DEVLETÇİLİK İLKESİ - AÇIKLAMALAR

(1)- ATATÜRK DEVLETÇİ'dir... DEVLET'e büyük önem verir... DEVLET'in en önemli görevi olarak ta MİLLET'in REFAHI, HUZURU ve GÜVENLİĞİ'ni sağlamak olarak görür. Bu da İKTİSAT demektir... DEVLETÇİLİK ilkesine böyle bakmak gerekir... Yoksa sadece KİT'lere sahip olmayı DEVLETÇİLİK sanmak, cahillikten başka şey değildir!

ATATÜRK, bütün aksi iddialara rağmen, bir İKTİSATÇI idi... EKONOMİ'den kendinden sonra gelmiş geçmiş bütün politikacılardan daha iyi anlardı.

Yanlış anlaşılmasın... mesleği bu değildi; ama SİYASET'te olduğu gibi EKONOMİ'de de kendini yetiştirmiş, etrafına uzmanları toplamıştı... Zaten bu yüzden ATATÜRK asırlardır bir benzeri daha dünyaya gelmemiş bir DEHA'dır.

Onun İKTİSATÇI yönünün daha iyi anlaşılabilmesi için, önce EKONOMİ konusunda bazı temel bilgileri vermek istiyoruz.

Ekonomi BİLİM olarak yutturulmak istenir... Eğer öyle olsa, iki iktisatçının üzerinde anlaştığı bir dizi KANUN'u olurdu... EKONOMİ SANAT'tır... Ekonomik düşünceler hep birer FELSEFE ürünüdür... KAPİTALİST EKONOMİ görüşü de, SOSYALİST EKONOMİ anlayışı da MATERYALİST FELSEFE'ye dayanır, ve MÜLKİYET ile KARAR MEKANİZMASI üzerinde yoğunlaşır... Aralarındaki fark birinin FERD'e, diğerinin TOPLUM'a önem vermesi, bu iki gücü kendi tercihine tahsis etmesinden kaynaklanır... Bu yüzdendir ki, yılların iktisatçıları LIPSEY ve STEINER, kitaplarının son baskısına FELSEFİ AÇIKLAMALAR ile giriş yapmak zorunda kalmışlardır.

Sebep açıktır... EKONOMİ, DÜNYA HAYATI'ndan soyutlanamaz... İnsanların DÜNYA HAYATI, HAYATIN MAKSADI konusundaki düşünceleri gibi, DİNİ İNANÇLARI da uyguladıkları EKONOMİK SİSTEMLER üzerinde etkili olur.

BATI'da asırlarca MÜLKİYET kilise kontrolünde kalmış, günah sayılmış, ancak sonra buna tepki olarak SINIRSIZ FERDİ MÜLKİYET anlayışı ortaya çıkmıştır... MERKANTALİZM, KAPİTALİZM, SOSYALİZM, PAZAR EKONOMİSİ hep çarpıtılmış Hıristiyan inançlarına, ve BATI tarzı hayat anlayışına uygun, birbirinin yarattığı sorunlara çözüm arayan sistemlerdir.

Batılılar'ın bu kendilerine özgü ekonomik zihniyeti Afrika'da, Asya'da, Güney Amerika'daki eski sömürgelerine de dayatmaları; bu ülkelerin büyük yapısal sıkıntılara girmelerine, toplum düzenlerinin bozulmasına ve sefalete sürüklenmelerine yol açmıştır.

Halbuki dünyanın pek çok yöresinde farklı EKONOMİK ŞARTLAR ve TOPLUMSAL UYGULAMALAR vardır... Bu yüzden Marx "Asya tipi üretim tarzı" görüşünü ortaya atmış, OSMANLI DEVLETİ hakkında 18 ayrı makale yazmış, Rusya'da komünizm uygulanamayacağını iddia etmişti!..

Şu halde nasıl bütün insanlara tek tip, tek ölçü elbise giydirilemezse; bütün toplumlara da aynı ekonomik sistem uygulanamaz!.. Bizim EKONOMİ anlayışımız da, öyle "evrensel, global" filan değil; TÜRK TÖRESİ'ne, İSLAMİ PRENSİPLER'e uygun olmak zorundadır.

Biz de öyle yaptık... Hem TÜRKİYE'nin hem de DÜNYA'nın İKTİSADİ MESELELER'ine, kendi açımızdan baktık... Aşağıdaki görüşlerimiz içinde TÜRK'e has, İSLAM'a uygun esasları bulacaksınız... Maksadımız dünyayı IZDIRAP ve SEFALET'e boğan, sürekli harp çıkartan, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan BATI MATERYALİZMİ'nin EKONOMİ ANLAYIŞI'nı yerden yere vurmak!.. Tabii her şeyi burada yazamayacağız... Ayrı bir EKONOMİ eki hazırlamayı düşünüyoruz.

Önce şunu belirtelim ki, EKONOMİ bilmeden FERTLER'i TOPLUMLAR'ı REFAH'a, DEVLET'i SELAMET'e ulaştırmanın yolu yoktur!.. Bütün başarılı hükümdarlar (İskender, Atilla, Cengiz, Fatih) hem iyi bir komutan, hem de iyi bir iktisatçı idiler... Çünkü İKTİSAT, KIT KAYNAKLARIN SONSUZ İSTEKLERİ KARŞILAMAK İÇİN, EN İYİ ŞEKİLDE KULLANILMASI SANATIDIR...Herkes beceremez... Her kitabi uygulama doğru sonuç vermez.

Pek az kişinin üzerinde durduğu, hatta iktisatçıların bile unuttuğu husus, işte bu "kaynakların kıt" olmasıdır... Kıt kaynaklar insanları, aileleri, kurumları ve tabii devletleri ÖLÇÜLÜ HAREKET etmeye sevkeder!.. İSTEKLER DEĞİL, İHTİYAÇLAR ön plana çıkar... Bu rasyonel olduğu gibi, dinimizin de emridir!.. İSLAM, ORTA YOL DİNİDİR! (Bakara, 143. ayet)... İSRAF da, CİMRİLİKde HARAMDIR! (Araf, 31. ayet)... Her şeyde ÖLÇÜ veADALET ŞARTTIR! (Hadid, 25. ayet)

İşte bizim yolumuz, BATI tarzı EKONOMİK zihniyetten burada ayrılır... BATI, TÜKETİM TOPLUMUDUR... NE KADAR ÇOK MALA SAHİP OLURSA, NE KADAR ÇOK PARA SARFEDERSE, O KADAR MUTLU OLACAĞINA İNANIR!.. KISITLI İMKANLARI OLANLAR, ÖLÇÜLÜ HAREKET EDENLER AYIPLANIR.

Halbuki ÖLÇÜLÜ HAREKET etmek, hem masraflarını hem de gelirlerini hesaplamak, gelecek için PLAN yapmak demektir... Kısacası, PLANSIZ EKONOMİ OLMAZ!..

ATATÜRK daha İSTİKLAL Savaşı bitmeden İZMİR İKTİSAT KONGRESİ'ni topladığı gibi, dünyada 5 YILLIK PLAN uygulamasını da Ruslar'dan hemen sonra başlatan insandır.(1933) Bu yolla TÜRKİYE'nin dünyayı sarsan 1929-1930 krizinden etkilenmesi önlenmiştir.

ATATÜRK, haklı olarak TÜKETİM DEĞİL, ÜRETİM TOPLUMU olmamızı istiyordu... Bunun için EĞİTİM ile İLKOKUL'dan itibaren insanımıza bu nosyonun verilmesini, PLANLI ÜRETİM, ÖLÇÜLÜ TÜKETİM'i sağlayacak MESLEK EĞİTİMİ'nın ağırlıklı olmasını istiyordu... Çünkü fakir ülkelerin ürettiğinden fazlasını tüketerek kalkınması mümkün değildir.

Halbuki MENDERES'le birlikte ülkede bir TÜKETİM ÇILGINLIĞI başladı... ÖZAL'la birlikte TAHRİP EDİCİ bir noktaya ulaştı... DEMİREL ise, 1970'lerde bile "millet plan değil, pilav istiyor" diyebiliyordu!..Neticede 95 milyar dolar dış borcu, katrilyonlarca lira iç borcu olan bir ülke haline geldik... Borcumuz yıllık bütçenin iki katını aştı, üç katına ulaştı... Bırakın KALKINMA'yı, AYAKTA DURMAK en büyük sorunumuz oldu.

Günümüzde bütün dünyaya, özellikle geri kalmış ülkelere SERBEST PAZAR diye, "plansız BAŞIBOZUK EKONOMİ" ve "sınır tanımayan TÜKETİM" yutturulmak istenmektedir!.. Ülkemizde de "plan yapmanın ve kaynakların DEVLET tarafından yönlendirilmesinin sosyalistlik olduğunu" öne süren bir anlayış, hemen her partiyi etkisine almıştır.

Amaç bellidir. "Siz PLAN yapmayın, kaynaklarınızı ÖZEN'le, İHTİYAT'la değil de; mirasyedice gofrete, gazoza, çiklete, pahalı giyeceklere, uyduruk yiyeceklere, gereksiz araçlara harcayın," diyor BATILILAR!... Bizim sözde "iktisatçı"larımız, dünyadan bihaber politikacılarımız da bunu yutuyor!.. Borç bini aşmış, DEVLET iflas noktasına gelmiş, çulsuzlar bile Kentucy tavuk-Magnum dondurma yemeye, Malboro-viski içmeye, cep telefonu kullanmaya özendiriliyor!..

Sormak isteriz: Bu tavır, EKONOMİ "bilimi"nin hangi esasına uyar?..

Kaynakların KIT olduğu bir dünyada, elbette ki eldeki İMKANLAR'ın hesabını yapılacaktır!.. elbette ki yatırımlar ÖNCELİK sırasına göre uygulanacaktır!.. Elbette ki TÜKETİM kısılacaktır!.. Bütün bunlar VAR OLMA mücadelesinin gereğidir.

Bir devletin EKONOMİK açıdan güçlü olabilmesi için önce insanlarını doyurabilmesi, giydirebilmesi, bir çatı altında barındırabilmesi, sağlığını koruyabilmesi, eğitebilmesi ve ülkeyi savunabilmesi şarttır!.. Aç bir ülkenin insanları, suça, ahlaksızlığa yönelirler, başkalarına kolayca yem olurlar.

Eski Doğu Bloğu ülkelerinin 1990'dan sonraki durumu, bu söylediğimizin delilidir... Ülkemizi saran Romen, Rus kadınları açlığın kurbanıdır... Yine bu ülkelerin sanat eserlerini çalıp satanlar, uranyum gibi çok değerli nükleer silah ham maddesinin yabancıların eline geçmesine göz yumanlar, hep açlığın getirdiği ahlaksızlığın, mafyanın kurbanlarıdır... Eski Doğu Bloğu'nda SERBEST PİYASA diye BAŞIBOZUKLUK hakim olmuş, DEVLET OTORİTESİ kalmamış, herkes kendi derdine düşmüştür!..

İşte burada karşımıza TÜRKLER'in neden binlerce yıldır hiç DEVLET'siz kalmadıklarının sebebi çıkar. Bunu sağlayan OĞUZ TÖRESİ 'dir!..

Nedir OĞUZ TÖRESİ?.. Bunu tarihçiler, milliyetçiler arasında dahi bilen azdır.... Çoğu, OĞUZ TÖRESİ'ni "yeni hükümdarı keçe üstüne oturtup zıplatmak"tan ibaret sanır!..

Biz, bu kısa yazımızın amacı ATATÜRK'ün sözleri olduğu için, fazla derinine giremeyeceğiz, ama burada 3 hususu belirtelim:

Birincisi, OĞUZ HAN bazılarının iddia ettiği gibi M.S.600'lerde yaşamış METE HAN değildir... Çok daha eskidir!.. Bazı belgelere göre M.Ö. 600'lere gider. Bizce OĞUZ HAN daha da eskidir, M.Ö. 1900'lerde aranmalıdır... OĞUZ TÖRESİ de tıpkı NUH TUFANI, İLAHİ KISAS KANUNU gibi, nesilden nesile milattan sonralara taşınmıştır.

İkincisi, OĞUZ TÖRESİ'nin en önemli prensibidir: DEVLET REİSİ halkını doyurmakla, giydirmekle, barındırmakla, korumakla ve refah içinde yaşatmakla görevlidir!

Üçüncüsü gene OĞUZ TÖRESİ'nin önemli bir prensibidir: DEVLET REİSİ halkından fazla zengin olamaz!.. Bunu sağlamak için her fırsatta toylar (ziyafetler) verir, yoksullara mallarını dağıtır... Ayrıca DEVLET RİCALİ'nin, EŞRAF'ın aşırı zenginleşmesine, halkı ezmesine izin vermez!

TÜRKLER, böyle halkını doyurmayan, malını dağıtmayan hakanlarını öldürürlerdi!.. OSMANLILAR ne hükümdar hanedanının, ne de eşrafın halkı ezecek bir zenginliğe ulaşmasına izin vermezlerdi!.. Pek çok padişahın ve vezirin kafası bu yüzden gitmiştir.

Kısacası TÜRK insanı, aşırı zenginliğin kişiyi sapıttırdığını, gelir dağılımını bozduğunu binlerce yıldan beri bilir... TÜRK devletleri bunu unutmadığı sürece varlığını sürdürmüştür.

OĞUZ TÖRESİ açıkça göstermektedir ki, DEVLET'in varlığı ile EKONOMİ arasında kopmaz bir bağ vardır... Sözün özü, DEVLET'i EKONOMİ'den uzaklaştırmak, hüsranla sonuçlanır!..

Bu İSLAM'da da böyledir... Bütün o fetihlere rağmen, ne PEYGAMBERİMİZ'in ne de ilk halifelerin kayda değer servetleri yoktu... Hele HZ. ÖMER ile HZ. ALİ'nin mallarını sık sık dağıtmaları meşhurdur!..

İşte ATATÜRK'ün TÜRKİYE'nin yükselme ve alçalma dönemleri ile EKONOMİ arasında paralellik kurması, halkın yiyeceği, giyeceği, eğitimi, sağlığı, savunması olduğu veya olmadığı dönemlerin tespiti anlamına gelir... Kendisi de ilk önce bu ihtiyaçları karşılamaya yönelmiştir... TÜRKİYE'de uzun yıllar EKMEK, GAZ, BEZ, TUZ fiyatları EKONOMİ'nin göstergesi, HALK'ın YOKSULLUK'tan korunmasının belirtisi sayılmıştır.

Yani ATATÜRK, ATİLLA gibi, SELÇUKLULAR, OSMANLILAR gibi OĞUZ TÖRESİ'ni uygulamış, İSTİKLAL Savaşı'ndan hemen sonra İzmir İktisat Kongresi'ni toplamış; yaraları nasıl saracağını, açları nasıl doyurup, çıplakları nasıl giydireceğini düşünmüştür... Kurulan ilk fabrikalar buna yöneliktir... 1935'de de bütün malını halkın temsilcisi saydığı CHP ile DEVLET kurumlarına bırakmış, ölümünden hemen evvel biriken mallarını bir kere daha dağıtmıştır.

O her şeyi ile gerçek bir OĞUZ TÜRKÜ'dür!.. Kendinden sonra gelenlerin hiçbirinde bu özelliği göremezsiniz.

ATATÜRK'e göre EKONOMİK EGEMENLİK, MİLLET'İN YABANCILARA MUHTAÇ OLMAMASIDIR!.. Temel ihtiyaçlarını kendisi karşılayabilecek seviyeye gelmesidir... SERBEST TİCARET, SERBEST PAZAR uğruna yabancıların TÜRK EKONOMİSİ'ni yıkmalarına asla izin verilemez!.. DEVLET buna engel olacak EKONOMİK tedbirleri almakla yükümlüdür!.. Kaynakların israf edilmemesi; ÖLÇÜ, DENGE ve ADALET içinde bütün halkın hizmetine sunulmasıdır.

İşte ATATÜRK'ün DEVLETÇİLİK İLKESİ budur!..

Öyleyse "DEVLET, EKONOMİ'den elini çeksin" diyenlerin ülkeyi İKTİSADEN YABANCILARA MAHKUM etmek istedikleri açıktır!.. Hiç bir kalkınmış ülkede ÖZEL SEKTÖR, DEVLET kadar güçlü değildir!.. ABD'de bile DEVLET, ülke ekonomisini koruma sorumluluğundan vazgeçmemiştir... Onun içindir ki, TÜRKİYE'den atlet-don ithaline bile kota koyar!..

Sadece bir fikir vermek amacıyla nakledersek, en "liberal" ülkelerde devlet harcamalarının gayrısafi hasılaya oranları şöyledir:

yıllar......1983....1991

ABD........25.81....25.45

Almanya... 31.59....33.43

Fransa....45.06....43.98

İngiltere..41.64....36.50

İtalya.....47.72....50.15

Hollanda 59.99....53.33

İsrail.....72.39....52.46

Yunanistan 43.97....60.60

Yine görüyoruz ki, 1960 ile 1990 arasında ABD eyalet ve belediye personel sayısı 6.4 milyondan 15.2 milyona, federal hükümetin personel sayısı da 2.4 milyondan 3 milyona çıkmıştır. (Kaynak: Outline of US Economy, US Information Agency, 1991)... 1992'de federal hükümetin iş dünyası ile ilişkilerini düzenleyen memur sayısı 122.000 idi, yani 1980'de olduğundan daha fazla!.. Bu da Batı ülkelerinin "devletçi" yönünün hiç de küçümsenmeyecek olduğunu gösterir.

Dünyanın en meşhur iktisatçılarından Lipsey ve Steiner'in ECONOMICS adlı ders kitabı, 1993 baskısında dahi, BATI ekonomilerini "Karma Kapitalizm" diye adlandırır... Yani DEVLET ve ÖZEL SEKTÖR'ün müşterek faaliyet gösterdiği, DEVLET'in de sermaye koyduğunu açıkça ifade eder!.. Halbuki EKONOMİ'yi kıvıramayacağını anlayıp cumhurbaşkanlığına kaçan Demirel Efendi 1995 yılında attığı bir nutukta "Şu KARMA EKONOMİ'nin kabuğunu bir türlü kıramadık," diye hayıflanıyordu!.. Neredeyse helaların bile açılış törenine katılacağına, oturup bir-iki satır okusa, içimiz yanmayacak!

Tekrar edelim ki, KAPİTALİST ve SOSYALİST EKONOMİK SİSTEMLER arasındaki fark, iki noktada yoğunlaşır: Birincisi MÜLKİYET, ikincisi de KARAR MEKANİZMASI'dır.

Şimdilerde MERKEZİ KARAR EKONOMİSİ denilen SOSYALİST sistemlerde mülkiyet de, ekonomik kararları verme yetkisi de DEVLET'indir... PAZAR EKONOMİSİ-SERBEST PİYASA moda deyimi ile yutturulan KAPİTALİST sistemde ise, her ikisi de fertlere aittir.

Ancak bütün iktisatçılar gibi bu yazarlar da belirtmektedir ki, dünyadaki bütün ekonomik sistemler, MERKEZİ(sosyalist) ve PAZAR EKONOMİSİ(kapitalist) sistemlerinin bir karmasıdır!.. Farklılık sadece oranlardadır... Ne geçmişte, ne de şimdi %100 SOSYALİST, veya %100 KAPİTALİST bir ülke yoktur!..

Yine bu yazarlara göre ABD'de DEVLET "asgari ücrete, çevre koruma kurallarına, tarım ürünlerine konan kotalara ve tekstil, ayakkabı ve şeker ithaline getirilen kısıtlamalara" karar verdiği gibi; "okullara, mahalli ulaşım sistemlerine, elektrik santrallerine, ormanlara, boş araziye, mesken yapan kuruluşlara" da sahiptir!.. İlk saydıklarımız "DEVLET'in EKONOMİ'ye doğrudan MÜDAHALE'si"; ikinci saydıklarımız ise, "DEVLET'in EKONOMİ'den ve MÜLK'ten EL ÇEKMEDİĞİ"nin göstergeleridir.

Ancak bu yazarların unuttuğu pek çok husus vardır... ABD yönetimi "Savunma harcamalarına, dış kredilere, Star Wars uzaydan idare edilen savaş) yatırımları"na da karar verir... ORDU personelini arttırarak veya azaltarak istihdamı, faiz hadlerini belirleyerek piyasadaki para miktarını etkiler.

Görüldüğü gibi BATI'nın "hızlı" kapitalist ülkelerinde dahi DEVLET'in ekonomideki payı, "özelleştirme" furyasına rağmen, fazla azalmamıştır... Hele DEVLET HARCAMALARI, ki DEVLET'in "pazar" üzerindeki etkisini gösterir, hiçbirinde % 30'dan az değildir. Yarısı da %50'nin üzerindedir.

TÜRKİYE'de bu oranın sadece %37 olduğunu söylemek, çoğu insana şaşırtıcı gelebilir... Ama gerçektir... Yani TÜRKİYE pek çok BATI ülkesinden daha fazla özel sektöre dayanır, milli gelir konusunda!..(Başlıca Ekonomik Göstergeler, HDTM, Mart 1994)

Burada TÜRKİYE'nin yapması gereken tercih, DEVLET ve ÖZEL SEKTÖR paylarının yüzdesi ile ilgilidir... MÜLKİYET'in hangi sahalarda ve ne oranda DEVLET'e ait olacağı; EKONOMİK KARARLAR'ın hangilerinin DEVLET tarafından verilip, hangilerinin şahıslara bırakılacağı hususudur.

Bu oranların HER ÜLKE İÇİN FARKLI bir OPTİMUM-EN UYGUN DEĞER'i vardır... Mesele, TÜRKİYE için hangisinin OPTİMUM olduğunu bulmaktır!..

Buna da ilerde temas edecek, detaylarını bir EKONOMİ ekinde sunacağız... Şimdilik sadece MÜLKİYET konusundaki fikrimizi kısaca söylemek istiyoruz.

Her şeyde olduğu gibi MÜLKİYET için de OPTİMUM tercihi yapmak gerekir... Her üretim aracının, her malın DEVLET'e ait olması nasıl yanlış ise; yine her türlü dünya malının kapanın elinde kalması da yanlıştır!..

Bizim anlayışımız hem İSLAMİYET'e, hem OĞUZ TÖRESİ'ne, hem de SOSYO-EKONOMİK ve TABİİ GERÇEKLER'e uygundur. Şöyle ki:

DÜNYA MALI İNSANA EMANETTİR... Yani ölürken yanında alıp götüremez... Halk dilinde bu gerçek KEFENİN CEBİ YOK diye ifade edilir... ASLINDA YERDE GÖKTE NE VARSA HEPSİ ALLAH'INDIR. (Bakara 255. ayet)

ALLAH "MALI DİLEDİĞİNE VERDİĞİNİ" BELİRTMİŞ; ANCAK İNSANLAR İÇİN İKİ PRENSİP KOYMUŞTUR:

1) ZENGİNİN MALINDA FAKİRİN HAKKI VARDIR. (Haşr 7. ayet, Zariyat 19. ayet)

2) MAL ÜZERİNDE SÖZ SAHİBİ OLANLAR ONU ANCAK EHLİNE, AKILLI KULLANACAK OLANA, VE EMANETE İHANET ETMEYECEK KİŞİYE VEREBİLİR...(Nisa 5. ayet)

Bu prensiplerin önemi çağımızda daha iyi anlaşılmaktadır.

İNSANIN SAHİP OLABİLDİĞİ EN ÖNEMLİ VARLIK OLAN CANI BİLE KENDİSİNE EMANETTİR, ÖMRÜ 60-70 YIL İLE SINIRLIDIR.

Şu halde ÖMRÜ İNSANDAN UZUN mal ve mülklerin kişilere tahsisi, tapulanması doğru olmaz!.. Bunlar HAVA, DENİZ-IRMAK-GÖL SULARI; DAĞLAR, ORMANLAR, MADENLER; YOLLAR, KÖPRÜLER, BARAJLAR... ve TOPRAK'tır... Yani her türlü ŞEHİR, SAHİL ve TARIM ARAZİSİ'dir... Ayrıca TARİHİ ESERLER de ŞAHISLARIN OLAMAZ!.. Bunlar miras yolu ile de devredilemez!.. Onlar MİLLETİN ve GELECEK NESİLLERİN MALIDIR!..

Öte yandan ömrü insandan kısa olan TELEVİZYON, RADYO, ÇAMAŞIR MAKİNESİ, OTOMOBİL, KAMYON, YAT, EV, APARTMAN DAİRESİ, ATÖLYE, FABRİKA, GİYECEK, YİYECEK, PARA, HİSSE SENEDİ gibi her türlü mal ve mülk şahısların olabilir... Onlar arasında satış ve miras yoluyla el değiştirebilir.

Ömrü insandan fazla olduğu için bir neslin geçici fertlerine değil de, tüm MİLLET'e ve gelecek nesillere ait olan MÜLK ise; ancak DEVLET tarafından KİRA'ya verilebilir... MADENLERİN İŞLETMESİ, ORMAN ÜRÜNLERİNİN KULLANILMASI, DENİZLERDE AVLANMA, SULAMA, SAHİLLERDEN YARARLANMA ve TOPRAĞI EKİP-BİÇME, MESKEN ARAZİSİ olarak kullanma, hatta TATİL SİTESİ KURMA hakkı 10-30-50 yıllık süreler ile kira karşılığı verilebilir... Bu hak bir nesilden diğer nesle intikal edebilir.

Ama bunların MÜLKİYET'i asla devredilemez!.. Buna kimsenin hakkı yoktur!.. Çünkü o MÜLK tek bir ferde değil; tüm MİLLET'e ait bir değerdir!.. TOPKAPI SARAYI, YEŞİLIRMAK, MARMARA DENİZİ SAHİLİ, TOROS DAĞLARI, ÇAMLICA TEPESİ veya KÜTAHYA KÖMÜR MADENLERİ gibi...

Kiralarken de kime ve hangi şartlar ile verildiğine dikkat edilmelidir.

Çünkü bunlardan bir kısmı sadece MİLLET'in değil, BÜTÜN İNSANLIĞINDIR!.. Bir ülkenin kendi sınırları dahilinde olan IRMAKLAR'ı, DENİZLER'i dilediği gibi kullanması, o ırmak ve denizle bağlantısı olan diğer ülkeleri de etkilemektedir... TUNA ve AKDENİZ'in kirlenmesi, buna en iyi örnektir. Brezilya'nın ORMANLAR'ını rastgele kesmesi, bütün dünyanın iklimini değiştirmektedir... ABD'deki fabrikaların dumanı Kanada'ya, Almanya'dakilerinki Polonya'ya asit yağmuru olarak inmekte ve ormanlarını öldürmekte, havasını zehirlemektedir.

Öyleyse bu MÜLKLER fertlere ait olamayacağı gibi, MİLLET ve DEVLETLER'e dahi EMANET'tir, BAŞKALARININ DA HAKKI VARDIR!.. Ehline, akıllı kullanacak olana ve emanete ihanet etmeyip mülkü ve çevresini kirletmeyecek olana verilmelidir.

Bu KURAL bazı şahsi mallar için dahi söz konusudur... ABD'deki bir bayanın kullandığı sprey, GÜNEY KUTBU'ndaki OZON TABAKASI'nı delerek, Arjantin'deki insanın kanserden ölmesine yol açabilmektedir... Şu halde sadece TÜKETİM MALLARI'nın MÜLKİYET'ine sahip olanlar değil; HAM MADDELER'i ÜRETİM'de kullananlar da EHİL, AKILLI ve BAŞKALARININ HAKKINA SAYGILI kişiler olmalıdır.

İşte DÜNYA EKONOMİSİNİ içinde bulunduğu BUNALIMDAN, İNSANLARI SEFALETTEN ve GELECEĞİMİZİ FELAKETTEN KURTARACAK olan SİSTEM budur!.. MÜLKİYET ve PRENSİPLERDE KARAR MEKANİZMASININ, DENETİMİN BÖYLE DÜŞÜNECEK DEVLETLERDE OLMASI, istikbalimiz için elzemdir!..

En önemli husus TOPRAĞIN DEVLETE AİT olmasıdır. MİLLET'in ihtiyacına göre hangi yörede ne kadar TOPRAK tarım için, ne kadar TOPRAK mer'a için, ne kadar TOPRAK mesken inşaatı için ayrılacak; bu tespitin DEVLET'çe yapılıp uygulanmasıdır.

OSMANLI TİMAR sistemi buydu... Bu yüzden DEVLET 300 yıl hiç sorunsuz yaşadı... Ondan sonraki 300 yıllık sorunlu dönemin MÜSEBBİBİ'ni ise, pek az kimse bilir... Bu kişi "muhteşem" veya "kanuni" diye yutturulan 1. Süleyman'dır!.. 1527'da Viyana kapılarından eli boş dönmesi bir ikazdı, anlamadı... 1683'de yaşadığımız 2. Viyana Bozgunu ise, sonun başlangıcıdır.

Bu herif bir Rus karısını "sultan" yapıp tepesine çıkartması, onun kışkırtması ile en değerli oğlu MUSTAFA'yı öldürtmesi, bu sebeple tahtın SARHOŞ SELİM'e kalmasına yol açmasının yanısıra; başta DAMAD'ı iBRAHİM PAŞA olmak üzere, önüne gelene büyük araziler bağışlayarak TİMAR SİSTEMİ'ni bozmuştur.

Neticede taşra teşkilatı dejenere olmuş, eşkıyalık artmış, isyanlar çıkmış; halk yerini yurdunu terketmek zorunda kalmış, fakirleşmiş ve DEVLET çökmüştür.

Bugün de büyük ŞEHİRLER'in KÖYLEŞMESİ'nden şikayet edenler, bunun sebebinin GECEKONDULARA TAPU vermek olduğu üzerinde hiç durmazlar!..

Dağdan gelip bağa yerleşen, bir anda ev sahibi olana tapu verirseniz; hem ÇAMLICA, SARIYER, BOĞAZLAR gibi mutena yerleri mahvedersiniz, hem bu GASPÇI'nın 10 yıl sonra arsasını müteahhide kat karşılığı devredip ZENGİN olmasına sebep olursunuz!...Sonuç TALAN DÜZENİ'dir.

Böyle havadan EV, APARTMAN ve PARA sahibi olma fırsatını kim kaçırır?..

Halbuki Almanya gibi "liberal" ülkelerde bile şehirlerdeki araziler Belediye'ye aittir!.. Bina yapmak isteyenlere "kira"lanır... Böylece iki nesil sonra arsaların sonsuz küçük hisselere bölünmesi, istimlak masrafı, arsa spekülasyonu, şehrin çarpıklaşması önlenir... Hollanda'da sadece TOPRAK değil BİNALAR da DEVLET'e aittir!.. Bir ada olan İNGİLTERE'de sahillerin dörtte üçü KRALİÇE'ye aittir.. O da gelirini DEVLET adına kullanmak durumundadır!.. Yani bizim OSMANLI sisteminin kötü bir taklidi! Bizim hiç bir yöneticimiz, aydınımız, şehircimiz bu gerçeği dile getirmez, halktan saklar!.. Bir duyulursa, arsa işgali, sahil yağması yapamazlar diye ödleri patlar.

İşte ÇARPIK MÜLKİYET ZİHNİYETİ, ve işte yukarda bizim GERÇEKÇİ MÜLKİYET ANLAYIŞI'mız!..

Hemen ekleyelim ki, GECEKONDU için anlattığımız bu talan, "ÖZELLEŞTİRME" adı altında tüm KİT'LER'e, ORMANLAR'a, ve HAZİNE ARAZİSİ'ne yaygınlaştırmak istenmektedir!..

DEVLET'İN MALI, aslında MİLLET'İN MALI'dır!.. Biz buna MÜLK diyoruz... Yani DEVLET ne kadar ZENGİN ise MİLLET de o kadar ZENGİN'dir ve bu ortak mülkten yararlanır.

Ama bu mülk bir kere FERTLER'in eline geçti mi, artık ondan kendisinden başkası yararlanamaz!.. Siz bugün DOLMABAHÇE SARAYI'na, RESİM-HEYKEL MÜZESİ'ne girebilirsiniz. Oradaki en meşhur sanatkarların eserlerini zevkle seyredebilirsiniz...Ama VEHBİ KOÇ'UN KÖŞKÜ'ne, SABANCI'nın RESİM KOLLEKSİYONU'nun olduğu salona giremez, "özel mülkiyet" kapsamına girmiş bu zenginliklerden yararlanamazsınız... Çünkü o mallar MİLLET'in değil; artık VEHBİ'nin, SAKIP'ındır.

İşte DEVLET'in elindeki her GÜZELLİK için bu imkan BÜTÜN FERTLER'e tanınmışken; "özelleşen"ler, belirli ve az sayıda kişiyi aşırı zengin yapmaktan başka işe yaramaz.

Burada çok büyük bir TEHLİKE daha vardır. O da YABANCILAR'ın bizlerden daha ZENGİN olduğu hususudur!. Eğer DEVLET'in DEĞERLİ MÜLKÜ fertlerin eline geçerse; kısa zamanda DAHA ZENGİN olanların eline kayar. Bu da MİLLET'İN MALI'nın yabancıların eline geçmesine yol açar.

Yabancıların işlerini güçlerini bırakıp, TÜRKİYE'ye, ORTA ASYA'ya, eski Doğu Bloğu ülkelerine akın edip, yöneticileri bir an önce "özel mülkiyet kanunları" çıkartmaya zorlamalarının amacı budur!.. Bunun için Mafya metotları kullanmaktan kaçınmazlar. Kanadalılar 1991 yılında, altın madenlerini kendilerine açmaya yanaşmayan Kırgızistan Başbakanı'nı, acımadan öldürmüşlerdir!..

İşte biz bu sebeplerden dolayı UZUN ÖMÜRLÜ MAL ve MÜLKLER'in DEVLET MÜLKİYETİ'nden çıkmasını İHANET sayarız. Bunu yapanları YAĞMACI, HIRSIZ, HAİN görürüz.

Ayrıca madenler, sular, tabii kaynaklar DEVLET'e ait olunca, DEVLET bunların işletmesini kiraya vererek veya kendi işleterek kullanır... Böylece halkın üzerindeki vergi yükü de azalmış olur... Eğer bu zenginlikler fertlere kaptırılırsa; DEVLET'in gelir kaynakları ortadan kalkar. Ülkede gelir uçurumları oluşur... Hem fakirlik artar, hem de daha fazla vergi alınması mecburiyeti doğar... Ayrıca mülkün yabancıların eline geçmesi önlenemez... Neticede fakirlik ve esaret kaçınılmaz olur.

MÜLK DEVLET'İN, MAL FERD'İN dedik... Bir de SANAT ve BİLİM konusu var... Birincisi TELİF, ikincisi PATENT, LİSANS hakları ile şahıslara mal edilmek istenmektedir.

elbette ki bir sanat eseri meydana getiren SANATKAR ile, insanlık yararına bir şey keşfeden BİLİM ADAMI, bu başarısının mükafatını görmelidir.

Ama hiç kimse bir roman yazıp, bir ilaç keşfedip, sonra sırt üstü yatamaz!.. Çünkü SANAT MİLLET'İN, BİLİM İNSANLIĞIN MALIDIR!.. Bu yüzden şahısların eserlerinden ve keşiflerinden yararlanma TELİF ve PATENT ile tahdit edilemez. TELİF ve PATENT, LİSANS hakları 3-5 yıl, en fazla EMEKLİLİK süresi kadar gelir getirmeli; sonra o değerler MİLLET'e ve İNSANLIĞA mal olmalıdır... İsteyen bir kitabı, şiiri, besteyi çoğaltabilmeli, basabilmeli; bir motoru, dişliyi, ilacı üretebilmelidir... ABD'de bile TELİF, PATENT hakları 17 yıl içindir!..Biz de çok daha kısa olması gerekir... Hele yabancı PATENT ve TELİF hiç olmamalıdır. KALKINMA, özellikle geri kalmış ülkelerin kalkınması, ancak böyle sağlanabilir.

Hele ki, bir yazarın eserinin TELİF hakkının onun çocuklarına, torunlarına geçmesi; bu kişilerin hiç bir şey üretmeden atalarının hatıraları ile beslenmeleri kabul edilemez!.. Siz hiç ITRİ'nin torunlarının her TEKBİR getirenden para topladığını tahayyül edebiliyor musunuz?.. Her ampul yakanın EDİSON'un torunlarına, veya o patenti satın almış firmaya para ödemesini akılla, bilimle, insanlıkla bağdaştırabiliyor musunuz?.. PASTEUR'un varislerine fahiş bedeller ödemediği için kudurarak ölen bir insanı, içinize sindirebiliyor musunuz?.. Buna ancak mezar soyguncuları rıza gösterebilir, çünkü sadece onlar ölülerin sırtından geçinirler!..

İşte DEVLET bu yüzden MAL, MÜLK, SANAT ESERİ, İCAT ve KEŞİFLER'in en uygun şekilde MİLLET yararına kullanılmasından sorumludur... Sadece bugünü değil; geleceği de düşünmek zorundadır. MÜLKİYET, KARAR MEKANİZMASI'ndan ayrılamaz.

Sözün özü, DEVLETSİZ EKONOMİK DÜZEN; EKONOMİSİZ DEVLET DÜZENİ OLMAZ!.. DEVLET, MÜLKİYET HAKKI'NDAN, KARAR YETKİSİ'NDEN MAHRUM EDİLEMEZ!.. ATATÜRK'ün DEVLETÇİLİK anlayışı bu açıdan HAYATİ ÖNEM taşır. Asla "DEVLET'i küçültme, ekonomiden el çektirme, ferdin hizmetine sokma" kavramları ile bağdaşmaz.

***

> İÇİNDEKİLER < > DEVLETÇİLİK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-2 <