1. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ - AÇIKLAMALAR
(1)- Gene çok açık hususları açıklamak durumunda kaldığımızdan dolayı utanıyoruz... Ne yapalım ki, "iktisatçı" başbakanımız Çiller zamanında dahi bu ESASLAR'ı bir defa olsun dile getiren, okullarda okutan, hatta arada bir yayınlayan politikacı, "aydın" tanımıyoruz!
İzmir MİSAK-I İKTİSAT, yani EKONOMİK KALKINMA ANDI esasları çoğunlukla AHLAKİ PRENSİPLER üzerine bina edilmiştir... Bu özellik, bazı kendini bir halt sanan diplomalı cahillerin dudak bükmesine yol açmıştır... Onlar için "iktisat" faiz hadleri, emisyon, serbest piyasa kuralları (her ne ise onlar, birisi açıklasa da biz de öğrensek!) ve kardan ibarettir!..
Halbuki, daha önce de söylediğimiz gibi, AHLAKLI kişiler elinde olmadıkça, hangi teknoloji, hangi imkanlar olursa olsun; GERÇEK bir KALKINMA mümkün değildir... Ortalıkta bir SERVET döner ama, insanlar HUZUR ve REFAH bulamaz!.. BATI ülkelerindeki İNTİHAR edenlerin, UYUŞTURUCU kullananların, hayatını kendini pazarlayarak kazananların sayısının geri kalmış ülkelerden fazla olması gibi!..Bu sonuncuda zavallı "profesyonel" hayat kadınlarını kastetmiyoruz... Hayır!.. Biz işe girmek, işte kalmak veya yükselmek için amiriyle, patronuyla, rejisörle veya politikacıyla yatmakta beis görmeyen itibarlı, ancak orospu ruhlu kadınlardan söz ediyoruz... Bunların oranı BATI ülkelerinde %50 civarındadır!..
İşte bu yüzden ATATÜRK daima HAYSİYETLİ, ŞEREFLİ, GÜÇLÜ bir KALKINMA'dan yana olmuştur... KALKINMA uğruna İSTİKLAL'den ve MİLLİ HAKİMİYET'ten vazgeçilemez!.. Bunlara en ufak bir LEKE getirecek davranışa göz yumulmaz!..TÜRK insanı, MECLİS ve HÜKÜMET bu hususlarda GAYRET ve SEBAT gösterdiği sürece onları sonuna kadar destekler... Ama gözünü de üstlerinden eksik etmez... En ufak bir sapmada derhal onları ALAŞAĞI eder!.. Bu ATATÜRKÇÜLÜK GEREĞİ'dir! (Bakınız: TAM İSTİKLAL, DEVLETÇİLİK, CUMHURİYETÇİLİK yazılarımız)
İzmir İktisat Kongresi'ne yurdun dört bir köşesinden katılan çiftçi, esnaf, isçi, tüccar 1153 kişinin hepsi, ATATÜRK'ten farklı düşünmediklerini, aldıkları bu kararlarla ortaya koymuşlar, bu kararları kendisine sunmuşlardır... ATATÜRK de aynen benimsemiş, ve onun yaşadığı yıllarda bu ESASLAR bütün ders kitaplarının ilk sayfalarında yayınlanmıştır... Mandacı İsmet'le birlikte her şeyde olduğu gibi bu esaslardan da vazgeçilmiş, unutulup gitmiştir.
(2)- Biz çok açık gibi görünen bu ifade üzerine bir cilt kitap yazabiliriz...Burada sadece bir kaç satır ayırabileceğiz.
TÜRK TAHRİBAT YAPMAZ, yakıp yıkmaz... yıkmaz da; bu HASLET nasıl korunur, nasıl geliştirilir?.. İki yolla!.. Birincisi her seviyede eğitimle, ikincisi aksini davrananları cezalandırarak!
EĞİTİM sadece nutuk atar gibi ders anlatmakla, kitaplarda bir kaç sahife yer ayırmakla olmaz!.. İlkokul öğrencisi dahi okulunun yıkık duvarını tamirde görevlendirilirse, kırılan camı öğretmene haber vermekle yetinmeyip hemen aralarında para toplayıp taktırmaya, sınıfları badana etmeye, perdeleri yamamaya, akan muslukları kapatmaya, tuvaletleri temizlemeye alıştırılırsa; bu kişi ileriki yıllarda köhne, harap ve bakımsız binalara, odalara, sokaklara tahammül edemez... Derhal bir çözüm arama ihtiyacını duyar. Bunun sonucu ne olur biliyor musunuz?.. Müdüründen odacısına, kiracıdan misafire kadar herkes bulunduğu ortamı girdiğinden daha temiz, daha bakımlı hale getirmeden rahat edemez... İşte İMAR budur!.. Kullandığını eskisinden daha iyi halde teslim etmek!..
Bu hasleti taşımayan veya dikkatsiz kişiler, bir tek cam dahi kırsa, derhal ödetilir... Öyle yıllar süren mahkeme sonucunda değil; derhal yapılan bilirkişi değerlendirmesi ile ZARARI TAZMİN'e mahkum edilir!..Hazır parası yoksa malı, mülkü satılarak zarar kapatılır. Böylece insanlar hem dikkatli olmaya, hem de başkalarının malına saygı göstermeye alışırlar.
ORMAN yakıp şahsına tarla açan, gecekondu yapan namussuzlar çıkarsa; onlar da şiddetle cezalandırır!.. Verdiği zararı malıyla, mülküyle öder... Sadece yakılan ormanı değil; oradaki bütün boş araziyi o herife ağaçlandırtılır... İbret olsun diye!.. Hele o herif bir terörist ise, bunu ülkeye zarar vermek için yapmışsa o zaman bir de hapislerde süründürülür, hatta İDAM edilir!.. Ne demişti Fatih: ORMANLARIMDAN BİR DAL KESENİN, BAŞIN KESERİM!..Onun sayesinde bütün ANADOLU'yu kaplayan ormanlar 19. asra kadar varlığını sürdürebildi!..
Ya otobüs yakan, otomobilleri deviren, dükkanları tahrip eden eşkıya?.. Onların verdikleri zarar MUTLAKA MİSLİYLE ödetilmeli, bunun için gerekirse aynı soyadı taşıyan kişilerin bütün malları müsadere edilmelidir!.. Her ne kadar suç "ferdi" görünürse de; BÖLÜCÜLÜK güden bu tip suçlarda sadece yakıp yıkanların değil; "tutuklu aileleri ve yakınları"nın da desteği, payı olduğu yaptıkları gösterilerden bellidir... Bu kişiler zararı ödedikten sonra, hapis cezasına çarptırılmalı; ailece geldikleri ücra bir mekana sürgün edilip bir daha büyük şehirlere girmeleri yasaklanmalıdır!..
Yoksa sadece lafla ne KALKINMA olur, ne de İMAR!..
(3)- Biz daha önce söyledik: ATATÜRK, TAM BAĞIMSIZLIĞIN KORUNMASI için İKTİSADEN BAĞIMSIZ olmanın VAZGEÇİLMEZ olduğuna şeksiz şüphesiz iman etmiştir... Bunun için KENDİ İŞİNİ KENDİ GÖREN, KENDİNE YETER bir ülke haline gelmemizi EKONOMİ'nin birinci HEDEF'i olarak koymuştur... Bu çok zor bir görevdir... Ama İSTİKLAL kolay kazanılmaz ve kolay korunmaz!.. Onun için TÜRK insanı bir dakikasını bile boşa geçiremez, kaynaklarını israf edemez!.. Kıymetli dövizini, varlığını gereksiz ithalata yatırmaz!.. Gerekirse sıkıntı çeker, fakat mümkün mertebe gavur malına muhtaç olmaz!
(4)- Eğer biz gerçekten bir HAZİNE üzerinde oturuyor olmasaydık, BATILILAR asırlardır bu yurdu işgal etmek için bu kadar kan dökmezlerdi, bıkıp vazgeçerlerdi!.. Gerçekten de ORMANLARIMIZ, MADENLERİMİZ, DENİZLERİMİZ, SUYUMUZ, İKLİMİMİZ, TARIM ÜRÜNLERİMİZ ve üzerinde bulunduğumuz GEÇİŞ YOLLARI paha biçilmez hazinelerdir... Ama dikkatten kaçan bir husus vardır... BİZ KENDİ ÜLKEMİZİ, BAŞKALARININ TANIDIĞI KADAR BİLE TANIMIYORUZ! TANIDIĞIMIZ KISMINI DA İYİ DEĞERLENDİREMİYORUZ... HATTA BAŞKALARINA PEŞKEŞ ÇEKMEK İSTEYENLER VAR!
İşte ATATÜRK, bu HAZİNE'nin bilinmesini, değerlendirilmesini ve mutlaka korunmasını istiyor!.. Bunu bir sonraki ifadede açıkça göreceğiz.
(5)- ATATÜRK, CEMİYET'in her faaliyetinde olduğu gibi İKTİSADİ HAYAT'ta da HIRSIZLIK, DOLANDIRICILIK, HİLEKARLIK, YALANCILIK, SAHTE İFLAS, SÖMÜRÜ, SPEKÜLASYON, KAZIK ATMA, BORCUNU ÖDEMEME, TEFECİLİK, STOKÇULUK, SUİİSTİMAL, MAFYA, TAHRİBAT gibi kötü huy ve uygulamaların önlenmesini; ancak bunlardan kaçınan kişilerin "ekonomik özgürlüğü" olabileceğini düşünür... Hele ki yabancıların veya hainlerin İNSAN'ımıza, TOPRAKLAR'ımıza, MAL'ımıza, MÜLKÜMÜZ'e zarar verecek PROPAGANDALAR'a bile izin vermez!.. Nerede kaldı ki yakıp yıkmalara, vurup kırmalara göz yumsun!..
Buna karşılık DİN'in en güçlü silah olduğunu, samimiyetle DİNDAR insanların asla başkasını aldatmayacağını, sıkıntılara şikayet etmeden sabır göstereceğini, gece gündüz çalışarak uhdesinden geleceğini bilir... DİN ve AHLAK, ATATÜRK'e göre İKTİSADİ HAYAT'ta da önemli yer tutar!.. Gelin görün ki, ATATÜRK'ü böyle anlayan hemen hiç yoktur.
Bizim sevindiğimiz husus, ATATÜRK'ten 50 yıl sonra ilk defa Erbakan'ın çıkıp üzerinde oturduğumuz HAZİNE'yi değerlendirme, AÇLARI DOYURMA, AHLAK'a önem verme çabasına girmesidir... İNŞAALLAH samimidir, ve onun gibi düşünenler daha çıkar ve başarılı olur.
(6)- Biz ne dedik: ATATÜRK DİNDAR'DIR!.. DİN'E ÖNEM VERİR!.. İşte bu kısımda ülkemizde bir DİNİ MERASİM'le kutlanan PEYGAMBERİMİZ'in doğum günü olan MEVLUD KANDİLİ'ni KİTAP BAYRAMI ilan ettiğini görüyoruz... Sahte "atatürkçü"ler bunu da değiştirdiler... Bugün işin aslını bilen bile yok!..
Halbuki, İLM'e ve OKUMA'ya önem veren İSLAM dini ile, sonradan OKUMA-YAZMA öğrenmiş olan PEYGAMBERİMİZ'in KİTAP SEVGİSİ ile birlikte hatırlanması kadar güzel bir şey olamaz!.. Ve İKTİSADİ HAYAT, İLİM, İRFAN, FEN, EĞİTİM olmadan gelişemez!.. Ekonomiyi sadece kar-zarar kalıpları içinde değerlendirenlerin gerçekten bu anlayıştan ibret alması gerekir.
Öte yandan insanları BAŞKALARINA MUHTAÇ OLMADAN yaşayacak tarzda yetiştirmedikçe, bir ülke refaha ulaşamaz!.. Bu yüzden herkesin bir meslek sahibi olması, toplumda eksiği hissedilen bir hizmeti yürüterek geçimini sağlaması; ama bunu yaparken mesleğinin de, yaptığı işin de, hatta kendisinin de MEMLEKET'İN MALI olduğunu, esas amacın MEMLEKET'İN YÜKSELMESİ olduğunu unutmaması şarttır... MEMLEKET için çalışmaya alışmamış olanların, gözü sadece PARA görenlerin ilk teklifte YABANCILARIN SAFI'na geçmesi çok büyük bir tehlikedir... Bu tehlike, ancak o kişi MESLEK HAYATI'na atılmadan HERŞEYDEN ÖNCE VATAN anlayışıyla yetişirse önlenebilir.
(7)- ATATÜRK, her türlü İKTİSADİ FAALİYET'in esas amacının İNSAN olduğunu bildiği için SAĞLIĞI, TEMİZLİĞİ, TEMİZ HAVA VE TEMİZ ÇEVREYİ ön planda tutar... Yani insanlar daha fazla üretim, daha fazla kar için sağlıklarını kaybetmek, çevreyi berbat etmek durumunda kalmazlar... Artık BATI'nın da farkettiği gibi, böylesine makineleşen insanların kaybolan sağlıkları, ruhi problemlerinin çözümü için harcanan paralar genelde halktan çıkmakta, ama karlar bir avuç azınlığın cebine girmektedir... ATATÜRK buna razı olmaz!.. O, insanların çok çalışmasını, ama huzur içinde, sağlıklı bir ortamda çalışmasını; pislikten, mikroptan, çevre kirliliğinden uzak olmasını ister... Hem de daha İLO gibi kuruluşlar, sendikalar ortada yokken!..
Öte yandan çok çalışmak için BEDEN SAĞLIĞI şarttır!.. Ama mikroplardan korunmak yetmez!.. Uzuvları en verimli şekilde kullanabilmek, gücünü arttırmak, zor şartlara tahammül edebilmek için BEDEN TERBİYESİ şarttır... Son zamanlarda ülkemizde iş kuran bazı Japon yöneticilerin, işe başlamadan önce elemanlarına BEDEN EĞİTİMİ yaptırmasını hayranlıkla dile getirenler, 70 yıl önce hazırlanmış bu esasları okumuş olsalardı, bu kadar şaşırmazlardı.
ATATÜRK, sadece İNSANLAR'ı değil; HAYVANLAR'ı, hatta BİTKİLER'i de düşünür!.. Onların çoğaltılması, iyi korunması, nesillerinin ISLAH edilmesini ister... Çünkü sahip olduğumuz HAZİNE'nin bir kısmını da bunlar teşkil etmektedir.
Ancak ISLAH kelimesini bilhassa dikkatinize getirmek istiyoruz... Geçmiş asırda bu ülkede yeni üretilmeye başlayan FINDIK, ÇAY, TÜTÜN, PAMUK gibi ürünler kısa zamanda DÜNYACA MEŞHUR hale gelmişti... Ama ATATÜRK'ten sonra özenti ile veya gavurların tavsiyesine uyarak alınan, yetiştirilen elma, domates, buğday, karpuz, kavun gibi ürünler ŞÖHRET ne kelime; pazar döküntüsü olmuştur!.. Üstelik bu ürünler "piç" olduğu için kendisinden tohum alınmaz... Çiftçi her yıl yeni tohum almak zorundadır... Geçen gün Antalyalı bir üretici şöyle dert yandı televizyonda: "Şu domatesin tohumu var ya; bunun bir gramı, bir gram altından daha kıymetlidir. (1996'da 1 gr. altın 1.500.000 TL. idi) Aynı şekilde böcek ilacı da altın kıymetinde!.. Hormon desen, yine öyle!.."
Gördünüz mü TÜRK TARIMI ne hale gelmiş?.. Kendi öz malımız DOMATES'i, BİBER'i, KAVUN'u, KARPUZ'u bile gavur olmadan üretemez hale düşmüşüz!.. Hiç şüpheniz olmasın, HAYVANCILIK ta aynı durumda!.. BURSA'nın İPEKBÖCEĞİ, ANKARA'nın TİFTİK KEÇİSİ kayboldu gitti. Hem de Avustralyalılar ANGORA üretirken!..
(8)- ATATÜRK'ün yabancılarla SİYASİ ve İKTİSADİ münasebetleri, ancak onların bizim VATAN'ımıza, İNSAN'ımıza, KURUMLAR'ımıza DÜŞMAN olmamaları halinde mümkün görür... Yoksa körükörüne yabancı ve yabancı sermaye düşmanı değildir... Gelen sermaye bizi zarara sokmamalı, aleyhimize kullanılmamalı ve işimize yaramalıdır... ATATÜRK kola, çiklet, uyduruk giyecek ve yiyecek, demode teknoloji ve cihaz getiren sermayeye değil; bu ülkeyi gerçekten ileriye götürecek sermayeye açıktır.
Ayrıca bu sermayeyi getirenlerin bizi küçük görmesine, kanunlarımızı çiğnemesine, dilimizden başlayarak kültürümüzü yozlaştırmasına asla izin vermez!..
Aslında onun yabancılardan esas almak istediği İLİM ve yeni gelişen TEKNOLOJİ, SANAT dallarıdır. Çünkü bilir ki, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, ne kadar bol olursa olsun, yabancı yardım ve destek ile kalkınma olmaz... Esas ve gerçek KALKINMA, MİLLETİN EN ÜSTÜN TEKNOLOJİ İLE KENDİ GAYRETİ İLE İHTİYAÇLARINI ÜRETİP, BAŞKASINA MUHTAÇ OLMAMASIDIR!
Gerek İLİM ve TEKNOLOJİ'yi alırken; gerekse İTHALAT ve İHRACAT'ta TÜRKİYE aracılardan kurtulmalıdır... Çünkü KAPİTALİST sistemin en temel özelliklerinden biri MALI ELDEN ELE DOLAŞTIRARAK aslından çok daha pahalı hale getirmek; ve böylece hem ÜRETİCİ'yi, hem TÜKETİCİ'yi zarara sokup ARACILAR'a HAKSIZ KAZANÇ sağlamaktır.... ATATÜRK, bu ARACILAR'ı devreden çıkarmayı, mümkün olmayan yerde EN AZ'a indirmeyi EKONOMİ'mizin gelişmesinin şartı sayar.
Halbuki zamanımızda bunun tam tersi yapılmaktadır... Piyasadaki ÖZEL TEŞEBBÜS'ün gereksiz ARACILAR'ı ortadan kaldırılacağına, DEVLET'in ürettiği MAL ve HİZMETLER vatandaşa SUN'İ ARACILAR'dan geçirilerek ulaştırılmaktadır... Mesela DSİ'nin barajlarında biriken SU, önce belediyelere satılır, belediye üzerine fahiş kar koyarak suyu halka satar... ELEKTRİK, DOĞAL GAZ, TELEFON, KABLOLU YAYIN hizmetleri de aynı metotla halka intikal eder. DEVLET DAİRELERİ, HASTANELER, ÜNİVERSİTELER bundan farklı iş görmez... Hepsinde VAKIF, DÖNER SERMAYE, DERNEK gibi ASALAK kuruluşlar gerekli gereksiz kalemler ile maliyeti yükseltir... Böylece DEVLET'ten hizmet isteyen vatandaş ile, bir başka DEVLET kuruluşunun hizmetine muhtaç bir DEVLET dairesi, sistemli bir biçimde soyulur.
Komik, ama aynı derecede acı bir örnek verelim: Bir yakınımızın nüfus kağıdının değiştirilmesi için NÜFUS DAİRESİ'ne başvurduk. ALLAH için, derhal ilgilendiler. Ancak önümüze NÜFUS BİLMEMNE VAKFI'nın bastırdığı formu koydular, "doldurun" dediler. Hediyesi 100.000 lira imiş!.. Bir hafta sonra da yeni nüfus kağıdını aldık.
Şimdi ben DEVLET'e başvurdum... İşimi DEVLET gördü... Peki, niye bir özel kuruluşun bastırdığı formu kullandım?.. Niye ona para ödedim?.. Formu DEVLET bastırsa, ve nüfus kağıdı yenileme bedeli olarak benden aynı 100.000 lirayı alsa, olmaz mıydı?..
Yoo!.. Olmaz!.. O zaman arada kimler, nasıl ziftlenecek?..VAKIF o paranın yarısı kendi mensuplarına yedirecek, yarısı ile de DEVLET'e "destek oluyor" görünüp, bir de itibar kazanacak!
Bunun bir de daha kötüsü vardır... Halihazırda bütün DEVLET dairelerinde binlerce, onbinlerce ODACI, HİZMETLİ görevli iken istisnasız hepsi TEMİZLİK işlerini ÖZEL FİRMALAR'a ihale ederler!.. Yani DEVLET, temizlik işini yapsın diye odacı tutmuştur, onlara milyarlarca, belki trilyonlarca para öder, ama iş yaptırmaz... Aynı iş için bir de firmalara para öder!.. Bu DEVLET gerçekten çok GÜÇLÜ imiş ki; dıştan DÜŞMANLAR, içten HAİNLER ve ARACILAR bu kadar gayret ediyor, gene de YIKILMIYOR!
Ahh, ATATÜRK hayatta olaydı da, şu ARACILAR'ı ve onları koruyan POLİTİKACILAR'ın, BÜROKRATLAR'ın burnundan fitil fitil getireydi!..
ATATÜRK, asla SERBEST TEŞEBBÜS'e, vatandaşın kendi işini kurmasına karşı değildir!.. Ama "serbest çalışıyorum" deyip DEVLET'i KAZIKLAMAK, veya "serbest teşebbüsü destekliyoruz" diyerek DEVLET'i KAZIKLATMAK onun anlayışına sığmaz!.. O, DEVLET ile ÖZEL TEŞEBBÜS'ün birbirine destek olarak, AHENG içinde çalışmasını ister... O, bütün çalışan kesimlerin birbirine RAKİP DEĞİL, TAMAMLAYICI olduğunu, bu yüzden de aralarında SÜRTÜŞME DEĞİL, SEVİŞME olması gerektiğini düşünür.
(9)- MİSAK-I İKTİSADİ aynen MİSAK-I MİLLİ gibi TÜRK DEVLETİ durdukça korunması, uyulması gereken esasları ihtiva eder!.. Ana ve babaların, bunları öğretmenlere dahi bırakmadan çocuklarına öğretmesi, ATATÜRK'ÜN VASİYETİ'dir!.
> İÇİNDEKİLER < > CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ <