ARAPÇA, İSLAM âlimlerinin felsefe merakı yüzünden Yunanca'dan etkilendiği gibi, gene İSLAM aracılığı ile Farsça'yı, TÜRKÇE'yi ve Malay dillerini etkilemiştir.
Bu arada CENGİZ HAN'ın torunları HİNDİSTAN'ı fethedince, yöre halkı için TÜRKÇE-Farsça-Arapça-Hintçe-Peştuca karışımı URDU dilini oluşturmuşlardır.
Eski Mısır'ın Samî sayılabilecek dili, Büyük İskender'in fethi ile Makedon etkisine, daha sonra da Roma etkisine girmiş ve Kopt adını almıştır. M.Ö. 3000'lerde hiyerolifle başlıyan Mısır yazısını da unutmamak gerekir.
Batılı âlimler KAFKAS dillerinin TÜRKÇE ile bağlantısını kurmaktansa, onları ayrı bir kategoride incelemeyi tercih ederler!.. Bizim dilcilerimizde onların ayak izlerini takip ederler. Halbuki devamlı istilâlara ve değişmelere maruz kalmış bu bölge halkı, istilalar arasında da birbirinden kopuk yaşadığı için, nisbeten küçük bir bölgede GÜRCÜCE, ABAZACA, ÇERKEZCE, ÇEÇENCE, LEZGİCE gibi farklı diller ortaya çıkmıştır. Biz ERMENİCE'yi de bu gruba dahil ediyoruz. Ve diyoruz ki, bu KAFKAS dilleri aslında KARADENİZ-HAZAR grubuna dahildir. Ancak onlardan daha fazla HİNT-AVRUPAÎ etkisinde kalarak, HİNT-ALTAY olmuşlardır. Yani özelliklerini her ikisinden de almışlardır.
Aslında bu açıdan bütün diller birbirinden etkilenmiştir. Mükemmele yaklaşmalarını da bu ilişkilere borçludurlar.
Diller birbirlerinden mutlaka etkilenmiştir. Hem öyle etkilenmiştir ki, Haiti yerlilerinden HAMAK, Eskimolar'dan PARKA, kızılderililerden MAKOSEN kelimeleri önce Amerikalar'a, sonra bütün dünya dillerine girmiştir. DOMATES, PATATES, ŞİŞ KEBAP gibi müşterek yiyecek adları da yaygındır.
ALİ ŞİR NEVAİ, 1500'lerde TÜRKİSTAN devletlerinde FARSÇA'nın bugünkü İngilizce gibi yaygınlaşmasına tepki göstererek, TÜRKÇE'nin Farsça'dan üstün olduğunu göstermek için pek çok örnek verir.
Mesela Farslar'ın ÖRDEK için erkek-dişi ayırmadan, cinslerine girmeden sadece MURGABİ kelimesini kullandıklarını belirtir... Halbuki sadece ÇAĞATAY TÜRKÇESİ'nde ördeğin erkeğine SÜNE, dişisine BURÇİN denmesinin yanısıra; cinsleri için de ÇÖNGE, İRKE, SOKTUR, ALMABAŞ, ÇAKIRKANAT, ALALUGA, ALAPİKE, BAGÇAL gibi 70 kelime bulunduğunu belirtir!..
Aynı şey AT için de geçerlidir. Farsça'da iki üç kelime varken, TÜRKÇE'de TOPUÇAK, ARGUMAK, YEKE, YABU, KULUN, TATU, TAY, GONAN, DUNAN, TOLAN, ÇINGA, LANGA gibi adlar sayar. Bunlara halen de kullandığımız KISRAK, AYGIR, MİDİLLİ, KADANA, BEYGİR gibi kelimeleri de ekleyince. ALİ ŞİR NEVAİ'nin ne kadar haklı olduğu ortaya çıkar.
Ne yazık ki, bu kelimeleri tek bir sözlükte toplayan olmadığı, ve yazarlarımız kullanmadığı için pek çoğu unutulup gitmiştir!..
TÜRK DİLİ, TÜRKİYE ve AVRUPA TÜRKLERİ arasında Batı kelimelerinin istilâsına uğrayarak dejenere olmuş, Osmanlı döneminden kalma Arapça ve Farsça kökenli kelimeler de "öztürkçe"ci akımla ayıklanıp unutturulmuştur!
Halbuki bu kelimeler BATI TÜRKLERİ ile DOĞU TÜRKLERİ arasındaki en önemli rabıta idi!..
Hemen aynı tarihlerde Sovyet İmparatorluğu da DOĞU TÜRKLERİ'nin dilini birbirinden koparmış, TÜRK lehçelerini "dil" haline getirerek anlaşmalarını zorlaştırmış, Rusca kelimeler kullandırarak pek çok TÜRKÇE kelimenin unutulmasına yol açmıştır.
Biz SÜMERLER'den, hatta daha öncelerinden bu yana dünyanın en eski dilini kullanıyoruz, her çeşit insanla ilişkiye girerek dünyanın en zengin dillerinden birini oluşturmuşuz!.. Bundan fedakârlık edilmesi taraftarı değiliz!.. Tam tersine, BATI TÜRKÇESİ ile DOĞU TÜRKÇESİ'nin birbirine yakınlaşması gerekir! Sun'i olarak Ruslar tarafından bölünmüş, ayrı birer dil haline getirilmiş ve Rusca kelime bombardımanına tutularak yabancılaşmış bütün TÜRK lehçelerinin ortak noktasının bulunmasını gerekir.
Bunun için ilk şart en kısa zamanda bütün TÜRK boylarının ortak bir alfabeye geçmeleridir!.. Bu alfabe Lâtin Alfabesi diye tanınan, ama aslı en az 2000 yıllık olan ETRÜSK ALFABESİ'dir. O da ORHUN ALFABESİ'nin temelini teşkil eden TÜRK tamgalarına dayanır. Hiç bir TÜRK bu alfabeyi kullanmaktan çekinmemeli, bilâkis gurur duymalıdır!..
İkinci önemli şart, gelmiş geçmiş bütün TÜRK soy, boy, oymak ve aşiretlerinin kullandıkları ve halen kullanmakta oldukları kelimelerin hepsini bir tek BÜYÜK LUGAT'ta toplamaktır!..
Bu gerçekleştirilebildiği takdirde ortaya DÜNYANIN EN BÜYÜK SÖZLÜĞÜ çıkacaktır, ve belki de 2.000.000'a ulaşan bir kelime haznesi sağlanacaktır!
Böyle bir sözlükte halen mevcut TÜRK boylarının yazı dillerinin grameri de yer almalı, sonra bu gramer kurallarının birbirlerine yakınlaşmasının yolları araştırılmalıdır.
BÜYÜK TÜRK DİLİ LUGATİ'ni meydana getirmek elbette zordur. Ama önce 100.000 kelimelik bir ORTAK LUGAT hedeflenmeli, sonra bu lugat 250.000 kelimeye çıkartılmalı, daha sonra 500.000, sonra 1.000.000 kelimelik sözlükler olarak geliştirilmelidir.
ALFABE sorunu burada bitmez!.. ANADOLU TÜRKLERİ ve diğer bazı TÜRK boyları 1000 yıl ARAP ALFABESİ kullanmışlar, bu alfabe ile yüzbinlerce eser vermişlerdir. SELÇUKLU ve OSMANLI devlet kayıtları bu alfabe ile tutulmuştur!
Bu sebeple, ESKİ YAZI dediğimiz ARAP ALFABESİ ve OSMANLICA okullarımızda seçme ders olarak okutulmalı, böylece kütüphanelerimizdeki onbinlerce el yazması kitabı, arşivlerimizdeki milyonlarca belgeyi okuyabilenlerin sayısı artırılmalı, geçmişimizle bağlarımız kuvvetlendirilmelidir!.. Ayrıca SELÇUKLU ve OSMANLI devletinin hüküm sürdüğü topraklarda kurulmuş devletlerin kütüphanelerindeki eserlerin de envanteri çıkarılmalı, birer kopyası alınmalı ve zaman içinde okunmalıdır... Yine emperyalist Batı ülkelerinin TÜRKİYE'den ve sömürgelerinden çalıp müzelerine götürdükleri bu çeşit el yazması eserler birer birer tesbit edilmeli, biblografyası yayınlanmalı ve fotokopisi alınıp okunmalı, incelenmeli, gerekirse tercüme edilmeli TÜRK EDEBİYATI'na dahil edilmelidir.
Yine yetmez!.. ASYA ve AVRUPA'da onbinlerce ORHUN ALFABESİ ile yazılı dikili taş, anıt vardır!.. Bu yazıtları okumayı hep yabancılara mı bırakacağız?.. Her şeyi Batılılar'dan mı bekleyeceğiz?.. ORHUN ALFEBESİ de, ORHUN yazıtları da okullarda seçme ders olarak okutulmalı, gençlerimiz artık sadece Cumhuriyet tarihi ile ilgilenmeyi bırakıp, bütün geçmişimizi araştırma ve tanıma şevkiyle yetişmelidir!.. Üniversitelerimizde KÂZIM MİRŞAN'ın tesbit ettiği ORHUN ALFABESİ'nin atası olan PROTO-TÜRK TAMĞALARI'nı öğreten, 15.000 yıllık duvar resimlerini, ETRÜSK, PELASK, RUNİK, FUTARK yazıtlarını inceleyen bölümler açılmalı, binlerce araştırmacı, kütüphaneci, arşivci yetiştirmelidir!
En eski dil diye bilinen SÜMERCE ile TÜRKÇE'nin bağlantısı kabullenmek en açık fikirli olanlara bile hayalî gelebilir... Ama şu tesbitimizi nakledince, şüpheniz kalmıyacaktır:
SÜMER dili M.Ö. 7000-4000 arasında Mezopotamya'da tek dil olarak varlığını sürdürmüştür. M.Ö.2500'lerde ELAM, ANZAN ve AKAT dilleri ortaya çıkmış, SÜMERCE ile karışmışlardır. Babil kralı HAMURABİ, tek bir din meydana getirmek istediğinden, mabutların ve bazı önemli kelimelerin adlarından müşterek isimler yapmıştı. Mesela Güneş Tanrısı'nın adı MAR-UT idi ki, her iki hece de tek başına GÜNEŞ ve ATEŞ (OD) demektir. Suya AB-SU, kamere SİN-AY deniyordu. Gene her iki hece aynı anlamı taşır. (13)
Aradan 4000 yıl geçmesine rağmen, aynı anlamlı kelimeleri tekrar ederek vurgu sağlamak zamanımızda bile TÜRKÇE'nin bir özelliğidir: GÜÇLÜ-KUVVETLİ, SAĞ-SALİM, AKILLI-USLU gibi...
Dikkat edilirse bu yapıda kelimenin biri ÖZ-TÜRKÇE iken diğeri yabancı kökenlidir!..
SÜMERCE, ELÂMCA, AKATÇA ve KASİTÇE bitişken dillerdir... KASİT dilinde AŞ, güneş demektir. TÜRKÇE'deki GÜN-EŞ iki aynı anlamlı kelimeden gelmiş olabileceği gibi, KAZAN ve ÇAĞATAY lehçelerinde KOYAŞ olarak görülür.
Dilcilere göre, ETRÜSK DİLİ de, Avrupa dilleri gibi "bükümlü" olmayıp, "BİTİŞKEN" bir dildir ve SES UYUMUNA YATKINDIR. BİTİŞKENLİK ve SES UYUMU URAL-ALTAY dilleri ve TÜRKÇE'NİN ÖZELLİKLERİNDENDİR. (14)
Tarihçilerin çoğu "Fonetik, Etimoloji" diye bir konuyla ilgilenmezler... Linguistler de fonetiği ve etimolojiyi tarihe uygulamayı hiç mi hiç düşünmezler... Halbuki kelimelerden milletlerin tarihi konusunda fikir edinmek, herkesin kabul ettiği bir husustur.
Mesela Çinliler "R" harfli, Yunanlılar da "Ş" harfli kelimeleri söyliyemezler. Türkler ise iki sessiz harfi kelime başında telaffuz edemezler. Bazı TÜRK boyları Rusça'nn etkisi ile buna alışmışlarsa da, mesela ANADOLU TÜRKLERİ bunun için aslı "station" olan kelimeyi İSTASYON yapmıştır. SPOR'a halkın çoğu hâlâ İSPOR der, kalanı da SİPOR !...
TÜRKÇE'deki R-Z değişimi keyfi değildir. OGUR-OĞUZ aynı şeyi ifade eder ama R ile telaffuz "yakın belirli bir saha, o sahadaki hareket" anlamını verdiği halde, Z ile telaffuz "daha geniş bir saha"yı belirtir. Örnek olarak, FİN-OGURLAR'ı, belirli bir mıntıkada yaşıyan TÜRK boyunu gösterebiliriz. Halbuki OĞUZLAR bütün Orta Asya'ya, İran'a ve Anadolu'ya yayılmışlardır.
Aynı şekilde TÜRKÇE lehçelerinde V-Ğ değişimi görülür: dağ=tav, sağ=sav, beğ=bey gibi...
İşte bu özelliklerden yararlanarak TÜRKÇE'nin hangi dillere yakın olduğu, hangi diller ile alış-verişte bulunduğu konusunda derin araştırmalar yapılmalıdır.
_________________________________
(13) Bu kısımdaki bilgiler özellikle rahmetli ATATÜRK zamanında hazırlanan GÜNEŞ-DİL Teorisi ders notlarından alınmıştır.
- Tankut, H. Reşit , Güneş-Dil Teorisine göre Toponomik Tetkikler, Devlet Basımevi, İstanbul, 1936
--- Güneş-Dil Teorisine Göre Dil Tetkikleri, 1936
--- Güneş-Dil Teorisine Göre Pankronik Usulle Paleo- Sosyolojik Dil
Tetkikleri Adlı Tezinde
Geçen Örnekler, 1936,
- Dilmen, İbrahim Necmi , Güneş-Dil Teorisi'nin Ana Hatları, 1935 TÜRK
Dilbilgisi Dersleri 1-2,
İstanbul, 1936
- Levend, Agâh Sırrı , TÜRK Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TDK
Yayınları,
Ankara, 1972, sf.420-452
(14)Raymond Bloch , Les Etrusques, Paris, 1968, sf.331