACI İTALYA'dan kotarılmıştır.

MAFYACI'nın KANUNU hiç MAZLUM'u korur mu?. Hiç HAKK'a, HUKUK'a riayet eder mi?.. Şimdiki CEZA KANUNU'nda "göz çıkaran"a 5 yıl, "gözlük kıran"a 7 yıl hapis cezası vardır... İki cam parçasının bir gözden daha önemli sayılması bir yana, her iki halde de "mağdur"un zararı telafi edilmez!.. Halbuki 1400 yıl önceki İSLAM, "gözün diyeti"ni kaza ise 1000, kasıt varsa 2000 Cumhuriyet altını karşılığı olarak tesbit etmişti. Yani 7 milyarla 14 milyar TÜRK LİRASI!..

Biz bu MAFYACI kanunlarının TAMAMEN değiştirilip kendi bünyemize uygun bir hale getirilmesini isteriz! Bunu sadece biz söylemiyoruz, 1996 yılında YARGITAY Genel Kurulu Başkanı Mehmet Uygur "CEZA KANUNU tümden yeniden yazılsın," diye açıklama yaptı!

(15)- Daima TÜRKLER'in yaşamış olduğu KARABAĞ bölgesi SELÇUKLULAR, İLHANLILAR, AKKOYUNLULAR ve SAFEVİLER'den sonra 3. Murad döneminde OSMANLI toprağına katıldı. 1735 Gence Anlaşması ile İran'a bırakıldı. 1905 yılında Rusya tarafından işgal edildi. 1917 İhtilali'nden sonra Ermeniler'in KARABAĞ'da hak iddia etmeleri üzerine TÜRK ORDUSU bölgeye girdi. Mütareke anında orada idi!... Yani NAHCİVAN, KARABAĞ, BAKÜ'ye kadar AZERBEYCAN MİSAK-I MİLLİ'ye dahıldir.

İngilizler AZERBEYCAN'ı işgal edip KARABAĞ'ı oraya bağladılar. 1920'de tüm bölge RUS işgaline uğradı ve 1921 SOVYET-TÜRK anlaşması ile SOVYETLER'e bırakıldı.

4400 km. karelik bölge 1923'e kadar ERMENİSTAN'ın bir parçası sayıldı. Sonra STALİN sınırları yeniden çizerken, NAHCİVAN'ı ve KARABAĞ'ı AZERBEYCAN'a bağladı, ancak araya ERMENİSTAN'ın o kopası dilini soktu, TÜRKİYE ile irtibatını kesti.

(16)- 1996 yılında ERBAKAN'ın LİBYA gezisi sırasında iki ülke "ABD ve İSRAİL'in TERÖRİST olduğu" na dair bir belge imzaladılar. TÜRKİYE'de kıyamet koptu!..

Yanlış mı?..İşte görüyorsunuz, ABD nasıl 1987'den beri LİBYA'yı, IRAK ve İRAN'ı taciz ediyor!.. GRENADA'yı, PANAMA'yı işgal ediyor, NİKARAGUA'yı karıştırıyor!..İnsanların kemiklerini kıran, durup dururken IRAK'ın nükleer santralini bombalıyan İSRAİL'i nasıl destekliyor!.. SURİYE ile sürtüşmemiz devam etsin de, bu ülke İSRAİL ile uğraşamasın diye nasıl PKK'yı besliyor!.. Bunlar yalan mı?.. Bunlardan sadece bir kısmını SURİYE yapınca TERÖRİST oluyor da, ABD niye TERÖRİST sayılmıyor? Hele selamsız sabahsız, uyduruk belge ve bahanelerle AFGANİSTAN (2001) ve IRAK'a (2003) saldırdıktan sonra!...

(17)- Biz SANAT bahsinde açıkladık. ŞİİR, EDEBİYAT, ROMAN, hatta MÜZİK kaabiliyeti, bir silahtır!..Kötüye kullanılırsa, ZARAR'ı TOP ve TÜFEK'ten büyük olur! Onun içindir ki, ATATÜRK; "fikirlerin top ve tüfekle yok edilemiyeceğini" söylemiştir!

Biz FİKİR ve ESERLER'in ancak TOPLUM'a bir HİZMET götürdüğü takdirde yararlı olacağına inanırız. Kötü amaçlı yapılmış bütün eserleri, yazılmış bütün yazıların da yasaklanması, ortadan kaldırılması taraftarıyız!

"Fikir özgürlüğü" ve "düşüncenin ifadesi" sayılabilecek kişiye HAKARET bile, gerektiğinde ağır para tazminatı ile cezalandırılırken; 1 milyar MÜSLÜMAN'a HAKARET eden, İNANÇLAR'ıyla ALAY eden bir kişinin yaptığının yanına kâr kalmasını, biz de hazmetmeyiz! Bu yüzden HÜMEYNİ'nin bu kararını, kendisini hiç sevmememize rağmen, yerinde buluruz.

Kaldı ki, aynı CEZA'nın, kitap HZ. İSA veya HZ. MUSA hakkında yazılmış olsa dahi UYGUN olduğunu düşünürüz. Biz İNANÇ SERBESTİYETİ'nin gerçek savunucusuyuz. Hangi inançtan olursa olsun, insanların DİNLER'ine söğülmesine müsamaha etmeyiz!

(18)- Bu "koruma" konusuna artık bir ciddiyet getirilmesi gerekir... Ülkede terör olması, elbette bazı önemli hizmetlerde bulunmuş kişilerin intikam saldırılarından korunmasını gerektirmektedir. Ama şu ana kadar koruması olup ta, uğradığı saldırıdan koruması sayesinde kurtulan bir tek kişi olmamıştır!

Bir dostumuzun dediği gibi; CUMHURBAŞKANI bile MUHAFIZ ALAYI'na sahip olmasına rağmen, bugüne kadar olan ASKERİ DARBELER'de MUHAFIZ ALAYI korumak yerine, CUMHURBAŞKANI'nı gözaltına almaktan başka bir işe yaramamıştır!

Öte yandan POLİS gücünün önemli bir kısmı BAKANLAR'ı, bazı MİLLETVEKİLLERİ'ni, VALİLER'i, eski KOMUTANLAR'ı, HAKİM ve SAVCILAR'ı korumakla görevlendirildiğinden esas görevlerini yapamaz hale gelmişlerdir.

Özal olayında görüldüğü gibi GERÇEK bir KORUMA görevi yapması gerekenler, ÖZEL olarak eğitilmedikleri ve itina ile seçilmedikleri için; her şeyden önce kendi canlarını korumayı düşünmekte, suçluyu tesbit edememekte ve halka rastgele "taciz" ateşi açarak saldırganı caydırmaya çalışmaktadır.

Halbuki AMERİKAN, bilhassa İSRAİL korumaları, KENDİLERİNİ HEDEF KİŞİNİN ÜSTÜNE ATARAK kurşunları göğüslemeye çalışırlar! 1970'li yıllarda AMERİKA'ya giden ECEVİT'i vurmak isteyen ERMENİ'yi, ECEVİT'in zenci koruması kürsüden adeta uçarak, adamın üstüne atlamak suretiyle yakalamıştı. Bu sırada adam bir kere daha ateş edebilseydi, bu korumanın ölmesi işten bile değildi!

Zaman zaman BAKAN KORUMALARI'nın bile aşiret reisi milletvekillerinin fedaileri ile başa çıkamadıklarını, hatta BAKAN'la görüşmek isteyen vatandaşlardan dayak yediğini; sonradan tarafların karakolda "barıştırıldıkları"nı gazetelerden okuyoruz.(1996) Bizce bu tam bir rezalettir... Eğer KORUMALAR olmaları gereken nitelikte olsa, o fedailer derdest edilip götürülür ve hapislerde süründürülürdü. KORUMA HALK'la sürtüşmez, ona ateş açmaz; ama HALK'tan da dayak yemez!

Bütün bu olayların altında SALDIRGANLAR'ın tam anlamıyla cezalandırılmaması yatmaktadır. Siz BAŞBAKAN NİHAT ERİM'i vuranı, ORDU KOMUTANI'nı, KESKİN NİŞANCI'yı vuran teröristi yakalamanıza rağmen hemen yargılayıp İDAM etmezseniz; SALDIRGAN'ı adeta mükafatlandırmış olursunuz... Nitekim Özal'a SUİKAST yapan da, DEMİREL'e SUİKAST yapan da paçayı kurtarmışlardır.

(19)- İşte onun içindir ki biz DEMOKRASİ , ÇOK PARTİLİ SİSTEM gibi palavralara inanmayız!.. BATI tipi DEMOKRASİ tamamen MİLLET'in kamplara bölünüp birbirini düşman gibi görmesi, birbirinden lokma kapmaya uğraşmasıdır. Ne kadar çok parti varsa, bu bölünme o kadar artar!.. DEMOKRASİ isteyip te İÇ SAVAŞ yaşamamış ülke yok gibidir. Biz de 1980'de İÇ SAVAŞ'ın eşiğine gelmiştik.

(20)- 12 Eylül'den sonra ASKERİ İDARE hiç bir şekilde sokak gösterilerine, yürüyüşe, slogan atmaya izin vermediği için; bu kendini "aydın" sayan takım , tuhaf protesto usülleri geliştirmişti. Mesela yürüyüşe kalktıklarında polis kendilerine engel olunca, bağırıp çağırmak yerine alkışlıyorlardı. Sosyalizm'i sembolize eden kırmızı karanfiller takarak ortaya çıkıyorlardı.

Özal'ın BATI'ya şirin görünmek için göz yumduğu sokak gösterileri yaygınlaşınca, slogan atma, pankart açma, hatta sopalı, molotof kokteyli saldırılar arttı, ama alkışlı protestodan vazgeçilmedi. Hatta bir acaip cenaze töreni haline geldi. Aziz Nesin'in filan cenazesi hep alkışlar ile kaldırılır oldu!..

(21)- Nasreddin Hoca'ya sormuşlar, "Eski ayları ne yaparlar?" diye... "Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar," demiş!..

Bizde de başarısız başbakanları CUMHURBAŞKANI yapıyorlar!.. Böyle bir "terfi" mekanizası, sadece bizde var.

Gözümüz kaldı sanılmasın. Hayır!.. Endişemiz şu ki, başarısız milletvekilleri için BAKAN koltuğu icat etmek mümkün. Ama CUMHURBAŞKANLIĞI makamı bir tane!.. Bu kadar başarısız PARTİ LİDERİ, BAŞBAKAN için bir koltuk yetmez ki!.. Başka çare bulmak lazım.

Biz deriz ki, en iyisi hepsini ÇÖPE ATMAK!..

Şaka bir yana, 12 Eylül darbesi ile DEVLET BAŞKANI olan EVREN'in 1982'de başlıyan 7 yıllık döneminin sona ermesi ve kendisinin MARMARİS'e çekilip ortalığı tamamen "sivil"lere bırakması, bizce erken olmuştur. Bir dönem daha başta kalıp sivil politikacıların bu kadar laçkalaşmasını önliyebilirdi!

(22)- EMPERYALİST BATI ülkelerinin DÜNYA'yı NÜFUZ BÖLGELERİ'ne ayırmaları 1500'lerde başlar... PAPA, o tarihlerde yeni keşfedilmeye başlıyan AMERİKA ve AFRİKA kıtalarını İSPANYA ve PORTEKİZ arasında paylaştırmıştı!.. Sonra devreye İNGİLTERE, FRANSA ve diğerleri girdi... DÜNYA son olarak 2. CİHAN HARBİ'nin hemen ardından YALTA KONFERANSI'nda BATI ve SOVYET RUSYA arasında paylaşılmıştı!.. O yüzdendir ki, AMERİKA ve BATI AVRUPA, Ruslar'ın MACARİSTAN, ve ÇEKOSLOVAKYA işgallerinde parmaklarını dahi kımıldatmamışlardır... İlk sorun, Ruslar'ın ABD'nin burnunun dibindeki KÜBA'yı silahlardırması ile çıktı.

MALTA buluşması, KOMÜNİZM'in yıkılmasını ve SOVYETLER'in dağılmasını kolaylaştırmıştır. Bu yüzden pek çok eski SOVYET vatandaşı, RUS olsun veya olmasın, GORBAÇOV'u VATANA İHANET'le suçlar!

Biz bu anlaşmada AMERİKA'nın kalleşlik ettiği, SOVYETLER'e yardım ve destek vereceğini söylemesine rağmen, bu ülkeyi tamamen dağıtmayı, DOĞU AVRUPA, ORTA ASYA, KAFKASLAR ve bütün RUSYA'yı; AFRİKA ve ORTA DOĞU ülkeleri gibi kendine tabi "uydu" devletler haline getirme çabasına girdiği düşüncasindeyiz.

AMERİKA, dünyada TEK SÜPER GÜÇ olarak kaldığını görerek her istediğini yapabileceği zehabına kapılmıştır. Hele IRAK Savaşı'ndan sonra burnu iyice büyümüştür.

Ama biz MAO'nun dediği gibi, AMERİKA'nın KÂĞITTAN KAPLAN olduğuna inananlardanız. Öyle olmasa, GRANADA'da neredeyse yenilmezdi!.. Öyle olmasa, SADDAM "höt" deyince askerlerini IRAK'tan kaçırmazdı!.. (1991) Öyle olmasa 21 günde girdiği Irak'ta her gün 3-5 kayıp vermekten ve yenilmekten kurlulurdu. (2003) Öyle olmasa, kendi ülkesinin teröristleri ile başa çıkabilirdi!..

AMERİKA'nın pili bitmiştir... Bizce en fazla 10 yıllık bir ömrü vardır. Ondan sonra RUSYA'nın bugünkü haline düşecektir!

AMERİKA'nın çökmesi demek, BATI'nın çokmesi demektir! Zaten BATI AVRUPA BİRLİĞİ falan bunun için kuruluyor, çökmeyi geciktirmek için!.. NATO'nun cesedi bunun için CANLI gösterilmeye çalışılıyor!

İşte bunun için biz, TÜRKİYE'nin geleceğini BATI'ya bağlamayı çok tehlikeli buluruz!.. BATI'yla birlik olursak, o yıkılınca biz de altında kalırız. Halbuki biz hem SOVYETLER'in, hem de BATI'nın MİRAS'ına konacak bir mevkideyiz. İkisiyle de ilişkileri iyi götürmek, ama onların cazibesine kapılmamak gerekiyor!

(23)- KÖRFEZ SAVAŞI (1991) diye yutturulmak istenen bu savaş, aslında IRAK-AMERİKA SAVAŞIDIR!.. Körfez'de başka ülke savaşmadı ki! Diğer devşirme ülkeler sembolik mahiyette katıldılar. Bölge ülkelerinden SUUDİ ARABİSTAN, KUVEYT, İRAN da savaşmadı!

Kaldı ki, SADDAM'ın bu savaş için kullandığı "SAVAŞLARIN ANASI" tabiri çok yerindedir... İkinci Amerikan saldırı için de doğrudur!.. (2003) Bu savaş, ATATÜRK'ün önderlik ettiği TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ'nden sonra, bölgede EMPERYALİST BATI'ya karşı ilk başkaldırıdır... SADDAM için ne söylense belki doğrudur, ama kabul etmek gerekir ki, günümüzde AMERİKA ve BATI'ya silahla direnen TEK LİDER'dir!.. Ne yazık ki biz bu sefer ZALİMLER safında yer aldık, ATATÜRK'ün belirlediği gibi MAZLUMLAR'ın değil!..

SADDAM'dan başka BATI'dan yılmayan ikinci LİDER de KADDAFİ'dir!.. Bu kişilerin DELİ diye vasıflandırılmasının sebebi; herhalde bizim korkak, pısırık, şahsiyetsiz politikacıların gösteremediği CESARET'i göstermeleridir!.. Biliyorsunuz, Rusya'nın süper güç konumuna gelmesini sağlıyan prensiplerin sahibi Çar Büyük Petro'ya biz hâlâ "Deli Petro" deriz!.. Böyle "deliler" ülkeleri için "akıllılar"dan daha makbuldür!

Gelelim 1991'deki SAVAŞ'ın değerlendirmesine... Bu savaşta görülmüştür ki, VİYETNAM, GRANADA hezimetlerinden sonra HAVA HARBİ TEKNOLOJİSİ'ni son derece geliştirmiştir AMERİKA!..

Bilgisayarla uzaktan hedefe sıfırlandığı için AKILLI diye adlandırılan roketler, radara yakalanmıyan uçaklar, düşman radarlarını gelen şualardan tesbit ve imha teknikleri, uzay fotoğrafları ile hava savunma sistemlerini, düşman birliklerini belirleyip yok etme taktiği ABD'yi GALİB kılmıştır.

Bu TEKNOLOJİK SAVAŞ ÜSTÜNLÜĞÜ, SOVYETLER'in de gözünü korkutmuştur. Her ne kadar NÜKLEER bir SAVAŞ'ta ne olacağı belli olmazsa da, KONVENSİYONEL sayılan HAVA SAVAŞLARI'nda ABD ile başedemiyeceği ortaya çıkmıştır. Sanırız 15 CUMHURİYET'in 1991'de SOVYETLER'den kopması, bu olayla kolaylaşmıştır.

KISSADAN HİSSE almak gerekir... BATI AVRUPA ve AMERİKA bizim EZELİ ve EBEDİ DÜŞMAN'ımızdır! En kısa zamanda sanki saldırıya IRAK değil de, biz uğramışız gibi, bu tarz bir muharebeye hazırlanmak, mukabil teknolojiler geliştirmek gerekir!.. Yani radara yakalanmıyan uçakları yakalıyacak sistemler; radarları bozan cihazları engelliyen, çalıştırmayan cihazlar; akıllı füzeleri havada vuran füzeler; veya onları geri çevirip atana yollıyan sistemler; düşman radarlarını aldatan sistemler; düşman saldırısına direnecek, uzaydan tesbiti imkansız sığınaklar; uyduları yanıltıp fotoğraf çekmesini engelliyen cihazlar icat etmemiz, ve casus uyduları vurup yok edecek roketler edinmemiz şart!

TAM BAĞIMSIZLIK ve MİLLİ HAKİMİYET'in korunması ancak sadece KENDİNE GÜVENEREK, KENDİ GÜCÜYLE ayakta durarak olur. ATATÜRK boşuna "TÜRK!.. ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN!" dememiş!

(24)- Bu rakam çok önemlidir. KÜRT BÖLÜCÜLER ve BATILI destekçileri Irak'taki 2.000.000 TÜRKMEN'i yok sayıp, 4.000.000 KÜRT olduğunu öne sürerler!.. IRAK'ın kuzeyindeki bütün KÜRTLER tası tarağı toplayıp İRAN'a ve TÜRKİYE'ye kaçtıklarına göre, gerçek sayıları ortaya çıkmıştır!..

İltica edenlerin arasında en az 200.000 TÜRKMEN ve muhalif ARAP olmasını da göz önünde tutsanız, 17 milyonluk IRAK'taki KÜRT sayısı, bir milyon bile değildir!.. Üstelik bunların hemen hepsi cahil, AŞİRET seviyesinde yaşıyan, başlıca GORANİ ve SORANİ diye İKİ DÜŞMAN ve birbirini ANLAMAZ kampa bölünmüş haldedir.

Bunların birleşip bir DEVLET kurmaları mümkün değlldir. Daha sonra çıkan çatışmalar ortadadır. Her ikisi de AMERİKAN UŞAĞI BARZANİ ve TALABANİ'nin ABD'nin bütün gayretlerine rağmen anlaşamaması, bu dediğimizi doğrulamaktadır.

İşin en acısı bu "MİLLİYETÇİ, MUKADDESATÇI, MÜSLÜMAN" bozuntusu Özal'ın, abisi BUŞT istemedi diye TÜRKMEN adını ağzına almaması, BARZANİ ve TALABANİ'ye, yaptıkları hainlikleri unutup KIRMIZI DİPLOMATİK TÜRK PASAPORTU vermesi, ve bu eşkiya gruplarına TEMSİLCİLİK açmasıdır!.. Yahu, Brezilya ormanlarındaki kabileler bile böyle liderlerle idare edilmiyor!

(25)- Şu bizim MEDYA ve "aydın" takımı çok enteresandır... SURİYE uçağımızı düşürdü, üzerinde durmadılar... FRANSIZ YÜZBAŞI, densizlik edip KAYMAKAM'ımızı tokatladı, geçiştirdiler... Tatbikat yaparken AMERİKALI denizciler gemimize füze atıp batırdı, subaylarımızı öldürdü, "kazadır" dediler... BATILI devletler, İMF, ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ müfettiş gönderip hakaret etti, hapishaneleri, MALİYE'yi teftiş etti, ses çıkarmadılar... AVRUPA KONSEYİ ikide birde aleyhimize karar aldı, "Kürtler'e toprak verin" diye, duymamazlıktan geldiler... HABİTAT'ta İSTANBUL'a gavur bayrağı çekildi, GALİ, "TÜRKİYE FEDERE DEVLETİ" dedi, çıt yok!..

Ama ne zamanki KADDAFİ "TÜRKİYE işgal altındadır, TARİH'ini, İLAHİ MİSYON'unu unuttu," dedi, Kürtler'in devlet kurmasını istedi; kıyametler koptu!..Birden TÜRKİYE'nin "bağımsız" olduğu hatırlandı, "haysiyet, şeref"ten bahsedilmeye "bize kimse karışamaz" denmeye başlandı!..(Ekim 1996)

Biraz müstehcen ama, tam buraya oturan bir kıssa vardır. Anlatalım:

Hükümdarın birinin kervanları devamlı olarak HARAMİLER tarafından soyuluyormuş. Ne yapsa, ne tedbir alsa başa çıkamıyormuş... Demişler ki, "Falanca yerde BABAYİĞİT, KABADAYI biri vardır, tek başına bütün haramilerin hakkından gelir!".. Hükümdar adamı çağırtmış, hakikaten kalıp kıyafet yerinde, taşı sıksa suyunu çıkarır cinsten...Hükümdar, "Becerebilir misin?" diye sormuş, adam, "Hiç şüpheniz olmasın!" demiş...

Kervan hazırlanmış, adamla birlikte yola koyulmuş... Bir süre sonra haramiler gene saldırmış!.. Kervanbaşı hemen koşup bizim KABADAYI muhafıza gelmiş, "Aman ağam, saldırıyorlar!" demiş, adamın kılı kıpırdamamış!.. Haramiler kervanı her zamankinden daha kolay, bir güzel soymuşlar, Sonra neden böyle muhafızsız olduğunu sormuşlar. KABADAYI gene hareketsiz!.. Kervanbaşı anlatmış. "Şu herif ben haramilere tek başıma yeterim, dedi, hükümdar da inandı, ondan muhafız vermedi," demiş...

Haramilerin reisi bunu duyunca sinirlenmiş, "Yaa öyle mi?. Erkeklik taslarsın ha?.. Düzün ulan şu herifi!" diye emir vermiş... Haramiler yatırmışlar KABADAYI'yı başlamışlar sıradan geçmeye!... Adam da gene "çıt" yok!.. Bir, üç, beş, on... Yok, adam sakin!.. Yirmi, otuz... gene ses yok!... Derken Reis seslenmiş, "Amma dayandın ha, karı bozuntusu!.. Şu da düzünce tam 40 kişi olacak!"..

Bizim KABADAYI birden silkinmiş, "Ne!.. Kırk kişi mi oldu?" deyip yeri göğü inleten bir nara atmış, oradan bir kılıç kapıp girişmiş haramilere!.. Bir girişmiş, adam kalmamış karşısında!.. Hepsini temizleyip kervanı kurtarmış, sağ salim gidecekleri yere ulaşmışlar...

Dönüşte Hükümdar olayı dinlemiş, adama parasını verip "Tamam" demiş... Bizim KABADAYI şaşırmış, "Ama niye Hükümdarım, kervanı kurtarmadım mı?" diye hayretle sormuş. Hükümdar gülerek cevap vermiş:

- "Kurtarmasına kurtardın da, ben her seferinde seni düzecek 40 KİŞİ'yi nereden bulayım!"

İşte bizim MEDYA ve "aydın"lara da galiba KADDAFİ 40. kişi gibi geldi!.. Üstelik onlar, HARAMİLER'e kılıç çekmediler daha!

(26)- ERBAB'ı bilir... Son 100 yılın EKONOMİ tarihi incelendiğinde de kolayca görülür...Dünyanın bütün GELİŞMİŞ ÜLKELER'i ZOR ZAMANLAR'da SERBEST PAZAR kurallarını bir kenara bırakır, sıkı DEVLETÇİ TEDBİRLER alırlar... Bu EKONOMİK ZORLUKLAR döneminde de böyledir, SAVAŞ dönemlerinde de!.. AMERİKA, ALMANYA, SOVYETLER, İNGİLTERE, İTALYA hep böyle yapmışlardır. UZAK DOĞU ülkelerini inceleyen Cem KOZLU da istemeden de olsa, JAPONYA, GÜNEY KORE, MALEZYA, SİNGAPUR'un DİKTATÖR'ce tedbirler ile kalkınabildiği itiraf eder. (Bakınız: Cem Kozlu, Vizyon Arayışları)

Hal böyle iken, bizim enayilerin işler kötüye gittikçe "daha fazla serbest ekonomi" demelerini anlamıyoruz!.. Daha doğrusu ARTNİYET'e yoruyoruz. Çünkü her SERBEST EKONOMİ isteyen, ülkeyi biraz daha BATI'ya teslim ediyor, biraz daha batırıyor!

ZOR ZAMANLAR'da EKONOMİ'yi SERBEST'leştirmek; freni tutmayan otomobili kendi haline bırakmaya benzer! Hızı daha da artar, gittikçe daha çok kontrolden çıkar!.. Yapılması gereken gaz kesmek, vites düşürmek, DİREKSİYON'u daha SIKI kavramak ve EL FRENİ'ni çekmektir!.. Bunların hepsi KONTROLÜN ARTMASI anlamına gelir!

ÜLKE EKONOMİSİ güç durumda ise; DEVLET'in, İTHALAT ve İHRACAT'ı, FAİZLER'i, GELİR ve SERVETLER'i, ÜRETİM'i, TÜKETİM'i, YATIRIMLAR'ı, REKLAMLAR'ı ve tabii YOLSUZLUKLAR'ı çok SIKI DENETİM altında tutması gerekir!

(27)- KADIN'ın DEVLET idare etmesiyle, DEVLET BAŞKANI olan kocasının işine karışması birbirinden tamamen ayrı iki durumdur. Eski TÜRK DEVLETLERİ'nde kadın hükümdarlar vardır. Bizim THATCHER, ÇİLLER, BUTTO, GANDİ, GOLDA MAYER gibi kadın liderlere hiç itirazımız yoktur.

Ama kendisinin yetkisi yokken, sadece kocasının mevkiinden dolayı DEVLET işine karışmaya kalkan karılar, bizce sopalanması gereken yaratıklardır. OSMANLI tarihinde HÜRREM SULTAN, KÖSEM SULTAN, SAFİYE SULTAN gibi böyle DEVLET'i müşgül durumlara sokmuş kadınlar olduğu gibi; günümüzde de SEMRA, RAHŞAN gibileri devamlı kocalarını hata yapmaya sevkedenler çoktur.

Varsa bir özelliğin kendin çık ortaya!.. Nitekim SEMRA çıktı, bir halt edemedi. Sözümüz RAHŞAN'a da!.. Bırak kocanın yakasını, kendin gir MECLİS'e, ne söyliyeceksen söyle... Evde kocanı fitne fücur ile doldurup durma!.. Bunamış kocanı kandırıp onbinlerce suçluyu sokağa saldın, bari bundan sonra mutfağa kapan!..

SEMRA kocasının gölgesinden istifade ederek TÜRK KADINI bilmemne VAKFI kurdu. Yararlı işler yapmadı değil. Bilhassa imam nikahlı kadınlara resmi nikah sağlıyarak epey hayır işledi. Ancak "türk kadını" diye çizdiği, tombalak, pürolu, mama kılıklı imaj, etrafına benzer tiplerin toplanmasına sebep oldu. Bunlar olur olmaz işlere karışmaya başladılar. At sineği gibi rahatsız edici davranışlara girdiler. Neyse ki, Özal öldü, bunlar da dağılıp gitti... Ama bu karı hâlâ uslanmadı, zaman zaman batakhanelerde Fatih Ürek gibi nonoşlarla görünmeyi marifet sanıyor!.

ÖZAL KARDEŞLER'in politikadaki en büyük talihsizliği HAFİZE HANIM gibi OTORİTER bir annenin elinde yetişmeleridir. Her ne kadar ÖĞRETMEN olan bu kadın, onların hepsine iyi bir eğitim sağlamış, AMERİKA'ya gitme imkanı hazırlamış ise de; DESPOT tavrı üç kardeşin de karısına mahkum bir psikolojiye girmesine yol açmıştır.

TURGUT ÖZAL çok sevdiği annesini, bulunduğu mevkii suistimal ederek 2. MAHMUD türbesine gömdürdü. Neymiş?.. Hatunun bağlı olduğu şeyh de, nasıl yapılmışsa oraya gömülmüş!.. Halbuki bu gibi eski PADİŞAH ve CAMİ mezarlıklarına ancak Bakanlar Kurulu kararı ile girmek mümkündü. Her ikisi de bunu başarmıştı!

Unutulan bir şey vardı!.. Mezarlıklar hem iyi, hem de kötü şahısların yattığı yerlerdir... Bu küçük mezarlıkta da DEVLET'e çok zararı dokunmuş 2. MAHMUD'un yanısıra, ABDÜLAZİZ'i şehit eden kaatil SÜLEYMAN PAŞA ile HÜSEYİN AVNİ PAŞA da yatmaktaydı!

TURGUT ÖZAL, mâlûm, SEMRA'nın sözünden çıkamazdı. YUSUF ÖZAL, karısı ALMAN olmasına rağmen; karşısında ezilmiş, İSLAM'da MEKRUH sayılan "evde köpek besleme" olayına bile rıza göstermişti. ALLAH bilir, geçirdiği beyin rahatsızlığı köpek kılındandır...En tutarlı görünen KORKUT ÖZAL bile bu etkinin altında, çocuklarına istediği tarzda bir eğitim verememiştir. 3 oğlu, 2 kızının hepsi eşinden boşanmıştır! Doğru dürüst bir aile hayatları yoktur.

TURGUT ÖZAL'ın çocukları ise, malum. EFE ile ZEYNEP'in marifetleri gazete sütunlarından hiç düşmedi. Suratında meymenet bile olmayan AHMET ÖZAL ise, bütün iddialı davranışlarına rağmen, ancak babasının arkasına sığınarak işini sürdürebildi, sonunda iltimasla aldığı kredileri batırdı, yurt dışına kaçtı. Hâlâ da borçlarını ödemedi... Ama Malatya'dan milletvekili olmayı başardı!...

YUSUF ÖZAL'ın çocukları pek MEDYA diline düşmüyor. Bunu iyiye işaret sayıyoruz. Hani onlar da kötü olsa, "Ne aileymiş YARABBİ!" demek durumunda kalacaktık.

Şaka bir yana, SEMRA'nın yanına AHMET'i alıp MAFYA MAMALIĞI'na soyunması; ÖZAL AİLESİ'nin yüzkarasıdır!.. AHMET Efendi, "annem evlenirse, reddederim" diyeceğine, anasını önce RÜŞVET, SUİSTİMAL, ADAM VURDURTMA gibi MAFYA faaliyetlerinden uzak tutsaydı! Veya AİLE bu ikisini reddetseydi, çok daha iyi bir iş yapmış olurlardı!

Bizce TURGUT ÖZAL iktidara geldiği günlerde karısını boşamış olsaydı, yaptığı hatalardan en az yarısını yapmıyacaktı.

(28)- Bu olay BATILI ülkelerin "demokrasi"den ne anladığını çok açık gösterir. Aslında onların tarifine göre DEMOKRASİ "SEÇİMLE GELİP, SEÇİMLE GİTMEK"tir.

Ama bu hususiyet dahi, ancak onların istediği tarzda bir idare için söz konusudur. CEZAYİR'deki gibi İSLAMİ bir parti, veya ŞİLİ'deki gibi SOSYALİST bir parti gelirse, veya AVUSTURYA'da Haider gibi bir nazi iktidara gelirse; ilk işleri ya iktidarı vermemek, ya da devirmektir!.. Bu yüzden rahmetli NEYZEN TEVFİK, DEMOKRASİ'ye BOMBOKRASİ derdi!

Öte yandan BATI, öyle her ülkede "demokrasi" falan istemez!.. ARABİSTAN yarımadasındaki ŞERİAT uygulayan DİKTATÖR KRALLIK ve ŞEYHLİKLER'e, AFRİKA'da "söz dinleyen" DİKTATÖRLER'e hiç bize yaptığı gibi "demokrasi, insan hakları" filan telkin etmez, ambargo uygulamaz. Hatta AFGANİSTAN'da olduğu gibi YOBAZ TALİBAN örgütünü, PANAMA'da olduğu gibi uyuşturucu kralı NORİEGA'yı destekliyebilir!.. Yeter ki ipler kendi elinde olsun!

(29)- Bu ve benzeri olaylar ibret vericidir. Hiç bir KURUM ve KİŞİ'nin DEVLET'ten güçlü olmasına izin verilemez!.. Eğer verilirse, o kişi veya kuruluş, maddi imkanı az, savunmasız DEVLET memurlarını ya satın alır, ya da tehditle korkutup istediğini yaptırır.

Bizim anlayışımız kaynağı belli olmayan bütün SERVET'e DEVLET'çe EL KONMASI'dır! Bir kişinin YOLSUZLUK'tan, HIRSIZLIK'tan, RÜŞVET'ten, ZİMMET'ten, HORTUMCULUK'tan ve UYUŞTURUCU TİCARETİ'nden mahkum olup ta donuna kadar soyulmamasını, hem kendinin hem de ailesinin BEYLER gibi yaşamaya devam etmesini, hele hapishanede adeta kendine bir SARAY kurmasını anlamak, mümkün değildir!

Biz ayrıca açık açık milleti dolandırdığını, kabadayılıkla haraç aldığını ilan edenlerin, fedailerine adam vurdurtacağını söyleyip vurdurtanın öyle "masum sade bir vatandaş" gibi aylarca avukatlar ordusu ile yargılanmasına da karşıyız!.. Bu kişiler DİVAN-I HARB veya İSTİKLAL MAHKEMESİ tarzı bir yargılama ile derhal mahkum edilmeli ve hüküm hemen uygulanmalıdır!

Nedir o DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİ'nin hali?.. Sanki HAKİMLER, SAVCILAR suçlu da; CANİLER, SOYGUNCULAR, AVUKATLAR idareci gibi bir havası var!.. DGM'lerde yargılama TUTUKLAMA ile başlamalı, ve bütün deliller en geç bir hafta içinde MAHKEME'ye ulaşmalı, DURUŞMALAR sürekli olmalı ve ŞAHİTLER cebren getirilmeli, ve TEMYİZ olmamalıdır. Bu mahkemelerin "delil yetersizliğinden beraat" kararı verme hakkı olmamalıdır!.. Aksi takdirde boşanma davasına bakan mahkemelerden farkı kalmaz. Şimdiki halleri öyledir zaten!

Öte yandan "1 milyon liralık AĞIR PARA CEZASI" veya "3 yıl AĞIR HAPİS" gibi komik cezalardan, ÜÇ yılın BİR yılını yatınca mahkumu salıveren "İNFAZ YASASI"ndan vazgeçilmelidir. AĞIR PARA CEZASI dediğimiz gibi insanı donuna kadar soyacak cinsten olmalıdır... AĞIR HAPİS cezası, lüks otel odasında çekilmez. HÜCRE'de, ve TAŞ KIRMA, YOL YAPMA gibi AĞIR İŞ ile ve MİNUMUM GIDA ile çekilir... Ki, HAFİF HAPİS cezasından farkı olsun!..

Hemen ekliyelim ki, insanları UYUŞTURUCU ile eziyet ederek öldürmeyi meslek edinmiş bu kişiler kendilerine uymayan DEVLET memurlarını, rakiplerini, sade vatandaşları silahla öldürmekten de kaçınmazlar. Bu eylemlerde bulunanları hapse atmanın bir anlamı olmadığı inancındayız. ADAM ÖLDÜREN'in cezası ÖLÜM'dür!..Ki, CAYDIRICI olsun.

Bundan 1400 yıl önceki İSLAM uygulamasında dahi, istemeden ölüme sebep olanın cezası 2000 koyun idi, maktulün ailesine verilmek üzere alınırdı. (Yani 4000 cumhuriyet altını!) Kasten adam öldüren ÖLÜM'e mahkum edilir, eğer maktülün ailesi bağışlarsa, bunun iki katı, yani 8000 cumhuriyet altını DİYET öderdi!.. Bu, bugünün parası ile 600.000 dolar=180 MİLYAR TL.dır. (1998 kuru)

Böyle bir DİYET bütün cinayetleri, ve trafik kazalarını önlemeye yeter! Ayrıca İNSAN HAYATI'na verilen GERÇEK DEĞER'in göstergesidir...

Halbuki şimdi "idam cezalarını kaldırma"yı HÜMANİZM sananlar var. Bu sadece CANİ'nin HAYATI'na verilen DEĞER'i gösterir!.. Biz ise SUÇLU ile MASUM'u hiç bir zaman aynı kefeye koymayız, MAZLUM'u bırakıp ZALİM'i "insan" saymayız!

HAPİS cezasına gelince, sadece mağduriyeti ortadan kaldıracak miktarda DİYET'i ödeyemeyen kişiye, ve TOPLUM içinde yaşaması zararlı kişinin tedrici amacıyla uygulanır. Yoksa DEVLET'e ek masraf çıkarmaktan, suçluların birbirini kötü eğitmesinden başka bir şeye yaramaz.

(30)- İşte biz bunu anlamıyoruz... Hani biz "demokrasi" budalası değiliz ama, ağızlarından DEMOKRASİ düşürmeyenlerin GÜMRÜK BİRLİĞİ gibi tartışmalı bir anlaşmayı, AVRUPA BİRLİĞİ'ne giriş gibi geleceğimizi İPOTEK eden bir kararı REFERANDUM'a sunmamasını, ARTNİYETLİ buluyoruz!.. Halkın ikisini de reddedeceği açık!.. E, o zaman bu nasıl bir "demokrasi"dir ki, halkın istemediğini uygulamaya kalkar?..

(31)- Ölünün arkasından kötü konuşmak İSLAM'da makbul sayılmaz... Doğrudur... Ancak ölen kişi TÜRKİYE'nin kaderini 13 yıl elinde tutmuşsa, FAHİŞ hatalar yapmışsa, bunun TARİH açısından değerlendirilmesi ve İBRET alınması şarttır.

Hal böyle iken, bazılarının çıkıp bu kişiye "anıt mezar" yapması, yere göğe koyamaması, "ÖZAL RUHU"nu diriltmeye kalkması, yine bazı kişilerin "Ah ÖZAL olsaydı, bunlar başımıza gelmezdi," diye dövünmesi bizim tüylerimizi diken diken ediyor!

Ne zaman TEBBET SURESİ'nin "EBU LEHEB'in İKİ EL'i kurusun! Kendisi de kurudu gitti! Ne malı, ne kazandığı ona yaramıyacak! Alevli ateşe atılacak! Karısı da boynunda ip, odun taşıyacak!" mealindeki ayetleri okunsa; her nedense aklımıza bu kişi ve karısı geliyor!

İşte o yüzden "varsa günahı vebali söyletenlerin boynuna" deyip biz bildiklerimizi, gözlerden saklananları ortaya dökmeyi, bu kişiyi hakettiği seviyeye indirmeyi görev kabul ediyoruz. Yazının başından beri bunu yaptık. Zaman zaman da kendimizi tutamayıp şahsiyata girdik, affola!

Özal'ın ahirete intikali de, son günleri gibi rezilane olmuştur. Ancak bu da hem ailesi, hem de doktorları tarafından gözlerden saklanmıştır.

Gene "günahı anlatanların boynuna"; bizim Özal Efendi, son AMERİKA seyyahatinde prostat ameliyatı filan diye, kendine "mutluluk çubuğu" taktırmış!.. Görünüşte hiç bir rahatsızlığı olmayan Özal, öldüğü sabah Semra Hanım'la ilişkiye girmiş. Ancak kalbi dayanmamış, yatakta kalmış!..

Tabii Semra Hanım'da şafak atmış. Nasıl atmasın?.. Özal'ın "mutluluk çubuğu" bayrak direği gibi ayakta!.. Ne yıkamaya uygun, ne de kefene sığar!.. Hemen kalp doktorları ile birlikte cerrahlar da çağrılmış... Bunlar bir süre uğraşıp çubuğu almışlar. Sonra ölümü açıklamışlar...

Sabah 10'da KÖŞK'e alelacele doktorlar çağrılmasına ve ölümün doktorlar gelmeden vuku bulduğunun açıklanmasına rağmen; ölüm saatinin bir doktor tarafında 12 diye, bir diğeri tarafından da 13:30 gibi ilan edilmesinin, arada 3 küsur saat fark olmasının hikmeti buymuş!

(32)- Demirel Efendi'nin desteksiz vaadleri arasında olduğu için 1991'de MEMUR SENDİKALARI kurulmaya başladı. Bunların her biri bir partiye, hatta fraksiyona bağlı olduğu için MEMURLAR tekrar bölündü. 12 Eylül öncesini hatırlatır iş bırakmalar, yürüyüşler, hatta terörist eylemler tekrar yaşanır oldu.

Zaten Demirel ne zaman iktidara gelse, ANARŞİ ve TERÖR peşinden hortlar! Bu adamın bu memlekete ettiği kötülük saymakla bitmez. Bir kısmını DEMİREL DÖNEMİ yazımızda anlattık.

Biz DEVLET güvencesine sahip MEMUR ve İŞÇİLER'in sendika kurmasına, grev yapmasına karşıyız. DEVLET dairelerine POLİTİKA girmesine de karşıyız. Sendikalı işte çalışmak isteyen ÖZEL SEKTÖR'e geçsin! POLİTİKA yapmak isteyen partiye girsin. Ama MİLLET'in işini görürken kendini düşünmek olmaz!

Peki, memurun hakkını kim koruyacak, derseniz... elbetteki DEVLET!.. Kendi memurunu korumayana zaten DEVLET denmez!..

(33)- Şu SSK talihsiz bir kurumdur. DYP-SHP döneminde başına Bakan olarak MEHMET MOĞOLTAY adlı soysuz geldi. Bu herif, adı MOĞOL(TÜRK) olmasına rağmen, kürtçülük ve alevi mezhepçiliği yaptı! SSK'da daire başkanından odacıya kadar herkesi görevden alıp yerine cahil kürtçüleri getirdi. Kendi adamlarını doldurdu. SSK kaynaklarını çar-çur etti. Tabii işler de yürümediğinden 3 yılda SSK iflasın eşiğine geldi.

Halen SSK'da 60.000 personel vardır. Bunca insanın sadece çalışanların hastane, emeklilik gibi yan hizmetini gördüğünü düşünürseniz, meselenin vehameti ortaya çıkar. Neredeyse bir işçinin emeklilik kaydını bir başka görevli tutmaktadır. Adamın ödediği prim, o görevlinin maaşına bile yetmez!

Bu MEHMET MOĞOLTAY, daha sonra SSK'daki başarısından dolayı(!) SHP tarafından mükafat olarak ADALET BAKANI yapıldı!.. Bu sefer hapishane görevlilerini değiştirdi. İçerdekiler kadar suçlu teröristleri, göreve getirdi... Kısacası asılacak, leşi sokaklarda sürüklenecek adamdır!

(34)- Başımızdakiler bir süre sonra "30 milyar zarar" dan söz etmeye başladılar.(1996) Bu yıllık 6 milyar dolarlık bir kayıp demektir. Ama TÜRKİYE'nin uğradığı zarar bundan çok büyüktür. Sığınmacıların tahrip ettiği ormanlar, verdikleri zarar, onlara yapılan masraflar, onlarla birlikte artan terör dolayısiyle uğranan kayıplar, terörü önlemek için yapılan masraflar, tesisleri ve kişileri korumak için alınan tedbirler, şehit ve yaralılara ödenen tazminatlar, ölenlerin can bedeli, petrol hattının eskimesi, IRAK TÜRKMENLERİ'nin çektiği sıkıntılar, ticaret kaybı, iş kaybı, dış itibarın sarsılması, bizim hesabımıza göre en az 200 milyar dolarlık bir zarara yol açmıştır.(2003)

Bu zararı mutlaka BATI AVRUPA, AMERİKA ve JAPONYA'nın ödemesi gerekir!.. Çünkü IRAK-AMERİKA savaşından onlar karlı çıkmışlardır. IRAK'a uygulanan ambargoda onların menfaati vardır.

Bizim teklifimiz şudur: PETROL BORU HATTI açılması ve IRAK'a AMBARGO ve BASKI'nın kalkması, yani KUZEY IRAK'ta IRAK HÜKÜMETİ'nin hakim olması kaydıyla, bu 200 milyar dolar BATI tarafından 10 yıl süreyle 10 milyar BORÇ SİLİNMESİ ve ayrıca 10 milyar dolar elden ödenmesi şeklinde tazmin edilmelidir!

Eğer AMBARGO kalkmaz ise, TÜRKİYE zarara girmeye devam edeceğinden, BATI her yıl 10 milyar dolar tazminat ödemelidir!

ABD'li yöneticilerin yüzsüzlük edip "Zararınızın sebebi SADDAM'dır" demelerine izin verilmemelidir!.. BATI bizim taleplerimizi karşılamadığı takdirde, TÜRKİYE hem NATO, hem AVRUPA BİRLİĞİ, hem de BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e karşı olan taahhütlerini askıya aldığını, katkısını gittikçe azaltacağını ve kendi başının çaresine bakacağını açıklamalıdır.

BATI'dan uzaklaşırsak, batarmışız!.. Kendimizi BATI'nın kucağına bıraktık ta, ne oldu?.. Biz zaten İSMET PAŞA MUAMMASI, MENDERES, DEMİREL, ÖZAL yazılarımızla ATATÜRKÇÜLÜK'ten ne kadar uzaklaştığımızı, İSMET'le birlikte BATI'ya yamandığımızı, ama işe yaramadığını göstermeye çalıştık. Şu anda bütçemizin 2 katı dış borcumuz, bir katı kadar da iç borcumuz var. Yani İFLAS etmiş durumdayız!.. BATI kurtarıcı olsa, 50 yılda kurtarırdı, şimdiki gibi batırmazdı!

-----------------

KAYNAKLAR:

- ATATÜRK'ün Söylev ve Demeçleri 1-5 TTK

- 20. Yüzyıl Ansiklopedisi 4, Tercüman yayınları

- Emin Çölaşan, Turgut Nereye Koşuyor?

***

> İÇİNDEKİLER< > ÖZAL SONRASI KARMAŞASI <