DEVLETÇİLİK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-3

(9-devam)- ATATÜRK, SOSYALİZM'in de yabancısı değildi. Onu da 1919'da incelemiş, TÜRK insanının bünyesine uygun olmadığı sonucuna varmıştı.

Demek ki DEVLETÇİLİK, KAPİTALİZM VE SOSYALİZM'İN AKSAKLIKLARINI BERTARAF EDEN, TÜRK MİLLETİ'NİN GELENEK, GÖRENEK VE İHTİYAÇLARINA CEVAP VEREN TAMAMEN MİLLİ BİR SİSTEMDİR!.. FERDİ İHMAL ETMEZ, AMA TOPLUMU ÖN PLANDA TUTAR. Ancak bu yolla bütün zengin ülkeleri sarsan, fakir ülkeleri mahveden 1929-1930 bunalımı büyük bir zarar görmeden atlatılmıştır.

Bu başarı, DEVLETÇİLİK uygulamasının gelecek için umut kaynağı olmasına yol açmış, pek çok bilim adamının dikkatini çekmiştir.

" KEMALİZM, KUZEY AMERİKA ve BATI AVRUPA rejimlerinde bulunmayan nitelikleri ile, MARKSİZM'in gerçekten alternatifidir. MARKSİZM uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, BATI DEMOKRASİSİ karşısında saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren KEMALİST modeli tercih edebilirler."

diyor Prof. M. Duverger...

Bir BATILI bile kalkınmak isteyen ülkelere BATI TİPİ DEMOKRASİ ve şimdiki adı ile PAZAR EKONOMİSİ'nin uygun olmadığı itiraf ediyor!.. Çünkü bilhassa Afrika kıtasında, sömürgecilerin çekilirken menfaatlerini korumak amacıyla KABİLE ve KÖY MÜLKİYET SİSTEMİ ile YÖNETİM TARZI'nı dejenere etmeleri; bu ülkelerin insanını sefalete, açlığa mahkum etmiştir. GÜNEY AMERİKA, GÜNEY ASYA bundan farklı değildir.

BATI TARZI EKONOMİK SİSTEM, HIRİSTİYAN BATI ÜLKELERİNDEN BAŞKA YERDE SONUÇ VERMEZ!.. 20 yılda bir savaştıklarına göre, oralarda bile başarısı kuşkuludur ya, neyse!.. Bu yüzden yazımızın sonunda dünyanın en meşhur iktisatçılarının KAPİTALİST sistemin aksaklıkları üzerine söylediklerini orijinal metinden verecek, ve sözde PAZAR EKONOMİSİ'nin ipliğini "pazar"a çıkaracağız. (Bakınız: KENDİ AĞIZLARINDAN SERBEST PAZAR PALAVRASI)

Burada sadece PAZAR EKONOMİSİ'nin (KAPİTALİZM) canavarı ENFLASYON üzerine bir kaç söz söylemek istiyoruz... Yine pek çok iktisatçının farketmediği bir husus vardır. O da KAPİTALİST EKONOMİ sisteminin KREDİ ve BORSA üzerine kurulu oluşu; ENFLASYON'un ve EKONOMİK BUNALIMLAR'ın bundan kaynaklandığıdır.

Bilindiği gibi FİYAT, ARZ ve TALEB'e göre oluşur. EKONOMİ'de "kanun" diyebileceğimiz ender tesbitlerden biri de budur... Piyasadaki TALEP de kişilerin firmaların elindeki nakitle orantılıdır. Ancak siz devreye KREDİ'yi sokarsanız, tüketiciler ellerinde olan nakitin gücünden fazlasını TALEP etmeye başlarlar. Böylece piyasada fiyatlar yükselir, EKONOMİK İŞLEMLER'in sayısı artar ve ülke ekonomisi olduğundan büyük görünür. Balon gibi şişer. Zaten ENFLASYON balon gibi şişmek demektir!

Öte yandan üretilen malların BORSA'da denetimsiz işleme girmesi, ARACI takımının işine yarar. Mesela sizin pamuğunuzu, iplikçi ve tekstilcilerden önce pamukla hiç alakası olmayan, paralı kişiler kapatır, sonra da esas ihtiyacı olanlara yüksek fiyatla satar. Böylece fiyatlar bir kere daha artar. Ekonomik işlem sayısı elden ele dönen mallar yüzünden gene çoğalır, ekonomi biraz daha şişer.

Buna bir de şirketler arası fiyat anlaşmaları, rakipleri iflas ettirme, üretim fazlasını denize dökme, tarlada bırakma gibi hileler eklenince; ARZ ve TALEP MEKANİZMASI dejenere olur. Ham madde üreticisi de, tüketici de ezilir. Piyasada "serbestlik" değil, GÜÇ ve VURGUN DÜZENİ hakim olur. Halbuki 800 yıl önceki AHİLİK teşkilatı dahi "ihtiyacından fazla mal almayı, stok yapmayı, piyasaya kalitesiz mal sürmeyi" yasaklayarak, çok daha etkili bir PİYASA DÜZENİ kurmuştu.

Aslında BATI tarzı bu sistem BÜTÜNÜYLE pamuk ipliğine, veya bir tek iğneye bağlıdır. En ufak bir güvensizlik anında, herkes bu abartılı ekonominin gerçek değerlerine sarılma telaşına düşer. Yani BALON'a bir tek İĞNE darbesi ile tüm ekonomi çöker!.. BATI'da 1929 ve 1980'lerdeki buhranlar işte böyle çıkmıştır. Menderes, Demirel ve Özal'ın o parlak dönemleri de, gerçek bir kalkınma olmayan, hep borca, DIŞ ve İÇ KREDİ'ye dayalı baloncuklar idi. Her 10 yılda bir balon patlayınca altından hep İFLAS tehlikesi çıkmış, BORÇ YİYENİN KESESİNDEN YEDİĞİ anlaşılmıştır.

Bizde ise ENFLASYON sadece "fiyat artışı" olarak anlaşılır. BATI'da hızlı fiyat artışları olmadığı için ekonomileri istikrarlı sanılır. Ama borsaların Reagan'a suikast gibi "ekonomiyle ilgisiz" olaylarda bile nasıl sarsıldığı hatırlardadır.

Yine çok az İKTİSATÇI'nın üzerinde durduğu, politikacıların yanından bile geçmediği bir gerçek vardır. 1960'larda dış borcumuz 15 milyar dolara, 1970'lerde 25 milyara, 80'lerde 50 milyara ulaşmıştır.

"Kalkındı, kalkınıyor, kalkınacak" denilen TÜRKİYE'de borç arttıkça paramız değer kaybetmiştir. 1958'de 1 $= 3 TL. iken 9 TL'ya çıkmıştı. iki yıl sonra İHTİLAL geldi. 1969'da 16.5 TL'ya çıktı, 1971'de örtülü İHTİLAL geldi. 1979'da "ekonomi dehası" Özal Efendi doları 35TL'ya çıkardı, İHTİLAL geldi. Bu adam askerler sayesinde sağladığı istikrarı, 1985'den sonra bir mirasyedi gibi harcadı. 1980 sonunda dolar 100 lira iken, Özal'ın partisi iktidarı bıraktığında 10.000 lira idi. (1991) O yıl ihtilal olmadı, Özal koltuğunu zaten bırakıp bırakıp kaçmış (1989), cumhurbaşkanı olmuştu!..Demirel ekonomiyi büsbütün batırınca Özal'ın vefatı onun kurtuluşu oldu, o da şapkayı alıp Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu... Partisinde yerine gelen Çiller, doları 1994'de 40.000 lira yaptı. 1996'da 100.000 oldu...Dış borç 75 milyar dolar, iç borç ta katrilyona ulaştı. Borç bütçeyi kat kat aştı!... 1999'da dolar 400.000 TL., Ecevit hükümeti ile 2001'de hem de iki kriz atlatarak 1.200.000 TL. oldu... Yurt dışından "ithal" edilen Kemâl Derviş de özel banka borçlarını Devlet'e yıkmaktan, üretimi büsbütün kısacak tütün,şeker, bankaları özelleştirme, Merkez Bankası'nı özerkleştirme kanunları çıkartmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Bunların hepsi Batılı kapitalistlere, büyük yabancı şirketlere yarar. Halkımıza değil!.. Kısa bir zamanda politikacılar yola gelmezse, gene süngü ile kovulmaları kaçınılmaz olacaktır.

Çünkü ülkede bu şartlar altında sağlanan "kalkınmışlık", gerçek değildir. Borçla satın alınmış geçici bir rahatlamadır. Bu dönemde yapılmış (1950-1995) bütün tesisleri maliyetine satsanız borçlarınızı bile ödemez, dımdızlak kalırsınız!..

Bu adamların pek övündükleri "kalkınma"; düğününe smokinle, limozinle giden hamalın; ertesi sabah kendini zengin zannederken faturaları ödemek durumunda kalmasına benzer!..

Yoksa hiç kalkınmış, düze çıkmış bir ülke; birdenbire "konkardato", hatta "iflas" ihtimali ile karşı karşıya kalır mı?..

Peki, çare nedir?..Çare aslında büyük bir İKTİSATÇI olan ATATÜRK'ün söylediği kadar basittir. EKONOMİK BÜNYE İLE ORANTILI DENK BÜTÇE!.. Sadece DEVLET için değil, bütün kurumlar, firmalar hatta aileler için!.. Herkes AYAĞINI YORGANINA GÖRE uzatırsa, yatırımını, harcamasını servetine ve gelirine denk yaparsa, ihtiyaçları ön plana alırsa, EKONOMİ gerçek boyutlarında kalır; ENFLASYON ve BUNALIM tehlikesi ortadan kalkar. Bu da DEVLET'in ülkedeki İKTİSADİ FAALİYET'i tam bir gözetim ve denetim altında tutması ile mümkündür.

Sözün özü, DEVLETÇİLİK, her türlü AKSAKLIKTA MÜDAHALE'yi GEREKLİ görür. PLANCI'dır. GERÇEKÇİ'dir. Boş vaadlerde bulunmaz. KAYNAKLAR'ı GÖZÖNÜNDE tutar, DENK BÜTÇE'yi amaçlar. ENFLASYON'un ALDATICI ortamından uzak durur. İSTEKLER'E DEĞİL, İHTİYAÇLAR'A ÖNCELİK verir. SEÇMECİ ve ELEMECİ'dir. KAMU SEKTÖRÜ ve ÖZEL SEKTÖR BİR ARADA'dır. ADİL DAĞITIM peşindedir. MİLLİ MALİYE, İKTİSADİ BAĞIMSIZLIK'tan vazgeçmez. İNSALCIL'dır. SÖMÜRÜYE KARŞI'dır. ULUSLARARASI SAMİMİ İŞBİRLİĞİ'nden yanadır. Asla "kapalı ekonomi" değildir. DİNAMİK'tir. ESNEK'tir!..

Daha ne olsun?..

Burada hem "atatürkçü" geçinip hem de DEVLETÇİLİK ilkesini görmezlikten gelenlere bir teklifimiz var:

Siz hep "çoğulcu demokrasi" diye feryat etmiyor musunuz?.. Yani, halkın çoğunluğu ne isterse, o olur, değil mi?..

Yapın bakalım bir referandum, görelim; TÜRK İNSANI DEVLET'e mi, ÖZEL SEKTÖR'e mi daha çok güveniyor?.. DEVLET'te mi, ÖZEL SEKTÖR'de mi çalışmak istiyor?..

DEVLET MALI çayı, sigarayı, birayı, peyniri, eti mi tercih ediyor; yoksa özel çayı, Best sigarasını mı?..

Cevap, hakikati ortaya koyacaktır.

Eğer akrabalarınızı doldurmasanız, suiistimal yapmasanız bütün DEVLET fabrikaları ÖZEL SEKTÖR'den 100 kat daha kaliteli ve ucuz mal üretir, halk da DEVLET'ten başkasına yönelmez. Dünyada özel sektörün DEVLET MALI'nı taklit ettiği tek ülke TÜRKİYE'dir. Onca özel firma çıktı, hepsi ÇAYKUR'un paketlerini taklit eder!..

TÜRKİYE'de DEVLET'in fonksiyonu burada da bitmez. Bütün büyük inşaat firmaları, tekstil fabrikaları, bankaların yönetici kadrosu DEVLET'ten transfer elemanlardır!.. Aynı şey özel radyo ve televizyon kanalları için de geçerlidir. TRT bunlara eleman yetiştirir. Özel havayolları pilotları hep asker emeklisidir.

Yani DEVLET vazgeçilmez bir EĞİTİM kurumudur. Onu devreden çıkarmak, ÖZEL SEKTÖR'ü de hadım etmek anlamına gelir!

Cahil politikacılar, beceriksiz iktisatçılar ve satılmış uzmanlar hep KİT'ler üzerinde durur. Çünkü satılması, yağmalanması, yabancıya peşkeş çekilmesi mümkün olan kurumlar onlardır. Ancak VERİMSİZ çalışan KURUMLAR sadece KİT'ler değildir!

Aslında İNÖNÜ döneminden beri Bakanlıklar, Genel Müdürlükler hantallaşmış, Özal döneminden itibaren de Belediyeler yozlaşmıştır. Bunların her biri bir KİT kadar DEVLET'e yük bindirir. Ama kar-zarar hesabı yapılmadığından, bu gerçek gözden kaçar. Halbuki sadece KİT'lerin değil, bütün DEVLET kuruluşlarının, KAMU hizmeti veren kurumların, hatta KAMU yararına çalışan derneklerin verimli faaliyet göstermesi şarttır.

Şu anda bütün bakanlıklardan, genel müdürlüklerden mevcut elemanların üçte ikisi işten çıkarılsa, çok daha iyi hizmet verebilirler. Hiç değilse kimin ne yaptığı belli olur. Yine bu kuruluşlar her yeni bakanla, her yeni genel müdürle birlikte otomobil, perde, mobilya, hatta bina değiştirmekten vazgeçse, temel atma, açılı, karşılama, plaket, çiçek gibi saçmalıkları, israfı önlese; TÜRKİYE'nin bütçesine bir bütçe daha katılır!..

Ya TBMM ile Dışişleri Bakanlığı?.. Değerli diplomat ve milletvekili Kamuran İnan'ın sık sık dile getirdiği gibi, dünyanın en pahalı Meclis'i ve Dışişleri bizde!..550 beceriksizin aldığı astronomik MAAŞ bir yana; aynı miktarda HARCIRAH'ı utanmadan cebe indirirler!.. Başka hangi DEVLET memuru 5 yıl için "tayin" edildiği görev için HARCIRAH alır ki?..

Bitmedi!..Bu kişiler lüks lojmanlarda ucuz oturur, Meclis lokantasında ucuz yemek yerler. Özel hastanelerde, lüks otellerde sözüm ona "tedavi" olur!..Seçmenlerini "akraba" gibi gösterip lojmana yerleştirir, milyarlarca liraya tedavi ettirir... Bunlar da yetmez. Dil bilmeyenler YURT DIŞI görevler üstlenir. Hayatında hiç çalışmamış olanlar dahi bir dönem milletvekilliği yapmakla KIYAK EMEKLİLİK elde eder!..

Monşer diplomatlara gelince, 5-10 bin dolar maaş almalarına rağmen TÜRK insanının YURT DIŞINDA'ki işlerini yapmaya üşenirler. Görev yaptıkları ülkelerin TÜRKİYE hakkında ne düşündüğünü, neler yaptığını tespite çalışmazlar... Çeşitli DEVLET kuruluşlarının DIŞİŞLERİ'nden ziftlenen sözde "müşavir"leri de yine 5000 doları cebe indirip boş otururlar!..

Keza belediyeler, her seçim kazanan başkanın akrabalarının doluştuğu birer çiftliktir. Onlara akraba değil, AKBABA demek daha doğrudur ya, neyse!.. Çemişkezek belediye başkanı dahi altına Mercedes araba çeker!. Cahil yeğenini İmar İşleri Müdürü yapar ki, Belediye arsalarını kapatsın!.. Kısacası, bütün bu kurumları düzeltmeden KİT'lerin hepsini satsanız, yine 3 yıl sonra iflasın eşiğine gelmekten kurtulamazsınız. DEVLET bir BÜTÜN'dür. Makyajla düzelmez!

Bir diğer tehlikeli gidiş de Özal ile başlayan "vakıf" ve "fon" hastalığıdır. Her türlü yetki HÜKÜMET'te olmasına rağmen, gerekli düzenlemeyi yapmazlar, sonra "DEVLET işlemiyor" diye vakıf kurar, her türlü DEVLET hizmetinden vakfa "bağış" keserler!.. Neymiş?.. Vakıf o kurumun eksiklerini tamamlayacakmış!.. Yahu, elini kıçından dolandırıp kulağını göstereceğine, doğrudan her hizmet için bir ücret belirlesen olmaz mı?.. Eskiden dilekçeye bile 16 kuruşluk pul yapışmaz mıydı?.. Damga pulları, makbuzlar ne güne duruyor?..Yook!.. Böyle vakıfla yapacak ki, hem DEVLET işlemiyor görünsün, hem de aynı dairede görevli kodamanlar vakıf gelirlerinden ziftlensin! Fonlar da öyle!.. Koca başbakan (Ozal) Hazine ve Maliye'den para kaçırmaya kalktıydı!..Varsa bir aksaklık, güç sende... Düzeltsene!.. Yook!.. Gelirleri ne idiğü belirsiz kalemlere aktarırlar ki, rahatça diledikleri gibi sarfedebilsinler.

Bizce her DEVLET hizmeti, boyutuna göre bir bedel karşılığı görülmelidir. Köprüden geçmek, imtihana girmek, hatta dileğini DEVLET'e iletmek gibi!.. Ancak bu bedeli sadece ve sadece DEVLET alır, aracı kullanmaz. Kuralını da HÜKÜMET belirler. DEVLET alırken haraç alan eşkıya gibi davranmaz. İnsafı elden bırakmaz, ölçüyü kaçırmaz. Belediyeler de böyle davranır. Hiçbirinde vakıf için, polis gecesi için, veya Trabzonspor için bağış toplanamaz. DEVLET hizmeti, şahısların veya grupların eğlencesi veya keyfine karşılık yürütülmez. Top tepmek, rakı içmek isteyenler parayı kendi ceplerinden ödesinler. Vatandaşın işini zora koşarak değil!..

Her DEVLET kurumunda binlerce, onbinlerce eleman maaş alırken, 1. Milliyetçi Cephe döneminden itibaren(1975) işleri "ihale"ye verme alışkanlığı başlamıştır. DSİ baraj imalini ihaleye çıkarır, Karayolları da yolları!.. Böylece her yatırım en az %30 pahalıya mal olur. Her birinde yüzlerce mimar boş otururken, bina projelerini bile dışarı çizdirirler. En komiği de bütün bu daireler, hastaneler, üniversiteler binlerce odacı kadrosuna rağmen temizlik işlerini bile özel firmaya ihale ederler!..

Öte yandan gerek KİT'ler, bankalar, gerekse TRT gibi pek çok DEVLET kuruluşu GENEL MÜDÜR'ü varken bir de YÖNETİM KURULU ile idare edilirler!.. Daha doğrusu bu kurullara çöreklenmiş olanlar pek işten anlamaz, sadece adam kayırmakla uğraşır, ama milyarları da cebe indirir.

Bir de "müşavirler", "merkez valisi" ordusu vardır... Bunlar hemen her hükümetle birlikte görevden alınan üst düzey bürokratların yerleştirildiği, sayısı binleri bulan kadrolardır. Çoğunun odası, hatta sandalyesi bile yoktur...Bu tecrübeli, eğitimli yüksek maaşlı insanlardan çok çeşitli yerde yararlanmak mümkün iken, hayır!.. Emekli de edilmezler. Boş bırakılırlar... Çoğu işyerine sadece maaş almaya gelir.

Sadece bu üç uygulamayı kaldırmak ve MECLİS ile DIŞİŞLERİ'ni ıslah etmek bile, bizce BÜTÇE AÇIĞI meselesini halleder!

Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi "KAMU yararına dernekler" de DEVLET desteği gördüğü için, DEVLET denetimine dahildir. Yoksula hizmetle görevli bir kurumun başkanı, Kemal Demir namussuzu gibi lüks arabalarda, yurtdışı gezilerde fink atamaz. DEVLET'ten yardım gören her kurumun mensupları "DEVLET memuru" statüsüne tabi olmalı, hesap sorulmalı, çalıp çırptıkları burunlarından fitil fitil getirilmelidir.

Şu anda DEVLET, kendisine bağlı kurumları denetlemediği gibi, malının mülkünün de hesabını bilmez!.. Siz hiç bir ev düşünebiliyor musunuz ki, bir eşyanın sahibinin kim olduğu bilinmesin de, kapanın elinde kalsın?..İşte maalesef İSTİKLAL SAVAŞI'ndan sonra ilk yapılması gereken şey, başta TOPRAK, VAKIF MALLARI olmak üzere bütün DEVLET mal ve mülkünün tespitini yapmak iken; bu hala gerçekleşmemiştir. TÜRKİYE'yi terkeden Ermeni, Rum ve Levantenler'in terkettiği gayrımenkullerin üzerine açıkgözler, kabadayılar konmuştur!

DEVLET sadece KENDİ malına değil; hırsızın uğursuzun elinde kalmasın diye, bütün SAHİPSİZ mallara da el koymalıdır. OSMANLI'da varisi olmadan ölen kişinin emlaki, MAHLÜL adıyla DEVLET'e geçerdi...

Ayrıca TÜRKİYE'deki bütün toprak, bina, araç, hayvan, değerli eşya, hatta televizyon, buzdolabı gibi malların sahipleri belli olmalıdır. Bunlar her bir ferdin dolduracağı MAL BEYANNAMELERİ'nde yer almalıdır. Çünkü vergiyi gelirden almak zordur, ama hakiki bir DEVLET'te servet saklanamaz! Düşük gelir gösterip de, serveti artanlar kaçırdıkları vergiyi böylece fazlasıyla ödemek durumunda kalırlar...

Aslında bu tespit şimdi kişi ÖLÜNCE yapılmaktadır. Adına da TEREKE denir. Açıkgözler TEREKE tespit edilmeden kaçırabildikleri kadar malı kaçırdıkları için, asıl varisler bile mirastan HAKÇA yararlanamazlar... Bir insanın malının SAĞKEN değil de, ÖLDÜĞÜNDE tespit edilmesi kadar saçma bir sistem olamaz.

Haa, kişi servetini tam beyan etmezse ne olur?.. Ne olacak, her sahipsiz mal gibi DEVLET EL KOYAR!.. DEVLET herhangi bir SUÇ durumunda ZANLI'nın SERVET'ini de incelemeye alır. "Bunları nereden buldun?" diye sorar. Kaynağı belli olmayan SERVET'i derhal müsadere eder!

Eğer bu yapılabilse, RÜŞVET'i tespit için "paranın numarasını almak, suçüstü yapmak" gibi gereksiz tedbirlere ihtiyaç kalmaz. SÖYLEMEZ çetesi, PARSADAN, KASTELLİ gibi namussuzların çaldıkları yanlarına kar kalmaz.

Ama bizim politikacı ve bürokratlar SERVET BEYANI'ndan kaçınırlar. VERGİ kanunlarını da öyle düzenlerler ki, ZENGİN yakayı sıyırır, FAKİR iliğine kadar soyulur! Bu yüzden ÖZAL zibidisinin meydanı boş bulduğunda ilk yaptığı şey SERVET BEYANI'nı kaldırmak olmuştur.(1985)

İşte böyle kısaca örneklediğimiz tarzda, hem DEVLET hizmetini dejenere edeceksin, çalıştırmayacaksın; hem de sonra "Bak DEVLET işlemiyor, hepsini özelleştirelim" diyeceksin!.. Yağma yok!..

TÜRK HALKI tümden DEVLETÇİ'dir. DEVLET'ine sonsuz güvenir. DEVLETÇİ olmayan sadece bizi yöneten partici, satılmış, hain, menfaat düşkünü azınlıktır. ÖZAL zibidisinin "DEVLET'e BABA demeyin, sonra alır sopayı sizi döver" tehdidi bile, insanımızı DEVLET'ten soğutamamıştır.

ÇÜNKÜ DEVLETÇİLİK, OĞUZ TÖRESİ'DİR!.. Binlerce yıldır kanımıza, ruhumuza işlemiştir. ATATÜRK'ün tercihi rastgele değildir, tamamen bilinçlidir...

ATATÜRK'ün İKTİSAT anlayışı MİLLET'in bütün SERVETİ'nin DEVLET bütün TEŞKİLATI'nın MİLLİ HAKİMİYET yönünde müştereken seferber edilmesidir. Yani ÜLKE'yi BAĞIMSIZ, DEVLET'i GÜÇLÜ, HALK'ı MÜREFFEH yapacak tedbirleri almak TEK AMAÇ'tır.

(10)- ATATÜRK'ün İKTİSADİ SİYASET'i; MİLLİ SANAYİ, ZIRAATI GELİŞTİRME, TİCARETİ AĞYAR ELİNDEN KURTARMA, ÜLKEYİ DEMİRYOLU AĞLARI İLE ÖRME, DENİZLERE VE UZAYA HAKİM OLMA esaslarına dayanır. Bunları teker teker ele alacağız.

Büyük bir İKTİSATÇI olan ATATÜRK, SANAYİLEŞME'yi MİLLİ DAVA olarak görür. Ve ÜLKE'nin ihtiyaç duyduğu HER TÜRLÜ SANAYİ'i küçük büyük demeden kurmayı hedefler. MİLLİ SANAYİ'in SAVUNMA, AĞIR SANAYİ ve HABERLEŞME'yi de kapsadığı açıktır.

Kendinden sonra gelen bütün politikacılar, gösterişe veya yığılıma kayan sanayi kollarını tercih etmişlerdir. Kimi makarnaya yüklenmiş, kimi salçaya, kimi tekstile, kimi de otomobile!.. Ama hiç biri bunlar arasında dengeli bir dağılımı, ülkenin arz-talep durumunu ve esas acil ihtiyaçlarını düşünmemiştir.

İkinci önemli husus, ATATÜRK'ün bu SANAYİ DALLARI'nı kurarken yabancılardan yararlanması; ama hiçbirine elini verip, kolunu kaptırmamış olmasıdır. Biz onun döneminde kurulmuş olan ne kumaş fabrikaları, ne şeker fabrikaları, ne silah fabrikaları, ne de çimento fabrikaları için gavurlara patent, know-how filan bedeli ödemedik, ödemiyoruz. Pahalı kredilerin faizleri altında ezilmedik, çünkü bu tarz kredi almadı.

Üstelik ATATÜRK bu fabrikaları Alpullu, Ereğli, Kırıkkale, Nazilli gibi o dönemde küçük, ama gelişmeye müsait yerlerde kurmuştu. Böylece o dönemde bir KÖY olan KIRIKKALE bugün İL seviyesine ulaşmıştır!.. Yıllarca ihmal edilmiş bölgeler ATATÜRK döneminde canlanmış, halk gurbet yollarına dökülmemiş, büyük şehirler gecekondular ile dolmamıştı.

Halbuki ATATÜRK'ten sonra, özellikle DEMİREL ve ÖZAL döneminde bunlardan hiç birine uyulmamıştır. MENDERES tedbirini almadan tarıma TRAKTÖR'ü sokmuş, işsiz kalan köylüler şehirlere akın etmişti. Sonra o traktörler yedek parçasızlıktan tarlalarda kalmış, öküzlere çektirilmişti!

DEMİREL bunca ihtiyacı dururken, özellikle ilaç ve tıbbi araç ihtiyacı sür'atle artarken; gazoz, gofret, çiklet, bira fabrikalarını "sanayi" diye yutturarak kaynaklarımızı israf etmiştir. (1965-75) Montaj sanayii olarak başlayan sanayi dallarının hemen hepsine, bugün hala dünyanın kar payını öderiz. Belirli ürünleri, YABANCI "ortak"larımız izin vermediği için istediğimiz ülkelere, istediğimiz fiyatlar ile satamayız.

ÖZAL'ın yaptığı kayda değer tek hayırlı iş HABERLEŞME'de dünya seviyesini yakalamasıdır. Ama onda da dışa bağımlı olarak!.. Telefon rehberimizi bile ITT basmaya kalktıydı!.. ATATÜRK, Moskova anlaşması (1921) ve Lozan'da(1923) borçlarımızı sildirmek için büyük gayret sarfetmişken; bu şaşkın adam, Körfez Savaşı'ndan sonra ABD'de "Biz erkek adamız, borcumuzu öderiz!" demiş, bir Amerikalı senatör de "Herhalde yanlış tercüme edildi. Hiç bir devlet adamı böyle bir fırsatı kaçıracak kadar deli olamaz" yorumunu yapmıştı!.. Çünkü Mısır 6 milyar, İsrail de 5 yıl içinde 15 milyar dolar alacaktı ABD'den, Körfez Savaşı'nın zararlarına karşılık!.. Biz ise 75 milyar dolar zarar ettik!

En acısı 1967'de DEMİREL ile kötü bir alışkanlığın başlamış olmasıdır. Bu zat plandan hiç hoşlanmadığı için tekstil fabrikalarını getirip MERSİN-ADANA ovasına, otomobil fabrikalarını da götürüp BURSA ovasına kurdurtmuştur!..

Bu ne demektir bilir misiniz?.. Adana çevresinde, yılda 2-3 ürün alınan son derece verimli tarım arazisinin, çorak fabrika alanına dönüştürülmesi demektir!.. Güzelim portakal bahçeleri, mandalina ağaçlarının tahrip edilmesi, bütün o cennet diyarın beton binalar ile kötü bir yerleşim sahası haline gelmesi demektir.

ATATÜRK ADANA yöresinin potansiyeli için şöyle demişti:

"Mısır'ın delta kısmı 16.000 km. karedir. Halbuki ADANA'da aynı kıymette bulunan toprakları 50.000 km. karedir. ADANA'yı üç büyük nehir suluyor. Fakat bu nehirler ilim ve fennin tesisatından mahrum olduğu için tuğyanlar fayda yerine zarar veriyor. Hasıl olan bataklıklar yüzünden ovalar sıtmalıdır. Harp'ten önce Mısır 7.5 milyon kantar pamuk istihsal ediyordu. ADANA'nın bu miktarda PAMUK istihsaline hiç bir mania yoktur. "(16.3.1923)

ATATÜRK'ün işaretiyle bataklıktan kurtarılıp dünyanın cenneti haline gelen ADANA yöresini, Demirel zibidisi makine ve beton yığınına çevirdi.

Aynı şekilde BURSA havalisinde de şeftali bahçeleri, çilek tarlaları, kestane ve dut ağaçları mahvoldu. Bu verimli ve yeşilliği ile meşhur diyar da, makine gürültüsüne boğuldu. Üstelik her iki bölgenin nüfusu da gereğinden fazla arttı, başka sosyal problemlere, hava kirliliğine yol açtı

Halbuki bakın ATATÜRK, Bursa'nın zaten kalkınmış ve zengin olduğunu nasıl ifade etmiş:

"BURSA ZIRAAT memleketidir, SANAT memleketidir, TİCARET memleketidir, ŞİFA MEMLEKETİDİR. BURSA malik olduğu tabii mahasin ve bedayiiyle FERAH ve NEŞAT memleketidir." (11.9.1924)

Yani, "BURSA zaten kalkınmıştır, gidin başka yerleri kalkındırın" diyor. O ne demiş, Demirel ne yapmış!..

Öte yandan zaten sanayiye sahip İSTANBUL, İZMİT, İZMİR gibi bölgelere bir tahdit getirilmediğinden buralar KANSER HÜCRESİ gibi gereğinden fazla büyüyerek bugünkü iğrenç halini aldı. Ozal da buna göz yumdu. Üstelik kalkıp GÖKOVA'ya kömürle işleyen santral kurdu. O koca santral bugün boş yatmakta, TÜRKİYE de elektrik sıkıntısı çekmektedir.

Bu uygulamalar birer CİNAYET'tir. Fabrika, başka geçim kaynağı olmayan çorak bölgelere yapılır!.. Gelişmesi geri kalmış, ve nüfus yoğunluğu düşük yerlere yapılır ki, orası da canlansın. Ülkenin güzel yerlerinden biri haline gelsin. Halkın karnı doysun da başka yerlere göç etmek zorunda kalmasın diye... ATATÜRK'ün yaptığı gibi!..

Zaten zengin olan, ülkenin gıda ambarı gibi işleyen yerlerin dengesini bozmak; zaten tenha ve geri kalmış bölgeleri tamamen boşaltıp insanları buralara balık istifi yığmak, ancak kötü niyetlilerin işleyebileceği türden bir CİNAYET'tir!.. Cinayet işleyenler de, en ağır cezalara layıktırlar!..

(11)- ATATÜRK'e göre, TİCARETİN AĞYAR ELİNDE OLMASI, EKONOMİK İSTİKLAL'in olmaması demektir. Çalışıp çabalayıp alın teriyle meydana getirdiğiniz ürünün yok bahasına başkalarının eline geçmesi, siz kıt kanaat geçinirken; AĞYAR'ın lüks ve sefih bir hayat sürmesi demektir!

Burada sadece ihracat ve ithalatın yabancıların elinde olması düşünülmemelidir. İhracatçı ve ithalatçının TÜRK olması yetmez!..Ülke içine İTHALAT ve ülke dışına İHRACAT aracılar vasıtasıyla olmamalıdır. İLK EL'den alıp SON EL'e satmak prensibi benimsenmelidir.

Prof. Türkkaya Ataöv, Fransa'ya Ermeni meselesi ile ilgilenmeye gittiğinde TÜRK incirinin Marsilyalı Ermeni tüccarlarca çuvallar içinde ithal edildiğini, sonra paketlenip üzerine BÜYÜK ERMENİSTAN haritası basılarak bütün Avrupa'ya satıldığını hayretle müşahede ettiğini anlatır... Gavur, TÜRK inciri ile işte böyle Ermenistan propagandası yapar!.. Bizim incirimizi paketleyecek, Avrupa'nın her ülkesine ayrı ayrı satacak teşkilatı kurmamız hem gelirimizi arttıracak, hem de bu tarz melanetleri önleyecektir.

Bunun çaresi şudur: Her yabancı ülkede, o ülkenin VATANDAŞ'ı olmuş TÜRKLER'in ortaklığı ile şirketler kurulur. TÜRKİYE'nin İHRAÇ ettiği malı, o şirket İTHAL eder. Böylece hem İTHALAT karı, hem de o ülkede SATIŞ karı TÜRKİYE'ye akar...Aynı şekilde TÜRKİYE'nin ihtiyacı olan mallar yabancı ülkelerde kurulacak şirketlerden İTHAL edilir. Bu da İTHALAT masrafımızı düşürür... Gavur bunu bizim ülkemizde yapıyor, karına kar katıyor.

Öte yandan, son derece yerinde bir teşhisle TİCARET için ULAŞIM'ın en önemli unsur olduğunu belirten ATATÜRK, bütün hayatını yurdu DEMİRAĞLAR'la örmeye, DENİZ ve KARA ULAŞIMI'nı artırmaya vakfetmişti. Çünkü bir OSMANLI paşasının dediği gibi, GİDEMEDİĞİN YER, SENİN DEĞİLDİR!

Ancak kendisinden sonra sadece KARAYOLLARI'nda yoğunlaşan bu ilginin esas amacının ULAŞIM değil; dışa bağımlı ULAŞIM TAŞITLARI olduğunu ifade etmek isteriz.

HALBUKİ HİÇBİR KALKINMIŞ ÜLKE YOKTUR Kİ, DEMİRYOLU VE DENİZ HATLARI GERİ KALMIŞ OLSUN!..

DEMİRYOLLARI'nı, DENİZ YOLLARI'nı ve UZAY'ı ihmal; bugünkü sıkıntıların doğmasına sebep olmuştur. Herkese otomobil anahtarı VAADETME yerine, her şehre DEMİRYOLU İSTASYONU, her sahil şehrine bir LİMAN yapılsa idi, TÜRKİYE çok başka noktalarda olurdu. TİCARET AĞYAR ELİNDE KALMAZDI. TÜRK-SAT için FRANSIZLAR'A MUHTAÇ OLMAZDIK!

"DÜNYADA EN İLERİ VE REFAHLI ÜLKE: TÜRKİYE!.." Bu, ATATÜRK'ÜN ÜLKÜSÜ'dür. Süleyman Demirel bunu 1970'lerde "müreffeh Türkiye" diye kendine maletmek istemiş, sonra da unutmuştur. Özal "orta direk" diye sözüm ona ATATÜRK'ün HALKÇILIK prensibini savunmuş, sonra ortalıkta sadece halkın yediği KAZIK kalmıştır. Çünkü bu gibi kavramlar ancak bir BÜTÜN olarak ele alınırsa, ÜLKÜ haline gelirler.

ATATÜRK'ün TÜRKİYE'nin kendi kendine yetmesi isteği, MİLLET'in DİL ve DİN yönünden geliştirilmesi, DÜNYA TÜRKLERİ'ne açılma arzusu, TÜRK TOPLULUKLARI arasındaki TARİH, KÜLTÜR ve EKONOMİ köprülerinin kurulması hedefi olmazsa; İLERİ ve MÜREFFEH bir TÜRKİYE ancak hayalden ibaret kalır.

Ayrıca TÜRK İNSANI'nın AHLAK ve SECİYE'sini yüceltmek, ÜSTÜN MEZİYET ve KAABİLİYET'ini ortaya çıkarmak, bütün diğer insanlara EMSAL teşkil etmesini sağlamak da, bu ÜLKÜ'nün temel esaslarındandır. Bu yüzden, İZMİR İKTİSAT KONGRESİ'nde alınan kararlar daha çok AHLAKİ TEMEL'e dayanır. Bu kararları EK olarak sunduk.

Her şeyden önce MİLLET'in KENDİ AYAKLARI ÜSTÜNDE durması sağlanmalı, ve EKONOMİ AĞYAR ELİNDE olmaktan kurtarılmalıdır.

DÜNYADA JAPONYA'DAN BAŞKA "KENDİNE YETER" OLMAYAN KALKINMIŞ ÜLKE YOKTUR. JAPONYA HAM MADDE VE YİYECEK, BATI ÜLKELERİNİN BİR KISMI DA ENERJİ İHTİYACI AÇISINDAN DIŞARIYA BAĞIMLI İSELER DE; EMPERYALİSTLİKLERİ SAYESİNDE SIKINTI ÇEKMEZLER. Gerektiğinde ABD'nin IRAK'a yaptığı gibi tepesine biniverirler.

AMA BU ÜLKELER, TÜRKİYE'YE "ÜRETİMDE UZMANLAŞMASI"NI TAVSİYE EDERLER. BU SON DERECE YANLIŞTIR!... Menderes döneminde "Siz bizim yiyecek ambarımız olun" demiş, üç-beş traktörle bizi kandırmışlardı! Sonra bu traktörlerin yedek parçası olmadığı için perişan olmuştuk... Demirel döneminde, şu ayıla bayıla girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği var ya, "Salçamızı sizden alacağız" deyip bize kapasitesi dünyaya yetecek kadar salça fabrikası sattıydı. Sonra da salçamızı almadı!.. Aynı işi tekstil fabrikaları için de yaptılar. Şimdi tekstilimize kota koyuyorlar.

TÜRKİYE, BATILILARIN İSTEDİĞİ ALANDA, SATAMAYACAĞIMIZ DERECEDE YÜKSEK KAPASİTELİ TESİSLER YERİNE; HER SAHADA KENDİNE YETER SANAYİ VE ÜRETİMİ SAĞLAMALIDIR!. İTHALAT LÜKS SAYILMALI, ASLA BAĞIMLILIK YARATMAMALIDIR.

BÖYLECE HER SÜRTÜŞMEDE ÖNÜMÜZE ÇIKARTILAN "AMBARGO" TEHDİDİNİ AŞMAMIZ MÜMKÜN OLUR!..

***

> İÇİNDEKİLER < > DEVLETÇİLİK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-4 < i923 İZMİR İKTİSAT KONGRESİ KARARLARI <