ORDU MİLLET-ORDU DEVLET İLKESİ - AÇIKLAMALAR
(1)- Bu ifademiz bir ŞOK yaratmış olabilir... Ama hakikatin tam ifadesidir... TÜRK MİLLETİ, ATİLLA zamanından beri bir ORDU MİLLET'tir. O dönemde GÖÇEBE OLAN HUN TÜRKLERİ arabalarla bir yerden başka diyara giderler; erkekler savaşır, kadınlar yara sarar, azık hazırlar, gerektiğinde ÇADIR ŞEHİR'i korurdu.
Daha eskilerde SAKALAR ve ETRÜSKLER döneminde de TÜRKLER bir ORDU MİLLET idi... HERODOT TARİHİ'ne girmiş olan AMAZON KADIN SAVAŞÇILARI, Amasya bölgesinde yaşıyan SAKA(İSKİT) TÜRKLERİ'nden başkası değildi!
Bu durum OSMANLI döneminde de değişmemiştir... ERZURUM müdafaasında kadınlar da görev almıştı. İSTİKLAL SAVAŞI ise bütün milletin levazım, sıhhiye, posta eri gibi görev yapmasıyla kazanılmıştır.
Bakın, Şevket Süreyya bu ORDU MİLLET konusunda ne diyor:
-"Biz bir ORDU MİLLET'iz!.. Tarihte kurduğumuz devletler nizamına da aslında seyyar birer ORDU olan aşiret nizamından geldik. OSMANLI DEVLETİ'nin yapısında ORDU nizamı, bu devletin dayandığı başlıca üç kuvvetin birincisi ve en güçlüsü oldu."
"Bizde ORDU varsa MİLLET oldu. MİLLET ORDU'sunu kaybedince, ya COĞRAFYA sahnesinden silindi, yahut ta gevşedi soysuzlaştı... Bizde eski toprak kanunları bile ORDU nizamına bağlanmıştı."
Halbuki her millet ORDU MİLLET değildir. Mesela Anglo-Saksonlar, İsveç, Norveçler, İtalyanlar... İngiliz Tarihi, kralın ordu kurmaması ve milleti ordulaştırmaması için asillerin kralla asırlarca süren mücadelesinden ibarettir.
"Bizim tarihimizin ise en karışık, en bahtsız zamanları, ORDU'nun bozulduğu, otoritenin disiplinin gevşediği zamanlardır... TÜRKİYE'nin sosyal yapısı böyle devam edip yeni sosyal güçler üstün kudretler haline gelinceye kadar da bu böyle sürüp gidecektir." (2. Adam, 1.Cilt sf. 33-34)
Dünyada TÜRKLER'den başka ASKER MİLLET yoktur!.. Son 50 yılda İsrail bu yönde bir adım atmış ve epey başarılı olmuştur. Ayakta kalmasını buna borçludur... Bir de milletini TOPYEKUN SAVUNMA'ya hazırlıyan İSVİÇRE vardır.
İSVİÇRE hep dağları, kayak merkezleri, saatleri, çukulataları ile "şirin" bir ülke olarak tanıtılır... Halbuki bu ülke HIRİSTİYAN DÜNYASI'nın "kalın barsağı"dır!.. Bütün karanlık işlerin "in"idir... Silah kaçakçılığı, uyusturucu trafiği, kadın ticareti ve geri kalmış ülkelerin soyulması, terör hep burada planlanır... Birleşmiş Milletler Teşkilatı, uluslararası diğer kuruluşlar sinsi faaliyetlerini burada yürütür. Çünkü sözüm ona İSVİÇRE "tarafsız"dır... Aslında İSVİÇRE, kendisine hiç bir şekilde karışılmasın diye ne BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI'na, ne AVRUPA BİRLİĞİ'ne, ne de başka bir ittifaka dahildir!..
İSVİÇRE aynı zamanda dünyanın "para merkezi"dir. Bu şöhretini, ve tabii servetini "banka hesaplarının sahibini açıklamamak"la, ve parayı ancak "yatıranın istediğine ödeme" taahhüdü ile yapmıştır.
Çok masum gibi görünen bu ifade, aslında "Çalın, çırpın, getirip bana yatırın, sizden başka kimseye vermem" demektir!.. Böylece bütün haksız kazançlar, rüşvetler, orada birikir. Üstelik İSVİÇRE bu paraların büyük bir kısmına faiz vermez, tam tersine komisyon keser. Çünkü hep "haram para" ile iş görür.
İsviçre'nin son ortaya çıkan namussuzluğu, halkı açlıktan ölen ZAİRE Devlet Başkanı'nın çaldığı 10 milyar doları bankalarında tutmaktır!..(1996) Filipinli Markos'un, Afrikalı Mabutu'nun, Mısır Kralı Faruk'un, daha nicelerinin kendi halkından çalıp getirdikleri hep İsviçre bankalarında saklanmıştır. Yine nazilerin ve onlardan kaçan yahudilerin getirip yatırdıkları paraların da "iç edildiği" son günlerde anlaşıldı.
HUKUK, İNSAN HAKLARI konusunda attı mı mangalda kül bırakmayan BATILILAR, İSVİÇRE'yi özel bir itinayla korurlar!
Dahası var... İSVİÇRE, bu özelliğinden dolayı 2. Dünya Savaşı'nda HİTLER'in işgal etmediği TEK Avrupa ülkesi idi. Yani HİTLER bile hırsızların, uğursuzların parasına dokunmaya korkmuştu!..
Bütün bu desteğe rağmen, İSVİÇRE halkına muhtemel bir savaşta BÜTÜN nüfusunu barındıracak ve aylarca besliyecek tarzda sığınıklar hazırlamıştır!. Ayrıca her erkek İsviçre vatandaşı 50 yaşına kadar her yıl iki hafta "tam teçhizat-sıkı talim" askerlik yapmak zorundadır. Üniforması ve silahını evinde muhafaza eder. Kadınlar da "sivil savunma" faaliyetinde bulunurlar...Yani İsviçre, insanını bir ORDU MİLLET'e dönüştürmeye çalışmaktadır.
E, ne yapsın?.. Korku dağları bekliyor!.. Hitler yapamadı ama, delinin biri çıkıp "bu haksızlıklara son" demeye kalkabilir!
Bunları niye yazdık?.. Çünkü bugün ülkemizde bazı artniyetli kişiler, sanki "dünya güllük gülistanlık"mış, "kimse bizimle uğraşmıyor"muş gibi; askerlik yapmayı kötüliyen, orduya dil uzatan, hatta erleri komutanlarına karşı kışkırtan ifadeler kullanmaktalar... Ülkeyi bölmek isteyen, savunmasız insanları acımadan katleden teröristlerle mücadele eden asker, jandarma, özel tim, polis gibi hayatını tehlikeye atarak VATAN'ı koruyanları çetecilikle, rüşvetle, işkenceyle suçlıyarak engellemeye çalışıyorlar... Ordunun güçlenmesini sağlıyacak silahların alınmasını, nükleer enerji yatırımlarını "barış, çevre" teraneleri ile durdurma çabası içindeler...Bu da olmazsa, orduyu politikaya çekmeye çalışıyorlar.
Amaç bellidir!..TÜRKLER'in DİN'ini, DİL'ini yozlaştırdıktan sonra, en önemli özelliği olan ASKER vasfını ortadan kaldırmaktır!.. Buna elbet müsaade edilemez.
"Edilmez," diyoruz ama, bizi miskinliğe ittikleri de bir gerçektir... Halbuki ATATÜRK "VATAN MÜDAFAASI'nı savsaklıyan" milletlerin ayakta kalmayı bile başaramıyacağını belirtmiştir.
Mesela SİVİL SAVUNMA, yani MİLLET'in her an savaşa hazır olma, felaketlerle topyekün mücadele etme gücü, 2. Dünya Harbi'nde başladı diye kabul edilir... Bizce ilk örneğini MİLLİ MÜCADELE'de ANADOLU İNSANI vermiştir.
Ancak 1960'dan sonra her devlet dairesinde bir Sivil Savunma Sekreterliği veya Uzmanlığı kurulmasına, ve bu koltukta emekli bir subayın pineklemesine rağmen, SİVİL SAVUNMA konusunda doğru dürüst bir şey yapılmaz.
Kimse bir harp çıktığında nerede çalışacağını, nerede barınacağını, nelere intiyacı olduğunu bilmediği gibi; yangın, zelzele, sel baskını, trafik kazası, terör gibi olaylarda da bir panik, bir kargaşa yaşanır... İzmit-Gölçük-Adapazarı'nda yaşanan deprem felaketi bunun delilidir. (1999) Çünkü insanımız ASKER niteliğini, ORDU DİSİPLİNİ'ni büyük ölçüde kaybetmiştir.
Halbuki Japonya son geçirdiği büyük deprem felaketinde (1995) böyle bir SİVİL SAVUNMA anlayışı ile yaralıları kurtarmış, ve en ufak bir yağma olayı olmamıştır... Biz ise aynı yıl Dinar depreminde, İzmir sel felaketinde perişan olduk.
Bu konuda mutlaka bir şeyler yapılmalıdır. Askerlik eğitimi sırasında subaylar, astsubaylar, çavuşlar, onbaşılar, hatta erlere mutlaka SİVİL SAVUNMA ve İLK YARDIM öğretilmelidir... Aynı şekilde polisler ve itfaiye memurları, turizm elemanları bu konuda eğitilmelidir.
Okullara konan saçma sapan "insan hakları, çevre, turizm," gibi derslerin yerini bu konular almalıdır... Mahalle muhtarları, apartman yöneticileri böyle bir eğitimden geçmeli, ellerinin altında bu konular ile ilgili kitapçıklar ile o mahallede oturan bütün doktor, eczacı ve sağlık memurlarının adresleri olmalıdır... Her bölgede kim kimden emir ve direktif alacağını, kimlere emir vereceğini bilmelidir... İnsanlar nasıl işyerlerinde amirlerine itaat edip düzenli çalışıyorlarsa, mahallerinde de SİVİL SAVUNMA yetkililerine uymayı öğrenmelidirler... Avuçiçi kadar İSVİÇRE, hem de asırlardır savaşa girmemişken bunu yapıyorsa, bizim yapmamamız enayiliktir!..
Ülkemiz bırakın savaşı; hemen her yıl sel, toprak kayması, zelzele, orman yangını gibi üç-beş büyük tabii felaketle karşı karşıya kalmakta, can ve mal kaybı yüksek olmaktadır... Ayrıca her gün 10-15 can alan, 20-50 kişinin sakat kalmasına yol açan trafik kazalarını da unutmamak gerekir.
TÜRK MİLLETİ en kısa zamanda tekrar her türlü tehlikeye, felakete ve savaşa direnebilecek, varlığını koruyabilecek DİSİPLİNLİ bir ORDU MİLLET haline gelmelidir... TÜRK, ASKER DOĞAR; ASKER ÖLÜR!
Bunu ilk defa dile getiren biz değiliz. Aslında Menderes'in iktidara geldiği 1950 yılında, milletvekili adayı eski Kurmay Yarbay Seyfi Kurtbek yaptığı radyoda konuşmada şöyle demişti:
-&"quot; MİLLİ SAVUNMA MİLLET'in şerefini, varlığını, istiklalini korumaktır. MİLLİ SAVUNMA için asker-sivil farkının kaldırılması ve MİLLET'in ORDU'laşması lazımdır!..&quat;
Seyfi Kurtbek 1952 yılında Milli Savunma Bakanlığı'na getirildi... Ancak nedense Menderes, başta desteklediği bu anlayışı sonradan terketti ve Kurtbek'i görevden aldı... Herhalde bel bağladığı ABD, yardımı devam ettirmek için bundan vazgeçmesini şart koştu.
Öte yandan. kullandığımız ORDU-DEVLET ifadesi ise, daha büyük tartışma uyandıracaktır... Ama biz yine bir gerçeği ifade ettik.
TÜRK DEVLETLERİ'nin istisnasız hepsinin bariz özelliği, DEVLET TEŞKİLATI'nın bir ORDU gibi DİSİPLİNLİ olması, en üst kademedelerde ASKER NİTELİKLİ İDARECİLER'in olmasıdır. Hele OSMANLI DEVLETİ tamamen ORDU üzerine kurulmuş bir devlet idi... Beylerbeyleri, valiler, şehzadeler, hatta padişahlar aynı zamanda ORDU KOMUTANI'dır ve ASKER NİTELİKLİ kişiler olduğu gibi, TOPRAK dağıtımı da ASKERİ bir anlayışa dayanmaktaydı. MİLLİ MÜCADELE de sivillerin değil, ASKER kişilerin gayreti ile kazanılmış; CUMHURİYET onların sayesinde kurulmuş, onların müdahaleleriyle ayakta durabilmiştir... Maalesef sivil politikacıların CUMHURİYET'in gelişmesine en ufak bir katkıları olmamıştır.
Bunun en önemli sebebi, ASKER'in VATAN ve MİLLET için ÖLMEYE HAZIR yetiştirilmesidir!. Son yıllarda başarılı valilerin POLİS kökenli olması, aynı duyguyu taşıyan bir güvenlik teşkilatından gelmelerindendir.
Bu sözlerimizle "Bizi TÜMÜYLE askerler idare etsin!" demek istemiyoruz!.. Hoş, aslında onların idare ettiği 1960-61, 1971-73, 1980-83 dönemlerinin anarşi, trafik kazası, enflasyon rakamlarına bakılırsa, sivillerden çok daha başarılı oldukları görülür ya, neyse!..
Biz EKONOMİ'nin SİYASET'ten ayrılamıyacağını; SİYASET'in TOPOGRAFYA-STRATEJİ-TAKTİK'ten ayrı düşünülemiyeceğini belirtmek istiyoruz.
Bu ifadeler pek kullanılmaz, ASKERİ'dir... Ekseriya "JEO-POLİTİK" denir geçilir, ama bu tabir dahi "dünyanın askeri açıdan değerlendirilmesi" anlamına gelir!.. En yakın örneği IRAK ve BOSNA-HERSEK'tir... Birine BATILILAR akbaba gibi saldırmıştır, petrol olduğu için... Diğerinde de müslümanların ölmesine göz yummuştur, hem petrol olmadığı, hem de TÜRKİYE'ye darbe indirildiği için!..
Çünkü SİYASET'te iki dönem vardır: SAVAŞLAR ve SAVAŞLARA ARA VERİLEN DÖNEMLER!.. Asla BARIŞ yoktur!.. BARIŞ, düşmanlarını PASİFİZE etmek istiyenlerin uydurmasıdır!.. ATATÜRK bunu şöyle ifade eder:
"-Bugün aradığımız barışın EBEDİ BARIŞ OLACAĞINA İNANMAK, SAFDİLLİK OLUR!.. BU O KADAR ÖNEMLİ BİR GERÇEKTİR Kİ, ONDAN BİR AN BİLE GAFLET, MİLLETİN HAYATINI TEHLİKEYE SOKAR!"
Bu gerçek anlaşılmadan DEVLET idare edilemez! BARIŞ deseniz bile, bunun GEÇİCİ olduğunu unutmamak gerekir.
İşte bu yüzden ABD, Fransa gibi "demokratik sivil toplum" ülkelerinde dahi George Washington, Eisonhower, De Gaulle gibi ASKER KÖKENLİ yöneticiler vardır. Churchil, Lincoln, Kennedy, hatta Bush gibileri de ASKER NİTELİKLİ kişilerdir. Çünkü ABD başkalarının petrolüne, madenine EKONOMİ, SİYASET ile değil; ASKERİ GÜCÜ ile el koyar, "kokakola"sını bile o güce dayanarak satar.
Öyleyse her meseleye bir de ASKERİ açıdan bakmak gerekir... Bu yüzden güçlü bir DEVLET'te askerlerin ön planda olması şarttır... Zaten 700 yıldır genlerimize işlemiş olan ORDU-DEVLET anlayışı, sivil politikacıların daima yetersiz, beceriksiz kalmalarına ve hatta hain olmalarına yol açmıştır.
Öte yandan TÜRKİYE'nin konumu, hiç bir zaman SİYASET'in ASKERİ boyutunu gözardı etmesine müsait değildir. Çünkü 1687'den beri, yani 300 küsur yıldır devamlı saldırıya uğramıştır... 70 yıllık Cumhuriyet döneminde bile Kore Savaşı, Kıbrıs Harekatı, ve birbirini takip eden BÜYÜK DEVLETLER'in kışkırttığı Kürtçü isyanlar bizim rahat uyumamızı engellemiştir... TÜRKİYE'nin kendisini BARIŞ REHAVETİ'ne kaptırmasını mazur gösterecek en ufak bir belirti bile yoktur.
Bu yüzden her dönemde DEVLET'in üst kademelerinde başarılı emekli askerlerin görev alması, politikacıların hata yapmalarını azaltacak bir unsurdur.
TOPOĞRAFYA-STRATEJİ-TAKTİK'ten hiç bir şey anlamıyan, TARİH, EKONOMİ hiç bilmiyen, hele VATAN İÇİN CANINI VERME konusunda hep sınıfta kalmış politikacıların; ORDU kesiminden gelen ikazlara kulak asmadıkları için yaptıkları hataları, sadece DİPLOMASI'yle çözmek mümkün değildir!..
Hal böyle iken, son zamanlarda bazı ağızlardan hiç eksilmeyen "sivil toplum, sivilleşmek" gibi ifadeler, eğer bir cahillik sonucu değilse; mutlaka bir ihanet göstergesidir.
Bir defa Batı dillerinde "sivil toplum" MEDENİ TOPLUM, ŞEHİRLEŞMİŞ TOPLUM, BİZİM TOPLUM anlamına gelir!.. Hiç bir zaman ÜNİFORMASIZ TOPLUM anlamında kullanılmaz... Öyle olsaydı, Amerika'daki "civil war=iç savaş" orduların savaşı olmazdı!..
Aslında bütün dillerde MEDENİYET, ŞEHİR kelimesi birlikte düşünülür, TÜRKÇE'deki "uygar" uydurması dahi!..(Uygur = şehirleşmiş, yerleşik TÜRK boyu) Medeni kelimesi de "medine=şehir"den türemiştir.
Öyleyse, bu iki kavramı, yani ŞEHİRLEŞMİŞ TOPLUM ile ÜNİFORMASIZ TOPLUM'u birbiriyle karıştırıp ORDU'yu hedef almanın; sanki her koltukta bir asker oturuyormuş gibi, toplumda herkes üniforma giyiyormuş gibi bir "SİVİLLEŞME" yaygarası koparmanın maksadı başka olsa gerektir!..
TÜRK MİLLETİ, DİN'inden, DİL'inden sonra ASKER vasfından da soyutlanmak istenmektedir!..
Böyle bir şey, ancak dünyada bizden başka asker kalmaz ise düşünülebilir!.. Ne zamanki düşmanlarımız, ve dost görünüp te bizi arkadan hançerliyen "müttefik"lerimiz askerlikten, askeri politikalardan vazgeçerler... bizden toprak istemekten usanırlar... anarşiyi körükliyenler akıllanır, TÜRKİYE'deki hainlere silah göndermekten vazgeçerler... biz de o zaman "sivil"leşiriz!..
Eğer şimdi böyle bir şeye kalkarsak, politikacıların değil; halkın tabiri ile "sivil" duruma düşeriz, çırıl çıplak ortada kalır, rezil oluruz!..
(2)- İşte burada söylediğimizin doğruluğunu görüyoruz. ATATÜRK, TÜRK MİLLETİ'nin kendine, (vekillerine değil!) ve bir de ORDU'suna göveniyor!.. Çünkü bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Ne yapsalar, ayrılmaz. TÜRK, ASKER MİLLETTİR!.. ORDU-MİLLETTİR!.. Evladını askere davul-zurnayla gönderir. Askerliğini yapmamış kişiyi erkekten saymaz, kız vermez!
TÜRK ORDUSU gerçekten MİLLET ile bir düşünür. bir hareket eder. İSTİKLAL Savaşı'nda da öyle yapmıştı. İhtilallerde de öyle olmuştur. Eğer politikacılar engellemeseydi, TÜRK ORDUSU KIBRIS konusunu ta 1974'de halletmişti!.. Eğer politikacılar engellemeseydi, bugün Kürtçülük veya irtica diye bir şey olmazdı.
(3)- TÜRK ORDUSU VATANPERVERDİR!.. ASLA İKTİDAR HIRSINA SAHİP DEĞİLDİR... DÜNYADA İHTİLAL YAPIP TA, İDAREYİ GENE SİVİLLERE KENDİ İSTEĞİYLE BIRAKAN BAŞKA BİR ORDU YOKTUR!. Bu anlayış Hareket Ordusu'nda da, isyan eden Yeniçerilerde de vardı... Hiç bir ihtilalci subay hakkında, "sivil" politikacılar kadar rüşvet ve yolsuzluk iddiası atılmamıştır ortaya!..
Hiç bir ihtilal döneminde, memleket ilkokul diploması bile olmayanlar tarafından yönetilmemiştir. Çünkü bu ülkede diplomasız Cumhurbaşkanı olunur ama, askerde "yazıcı" bile olunamaz!.."iki pırpırlı" bir astsubay dahi, lise mezunudur. Dil bilmeyen, kurmay olmayan general olamaz. Yani askerin en cahili bile, politikacıların vasatından üstündür!..
Askerler kendi kadrolarına partiler gibi hırsız, uğursuz, Şeyh Sait'in torunu veya köy ağası almazlar. Onların döneminde İnci Baba gibi eşkiyalar, Meclis'e girip el öptüremez!..(1993) Sinecek delik ararlar.
Bunun içindir ki, TÜRKİYE'de her ihtilal olduğunda halk sokaklara dökülür ve "bizi bu çirkef politikacılardan kurtardın" diyerek ORDU'yu bağrına basar!.. Hiç bir politikacıyı ASKER kadar sevmez.
Ayrıca ORDU ülkenin en ilerici, en idealist kesimidir. Daima MİLLİ İDEALLER'in yılmaz bekçisi olmuş, daima bu ideallere ulaşmak için önderlik yapmıştır. Şimdiki politikacıların "sivil anayasa değişikliği yaptık" diye öğünmelerine rağmen, bu ülkenin en TUTARLI anayasaları 1924 ve 1960 anayasasıdır. 1982 anayasası ise halen yürürlüktedir. Yani üç "sivil" politikacı, bir araya gelip ortaya kendi eserlerini koyamamışlardır. Zaten değiştirdikleri maddeler de memleketin ihtiyacına yönelik değil; BATILILAR'ın beğenmedikleri hususlardır. TÜRK MİLLETİ her şeyin olduğu gibi bunun da farkındadır.
İşte "sivil" politikacıların hazmedemediği budur. Anlıyamadığı, MİLLETİN ASKER RUHLU OLDUĞUDUR. Politikacı askere sövdükçe, MİLLET küplere biner!..
Peki, politikacı ile asker kesim arasındaki bu sürtüşmenin bir hal çaresi yok mu?.. Elbette var!.."Sivil"ler askerlere dil uzatacaklarına, onlar kadar VATANSEVER, FEDAKAR, DÜRÜST, BİLGİLİ ve ÜLKESİ İÇİN ÖLMEYE HAZIR olurlarsa; mesele hallolur. Askeri ayıklamaya gerek kalmaz. Kendileri ASKER NİTELİKLİ olurlar!., MİLLET'le kaynaşırlar. Zaten bu ülkede ASKER RUHLU olmayana TÜRK bile denmez!..
(4)- TÜRK ORDUSU'nun üstün vasıflarını gerçekten ATATÜRK kadar anlıyabilen, bu ORDU'yu SAVAŞ'ta ve BARIŞ'ta onun kadar iyi değerlendirebilen yoktur.
ATATÜRK, bir ORDU'nun İYİ ve BAŞARILI olması için ÇELİK GİBİ bir DİSİPLİN'e sahip olmasını şart görür... TÜRK ASKERİ, Amerikan Jonny'si gibi jiklet çiğneyerek talime çıkmaz... Yediğinden, içtiğinden şikayet etmez. Kaytarmayı marifet saymaz... Her ne aksaklık varsa yine o DİSİPLİN içinde çözülür.
Biz yukarda, "ORDU içinde yetişmiş kişilerin sadece SAVAŞ'ta değil; ÜLKE KALKINMASI'nda da yararlı olacağını" söyledik... Bunu biz uydurmadık, ATATÜRK öyle diyor... Demekle de kalmıyor, ORDU'nun bu vasıfta DİSİPLİNLİ insanlar yetiştirmesini istiyor!.. Çünkü ATATÜRK MİLLET'ini de ORDU'sunu da iyi tanıyor.
Bütün mesleki eğitimi boyunca VATAN savunmasına yönelik TOPOGRAFYA- STRATEJİ-TAKTİK esasları öğrenen, bütün hayatı boyunca düşmanla mücadeleye hazır olan kişilerin, ülkesine ihanet edemiyeceğini biliyor. Bu kişilerden askerlikten ayrıldıktan sonra da yararlanmayı düşünüyor.
Çünkü ORDU mensupları bu vatanın ÖZ evlatlarıdır. Genel Kurmay Başkanı'ndan ER'ine kadar bütün fertlerinin en iyi şekilde yetiştirilmesi, sonradan da bu kaynağın iyi değerlendirilmesi şarttır.
Ne yazık ki, ATATÜRK'ün bu VASİYET'ine de uyulmamış, ORDU böyle bir EĞİTİM OCAĞI haline getirilmemiştir.
(5)- Bu ve bir altındaki ifade, bizim İSTİKLAL Savaşımızdan sonra; Amerikalıları yenen Viyetnam, Rusları yenen Afgan halkı için de geçerlidir. Yine Ruslar'a kafa tutan bir avuç ÇEÇEN için de geçerlidir.
İMAN olmadan teknoloji ancak geçici zafer sağlıyabilir. ORDU için PARA'dan daha önemlisi İMAN'dır. Bütün ORDU mensuplarına bu İMAN mutlaka verilmeli; MİLLETİMİZ de okullarda bu İMAN ile yetiştirilmelidir.
Yine bir MİLLETİN RUHU'nu zaptetmedikçe, onu mağlup etmenin imkanı olmadığının delili Viyetnam, Çeçenistan, hatta Irak'tır.
Peki, nedir İMAN?.. Bizim için bu İMAN, ALLAH yolunda ölenlerin ŞEHİT olduklarına, ve CENNET'e gireceklerine, sonsuz RUH hayatı boyunca bir daha sıkıntı görmeyeceklerine dair olan inançtır... ALLAH yolunda ölmek demek ise, kendini düşünmeden VATAN'ı, yani MÜSLÜMAN DİYARI'nı ve MİLLET'i, kendi ailesi de dahil olmak üzere, kadın, yaşlı, çoluk çocukları korumak için hayatını feda etmektir... Zaten askerlik budur. Mesele kendi hayatını kurtarmak olsaydı, kaçmak en iyi çare olurdu... Hayır, amaç başkalarının hayatını kurtarmak, başkalarının geleceğini garantiye almaktır.
Bu İMAN'ın temeli KUR'AN'dır: "Ey inananlar!.. Sabredin! Direnin! Savaş için hazırlıklı, uyanık bulunun!" (Ali İmran Suresi, 200. ayet).. Peygamberimiz de bu ifadeyi "ALLAH yolunda bir gündüz bir gece NÖBET tutmak, gecesi namazla, gündüzü oruçla geçen bir aydan hayırlıdır," diyerek desteklemiştir... Yani her MÜSLÜMAN için BARIŞ zamanında UYANIK ve HAZIR olmak; SAVAŞ zamanında da SABIR göstermek, düşmana DİRENMEK FARZ'dır!..
Öte yandan KUR'AN, "Ölseniz de, ALLAH yolunda öldürülseniz de akıbet ALLAH'a haşr olacaksınız," (aynı sure, 158. ayet) diyerek aslında ölümden kaçmanın mümkün olmadığını, her insanın mutlaka 80-90 yıl yaşıyacağına dair bir garantisi olmadığını anlatır.
Bu ayetin ne anlama geldiğini biz, kocası Viyetnam'da uzun yıllar savaşmış, sağ salim ülkesine dönmüş; ama kısa bir süre sonra bir trafik kazasında ölmüş bir kadınla tanışınca anladık... Bu kadın, "Kocam savaşta ölseydi, inanın bu kadar yanmazdım!" diye dövünüyordu!..
Yine KUR'AN, "Yoksa ALLAH içinizden cihat edenlerle, sıkıntılara sabredenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?" (aynı sure, 142. ayet) diyerek; öyle sadece namaz kılmakla, suya sabuna dokunmadan kolay müslümanlık yapmakla CENNET'e girmenin mümkün olmadığını çok açık olarak ifade eder.
Arkasından da ŞEHİTLER'i şöyle över:
- "ALLAH yolunda öldürülseniz de ölseniz de ALLAH'tan gelen mağfiret ve rahmet, elbette ötekilerin toplıyacakları dünya menfaatlerinden daha hayırlıdır." (aynı sure, 157. ayet)
- "ALLAH yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın!.. Onlar Rableri indinde diridirler, rızıklanırlar. ALLAH'ın kendi inayetinden ihsan ettiği nimeti ile şadandırlar... Arkada kalanlar için de, nail oldukları saadette asla korku endişe olmadığı müjdesi ile mesrur olurlar." (aynı sure, 169-170)
Burada belirtmemiz gerekir ki KUR'AN, CİHAD ve KITAL kelimelerini kullanır. Birincisi SAVAŞMAK, ikincisi ise DÜŞMANI ÖLDÜRMEK demektir... Yani maksat savaşta ölmek değil; düşmanı yoketmek, ondan gelecek tehdidi ortadan kaldırmaktır... Bu uğurda ölüm kaçınılmaz ise, işte o ŞEHİTLİK olur.
ATATÜRK'ün insanımıza işlenmesini istediği İMAN, verilmesini istediği RUH işte budur!..
Çünkü ASKER, BAŞKASI İÇİN, VATANI İÇİN ÖLMEYE HAZIR KİŞİ demektir!.. İnsanların askerlikten korkması, kendilerinin veya çocuklarının askere gitmesinden korkması son derece yersizdir... Son derece bencilcedir... Bir insan ortalama 70 yıl yaşadığına göre her ERKEK şöyle düşünmelidir:
"Bu ülkede 68 yıl beni, karımı, bacımı, kızımı düşman saldırısından başkaları koruyor... Onlar nöbet tuttuğu, benim için ölmeye hazır olduğu için ben rahat uyuyabiliyorum!.. Ben de 2 yıl başkaları için nöbet tutacak, onları korumak için ölmeye hazır olacağım!..Bu benim VİCDAN BORCUM, HAYAT BORCUM, VATAN BORCUM!.."
İşte yukarda açıkladığımız ayetler bu anlayışla ASKERLİK yapanları övmekte; onlara öldükleri takdirde ŞEHİTLİK müjdelemektedir... Herkes er veya geç ölür... ama askerler görevde ölürse, ŞEHİT olur!..
ASKERLİK görevini bütün hayatı boyunca benimsemiş kişiler (subay ve astsubaylar), bizi her an DÜŞMAN'a karşı korumak sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir... Aynı şekilde POLİSLER de bizi yurt içindeki suçlulara karşı hayatlarını tehlikeye atarak korurlar... Onun için hem SUBAYLAR'ın, ASTSUBAYLAR'ın hem de POLİSLER'in itina ile seçilmesi; BAŞKASI İÇİN ÖLMEYE HAZIR yetiştirilmesi; sonra da hakettiği ücreti alması gerekir.
(6)- Bu kısımdaki sözler bir türlü NÜKLEER tesis kurmaya yanaşmıyan, SOĞUK FİZYON çalışmalarına devam etmeyen, DONANMA'mızı geliştirmeyen, UÇAK filolarımızı, DEMİRYOLLARI'mızı, SİLAH FABRİKALARI'mızı, YAKIT DEPOLARI'mızı ihmal eden, "dış yardım" diye elalemin hurdalarına avuç açan politikacılarımıza; ORDU'nun kıt kaynaklarını sosyal tesislere, gösterişli törenlere çar-çur eden komutanlarımıza ithaf olunur.
Elbette ki zafer için İMAN şarttır... PARA olmaması dahi ORDU için engel teşkil etmez... Ama söyledik: GERÇEK BARIŞ YOK!.. SAVAŞA ARA VERİLEN DÖNEMLER'i uzatmak için, caydırıcılık için EN SON TEKNOLOJİ'yi yakalamak gerekir!..,
Bu TEKNOLOJİ üretilir, satın alınır,.. icab ederse düşmandan çalınır!.. BATILILAR Rusya'dan, Ruslar AMERİKA'dan çalmıyorlar mı?.. Biz de hepsinden çalarız.
Zaten son 30 yılda TÜRKİYE'nin yaşadığı GİZLİ ve AÇIK AMBARGOLAR, BATI AVRUPA ve AMERİKA'nın düşmanımız olduğunu, kendimizden başkasına güvenemiyeceğimizi inkar edilmez biçimde ortaya koymuştur.
Şu anda TEKNOLOJİ açısından en büyük eksiğimiz, havadan gelen saldırılara çaresiz olmamızdır... Viyetnam ve Granada mağlubiyetlerinden sonra ABD, karada savaşamaz hale gelmiş; rakibinin KARA ve HAVA GÜCÜ'nü, RADAR ve UÇAKSAVAR sistemini tesirsiz kılan, yok eden TEKNİKLER geliştirmiştir... IRAK'ta bunu uyguladı.
Buna nasıl karşı koyabileceğimiz, şu anki en büyük SAVUNMA meselemizdir!.. Yarın ABD; KIBRIS, EGE, AZERİ PETROLÜ, KÜRTLER, hatta BOĞAZLAR'ı bahane ederek TÜRKİYE'ye saldırırsa, tedbirimiz şimdiden hazır olmalıdır.
Uzun lafın kısası, ORDU'nun teknik ihtiyacı her halükarda karşılanmalı, önce gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartılmalı, sonra da onları geçmesi sağlanmalıdır.
> İÇİNDEKİLER < > ORDU MİLLET-ORDU DEVLET İLKESİ - AÇIKLAMALAR-2 <