DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ


TERÖR TEDBİRLERİ - 3

Kürt ayırımcılık faaliyetini hezimete uğratacak tutum şöyle olmalıdır:

- Bölgede görev yapacak devlet elemanları hassasiyetle seçilmeli ve mutlaka 3 aylık yoğun bir kurstan geçirilerek "Kürt meselesi"nin gerçekte "Şark Meselesi" olduğu anlatılmalı, bölge halkının içinden kendini Kürt saymıyanların çoğunluğu oluşturduğu belirtilmeli, kendini kürt sayanların da düştüğü yanılgılar konusunda bilgi verilmelidir. Validen odacıya kadar her Devlet memuru, generalinden onbaşısına kadar her asker, muhatabına Kürt ve TÜRK ayırımının sun'i olduğunu anlatacak düzeyde eğitilmelidir.

- Ayrıca bu kişiler yeni düşmanlıklara yol açmamak için TÜRK Devleti'ne gönülden bağlı, tarafsız, korkudan susan veya teröriste yardım etmek zorunda kalanlar ile, gerçek terörist ve destekçilerini ayırd edebilecek duruma getirilmelidirler. Birinci gruptan bir tek fert bile fire vermemek için, son derece dikkatli davranmanın yanısıra, ikinci hasım gruptan taraftar kazanmak için her türlü çaba gösterilmelidir.

Bundan kastımız şudur: Bölge halkının neredeyse tümü, "haysiyet kırıcı, aşağılayan davranışlar"dan şikâyet etmektedir!.. Bir insanı aşağıladınız mı, onu karşı tarafa itersiniz. Kendini sizden saymaz!.. O yüzden teröriste bile, "Yahu, sen bizdensin. Nasıl oldu da, böyle ayrı düştün?" tarzında yaklaşılmalıdır. İflâh olmazsa, o başka!..

- Öte yandan eli silahlı, gözü dönmüş, câni ruhlu militanlar ile, iflah olmaz destekçilerine karşı sert tavır alınmalı, militanlar yok edilmeli, destekçiler ise ülke dışına sürülmelidir.

Halbuki şimdi tam tersi yapılmatadır. Avrupa Birliği ve Amerika'dan gelen baskılar ile silahlı militanlar misafir gibi ağırlanmakta, terör destekçilerinin her türlü hainliğine göz yumulmakta; ama arada kalan masum halk ezilmektedir. Bundan mutlaka vazgeçilmelidir.

- Şehirleşme, Kürtlüğün sonudur!.. Göçebe ve köy hayatı sona erince, Kürtlük de kaybolacaktır. Bu yüzden bölgede şehirleşmiş Gaziantep, Elazığ, Diyarbakır gibi nisbeten düzenli şehir hayatı olan yörelerin halkı, Kürtçülükten uzak durmaya müsaittir. Onları kışkırtan sürekli ziyaret edip bölücülere para dağıtan Batılılar ile, hain ruhlu politikacılardır. Mesut Yılmaz gider, "Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer," der.... Ne demek bu?.. Niye Muğla'dan, Afyon'dan, Denizli'den, Erzurum'dan değil de, Diyarbakır'dan geçiyormuş?.. Tayyip Erdoğan gider, "Kürt sorunu benim sorunum," der... Demekki TÜRK sorunu beyimizin sorunu değil!.. Kıbrıs sorunu, Ege sorunu, milletin ekmek sorunu beyimizin sorunu değil; ama Kürt sorunu onun sorunu imiş!.. İşte bunlar Diyarbakır halkının zihnini karıştırmaktadır.

Aşağıdaki tedbirler terörün il ve ilçelerde etkili olduğu, devlet binalarının saldırıya uğradığı 1984-1994 dönemi için yazılmıştır. Benzer olaylar yaşandığı takdirde göz önünde tutulması, uygulanması gerekir:

- Batman, Şırnak, Hakkâri gibi, "adı il, kendi köy" bölgelerde terör ve Kürtçülük için alabildiğine açık alanlardır. Ayrıca buraların nüfusu sürekli çevre köylerden terör sebebiyle göç edenler ile artmakta, yeni gelenler militanların pençesine düşmekte, onların dediklerini korku belâsına yapmak zorunda kalmaktadırlar.

- Bu durum önlenmelidir!.. Yeni yerleşim birimleri düzenli kurulmalı, devlet denetimi ve karakol savunması içine alınmalı, gerekirse çevresi duvar veya tel örgü ile sarılarak giriş çıkışlar kontrola alınmalıdır. Köy koruculuğu iyi bir sistemdir ama islah edilmelidir. Silahlı kişilerin zulüm yapmasına, birbirleriyle çatışmasına ve haraç almasına izin verilmemelidir. Ayrıca tüm devlet memurları, müteahhitler silahlandırılmalı, bunların ve korucuların dışında kalanların tümünden silah toplanmalı; yalnız ve yalnız Devlet safında olduğunu ispat edenlere bu hak tanınmalıdır. Okul, Devlet dairesi, fabrika, depo gibi tesisler bir araya toplanmalı, yüksek ve kalın duvarlar ile taciz atışlarından, tel örgülerle sızma ve saldırılardan, nöbetçiler ile de âni baskınlardan korunmalıdır.

- Yörede işsizlik olduğu bir vakıadır. İşsizlerin arasında Devlet'e hizmete hazır olanlar mutlaka tesbit edilip, işler onlara verilmeli, koruma görevine alınmalıdır. Böylece tereddüt içinde olan kesim de bu imkânlardan yararlanmak için safını belli edecek, ayrıca tehditlerden korunabilecektir. Gerekirse şehir ve kasabalarda mahalle içinde istimlâk veya müsadere yoluyla olay çıkarmaya yatkın olanlar uzaklaştırılmalı, sükünet içinde yaşamak isteyenler bir araya toplanmalıdır. Destekçi ve potansiyel militanların aileleri de bir araya toplanarak denetim altına alınmalı, sık sık arama, görevden uzaklaştırma, gözaltına alma ile gözü yıldırılmalıdır. Olaylara karışanlar, aileleri ile birlikte göç ettikleri köylere geri gönderilmeli, ve orada her gün jandarmaya tekmil verme zorunluğuna tâbi tutulmalıdır!

- Terörden kaçan Kürt nüfusun boşaltığı yerlere ülkemize göç eden BALKAN ve RUSYA TÜRKLERİ, bilhassa MESKETLER ile AFGAN TÜRKLERİ yerleştirilmeli ve onlara silah vererek kendilerini korumaları sağlanmalıdır. Böylece Kürdistan iddiası da Ermenistan, Kilikya, Pontus devleti iddiaları gibi ortadan kalkacaktır. Bu iskân Yunan ve Bulgarlar'ın yaptığı gibi zorla değil, göçeden insanların boşalttığı bölgelere yapılacağından halkın ve dış dünyanın tepkisini çekme ihtimali de yoktur.

- Ayırımcıların Kürtlere izafe ettiği Alevilik, Yezidilik, Süryanilik, Keldanilik, Asurilik, Zaza, Kırmanç, Nevruz, Kawa, Cemşid, Feridun, Eba
Müslim-i Horasani, Selahaddin Eyyübi, İdris Bitlisi gibi kavram ve kişilerin esas niteliğini ortaya koymak ve artık bu tartışmalara son vermek gerekir... Biz bunları uzun uzun anlattık. Doğu'da bu bilgilere vakıf kişiler görev almalı ve bölge halkını bu konularda eğitmelidir.

- Sadece asker ve polisler değil, eşkiyaya karşı silah kuşanan, hatta direnip evini barkını terketmiyen kişiler de hayatlarını feda ettiklerinde ŞEHİT sayılır. Bu böylece kabul edilmeli, ve ölenlerin arkada bıraktıklarına mutlaka sahip çıkılmalı, gerekirse eşkiya ve destekçi ailelerin müsadere edilen malları bu kişilere dağıtılmalıdır. Ayrıca, bölücüler tarafından tehdit edilen, saldırıya uğrayan kişiler ile onlarla çarpışmaya giren polis, jandarma ve askerler hiç bir şekilde mahkemelerde süründürülmemeli, hepsi "nefsi müdafaa"dan derhal beraat etmeli veya dava dahi açılmamalıdır!

Kürtçe'nin bir dil olduğu, Hint-Avrupai özellikler taşıdığı, Fars dili ile akrabalığı son asırda Batılı ve Rus yazarlar tarafından ortaya atılmış bir iddiadır... 1980'den sonra da Kürtçe'nin müstakil bir dil olduğu öne sürülmeye başlanmıştır... Halbuki 15-18. asırda bilhassa Batılı seyyahlarca yazılan eserlerde Kürtçe'nin TÜRKÇE-Arapça-Farsça kelimelerin yığılmasıyla meydana gelmiş, tutarlı dil kuralları olmayan bir ağız olduğu belirtilmekteydi. Bu görüşü savunan tarafsız ve önyargısız Batılı dilciler hâlâ da vardır.

Doğudaki aşiret ağızlarının Kürtçe'nin lehçeleri olduğu yolunda çalışmalar yapılmakta, Kürtçe'yi bir eğitim dili haline getirmek için sözlükler yayınlanmakta, hatta ilkokul kitapları basılmaktadır. Ancak Zazaca'nın dil yapısı ve kelime haznesinin çok farklı oluşu, Kürt ayırımcıların önündeki en büyük engeldir. Bunun dışındaki aşiret ağızlarını birleştirmekte büyük gayret sarfetmektedirler. Zazalar ise Kırmançlar'dan sonraki en kalabalık gruptur. Ayırımcılar Zazalar olmadıkça Kürt birliğinin sağlanamıyacağını biliyorlar.

Bütün bu çalışmalara rağmen hâlâ hiç bir TÜRKİYE Kürdü, TÜRKÇE'den yararlanmadan mektup dahi yazamaz. Kürtçü dergiler dahi seslendikleri kesime Kürtçe ders verme ihtiyacı duyar. Ne tuhaftır ki, bölücü ve ayırımcı Kürtçülük üzerine yazılan bütün kitap ve makaleler TÜRKÇE'dir.

Aslında TÜRKÇE ile doğu aşiret ağızları arasındaki uçurum, İnönü döneminde azgınlaşan "öz Türkçeleştirme" akımı ile meydana gelmiştir. Doğu ve Batı TÜRKİYE'nin ortak dilini meydana getiren OSMANLI TÜRKÇESİ'ndeki Arapça ve Farsça kelimelerin yerine uyduruk ve Batı kökenli kelimeler konunca, eğitilmiş ve eğitilmemiş halkın dili birbirinden kopmuştur.

Batılıların ülkemizdeki uşaklarına benimsettikleri bu yozlaştırma akımının sonucu, sadece Doğu insanımızla aramıza mesafe girmesi değil; Orta Asya'daki soydaşlarımızdan tamamen kopmamız olmuştur. 1940'larda Nurullah Ataç'ın başını çektiği bu akımın, 50 yıl sonra bağımsız olan ASYA TÜRKLERİ'nin dilini anlayamadığımız görülünce, "öz Türkçecilik" olmadığı, bize benliğimizi kaybettirdiği ortaya çıkmıştır!

ASYA TÜRKLERİ ile anlaşabilmek için bizim tekrar o eski kelimelere önem vermemizin büyük yararı olacak, böylece müşterek bir edebiyat doğacaktır. Bu gelişme bizim Doğu insanımızla da yakınlaşmamızı sağlıyacaktır. Çünkü doğulu TÜRK te, Kürt te, sözde aydınlarımızın gevelediklerini anlamakta zorlanmakta, hele Edebiyat diye yutturulmaya çalışılan roman, hikâye ve şiirler adeta yabancı bir dil gibi görünmektedir.

Doğu'daki Kürt olduğu söylenen aşiretlerin dili, kelime haznesi itibariyle İran ve Irak'takilerden büyük farklılık gösterir. Bunlar diğer ülkelerdeki kendi uzantılarından da farklı bir dil kullanırlar. Bu farklılık dört büyük lehçe diye sayılan Soranı, Kurmançi, Luri ve Zazaki'nin getirdiği farklılıklarla ilgili bir husus olarak ta kalmaz. Elazığ'da oturan ve Ankara'da okuyan bir üniversite öğrencisinin çok doğru olarak belirttiği gibi, "yanyana iki köy bile bazen birbirini anlamaz".

Bugün ayırımcı Kürt teorisyenler, Anadolu Kürtçesi'ndeki çoğunluğu teşkil eden TÜRKÇE kelimeleri atarak, yerine daha çok Arapça'ya dayalı Süryanice kelimeler koymaktadırlar. Bu, Anadolu'nun dağlı aşiretleri arasına daha büyük farklılıklar getirecek, onları geçmişlerinden koparacaktır. Halbuki Anadolu insanının hangi aşiretten olursa olsun, ortak anlaşma aracı TÜRKÇE olmuştur. Bu gerçek diğer ASYA TÜRKLERİ içinde varittir. 1980'lerden sonra sıklaşan ASYA TÜRKLERİ kongre, seminer, sempozyumlarında Kırgızca, Kazakça, Azerice, Uygurca konuşanlar birbirlerini anlıyamazken; ANADOLU TÜRKÇESİ konuşulduğunda hepsi anlıyabilmektedir. Çoğu toplantıda bu tercih edilmekte ve bütün delegeler Anadolu ağzıyla konuşmaktadır.

Kürt ağzını dejenere etmek, bilhassa Avrupa'ya yerleşmiş ve Batılı devletlerin teşviki ve dernek-enstitü gibi sözde bilimsel kurumlar aracılığıyla yürütülmektedir. Bu ülkelerde yaşıyan ve kendini Kürt sayan genç nesil, oturduğu ülkenin dili ile bu uydurma Kürtçe arasında bocalamakta ve gittikçe meramını anlatamaz hale gelmektedir. Hem onları, hem de ülkemizdeki "sen Kürt'sün" denilerek bizden kopartılmak istenen insanları kurtarmak için dil ve tarih uzmanlarımız "Kürt" ağızları üzerine çalışmalar yapmalı ve gerçeği ortaya çıkarmalıdırlar. Bun konuda Türk Tarih ve Dil Kurumu'nda önemli çalışmalar yapılmış ve yayınlanmıştır. Ancak yeterli değildir.

Hem Orta Asya, hem de Macaristan'da geçmişte bir Kürt oymağı yaşamasına rağmen, oralarda bir Kürt dili görmüyoruz. Demek ki, bu insanlar bağlı bulundukları TURANÎ ırkın dilini konuşuyorlardı.

Batılılar, bir yandan Kürtlerin TÜRKLER'den ayrı bir ırk olduğunu yaymaya çalışırken, bir yandan da ilerde kullanmak amacıyla, Zazaların ayrı bir millet olduğunu öne süren teoriler geliştirmektedirler. Kürtçe'nin TÜRKÇE'den farklı olduğu iddialarının yanısıra, Zazaca'nın da Kürtçe'den farklı olduğunu ortaya koyan çalışmalar içindedirler. Amaç Kürtler'i ayrı bir devlet olarak TÜRKİYE'den kopardıktan sonra, onu da Kürtler ve Zazalar diye bölmektir.

Böylece bölgeyi daha kolay idare edebileceklerini, TÜRKLER'i, Kürtleri, Zazaları, bölgenin diğer insanları olan Acem ve Arapları birbirleri ile yumurta gibi tokuşturarak zayıflatacaklarını düşünüyorlar.

Daha şimdiden Kürt olmadıklarını ifade eden ve Zazacılık güden Ayre ve Piya adlı dergiler vardır.

Bölücülerin tüm iddiaların rağmen kendini Kürt sayan vatandaşlarımızın nüfusa oranı %6'yı, bunların arasında hiç TÜRKÇE bilmeyenlerin oranı
%1'i bile bulmaz. Ayrıca tümüne Kürt denen bölge insanlarının büyük çoğunluğu (4000 Süryani, 2000 Yezidi, ve Ermeni'nin dışında hepsi) müslümandır. Doğu'daki TÜRK boylarının çoğu Sünni Hanefi, Kürt sayılanların büyük çoğunluğu da sünni Şafi'dir. Tunceli ve Diyarbakır'da kendilerinin Kürt olduğunu kabul etmeyen alevi yurttaşlarımız vardır ki, onları da TİKKO adlı ayırımcı terörist örgüt Kürt grubuna dahil etmeye çalışmaktadır.

Ne var ki, ne alevilik, ne de Şafilik Kürt özelliğidir. Anadolu'nun hemen her yerinde aleviler olduğu gibi, aleviler kendilerini hep Ahmed Yesevi, Hacı Bektaşı Veli, Pir Sultan Abdal gibi TÜRK liderlere bağlarlar. Zaza alevilerinden TÜRKÇE bilmeyenleri dahi, TÜRKÇE dua ederler. Şafiliğe gelince, ÇEÇEN boyu TÜRKLER de Şafidir.

Doğu Anadolu alevilerinin Kur'an'dan ve ibadetlerden uzaklaşmış olmasının sebebi de, İnönü döneminden beri bölgenin dini ve milli eğitiminin ihmal edimiş olmasıdır.

Batılılar bu farklılıkları ve cahilliği kullanarak hem ayırımcılık hem de hıristiyanlık propogandası yapmaktadırlar. Bölgede 1989'da çıkmaya başlıyan Yeni Yaklaşım dergisi ile ücretsiz dağıtılan "İsa Kürtleri Çağırıyor" broşürü, hep bu amacı gütmektedir. Mardin'de, Diyarbakır'da kiliseler açılmış, misyonerler fing atmaktadırlar!. Yabancı vakıflar "kürt" belediyelere kesenin ağzını açmış, paralar dağıtmaktadırlar.

Bir başka tehlikede İslamcılık maskesi altında yapılan ayırımcı Kürtçülüktür. Görünüşe göre en etkili olan PİK (Kürdistan İslam Partisi)dir. Ayrıca İran etkisinde olduğu söylenen Hizbullah, ve kendini "dünyanın tek gerçek İslami grubu" sayan fanatik İBDA-C vardır. PİK'in yayın organı Cudi dergisi, Hizbullah'ınki Yeryüzü, İBDA-C'ninki ise Taraf ve Ak-Zuhur dergileridir.

Müslüman geçinen bütün bu gruplar bira satan tekel büfelerine, Ramazan'da oruç yiyenlere saldırırlar ama; uyuşturucu kaçakçılığı, zorla haraç almak en büyük mali kaynaklarını teşkil eder. Aslında müslümanlara eziyet eden eşkiyadan başka şey değillerdir!..

Bölgede okur-yazarlık oranı %70'nin altındadır. Kadınların büyük çoğunluğu okuma yazma bilmez. Konuşulan TÜRKÇE'yi anlamalarında zorluk çekmelerinin temelinde bu yatar. Onun için okulda, camide, radyo ve televizyonda konuşulanları tam anlıyamazlar. Ancak bu durum süratle değişmektedir. TÜRKÇE'nin bölgede yaygınlaşması, halkın hoşlandığı türkü ve arabesk parçalar ile filmlerin yayınının arttırılması ile önlenemez hale gelecektir.

Bölgeye milyarlar sarfedilerek okul ve devlet dairesi yapılmış, ancak terör dolayısiyle bunlar ya yakılmış, ya da kapatılmak zorunda kalmıştır. Özellikle okullar yerleşim merkezlerine yakın, ancak ayrı yerlerde yatılı olarak kurulmalı, askeri birliklerce korunmalı ve öğrencilere TÜRK milli görüşünü benimsetecek bir eğitim, hatta bir meslek kazandırılmalıdır. Art niyetli öğrencilerin bunların arasına karışıp hem öğrenciyi, hem de öğretmeni tehdit ederek ayırımcı militan yetiştirmeleri, müfredatı bir kenara bırakıp Kürtçülük eğitimi yapmaları mutlaka önlenmelidir.

Bu arada sağlık problemi, su ve tuvalet ihtiyacının karşılanması ile çözülmelidir. Okulların %50'sinde tuvalet yoktur. Akar su yoktur. Dolayısiyle bulaşıcı hastalık tehlikesi çoktur.

Din dersleri programlanına Şafi ve Alevi prensipler de konulmalı, mezhepleri birbirine yaklaştırıcı noktalar işlenmelidir. Kürt medreseleri diye bilinen, veyeraltında faaliyet gösteren irtica yuvalarının ocağına mutlaka incir ağacı dikilmelidir. Bunlar tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Sadece doğuda değil, bütün okullarda halkın inançlarına ters düşebilecek konular ölçülü işlenmelidir. Mesela Darvin nazariyesi bilimsel bir gerçek gibi değil, bir teori gibi, Âdem inancının yanısıra anlatılmalı, böylece devlete yönebilecek tepkiler önlenebilmelidir. Laik devlet, "dinsiz devlet" hatta "kâfir devlet" ithamlarını azaltacak bir tavır benimsenmelidir.

Doğuya gönderilecek görevliler mutlaka inançlı, istekli, dürüst ve iyi eğitilmiş olmalıdır. Bu kişiler önceden planlı bir şekilde 3-6 ay süreli kurslar ile yetiştirilmeli, dini, tarihi konular yanısıra dil açısından da eğitilmelidir. Böylece TÜRKÇE götürecekleri devlet hizmetini, etraflarında ve arkalarından konuşulan Kürtçe'yi de anlıyarak ve gerektiğinde teröristlerin yaptığı propogandanın karşıtını Kürtçe yaparak desteklemelidirler. Çok iyi bir silah eğitimi görmeli, ve mutlaka biri evlerinde olmak üzere çifte silah taşımalıdırlar. Bu kişilere ayrıca ilk yardım, yangın söndürme eğitimi ve malzemesi de verilmeli, kaldıkları lojman ve evleri gerektiğinde birer kale haline getirmeleri için gerekli malzeme sağlanmalıdır. Devlet mutlaka doğuda terkedilen yerler ve gerekli gördüğü stratejik mevkiler için istimlâka gitmeli ve devlet binalarının lojman ve okullarının etrafında güvenlik mesafesi bırakacak tedbirleri almalıdır.

TÜRKİYE Cumhuriyeti ve onu kuran halkın kültürü, munhasıran herhangi bir TÜRK boyuna ait değildir. TÜRK soyuna aittir. Bu açıdan kendini Kürt sayanların da payı ve hakkı vardır. Ancak başka hiç bir TÜRK boyu kendi payını alıp ayrılamıyacağı gibi, Kürtler de bu hakkı sadece TÜRKİYE Cumhuriyeti'nin bir parçası oldukları takdirde kullanabilirler. Kürtler bu birlik içinde yer aldıkları takdirde, şerefli bir mevkileri vardır. Bu birlikten kopmaya kalkıştıkları takdirde, kendi başlarına hareket ettikleri takdirde, TÜRKİYE insanına cephe almış olurlar ki, bu da onları bizim hasmımız yapar. Bundan da en çok zararı yine Kürtler görür.

***
  • DİĞER SAYFALAR : TÜRKMEN, YÜRÜK, KÜRT BOY, OYMAK VE AŞİRETLERİ ,GOİCHİ KUJİMA - KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR!, BATI ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ , KUZEY ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ , DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI , GİRİŞ