Büyük bir araştırmacı olan, ancak nedense hemen hiç tanınmayan EDİP YAVUZ, TARİH BOYUNCA TÜRK KAVİMLERİ adlı eserinin 39. Sayfasında, ZEKİ VELİDİ TOGAN’ın UMUMÎ TÜRK TARİHİNE GİRİŞ kitabına atıpta bulunarak şöyle der:
- "İRANLILAR gibi YAHUDİLER de bütün milletleri kendi neslinden türemiş gibi göstermek için, çeşitli urukların adlarını kendi anadillerince bilinen isimlerle birleştirmişlerdir."
Aslında bunu BATILILAR da GREKLER ve LATİNLER’in ES-AS-US ekliyerek değiştirdikleri isimlere dayanarak yapıyorlar.
Sonra EDİP YAVUZ, ünlü tarihçi TABERÎ’de de bulunan şu YAHUDİ efsânesini nakleder:
-“M.Ö. 7. Yüzyıl sonlarında SAKALAR'ın hâkimiyeti inhilale uğradıktan az sonra, yani M.Ö. 587’de BÂBİL hükümdarı NABUKADNEZAR tarafından YUDA devleti yıkılınca, İBRÂNÎ peygamber; ZÂMİRÂN; YASUBAH ve SUKH adlı oğullarını ŞARK’a göndermek istemiş…Onlar, ‘Biz bu gurbet diyârında ve vahşet âleminde nasıl geçiniriz?’ demişler…”
-“İBRAHİM peygamber, ‘Ben size TANRI’nın isimlerinden birini öğretirim. Bunu kullanarak düşmanlarınıza galip gelir ve harpte sıkıntıya düştüğünüzde yağmur yağdırır, ve zaferi sağlarsınız,’ diyor… Onlar da bu ismi öğrendikten sonra ŞARK’a doğru yürüyüp HORASAN’a geliyorlar… Ve orada üreyip çoğalarak bütün komşu kavimler üzerinde hâkim oluyorlar.”
Görüldüğü gibi, bu efsâne YAHUDİLER’i değil; TÜRKLER’i anlatıyor!..
Biz bir başka sayfada OĞUZ HAN
’ın M.Ö. 300’lerde değil; tâ
HZ. İBRAHİM zamanında (M.Ö. 1800’ler) yaşadığını belirttik. SAKALAR çok daha
sonradır. Efsâne, bütün efsânelerde olduğu gibi yüzlerce yıllık olayları sanki
aynı dönemde olmuş gibi naklediyor... HZ. İBRAHİM’e yüce ALLAH’ın
- "Seni BÜYÜK MİLLET edeceğim. Ve seni MUBAREK kılacağım. Seni mubarek
kılanları, mubarek kılacağım. Ve sana lânet edene, lânet edeceğim!.. YERYÜZÜNÜN
BÜTÜN KABİLELERİ, SENDE MUBAREK OLACAKTIR!.." Tekvin, 12. Bab
şeklinde hitabının sadece YAHUDİLER’i değil; HZ. İSMAİL soyundan gelenleri,
dolayısiyle PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED’in soyunu kastettiğini, aynı zamanda HZ.
İBRAHİM’in KANTURA adlı eşinden gelen TÜRK soyunu da kastettiğini biliyoruz.
Yalnız dikkat edilmesi gereken bir husus var. Bu soyların her ferdini değil;
HZ. İBRAHİM’in TEK VE ORTAĞI OLMAYAN TANRI inancına uyan, onun yolundan
gidenleri ALLAH mubarek kılacaktır. Azıp sapıtanları değil!.. Bunu KUR’AN şöyle
açıklar:
- "...ALLAH (İbrahim'e), 'Ben seni bütün insanlara imam yapacağım,' demişti.
İbrahim 'Zürriyetimden de..' diye niyaz edince, 'Zürriyetinden olan zalimlere
benim ahdim erişmez,' buyurmuştu." (BAKARA/124)
İşte efsâneye göre HZ. İBRAHİM, veya başka bir peygamber oğullarına
düşmanlarını yenecek bir İSİM öğretiyor... İSLAM’da, daha da açık olarak
TASAVVUF’ta, bu İSM-İ ÂZAM diye geçer... Bu, ancak ALLAH’ın yakın kulları
tarafından bilinen adıdır ki, kim onu bilir ve dile getirirse, her türlü kudrete
sahip olur.
Oğulların adları ZÂMİRÂN; YASUBAH ve SUKH… nasıl İbrânice’ye çevrildi,
bilemiyoruz ama, çoğul anlamı veren AN takısı atılırsa, geriye ZAMİR kalır ki,
bunun SÂBİR diye bilinen TÜRK BOYU olduğu görülür. SABİRYA’ya (Sibirya) adını
veren bu boydur. YASUBAH da, (eski TEVRAT metinlerinde SUBAK veya SU diye de
okunur) SUBAR’dan bozmadır, o da bir TÜRK BOYU’dur ve SÂBİR’le aynıdır,
aralarında zaman farkı vardır. SUBAR belki daha eskidir. SUKH ise SUKU, SAKA
diye bilinen ve hâlâ SÂBİRYA’da SOKO olarak yaşıyan TÜRK BOYU’nun adıdır.
Bunlar abartma gelebilir ama, HORASAN’ın TÜRK diyarı olduğu düşünülürse, GUR
TÜRKLERİ’nin orada yaşadığı, orada GURİSTAN diye bir ülke olduğu önünde
tutulursa, ve YAHUDİLER’in hiç bir zaman HORASAN’da bulunmadığı, güçlenmediği,
diğer halkları hâkimiyetlerine almadığı, YAHUDİ dini ile o bölgenin hiç bir
ilgisi olmadığı hesaba katılırsa; kurduğumuz bağlantının doğruluğu ortaya çıkar.
Öte yandan düşmanlarını hep yenen, çoğalan ve yayılan TÜRKLER’dir. Yağmur
yağdırma sırrını bilen TÜRK ŞAMANLAR’dır. Bunlar da YAHUDİLER’de görülmez.
Aslında bazı YAHUDİ yazarlar, bu gerçeği bilmekte, TÜRKLER’in her zaman, her
yerde HÂKİM OLMA sırrını Hz. İBRAHİM’in bu tılsımlı sözünden aldığına, hatta
BATI TÜRKİSTAN’da ve HAZAR bölgesinde yaşıyan dört TÜRK boyunun kutsal YEDA
TAŞI’na sahip olduklarına, güçlerinin bundan geldiğine inanmaktadırlar.
AVARLAR da ad değiştirince OBAR, İBİR, OPAR, ABAR, İVİR adlarını almışlardır.
Bunlar hep alt boylar, ve uruk adlarıdır. Daha sonra da oymak adları ortaya
çıkmıştır. Yeni ortaya çıkan adlar farklı kökenden gelmeyi değil; farklı
şartlarda ve coğrafyada farklı tarihlerde yaşamaktan dolayıdır.
Aynı noktadan hareketle, SUBARLAR’ın daha eski SÜMERLER’in önce SUMAR, sonra
SUBAR, SUVAR diye ad değiştirmiş bir kolu olması kabul edilebilir.. Zaten bütün
yeni boylar, gökten zembille inemiyeceğine göre, bir şekilde eski boyların
bölünmesinden veya ad değiştirmesinden kaynaklanmaktadır.
Prof. Dr. Z. V. TOGAN, aynı eserinin 14. sayfasında, Prof. Dr. WALTER
RUBAN’dan alarak şu bilgiyi verir: - "HİNDİSTAN’da da dilleri FİN-OGUR olan
demirci bir ASUR oymağı vardır."
Bu oymağın yaşadığı yer ise, (CHALAN AK-PUR (KALAN AK-BUR) diye bilinir.
Oymak hâlen demircilikle uğraşmakta, ve çok eski, ilkel bir metot
kullanmaktadır. Prof. RUBAN, bunu VEDİK ARYALAR’ın, yani HİNT-AVRUPAİ bir kavmin
bu bölgeye M.Ö. 2000-1500 yıllarında gelip yerleştiği şeklinde yorumlamaktadır.
Böylece gene medeniyette ÂRÎ IRK öne çıkmış olacaktır.
ASURLAR’ın bir defa HİNT-AVRUPAÎ bir yanı yok… Ve burada iki ihtimal var. Ya
ASURLAR, denildiği gibi SEMİTİK bir kavim değil… Ya da URAL-ALTAY grubuna bağlı
bir FİN-OGUR dili konuşan bu oymak, ASUR değil!..
Bizce ikisi de mümkün… İkinciden başlıyalım: Bu kavim SÜMER soyundandır. Daha
doğrusu işte yukardaki efsâneye göre ŞARK’a göç edip HİNDİSTAN’a yerleşen SABİR
kollarından birine mensuptur.
SANDALCIYAN adlı bir ERMENİ tarihçi de SUBARLAR’dan HİNTLİLER’e karışan bir
grubun SUBAROĞULLARI diye bilindiğini, yine SUVAR kalıntılarının MUND
kavimlerinin dağınık bir oymağı olarak KALKUTA ve MADRAS arasında yaşadıklarını
belirtir. (Z.V. TOGAN, aynı eser sf. 22)
Öte yandan, ASUR kavminin MEZOPOTAMYA’daki ilk varlığı bir SÂMÎ kabilesi
iken, yerini aldığı SÜMERLER ile karışmaması mümkün değildir. UR-GUR
bağlantısından dolayı ortaya yeni bir boy çıkmış ASUR - ASGUR olmuştur. Nitekim
KAFKASLAR’da KÜR (KORA) Irmağı kenarında ERMENİLER’in ASKURET (ASGURET)
dedikleri bir kale vardır. Bu kale DEDE KORKUT kitabında geçen BOZOKLAR’a
aittir. KAŞGARLI MAHMUD ise YAZGUR diye bir TÜRK BOYU’ndan söz eder. Bu boyun
BOZOKLAR’dan ve dolayısiyle ASGURLAR’dan geldiği ortadadır.
Eğer bu değerlendirme doğru ise, Prof. RUBAN’ın HİNDİSTAN’da tesbit ettiği
FİN-OĞUR dili konuşan ASUR oymağı, ASGURLAR’dan bir oymak olur ki, bir TÜRK
lehçesi konuşması son derece tabiidir.
SÂBİRLER kolay yolları takip ederek Milât’tan çok önce ORTAASYA'ya, sonra da
Sibirya’ya ulaşıp oraya kendi adlarını vermişlerdi. Sonra tekrar PAMİR ve
HİNDUKUŞ dağlarını takip ederek HİNDİSTAN’a inmişlerdir. Bu arada bir kol da
KAFKASLAR üzerinden veya HAZAR’ın doğusundan yukarı çıkmış tâ FİNLANDİYA’ya
kadar çıkmıştır. İkisinin de bölgedeki adı GUR’dur. ASUR-ASGUR ile FİN-OGUR
grubunun aralarındaki ilişki bu yüzdendir
Bütün bunlar, KAFKAS HALKLARI diye bilinen ve ülkemizin doğusunda, kuzeyinde
ve bütün KARADENİZ sahillerinde yaşıyan değişik addaki halkların kökünün
SAKALAR’a, İSKİTLER’e ve daha önce de SUBARLAR’a, SÜMERLER’e dayandığını ortaya
koymaktadır.
Tabii KÂZIM MİRŞAN'ın tesbit ettiği gibi, daha da öncesi, KAFKAS boylarının
bir de PROTO-TÜRK atası vardır. Onu da ileride ele alacağız.