DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI


DİL KONUSUNDA YAPILAN AFFEDİLMEZ HATALAR

MİLLİ DİL'in MİLLİ BİRLİK sağlanmasındaki önemini farkeden ATATÜRK, 1933'den sonra ÜLKÜ'sü yönünde faaliyet gösterirken, bir süre "dilde ayıklama" teklif edenlere uymuş, hatta bugün bile anlayamayacağımız "sözcük"ler ile konuşmalar yapmıştı. Bunlardan biri şöyledir:

- "Altes Ruayal,"

"Bu gece ulu konuklarımıza, TÜRKİYE'ye uğur getirdiklerini söylerken duyduğum tükel özgü bir kıvançtır."

"Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu!.."
(İsveç veliahdının şerefine verilen ziyafette yaptığı konuşmadan, 3.10.1934)

Nasıl, bir şey anladınız mı?..

ATATÜRK iyi bir HATİP'ti, coşkulu bir TÜRKÇÜ idi. Ama elbette ki DİLCİ değildi. Bu konuda uzmanları ve "uzman" geçinenleri dinler, onların fikirlerini dile getirmelerine imkân tanırdı. Nurullah Ataç gibi düşünenler, bu yüzden bir süre dil çalışmalarında etkili olmuştu.

Ancak bundan 60 yıl önce, bugün bile anlaşılmayan uyduruk bir dilin kullanılması, TÜRK İNSANI'nı huzursuz etmiş, olumsuzluklar yaratmış; tam bu sırada da TÜRKOLOG KVERGIE, "GÜNEŞ-DİL TEORİSİ" üzerine hazırladığı çalışmayı ATATÜRK'e göndermişti!

KVERGIE, çalışmasında "bütün dillerin tek bir heceden gelişmiş olduğunu" anlatıyor, ve "TÜRKÇE'nin dünyanın en eski dili olduğunu" belirtiyordu. Delili de, bu ilk heceyle bağlantısını kaybetmemiş olan tek dilin TÜRKÇE olması idi!..

Aslında DİNLER'in olduğu gibi DİLLER'in de çıkış noktasının BİR olması, akla yatkındır... Diller sonradan 3-4 ana dala bölünmüş, sonra bu dallar başka küçük dallara ayrılmıştır. Sonra tekrar göçler, istilâlar ve ticaret yoluyla birbirlerinden etkilenmişlerdir. Son zamanlarda da teknolojik gelişmelerin dilleri birbirine yakınlaştırdığı görülmüştür.

Yani esas problem, bir dile başka dillerden yabancı kelimeler girmesi değil; her dilde mevcut olan MİLLİ HİSS'in korunabilmesidir. MİLLİ KİMLİK ve KÜLTÜR'ün kaybolmamasıdır!

ATATÜRK bu basit gerçeği farkedince, "ayıklama" faaliyetinden tamamen vazgeçti!.. (1935) Bu sefer kendisi "uyduruk dil"cileri ayıkladı!.. Dilden atılmış olan pek çok TÜRKÇELEŞMİŞ KELİME'nin de tekrar kullanılması için emir verdi. İşte ölümünden kısa bir süre önce yayınladığı mesaj:

- "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman TÜRK ordusu!.."

"Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felâket ve musibetlerden ve düşman istilâsından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, CUMHURİYET'in bugünkü feyizli devrinde de vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur!.." (29.10.1938)

Şimdi hangisi ATATÜRK'ÜN DİL İNKILÂBI'na uygundur, siz söyleyin... Elbette ki son vardığı nokta!.. Peki, bunu gözlerden saklayıp insanımıza diğerini yutturmaya kalkanlar, acaba ne gibi bir amaç gütmekteler?..
Bilen var mı?

ATATÜRK, TÜRK DİLİ'nin güzelleşmesi hususunda GÜNEŞ DİL teorisinin en büyük vasıta olacağı ümit ve inancında idi. DİL çalışmaları bu sefer bambaşka bir heyecanla yeniden başladı. GÜNEŞ DİL teorisi, DİL TARİH COĞRAFYA fakültelerinde okutulmaya, müspet yönde yeni dilciler yetişmeye başladı... Ancak bu faaliyetten sonuç almaya ATATÜRK'ün ömrü vefa etmedi.

1938'de onun ölümünden sonra, köşe bucağa sinmiş olan uydurukçular tekrar sahneye çıktılar ve "GÜNEŞ öldükten sonra TEORİSİ mi kalır?" diyerek mel'un faaliyetlerine yeniden başladılar!...

ATATÜRK'ün ahırete intikaliyle birlikte dünyadaki DİLİ BİR, İNANCI BİR, TARİHİ BİR soydaşlarımız hakkında söyledikleri unutulduğu gibi, GÜNEŞ-DİL TEORİSİ üzerindeki çalışmalardan da vazgeçilmiştir!

Öte yandan Batılılar da, TÜRK'ü yücelttiği için zavallı KVERGİE'yi epey sıkıştırdıkları gibi; eserinin basılmasını, fikirlerinin Avrupa'da yayılmasını önlemişlerdir... Böylece 1990 yılında iki Rus âlimi "Hint-Avrupaî dillerin kökenin Anadolu olduğunu" ortaya atıncaya kadar, konu unutulmuştur.

ATATÜRK'ün yaptığı her müspet şeyi yıkmayı huy edinmiş olan İNÖNÜ, onları destekledi. Sonuçta eski "uydurma öztürkçeci" zihniyet hortlayarak, TÜRKÇE'yi bugünkü tanınmayacak haline getirdi.

İşin en acı tarafı da, İsmet Paşa'nın ve çömezlerinin bunu "atatürkçülük" olarak yutturmalarıydı!.

Bu dümen hâlâ da sürmektedir. Son olarak Cumhuriyet Yayınları'ndan ATATÜRK VE ULUSAL DİL adlı kitapta (1998) Prof. Dr. Şerafettin Turan ATATÜRK'ün tavrını 1934'e kadar anlatmakta, 1935'den sonrasını "es" geçmektedir!..

Şimdi ATATÜRK'ten DİL ve MİLLET konusundaki düşüncelerini nakledelim:

- "TÜRK demek, DİL DEMEKTİR. Milletin çok bariz vasıflarından birisi DİL'dir. 'TÜRK MİLLETİNDENİM' diyen insanlar, her şeyden evvel mutlaka TÜRKÇE konuşmalıdırlar."

- "TÜRK DİLİ DÜNYADA EN GÜZEL, EN ZENGİN ve en kolay olabilecek bir DİLDİR. TÜRK DİLİ, TÜRK MİLLETİ İÇİN MUKADDES BİR HAZİNEDİR!.."

- "Milletimiz DİN ve DİL gibi kuvvetli İKİ FAZİLET'e maliktir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin KALP ve VİCDAN'ından çekip alamamıştır ve alamaz!.."

- "MİLLİ HİS ile DİL arasındaki bağ çok kuvvetlidir. DİL'in MİLLİ ve ZENGİN olması, MİLLİ HİSS'in inkişafında başlıca müessirdir. TÜRK DİLİ dillerin en zenginlerindendir. YETER Kİ, ŞUURLA İŞLENSİN!"

Ve ATATÜRK'ün Sovyetler Birliği ile ilgili olarak söylediği sözleri tamamlıyan bir cümle... Bu cümle aslında bir onun vasiyetidir:

- "DİN'e ve DİL'e önem verin! TÜRKİYE'nin ve TÜRK ELİ'nin gerçek sınırlarını bu ikisi belirleyecektir!" (17)

Ne kadar haklı olduğunu son yıllarda karşımıza çıkan "Kürt ayırımcılığı" ile görmüş bulunuyoruz.

Bizim burada belirtmek istediğimiz husus, ATATÜRK'ün bu kadar açık olarak belirttiği hedef ve gayeye rağmen, eliyle kurduğu TÜRK DİL Kurumu'nun 1940-1980 yılları arasında, yani tam 40 yıl bir TAHRİP MAKİNESİ gibi çalıştığıdır... Eğer 12 Eylül Müdahalesi olmasaydı, hâlâ da bu yönde ilerliyor olacaktı!

1940'dan sonra "TÜRK" özelliğini kaybeden bu kurum, İSLAM dini ve kültürünü benimsemiş olan TÜRKİYE insanının, bunlarla beraber gelen ARAPÇA ve FARSÇA KÖKENLİ, ancak büyük çoğunluğu TÜRKÇE'YE İNTİBAK ETMİŞ kelimelerin istisnasız hepsini hedef almış, çoğunu da unutturmaya muvaffak olmuştur.

Bunun neticesinde aynı kültürü taşıyan SELÇUKLU, OSMANLI, TİMUR ve BABÜR İmparatorlukları'nın toprakları üzerinde yaşayan TÜRK ve MÜSLÜMAN kardeşlerimizle 1000 yıl öncesine uzanan DİL beraberliği, tamamen bozulmuştur.

Bahsettiğimiz alanı tahayyül bile güçtür... VİYANA kapılarından, RUSYA içlerinde TATARİSTAN'a, ÇİN'den HİNDİSTAN'ın ortalarına, IRAK'tan AFRİKA'nın batısına uzanır!.. Özellikle Arap ülkelerinde kalmış olan TÜRKLER bu 40 yıllık ilgisizlik sonucu, benliklerini tamamen kaybetmişler ve Araplaşmışlardır. Halbuki daha 1900'lerde bile MISIR'ın yarısı TÜRK'tü; ve TÜRK olmayan, hükümdar veya subay olamazdı!.. Kral Faruk'a kadar bu böyle sürmüştü. HİNDİSTAN-PAKİSTAN'da da çok büyük bir TÜRK nüfus vardı.

Bu kurumun ihaneti, bu kadarla da kalmamıştır!.. Kurum 1940-1980 arasında öyle bir uygulamaya girmiştir ki, sadece YURT DIŞINDAKİ TÜRKLER ile değil; TÜRKİYE'DE DOĞUP BÜYÜYEN son ÜÇ NESİL birbirinin dediğini anlayamaz, birbirinin yazdığını okuyamaz hale gelmiştir. TÜRKİYE İNSANI bu kurum yüzünden "dilsiz" olup çıkmıştır. Çünkü bu kurumun 1980'den önce bastırdığı sözlük 26.000 kelime bile değildi!.. Ancak 12 Eylül'den sonra, 60.000 kelimelik küçük bir sözlük hazırlanabilmiştir.

En acısı Mehmet Akif'in İSTİKLÂL MARŞI, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ gibi son dönemlerin ıstıraplarını ve VATAN AŞKI'nı dile getiren şiirleri ile, ATATÜRK'ün NUTUK, GENÇLİĞE HİTABE gibi eserleri okunur, anlaşılır olmaktan çıkmıştır!.. Sanki birileri bize İSTİKLÂL'imizi de, ATATÜRK'ü de unutturmak istemiştir!..

İngiliz dil âlimi ve Türkolog Margaret Bainbridge, içine düşülen bu acı durumu, şöyle ifade eder:

- "Sizin HAKİKİ TÜRKÇE'niz, bundan yıllar önce TÜRKÇE ile yazan muharriyelerinizin dilidir. Ondan evvelki lisanınızın her külfeti, bunların elinde yumuşamış, kaybolmuş, ortaya çok güzel bir yazı dili, şiir ve nesir çıkmıştır."

- "Bugünkü diliniz ise tamamiyle uydurma ve artık güzel olmayan bir dildir. Ne nesir, ne şiir, ne üslubu kalmış, ziyan olmuş bir lisan!.."

- "ÖMER SEYFEDDİN'in, YAHYA KEMÂL'in, AHMET HAŞİM'in, FARUK NAFİZ'in, ORHON SEYFİ'nin, REFİK HALİD'in ve REŞAT NURİ'nin eserlerinde kemâlini bulmuş olan TÜRKÇE'ye, nasıl kıydınız?.. Bu güzel dili kısa zamanda nasıl bu kadar mahvettiniz?.."

Dikkat edilirse sayılan yazarlar, şairler ancak 50 yıl öncesinin edebiyatçılarıdır!..

Bu kişilerin DİL'i ulaştırdıkları mükemmel seviye, o TÜRK OLMAYAN DİLSİZ KURUM tarafından kıstas olarak alınmamış; tam tersine, "Ne etsek de, yeni nesiller bu şaheserleri okumasa, anlamasa!" zihniyetiyle o muhteşem TÜRKÇE'ye acımasızca kıyılmıştır. Bahsedilen eserler "sâdeleştirilerek" basılmış, böylece yazarların o nefis üslubu yavan bir hale dönüşmüş, ilgi azalmıştır.

Hatırlatalım ki, dünyadaki en zengin dil, 1.000.000 kelime ile İNGİLİZCE'dir. Ancak İNGİLİZLER "dillerinin
%80'inin başka dillerden alınma kelimelerden oluştuğunu" iftiharla söylerler. Bu kelimeler arasında TÜRKÇE'den alınma YOGURT; Arapça'dan alınma KISMET, CARAVAN (KERVAN); ESKİMO dilinden alınma IGLOO, PARKA; KIZILDERİLİ dilinden alınma TOMAHAWK, MAKOSEN de vardır.

İngiltere'deki LONGMAN kuruluşu bütün dünya dillerinden oluşturduğu 30 milyonluk kelime arşivi ile övünür!..

Öte yandan Alman, Arap ve Fransızlar da 500.000 kelimelik sözlükler oluşturmuşlar ve bunu DİL DEVRİMİ saymışlardır!.. Aynı tarihlerde bizim TÜRK olmayan o "dilsiz" kurum ise, ATATÜRK'e ihanet ederek konuştuğumuz lisanı 26.000 kelimeye düşürüp, aşiret diline indirgemiştir!

Dünyanın hiç bir ülkesinde, edebiyatçıların eserleri "sâdeleştirerek" yayınlanmaz!.. SHAKESPEAR'in 1500'lerden gelen eserleri AYNEN, her an, bir kasaba kitapçısında bile bulunabilir!.. TÜRK yazarların eserlerini sâdeleştirerek basmak, onları KATLETMEK demektir!.. Yapılacak şey, her sayfanın altına "eski" kabul edilen kelimelerin mânâlarını vermektir!

Her konuda BATI'yı taklitte pek hevesli olanların, iş DİL bahsine gelince onlara tamamen ters davranmasının sebebi, acep ne ola ki?..

Bütün bu hainlik "atatürkçülük" adına, onun külliyen vazgeçtiği "öztürkçecilik" olarak yapılmıştır.

Ama nasıl yapılmıştır?.. ARAPÇA, FARSÇA KÖKENLİ kelimeler kıyasıya budanırken, İNGİLİZCE, FRANSIZCA, ALMANCA, hatta ERMENİCE kelimeler dile doldurulmuştur. Ve hatta YABANCI TAKILAR, GRAMER KURALLARI sun'i bir tarzda dile yedirilmeye çalışılmıştır. Yani TÜRKÇE'miz bir yandan fakirleşirken, bir yandan da dejenere edilmiştir.

ÖYLEYSE KABUL ETMEK GEREKİR Kİ, TÜRKİYE DİL KONUSUNDA BATILILARIN OYUNUNA GELMİŞTİR! 1000 YILDIR KULLANDIĞI ARAPÇA VE FARSÇA KÖKENLİ KELİMELERİ AYIKLAYIP, YERİNE UYDURMA VEYA BATI KÖKENLİ KELİMELER KOYARAK, ASYADAKİ KARDEŞLERİNDEN KOPMUŞTUR!

AYNI ŞEKİLDE, ASYA VE DOĞU AVRUPA'DAKİ TÜRKLER DE SOVYET POLİTİKASI SONUCU BİRBİRLERİNDEN KOPMUŞLAR, AĞIZ FARKLILIKLARI ÖNCE LEHÇE, SONRA DA DİL FARKI HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ, SONRA DA BU DİLLERE RUSÇA KELİMELER DOLDURULARAK TÜRKÇE UNUTTURULMUŞTUR!

Hele Bulgaristan, Yugoslavya gibi ülkelerde TÜRKLER sadece TÜRKÇE'yi unutmaya zorlanmakla kalmamış, adlarını değiştirmeye, dinlerini değiştirmeye zorlanmış: kabullenmeyenler hapsedilmiş, hatta öldürülmüştür

Hem Batı, hem de Sovyet politikası, önce Avrupa'dan sonra Asya'nın önemli noktalarından TÜRK ve İSLAM etkisini kaldırmayı amaçlamıştır. Bunda da önemli ölçüde muvaffak olmuşlardır.

Bu tehlikeli gidişten kurtulmanın tek yolu, ancak ASYA TÜRKLERİ, AVRUPA TÜRKLERİ ve TÜRKİYE'nin sıkı irtibat halinde olmasıdır!.. Tek alfabe, ortak lugat, çok geniş bir radyo ve televizyon yayınları sistemi, karşılıklı neşriyat, ESTONYA-TÜRKİYE-UYGURİSTAN-YAKUTİSTAN'a kadar kesintisiz bir haberleşme ve bilgisayar bağlantısı, ve vizelerin kalkması ile artacak karşılıklı seyahat, gümrüklerin kalkması ile sağlanacak karşılıklı ticaret TÜRK CUMHURİYETLERİ ve TÜRK HALKLARI'nın dünyanın en büyük ORTAK PAZARI'nı meydana getirmesini sağlıyacaktır!

Ne var ki bütün bunlar, en başta dil bağlarımızı kuvvetlendirmemiz ile mümkün olabilir.

Böyle bir fırsat şimdi elimize geçmiştir. Ama Batılılar onu da önlemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hatta TÜRK CUMHURİYETLERİ'ne ETRÜSK (Lâtin) ALFABESİ değil; Arap harfleri kullanmaları için telkinlerde bulunuyorlar!..

Nihat Sami BANARLI da ATATÜRK'le ve Bainbridge ile aynı fikirdedir. (18) TÜRKLER'i "dilde dünyanın en zevkli, en sanatkâr milleti" olarak vasıflandırır. Dilimize başka dillerden giren kelimeler, bizim kendi telâffuzumuzla değişmiş, yeni anlamlar kazanmış, dolayısiyle TÜRKÇE'leşmiştir. Tıpkı İSLAMİYET'i kabul eden bir Avrupalı'yı nasıl bağrımıza basıyorsak, hatta sünnet edip kız veriyor, ailemize kabul ediyorsak; hele onun çocuklarını torunumuz, kendi soyumuz addediyorsak; bu kelimeleri de bizden saymak durumundayız!

Çoğunu unuttuğumuza göre, sağa sola attığımıza göre, dönüp tekrar toplamalıyız!.. Toplamalıyız ki, hiç değilse yakın tarih ve edebiyatımızı anlıyacak, Asya'daki Avrupa'daki kardeşlerimizle anlaşacak hale gelebilelim.

Öte yandan, PROTO TÜRKÇE kısa, tok ve kapalı hecelerden oluşuyordu. Ancak TÜRKLER imparatorluk kurunca, şimdiki vatanımıza yayılınca, uzun sesli kelimeleri de benimsemiş, diline musikî ve âhengi katmıştır. Öyle olmuştur ki, bu konuda Arap ve Acemler'i dahi geri bırakmıştır. Mesela Arab'ın "manara"sı biz de incelmiş ve minÂre olmuştur. Yine Arapça "na'na" bize geçince nÂne olur. Aslında YUMUŞAK G ile biten bütün hecelerimiz uzun hecedir.

Sahte dilcilerimiz ise zaman içinde TÜRKÇE'ye zarafet ve ahenk katan bu özelliği, "yabancı" sayıp 2000 yıl öncesinin yalın ve tok hecelerine dönmek isterler. Yani bizi bazı Batılıların düşündüğü gibi "kaba-saba Türk" haline getirmek isterler. Sonra da "ince, zarif İSTANBUL TÜRKÇESİ'ni yaygınlaştırmak şart," derler. Bu ne çelişkidir?.. Biz kaba ve sert olduğumuz dönemleri geride bırakmışız. Biz TAŞ gibi, KARA gibi sert kelimeleri bile yumuşatmışız: BEKTÂŞİ... YÂrim bürünmüş KAARELER, diyerek!... Olur mu geriye dönmek?..

BANARLI'ya göre dilcilerimizin hata yaptıkları ikinci önemli konu BÜYÜK SES UYUMU dedikleri kuralda israr etmeleridir. Böylece bizi YAPAMAYACAK, GELEMEYOR, MUTLULUĞUNUZUN gibi aynı ünlü harfin 3 ila 7 kere kullanıldığı, söylenmesi de dinlenmesi de tatsız kelimeler kullanmaya zorlarlar. Halbuki insanımız biraz eğitim görünce, ANA yerine ANNE, ATAŞ yerine ATEŞ, MİNARA yerine MİNÂRE diyerek, ruhundaki inceliği ortaya dökmüştür. TÜRK insanı medeniyet seviyesi yükseldikçe SÜRÂHİ, YÂSEMİN, MÜSTAKBEL, MANYETİK gibi 3 ayrı ünlü (sesli) bulunduran kelimeleri benimsemiş ve severek kullanmıştır.

BANARLI'ya göre üçüncü büyük hata, yazıldığı gibi okunan TÜRKÇE'nin tam telâffuzu için gerekli olan inceltme, uzatma, kesme işaretleri, ve bazen gereken sesli harf tekrarını, "dili yalınlaştırıyoruz" diye İMLÂ KLAVUZU'ndan çıkarmaları ve bizleri tam bir keşmekeş içine atmalarıdır. Halbuki, internette ve çanak anten yayınlarında kolayca görülebileceği gibi pek çok dilde bu tarz işaretler kullanılmaktadır!

Böylece KATİL (adam öldürme) ile KAATİL, ASKERİ (i hali) ile ASKERİY(askere ait), ALEM(bayrak) ile AALEM, MANA(Hinduist kavram) ile MAANAA(anlam), HALA(babanın kızkardeşi) ile HAALAA(şu anda da)birbirinden ayrılamaz hale geldi. Yine HÜKÛMET, MÂLÛMAT, KÂFİR, KEMÂL, VAK'A gibi kelimeleri doğru telâffuz edemez olduk.

Esas amaç kolay konuşmamız değil; konuşamamız, hatta anlaşamamız idi!.. Bilerek veya bilmiyerek bu gelişmeyi yaratanlar, hem TÜRKÇE'ye, hem insanımıza, hem de Asya ve Avrupa'daki kardeşlerimize ihanet etmiş oldular. Çünkü onların önüne örnek olarak çıkartabileceğimiz bir dil bırakmadılar... Herhalde bizi bizden iyi tanıyan ve aşağıdaki ifadeyi bizden iyi bilen Batılılar'ın emirlerine uydular:

- "TÜRKÇE'yi öğreniniz! Çünkü TÜRKLER'in uzun sürecek saltanatı olacaktır. " KAŞGARLI MAHMUD

Bazı diller, başka dillerin içinde erimiş gitmiştir. Bazı diller millet dili olmuş, bir tek ülkede konuşulmuştur. Bazı diller ise, imparatorluk dilidir. Bunlar gittikleri ülkelerden vergi gibi kelimeler almışlardır. Hem de ihtiyaçları olduğu kadar... Sonra bu kelimeleri kendi gramerine, fenetiğine uydurarak millileştirmişlerdir.

Yine KAŞGARLI MAHMUD diyor ki:

- "Gördüm ki Yüce TANRI devlet güneşini TÜRKLER'in burçlarından doğurmuş. Onlara TÜRK adını Kendisi vermiş. Onları Yeryüzü'nün Hakanı kılmış ve cihan halkının dizginlerini onların eline bırakmış!.." (19)

Ama TÜRKLER bununla gurura kapılmamış, kendilerini NİZAM-I ÂLEM için yaratılmış saymışlar ve ömürlerini dünyaya düzen, adalet ve huzur getirmek için vakfetmişlerdir.

İsmet Paşa döneminde DİN de büyük ihmale uğramış, bugünkü "lâik" olduğunu söyleyen, ancak asla DİN'le ilgilenmeyenlerin tohumları o günlerde atılmıştır.

Böylece milletimizin sahip olduğu iki fazilet büyük hasar görmüştür.

ATATÜRK DİL İNKILÂBINA GİRİŞTİKTEN KISA BİR SÜRE SONRA (1933-34) BÖYLE BİR YOZLAŞMA TEHLİKESİNİ FARKETMİŞ, GÜNEŞ-DİL TEORİSİNİN IŞIĞINDA, TÜRKÇELEŞMİŞ HER SÖZÜ TÜRKÇE SAYAN BİR ANLAYIŞA ULAŞMIŞ, BU ANLAYIŞ İÇİNDE AHIRETE İNTİKAL ETMİŞTİR.
(1935-38)

Ancak ATATÜRK'ün haklı olduğu bir husus vardır... Ne sömürgeci BATILILAR, ne Rusya, ne de İsmet Paşa bu milletin tümünden DİN ve DİL'i tamamiyle silmeye muvaffak olamamışlardır!

VE ASLA MUVAFFAK OLAMIYACAKLARDIR!!!

_________________________________

(17) Söylev ve Demeçler

(18) Banarlı Nihat Sami, TÜRKÇE'nin Sırları, Baha Matbaası, İstanbul, 1977 , sf. XII

(19) Banarlı Nihat Sami, aynı eser, sf. 18, 27

***
  • SONRAKİ SAYFALAR : TARİH VE DİL İHANETİ , DİL KONUSUNDA ÂCİLEN YAPILMASI GEREKEN İŞLER , DİL İLE İLGİLİ LİNKLER , BATI ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ , BÜYÜK ARAŞTIRMACI KÂZIM MİRŞAN'IN TESBİTLERİ , GİRİŞ