CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-4
(22)- ATATÜRK, bu noktadan itibaren partilerin niteliklerini anlatmış... Biz daha önce de söyledik: CUMHURİYET için parti şart değildir!.. Tıpkı 1. Meclis gibi ülke SECİYELİ, ÜSTÜN VASIFLI, BİLGİLİ, İMANLI ve VİCDAN'ının SESİ'nden başkasını dinlemeyen kişilerden oluşabilir.
Ama eğer ille de parti deniyorsa, o zaman kurulacak her parti belli temel esaslara uygun olmalıdır. İşte ATATÜRK bunları saymış... İlk şart MİLLETİN genel İSTEKLERİ'ni temsil eder olması!..
Bu isteklerin sadece "oy" ile ortaya çıktığını sanmak gaflettir!.. Biz Demokrat Parti devrinde bir köyde halka tek ayakkabı dağıtan, diğer tekini ancak seçimi kazandığı takdirde vereceğini söyleyen adaylar gördük!.. Özal zamanında temeli atılıp seçimden sonra tamamlanma vaadedilen fabrikalar, yarısı asfalt dökülüp yarısı seçimden sonraya bırakılan yollar gördük... Hatta gene DP döneminde iktidara oy vermediği için il iken ilçe yapılan Kırşehir'i, Özal, Çiller döneminde ilçe iken il yapılan küçük kasabaları gördük... Her dönemde suçlulara, orman yakanlara, toprak gaspeden gecekondulara af çıkartılıp tapu verildiğini gördük... Erdoğan döneminde işçi ve memur hizmetlerinin asgarî ücretle taşaronlaştığını, sahillerin, parkların özelleştirildiğini gördük... Şimdi bunlar, MİLLET'in GENEL istekleri midir?...
Hiç bir partinin aldığı oylar; eğer gösterdiği adaylar MİLLETİN İSTEKLERİ'ni bilecek, GERÇEK İHTİYAÇLARI'nı sezecek, MESELELER'i çözecek ÜSTÜN VASIFLAR'a sahip değilse, ve iğfal edici tekliflere direnecek kadar SECİYELİ değilse, kâğıt parçasından öte değer taşımaz!..
Hele iktidara gelecek partinin, mutlaka bu ÜSTÜN VASIFLAR'a sahip olması gerekir!..
Ama özellikle son 20 yıla baktığımızda çoğu partinin %20'lerden fazla oy alamadığını, alanların da bir seçim sonra itibarını yetirdiğini görüyoruz.
Sadece TÜRKİYE'de değil, bütün dünyada seçimlere ilgi azalıyor... Çünkü BATI TİPİ DEMOKRASİ, MİLLETİN İSTEKLERİ'ni iktidara taşımıyor!.. Seçimler bir Brezilya karnavalı gibi geçiyor... Tek farkı bizde içki yasağının olması!.. Sonunda hep üçkağıtçılar kazanıyor... Bu konuda Eddie Murhy'nin AMERİKAN SENATOSU rezaletlerini anlatan "The Distinguished Gentleman" adlı filmini seyretmenizi tavsiye ederiz... BELGESEL niteliğindedir.
Ha, bir de "her kesimin,
her grubun parlamentoda temsil edilmesi" safsatası var...Mesela Kürtler
bir parti ile, işçiler, çevreciler gene birer parti ile temsil edilecekmiş...
Niye?.. Bunlar ülke içinde bir grup oluşturuyormuş!..
O zaman TÜRKİYE'deki hırsızların, fahişelerin de
aralarından birer ikişer kişiyi parlamentoya göndermesi lazım... Hele
yakalanmamış ve vesikalandırılmamış olanları da sayarsanız, bu bile yetmez!...
Hatta vatan hainlerine de bir kontenjan ayırmak gerek!.. Şaka bir tarafa; MECLİS kötülerin, düşmüşlerin değil;
kötülükleri ve insanların alçalmasını önleyecek olanların yeridir!.. Fuhşu
önlemenin ilk şartı Meclis'e İtalyanlar gibi fahişe sokmak değil; fahişelere
düşkün milletvekillerini sokmamaktır!.. Bu PARTİ meselesi bizi çok düşündürüyor...Yurdumuzda sayısı
90 kadar olan partilerin bir kısmının yabancılar tarafından kurulmuş, onlara
hizmet eder olması da bizi derinden endişelendiriyor!.. Bu endişemiz asla bir
vehim sayılmaya!..Elimizde örnekler var... Dil uzmanı bir dostumuza, araştırma
yaptığı AVUSTURYA'da bir KÜRT PARTİSİ kurması için PARA teklif edilmiştir!..
AVUSTURYA kim, TÜRKİYE nere?.. Ne ilgisi var AVUSTURYA DEVLETİ'nin bizim kürt
asıllı vatandaşlarımızla?.. Ne diye bunun için para sarfederler?..
Öte yandan DEMOKRATİK BARIŞ HAREKETİ ve BARIŞ
PARTİSİ lideri Ali Haydar Veziroğlu denen adamın, başkası için tek kuruş
harcamayacak tıynette olmasına rağmen, döktüğü trilyonlar nereden gelmektedir?..
Sözde ALEVİLER'in temsilci bu kişi, ÜLKEMİZ'e BÖLÜCÜLÜK tohumları saçarken kimin
adına hareket etmektedir?.. Öte yandan biri açılıp biri kapanan HEP, DEP, HADEP,
HDP gibi partiler bu ülkeye vatandaşlarına hizmet için mi, bölmek için mi var?..
İşte ayıklanacak olanlar, bir kaç kuruş, veya geçici şöhret uğruna VATAN'a
ihanet eden bunun gibileridir... Bunlar TÜRK bile sayılmaz!.. (23)- ATATÜRK, CHP'yi,
halkı bir ve bütün halde tutmak, onun genel
temayüllerini iktidar yapmak için kurduğunu söylüyor... MUSTAFA KEMAL, CUMHURİYET'in temelinin atılmasından ve
kendisinin cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, parti başkanlığı görevini fiilen
İsmet Paşa'ya devretmişti. (1923)... Kısa zamanda gördü ki, particilik kendi
istediği yönde gitmiyor, 1930 yılında İsmet Paşa'nın karşısına Serbest Fırka'yı
çıkardı... Ama gördü ki, partiler arası muhalefet, parti içi muhalefet ve
yozlaşmadan daha zararlı; hemen kapattırdı... Ölünceye kadar da İsmet Paşa'nın
partisine tahammül etti... Bu parti gittikçe köhneleşti, battı... 1980'den
sonra bir "kürt partisi" olarak ortaya çıktı.
DEP'i MECLİS'e soktu...Konuyu başka bir yazıda inceleyeceğiz. Şimdilik sadece
kendini "ATATÜRK'ün Partisi" diye yutturmaya çalışan CHP'nin, 1924'den beri
aslında gayrımillî şef mandacı İSMET'İN PARTİSİ olduğunu belirtmekle
yetinelim. 2011'den beri de MUSTAFA KEMÂL'in değil, ERMENİ ASILLI DERSİMLİ
KEMÂL'in, TÜRKLÜK'ten bile uzaklaşmış partisidir.
Kısacası, bir milleti kandırmak, köleleştirmek zordur. Ne var ki, bugünlerde
parti başkanlarını satın alarak koca bir partiyi kendine hizmet eder hale getirmek,
emperyalist ülkelerin TÜRKİYE'de kolayca uyguladığı bir sistem olmuştur. Dersimli
Kemâl'i satın alırsın, CHP'yi TÜRK ve ATATÜRK düşmanı, kürtçü, hatta "Büyük Felâket"
diyecek kadar ermenici bir parti yaparsın!.. Selâhattin Demirbaş'ı satın alırsın,
HDP'yi âdeta ülke içinde işgal gücü haline getirirsin... Potamyalı Tayyib'i, Ahmet
Davidson'u satın alırsın, AKP'yi ülke bölücü, ABD ve AB uşağı bir parti yaparsın.
Ne diğer parti yöneticilerinin, ne parti mensuplarının, ne de oy veren vatandaşların
bu konuda sözü geçer!.. Lider sultası ihanet için kâfidir!..
Bizim burada asıl söylemek isteğimiz şey, "çok partili sistemin MİLLET'İN İSTEKLERİ'ni
yansıttığı" iddiasının palavra olduğudur!.. Biz partilerin çoğalmasını,
MİLLET'in bölünmesi ve birbirine düşman kamplara ayrılması olarak görürüz!..
Zaten PARTİ kelimesi de "parçalara ayrılma" kökünden gelir. İki parti çok partiden iyidir... ABD bu sistemi uygulamakla
BATI AVRUPA'dan ve diğer BATI taklitçisi ülkelerden daha akıllıca
davranmaktadır... İngiltere'de belli başlı iki parti vardır...Fransa 1958'de De
Gaulle sayesinde çok partiden kurtulmuştur. Particiliğin ehven-i şerr'i, TEK PARTİ'dir... Hiç değilse
muhalefet, "iç muhalefet" olur, kol kırılsa da yen içinde kalır. Bizce hiç partiye
ihtiyaç yoktur ya, neyse! Niye böyle düşünüyoruz?.. Çünkü hayatımız boyunca hiç bir
partinin bütün programını, fikrimize uygun bulmadık... Düşündüklerimizin
bazısını bir parti, bazısını diğer bir parti söylemekte... Bazı düşüncelerimizi
ise, çoğu kimseden duyuyoruz ama, bunlar politikaya bulaşmayacak kadar dürüst
olduklarından, herhangi bir partide değiller!.. Yine istisnasız her parti, hiç
istemediğimiz pek çok şeyi savunuyor... Şimdi biz hangi partiye oy
verelim?.. Öte yandan falan parti listesinden seçilmiş bir
milletvekili, bir konuda kendi partisi gibi, başka bir konuda da muhalefet gibi
düşünebilir... Doğrusu belki de muhalefetin düşündüğüdür... Ancak o kişi kendi
partisinin kararına uymak zorunda... Böylece belki de MİLLETİN GENEL İSTEĞİ'ne
ters düşmek durumunda kalmakta!.. Şimdi bu kişi ne yapsın?.. 1991 seçiminde T.B.M.M.'ne girmiş 450 milletvekilinden 150
tanesi partisinden istifa etmiştir!..1995'de gelenler de öyle... Şimdi oylar bu
kişilere verildi ise, bunlar vasıtasıyla Meclis'e giren parti nasıl Meclis'te
durur, hatta iktidar olur?.. Eğer oylar partiye verildi ise, bu kişilerin hala
Meclis'te işi ne?.. Sonra her 4-5 yılda bir MUHTAR, İHTİYAR HEYETİ, İL
İDARE MECLİSİ, BELEDİYE BAŞKANI, BELEDİYE MECLİSİ ÜYELERİ ve MİLLETVEKİLİ olarak
200'e yakın insan seçiyoruz!... Peki, bunlardan kaçına TANIYARAK oy veriyoruz?..
Tanımadığımız insanları bir yerlere seçmenin "DEMOKRASİ" olduğu bir gerçek...
ama ÜLKE'ye YARAR'ı ne?.. Böyle bir sistemin, böyle bir uygulamanın ne mantığı vardır,
ALLAH AŞKINA söyleyin!.. Halbuki ÜSTÜN VASIFLI kişiler, MİLLET'ten başkasına boyun
eğmeden, kendi VİCDAN'larından başkasını dinlemeden görev yapsalar, mutlaka daha
çok yarar sağlayacaklardır. Peki, bu durumda çare nedir?.. Bizce en makbul CUMHURİYET, hiç bir PARTİNİN OLMADIĞI
SİSTEM'dir!.. ülkenin bütün vilayetlerinde en SECİYELİ, en BİLGİLİ, en İMANLI
kişilerin seçildiği küçük MECLİSLER kurulması, bu meclislerin de içlerindeki en
ÜSTÜN VASIFLI kişiyi TBMM'ne göndermesidir. Bunun ideali 1. Meclis üyelerinin
seçimi tarzıdır. Ülkenin idarî taksiminin temelini teşkil eden köy ve
mahallelerden başlayarak İHTİYAR HEYETİ bu nitelikte insanlardan seçilmelidir...
Nasıl seçilecek?.. Köylerdeki İHTİYAR HEYETİ, her âilenin reisinin katılımıyla
oluşmalıdır. Bu bir köyde 5, bir köyde 15 kişi olabilir. Onlar kendi aralarından
en DİRÂYETLİ, en TECRÜBELİ, en BİLGİLİ, en DÜRÜST, er AKILLIı ve SÖZÜ DİNLENİR
kimseyi MUHTAR
seçmelidir. Böylece MUHTAR sözünü İHTİYAR HEYETİ'ne, İHTİYAR HEYETİ'ndeki aile
reisleri de sözlerini kendi ailelerine dinletecekler, birlikte köyü huzur içinde
idare edeceklerdir.
Sonra köylerdeki İHTİYAR HEYETLERİ'nden her birinin göndereceği birer
temsilci de NÂHİYE'deki İDARE MECLİSİ'ne katılacak, orada MAHALLE İHTİYAR
HEYETLERİ'nden gelen temsilcilerle NAHİYE'nin meselelerin birlikte çözeceklerdir.
Sonra ilçe ve illerdeki İDARE MECLİSLERİ aynı şekilde oluşturulmalıdır... Nâhiye
Müdürü, Kaymakam ve Vali bu İDARE MECLİSLERİ'nin Başkan'ı olmalıdır.
Sonunda illerden, öyle 300-500, 550 filan değil; İL İDARE MECLİSİ'nin seçeceği
en DİRÂYETLİ, en BİLGİLİ, en DÜRÜST ve ÇALIŞKAN İKİ kişinin Ankara'ya gönderilmesi
ile MİLLET MECLİSİ oluşmalıdır. Bu MECLİS esas itibariyle CUMHURBAŞKANI ve
HÜKÛMET için sürekli bir İSTİŞÂRE HEYETİ gibi çalışmasının yanısıra, ülkenin
meselelerini görüşerek, KANUNLAR hazırlamakla görevli olmalıdır. Milletvekillerinden
namussuz, alçak, hırsiz ve beceriksiz çıkanları CUMHURBAŞKANI görevden atabildiği
gibi, geldiği ilin İDARE MECLİSİ de "Bizim şerefimizi lekeliyor" diyerek onu
düşürebilmelidir. Bu MECLİS öyle 4-5 gibi kesin tarihlerde değil: CUMHURBAKANI'nın
değiştiği veya gerekli gördüğü zamanlarda yenilenmelidir. İL, İLÇE, NAHİYE İDARE
MECLİSLERİ de öyle!
Bizce Belediye Meclisi gereksiz bir kurumdur. Belediye Başkanı İL VE İLÇE İDARE
MECLİSİ tarafından atanmalı, TAPU MÜDÜRÜ, MAL MÜDÜRÜ, MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ, EMNİYET
MÜDÜRÜ gibi İDARE MECLİSİ'ne üye olarak katılmalıdır.
Dikkat edilirse, bu sistemde kimse görmediği, tanımadığı, birlikte çalışmadığı
kimseyi SEÇME durumunda kalmamaktadır...Bundan âlâ (DEMOKRASİ demiyoruz) HALK
İDÂRESİ olur mu?
Biz önce Özal'ın, sonra da Erdoğan'ın belediyelere, belediye başkanlarına
tanıdıkları, âdeta onları validen ve vilâyetten koparan yetkilerin kaldırılması
gerektiğine inanıyoruz. Belediye Başkanı, Vali'ye bağlıdır. Belediye, vilâyetten
ayrı hareket edemez. Vergi toplayamaz!.. Başına buyruk imar planları yapamaz!..
Hele Potamyalı Erdoğan'ın "ülkeyi 26 eyalete bölme" hain ve sinsi planının bir
parçası olarak ilçeler, köyler büyük şehir hudutları içine alınamaz!.. Bizce
"Büyük Şehir Belediyesi" bile uydurma bir yapıdır. İlçe belediyeleri, yehrin
belediye başkanlığına birer şube olarak bağlanmalı, her ilçedeki o gereksiz
"belediye meclisi" yapılarından kurtulmalıdır.
Tekrar ediyoruz, bu meclislerin belli üye sayısı olmamasına
rağmen, büyük tutulmamalıdır... İllerde bile 25-50 olmalı, TBMM'nin üye sayısı
150'yi,
bakanların sayısı da 15'i geçmemelidir. Zira halk tabiri ile "nerede çokluk,
orada bokluk" hesabı, sayı aritmetik olarak arttıkça tıynetsizlik geometrik
olarak artmakta!.. Hiç bir meclis üyesi işini bırakmak durumunda değildir...
Çünkü ilçe-il meclis üyeliği, hatta MİLLETVEKİLLİĞİ bir MESLEK DEĞİLDİR!..
Bunların illere, hatta Ankara'ya yerleşmesi de gerekmez. Kendi bölgelerinde
işlerini yaparlar, çağrıldıklarında veya yılda 5-6 sefer 5-15 günlük çalışma
dönemleri için toplantılara katılmak üzere Meclis'e gelirler. Bu sistemin bir adı yok mudur?.. Vardır ve bizim icadımız
değildir!... Eski TÜRKLER'de KURULTAY olarak bilinen, İSLAM'dan sonra ŞÛRA
adıyla uygulanan sistemdir. Yani halkın saygı duyduğu, "kendisine danışılacak
nitelikte" bulduğu, ve otoritesini kabul ettiği kişilerin oluşturduğu meclis!..
Uygulaması var mıdır?.. Evet, bir ölçüde ÖZBEKİSTAN'da!.. Rus ve Amerikan işgâli
öncesinde AFGANİSTAN'da bölge bölge uygulanıyordu. Bu meclis DANIŞMA ile YASAMA görevi yürütür, ama esas YETKİ
onun seçtiği
YÖNETİCİ yani DEVLET REİSİ'ndedir... Ancak unutulmamalıdır ki, bu üstün
nitelikli kişiler baştakinin hatasını gördüğünde, onu alaşağı etme yetkisine de
sahiptir!.. MİLLET'in EHİL, BİLGİLİ ve DÜRÜST temsilcilerinin oluşturduğu MECLİS
ve onun rızası ile bütün YETKİ'yi üstlenmiş CUMHURBAŞKANI!.. Yanı ATATÜRK'ün
MECLİS BAŞKANI olarak BAŞKUMANDANLIĞI da üstlendiği dönemdeki
uygulama!.. Hatırlanacağı üzere, 1. Meclis'e her yörenin en değerli
kişisinin gönderilmesi istenmiş, yöre ileri gelenleri, ihtiyarlar, eşraf
toplanarak en uygun kişiyi kongrelere ve Ankara'ya yollamıştı... MİLLİ
MÜCADELE'nin zorlu günlerinde görüşmeler uzayıp karar alınamayınca, MUSTAFA
KEMAL İKİ yıla yakın MECLİS'in bütün yetkilerini bir kanunla kendisine
devretmesini istemişti... Bu MECLİS YÜRÜTME, YASAMA ve YARGI yetkilerini TEK
EL'de toplamıştı...Konunun uzun açıklamasını ilerde yaparız... Şimdilik şunu
söylemek istiyoruz ki, ATATÜRK'ün partiler ve Halk Fırkası üzerine söyledikleri
dikkatle okunursa, görülecektir ki, ortaya koyduğu esaslar bizim yazdıklarımızla
aynıdır. TÜRK MİLLETİ dediğimiz TÜRKİYE HALKI; TÜRK, KÜRT,
ÇERKEZ, ARAP gibi unsurlardan oluşuyorsa da; LİDER'in mutlaka TEMEL UNSUR'dan
olması gerekir. Aynı şekilde BAŞBAKAN ve başbakan olma ihtimali olan PARTİ
BAŞKANLARI da TÜRK olmak durumundadır. Şöyle bir durup tarafsız bir değerlendirme yapılırsa,
görülecektir ki, son 50 yılın hemen bütün meseleleri CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN
olarak seçtiğimiz kişiler ile, sayısı 20'yi bulan PARTİ'nin LİDERLERİ'nin
yarısının MİLLET'in ESAS UNSURU olan TÜRK kökenli olmadığı, hatta kendini TÜRK
saymadığındandır!.. Eh, LİDER kendini TÜRK saymaz, TÜRK olmamaya daha fazla önem
verirse; halk ta kendine TÜRK'ten başka bir soy sop arar; kendini laz, kürt,
çerkez, hatta ermeni diye ön plana çıkarmaya çalışır. Halbuki etnik özellikler
kişinin kendi çevresiyle ilgilidir. Orada kalmalıdır. Milleti dilim dilim bölmek
için asla kullanılmamalıdır. Buna fırsat verilmemelidir. (24)- ATATÜRK bundan
sonra CUMHURİYET'in var olabilmesi için gerekli şartları tekrarlamış!..
Birincisi milletin en üstün nitelikli kişileri seçmesi... İkincisi bu seçilen
kişilerin halka asla olmayacak vaadlerde bulunmamaları, acı da olsa doğruyu
söylemeleri!.. "Ancak böyle kişilerden oluşan bir
Meclis halkın derdine çare bulabilir, yoksa 5 para etmez"
diyor!.. Sonra CUMHURİYET'in bir kusuruna işaret etmiş... En üstün
nitelikli kişiyi seçmek gerekir, ama halkın bu nitelikli kişileri bulup ortaya
çıkartma ve tanıma imkânı son derece azdır!.. Aslında bu kusur, DEMOKRASİ'de had safhaya ulaşır!.. Çünkü o
sistemde hiç kimsenin "üstün vasıflıyı seçme" gibi bir derdi yoktur!.. Bizde
zaten adayları halk değil, "parti üyeleri" değil; "delegeler" ve liderler
seçer... Her seçimde "delege pazarları" kurulur, lidere "dalkavukluk yarışı"
başlar!.. Partiler adayları belirlerken yukarda belirttiğimiz kurala
değil, "kimin ne kadar oy getireceği"ne bakarlar... O yüzdendir ki, Meclis'e
ağalar, gizli şeyhler, cahiller, hatta hainler girer... Nasıl mı?.. Çünkü
partiler seçimi kazanmak için mali kaynaklarının bir kısmını bu kişilerden,
hatta yurt dışından, yabancılardan sağlarlar... Bu bakımdan bilhassa yabancılar
partiyi desteklesin diye onlara hoş gelen adaylar seçim kazanır, HATTA BAŞA
GEÇEBİLİR!.. Başa geçenler MİLLET'e verdikleri sözü değil; yabancılara
verdikleri sözü tutarlar... Demirel'in, Özal'ın, Çiller'in, ve Potamyalı
Rum kökenli Erdoğan'ın hayat hikâyesi bundan ibarettir!.. Her birinin "bir
Amerika gezi"sinden sonra işbaşına gelmesi, boşuna değildir! (25)- ATATÜRK her zaman doğruyu
söylemekten yana olmuştur... DEVLET İDARESİ'nin ve CUMHURİYET'in temel
şartlarından biri budur!.. Ne yazık ki, zamanımızda politikacıların halkı,
bürokratların da politikacıları aldatması adeta bir gelenektir!.. Nereye bir
politikacı gidecekse, önceden haber verilir ve oranın yolları asfaltlanır,
fabrikalar, daireler temizlenir, rakamlar rötuşlanır!.. Politikacı inine döndü
mü, her şey eski tas, eski hamam olur. Bu öyle bir hal almıştır ki, politikacı âdeta
doğruyu söyleyene tahammül edemez olmuştur!.. 1992 yılında onursuz herif Onur
Kumbaracıbaşı doğruyu söyleyen Siirt Valisi Mustafa Malay'ı azarlamış, bu
şerefli zatın istifasına sebep olmuştu!.. 1995 yılında da Deniz Baykal, İstanbul
Emniyet Müdürü Necdet Menzir'i "CHP'li bakanların
ihanetini dile getirdiği için" görevden almak istedi, koalisyonu
bozdu!.. Halbuki en ufak bir izzet-i nefis sahibi kimse bile
aldatılmaktan hoşlanmaz!.. Öyleyse, doğruyu söyleyenler değil; yalan söyleyen,
gerçekleri saklayan hangi mertebede olursa, olsun, derhal görevinden
uzaklaştırılmalıdır!.. Çok değil, 5-10 kişinin bu muameleyi görmesi durumunda
DOĞRU SÖZ itibar görür hale gelecek, DEVLET'in temelini çürüten YALAN DÜZENİ
etkisini kaybedecektir. Öte yandan ATATÜRK hata yapabileceğini kabul eden ve
hatasını düzeltmek için MİLLET'inden ikaz bekleyen tek DEVLET ADAMI'mızdır!..
Bütün başarılarına, gördüğü bütün saygı ve desteğe, TEK ADAM olması rağmen o
böyle düşünürken, %20 ile iktidara gelen, yani halkın %80'inin desteğini almamış
şimdiki politikacıların tavırları bizi çıldırtıyor!.. (26)- Aslında görebildiği bütün
problemlere çözüm getirmiş olan ATATÜRK, bu soruna da bir çıkar yol göstermiş...
O da MİLLET'in hükümetin GÖZCÜ'sü olması...Hatalarında ikaz etmesi, yanlış yolda
gittiğinde de alaşağı etmesi!.. Bu "alaşağı etme" şartlar uygun ise SEÇİM yoluyla
olabileceği gibi; seçimde MİLLET'in karşısına çıkanlar birbirinden beter ise,
DARBE hatta HALK İHTİLÂLİ yoluyla da olabilir!.. O takdirde MİLLET'i aldatanların içeri tıkılması,
hatta hataları affedilmez ise, idamı bile kaçınılmaz olur!.. İşte beceriksiz ve
hain politikacıların ödünü patlatan bu ihtimaldir! İşte biz bunun için askeri darbeleri "MİLLET adına yapılmış
KURTARMA harekatı" olarak görürüz!.. Eğer askerlerin bir hatası varsa,
kendilerinden çok onları iktidara el koymaya mecbur eden
politikacılarındır!. Kaldı ki, askerler kendi istekleriyle kısa sürede, hem de
bir seçim döneminden daha az zamanda çekilmişlerdir... Kıçına defalarca tekme
yemiş olmasına rağmen, çekilmesini bilen bir tek politikacı tanıyor
musunuz?.. Politikacılar MİLLET'in GÖZCÜLÜK yapmasına hiç mi
hiç tahammül edemezler!.. Böylelerini hemen ezmek isterler... 1995 yılında
İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, kellesi koltuğunda anarşi ile mücadele
ederken, Bakan Mehmet Moğoltay ile Hacaloğlu'nu kastederek: "Bu ülkede Lâiklik maskesi ardına gizlenmiş bir çok dinsiz var!..
Bölücüler var!.. ATATÜRK'ün dediği gibi dahilî ve haricî bedhahlar olacaktır!..
Bunlar iktidarda dahi olabilir... Evet var!.. Yurtdışında yargısız infazdan
bahsediyor... Biz DEVLET'ine, MİLLET'ine, polisine sahip çıkan insanlar
istiyoruz!.. " dediği için görevden alınmak istendi... CHP'nin yeni
başkanı Deniz Baykal sırf onu görevden aldıramadığı için, kritik bir dönemde
koalisyonu bozdu... Niye?.. Çünkü o bakanlar CHP'li idi, ve CHP (eski SHP)
hakikaten Ermeni asıllı Murat Karayalçın'ın başkanlığında "Sürekli Hainler
Partisi" haline gelmişti.Bir süre sonra ortaya büyük
vaadlerle ve dürüstlük kisvesi ile AKP
çıkacak, ve halk onu ALDATMA VE KANDIRMA PARTISI veya AKRABA KAYIRMA PARTİSİ
diye anacaktı!.. (27) ATATÜRK'ün bu sözü
de DEMOKRASİ budalalarına ithaf olunur!.. HAYAT HAKKI
DAHİL, HİÇ BİR ÖZGÜRLÜK SONSUZ DEĞİLDİR!.. Eğer ATATÜRK bu anlayışla hareket edip savaştan kaçanları,
vatan hainlerini, eşkıyayı, yobazları asmasa idi; ne İSTİKLAL SAVAŞI'nı
kazanabilirdi, ne de CUMHURİYET'i bize intikal ettirebilirdi!.. Prof. Ergun
Aybars'ın tespitine göre İSTİKLAL MAHKEMELERİ'nce idam edilenlerin sayısı
1.350'dir... Diyelim ki, isyanlarda tenkil edilenler ile birlikte 13.500 kişi!..
13.500 kişi feda edip 13.5 milyonluk bir ülke kurtarılmıştır!.. Esas üzerinde
durulması gereken husus budur!.. O dönemde Avrupa'nın "insan hakları, suçlu
hakları" teranelerine kapılınsaydı, gelen ricacılara uyulsaydı, KURTULUŞ
gerçekleşemezdi!.. Onun için kaatillerin, canilerin, terörist ve vatan
hainlerinin, çocukların ırzına geçenlerin İDAM'ına karşı çıkanlar ve bunu
MEDENİYET, HÜMANİSTLİK sananlar, bu davranışları ile MASUMLARI İDAM'a, yani
kaatil ve canilerin saldırısına mahkum ettiklerinin farkında
değiller!.. Politikacılara DEMOKRASİ adına DOKUNULMAZLIK sağlayanlar,
DEVLET'in soyulmasına, hatta satılmasına zemin hazırladıklarını bilmiyor
olamazlar!.. Bu kişiler sadece tasarladıkları melanetleri uygulamak için "daha
fazla özgürlük" istemektedirler. ATATÜRK'ün bizim SERBESTİYET dediğimiz FERDİ HÜRRiYET
konusundaki düşüncelerini, bu yazının sonunda ayrıca ele alacağız... Burada
sadece bu ifadesini değerlendirmek istiyoruz. Şunu unutmamak gerekir: DÜNYA Robinson Crusoe'nin ıssız
adası değildir ki, herkes istediğini yapabilsin!.. Bir kişinin yaptığı bir
başkasını etkileyeceğine göre, elbette ki TOPLUM hayatında TAM SERBESTİYET
olamayacak ve davranışlar kısıtlanacaktır. Onun için "yasaklara son" diyenler, ne dediklerini bile
bilmiyorlar!.. Çünkü YASA kelimesi dahi YASAK ile ilgilidir... Kanunlar aslında
NELERİN YAPILABİLECEĞİNİ DEĞİL; NELERİN YAPILAMIYACAĞINI gösterir... Nüfus
arttıkça, toplum daha karmaşık bir hal aldıkça, YASAKLAR da artar... Artmaz ise
toplumda kargaşa başlar!.. Bilmeyenlere söyleyelim: İSVİÇRE'de bırakın istediğinizi
yapmayı, balkonunuzdaki saksıyı bile istediğiniz renge boyayamazsınız!..
Sokaktaki renk uyumunu bozmasın diye, belirli bir rengin dışındakiler
YASAKLANMIŞTIR!.. Biz hep söyledik: Bir toplumda hiç kimse her istediğini
yapamaz!.. Ancak iyice SINIRLI HAREKET etmesi, SIKINTI çekmesi gereken kişiler
SUÇLULAR'dır!.. Önce onların haklarının iyice kısıtlanması gerekir. Suç
işleyenlerin HAREKET İMKANI'nın azalması, MASUMLAR'ın daha SERBEST
davranabilmesine imkan sağlar!.. Ama son zamanlarda çıkan kanunlara bir bakın... Hırsızlığı,
uğursuzluğu yasaklamak şöyle dursun; suçlulara DEVLET kesesinden bedava avukat
tutup, masumları daha çok ezmekten başka işe yaramazlar!.. TÜRKİYE'de uyuşturucu
imalinin cezası İDAM'dı... Özal 1990'da BATI'ya yaranmak için idam cezasını
kaldırdı. Ama şimdiye kadar bu suçtan idam edilen zaten görülmemişti.. Çünkü
politikacılarımız mafya babalarıyla enseye tokat... ahbaptırlar!.. TÜRKİYE'de
çocuklara, kızlara tecavüzün cezası ABD'den ile hafiftir!.. Çünkü
bürokratlarımız randevu evlerinden çıkmaz... Hatta bunların haracını yiyen
Marlon Kemal diye bir Kartal Savcısı vardı...(1970)
Alkol alışkanlığı derseniz, Demirel 1970'lerde TEKEL'i
atlatıp, yabancı bira fabrikalarına imkân tanımak için "biranın alkollü içki olmadığı"nı öne süren bir
kanun çıkarttı!.. Hırsızlık dolandırıcılık derseniz, Özal'ın işbaşına gelince
yaptığı ilk iş "para suçlarına hapis cezası"nı
kaldırmak oldu... Aynı Özal, sözde tarafsız Cumhurbaşkanı iken, 1990 yılında
seçim kaybedeceğini anlayınca dolaylı AF çıkartıp 70.000 mahkûmu sokağa saldı...
Ya SHP'nin ilk işi ne oldu dersiniz?.. 1991 yılında iktidar ortağı olunca,
yemedi içmedi, en azılı teröristlerin, insanlığını kaybetmiş hayvanların
bulunduğu ESKİŞEHİR hapishanesini boşalttı!.. Böylece bu canavarlardan bir kısmı
rahatça kaçtılar... Menderes'i unutmayalım... O da ormanları yakıp ülkeyi çöle
döndürenleri affetmesiyle meşhurdur!.. Ya Ecevit?.. O da karıya uyup "Rahşan Affı"
çıkarmadı mı?..
Peki, bu kişiler niye böyle yaptılar?.. Biz deriz ki,
SUÇLULARIN TELAŞI İLE!..Ne olur ne olmaz, biz de bir gün içeri düşersek, kapılar
aralık olsun, diye düşündüklerinden!.. Potamyalı Erdoğan ise tersini yaptı. ABD ve AB'den gelen talimatlar
ile askerleri, polisleri içeri taktı, TÜRK ORDUSU ile TÜRK POLİSİ'ni öyle
zayıflattı ki, sokaklarda silahlı PKK teröristleri devriye gezer oldu... Aslında
böyle hakedenlerin hepsini asmaya kalksanız, memlekette ip kalmaz!.. Halbuki esas yapılması gereken ATATÜRK'ün VASİYET'ini yerine
getirmektir... Yani, MİLLET'in İRADE ve EMEL'ine uymayanları önce hüsrana
uğratmak, ders almazlarsa YOK etmektir!.. Eğer ATATÜRK bugün tartışılan o İDAM
SEHPALARINI KURMASAYDI, İSTİKLAL ve CUMHURİYET KALIR MIYDI?.. Canını fedadan
çekinmemiş, kanını oluk gibi akıtmış ŞEHİTLER VATAN TOPRAKLARININ ALTINDA
yatarken, CANİLER'in ÜSTÜNDE hem de KANLI-CANLI dolaşmaları ALLAH'tan reva
mı?.. İDAM cezasını uygularsak, BATI bize kızarmış!.. Bizim de
umurumuzdaydı!... Artık anlayalım ki, BATI TİPİ DEMOKRASİ, bir SUÇLULAR
CENNETİ'dir!.. Biz ise SUÇLULAR'ı CEHENNEM'DE, MASUMLAR'ı CENNET'TE görmek
isteriz!.. (28)- Burada ATATÜRK'ün daha 1909
yılında koyduğu doğru bir teşhisi görüyoruz... PARTİ konusundaki düşüncelerini
söyledik... ORDU konusunu da işledik... DİN konusunu da ele aldık... Burada
sadece MASONLUK üzerinde durmak istiyoruz. ATATÜRK; DEVLET ADAMLARI'nın, ORDU MENSUPLARI'nın ve
BÜROKRATLAR'ın ASLA ve KAT'A MASON OLMAMASI GEREKTİĞİNE İNANIR!.. Bunu ta
1909'da söylemiş, ancak bu karanlık örgüt ile, iyice güçlenene kadar doğrudan
uğraşmamış; ama tam 2. Dünya Harbi tehlikesinin başgösterdiği 1935 yılında, bir
Meclis görüşmesinden sonra bu derneğin bütün şubelerini kapatmış, servetini
DEVLET'e maletmiştir. ATATÜRK, MASON DERNEKLERİ'ne bu müdahaleyi yaparken en uygun
zamanı beklemiş; HİTLER, MUSSOLİNİ, STALİN gibi AVRUPA'da söz sahibi liderlerin
MASON DERNEKLERİ'ni kapatmasından yararlanmıştır... Tek başına hareket etse idi,
muhakkak birkaç suikast daha geçirir, birkaç isyan daha çıkardı!.. MASON DERNEKLERİ'ni tekrar açıp memleketin başına bela eden,
yine İNONU olmuştur... NE ZAMAN?.. Tam BATI'ya teslim olduğumuz
zaman!..(1948) MASONLUK neden tehlikelidir?.. Mensuplarının bile farkında
olmadığı biçimde, DIŞ MERKEZLER'e bağlı olduğu için!.. Bu bağımlılık öyle bir
boyuttadır ki, eğer ATATÜRK Mason derneklerini kapatmamış olsaydı, veya İnönü
onları 1938'de açma cesaretini gösterseydi; TÜRKİYE 2. Dünya Savaşı'na girmekten
kurtulamazdı!.. Hemen hatırlatalım ki, bizi 1. Dünya Savaşı'na sokanlar,
İTTİHATÇI MASONLAR idi!.. ATATÜRK'ün nasihatini dinleyip Cemiyet'in MASONLUK'la
bağlantısını 1909'da kesmiş olsalardı, belki o savaşa da girmek durumunda
kalmazdık!.. Yanlış anlaşılmasın, biz TÜRK masonlar kötü insanlardır,
demek istemiyoruz!.. Aksine itina ile seçilmiş ve büyük ısrarlar ile mason
localarına alınmış bu kişiler TÜRKİYE'nin en okumuş, en zengin, belki de en iyi
niyetli insanlarıdır!.. Ama dünya mason örgütlenmesinde en ufak bir etkileri
olmadığı için, farkında olmadan tamamen yabancılara çalışırlar!.. Bir hususu ayraç olarak belirtelim: Gizli ve açık bütün
MASONLAR bilirler; hiç bir MASON LOCASI yoktur ki, bir yahudi ve bir kaç
gayrımüslim ve TÜRKİYE'de "görevli" bir kaç ecnebi üye olmasın!.. Aynı şey MASON
alt kuruluşları olan LİONS, ROTARYEN benzeri dernekler için de geçerlidir... Bu
da masum görünüşlü, "hümanist" maskeli bu kuruluşun yabancılara hizmet
ettiğinin, başka amaçları olduğunun delilidir!.. İş orada da bitmez... Demokrasi havarisi ABD merkezli bu
Mason, Lion ve Rotaryen derneklerinin yapısı son derece ANTİDEMOKRATİK'tir...
Mesela Lion Derneği'nin merkez yöneticilerinin sayısı 28'dir, bunun 15 tanesi
Amerikalı'dır, kalanlar diğer ülkelere bölüştürülmüştür, tabii BATI Avrupa'ya
ağırlık vererek... Rotaryen ve Mason derneklerinin yapısı da bundan farklı
değildir!.. Üstelik bu dernekler üye ülkelere "güvernör" tayin ederler!.. Bu
kelime VALİ demektir!.. Yani bu dernekler üye ülkelerin DEVLET mekanizmasını ve
İSTİKLAL'ini yok sayarak, oraları kendi "eyalet"i sayar ve valisini kendi tayin
eder!.. İnanması güç, ama alın TÜRKÇE basılmış Lion tüzüğü ve tanıtım kitabını
okuyun, sonra da küçük dilinizi yutun!.. Bu açıdan bakılınca, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI ve onun
alt kuruluşları da aynı HEGEMONYACI ANTİ-DEMOKRATİK MASONİK bir yapı taşır... 5
DAİMİ ÜYE dışındakiler, hele geri kalmış ülkeler sadece figürandır! ULUSLARARASI MASON TEŞKİLATI'nın Yahudiler'in etkisine
girdiği 1880'li yıllarda amacı bir YAHUDİ DEVLETİ kurmaktı... Başardılar!.. Bir
başka amacı da Avrupa'yı birleştirmekti, onu da başarmak üzereler. (Daha fazla
bilgi için bak The Messianic Legacy, M. Baigent, R. Leigh) Bu MASON TEHLİKESİ, LİONS, ROTARYEN, BİLDENBERG, AUDENAUER
VAKFI gibi her türlü yabancı menşeli dernek için de geçerlidir... Sadece onlar değil;
elperyalist hıristiyan Batı devletleri ve örgütleri tarafından desteklenen
Fethullah Hoca ve Adnan Hoca toplulukları da vardır. Bunlar müslüman halka hoş
görünen hizmetler ifa ederken, üst kademe farkında olmadan veya domuz gibi bilerek
gavurların emirlerini uygularlar. Hepsinin
kapatılması, hiç değilse DEVLET ve ORDU MENSUPLARI'nın üye olamaması gerekir!..
Aynı şekilde DEVLET PERSONELİ ve ORDU MENSUPLARI, MİLLETVEKİLİ ve BAKANLAR
görevleri süresince yabancı ortaklı hiç bir şirketin ortağı veya "danışmanı"
olamazlar!... (29) - ANKARA'nın başşehir
olması, bazılarının düşündüğü gibi duygusal sebeplere dayanmaz... Yani
"Padişahlar İstanbul'da otururdu, biz Cumhuriyetçiler oraya gitmeyiz" gibi bir
düşünceden kaynaklanmamıştır. İstanbul'un TÜRK insanı üzerindeki büyüleyici etkisi ve TÜRk
TARİHİ içindeki önemli yerine rağmen, o dönemde feda edilmesi; çok gerçekçi ve
önemli başka sebeplere dayanıyordu... Bu sebepler hala da varittir. İstanbul fethi ile TÜRK'ün AVRUPA'daki söz hakkının ve
hükümranlığının sembolü oldu... Bu sebepledir ki, FATİH SULTAN MEHMET,
YILDIRIM'a zamanın halifesi tarafından verilmiş olan "SULTAN-I İKLİM-İ RUM"
unvanını benimsemiş ve bu unvanı ondan sonraki bütün padişahlar
kullanmıştı. SULTAN-I İKLİM-İ RUM eski ROMA İMPARATORLUĞU topraklarının
hükümdarı demektir!.. Yani FATİH, 452'de yıkılan BATI ROMA'dan sonra 1000 yıl
daha Avrupa'da varlığını sürdüren DOĞU ROMA'yı almakla; sadece TRAKYA ve
BALKANLAR'da değil; ROMA'ya kadar uzanan topraklarda hüküm sürmek istediğini
açıklamış oluyordu! Bu, FATİH'in bir ihtiras nöbeti sonucu kapıldığı hayal
değil; 1096'dan beri İSLAM dünyasının başına bela kesilmiş olan HAÇLI
SEFERLERİ'nin kaynağı PAPA'NIN İKAMETGAHI ROMA'nın sonunu getirmek amacına
yönelikti!.. Bu amaç ve hedef sonraki dönemlere KIZILELMA EFSANESİ olarak
yansımıştır. Bu amaca ulaşmak ve HIRİSTİYAN DÜNYASI'nın bölünmüşlüğünü
sürdürmek için FATİH, İstanbul'da ORTODOKS RUM PATRİKHANESİ'nin faaliyetine izin
vermiş, ve böylece Hıristiyanların yarısını himayesine almıştı!.. 1492'de
ENDÜLÜS'ten kovulan YAHUDİLER'in TÜRKİYE'ye sığınması, ve 1517'de YAVUZ SULTAN
SELİM'in HİLAFET'i üstlenmesi ve KUDÜS'ü almasiyle TÜRKLER hem MÜSLÜMANLAR'ın,
hem ORTODOKS HIRİSTİYANLAR'ın hem de YAHUDİLER'in hamisi olmuştu!.. Bu çok büyük
bir siyasi başarıdır... Ne yazık ki, YAVUZ'un oğlu Süleyman, Viyana kapısından
eli boş dönünce, KIZILELMA ÜLKÜSÜ terkedilmiştir. (1527) 1600'lerden itibaren İstanbul menfi bir rol oynamaya
başlamıştır... Barındırdığı Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Levantenler ve onlara
benzeyip Türklüğünü kaybetmiş kişiler adeta yabancıların gönüllü ajanı gibi
hareket edip sarayı, vezirleri sıkıştırmışlar, askeri kışkırtmışlar, ahlakın
gittikçe bozulmasına ANADOLU'nun unutulmasına sebep olmuşlardır. (İstanbul'un
işgal sırasındaki halini bir başka yazımızda naklettik. (Bakınız: MİLLİ
MÜCADELE) Son dönemde İstanbul kozmopolitliğin, ihanetin,
ahlâksızlığın, entrikanın merkezi; ANADOLU da saflığın, dürüstlüğün, faziletin
timsali haline gelmişti... ATATÜRK bu konuda Şöyle der: "- Bazı İstanbul gazetelerinin, zaman zaman ortaya
attıkları münakaşa zeminleri dikkati celbetmekten hali kalmıyor... Bir
İstanbul-Anadolu meselesine vücut veriliyor gibidir... Bunu çok tehlikeli
görüyorum! "
"Bir İstanbul-Anadolu meselesi yaratmak isteyen mühim amilleri dahilden
ziyade HARİÇ'te aramak lazımdır."
"Bilerek veya bilmeyerek yabancı menbaların ilhamına kapılanlar vardır...
Bunlar fikirleriyle, sözleriyle VAHDET-İ İÇTİMAİYE'mizi zaafa düşürebilecek
faaliyette bulunuyorlar."
"Vatandaşlar bu gibileri tanımalı ve onların sözlerindeki hakiki manayı
bulmaya çalışmalıdır!.."(7.1.1925) İlkinde para imkân bolmuş; ikincisinde fakirlik, sefalet
varmış!.. Varsın, olsun! ATATÜRK İstanbul hegemonyasını sürdürmek isteyenleri de
niyeti konusunda şöyle uyarır: "Böyle bir mesele bütün vatandaşlar tarafından
anlaşılır şekle getirildiği takdirde, camiamızda büyük bir rahle açılacaktır.
(sürtüşmeden) ANADOLU'dan ziyade İstanbul'un zararlı çıkacağı şüphesizdir!
"(7.1.1925) ATATÜRK, hükümet merkezi İstanbul'da kaldığı takdirde, eski
hastalıkların yeni DEVLET'e de kolaylıkla bulaşacağını farkettiği için,
ANADOLU'nun tam ortasını, ANKARA'yı başkent seçmiş; kendini sadece dış
düşmanlardan değil; içteki fesat yuvalarından da korumak istemiştir... Bizce
teşhisi doğru, tercihi son derece yerindedir. Bu durumda ne olması gerekirdi?..Bu durumda İstanbul zamanla
önemini kaybetmeli ve bir TARİHİ ŞEHİR, UĞRAK LİMAN haline dönüşmeliydi... BATI
etkisindeki azınlıklar, levantenler ve onların yerli çömezleri yavaş yavaş
küçülmeli, eriyip gitmeliydiler!.. Koç, Sabancı gibi Ankaralı, Kayserili,
Adanalı, Sivaslı müteşebbisler ortaya çıkmalıydı. Çıktı da!.. Ancak ATATÜRK'ten sonra ANADOLU ihmal edildiği
için, SERMAYE yine İSTANBUL'a yığıldı... Bu yerli müteşebbisler kendilerine Rum,
Yahudi, hatta yabancı ortaklar buldular, kendileri "İstanbullu" oldular...
Tutucu Ankaralı işadamı Vehbi Koç'un çömezi Rahmi, FENER PATRİKHANESİ'ni
İstanbul'da Vatikan tarzı bir müstakil bir devlet haline getirmek isteyen Patrik
Bartalemos'un elini öptü!.. KUR'AN'I bırakıp İncil'e atıflar yaparak "çevre"yi
kurtarmaya kalktı!.. İstanbul ülke ekonomisinin neredeyse yarısına hükmeder hale
geldi, SALTANAT döneminden daha etkili oldu... İSTANBUL iktidar partilerinin,
belediye başkanlarının yabancı uşaklığı ve oy kaygısı ile hareket etmesinden
dolayı kanserli bir hücre gibi büyüdü, çirkinleşti... Nüfusun beşte birini
topladı... Anarşinin, uyuşturucu alışkanlığının, fuhşun, ahlaksızlığın,
suçluların merkezi oldu... Velhasıl TÜRKİYE'nin KALINBARSAĞI haline geldi...
Bütün PİSLİKLER oraya toplandı!.. İşin en acısı "habitat" komedisi ile geldi!..
İstanbul'u bir "dünya şehri yapacağız" diye
Demirel ve Yılmaz törenle İstanbul'a gavur Birleşmiş Milletler'in bayrağını
çektiler, İstanbul'un göbeğini işgal askerlerine, polislerine TÖREN'le
terkettiler!.. Hem de 543. Fetih yıldönümünün ertesi günü, işgalden kurtuluşun
72. yılında!... TÜRK vatandaşları bölgeye giremedi, tüccar satış yapamadı...
İşgal kuvvetleri özel gıdalar zıkkımlanırken TÜRK polisi bayat kumanyadan
zehirlendi!.. Üstüne üstlük dedesi "Mısır'a ihanetten" öldürülmüş
olan Hıristiyan Butros Gali keferesi "İstanbul Türk
Cumhuriyeti, Türkiye Federe Cumhuriyeti" diyerek İstanbul'u TÜRKİYE'den
koparmak, ülkeyi Sevr'den beter parçalamak istediklerini ortaya koydu!.. Hem
FATİH'in hem de ATATÜRK'ün kemikleri sızladı da bizim vatan hainlerinin kılı
bile kıpırdamadı!.. Ne Demirel, ne Yılmaz, ne Çiller, ne Ecevit, ne Baykal
ağzını açıp ta "YUH!" bile demedi!.. Cumhurbaşkanı Demirel bütün bu oyunları farketmemiş
gibi "İSTANBUL'u dünya şehri yapacağız" demeye
devam etti... Ne demek "dünya şehri"?.. Şehir olup ta dünyada olmayan var mı?..
Onun kastettiği "Biz İSTANBUL'u BATI DÜNYASI'na AÇIK
ŞEHİR yapacağız"dır!.. İşte bu sebepledir ki, biz bu dejenerasyonun müsebbibi
İsmet'i, bilhassa Menderes, Demirel, Özal, Yılmaz ve Çiller'i şiddetle
suçlarız... İki elimiz bu dünyada ve ahirette yakalarındadır!.. Ankara'nın
başkent oluşunu kutlayanlara da, kendimizi tutamayıp güleriz!... Bütün siyasiler
önemli toplantılarını, uluslararası konferansları İstanbul'da yapar, kararları
İstanbul'da sermaye çevrelerinin baskılarıyla alır, ülkeyi oradan idare eder,
hatta İstanbul'un gavurlaşmasına göz yumar; sonra da "atatürkçü" geçinirler de,
ondan!.. Ne demişti ATATÜRK: " SİYASİ MERKEZ'imiz ANADOLU'NUN ORTASINDA
kalacaktır!.. BATI'nın ve DOĞU'nun temsilcileri bu başkentte temas
edeceklerdir!.. Bu başkentte her türlü diplomatik meseleler görüşülecektir!.. BU
BAŞKENT'TE MEMLEKETİN İÇ VE DIŞ POLİTİKASI İDARE EDİLECEKTİR!.." Şimdi öyle mi ya?.. (30)- Şimdi bazı okurlarımız,
"Buna da ne gerek vardı?.. Zaten biliyoruz" diyecek ve bu kısmı atlamak
isteyeceklerdir... Lütfen yapmasınlar!.. Gerek olduğu az önce anlattıklarımızdan
belli değil mi?.. Onun için önce açıklamamızı, sonra ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE
HİTABESİ'ni dikkatle okusunlar. Çünkü bu HİTABE, hep "geçmişte yaşanmış olaylar"ın etkisi ile söylenmiş ve sadece "gelecekte yaşanması muhtemel", ama az muhtemel
olaylara işaret eden bir konuşma gibi yorumlanmıştır...HAYIR!.. ATATÜRK'ün bu HİTABE'si BUGÜN içindir!!! Hem de her yaştan
GENÇ için!.. GENÇ olmanın çok büyük önemi vardır... Çünkü GENÇ insan
henüz MADDİYAT çirkefine bulaşmamış, HAYSİYET, İZZET-İ NEFİS ve ŞEREF'inden
taviz vermeyen insandır!.. GENÇ, ENERJİ doludur... YORULMAK BİLMEZ!.. ÜLKÜ'süne
ulaşmak için gerektiğinde CANINI dahi VERİR!.. ATATÜRK çevresine böyle kişileri toplamış, o dönemde
böyle çok insan yetişmişti... TRT'de yayınlanan
"CUMHURİYET'e Kanat Gerenler" belgeseli bu kişilerin inanılmaz hayat
serüvenlerini anlatır... İşte onun içindir ki, 10. yıl marşında "15 milyon GENÇ yarattık HER YAŞTAN" ifadesi
vardır. HİTABE'nin BUGÜN İÇİN olmasına gelince; bugün ne TAM
İSTİKLAL kalmıştır, ne de CUMHURİYET!.. Hem dışımızdaki düşmanlar, hem de
içimizdeki hainler ikisini de tahrip etmiştir. Dikkat edilirse; ATATÜRK VAZİFE'nin ÖNCE İSTİKLAL'i SONRA CUMHURİYET'i korumak olduğunu çok
açık olarak belirtmiş!...Zaten kandırmaca da buradan başlıyor!...Bizim hainler
sanki İSTİKLAL konusunda hiç bir problem yokmuş gibi, sadece "cumhuriyet"
üzerinde duruyorlar... "Cumhuriyet" tehlikede imiş!.. Ama hangi "cumhuriyet"?..
ATATÜRK'ün kurmak istediği değil, kendi kafalarındaki BATI'ya MANDA olmuş sözde
"cumhuriyet"!.. Halbuki CUMHURİYET bir "iç rejim meselesi"dir!... Önce DIŞ'a
karşı verilecek SÜREKLİ SAVAŞ vardır!.. İSTİKLAL olmadan CUMHURİYET zaten
olmaz!.. İSTİKLAL her MİLLET için, her an tehlikede olan en değerli varlıktır...
İnanmayan İSVİÇRE'ye baksın...Bu ülke 2. Cihan Harbi'nde bile işgal yüzü
görmediği halde bütün halkını asker gibi yetiştirir... Her bir kişi için sığınak
yaptırır, devamlı savaş taktikleri hazırlar, manevralar yapar. TÜRKİYE üsler ile, yabancı şirketler ile, uzmanlar,
hatta Çekiç Güç gibi ordular ile İŞGAL altındadır!.. Dumlupınar denizaltısından
sonra, ilk gemimizi Kıbrıs çıkartması sırasında beceriksizlikten, koordinasyon
eksikliğinden kendimiz vurduk... İkincisini de müttefikimiz ABD ortak tatbikat
sırasında batırdı, hem de kaptan köşkünden vurarak!..(1993) Suriye uçaklarımızı
düşürdü... Yunanistan denizimizi bize haram etti... İstanbul'un fetih
yıldönümünden bir gün önce İkizler Adasında (Kardak) gemimize omuz attı... ABD
ve BATI petrolümüze el koydu, kendi borularımızda!... Fetih yıldönümünden bir
gün sonra da İstanbul'a gavur bayrağı çekildi,(30.5.1996) Gözyaşlarımızı
tutamadık!... Birleşmiş Milletler adlı DOMUZLAR DİKTATORYASI'nın işgal
kuvvetleri İstanbul sokaklarında kol gezip TÜRKLER'e eziyet etti... Kısacası,
yurdun bütün tersaneleri, kaleleri düşman kontrolüne girdi... Bir de bunları
bırakıp, KADDAFİ "ülkeniz işgal altında" dedi,
diye hindi gibi kabaranlar çıkmaz mı?..(1995) Adam yalan mı
söylemiş?.. Başka bir ülkenin insanı gibi davranan DEP'liler MECLİS'e
sokuldu... 1 Mayıs 1996'da, 1997'de, 1998'de İstanbul sokaklarında kürt
bölücüler resmigeçit yaptı!.. HADEP kongresinde TÜRK BAYRAĞI yerlere atıldı!..
Baştakiler ve aydınlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde ses
çıkarmadı!.. Partiler, kendinden olmayanlara sanki başka bir ülkenin
insanı imiş gibi, DÜŞMANCA davrandılar!.. Üstelik DEVLET'i yakınlarına ve
yabancılara peşkeş çekerek, ülkeyi fakr-u zaruret içine düşürdüler. Yıkanmış beyinler, köhnemiş dimağlar, satılmış
vicdanlar ülkeyi böldü... Bazıları Kıbrıs'ı, Güneydoğu'yu hatta İstanbul'u
gözden çıkardı... Bizi Avrupa Birliği'ne "sömürge
eyalet" yapmaya hazırlanıyorlar. Neredesin ey TÜRK GENÇLİĞİ?.. Çalan Ramazan davulu değil,
TEHLİKE ÇANLARI!.. UYAN ARTIK BU HAB-I GAFLETTEN!.. Öyle boynuna AY-YILDIZLI kolye takmakla, arabana BAYRAK
yapıştırmakla, maçlarda "en büyük TÜRKİYE!" diye bağırmakla olmaz!.. Önce KENDİ'ni tanıman, TARİH'ini, DİL'ini, DİN'ini iyi
bilmen, çok çalışıp kendini yetiştirmen, sonra da çevrendeki mülevves
şahsiyetlerle mücadele etmen gerek!.. Sakın ola ki Özal'ın yarattığı "köşe dönmece" oyununa gelme!.. Demirel'in kurduğu kap-kaç düzenine özenme!.. Çiller'in, Eceöit'in, Yılmaz'ın, Derviş'in "Avrupalı oluyorsun" palavrasına inanma!.. Kokakola
ile, Malboro ile, Mac Donalds'la, hatta Nokia cep telefonu ile İSTİKLAL olmaz!
Bunlarla CUMHURİYET korunmaz!.. Bunlarla KALKINMA bile olmaz!.. Yeniden MİLLİ MÜCADELE ve TAM İSTİKLAL için muhtaç olduğun
TEK şey PARA DEĞİL; damarlarında dolaşan KAN'daki TÜRK
ALYUVARLAR'dır!