ATATÜRK'E İFTİRALAR

- "Benim hayatta yegâne fahrim (iftihar vesilem), servetim, TÜRKLÜK’ten başka bir şey değildir,"

diyen MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK'ü gözden düşürmek için ATATÜRK’ÜN SOYU'na, anasına, babasına, kendisine saldırırlar!

20. Asrın en büyük devlet adamı sayılan GAZİ MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK'e yurt içindeki hasımları tarafından yapılan saldırılar, atılan iftiralar, yurt dışındaki düşmanların ileri sürdüğü iddialardan daha fazladır. Rahmetli ATATÜRK'e "soysuz, dinsiz, Yahudi, Dönme, Mason, diktatör, İngiliz ajanı" dahi denmiştir. Ne var ki, bu iddialardan hiçbiri, ne yurt içinde, ne de yurt dışında kendisi hayatta iken ortaya atılmamıştır. Atılsaydı, Armstrong'un "Grey Wolf - Bozkurt" kitabına yapıldığı gibi, cevabı ânında verilirdi!.. Yurtdışında bazı gazetelerde "Yahudi, Sabetayist" olduğu yazılmış, ancak bunlar kendisine ulaşmamıştır. Ulaşsaydı, "Grey Wolf - Bozkurt" kitabına yapıldığı gibi, cevabı ânında verilirdi!

MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK'ün Muhterem Annesi Hakkında

Olmayan Asliye Hukuk Mahkemesi'nden alındığı söylenen bir belge!.. Murat Bardakçı belgedeki imlâ hatâlarını birbir göstererek belgenin sahte olduğunu açıkladı. Ama onları dahi savunanlar var... Prof. Ekrem Buğra Ekinci... O târihte ehil memur kıtlığı olduğunu, câhil memurların da böyle hata yaptıklarını öne sürerek iftiraya destek oluyor!.. Peki, mâdem o dönemde, mahkeme kararlarında böyle hatâlar yapılıyordu, aynı mahkemeden, aynı târihlerde hatâlı imlâ ile bir belge daha getirseler ya!.. Getiremezler!..

Bunlar inandırıcı gelmeyebilir. Ama iki husus daha var ki, inkârı mümkün değil!

Selânik Asliye Hukuk Mahkemesi İlâm karar numarası adet: 451

- "Abduş’un ölümünden sonra Zübeyde Abduş’un karısı olduğunu ve oğlu da Abduş’un oğlu olduğunu iddiâsı ile açmış olduğu mîras davasında Abduş’un kardeşleri, mahkemeye vermiş oldukları iddiânâmede Zübeyde’nin Abduş’un karısı olmadığını ve umumhâneden odalık aldığını ve oğlu Mustafa iki yaşında kucağında olduğunu ve Abduş’un bilâvelet öldüğünü iddiaları ile, keyfiyetin umumhâneden sorulmasını talebleri üzerine, umumhâneye yazılan tezkerenin cevâbında Zübeyde’nin oğlu ile beraber 19 Haziran 1297’de (Miladi 1 Temmuz 1881) umumhânemize dühul edip Yenişehirli Abduş isminde bir kabadayı ile anlaşıp 11 Nisan 1298’de (Miladi 23 Nisan 1882) umumhânemizden huruc etmiştir. Bu yazıya istinâden Zübeyde’nin dâvâsının reddine karar verilmiştir. "
22 Kanunîevvel 1298 (Miladi 3 Ocak 1883)

20 kuruşluk pul – Hâkim (Mühür) – A’za (Mühür) - A’za (Mühür)

Osmanlı döneminde devletin resmi genelevi yoktu. Ermeniler, Rumlar gibi gayrimüslim azınlıklar tarafından işletilen resmi olmayan randevu evleri vardı ki, bunlar da esir ticaretinin yasaklandığı 1858 yılından sonra ortaya çıkmıştır. Özel geneleve de resmî yazı yazılıp tahkikat yapılmaz.

En başta gelen ATATÜRK düşmanı Kadir Mısıroğlu iddiâyı tekrarlıyor:

ATATÜRK Babası Ali Rıza Değil!

Şerefli bir devlet memuru, Gümrük kolcusu diye bildiğimiz Ali Rıza Efendi, onca kadın dururken neden acaba gidip, oldukça yaşlanmış, çocuklu bir genelev kadını ile evlensin?.. Böyle bir davranış onun iş muhitinde büyük ve yıpratıcı bir dedikoduya yol açmaz mıydı?..

Sonra MUSTAFA KEMÂL babasının ölümünden sonra bir dönem annesi ve iki kızkardeşiyle birlikte dayısının çiftliğine gitmiş... Dayısı nasıl kabul etmiş onları?

Sonra MUSTAFA KEMÂL askerî okula girdi... Bir genelev kadınının oğlunu askerî okula nasıl almışlar, nasıl daha sonra kurmay subay yapmışlar?.. Enver Paşa, Talât Paşa, Cemal Paşa ve İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri bir genelev kadının oğlunu aralarına alırlar mıydı?.. Şehzâde Vahdettin bir fâhişenin oğlu ile aynı trende Avrupa'ya seyyahate gider miydi?.. Hânedân'ın yanında görev alanlar için bir tahkikat, soruşturma, seçme, eleme yok mu?.. Yine Sultan Vahdettin, bir genelev kadınının oğlunu "fahrî yâver" olarak mâiyetine alır mıydı?..

Üstelik rahmetli Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi'den sonra bir kere daha evlenmişti... Kim yaşlı ve çocuklu bir genelev kadının ikinci, hatta Abduş'u da sayarsak, üçüncü kocası olmayı kabul eder ki???

İşin aslı şu ki, 1845 Askerî Okullar Kararı'na göre nesli belli çocukların kayıtlarının alınması zorunluydu. Selânik mahkemesinin kararını, Devlet'in bilmemesi gibi bir saçmalık olabilir mi?

ATATÜRK’ün gayrimeşru (veled-i zina) olduğunu iddia eden bu sahte belge, Milli Eğitim Bakanlığı’nda Personel Genel Müdürlüğü'nde çalışan bir memur tarafından basılmış ve buradan posta ve internet yolu ile kara propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır. Sahte belgeyi kimin hazırladığı bilinmemektedir.

Dönemin kararlarında pul kullanılmıyordu. Bu sahte belgede pul kullanılmıştır.

Orijinal, gerçek bir belge olsa idi, Kararda imzası bulunan hâkimlerin adlarının ve kıdemlerinin yazılı olması gerekirdi. Bu ince detay sahte belge de atlanmıştır.

Kadir Mısıroğlu'nun kullandığı bu tarz iddiaları neye dayanıyor?.. ATATÜRK'ün Bakanı Rıza Nur'un "Hayâtım ve Hâtıratım" adlı kitabına...

Rıza Nur, ATATÜRK'le sürtüştükten sonra yurt dışına çıkmış, uzun süre Mısır'da kalmış, 14 Ciltlik bir "Türk Tarihi" yazmış, hâtıralarını kaleme aldığı kitabını da 1935 yılında Londra’da bulunan British Museum’a “1960 yılına kadar yayınlanmamak kaydıyla” vermiştir. 1960 yılından sonra da kitabı yayınlayan çıkmamıştır. Çünkü yayınlanması halinde “ATATÜRK’e büyük iftiralar atan ve târihsel olaylar ve gerçeklerle bağdaşmayan bu kitab"ın büyük infial sonuçlar doğuracağı düşünülmmüştür. Bunun için bir “deli-kanlı!” veya bir "deli" lâzımdır ve bulunur. (Kadir Mısıroğlu kendi kişisel sitesinde, Bakırköy Akıl ve Ruh Hastanesi'nde ve Cerrahpaşa Psikiyatri Kliniği'nde yattığını anlatır.)

Kadir Mısıroğlu şunları anlatır:

- “1968 senesinde Cağaloğlu’ndaki Vilâyet Han’ın ahbâbım olan sâhibinin teşvikiyle Beyaz Saray’ı (işhanı) terk edip Cağaloğlu’na yerleştim. Burada diğer eserlerimi telif ederken, elime Rıza Nur’un British Museum’a koyduğu hâtıralarının mikrofilmi geçti. O’nu hayâli 'Altındağ Yayınevi' adıyla yayınladım.”

Ne kadar basit değil mi?.. Rıza Nur’un İngiltere’de olan hâtıratının mikrofilmi, nasıl olmuş, nereden gelmişse, bir anda Kadir Mısıroğlu’nun eline geçmiş ve o da ‘Ziyan olmasın, yayınlayıvereyim bari’ demiş!

Peki; o bembeyaz, tertemiz, yepyeni kâğıtta yeralan "mahkeme ilâmı" yerine, Kadir Mısıroğlu, o mikrofilmlerin bir kaç sayfasını yayınlayıverseydi ya!.. Sık sık yaptığı televizyon sohbetlerinde veya verdiği konferanslarda, o mikrofilmleri olduğu gibi havaya kaldırıp gösterseydi ya!.. Yayınlayamaz!.. Gösteremez!..

ATATÜRK'ün gerçek soyu: Annesi Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fâtih döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen âilelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bu âileler, "Konyarlar" ismi ile resmî kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır. ATATÜRK’ün Annesi Zübeyde Hanım’ın anasının adı Ayşe, babasının adı da, Fâtih Sultan Mehmet’in Konya Karaman bölgesinden Rumeli’ye göndererek iskân ettirdiği Yörük âilesinden gelen Sofizâde Feyzullah Efendi'dir. Osmanlı'da "efendi", şehzâdeler ve din adamları, yüksek bürokrat , eğitimli, çevresinde sözü geçen kişiler ve köle sâhipleri için kullanılan bir ünvan idi. - "Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük’tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz. Dedem Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya'ya gitmiş,Mevlevî dergâhına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak."

Lord Kinross “Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu” adlı kitabında Atatürk hakkında edindiği bilgileri şöyle aktarıyor:

- "Ailesi Selânik'in batısında, Arnavutluk'a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türkler'in Makedonya'yı ve Tesalya'yı almalarından sonra Anadolu'nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hâlâ Toros dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın Yörükler'in kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti. saçları onun gibi sarı, gözleri onun gibi maviydi. Annesinin, üzerindeki etkisi büyük oldu. Mustafa bu etkıye zaman zaman saygıyla, zaman zaman da başkaldırarak karşılık verdi. Bir halk kadını olan ve bundan başka türlü görünmek de istemeyen Zübeyde Hanım güçlü bir irâdeye ve sağlam bir köylü güzelliğine sâhipti. Doğuştan akıllı bir kadındı, yalnız yeteri kadar eğitim görmemiş, okuma yazmayı ancak öğrenebilmişti. "

ATATÜRK'ün babası Ali Rıza Efendi’nin soyu Aydın/Söke'den gelerek Manastır vilâyetine yerleştirilen, "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"nden olduğu belirtiliyor... Ali Rıza Efendi, Manastır'ın Debre-i Bâlâ Sancağı'na bağlı Kocacık'ta dünyâya gelmiştir (1839). Âile sonradan Selânik'e göçmüştür. Babası İlkokul öğretmeni Kızıl Hâfız Ahmet Efendi'dir. Amcası, Kızıl Hâfız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lâkabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun, Anadolu'nun da Türkleşmesinde katkısı olan "Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık Yörükleri-Türkmenleri"nden geldiğini göstermektedir.
(Milliyet Gazetesi, 10 Kasım 1993)

Bu göçlerin büyük bölümünü Yörük Türkmen boylarından gönderilen âileler oluşturmaktadır. Bu boylar Tanrıdağı ve Karagöz Yörükleri'nden olup, Konya yöresine yerleşmiş bulunanların isimleri, tek tek yazılı bulunmaktadır.
950 târih ve 82 numaralı Tahrirat Defteri ile, 1051 târih ve 469 numaralı Tahrirat Defteri'nde Anadolu'dan Rumeli'ye geçen Türk boy ve âilelerinin isimleri açıkça kayıtlı bulunmaktadır

Bu noktada GAZİ MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK'ü küçümsemek, gözden düşürmek, insanları bilhassa çocukları ondan soğutmak için yapılmış bir de filim vardır. İçiniz kaldırıyorsa, seyredin.

CAN DÜNDAR'IN ARTNİYETLİ "MUSTAFA" FİLMİ

Son zamanlarda Atatürk'ün soyu hakkında çok önemli bir gelişme var... Vasilis Dimitriadis... 1955-1984 yılları arasında, Selanik’te bulunan Makedonya Devlet Arşivi’nin müdürlüğünü yapmış, Girit Üniversitesi’nden emekli olmuş 86 yaşında bir tarih profesörü.... 2010 yılında, 80 yaşındayken Yunanistan’daki arşivleri didik didik tarayarak yazdığı “Bir Evin Hikâyesi; Selanik’teki Mustafa Kemal Atatürk’ün Evi ve Ailesi Hakkında Türkçe ve Yunanca Belgeler” adlı çalışması Türk Tarih Kurumu tarafından altı yıl sonra basıldı.

Aslında 6 yıllık bir gecikmeyle basıldı demek daha doğru... Çünkü, Dimitriadis 2010 yılında kitabını yazdıktan sonra Selanik’teki Türkiye Konsolosluğu’na teslim etmiş, konsolosluk kitabı ve belgelerin yer aldığı CD’leri Dışişleri Bakanlığı’na, onlar da Türk Tarih Kurumu’na göndermiş... Kitap Tarih Kurumu'nun bilirkişileri, çevirmenler, sebebi belirsiz düzeltme talepleri ile altı yıl bekledikten sonra nihayet geçen yıl yayınlanabildi. Gcikme kasıtlı mı, değil mi, bilinmez!..

Bu kitap sayesinde ilk defa Atatürk hakkında “1881 yılında Selânik’te doğmuştur. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi"den daha fazla şey biliyoruz artık...

Profesör Dimitriadis, Selânik Ahmed Subaşı Mahallesi, Numan Paşa Sokak, No: 6’daki meşhur Pembe Ev’in arşivlerdeki izini sürerken, sadece evle ilgili değil, Atatürk ve ailesi hakkında da ilk defa ortaya çıkan ve bugüne kadarki pek çok uydurma bilgiyi bitirecek belgelere ulaşmış.

Öncelikle belirtelim ki, bugün Selanik’te hâlâ Atatürk’ün doğduğu ev olarak ziyaret edilen, ama bazı çevrelerde “aslında o Atatürk’ün evi değil, sonradan ona yakıştırılmış” denen ev, gerçekten Mustafa Kemal’in doğduğu ev...

Evin bulunduğu semt Selânik’te Türkler'in yaşadığı Bayır adı verilen bölge... Semtin adı Rumeli Beylerbeyi Koca Rasim Paşa’nın yaptırdığı camiden geliyor... Evin bulunduğu bölgede oturan erkekler genelde kereste işiyle meşguldüler.

Bu erkeklerden birinin adını iyi biliyoruz: Ali Rıza Efendi... Yani Ali Rıza Efendi gümrük kolcusu değil, marangoz... Çocukluğumuzda okul kitaplarındaki tek kare resmi dışında, ilk defa bu kitapla Ali Rıza Efendi’yi biraz daha yakından tanımış oluyoruz.

Kitaptaki emlâk kayıtlarına göre onun da mesleği “Keresteci”lik... Ama daha ilginci, kayıtlarda ilk kez Ali Rıza Efendi’nin 18. yüzyıla kadar uzanan şeceresi yer almakta... Şecereye göre Ali Rıza Efendi’nin babasının, yani Mustafa Kemâl’in büyükbabasının adı Ahmed... Eldeki bilgiler ile bağdaşıyor... Ali Rıza Efendi’nin büyükbabasının adı ise Mustafa... Yani Mustafa Kemâl’e büyükdedesinin adı verilmiş...

Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ı daha yakından tanımamızı sağlayan bilgiler de var... Zübeyde Hanım’ın ailesi o çağa göre nâdir olan kadınların iyi eğitim aldıkları bir aile... Babasının adı Ömer... Eşinin adı Halil olan büyükannesi Emine, “Molla” sıfatıyla kayıtlarda yer alıyor... Bu dinî eğitim almış kadınlara verilen bir sıfat... Teyzesi Fatma da “Molla” olarak geçiyor... Zübeyde Hanım’ın annesinin, yani Mustafa Kemâl’in anneannesinin adı Ayşe... Babasının, yani Mustafa Kemâl’in anne tarafından dedesinin adı ise Feyzullah... Onun babasının adı da İbrahim... Zübeyde Hanım’ın meşhur kargaların kovalandığı çiftlik hikâyesinde geçen kardeşi, yani Mustafa Kemâl’in dayısının adı ise Hüseyin Ağa... 1899’dan önce öldüğü dışında hakkında fazla bilgi yok…

Farsça “kasımpatı” anlamına gelen, çok sık kullanılmayan bir isme sahip olan Zübeyde Hanım’ın belgelere geçmiş şahsi mührü de var... Mühürde “cüllat-i güldar-i Zübeyde” yazılı... Yani “içinde kasımpatı çiçekleri olan palmiye yapraklarından yapılmış sepet”... Görüldüğü gibi muhterem Zübeyde Hanım'ın öyle "genelev kadını" falan olma ihtimâli hiç yok!..

Kitaptaki inkâr götürmez belgelere göre 1875 yılından önce yapıldığı tespit edilen Pembe Ev’in ilk sahibi Ferhad oğlu İskender’dir... Evin üç el değiştirdikten sonra 1877 yılının Aralık ayında, Hatice Zarife tarafından 52/72’lik hissesi Keresteci Ahmed oğlu Ali Rıza’ya satılır... Geri kalan hisseleri ise Mart 1878’de Feyzullah kızı Zübeyde alır... Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ın eşinin adıyla değil de, babasının adıyla geçmesinin sebebi, evi satın aldıklarında belki evlenmemiş, belki daha nişanlı olmalarıdır. Ama 1878’de, ev toplamda 13.500 kuruşa Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım çiftinin olmuş...

Belediyeden bir mimarın gelip ölçülerini aldığını, yine kitaptaki emlak kayıtlarından öğrendiğimiz ev, 9 oda bir mutfaktan oluşan, büyük bir konak ve 341 m2’lik bir arsa üzerine kurulu... Üç yıl sonra 1881’de bu evde Mustafa dünyaya gelecek ve 8 yıl bu evde yaşayacaktır.

Yine kayıtlardan, Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım’ın evlerinin hemen yanında 5 odalı başka bir ev daha inşa ettirdiklerini de öğreniyoruz... Hatta bu mülkleri daha sonra aralarında paylaştırmışlar ama, paylarını ortak kullanmaya devam etmişler. Ta ki 1887’ye kadar...

1887 yılında yani Mustafa Kemâl 6 yaşındayken Ali Rıza Efendi hayatını kaybeder... Tam ölüm tarihi ve ölüm nedeni kayıtlarda mevcut değil ama, mirasının “şeri mahkeme” tarafından tasdik edildiği 13 Nisan 1877’den önce vefat ettiği kesin... Keresteci Ali Rıza Efendi’nin mirası eşi, oğlu Mustafa ve kızları Makbule ile Naciye arasında bölüştürülmüş... Yani, yukardaki sahte ilâmda 1883 yılında sözde Abduş'un mirası peşinde olduğu iddia edilen Mustafa Kemâl, asıl mirası gerçek babası Ali Rıza Efendi'den 1887 yılında almış!..

Atatürk’ün az bilinen kız kardeşi Naciye’nin adı ise en son Ocak/Şubat 1888’de emlâk kayıtlarında geçmiş... Kitaba göre muhtemelen bundan kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiş.

Ali Rıza Bey’den kalan miras, ailenin o günlerde maddi olarak zor günler geçirdiğini gösteriyor... Defni için 500 kuruş harcanan Ali Rıza Efendi’den, Zübeyde Hanım’a 751 kuruş, oğlu Mustafa’ya mirasın yüzde 44’ü olan 1.929 kuruş ve iki kızına da 964’er kuruş kalmış... Tabii bir de ederi 35.010 kuruş olan bir ev...

Ama kayıtlarda Ali Rıza Efendi’nin Selanik’teki “Stambul Çarşısı” esnaflarından Nuri Efendi’ye 28.800 kuruş borcu olduğu görülmektedir... Nuri Efendi mahkemeye başvurarak Ali Rıza Efendi’nin, borca karşılık evini rehin olarak verdiğini iddia eder ve Pembe Köşk’ü ister. Mahkemede Zübeyde Hanım bu borcu inkâr eder... Mahkeme kayıtlarındaki belgede Nuri Efendi’nin bâriz şekilde sarhoş olduğu ve mahkemeye sunduğu belgenin bağlayıcı olmadığı yazmaktadır. Sonunda mahkeme evin Zübeyde Hanım’da kalmasına karar verir... Bunları biz uydurmuyoruz... Selânik'teki Yunan Devlet Arşivi'nde uzun yıllar çalışmış bir Rum tarih profesörü yazıyor!..

Zübeyde Hanım eşinin vefatından kısa bir süre sonra küçük evi satar, büyük evi de rehin vererek Mustafa ve Makbule’yi yanına alıp Selânik yakınlarındaki Langaza’daki ağabeyi Hüseyin Ağa’nın yanına taşınır.

Lâkin Mustafa’nın iyi bir eğitim sürmesini isteyen Zübeyde Hanım, bir süre sonra onu yine Selânik’teki evlerine yakın teyzesi Fatma Molla’nın yanına gönderir... 1899’da annesi vefat eden Zübeyde Hanım’a teyzesinin oturduğu bu ev miras kalır... Ardından daha küçük bir eve geçerler... 1906’da aile tekrar Pembe Köşk’e döner... Bu arada 1908’de artık bir subay olan Mustafa Kemâl’in de aynı mahalleden iki ev aldığını öğreniyoruz.

İlginç detaylardan biri de Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Abbas... 1912 sonunda Selanik kaybedilince, Zübeyde Hanım, üç evini de bırakarak İstanbul’a gidiyor. Ama ikinci eşi Ragıp Abbas Selanik’te kalıyor... Evlerin mülkiyeti için dava açıyor, ama kaybediyor. Evler önce terk edilmiş mallar olarak tescilleniyor, sonra başkalarına satılıyor... 1933 yılında Selanik Belediye Meclisi Pembe Evi satın alarak Atatürk’e hediye ediyor... Aslında satın aldıkları evin Zübeyde Hanım’ın mülkü olduğunu bilmeden...

Kitap bir polisiye olay gibi bu evlerin izini sürüyor... Ama en dikkat çekici yeri Ali Rıza Efendi’nin mirasında, bir miktar para ve ev dışında sıralanan kalemler:

- 45 kuruş değerinde 6 sof ceket ve bir yelek
- 20 kuruş değerinde 1 köhne pantol
- 40 kuruş değerinde 1 palto
- 20 kuruş değerinde 1 sandık
- 5 kuruş değerinde Lügat-i Osmani
- 10 kuruş değerinde "Miftah’ul Kulub" adlı kitap

Mirastaki son maddede duralım... Miftah’ul Kulub yani “Kalplerin Anahtarı”, Abdülkadir Geylani’nin 15. göbekten torunu Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi’nin (1801-1863) yazdığı, hâlâ basılan, ehl-i tariklerin en çok rağbet ettiği, tarikat yoluna girenlere okutulan popüler kitaplardan biri...

"Kalplerin Anahtarı" kitabını miras olarak alan Mustafa Kemâl, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi'ni açarken arkasındaki levhada Şûrâ suresinin 38. âyeti asılıydı:

“Ve emruhum şûrâ beynehum - Onların işleri şûra ile, istişâre ile, bilenlere danışma iledir"

Atatürk’ün Türk Olmadığına Dâir İftiralara Yanıtlar

MUSTAFA KEMÂL, Selânik'te yaşadı ya, ona atılan ikinci iftira “Yahudi dönmesi, Sebataycı" olduğu şeklindedir. Şöyle ki,

Daily Mail gazetesi, 30 Eylül 1922 târihli nüshasında "KEMÂL, TÜRK değildir. Kendisi Selânik'te doğdu ve bir Yahudidir,” iddiasında bulunmuş!... Bir de not düşmüş:

Not: "Sefarad Yahudileri, "Dönme" olarak da isimlendiriliyorlar ve 1492 senesinde İspanya katliamından kaçtılar ve Osmanlı Devleti'ndeki Selânik şehrine yerleştiler. Bu Yahudiler'in özelliklerinden bir tânesi de kendilerini topluma "müslüman" olarak tanıtmaları, müslüman isimleri taşımaları, lâkin kendi aralarında Yahudilik dinlerini gizlice devam ettirmeleridir." ... Bu nota "MUSTAFA KEMÂL, Sefarad Yahudileri'ndendir" iddiasını eklemiş!..

İzmir'in kurtuluşundan hemen sonra olan bu haber de kendisine ulaşmamıştır. Ulaşsaydı, cevâbı verilirdi.

İşin tuhâfı, yukarıdaki gazete haberi 30 Eylül 1922'de vermiş, ama "Chicago Sentinel" isimli gazete 4 Mart 1921'de 'Daily Mail MUSTAFA KEMÂL'in Yahudi olduğunu açıklıyor" diye haber yapmış, "MUSTAFA KEMÂL, TÜRK değildir. Kendisi Selânik'te doğdu ve bir Yahudidir,” diye iddia etmiş!..Tam 17 ay önce!.. Gel de inan!..

Yine Chicago Sentinel 13 ekim 1922 tarihli nüshasında "MUSTAFA KEMÂL’in damarlarında Yahudi kanının dolaştığını, Sabetay Sevi’nin müridlerinin birinin soyundan geldiğini" öne sürmüştür. .

Türkiye’de muhabirlik yapmış olan William A. Lloyd, "Auckland Star" isimli gazetede, 27 Eylül 1926 târihinde "MUSTAFA KEMÂL’in TÜRK olmadığını ve bir Yahudi olduğunu" iddia etmiş!..

Gazete böyle yazmış ama, nedense bu bilgi MUSTAFA KEMÂL'e ulaşmamıştır.

Bir defa, MUSTAFA KEMÂL Selânik'te dünyâa gelmiş olabilir ama, âilesi Selânik'e sonradan taşınmıştır. Selânik'in yerlisi değildir. Ana ve Babasının soyunu yukarda açıkladık. Prof. Dr. İlber Ortaylı, "Karga kovalayan Sabetayist olmaz!" diye son noktayı koymuştur!

DEVAM EDECEK!

*****

> İSLÂMÎ ESASLARA BAĞLILIK İLKESİ <> ATATÜRK DÖNEMİ < > İÇİNDEKİLER <