ESKİ TÜRKLERDE İLİM


MACAR TÜRKOLOG AUREL STEIN’IN KEŞFİ

Macar Türkolog Aurel Stein, 1907 yılında İçki Türkistan diye bilinen bölgede MİRAN (TUN-HUANG, Çin) kalesinde 3 yaprak halinde bazı belgeler buldu. (1)

Stein, BİN BUDA, yani Tun-Huang mabedlerini araştırmış, rahip Wang ile uzun pazarlıklardan sonra 24 sandık el yazması ile 5 sandık resmi alıp Londra müzesine nakletmiştir.

TUN-HUANG, DOĞU TÜRKİSTAN'da bugün Çin'in KAN-SU vilayetine tâbi TANG-HO'nun doğu tarafına düşmektedir... Çin'in HAN hanedanı krallarından WU tarafından M.Ö. 111 senesinde kurulmuştu.

Bu yer, HİANG-NULAR bölgesinden TİBET'e giden yol üzerindeki 4 askerî konak yerinden birini teşkil ediyordu. TUN-HUANG'dan 15 kilometre uzaklıkta kayalar içine oyulmuş 500 kadar mağara mabet vardır ki, BİN BUDA MABETLERİ diye anılırlar.

Bu mabetler şimdiki anayola uzak düştüğü gözlerden ırak kalmış, SUNG hanedanı zamanındaki halini muhafaza edebilmiştir.

STEIN, yazmaları Danimarkalı âlim Wilhelim Thomsen'e göstermiş, o da inceledikten sonra bunları İngilizce tercümeleri ile birlikte 1912 yılında Journal of Royal Asiatic Society dergisinde yayınlamıştır.

El yazmaları üç kısımdır... Birinci yazmanın genişliği 26, uzunluğu ise 22-33 santimdir. Kâğıdın sadece bir yüzüne yazılmıştır... İkincisinde kâğıdın iki tarafında da yazılar yer alır... Üçüncüsü ise, diğerlerinden ayrı bir parçadır.

Bu kâğıtlar üzerinde çok eski bir TÜRKÇE ile yazılmış metinler, KÂZIM MİRŞAN'a göre birinci yaprakta 6 maddelik YARLIĞ BOLTI’lar vardı... Bunlar da 8 maddelik BİRİLE’lere ayrılmıştı. İkinci ve üçüncü yapraklarda bu YARLIĞ BOLTILAR’a göre tahakkuk eden BOLTILAR yer alıyordu.

YARLIĞ BOLTI, vahiy yoluyla bildirilen İLÂHÎ KANUNLAR demektir. BİRİLE tâbi demektir. Yani bütün metinde TÂBİ OLUNMASI GEREKEN İLÂHÎ ESASLAR yer alır.

Moğolistan TÜRK TARİHİ yazarlarına göre BOLTILAR'ın, M.Ö. 1517’de AT-UKUŞ BİL’nin (İdil-Ural bölgesinde bir TÜRK devleti) kuruluşundan, M.Ö.512’de Darius’un ÜR-APA (Ural Nehri) mağlubiyetine kadar 1000 yıllık bir geçmişi vardır. Ancak ana metnin hangi tarihte yazıldığı kesin olarak bilinmemektedir.

Yazılar bir SİNTAŞ’tan kopya edilmişlerdir. SİN kelime olarak MÂNÂ İFADE EDEN ŞEKİL, HEYKEL demektir. Aynı zamanda bu şekli yapmaya, yani HEYKELCİLİK SANATI’na da işaret eder. Yani şimdiki tabiri ile plastik sanatlara... SİNTAŞ ise üzerinde Böyle MÂNÂLI İŞARET, RUMUZ VE YAZILAR BULUNAN TAŞ demektir.

Bin yıllık bir felsefi düşünce faaliyetinin semeresi olan YARLIĞ BOLTILAR ile BİRİLELER, aynı yazı ile kopya edilmişlerdir... Yani kopyalayan tek kişidir. Ancak bu kişinin bazı yerlerde SİNTAŞ dilini tam olarak anlıyamadığını da görülmektedir. (2)

Kâğıtlarda yine eski SİNTAŞLAR’dan alınmış TAMĞALAR vardır. TAMĞA kelime olarak ESKİ TÜRK HARFİ, RUNİK (Eski Macarlar’ın da kullandığı) HARF anlamına geldiği gibi, şimdiki mânâsıyla DAMGA’dır.

Buna göre şöyle bir değerlendirme yapabiliriz: ALTI YARIK TİGİN, taş üzerine yazılı bir halde uzun yıllar bir Budist mabedde saklanmış, bu metne göre TÜRK Budist rahipler M.Ö. 1517’den M.Ö.512’ye kadar BOLTI yazmışlar, M.Ö. 516’da yine bir TÜRK hakanı olan TÜRÜK BİL’in BU-KİSİ mabedlerini kontrol alması üzerine, birisi bütün yazıtları kağıda kopyalamış, sonra onları hâlâ BU-KİSİ kontrolünde olan MİRAN KALESİ’ne götürüp saklamıştır.

BU-KİSİ, HİMALAYALAR’ın güney eteklerinde görülen ilk ASYA İNSANI’na verilen addır... TİBETLİLER, ESKİMOLAR, KIZILDERİLİLER tamamen BU-KİSİ karakterleri taşırlar. Hepsi TÜRKLER’in yakın akrabalarıdır.

Kâzım Mirşan, ULUS GENETİĞİ tekniğine göre BU-KİSİ’yi HAVVA ANA’mıza götürmektedir... Ayrıca, TEVRAT’taki SAYI MEKANİĞİ’ne göre de BU-KİSİ, Hz. İBRAHİM’in küçük oğlu İSHAK olduğunu söyler.(3)

Yazının ÖC-ONON kısmından sonra ALTI YARIK TİGİN bölümü geliyordu. Bu ifade "BENDELERİN SPEKTRUM NASİPLERİ" şeklinde tercüme edilebilir... Bilim açısından bir başka karşılığı "ALTI IŞIK VE TANJANTLARI"dır. Sembolik mânâda ise, "ALTIN ÇİÇEK DOKTRİNİ" olarak kabul edilir.

Bu tarzda çok anlamlı ifadelere, metinlerin sadece başlığında değil, her maddesinde rastlanmaktadır... ALTI YARIG TİGİN eseri böyle bir teknik ile, hayatın fenomenlerini, yani izahı zor bütün olayları tek bir esasa bağlamakla kalmıyor, bu esası KİŞİ-OĞLU’nun anlıyabileceği rumuzlara, sembollere bağlıyor.

KİŞİ-OĞLI YAZMIŞI

ALTI YARIG TİGİN

ISİZ OYIBIZ KUL BİTİDİM ITİM

adıyla ünlenen bu bölüm aslında bir bütündür ve son derece derin bir FELSEFE’yi, TÜRKLER’İN KÂİNAT VE YARADILIŞ İNANCI’nı kâğıda dökmüştür.

ALTI YARIG TİGİN’de her olayın bağlandığı esas, DETERMİNİZM’dir... Bazıları buna SEBEP-SONUÇ ilişkisi der... Ancak TÜRKLER’de bu ilişkiyi kuran bir KUDRET vardır. Ve ilişkiler aslında İLÂHÎ KANUNLAR’dır, hepsi İLÂHÎ TAKDİR’in tecellisidir.

Eski TÜRKLER’in ALTI YARIK TİGİN’e yansıyan bu inancı, sadece BUDİST TÜRKLER’e mâledilemez. ŞAMANİST, ZERDÜŞT, MANİST, HIRİSTİYAN, MUSEVÎ TÜRKLER'de de görülmektedir ve neden TÜRKLER’in İSLÂM’ı bu kadar kolay benimsediklerinin ve en samimi koruyucu haline geldiklerinin de açıklamasıdır.

Metinde "ALTI PARAMİT, TÖRT İÇERMEKLİĞ AL-ALTAĞLARTA İLKEVSÜKLENÜ" ifadesi vardır. Bu, ALTI FAZİLET VE DÖRT NÜFUZ MÜNDERACATINDA İLİM SAHİBİ OLMA anlamına gelir... Bu cümleden anlıyoruz ki, ALTI YARIK kısmındakilere PARAMİT(FAZİLET) denmektir. Bunlar kişinin ALLAH’a yaklaşmasını, kavuşmasını temin eden iyi huylar, nefsi terbiye ve davranış esaslarıdır. Bunları yapan kişi, kaynağı İLAHİ olan bir KUDRET kazanır ve derece derece yükselir. Her basamakta da ilmi artar... İşte TİGİN kısmındaki bu DÖRT basamağın her birine de İÇERMEKLİĞ denilmektedir.

Burada enteresan olan husus, ruhi olgunlaşmayı sağlıyan bu TÖRT İÇERMEKLİĞ ile, ORTA ASYA kökenli ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK’teki DÖRT KAPI (ŞERİAT-TARİKAT-MARİFET-HAKİKAT) benzerliğidir.

Yine önemli olan bir diğer husus ta, MANEVÎ ÂLEM’de yükselmenin MADDÎ BİLGİLER ile birlikte ele alınmasıdır.

Konuya tam olarak girebilmek için bazı kadim Türkçe kavramları açıklamak gerekmektedir.

KİŞİ-OĞLI ifadesindeki KİŞİ bugünkü insanlığın ortak atasıdır, yani İslâmî tabirle ÂDEM’dir. Ancak bir tek kişinin soyuna bağlanmakla kalmaz... ÂDEM’in ÂDEM oluncaya kadar geçirdiği bütün safhalarla birlikte girdiği kılıkları da kasteder. KİŞİ-OĞLI böylece ÂDEM-OĞLU, İNSANOĞLU anlamıyla binlerce yıllık bir hayat tecrübesi birikimini de kapsar.

Eski Türkler "DÜZENLİ BİR BÜTÜN (KÜLLÎ NİZAM)" olarak düşünülen KÂİNAT’a OL-ONİ derlerdi. Bu ifadede OL kelimesi DÜNYA, ikinci ON kelimesi de KOZMOS mânâsınadır.

Galaksilerin her biri bir ON’dur. Kozmik bir yapısı vardır, ancak canlı bulunmaz. Canlı bulunan sistemlere ÖC-ONON(ACUN) denilir... Eski Türkler bunların 5 adet olduğuna inanırlardı. Yani DÜNYA dışında 4 galakside daha hayat bulunduğunu düşünürlerdı... Bizim ÖC-ONON’umuz, SAMANYOLU ON’undaki GÜNEŞ sistemidir.

Eski Türkler, EVRENSEL kelimesinin karşılığı olarak HERŞEYİ İÇİNE ALAN manasındaki ALKU kelimesiyle ON’u birleştirip ALKU-ON yapmış, bunu da KÂİNAT, MÜKEVVENAT anlamında kullanmışlardır... ALKU BİŞ ACUN ifadesi ise, KÂİNAT’taki HAYAT OLAN 5 KEHKEŞAN’ı (GALAKSİ) kasteder.

"5" sayısı işte bu yüzden son derece önemlidir ve pek çok eski Türk sembollerinde yer alır.

FEZA (space) kelimesinin karşılığı olarak bugün kullandığımız UZAY kelimesi "SONSUZ OLARAK UZAYIP GİDEN BİLİNMEZ" anlamı taşır. Eski Türkler bunun İLÂHÎ yönünü sezmişlerdir. UZANTKUN kelimesi İLÂHÎ, YÜCE mânâsına gelir... Yani biz, bugünkü Türkler, UZAY kelimesini kullanırken sadece bir boşluk değil, o boşluğu ve içindekilerini yaratan İLÂHÎ KUDRET’i de hatırımıza getirmeliyiz.

UDGUN-SELENE yazıtlarında "ES-ÖNÜGLİG KANTAN KELİPİN, ESÜ-EDE İL ETDİ" şeklinde bir ifade var... Bu, ÖRNEK BİR KANDAN GELEREK, İDEAL BİR HALK YARATTI demektir!.. Bugün KAN örneklerinden KİŞİ-OĞLU’nun genetik yapısını, DNA şifrelerini çözüp, özelliklerini tesbit etmek mümkün olduğuna, ve genlerde bir takım değişiklik yaparak veya KOPYALAMA suretiyle istenilen nitelikte bir ırk meydana getirmek mümkün olduğuna göre, yukardaki ifadenin ne büyük bir ilmî gerçeği dile getirdiğini anlamak kolaylaşır.

HELYUM ATOMU (mikro kozmos) ile GÜNEŞ SİSTEMİ (makro kozmos) aynı kanunlara tâbidir.

KUR’AN-I KERİM’de yer alan LEVH veya LEVH-İ MAHFUZ, ALLAH İNDİNDEKİ KİTAB işte bütün KÂİNAT’ın tâbi olduğu İLAHİ KANUNLAR’ı, geçmiş-gelecek bütün olayları, KUR’AN, TEVRAT, ZEBUR, İNCİL gibi mukaddes kitapları, İLK İNSAN, I-GİNG (4), TENOHA, MAYA TAKVİMİ, MISIR PİRAMİTLERİ, AKUPUNKTÜR gibi fenomenlerin sırlarını ihtiva etmektedir.

Zaten LEVH-İ MAHFUZ ile KENZ-İ MAHFİ arasında ilişki, bu SIRLAR YUMAĞI’nı önümüze sermektedir... LEVH-İ MAHFUZ ifadesi KORUNAN, ULAŞILMASI ZOR LEVHA (KİTAP) demektir... KENZ-İ MAHFİ ise GİZLİ HAZİNE demektir... "BİR GİZLİ HAZİNE İDİM. BİLİNMEK, SEVİLMEK İSTEDİM, KÂİNATI YARATTIM" mealindeki KUDSİ HADİS’e dayanmaktadır... Yani Yüce ALLAH, KİŞİ-OĞLU’nun araştırması, öğrenip bilmesi ve Kendisi’ni sevmesi için o İLÂHÎ KUDRET’i ile KÂİNAT’ı yaratmış, tümünü bir parşomen kâğıdı gibi kabul edebileceğimiz bu sonsuz varlığın her köşesine, İLAHİ SIRLAR’ı gizlemiştir... Yüce ALLAH’ın Kendisi ve yarattığı Kâinat’ın sırlarını HAZİNE olarak vasıflandırması ise son derece önemlidir. İLİM’den büyük HAZİNE, İLİM’den büyük SERVET, İLİM’den büyük ZENGİNLİK yoktur!

KÂİNAT’taki her bir zerre başlı başına bir ÂLEM’dir (5), zaten MİKRO KOZMOS ifadesi de buna işaret eder. İLİM işte bu ÂLEM’in SIRLAR’ıdır ve KİŞİ-OĞLU yaratıldığı günden itibaren bunları araştırmak, bulmak, bunların arkasındaki ALLAH’ı sezmek, ve O’nun HAŞMET’i, AZAMET’i karşısında huşu duymak ve O’nu sevmekle yükümlüdür.

İşte bu yüzden DİNLER’i, bilhassa İSLAMİYET’i İLİM düşmanı göstermek kadar yanlış bir şey olamaz!

Burada enteresan olan nokta, TÜRKLER’in ilk zamanlardan itibaren sahip oldukları inanç sistemlerinde bu gerçeği farketmiş, daima İLİM peşinde koşmuş olmalarıdır!.. ALTI YARIK TİGİN bunun delilidir.

___________________________________________

(1) - Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, TDK, 1987

- Kâzım Mirşan, ALTI YARIK TİGİN, MMB Yayını, 1978, Baylan Matbaası, Ankara

- Kâzım Mirşan, PROTO-TÜRKÇE YAZITLAR, MMB Yayını, 1970, Ankara

- Kâzım Mirşan, PROTO-GREKÇE YAZITLARIN DEŞİFRE EDİLMESİ, MMB yayını

(2) Kopya edenin yanlışlarına örnek:

Metinde ÖGE KE ifadesindeki G harfi için SİNTAŞ TAMĞASI, ve ÜÇ YARIĞ DA ifadesindeki A harfi için en eski TAMĞA şekli kullanılmaktadır... Yazıyı kopya eden ÖSÜ UÇI yerine SU UÇU yazmış... TENLİG APA ALT A ve KİRMİS YARIG AV A cümlelerine mânâ veremediğinden, ALT A’yı KA, AV A’yı da DA olarak okunacak şekilde kopyalamış!.. Bu hatalardan da anlıyoruz ki, ANA METİN çok çok eskidir, elimizdeki eski metin dahi ancak bir kopyadır.

Burada belirtmemiz gerekiyor ki, Kâzım Mirşan’ın eski Türkçe metinlerin okunması için kullandığı özel işaretleri biz almadık, eski Türkçe’deki İ,E,N varyasyonlarını yansıtmadık, Q,W gibi harfler yerine yakını olan K ve V’yi kullandık.

(3) - İSHAK, İSMAİL bizim için farketmez... Her ikisinin de babası Hz. İBRAHİM olduğuna, ve her ikisi de PEYGAMBER olduğuna göre saygımız büyüktür... Ancak TEVRAT sonradan Yahudiler tarafından tahrifata uğramış ve PEYGAMBERİMİZ Hz. MUHAMMED’in ceddi olan Hz. İSMAİL (İşmoil) arka plana atılmıştır. (Tekvin 16-18 Bablar)

Bu açıdan bakınca TEVRAT ve KABBALA’da (harfler ile sayılar arasındaki esrarengiz bağlantılar) Hz. İSHAK’ın ön plana çıkmış olmasını tabii görmek gerekir.

Bizce bu yazıda eğer HZ. İBRAHİM'in oğullarından birine atıfta bulunuluyorsa, bu HZ. İSMAİL'dir.

(4) - İ-GİNG, kehanet için yazılmış Çince bir kitabın adıdır. 8 harfli bir alfabesi vardır. Hayret verici yönü, bu harflerin ALTI YARIK TİGİN’in TİGİNLER bahsine tekabül eden 8 işaret olmasıdır.

(5) - İSLAM TASAVVUFU'nun önemli kavramlarından biri olan 18.000 ÂLEM'deki sayıların toplamı, 9 eder. O da sonsuza işarettir. Yani bu tabir ucsuz bucaksız MÜKEVVENAT'ta sonsuz sayıda ÂLEM olduğuna işarettir. Bu da eski TÜRK inancı ile bağdaşır.

*****