CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ - AÇIKLAMALAR

(1) -Yazımızın en uzun bölümünü CUMHURİYET teşkil edecek... Biz DEVLET ve MİLLET'İN İDARESİ konularını bu başlık altında inceledik... Ve bu konular ile ilgili pek çok kavram ve hususu bu başlık altında ele almayı tercih ettik.

Buna ihtiyaç var. Çünkü bugünlerde CUMHURİYET bile tartışılmakta... Herkes ülkenin İDARE sisteminden şikayetçi!.. Bunun iki sebebi olabilir... Ya ATATÜRK'ün kurmak istediği CUMHURİYET çok kötü bir şey, bize uymuyor, halk ondan rahatsız... Ya da, ATATÜRK'ün getirdiği CUMHURİYET son derece iyiydi, fakat ondan sonrakiler tarafından dejenere edildi...ki, halk gayr-ı memnun!... Bizce İKİNCİ ihtimal doğru!.. CUMHURİYET son 60 yılda korkunç şekilde dejenere edildi!..

Üstelik onu savunanlar da, karşısında olanlar da, 2., 3. cumhuriyetler peşinde koşanlar da neden söz ettiklerini bilmiyorlar... En çok kullanılan MİLLİ İRADE, MİLLİ HAKİMİYET, DEMOKRASİ ifadeleri bile herkeste başka nosyonlar halinde ortaya çıkıyor.

Biz bu kavramların tartışılmasından rahatsız değiliz... Biz, bu kavramların hiç bir ortamda TANIM'ının, TARİF'inin yapılmamasından; bir kör dövüşü, ağız dalaşı halinde sürüp giden kargaşadan şikayetçiyiz... Ayrıca biz de bugünkü sistemin ATATÜRK'ÜN KURMAK İSTEDİĞİ CUMHURİYET olduğuna inanmıyoruz!.. Onun için biz kendi tanımlarımızı ATATÜRK'ün ifadelerine dayanarak vereceğiz. Böylece CUMHURİYET tartışmalarını MUĞLAK İFADELER'den kurtarıp SAĞLAM bir ZEMİN'e oturtacağız.

Naklettiğimiz ilk ifadesinden görüldüğü gibi,ATATÜRK "kurmakta oldukları sistemin dünyada EŞİ-BENZERİ olmadığını, başkalarından kopya edilmediğini, aksine bütün medeni dünyanın ilerde TÜRKİYE'deki rejimi örnek almak durumunda kalacaklarını" belirtmektedir!..

Bu ifade, ilerde açıklayacağımız gibi CUMHURİYET'in DEMOKRASİ'den üstün olduğunu, hiç bir BATI DEMOKRASİ'sinin TÜRKİYE CUMHURİYETİ kadar üstün nitelikli olamayacağını dile getirmektedir... Ancak buradaki CUMHURİYET, ATATÜRK'ün arzulayıp ta gerçekleştiremediği CUMHURİYET'tir!.. Kendisinden sonra yozlaştırılan idare şekli değildir.. Bu CUMHURİYET'in ÖZELLİKLER'ini yazımız boyunca nakletmeye çalışacağız.... Şimdi bir takım insanların bu son derece açık ifadeleri bir kenara bırakıp; ne olduğunu kimsenin tarif edemediği, iki tarifin asla birbirine benzemediği BATI TARZI DEMOKRASİ peşinde koşmaları, onu dayatmaları ARTNİYET'ten başka bir şey değildir.

Ondan sonra ATATÜRK, kurdukları HÜKÜMET ŞEKLİ'nin İSLAMİ ESASLAR'a uygun olduğunu, ADALET, MEŞVERET ve ULÜLEMRE İTAAT üzerine bina edildiğini çok kesin olarak belirtiyor!.. Bunları derinlemesine ilerde inceliyeceğiz, ama siz hiç son 60 yılda bu hususları dile getiren ve uygulayan bir TEK politikacı gördünüz mü?..

Öte yandan hep "CUMHURİYET 29 Ekim 1923'de kuruldu" denir... CUMHURİYET bir çadır mı ki, öyle ha denince kurulabilsin?.. 29 Ekim 1923'de CUMHURİYET'İN TEMELİ ATILDI!..CUMHURİYET'in ATATÜRK'ün istediği şekilde kurulabilmesi, ancak yukarda teferruatıyla belirttiğimiz esasların hayata geçirilmesi ile mümkündür... ATATÜRK'ün gençlere, "CUMHURİYET'i biz kurduk, siz yaşatacaksınız" demiş olması dahi, bu gerçeği değiştirmez!..

Cumhurbaşkanlığı müessesesi, hükümet, milletvekilleri, partiler, toplum kesimleri, ordu, DEVLET yapısı, milli siyaset, ekonomi, eğitim, basın, velhasıl herşey en az ATATÜRK'ün tespit ettiği seviyeye ulaşmadıkça CUMHURİYET bir hayal olur!..

Öte yandan ATATÜRK çok kesin olarak CUMHURİYET'in TEMELİ'ni TÜRK CAMİASI'nın teşkil ettiğini, bu CUMHURİYET'in kurulmasına emeği geçenlerin de TÜRK olduğunu söylüyor... Öyleyse TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'nde başkaları için kimlik, hak arama, imtiyaz tanıma gibi anlayışlar mümkün değildir.

Şimdi bir bakın çevrenize... Bunlardan hangisi bu özellikleri taşıyor?.. Hiçbiri!.. Bizce 1. Cumhuriyet, ATATÜRK CUMHURİYETİ kurulmadı ki, yıkılsın; yerine yenisi aransın!

(2) - Bu ifadelerden ilkini daha önce vermiş ve MİLLİ İRADE'i daha önce tarif etmiştik... Şimdi tekrarlayacak ve gerçek MİLLİ İRADE'nin politikacıların anlayışından ne kadar farklı olduğunu göstereceğiz.

MİLLİ İRADE, KENDİ İŞİNİ KENDİ GÖRMEK; BOYNU KALIN KURT OLMAKTIR... Kİ, İTLERİN DİŞİ GEÇMEYE!..

Zaten İRADE, "FİKRİYATI FİİLİYATA GEÇİRME KUDRETİ" demektir... "MEVCUDİYETİMİZİN MUHAFAZASI", "MİLLİ EMELLER" ve MÜŞTEREK HEDEF fikriyatımızın temelini teşkil eder... Bunların fiiliyata geçirilmesi de amacımızdır... MİLLİ İRADE nispetinde gerçekletecektir.

ATATÜRK, bu konuda MİLLETİNDEN BAŞKASINA GÜVENMEZ!.. MİLLETİN DE KENDİSİNDEN BAŞKASINA GÜVENMESİNİ İSTEMEZ!.. Kendi işini göremeyen, başkalarının desteğine muhtaç olanlar sadece ACİZ değil, aynı zamanda İRADESİZ'dir!.. Böyle bir durumda zaten MİLLİ İRADE söz konusu olamaz!..

Öyleyse MİLLİ İRADE hiç bir zaman "partilerin aldığı oy" değildir!..MİLLET, hangi partiye oy verirse versin, amacı değişmez!.. Partilerin, milletvekillerinin hem yabancılara avuç açıp, hem aldıkları oyları bahane ederek "milli iradenin temsilcisi" olduklarını öne sürmeleri, densizlikten başka şey değildir!..

ATATÜRK'ün teşkil ettiği KUVVA-YI MİLLİYE, İSTİKLAL Savaşı'nda "MEVCUDİYETİMİZİN MUHAFAZASI"nı sağlamış olan MİLLETİN GÜCÜ'dür... Ama görevi daha bitmemiştir!.. "MİLLİ EMELLER"in gerçekleşmesi için MİLLİ İRADE ile birlikte yeni DEVLET'in TEŞKİLATI'nın RUH ve CAN vereceklerdir. PARLAMENTO ve HÜKÜMET bu RUH'u taşıdığı sürece MİLLİ İRADE'ye tabi "temsilci" olur... Bu RUH'u taşımayan partiler, milletvekilleri ve bakanlar MİLLİ İRADE'ye ters düşmüş, iktidarı MİLLET ARZUSU hilafına gaspetmiş müstebitlerdir... Derhal alaşağı edilmeleri gerekir!..

ATATÜRK, çok haklı olarak GÜÇLÜ bir DEVLET için SAĞLAM bir TEŞKİLAT üzerinde duruyor... "Halkın her şeyi DEVLET'ten, onun temsilcisi HÜKÜMET'ten beklediğini, hiç bir zaman kendi içinde organize olup en basit sorunları bile çözemediğini" söylüyor.

Bu bir gerçektir...Bir hatıramızı nakletmek isteriz. 1992 yılındaki Erzincan depreminde, bir köylünün yıkılmış ahır altında kalan ve beli kırıldığı için korkunç acılar çeken ineğini çıkarmak zahmetine bile katlanmadığı, başında oturup resmi ekiplerin gelmesini beklediğini televizyondan seyretmiş; insanımızı böyle atıl, böyle miskin, böyle organizasyonsuz ve merhametsiz hale getirenlere lânet etmiştik!..

Uzun zamandan beri ihmale uğramış olan TÜRK toplumu TEŞKİLAT ruhunu kaybetmiştir... ATATÜRK, bunun "halkın MÜTEFEKKİR ve MÜTEŞEBBİS olarak yetiştirilmemesi"ne bağlıyor... Kendisi halkı eğitmek için okullara önem vermiş, TÜRK OCAKLARI'nı, HALKEVLERİ'ni devreye sokmuştu... Ama daha sonra gelen politikacılar, halkın cahil ve beceriksiz kalmasını kendi menfaatlerine uygun buldukları için, insanımızın MÜTEFEKKİR ve MÜTEŞEBBİS yetişmesini adeta engellemişlerdir.

MİLLET'İN yeniden ORGANİZASYONU gerekir!.. Bu TEŞKİLATLANMA; başta MECLİS ve HÜKÜMET olmak üzere, bütün kurumların, bütün meslek kuruluşlarının ve bütün fertlerin BİRBİRLERİNE YARDIM ve DESTEK esası üzerine olmalıdır... Yeni nesillere ÖNCE VATAN'IN SELAMETİ'Nİ DÜŞÜNME, KENDİ SORUNU KENDİ ÇÖZME, KARŞILIKLI YARDIMLAŞMA okullarda öğretilebilir, yetişkinlere ise bu meziyet HALKEVLERİ gibi kuruluşlarda aşılanabilir... MİLLİ İRADE ile MÜŞTEREK HEDEF'e yürümek ancak bu takdirde mümkün olur.

Biz MİLLET'İN ORGANİZASYONU için iki hususu çok önemli görüyoruz: VERGİ SİSTEMİ ve İDARİ TEŞKİLAT...Bu konuları bir başka bölümde açıkladık. (Bakınız: DEVLETÇİLİK İLKESİ yazımız) Bu yüzden burada sadece HALK'ın kendi içindeki TEŞKİLATLANMA'sından söz edeceğiz.

RESMİ DEVLET KURUMLARI dışındaki teşkilatlanma MESLEK ODALARI, ŞİRKETLER, KOOPERATİFLER, BİRLİKLER, SENDİKALAR, VAKIFLAR, DERNEKLER, SANDIKLAR, vs. şeklinde olur... Bunların her birinin TANIM'ı ayrı, özelliği farklı kuruluşlar olması gerekir.

Halbuki şimdi şirket gibi işleyen kooperatifler, dernek gibi faaliyet gösteren vakıflar ortalığı sarmıştır... Şirketler ve sendikaların hemen hiç bir sorumluluğu yoktur... Dolayısiyle bunları istismar edenleri de hiç bir şekilde cezalandırmak mümkün değildir.

Konu çok uzun olduğu için burada sadece VAKIF, DERNEK ve SANDIK kavramlarına bir TANIM getireceğiz... Bunların üçü de KAR AMACI GÜTMEYEN KURULUŞLAR'dır... VAKIF, mevcut bir SERVET'i MİRASÇILAR'a bırakmak yerine, HALK'ın hizmetine sunmak için oluşturulan KURUM'dur... VAKIF ÇALIŞANLARI iyiniyetli, fedakar ve kanaatkar kişilerden oluşur... Mesela VAKIF'a ait 10 dükkanın kirasını toplar, bununla gerekli tamirat, bakım vesaireyi yaptırdıktan sonra kalanıyla fakir öğrencileri okuturlar... Kendileri sadece bu işte çalışıyorlarsa, vasat maaş alırlar... Asla VAKIF SERVETİ'ni yiyemez, azaltamaz, amacından ayrı sahada sarfedemezler!..

Yani ortada hiç bir SERVET yokken, bunu HALK'a adayan yokken, üç-beş madrabazın bir araya gelip "vakıf" kurması, hizmet etmesi gereken HALK'tan PARA toplaması, sonra da bunun büyük kısmını LÜKS binalara, otomobillere, boş oturan personele harcaması ASLA ve KAT'A VAKIF değildir!.. Bu sebeple şu anda mevcut bütün uyduruk "vakıflar"ın malları bağlı oldukları DEVLET KURUMU'na geçirilmeli, personeli o DEVLET KURUMU'ndan sadece hakettiği maaşı alan kişilerden oluşan bir ALT BİRİM haline getirilmelidir!... Ancak tanımladığımız tarzda GERÇEK VAKIFLAR'ın faaliyetine izin verilmelidir.

DERNEK ise, belirli bir SERVET veya MALİ KAYNAK sahibi olmayan iyi niyetli kişilerin bir araya gelip HALKA HİZMET sundukları kuruluştur... Bunlar gerektiğinde para toplayabilir. Ancak ASLA topladıkları paraları kendileri için harcayamazlar, maaş alamazlar. Çünkü onlar gönüllü olarak kendi hizmetlerini HALK'a sunma amacıyla yola çıkmışlardır.

DERNEKLER'in içinde KIZILAY, ÇOCUK ESİRGEME KURUMU, TÜRK HAVA KURUMU gibi çok büyümüş ve büyük amaçlar üstlenmiş, bu yüzden de DEVLET himayesine alınmış olanlar ise KURUM olarak anılır ve bir DEVLET KURUMU gibi faaliyet gösterir... Yani çalışanları maaş alır, ama tam manasiyle DENETİM'e tabidirler... KURUM paralarını keyfi harcayamazlar... Kemal Demir adındaki namussuz gibi KIZILAY'ın başına çöreklenip krallar gibi yaşayamazlar... En ufak bir suiistimallerinde köpekler gibi süründürülürler...Yani böyle olması gerekir!..

DERNEKLER arasında ARDEŞENLİLER DERNEĞİ gibi bir ilçenin insanlarını bir araya getirme, dayanışma amacı güdenler de olabilir... Ama bunların faaliyeti asla ARDEŞENLİ OLMAYANLAR aleyhine olamaz!..

SANDIK ise herhangi bir KURUM, ŞİRKET veya APARTMAN halkının bir araya gelip her ay muayyen bir miktar para toplayarak biriktirdikleri ve ihtiyaçlarını bu SANDIK'tan gördükleri teşkilatlanma biçimidir... Çalışanları ASLA maaş almaz!.. Belki KREDİ ÖNCELİĞİ gibi basit hakları olabilir... SANDIK kendi mensupları dışından para toplayamaz. Sadece mensuplarına gene mensuplarının ORTAK imkanı ile yardımı amaçlayan bir kuruluştur.

İşte bu tanımlar bile ülkemizdeki teşkilatlanma biçimlerin nasıl üçkağıtçılar eliyle istismar edildiğini göstermeye yeter... Daha durun; ŞİRKET, KOOPERATİF, SENDİKA, MESLEK ODASI gibi esas paranın döndüğü kuruluşları açıklamadık...Neyse, bir gün onu da yaparız.

Yine bu kısımda geçen MEVCUDİYETİ MUHAFAZA sözü belki tereddüt yaratabilir... Ancak bir milletin daha ileriye gidebilmesi için önce MEVCUT VARLIĞI'nı koruması, GARANTİ'ye alması gerekir... En beceriksiz meclis ve hükümetlerin dahi bunu yapmasını takdirle karşılarız... Çünkü 1699'dan beri gelmiş geçmiş padişah, sadrazam, meclis ve hükümetlerden bunu yapabileni, çok azdır.

Zamanımızdan örnek vermek gerekirse, KIBRIS, GÜNEYDOĞU, EGE'DEKİ HAKLARIMIZ, BALKAN TÜRKLERİ ve İÇ İŞLERİMİZ konusundaki baskılara rağmen şimdiki durumu muhafaza edebilmemiz dahi bir başarıdır!.. Bizim tüylerimizi diken diken eden, şimdiki milletvekili ve bakanların hiç birinin bunu yapacak tıynette görünmemesidir.

Bir kavrama daha açıklık getirmek istiyoruz: Son zamanlarda bazı politikacılar "siyasi irade" diye bir tabir uydurup kullanmaya başladılar... Kastettikleri "Hükümet bunu istiyor, Meclis'ten de geçirebilir" anlayışıdır.

Bir defa "siyasi irade", MİLLİ İRADE'nin yerine geçemez!..Eğer HÜKÜMET ve MECLİS, MİLLET'in KENDİ İŞİNİ KENDİ GÖRMEK, BAŞKASINA MUHTAÇ OLMAYACAK GÜCE ULAŞMAK konusundaki İRADE'sini kendinde hissediyorsa; o zaten MİLLİ İRADE'dir!.. Yok, kendi bildiğini okuyacaksa, o davranışı "siyasi irade" filan değil; İSTİBDAT'tır, politik İHANET'tir!..

Hadi, bir de İSTİBDAT'ı tarif edelim... Çünkü bu kelime de olur olmaz yerlerde kullanılıyor... İSTİBDAT, İKTİDAR SAHİPLERİ'nin MİLLİ İRADE'ye aykırı istek ve kararlarını zorla uygulamalarıdır... Yoksa MİLLİ İRADE'ye uygun kararları, menfaati haleldar olduğu için bunlara direnen azınlığa DEVLET'in gücünü göstererek tatbik etmek, asla İSTİBDAT sayılmaz!..

(3)- Burada MİLLİ HAKİMİYET tarifini görüyoruz... Ancak ondan önce ATATÜRK, "TAM İSTİKLAL ve MİLLİ HAKİMİYET'i birbirinden ayırmadığını" ve "bunların yerine başka bir şeyin konulamayacağını" çok açık olarak ifade etmiş... Bunu temin için çalışacağına da çok büyük bir yemin etmiş!..

TBMM BU İKİ PRENSİPTEN EN UFAK BİR SAPMA GÖSTERDİĞİ ZAMAN, BÜTÜN MEŞRUİYETİNİ KAYBETMİŞ OLUR!.. İşte ülkemizde yaşanan ÜÇ DARBE'nin sebebi de budur ve son derece yerinde olmuştur!..

ATATÜRK, HAKİMİYET'in MİLLET'e ait olmasının sebebini "MİLLET TOPYEKÜN KENDİNİ SATMAZ" diyerek açıklıyor!... Demek ki, satacak nitelikte insanlar her zaman çıkabilir!.. Hatta başa geçebilir!.. Ama HAKİMİYET; yani DEVLET'İN ve MİLLET'İN GELECEĞİNİ TAYİN ve HALİNİ İDARE etme GÖREVİ, VATAN'I KORUMA SORUMLULUĞU, aslında onların değil; MİLLET'İN KENDİSİNİNDİR!.. İşte gerçek MİLLİ HAKİMİYET budur!..Millet Meclisi'nin duvarında "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" yazıyor diye, milletvekillerinin HAKİMİYET'i kendilerinde görmeleri kadar saçma bir şey olamaz!..

Sonra ATATÜRK günümüzde bile pek çok kişinin farkında olmadığı bir ayırımı yapıyor... SİSTEM ile MİLLİ HÂKİMİYET'in birbirinden ayrı olduğunu, MUTLAKIYET'te bile MİLLİ HÂKİMİYET olduğunu, buna uymayan saltanat sahiplerinin YUVARLANIP gittiğini belirtiyor!.. MİLLİ HÂKİMİYET'in bir ESAS, bir PRENSİP, bir RUH MESELESİ olduğunu çok veciz bir ifade ile ortaya koyuyor!..

Gerçi ATATÜRK'ün bu düşüncesi Anayasa'ya yansırken görevi TBMM'ne verir; ama TBMM, milletvekilleri, HÜKÜMET ve bakanlar ancak bu RUH'la hareket takdirde MİLLET'in yegane temsilcisi olurlar!.. Aksi halde değiştirilmesi, hatta TEPELENMESİ GEREKEN kurum ve kişi haline gelirler!

ATATÜRK zaten MİLLİ HÂKİMİYET'in tecelli ettiği TEK MAKAM olarak MECLİS'i değil; MİLLET'İN VİCDANI'nı, KENDİ VARLIĞI'nı görür!..

Şurası unutulmamalıdır ki, TÜRK MİLLETİ'nin MEVCUDİYETİNİ MUHAFAZA ve MİLLİ EMELLER'i gerçekleştirme arzusuna ters düştüğü için TAÇ VE TAHTLAR devrilmişti!.. Şu anda TBMM ve HÜKÜMET itibarını kaybetmişse, elbette ki bu prensibin unutulmasının payı büyüktür.

Cahil, seciyesiz, mafya babalarıyla ortak, yabancı şirketlerin temsilcisi, hele vatan haini bölücü kişilerin oy alıp ta "seçilmiş" olmaları, hiç bir şeyi değiştirmez!.. Bunlar MİLLETİN TEMSİLCİSİ olmadığı gibi; MİLLİ İRADE'ye ters düşen, MİLLİ HÂKİMİYET'e asla lâyık olmayan sefillerdir!.. Bunların yuvarlanacak taçları da olmadığına göre, başlarını yuvarlamak gerekir!

Böyle hain davranmasalar da, asgari ücretin 25 katı maaş alıp, lüks lojmanlarda oturup, VEKİL olduğunu unutarak MİLLET'in ASLI'na kurum satanlar da; MİLLİ HAKİMİYET'in temsilcisi olamazlar!.. MİLLİ HÂKİMİYET öyle ağızlara sakız edilecek değersiz bir kavram değildir. Hakkını vermek gerekir!

Burada hemen belirtelim ki, sadece bizde değil, bütün BATI demokrasilerinde milletvekilliği "tatlı" makamdır.Biz de ise "baldan tatlı"bir makamdır... Bunun içindir ki, kendi parlamentolarındaki, AB, Avrupa Konseyi gibi uluslararası parlamentolardaki koltuk sayısını mümkün mertebe arttırırlar... Koltuk sayısı ne kadar fazla olursa, onların da kazanma şansı o kadar artar... Sonra seçim kanunları ile öyle oynarlar ki, halka hizmet edecek ehil kişiler değil; parti başkanlarına uşaklık edecek dalkavuklar seçilir. Böyle bir uygulamanın MİLLİ İRADE, MİLLİ HÂKİMİYET ile ne bağlantısı vardır?..

Türkiye'de milletvekili sayısı çok yerinde bir kararla Evren zamanında 300'e indirilmişti... Özal zibidisi kendi yerini sağlamlaştırmak için milletvekillerine rüşvet olarak 450'ye çıkarttı... Çiller Hanım da aynı amaçla sayıyı 550 yaptı!..

Bir defa "nerede çokluk, orada bokluk" halk deyimi bizim Meclis için doğrunun ta kendisidir... İkincisi 1996 yılı bütçesinde yatırım için 4 trilyon TL. ayrılmışken; bu işe yaramaz 550 adamın, maaşı, harcırahı, lojmanı, karısı, çocuğu hatta metresinin bakımı, ilacı için ayrılan para 12 trilyon liradır!.. Evet, yanlış okumadınız, 12 trilyon lira!.. Bunları partisiyle, teşkilatıyla tümüyle "serbest pazar"da satışa çıkarsanız 12 kuruş etmez iken, bu fakir millete 12 trilyona malolmaları; parlamentonun daha baştan MİLLİ İRADE'ye ve MİLLİ HÂKİMİYET'e ters düşmüş olduğunun, yani GAYRI MEŞRU'luğunun delilidir!

(4) - Bu sözleri okuyunca "NUR içinde yat, ATA'm!" dememek mümkün mü?.. Bir insan ancak bu kadar geleceği görebilir... Geçmişten ders alarak, geleceğe bu kadar parlak ışık tutabilir!..

ATATÜRK'ün dünyada ALLAH'tan başka TEK KORKUSU vardır: MİLLET'i idare edenlerin SATILMIŞ, HAİN olması!.. Bu, GERÇEK bir TEHLİKE'dir!.. Geçmişte vardı, şimdi de vardır, gelecekte de olacaktır!.. Hiç bir millet, hiç bir toplum bundan azade değildir!.. Öyleyse buna en geçerli TEDBİR'i almak gerekir!...

İşte ATATÜRK'ün MİLLİ HAKİMİYET'ten ne anladığı burada barizleşir: MİLLİ HAKİMİYET, MİLLET'in kendisini idare edenlere, onların İHANET'ine mani olacak müdahaleyi yapabilmesi; KADERİNİ ve GELECEĞİNİ bir-iki kendini bilmezin eline ve diline bırakmamasıdır!.. MİLLET başındakilerin beceriksizliğini, ihanetini gördü mü, onları ALAŞAĞI eder, ve en şiddetli şekilde cezalandırır!..

Bu uygulama bütün TÜRK devletlerinde vardı!

Dünyada halk eliyle öldürülmüş hükümdarların çoğu TÜRK'tür!..

Dünyada hükümdarları İHTİYARLAR KURULTAYI, ULEMA ve ORDU'nun kararları ile görevden alınan; hatta ÖLÜM ile cezalandırılan TEK SİYASÎ GELENEK, TÜRKLER'dedir.

BATI demokrasilerindeki "seçimle gelip seçimle gitme" diye makbul gösterilen, suçu tespit edilen yöneticilerin "istifa" ederek ayrılması matah bir şeymiş gibi yutturulan sistemler; yolsuzlukların, istismarların hatta ihanetlerin azalmasına değil, artmasına yol açmaktadır.

Gerçek şudur ki, HALKIN ADALETİ ülkeyi yönetenlerin başında DEMOKLES'İN KILICI gibi sallanmazsa; milletvekilleri, bakanlar ve cumhurbaşkanı dokunulmazlık arkasına sığınırsa; bürokratlar yaptıklarından sorumlu tutulmazlarsa; ülkeyi satarlar da kimsenin haberi olmaz!..

600 yıllık OSMANLI DEVLETİ'nde her 6 padişahtan biri öldürülmüştür!.. Devletler aslında ortalama 50-150 yıl yaşarlar... Kemal Tahir OSMANLI DEVLETİ'nin bu uzun ömrünü, "saltanatın HÜKÜMDAR, ULEMA, yani ÂLİMLER, ORDU üçlüsünün elinde bulunmasına, ve bunların birbirini denetlemesine" bağlar... Çetin Altan da her 4 sadrazamdan birinin idam edilmiş olmasını dile getirir ama, bunun müspet etkisini teşhis edemez.

İşin enteresanı, OSMANLI'yı da aşarak 1800 yıl ile rekor kıran ROMA İMPARATORLUĞU'nda da (Doğu-Batı bir arada) hükümdarların önemli bir kısmının öldürülmüş olmasıdır!..

Bu arada haksız katledilenler yok mudur, vardır elbette!.. Ama DEVLET hayatında FERD'in varlığı önemsizdir... Bu tip olaylar ancak "derin kesilen tırnak" kadar önem taşır, ancak o kadar acı verir.

Önemli olan 7 yaşında tahta çıkan bir padişah zamanında da, deli olan bir padişah zamanında da DEVLET'in ayakta kalabilmiş olmasıdır!..

Bu çok açık gerçeği sezen BATILILAR, DEVLET'imizi yıkmak için TANZİMAT ile padişahların ölüm cezası vermesini kaldırtmışlardır!.. Kemal Tahir bunu o kendine has üslubu ile "Padişahlar istediği zaman kafa kesmedikçe, sözünü nasıl geçirecek, memleketi nasıl idare edecek?" diye sorar... Aynı şekilde 1960 ihtilalinden sonra yine BATILILAR politikacıların idamını önlemeye çalışmışlardır.

BATILILAR bunu insani duygularla değil, kendilerine uşaklık edenlere güvence vermek için yapmışlardır!.. Tıpkı her kanlı terör olayından sonra bir takım kendini bilmezlerin sokaklara dökülüp "idamlara son" diye bağırmaları gibi... Amaç hapisteki canileri koruyup dışarıdaki maşalara cesaret vermektir.

Bu söylediklerimizin okuyanlar üzerinde ŞOK etkisi yaptığını hissediyoruz... Ama sormak isteriz:

TÜRK DEVLETİ, DELİ İBRAHİM zamanında mı, AKILLI DEMİREL zamanında mı daha çok borçlandı?.. Çocuk AVCI MEHMET zamanında mı, CİN FİKİRLİ ÖZAL zamanında mı ahlak daha bozuldu?.. "MÜSTEBİT" ABDÜLHAMİT zamanında mı, yoksa DEMOKRAT DYP-SHP iktidarında mı BATI uşaklığı bu kadar arttı?.. SARHOŞ SARI SELİM zamanında mı, yoksa soyu-sopu belirsiz Erdoğan-Gül zamınında mı bölünme, ayrışma bu kadar büyük tehlike haline geldi,

Kaldı ki, 600 yıllık OSMANLI döneminde öldürülen padişah, vezir, komutan, ulema, sanatçı, sayısı 500'ü bulmaz!.. Bunların hepsinin haksızlığa kurban gittiğini farzetseniz bile, 1965-1995 arası Demirel-Özal-Erdoğan döneminde ölen 40.000 insandan, çok daha azdır!..

Bu son grubun içinde başbakan (Nihat Erim), bakanlar, milletvekilleri, subaylar, yazarlar, bürokratlar, öğretmenler vardır! Hepsi beceriksiz politikacıların sebep olduğu anarşi yüzünden hayatlarını kaybetmişlerdir... Onların pısırıklığı yüzünden düşürülen uçaklarda, batırılan gemilerde, veya trafik kazalarında ölenler de, en az 50.000 kişidir.

Biz diyoruz ki; böyle olacağına, yani mâsumlar öleceğine; beceriksizler, satılmış ve hainler cezalandırılmalıdır!.. Açıkçası, ÜLKEYİ YÖNETMEYE TALİP OLAN, KELLESİNİ KOLTUĞUNA ALMALI; CANI PAHASINA BU GÖREVİ ÜSTLENMELİDİR!.. Ancak öyle olursa, kendini değil, VATAN'ı düşünür!...

ATATÜRK öyle yapmıştı!.. Abdülhamit zamanında hapse düşmüş, işgal zamanında hakkında tutuklama emri çıkmış, nihayet idam fermanı verilmiş ve defalarca suikaste uğramıştı... Bütün bunlara rağmen, hiç bir zaman "dokunulmazlık" arkasına sığınmamıştır!.. "Dokunulmazlık" ondan sonra gelen korkakların icadıdır, amaç ta memleketi daha kolay soymak, hatta satmaktır!..

Baştakiler cezadan kurtulunca, onlara uşaklık eden bürokratlardan da hesap sormak imkansızlaşmıştır... Minareyi çalan kılıfını hazırlamıştır... Hırsız kendi ortağını cezalandırırsa, yenisini bulamaz!..

İşte herkesin gözü önünde DEVLET'in varlığı arsızca kemirilirken, müsebbiplerin ellerini kollarını sallıya sallıya dolaşmalarının sebebi budur!

Bazı kendini bilmezler, "saltanat" döneminde padişahların bir nevi "ilah" olduğunu; astığı astık, kestiği kestik, zalim, insafsız, kontrolü imkansız varlıklar olduğu imajını yaymışlardır!.. Ama tarih gösteriyor ki, OSMANLI padişahları bizim 10 cumhurbaşkanımızdan daha fazla denetime tâbi idiler... Her 6 padişahtan birinin öldürülmesi bir yana, 36 padişahtan 14'ü tahttan indirilmiştir!..

Asıl şimdiki yöneticiler bir nevi ilahtır!.. Cumhurbaşkanları, başbakanlar, parti başkanları en kötü OSMANLI padişahından daha büyük hatalar yaptıkları, daha fazla zarar verdikleri halde "kıllarına dokunulamaz, yerlerinden edilemez" bir hüviyete sahiptirler!.. İsmet Paşa 49 yıl CHP'nin başına çöreklenerek KANUNİ'nin saltanat rekorunu kırmıştır... Demirel 33 yıldır TÜRKİYE'nin kaderinde söz sahibi olarak 2. Abdülhamid'i geçmiştir... üstelik onun onda biri kadar hayrı dokunmadığı halde!.. Celal Bayar 20, Menderes de 15 yıl ile 36 PADİŞAH'tan 20'sinden fazla adlarını gündemde tutmuşlardır... Ve bunlardan bir tek MENDERES, hem de en az suçlu olanı, cezasını çekmiştir.

Bu "tek adam" hastalığı ATATÜRK'ten hemen sonra başa geçen İsmet Paşa'nın kendini "milli şef" ilan ettirmesiyle başlamış, ondan Menderes'e, Demirel'e, Özal'a bulaşmıştır... Onlardan da komutan ve genel müdürlere geçmiştir... Pek azı müstesna!.. Hepsi MİLLET'in EFENDİ, kendilerin sadece "hizmetle görevli" olduğunu unutmuşlardır!..

Ama hepsi MİLLET VİCDANI'nda mahkûm olmuşlardır... İLAHİ ADALET elbette yaptıklarının hesabını soracaktır... Bu dünyada olmazsa, öbür dünyada!..

Tekrar ediyoruz, MİLLİ HÂKİMİYET, MİLLET'in bizzat kendisinin, bilhassa ÂLİMLERİ ve ORDUSU ile siyasî iktidarı denetlemesi, yanlış kararlarına müdahale etmesi, İHANET'e asla imkan vermemesidir!.. Buna tevessül edenleri de şiddetle cezalandırmasıdır!..

"Oy ile denetleme" bir aldatmacadan ibarettir!..

Her başa geçen kişi; çalıp çırptıktan, hatta MEMLEKET'i batırıp DEVLET'i yıktıktan sonra dahi, başına gelebilecek en büyük felâketin "bir daha seçilmemek" olduğunu düşünürse; daha fazla çalmak için elinden geleni ardına koymaz!..

Bir ara BATI'daki TEMİZ ELLER arayışı, aslında bizim sözünü ettiğimiz nitelikte ETKİLİ bir DENETİM metoduna duyulan hasreti yansıtır!..

Bir husus daha var: Bazı yobazlar "HÂKİMİYET kayıtsız şartsız ALLAH'INDIR" sloganıyla ortaya çıkmışlardır... Elbette ki, İSLAM inancına göre, "yere düşen yaprak"ta dahi O'nun hükmü vardır. TAKDİR-İ İLÂHİ HER ŞEYE HÂKİMDİR. Ama bu, "insanlar doğruyu yanlışı seçemezler" anlamına gelmez... Dünyada HÂKİM, HÜKÜMDAR olamazlar anlamına hiç gelmez...Bunlar GERÇEK İSLAM'ı hiç bilmeyen, insanın ALLAH'IN yeryüzündeki HALİFESİ olduğundan bihaber olanlardır.

İşte ATATÜRK'ün "DİN ile DEVLET işlerini ayırmak istiyoruz" derken karşı çıktığı, bu yobazca tutum idi... İSLAMİYET'te olmamasına rağmen HACI-HOCA takımına DEVLET İDARESİ'nde SÖZ HAKKI vermek isteyenlerdi!

(5)- Biz hep DEVLET kavramının yüceliği üzerinde durmuşuzdur... Bir MİLLET'in varlığı DEVLET'inin varlığı ile mümkündür... Çok kalabalık topluluklar vardır ki, hiç devlet kuramadıkları için MİLLET haline gelememişlerdir... Biz TÜRKLER ise kendimizle ne kadar öğünsek azdır... Çünkü TARİH boyunca hiç DEVLET'siz kalmamış tek toplum TÜRKLER'dir...DEVLET konusunda ayrı bir EK hazırlamaya çalışacağız.

ATATÜRK burada DEVLET'in bir başka özelliğini vermiş: DEVLET olmayan toplumlarda herkes birbirine girer!.. DEVLET, MİLLET'İN ORGANİZASYONU'dur!... Bir ülkede NİZAM'ın, ASAYİŞ'in, HUZUR'un olması; DEVLET'in varlığını ve gücünü hissettirmesine bağlıdır.

Batı'da biri batıp biri çıkan akımlar içinde ANARŞİZM diye bilineni, DEVLET DÜŞMANI olmasıyla diğerlerinden ayrılır. Bu zihniyete göre fertlerin DEVLET'e ihtiyacı yoktur. Toplum içinde huzur ve refah DEVLET olmadan da sağlanabilir.

Bu fikrin tutarsızlığı, dünyada hiç bir devletsiz müreffeh toplum olmamasıyla sabittir... Bizce devletsiz pek çok ülke vardır, ama onlar dahi KUKLA DEVLETLER'le idare edildiklerinden gerçek bilinmez.

Şu halde MİLLET kendisini bir arada tutan DEVLET'i ile gurur duymak durumundadır!.. DEVLET'in temsilcisi durumundaki HÜKÜMET'i de iyi davranışlarında desteklemek; hükümet görevini yerine getirmediği zaman DEVLET'ten yana çıkmak, ve HÜKÜMET'e görevini hatırlatmak durumundadır.

Her ne olursa olsun, DEVLET de, HÜKÜMET de bizimdir. Onlara sahip çıkmak, korumak ve en iyi hale getirmek MİLLET'çe görevimizdir... Hele TÜRK DEVLETİ'ni, hatta HÜKÜMET'i yurt dışında, düşmanlarımıza şikayet etmek, İHANET'tir!.. Çünkü hiç bir yabancı güç, bizim en kötü hükümetimizden daha iyi olamaz!..

Burada dikkatle üzerinde durulması gereken bir husus var: Her ne kadar ANARŞİZM bugün hâlâ pek makbul addedilmiyorsa da; 1990'dan sonra sözüm ona "yeni dünya düzeni" olarak dillerden düşmeyen BATI TİPİ DEMOKRASİ ve ona yamanan SERBEST PİYASA EKONOMİSİ, MAŞALLAH ANARŞİZM'i aratmıyor!.. DEVLET'i EKONOMİ'den el çektirme, DEVLET MALI'nı, MÜLKÜ'nü haraç-mezat sattırma, "DEVLET değil, FERT" anlayışını yerleştirme, NGO'lara (DEVLET-HÜKÜMET dışı kuruluşlar) DEVLET sorumluluklarını yükleme ile adeta DEVLET'i yok ediyorlar!

Zaten TÜRKİYE'de TEK EL'de toplanması gereken bir çok YETKİ başkalarına dağıtılmış, ve kimin YETKİLİ olduğu anlaşılmaz hale gelmişti... Ama bunlar hiç değilse DEVLET kurumları idi... Şimdi YETKİ onlardan da alınıp "sivil toplum kuruluşları" denilen çoğu yabancıların denetiminde olan derneklere verilmek istenmektedir... Bu gidişe mutlaka "DUR!" demek gerekir.

(6)- VATAN'ın ve MİLLET'in BÖLÜNMEZ olduğu hususu, ATATÜRK İLKELERİ'nin en önemlilerinden biridir... Aslında ister SALTANAT, ister CUMHURİYET olsun, TÜRK VATANI'nın bölünmesi düşünülemez!.. Ama bu, OSMANLI döneminde sağlanamadığı için; ATATÜRK, CUMHURİYET'in temeline bu iki taşı yerleştirmiştir.

İşte bu yüzden hem "atatürkçü" geçinen, hem de "bu konunun tartışılabileceğini" söyleyen soysuzlar, kanımızı donduruyor!..

TÜRK VATANI, zaten bölüneceği kadar bölünmüş, 1900'de 4.5 milyon kilometre kare toprağa sahip bir ülke iken 780.000 km. kareye inmiş, MİSAK-I MİLLÎ çizgisi bile koruyamamıştır.

BUNDAN SONRA BİR KARIŞ BİLE TOPRAK VERİLEMEYECEĞİ GİBİ, ARTIK BİZİM OLAN VE HAKSIZLIK EDİLEREK ELİMİZDEN ALINMIŞ OLAN TOPRAKLARI GERİ ALMA SÜRECİNE GİRİLMİŞTİR.

KIBRIS, MUSUL-KERKÜK, BATI TRAKYA, Ege'deki ANADOLU ADALARI, ŞARKİ RUMELİ, BATUM VE HALEP BİZİ BEKLEMEKTEDİR!.. Bu toprakların bizim olduğunun delili de, 2. Dünya Harbi'nde hem Almanlar'ın, hem Ruslar'ın bu toprakları bize teklif etmeleridir. (Bak: İsmet Paşa Muamması Eki)

Hal böyle iken hiç bir BÖLÜNME tartışmasına müsamaha gösterilemez!.. Bizden toprak istemek için ağız açanların, ağzına mutlaka TOPRAK doldurulmalıdır!..

Öte yandan MİLLET de TEK'tir, BÖLÜNEMEZ!.. Bizden kopan Rum, Ermeni ve Araplar hemen derhal başkalarının uşağı haline gelmişlerdir... Başkaları için savaş hattına sürülmüşlerdir... Ermenistan, Yunanistan, Arap ülkeleri, Balkan ülkeleri TÜRKİYE'den koptuktan sonra en az 2 savaş daha görmüşlerdir!.. Bu da, bizden kopmak isteyenlerin kulağına küpe olmalıdır!..

Yunanistan, Ermenistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan, Lübnan, Ürdün "sun'i" olarak BATILILAR tarafından kurulmuş devletler oldukları için; hiç bir zaman BATI HEGEMONYASI'ndan kurtulamayacaklar, sözde "bağımsızlık"larının bedelini, UŞAKLIK'la ödeyeceklerdir.

Bu katara şimdi bir de kürt topluluğunu eklemek istiyorlar... Onda başarı sağlarlarsa, arkadan Laz, Çerkez toplulukları gelecektir. Buna da asla izin verilemez!..

Kürt, Laz, Çerkez toplulukları vardır... Ama bunlar bir MİLLET değildir!.. Hiç bir zaman kendi gücüyle DEVLET kurmamış topluluklar milletleşemez!.. Sun'i devlet kurmuş olanlar da, MİLLET olmadığı için, o devlet uzun ömürlü olmaz... Somali, Ruanda buna en iyi örneklerdir.

Bir insan kürt kökenli olabilir, ama TÜRK MİLLETİ'ndendir... Eğer "değilim" diyorsa, yapılacak şey ona toprak vererek sun'i bir devlet kurdurup, BATI'ya uşak olmasına yol açmak değil; kendini "vatansız" ilan edip hangi ülkede yaşamak istiyorsa, oraya gitmesini sağlamaktır!..

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ni kuran insanlara TÜRK MİLLETİ denir, o kadar!.. Bu ülkede kendini TÜRK sayanlardan başkasına hayat hakkı yoktur, MİSAFİR olmanın, veya himayemize sığınmanın dışında!..

ATATÜRK, her ne kadar CUMHURİYET'i kuran herkesi TÜRK sayarak ayırım yapmıyorsa da, büyük bir önsezi ile CUMHURİYET'in dayanağını TÜRK TOPLULUĞU olarak gösteriyor... Daha önce verdik.

Bu, şu anlama gelir: Her ne kadar biz ayırım yapmıyorsak ta, bazı hainler DEVLET'i ve CUMHURİYET'i hedef alabilirler... O zaman IRKEN TÜRK olanlar sorumluluğu üstlenerek, meydanı bu sütü bozuklara bırakmamalıdır!..

ATATÜRK bu teşhisi yaptıktan sonra, BÜTÜNLÜĞÜN KORUNMASI'nı DİN, DİL, TARİH, KÜLTÜR, GELENEK, GÖRENEKLER'e önem vermeye bağlamıştır.

İşte bu konulara önem verilmediği, hatta 50 yıldır kasıtlı olarak bunlar ihmal ve tahrip edildiği içindir ki, bugün bütünlüğümüzü tartışır duruma geldik.

Ayırımcılık güden topluluklardan hiç birinin TÜRK'ten farklı bir yanı yoktur... DİN'i, TARİH'i, KÜLTÜR'ü birdir... "Ben Kürd'üm, ben Çerkez'im" diyenin herhangi bir TÜRK'ten farkı; "Ben Kayserili'yim" diyenin Malatyalı'dan farkı kadardır... Edirneli'nin Afyonlu'dan, Muğlalı'nın Yozgatlı'dan farkı, belki daha fazladır!.. Öyleyse bunların özü birdir!.. Rıza Nur, "Rusya'daki çerkez ve lazlar TÜRKİYE için canlarını vermeye razı iken, yurt içinde olanların ayırımcılık yapması"na hayret eder... Bizim kürt kökenli vatandaşlar, ORTA ASYA'da kendini TÜRK sayanlardan daha çok bize benzer... Onlar bize yaklaşırken, şaşkın kürt ayırımcılar uzaklaşmaya çalışır.

"Efendim, ama bunlar kürtçe konuşuyor" diyenler mugalâta yapmaktadır... Bir defa kürtçe diye bir dil yoktur... Kürt aşiretlerinin konuştuğu 50 kadar "ağız" vardır, kendileri de birbirini anlamaz!..Meselâ Talabani'ye bağlı aşiretler Kırmanç, Barzani'ye bağlı aşiretler Sorani ağzı kullanırlar ve birbirlerini anlamazlar. Bizim Zazalar ise hiç birini anlamaz. Şimdi bunların hangisi kürtçe?.. Hangisi ile "Kürtçe TV yayını" yapacaksınız?..1998'dDeki Milli Güvenlik Kurulu'nda çok yerinde olarak YAPILAMAZ kararı çıkmıştı!.. Sonradan Potamyalı gayrıtürk Erdoğan
TRT-6'da haftada 7 gün, günde 24 saat "kürtçe" yayına başladı. Hem de Kürt televizyonu Roj TV günde 6 saat TÜrKÇE yayın yaparken!..

Bir "ağız"ın dil olması için "yazılı" olması, "dilbilgisi" kuralları olması gerekir. Uluslara "kendi kaderlerini tayin hakkı" tanıyan LENİN'in, 100-150 binlik topluluklara özerk bölge verirken bile, Kürtlere böyle bir imkan tanımamasının sebebi de, "kürtçe"nin yazılı olmamasıdır.

Hâlen dünyada 3000 kadar "dil" olmasına rağmen, sadece 170 kadar devlet vardır. Nijerya'da 80 ayrı "dil" vardır. Hiç biri ile anlaşamadıklarından resmi dil İngilizce'dir. Hindistan ve Çin'in her birinde 100 kadar "dil" vardır...

Belirttiğimiz 170 devletin yarısından fazlası da "uyduruk" veya "uydu" devlettir... Somali gibi hiç bir ortak otoritenin olmadığı, Ruanda gibi bir kabilenin durup dururken diğerini boğazlamaya başladığı, veya Kuveyt gibi birisi "höt!" dediği anda kralının yurt dışına kaçtığı ülkeleri, biz DEVLET saymayız.

Öte yandan her konuşulan "ağız"ı dil, o topluluğu da "millet" sayarsak; çingeneler, uyuşturucu bağımlıları, hatta homoseksüellerin de kendilerine has bir "dil"leri vardır, onlara da "bağımsızlık" vermek gerekir!.. Bunu "en demokratik" Batı ülkeleri bile düşünmüyor!..

"kürtçe"nin bir dil olmadığının en büyük delili de "kürtçe" çıkan dergilerdir. Bir halka ve bir millete hitap etmedikleri için 3-5 binden fazla satamazlar. Türkiye'deki İngilizce Daily News bile daha çok satış yapıyor. Üstelik bu kürtçe yayınları alanların çoğu, meraklı TÜRKLER'dir... Bir tanesi de biziz.

Kaldı ki, "kürt" kelimesi bile "kürtçe" değildir, "kalın kar tabakası" anlamına gelir. O topluluğa TÜRKLER'in verdiği TÜRKÇE bir addır ki, AFGANİSTAN'dan MACARİSTAN'a, hatta YEMEN'e kadar kullanılır!.. Onlar kendilerini "Zaza, Kırmanç, Güran, Dersimli" diye anar... Birbirine de muhaliftirler.

En bariz örneği Kuzey Irak'ta bir türlü "devlet"leşemiyen kürt aşiretleridir. Hâlâ birbirlerini vurup, soyup duruyorlar. Bu konuda daha önce naklettiğimiz Ziya Gökalp'in değerlendirmesi, en doğrusudur.(Bakınız: TÜRKÇÜLÜK İLKESİ)

Kürt kelimesi baştan beri "dağ göçebesi" anlamında kullanılmıştır. Dağdan ve göçebelikten uzaklaşanın, bir nesil sonra "kürtlüğü" kalmaz. Bunun en bariz örneği de büyük şehirlerimizdir. İSTANBUL, ANKARA, İZMİR, hatta DİYARBAKIR'da HAKKÂRİ'den, ŞIRNAK'tan daha fazla "kürt" yaşamasına rağmen; bu yerlerdeki anarşi ve terör daha azdır. "Kürtçü" gösterilere 15 milyonluk İSTANBUL'da 1000 kişi bile katılmaz!.

Şu halde eğer DİN, TARİH, KÜLTÜR ve GELENEKLER ön plana alınırsa, ülkemizdeki hiç bir bölgenin diğerinden bariz farkı yoktur... Fark, coğrafi yapıdan kaynaklanan "kalkınmışlık" farkıdır, "eğitim" noksanlığıdır, EKONOMİK temele dayanır.

Bunun da çözümü "bölünme" olamaz, o zaman Güney Doğu, Batı Anadolu'nun imkânlarından mahrum kalır, daha da fakirleşir, HIRİSTİYAN BATI'ya yem olur. Zaten APO gibi "kürt" liderleri başından beri onlara uşaklık edip durmaktadırlar.

Biz ne oradaki kürt kökenlileri, ne de orada nüfusun çoğunluğunu teşkil eden TÜRKLER'i böyle bir kadere mahkum etmeyiz!.. Buna asla fırsat vermeyiz! Biz TÜRKLER hem CUMHURİYET'in, hem DEVLET'in, hem de VATAN'ın uyku bilmez MUHAFIZ'ıyız!

ATATÜRK'ün dediği gibi VATAN VE MİLLET BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR!.. PARÇALANMAZ, BİRBİRİNDEN AYRILMAZ!.. GEREKİRSE BU UĞURDA CANIMIZI VERİRİZ, AMA DAHA ÖNCE, BUNA İTİRAZ EDENİN CANINI ALIRIZ!..

***

> İÇİNDEKİLER < > CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-2 <