Bu sorunun cevabı aslında açık... Ama bizim aydın geçinen yazarlarımıza sorarsanız, her şeyin olduğu gibi Güneydoğu olaylarındaki tırmanışın sebebi de 12 Eylül sonrası Özal ve SHP(CHP) politikalarıdır!..
Halbuki 12.9.l980-12.8.1984 tarihli gazetelere, haftalık dergilere bir göz atmak bile, askerlerin idareye el koyması ile Güneydoğu'nun nasıl bir sükunete kavuştuğunu ve bu durumun 1983 seçimlerinden sonrasına dahi yansıdığını ortaya koyacaktır.
Aynı şekilde 1993-1997 arasında hükümet ve ordunun kararlı tutumu, yurtiçi/yurtdışı askerî hareket, bölücülerle iş yapan Kürt kökenli işadamları ve mafya liderlerinin temizlenmesi vatan haini eşkiyanın kökünü kurutmuştu!.. Neredeyse!.. Sonradan gelen 28 Şubat zihniyeti (ki, "irtica ülkenin birinci meselesidir," şeklinde ifade edilmişti, bölücülük, vatan hainliği, yurtdışından gelen saldırılar arka plana atılmıştı) ve Avrupa Birliği saplantısı, "ver kurtul" politikaları, ve insan hakları diye "suçlu hakları"nın korunması, üstüste af çıkartılması, pişmanlık yasaları bizi bugünkü duruma getirdi. Bunu ilerde anlatacağız.
Öyleyse Türkiye'de Kürt ayırımcılığına dayanan olaylar ne zaman, ve hangi nedenle tırmanmaya başlamıştır?..
Ne hikmetse, Kürt kökenlilerin katıldıkları İSYANLAR, HEP TÜRKİYE'NİN ULUSLARARASI ARENADA EMPERYALİST GÜÇLER İLE BOĞUŞTUĞU DÖNEMLERDE ÇIKMIŞTIR!
Yani İSTİKLAL SAVAŞI'ndan hemen sonra, LOZAN'da, MUSUL-KERKÜK üzerindeki hakkımızı savunurken, veya HATAY ile HALEB'i tekrar almaya hazırlanırken çıkmıştır.
Son dönemde de KIBRIS'ın yeniden fethi (1974) ve ORTA ASYA'ya uzanma (1990) söz konusudur.
1970'den sonraki olaylar daha komplikedir. Yine de tarihe bir bakmak gelişmeleri kavramaya yeter.
Bugün parçalanmış olan SOVYET İMPARATORLUĞU'nun o günlerdeki "TEK DÜNYA DEVLETİ" hedefine uygun olarak 1950'de KORE, Kuzey-Güney olarak ikiye bölünmüştü. 1960'larda YEMEN, 1970'lerde VİYETNAM aynı şekilde ikiye ayrıldı. 1980'de ise TÜRKİYE Doğu-Batı diye ikiye bölünmek isteniyordu.
Bunun içindir ki, hiç alakasız görünen yerlerde, ama BELİRLİ bir HAT üzerinde, olaylar çıkmıştı.
FATSA'nın Kürtçülükle ne alakası olabilirdi ki?.. Ama bir TERZİ FİKRİ, orada devlet başkanı gibi hareket edip, ilçeyi komünleştirmişti!...
SİVAS-ÇORUM-MARAŞ-ADANA-İSKENDERUN da hattın diğer noktaları idi. Hepsi, halkı ikiye bölüp birbirine kırdırma girişimlerine sahne oldu.
Sözüm ona "sosyalist" olan terör örgütleri ise, kelimenin tam anlamıyla 40 parçaya bölünmüşlerdi. Her birinin ortak amacı TÜRKİYE'DEN LOKMA KOPARMAK, ferdi amacı da bu lokmayı bir diğerine kaptırmamak idi.
Mesela DDKD, KAWA, THKO, TİKKO, HALKIN YOLU, HALKIN KURTULUŞU, HALKIN EMEĞİ gibileri "bir Kürt Devleti kurma" gayesinde anlaşırken, bunun "Rus veya Çin, hatta Arnavutluk güdümünde olması" konusunda birbirlerini yiyor, hatta açıkça şöyle diyorlardı:
-"Bizim (solcuların) birbirimizle olan ayrılığımız, sağcılarla olan ayrılığımızdan daha büyüktür. Gerçek düşmanımız Ülkücüler değil, falan sol gruptur."
Bu görüşü kavramakta zorluk çekebiliriz, ancak ACİLCİLER diye bilinen "sol"(!) grubun esas amacının HATAY'I KOPARIP SURİYE'YE BAĞLAMAK olduğunu bilirsek; o zaman yukardaki cümle anlam kazanır.
Aynı şekilde o tarihlerde APOCULAR diye bilinen PKK'nın ERMENİ terör örgütü ASALA'nın yan kuruluşu gibi faaliyet gösterdiğini, ve esas amacının KÜRT DEVLETİ DEĞİL, Güneydoğu'ya kadar yayılan BÜYÜK ERMENİSTAN olduğunu görürsek; hem FATSA'DAN İSKENDERUN'A kadar çıkan terör olayları bir anlam kazanır, hem de ülkenin gerçekten PARÇALANMA noktasına nasıl getirildiği anlaşılır.
Çok şükür ki, 12 Eylül bu parçalanmayı önledi. Böylece Sovyet hegomonyasının
bölgeye yayılmasına mâni oldu. Çin-Arnavutluk zaten gerçekçi değildi. Amerika
ise terör olaylarını el altından destekliyerek bölgede ve Türkiye üzerindeki
etkisini arttırmak istiyordu. Bunda da muvaffak oldu.
12 Eylül Harekatı, SOVYETLER'e bir darbe indirerek, ABD'nin VİYETNAM
bozgununu dengelemiş oldu!.. İnanılmaz gelebilir ama, 10 yıl içinde DOĞU
BLOĞU'nun çöküşünü sağladı.
Bunun içindir ki, TÜRK halkı hâlâ 12 Eylülcülere sempati duyar!.. Hem de
aydın geçinen ayırımcıların, işsiz kalmış solcu yazarların ve kusurunu itiraf
etmekten âciz politikacıların sürekli saldırılarına, ve darbecilerin büyük ölçüde
Amerikancı olmasına rağmen!.. Neden?.. Çünkü iç savaşı ve ülkenin
bölünmesini önlediler!
Gelelim son duruma...
Kürt ayırımcılar tarafından pek öğünülerek dile getirilen 15 AĞUSTOS l984
ŞEMDİNLİ SALDIRISI, aslında bir KÜRT BAŞKALDIRISI falan DEĞİLDİR!..
Hemen bir kaç gün önce Çukurca'da köy basıp çoluk-çocuk-yaşlı-kadın demeden
14 Kürt köylüsünü katlettiklerini de saklamaya çalışırlar... Şemdinli'de
saldırdıkları binalar, hep savunmasız kişilerin bulunduğu evler ve devlet
binalarıdır.
Bugün tımarhaneden kaçmış bir deli, eline dedesinden kalma mavzeri alıp, aynı
miktarda cana kıyabilir. Nitekim 1991 yılında ABD'de, bir üniversite binasına
giren atılmış bir öğrenci, 18 kişiyi öldürmüştü!.. Daha sonra ilkokul çocukları
bile benzer katliamlar yapıp sınıf arkadaşlarını, hatta öğretmenlerini
öldürdüler... Yani katliam yapmak bir marifet değildir. Bir başarı hiç bir zaman
olamaz!
Şu halde 15 Ağustos 1984 saldırısının üzerinde durulması gereken yönü,
sonuçları değil, sebepleridir.
Bu olayda iki etken vardır. Birincisi BATI EMPERYALİST DÜNYASI, TAM O TARİHTE
ERMENİLER'İ GERİ ÇEKME KARARI ALMIŞTIR!..
Çünkü, Türkiye'yi denetim altında tutmak için 1974 KIBRIS ÇIKARTMASI'NDAN
BERİ kullandığı ERMENİ MİLİTANLAR, DÜNYA KAMU OYUNDA çok YIPRANMIŞTI. Ayrıca
ERMENİ TERÖRÜ, dünyada HIRİSTİYANLIK açısından da puan kaybına sebep olmuştu.
Terörü MÜSLÜMANLAR'ın üzerine yıkmak daha akıllıca olacaktı!
Gerçekten de O TARİHTEN BU YANA dış temsilciliklerimize bir tek Ermeni
saldırısı olmamış, ERMENİ TERÖRÜ bıçakla kesilmiş gibi DURMUŞTUR.
Ancak TÜRKİYE'NİN yine de MEŞGUL EDİLMESİ GEREKİYORDU. EMPERYALİSTLER bu
sefer gariban KÜRTLER'İ, hem de 4. DEFA, İLERİ HATTA SÜRDÜLER. (Şeyh Sait
isyanı, Dersim isyanı ve Ağrı isyanı)
Hem de başta Abdullah Öcalan olmak üzere, kendi içlerindeki hainleri
kullanarak!..
Hatta ÖC-ALAN'ın TÜRK'TEN ÇOK "kurtaracağım" dediği KÜRTLER'i öldürdüğü
gözönünde tutulursa; kendisinin ARTİN AGOPYAN adlı bir Ermeni kırması olduğu,
Ermenilerin öcünü alma amacıyla Kürtlere kurşun sıktığı ortaya çıkar.
APO AGOPYAN, gerçek hüviyetini saklamak için kayıtlı olduğu ilçenin nüfus
dairesini yaktırmıştır.
Ancak, Allah ayağına dolamış olacak, Yalçın Küçük'le yaptığı ve el konularak
TRT-1'de yayınlanan bir röpörtajında (1993) "Ermeniler ile bir arada yaşadığı"nı
itiraf etmiştir.
Apo'nun nasıl başkalarının emriyle hareket ettiğini anlamak için, burnunu
bile silmekten aciz bu zavallının; milyarlar harcansa bile elde edilemiyecek
top, tüfek, roketatar, mermi gibi malzemeleri nereden bulduğunu düşünmek yeter.
Ayrıca Bakanlarımızın, hatta Başbakanımızın bile vize ile girebildiği
ülkelerde Kürt militanların ellerini kollarını sallayarak dolaşmaları Batı
dünyasının verdiği desteğin bir başka delilidir.
1984 yılında başlıyan terörizmin ikinci etkeni, dönemin başbakanı ÖZAL'IN,
AVRUPA TOPLULUĞU'NA GİREBİLMEK İÇİN İDAM CEZALARINI DURDURMASIDIR!..
Aslında ERDAL EREN'İN İDAMI'yla başlıyan terörist temizliği, 40
kadar eli kanlı teröristin asılmasıyla devam etmiş, 12 Eylül'den
kısa bir süre sonra tüm fraksiyon militanlarının gözünü korkutup geri
adım atmasına, silah bırakmasına, hatta pişmanlık getirmesine sebep
olmuş, ve bu durum 1984 Ağustosu'na kadar vatandaşın HUZUR içinde uyumasını SAĞLAMIŞTI.
Adam öldürmeye kalkan, kendi canını tehlikeye attığını bilirse,
elbette ki bir kere daha düşünür!..
KUR'AN'daki "KISASTA SİZİN İÇİN HAYAT VARDIR" âyetinin hikmeti de
budur!...
İşte bu kanıbozuklar 4 yıl kılını bile kıpırdatamamışken; hiç bir zaman
affetmeyeceğimiz Turgut Özal'ın bu yanlış kararı sonucu, 250 kadar idam
cezasının durdurulması, militanlara cesaret verdi. (1984) "Hapisten nasıl
olsa kaçarım" diye düşünmeye başladılar.
Üstelik kaçmaya da lüzum kalmadı!. Artık ne yapacağını şaşırmış olan
Cumhurbaşkanı Ozal, ANAP'a baskı yaparak 1991 yılında bir af kanunu çıkmasını
sağladı. Sayıları 60.000'i bulan kaatiller, caniler, soyguncular, ırz
düşmanları, vatan hainleri tekrar suç işlesinler diye sokağa salındılar. Yurt
dışından gelen para da işin tuzu biberi oldu, bugünkü durum ortaya çıktı.
Özal bu hatasıyla da yetinmedi. Körfez savaşında "BİR koyup ÜÇ alma"
politikası güderken, ağababası Bush'a uyup Saddam'ı "ebedi düşman" ilan etti.
Ama Bush gitti, Saddam kaldı. Saddam Özal'ı da yolcu etti!...
Etti ama, bu politika Türkiye'ye gereksiz bir düşman yarattı: IRAK!..
Hâlâ da bu tutumdan vazgeçmiş değiliz.
Özal ayrıca ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın Kürt Devleti konusundaki
düşüncelerini bilmediği için(!), Güneydoğu'ya bu milletlerden ÇEKİÇ-GÜÇ diye
"ayırımcılara destek" bir CASUS KUVVET yerleştirdi. Federasyondan, Kürtçe
yayından söz etti. Talabani ve Barzani denilen aşiret reislerine kırmızı
pasaport vererek onların adam sayılmasına, IRAK'ın kuzeyinin koptu-kopacak hâle
gelmesine yol açan gelişmeleri başlattı.
Anlaşılan odur ki, hırsına gem vuramıyan Özal, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki
popülaritesinden ümidini kesti, "Bir Kürt Devleti kurayım da, onun başına
geçeyim bari" diyerek şahsi emellerine âlet oldu!.. Çok şükür ki, ifadeden
korktuğumuz hedeflerine ulaşamadan hayata veda etmek zorunda kaldı.
Özal bu davranışı ile ülkemize tamiri imkânsız zararlar vermiş, 30.000'den
fazla insanın ölmesine, 100 milyar dolardan fazla terör masrafına, en az bir o
kadar da iktisadi kayba sebep olmuştur. Bunun vebalini elbette öbür dünyada
ödeyecektir! Ahırette iki elimiz yakasındadır.
Özal gitti, Demirel geldi, üç-beş oy için "Kürt kimliğini tanıyoruz, dedi.
Hangi kimliği itanıdığını bir türlü anlayamadık!.. "Mesut Yılmaz geldi,
"Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer," diyerek AB'nin TÜRKİYE'yi
bölme planına onay verdi... O devrildi, Tayyip Erdoğan geldi. Etrafına
danışman diye Kürt bölücüleri aldı, o da Diyarbakır'a gidip, "Kürt
sorunu benim sorunum," dedi!... Yani "Bu ülke bölme benim baş görevim"
demek istedi!.. Bu satılmış adam, daha sonra "Benim görevim Türkiye'yi
pazarlamak," diyerek esas amacını ortayakoydu. Millet malı olan
fabrikaları, tesisleri, kurumları, bankaları, ve sonunda vatan
toprağını parsel parsel yabancılara satmaya başladı!.. Arkasından
ABD'nin 24 ülkeyi bölüp parçalama planı olan "BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ'nin
eş başkanıyım," diye bu hainliğe ortak olduğunu çekinmeden ilân etti!
Bunlar yetmezmiş gibi, binlerce yıllık şerefli tarihine rağmen TÜRK
ORDUSU'nun başına ÇEVİK BİR gibi yahudi dönmesi, HİLMİ ÖZKÖK gibi
Amerikan uşağı generaller geçti. Bunlar IRAK'taki kırmızı çizgilerimizi
bile yok saydılar. Amerikalı jonilerin asker ve subaylarımızın başına
çuval geçirip esir almalarına bile ses çıkarmadılar!.. Kıbrıs, Musul-Kerkük,
Avrupa Birliği'nin haysiyet kırıcı talepleri üzerine verilen
tavizlerde, başlarını devekuşu gibi kuma gömdüler!..
Daha ne olsun?.. TÜRK MİLLETİ'nin infiali olmasa, TRABZON'da, SEFERHİSAR'da
bulduğu, yakaladığı PKK'lı, DHKPC'li, TAYAD'lı bölücüleri tepelemese,
çoktan IRAK'a dönerdik!..