EHL-İ HAKLAR
"Hakikat ehli, Hakk’a yakın olanlar, Hakikat yolunu (gerçeği, doğruyu) seçenler, hakikata mensup olanlar" anlamında olan EHL-İ HAK'lar (Ahl-e Haklar), özellikle Irak’ın Süleymaniye, Kerkük bölgelerinde, İran’ın batısında Luristan, Kürdistan, Zohab, Kirin, Huram-abat, Kermanşah (Zagros Dağları çevresinde), kuzeye doğru Urumiye gölünden Maku’ya kadar olan dağlık bölgelerde, Tebriz’de, Hazar-denizi’nin güney kıyılarında (Elburz dağları çevresinde), Heştgerd’te, kısmen Tahran, Hemedan, Mâzenderan, Fars vilayetleri ve Horasan’da yaşamaktadırlar. Bilhassa TÜRKMENLER ve Kürtler, kısmen Farslar,ve Araplar arasında yayılan EHL-İ HAK mezhebi; tasavvufa, bilgi kuramına (gnostisizme) ve bâtıniliğe (esoterik yoruma) dayanan bir inanç sistemidir. Maalesef bu topluluk ta kürtçüler, bölücüler tarafından istismar edilir.
Minorsky, konuyla ilgili bir makalesinde, EHL-İ HAK tarikatının sadece GURANLAR (GORÂNÎ lehçesiyle konuşanlar... Bunlar "kürt" olarak bilinir... Ancak TUR-TURAN gibi, GUR-GURAN da TÜRK demektir. Kökleri HORASAN'da, GURİSTAN'da yaşayan GUR TÜRKLERİ'ne dayanır.) arasında değil, özellikle İran / Azerbaycan bölgesinde, Maku çevresinde ve Güney Kafkasya’da Gonca havalisinde yaşayan bazı TÜRKMEN aşiretleri arasında da yaygın olduğunu ve EHL-İ HAK inancının KARAKOYUNLULAR döneminde TÜRKMEN aşiretleri arasında yayıldığını, Sünniler'e göre, koyu râfizî olan CİHAN ŞAH'ın (1437-1467), müridleri arasında “Sultan al-Ârifin" unvanı ile anıldığını ve ŞAH İSMAİL SAFEVÎ’nin şiirlerinin bu TÜRKMEN topluluklar arasında yaygın olduğunu belirtmektedir.
EHL-İ HAK mezhebinin kurucusu, kimi kaynaklara göre Hz. ALİ’nin ölümünden 366 yıl sonra 1025-1027 yıllarında Luristan’da doğan, “Baba Hoşin, Şah Hoşin” unvanıyla anılan Mübarek Şah’tır. İkinci dinî önder ise Şah Hoşin’den 244 yıl sonra 1270’te Berzence’de doğan ve 1400’de Hewraman’da HAKK’a yürüyen Sultan İshak (Sultan Sohak)’tır.
Sultan İshak döneminde Perdiwar’da doğan (Seyyid Ahmed) Baba Yadigar Banzerdeh, Sultan Ishak’ın ölümünden 400 yıl sonra Kermanşah bölgesindeki Tutşami (Dawal Dallan) köyünde doğan Seyyid Mensur’un oğlu Seyyid Barekkeh adıyla tanınan Seyyid Haydar (1790-1870) ve 36 dervişi (Çeheltan) EHL-İ HAK inancının yayılmasında önemli rol oynamışlardır.
EHL-İ HAK ögretisinin yayılmasında önemli hizmetler sunan diğer bazı dervişler ise şunlardır:
Ali Kalender (d. 1450),
Seyyid Akabir (d. 1456),
İlbeyi Caf (1497-1560),
Han Ateş Huristanî (17. yy),
Seyyid Farzi (18. yy),
Şeyh Emir Zulahi (öl. 1725).
Nurali Elahi (Nur Ali Şah)’ın "Burhan-ul Hak" adlı yapıtında verdiği bilgilere göre ise, Ehl-i Hak mezhebinin asıl kurucusu “Sahip-kerem, Şah, Yâr” unvanlarıyla da anılan ve ONİKİ İMAM'lardan 7. İMAM MUSA KÂZIM soyundan gelen Sultan İshak (Sultan Sohak)’tır. Sultan İshak’tan sonra da bu inanç sisteminin, Sultan Sohak’ın görevlendirdiği 11 Handedan (Mürşid, Seyyid, Ocak) tarafından yürütüldüğü belirtilmektedir. Bu 11 Hanedan şunlardır:
1. Şah İbrahim,
2. Ali Kalender,
3. Baba Yadigar,
4. Seyyid Xamuş (Ğamuş),
5. Mir Sur,
6. Seyyid Mustafa,
7. Hacı Baba İsa,
8. Baba Haydar,
9. Zolnur,
10. Ateş Beg,
11. Şah Hayyas.
Hz. ALİ’ye duyulan sevgi ve bağlılığın ilâhi düzeyde olması; Hz. ALİ’yi kutsamak, yücelleştirmek, hatta tanrısallaştırmak anlamında “Ali İlâhi” veya “Ali Allahiler”; Irak Kürdistan’ında, özellikle Süleymaniye ve Kerkük bölgesinde yaşayanların “büyük kardeş, abi, kimi bölgelerde baba anlamına” gelen, (Keke)’den veya Sultan İshak’ın bir defasında babasına "Kaka“ diye hitap etmesinden “Kakailer”; "Yâr" unvanıyla da anılan Sultan İshak’a bağlı olanlar anlamında “Yâresan” gibi farklı isimlerle adlandırılan bu inanç topluluğu arasında da farklı yorumlar yok değil.
Bu farklı yorumlar, bu inanç grupları üzerindeki siyasî ve dinî baskılardan, iletişim kopukluklarından ve yazılı kaynakların yetersizliğinden kaynaklansa gerektir.
Nurali Elahi’ye göre, EHL-İ HAK, ALİ İLÂHÎ’den farklı bir şeydir. Ali İlâhi mezhebi Hz. ALİ döneminde Abdullah bin Sabbah tarafından kurulmuştur; Ehl-i Hak mezhebi ise, Hz. Ali’den hemen hemen 509 yıl sonra, 1270’te Berzence’de doğan ve ALİ’nin ilâhi nurunu taşıyan Sultan İshak tarafından kurulmuştur. İkisi arasında ortak olan nokta, Hz. ALİ’nin hakikat sırrına ermesi, HAKK’ın Hz. Ali’de tecelli (zuhur) etmesidir. EHL-İ HAK'lar’a bu tecelli-görünme sadece ruhî; Ali İlâhiler'e göre ise hem ruhî, hem de bedenî boyutuyla olmuştur. Hz. ALİ, HAK ve hakikatın kendisidir.
Dr. Golmorad Moradî ise, “EHL-İ HAKk’ın Kutsal Kitabı; Zebur-e Hakikat” adlı makalesinde, Nurali Elahi’nin bu savlarının doğru olmadığını, EHL-İ HAK ile Ali İlahi’nin aynı olduğunu ve aynı kutsal kitaplara sahip olduklarını belirtmektedir. Golmoradî'ye göre, Protestanlar'ın Hıristiyan olmadığı iddiası ne kadar yanlışsa, Nur Ali İlahi’nin iddiası da o kadar yanlıştır... ve yazılarında Şah Hoşin’den şu alıntıyı yapar:
- "Fakih! Ma (biz) TANRI değiliz, ama biz TANRI'ylayız"
^
(Burhan El Hak, s. 649).
Orjinal metinde ise tam tersini okuyoruz:
- "‘Fakih, biz seni yarattık ve senin günahını gördük. Ama biz merhametliyiz ve seni bağışladık."
Ve devamla,
- "Biz sana rehberlere giden doğru yolu gösterdik. Biz başlangıçta TANRI'ydık ve sonsuza kadar TANRI kalacağız,"
diyor. (age, s. 1841-1842)…
Bugünkü EHL-İ HAK inancı, XI. yüzyıldan (Hicri 6. yüzyıl) beri mevcuttur. (MORADİ, G. 1996: 33-34).
İslâmın 7. yüzyıldaki doğuşundan, 15. yüzyıldaki Moğol istilâlarına kadar olan dönemde, Müslümanlar tüm karşıtlarını "zındık" veya "bâtınî" olarak suçlayıp en vahşi biçimde kılıçtan geçirdiler. Bu vahşetin sonucu olarak, bâtınîler de dahil, hemen hemen tüm gruplar inançlarını gizli tuttular. Bundan dolayı bu gruplar, gizli (gizemli) din taraftarı olarak tanınırlardı. Daha önce belirtildiği gibi EHL-İ HAK da gizli din olarak nitelenirdi.
Bâtınîlere göre, günlük ibadet (namaz) ve oruç sadece şekildir, dış görüntüdür, mânâya erenlerin, hakikatın merdivenlerini tırmananların bu şeklî ibadetlere, ihtiyacı yoktur. EHL-İ HAK mensupları da günlük ibadete karşıdırlar. Çünkü onlar da kendilerini "Hakikat Mertebesi"nde sayarlar.
EHL-İ HAK inancında TANRI’nın tecelli ettiği yedi ulu kişinin isimleri ise şöyledir:
1. Havandagâr,
2. Murtaza Ali,
3. Şah Hoşin,
4. Sultan Sohak (İshak),
5. Kırmızı (Şah Vays Kulı),
6. Mamad Beg,
7. Han Ataş.
Bu yedi ulu kişinin can dostları olan Hafttan, Haftân-ı Câvidân (Yediler) ise şu isimlerden oluşur:
1. Benyamin (iki cihanin piri),
2. Davud Kabudsavar (rüzgâr süvarisi, tüm müminlerin reh-beridir),
3. Pir Musi (Sultan Şohak’ın katibi ve veziri),
4. Pir Razbar (diğer adıyla Hatune Razbar, Sultan İshak’ın annesidir;
hakikatın meleği, firişta ve sırrı),
5. Mustafa Davudan (ölüm meleği),
6. Şah İbrahim Buzasavar (buz süvarisi, Sultan Sohak’ın veliahdı ve vekili; o aynı
zamanda Mâlik-i Tayyar: Kuşların sahibi ve Şahbaz,
7. Baba Yadegâr (HAKK’ın yâdigârı, mahşer gününün şefaatçısı).
EHL-İ HAK’da, dünyanın ve insanın gelişim süreci dörde ayrılır: ÂDEM’den Hz. MUHAMMED’in Peygamberliğine kadarki dönem dinî yasalara dayanan ŞERİAT dönemidir. Hz. ALİ’den EHL-İ HAK mezhebinin kurucusu Şah Hoşin’e kadarki dönem (661-1029) TARİKAT dönemidir. Şah Hoşin’den Sultan İshak’a kadar olan dönem (1270-1400) MÂRİFET dönemidir. Sultan İshak’tan günümüze kadar olan dönem de HAKİKAT dönemidir. EHL-İ HAK öğretisinin en üst aşaması olan HAKİKAT makamını, CAMÂ-Yİ HAKK (HAKK’ın tecessüdü-bedenlenmesi) ve Mukannin-i Kaanun-i Hakika (Hakikat Kanunun Vâzı) ünvanıyla da anılan Sultan İshak (Sohak) temsil eder.
Zengin bir halk kültürüne, folklora sahip olan EHL-İ HAK ve ALİ İLÂHÎ olanlar, konuksever ve mert kişilikleriyle tanınan bir topluluktur. İbadetlerini, Anadolu Alevilerinde olduğu gibi, bir Seyyid veya Mürşid’in (Post Dedesi) öncülügünde daha çok cemevlerinde (cemhanelerde) yaparlar. Zikir ve âyinler, tanbur, def ve kemançe eşliğinde nefesler okunarak yapılır. Müzik ve semah, ibadetin ayrılmaz bir parçasıdır. Kullanılan müzik âletleri genellikle üç tellidir. Âyin-i Cem törenlerinde sorgu, görgü, ikrar verme (şart-ı ikrar) âyinleri, yola girme törenleri önemli yer tutar. Cemin sonunda getirilen lokmalar, niyazlar eşit şekilde dağıtılıp birlikte yenilir.
EHL-İ HAKK’ın önemli törenlerinden biri de, Hıristiyanlığa benzer bir uygulama olan vaftiz geleneğidir (Ser-Sepurde). Sultan İshak tarafından vaftiz edilip hâtıra anlamına gelen Yâdigâr ismi verilen Baba Yâdigâr’dan kalma bu gelenekte, yeni doğan çocuk, doğumundan üç veya yedi gün sonra, evde veya cemevinde, Seyyid tarafından, vaftiz babası (kivre/kirve) ve törene katılan şahidler huzurunda vaftiz edilerek isim takılır. Seyyid, çocugu kucağına alıp ismini kulağına seslendikten sonra, törene getirilen Hindistan cevizi parçalanır, herkese eşit şekilde dağıtılır, daha sonra kovandan alınan bir tas su çocugun yüzüne ve başına serpilir ve böylece çocuk vaftiz edilmiş olur. Vaftiz işlemi bittikten sonra getirilen lokmalar, niyazlar dağıtılıp yenilir.
EHL-İ HAK olanlar, Aralık ayının ortasında yılda üç gün oruç tutarlar. "Ruzehaye Marnovi" veya "Havende Kar" adı verilen bu oruç, EHL-İ HAK dinî liderlerinden Sultan İshak ve üç Dervişi’in içinde kaldıkları "Marre-Nur" mağarasının, düşmanları tarafından kuşatılmasının anısına yapılır... Diğer bir inanışa göre, üç oruç günü, ÂDEM’in cennetten kovulduğu, Hz. YUNUS’un balık karnında geçirdiği, İMAM HÜSEYİN’in KERBELÂ’da şehid edildiği ve Sultan İshak’ın mağarada geçirdiği üç güne de yorumlanır... Oruçtan sonra da bayram yapılır.
EHL-İ HAKK'ın önemli bayramlarından biri de Hz. İBRAHİM’in oğlu İSHAK’ın anısına yapılan Ayde Kurban'dır. (Kurban Bayramı)
EHL-İ HAK inancının vaftiz olayıyla Hıristiyanlık’la, sünnette Yahudilik ve İslamiyet’le, güneş, ay, ateş gibi doğa unsurlarına verilen önem dolayısiyle Zerdüştlük'le, tenasüh (yeniden bedenlenme) inancıyla Budizm, Hinduizm, Manikeizm ve Nusayrilik'le; Hz. ALİ’ye ve ONİKİ İMAM'a verilen önem, hümanist dünya görüşleri, kadın-erkek eşitliği, ayrıca cem âyinlerindeki bazı ibadet şekilleriyle Anadolu Aleviliği ile benzer özellikleri vardır. Anlaşılan odur ki, İSLAM ile başlayan inanç, çevrenin etkisi ve göçler, göçebeler ile diğer inançlarla karışmıştır. Bu durum Alevilik'te, Yezidîlik'te, ve diğer dinlerin mezheplerinde de görülür.
EHL-İ HAK inanç ve ögretilerini açıklayan önemli yapıtlardan biri GORÂNÎ lehçesinde yazılmış ZEBUR-E HAKİKAT’tır. Ayrıca “DEFTER-E PErDİWÂRΔ adıyla yazılan, EHL-İ HAK mezhebinin önderlerinden Sultan İshak (1270-1400) tarafından Perdiwar/Hevreman’da ilân edilen metinler de dinî emirler niteliğini taşır. Ateş Beg’in KELÂM ve SERENCÂM metinleri; Dinaverli Hacı Nimat-Allah (Nimetullah, 1871-1920) tarafından yazılan FURKAN-UL AHBAR ve ŞAHNÂME-İ HAKİKAT; oğlu Nurali Elahi (Nur Ali Şah, Heştgert 1895-1974) tarafından yazılan BURHAN-UL HAKK ve FURFAKN-I KEŞF-UL HAKAYIK adlı mukaddime, ayrıca Afzali (Efdali) tarafından yazılan DEFTER-İ RUMUZ-I GENCİNE-Yİ SULTAN SOHÂK, EHL-İ HAK arasında yaygın olan yapıtlardır. EHL-İ HAK inancıyla ilgili bazı metinler de (kelâmlar), ÂZERÎ TÜRKÇESİ ile yazılmıştır.
Sultan İshak’ın (Sultan Sohak’ın) Hewraman’daki mezarı; Sananneh-Dallahu’da Baba Yâdigâr Banzerdeh’in mezarı; Kerkük Mubella mevkiinde İmam Ahmed’in, Irak’ın Gazal Rebab bölgesinde İmam Kasım Şah Heyas’ın makberi, Azerbaycan’da Heşturd’un (Sekiz ırmağın) birleştiği yerde Ateş Beg köyünde Ateş Han’ın mezarı, EHL-İ HAK olanların bazı kutsal ziyaret yerleridir.
1997’de Bonn’da kurulan, üyeleri genellikle Tahran yakınlarındaki Heştgerd’ten olan ve ismini Sultan İshak’ın annesi Hatune Razbar’dan alan Razbar müzik grubu, EHL-İ HAK olanların halk müziğini, folklorunu, geleneksel tasavvuf müziğini ve cem sermonisini batıda tanıtmak için güzel çalışmalar yürütmektedir. EHL-İ HAKK'ın inanç ve kültürünü korumak ve yaşatmak amacıyla yine aynı yıllarda VBA (Verein zur Bewahrung der Ahl-e Haqq Kultur: Ehl-i Hak Kültürünü Koruma Derneği) adı altında Bonn’da kurulmuş bir dernekleri bulunmaktadır.
maalesef, Alevîlik, Yezidîlik hatta Süryânilik gibi, EHL-İ HAK mezhebi de Kürtçülük ve bölücülük için araç olarak kullanılmaktadır. Bu mezhebe mensup olanlar neden TÜRKİYE'de değil de, Almanya'da dernek kurup faaliyet gösteriyorlar?Neden yabancıların elinde oyuncak oluyorlar? "Baskılardan dolayı" demeyin, her türlü bölücü faaliyet ülkede serbestçe yürütülürken, bir müzik faaliyeti mi, kültür faaliyeti mi baskıya uğrayacak?
Her neyse. Konuyu tatlıya bağlayalım. , EHL-İ HAK'a yakınlığıyla bilinen, kendi deyimiyle bir kalenderî, bir gönül eri olan tanınmış şâir ve düşünürlerden Baba Tahir üryan'ın (Hemedan/İran 938?-1010) şu anlamlı sözleriyle bağlayalım:
- “Ben bir sürahiye girmiş olan bir denizim, bir harfe girmiş olan bir noktayım."
- Hakiki bilgi, ilmelyakîn elde edildikten sonraki seziştir."
- "Cehaletin öldürdügü hiç yaşamamıştır; zikrin öldürdüğü hiç bir
zaman ölmez."
Bu yazıda AKSİYON Dergisi'nde yayınlanmış aynı başlığı taşıyan bir araştırmadan yararlanılmıştır.
Hemen hemen tümü IRAK'ın kuzeyinde yaşayan ve ŞEBEK diye bilinen "kürt" addedilen topluluğun bölgeye nereden geldiği tam olarak bilinmiyor. Ancak ŞEBEKLER’i anlatan kaynaklar onları bir TÜRKMEN OYLMAĞI olarak niteliyor. Yine de bilgi ve belge azlığından dolayı bölbücü Kürtler ŞEBEKLER'e sahip çıkıyor.
ŞEBEKLER hakkında, kesin olmamakla birlikte, mantıklı ve uyumlu şöyle bir tarihî bilgi aktarılıyor:
BATI TÜRKİSTAN’da yaşayan ŞIBAN ÖZBEKLERİ 15. yüzyılda Sir-i Derya havzası kıyılarını ve HAREZM’i yavaş yavaş ele geçirmeye başladı. Bunların en beceriklisi ŞAYBAK (Şeybek) HAN idi. BEK-BEG, aslında BEĞ demektir. ORTAASYA'da TALAYBEK gibi adlara çok rastlanır. ŞEBEK adına en yakın isim olan ŞAYBAK(ŞEYBEK) HAN’ın bugün bilinen ŞEBEKLER’in atası olduğu akla yatkın geliyor. ŞEBEKLER'in ORTAASYA ve İRAN değil de ANADOLU’dan bölgeye geçtikleri de öne sürülüyor. Ancak ŞEBEKLER'le ilgili araştırma sayısı son derece az.
ŞEBEKLER hakkında en eski belgeler 16. yüzyıla dayanıyor. 1526 tarihli OSMANLI tapu defterlerinden, Musul bölgesindeki ŞEBEK cemaatinin 15 hane ve 2254 akçe varidata sahip bulunduklarını öğreniyoruz. III. Murat döneminde de ŞEBEKLER’le ilgili birtakım yazışmalar mevcut... En ilginç belge ise Sünniliği seçenlerle ilgili... Bu da ŞEBEKLER’in çok önceden Şii inancına mensup olduğunu gösteriyor.
OSMANLI arşiv belgelerinde 19. yüzyıl sonlarına doğru EHL-İ SÜNNET mezheblerini kabul eden SARILI ve ŞEBEK taifesi reislerinin ödüllendirilmesi hakkında, “Meclis-i Vükelâ” görüşmelerine mahsus tutanak olduğu tespit ediliyor. 16 Eylül 1892 tarihli tutanakta, itikadını düzeltmiş olan ŞEBEK reislerinden Hasan ve Hüseyin Ağalara, dördüncü rütbeden Mecîdî nişanı verilmesine dair karar alınıyor. Yine bu tarihlerde İslamiyet’i kabul eden YEZİDÎ ve Şİİ taifesi ile Şebek köylüleri için mescit ve mektep inşası ile hoca ve müderris tayini de gündeme alınıyor. 23 Eylül 1892 tarihli, Dahiliye Nezareti ve Maarif Nezareti'ne iletilmesi istenen padişah emrinde ise kendi istekleriyle İSLÂMİYET’i kabul ettiklerini bildiren Musul vilayetindeki ŞEBEKLER'e kolaylık sağlanması salık veriliyor. Padişah emrinde, İSLAM kaidelerini öğretmek maksadıyla, ŞEBEK köylerine mescit, mektep, abdesthane, hoca ve kapıcılar için birer oda inşası çocuklarına İSLAM'ın şartlarını lâyıkıyla öğretip, dinî terbiye verecek öğretmenler tayin edilmesi isteniyor.
Bu belgelerden anlıyoruz ki, BATI TÜRKİSTAN'dan gelmiş olan ÖZBEK kökenli ŞEBEK TÜRKMEN OYMAĞI, şimdiki ÖZBEKLER'in aksine, Şİİ-ALEVÎ inançlı imiş. Şamanizm'le karışık inançları OSMANLI tarafından makbûl addedilmediğinden, sonradan sünnileşenlere "İSLÂM'ın öğretilmesi" çabasına girişiliyor.
ŞEBEKLER'in önemli bir kısmı, yaşadıkları dağlık bölge şartları gereği kürtleşmiş bulunmaktadır. Yine de ŞEBEK halkında TÜRKİYE sevgisini görmek mümkün... 30 bin nüfusa sahip Bazi’de muhtar Hazım Casım Muhammed’in evinde İbrahim Tatlıses’in “Ayağında kundura” şarkısı çalıyor. Anlattığına göre kızları Tatlıses’i çok seviyormuş. Kendisi de TÜRKİYE’ye ve müziğine kayıtsız değil. Ancak kendisiyle görüşüldüğü tarihte TÜRKİYE'den uydu yayın yapılmadığı için Casım Muhammed sadece Arapça ve Kürtçe yayın yapan televizyonları izleyebildiklerini anlatıyor üzülerek:
- “TÜRK televizyonları olsa onları da izleriz. En azından müziklerini dinleriz. Kızlarım buna çok sevinirler. Uydu üzerinden TÜRKİYE bu imkânı sağlarsa güzel olur. TÜRKLER bizim kardeşlerimizdir,”
diyor... Neyse ki, dileği kabul olundu. Pek çok TÜRK kanalı uydularda TÜRKÇE yayın yapabiliyor artık. Bizim dileğimiz Hazım Casım Muhammed'in TRT-6'nin "kürtçe" yayını değil; TRT-AVAZ'ını seyretmesi!
TÜRKİYE de ŞEBEKLER’e kayıtsız değil. İnsanî yardım ve diyalog anlamında birtakım görüşmelerin yapıldığı belirtiliyor. Son dönemde Kuzey Irak’a yönelik hamleler içinde TÜRKİYE’nin bölgedeki diğer topluluklar ve aşiretlerle irtibata geçmesi de var. Aslında bu iletişim çeşitli kanallar üzerinden daha önceden başlatılmıştı. Bu noktada atılacak adımlar önümüzdeki dönemde hazırlanan programlara göre şekillenecek.
ŞEBEKLER’in IKDP’ye (Irak Kürdistan Demokratik Partisi) olan yakınlığı var. Musul’dan dışlandıkları için Erbil yönetimine yakın olmak, onların sigortası anlamına geliyor. O bölgede ŞEBEKLER yalnız ve sahipsiz olmak istemiyorlar. yine de bu durum ŞEBEKLER’in IKDP’ye kayıtsız şartsız bağlı olduğu anlamına da gelmiyor. Zira ŞEBEKLER’in başka ülkelerle de temasları sürüyor. İran’ın ŞEBEKLER’e yönelik politikası Şİİ damarı üzerinden devam ediyor. Ancak ŞEBEKLER’in gönlünde TÜRKİYE’nin yeri bir başka!.. Aslında IRAK KÜRTLERİ'nin bile gönlünde TÜRKİYE yatıyor!.. Bazı TÜRK temsilcilerle temas hâlinde olduklarını açıkça söylemeseler de, bu ilişkiyi çeşitli imalarla dile getirmekten çekinmiyorlar. ŞEBEKLER'den Halit Mahmut Veli, her şeyin Erbil üzerinden devam ettiğini söylüyor ve devam ediyor:
- “Biz TÜRKLER'i ve TÜRKİYE’yi seviyoruz. Görüşmelerimiz oldu. Bir şey yapmak için değil. Kardeşlik bağımızı güçlendirmek için. TÜRKİYE çok büyük bir ülke. Her zaman bizim için özel bir yeri var.”
Çoğunluğu Şii olan ŞEBEKLER’in Bektaşî Tarikatı’na bağlılıkları da söz konusu... Hatta ŞEBEKLER’in geçmişte kullandığı bir Bektaşi tekkesi binası hâlen Musul’da ayakta. Ancak Sünni Müslümanlığa geçen ŞEBEKLER’in dışındakilerin inanç biçimi hep tartışma konusu. Bu konuda kaynakların sınırlı olması değişik yorumlara yol açıyor. ŞEBEKLER’in inançlarıyla ilgili en detaylı çalışma Kemalettin Tai’ye ait Irak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1972 yılında Bağdat’ta yayımlanmış olan “Risaletün Fi’t Tevhidi vela Farkü’l Muasarata” isimli kitap. Kitabın bir kısmı Beyan Ortakçı Özata tarafından TÜRKÇE'ye çevrildi. Bu bile Şebekler’in inançlarını detaylı bir şekilde ortaya koymaya yetiyor aslında.
ŞEBEKLER'in inanç şekli Anadolu Alevileri'ninkine de çok yakın. Dualarında HACI BEKTAŞ-I VELİ ve ERDEBİL erenlerini açıkça kendi manevi yollarının kurucusu olarak gösterirler. Dinsel törenlerindeki şiirlerin bazıları ŞAH İSMAİL’e ve Anadolu Alevilerinin ozanı PİR SULTAN ABDAL’a atfedilir. ŞEBEKLER’in birçok şiir ve duada ifade edilen temel öğretilerinde “ALLAH-MUHAMMED-ALİ" üçlemesinde Hz. ALİ’nin yaratıcının hâkim tezahürü olarak göründüğüne inanılır.
ŞEBEKLER’in "Kitab-ı El Menâkıp" ya da "Buyruk" olarak bilinen kutsal kitapları iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Şeyh Safiyuddin ve oğlu Sadreddin arasında geçen tarikat üzerine bir soru cevap diyalogu... İkinci kısımda ise asıl "Buyruk" var. Bu ikinci kısım Anadolu Alevileri tarafından kutsal sayılan "Buyruk" ile tıpatıp olmasa da, benzerlik gösteriyor. Bu bölüm İMAM ALİ ve CAFER-İ SÂDIK ile bağlantılı çeşitli ders ve talimatları içeriyor.
Çoğu yazar ve bilim adamına göre Şebek toplumu Aleviler'e benzer bir ruhanî hiyerarşide yapılanmış. Her yetişkin, bir Pir’e bağlı... Dinî törenlerde 12 görevli hazır bulunuyor. ŞEBEKLER'de bu 12 görevlinin dışında “baba” olarak bilinen en yüksek ruhanî otorite mevcut... Şarap, ŞEBEKLER’de haram değil. Kadınlar ve erkekler şarap içebilir. En ilginci de, KUR'AN-I KERİM’in şarabı haram kılmadığını iddia etmeleri. Bunu da vaadedilen "KEVSER ŞARABI"'na bağlıyorlar.
ÖNEMLİ SAYFALAR
DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ
BATI ANADOLU'NUN
TÜRKLÜĞÜ
KUZEY
ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ
DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN
PAYI
BÜYÜK ARAŞTIRMACI
KÂZIM MİRŞAN'IN TESBİTLERİ