1500 yıllık ALTI YARIK TİGİN parşomenlerinin Çince tefsiri,
755-796 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen LÜ TUNG-PİN tarafından
yapılmıştır.
Kitabın adı "T’Aİ İ CHİN HUA TSUNG CHİH"dir.
CHİN HUA = ALTIN ÇİÇEK,
TSUNG CHİH = DOKTRİN
KÂZIM MİRŞAN, ALTI YARIK TİGİN satırları arasında KÂİNAT’ın, UZAY’ın
sırlarını bulduğu gibi, ondaki bilgileri MAYA, TENOHA ve MISIR yazıtları, TEVRAT
ve KUR’AN-I KERİM ile birleştirerek, İLK İNSAN’ın yaradılışı, ÂDEM,
HAABİL-KAABİL, NUH, MUSA, İSA bağlantılarını, KOZMİK TAKVİMİ ve DÜNYANIN SONU
veya KIYAMET’in tarihini bulduğu da öne sürmektedir.
Bu konularda sadece onun verdiği bilgileri nakletmekle yetineceğiz. Bir
yoruma girmiyeceğiz. Yalnız bazı hususları kaynaklarından nakiller yaparak daha
açık bir hale getirmeye çalışacağız.
Aşağıda onun ALTI YARIK TİGİN felsefesini, LAO TZU adlı Çinli feylezofun
düşünceleri ile birleştirerek açıklamasını bulacaksınız. İSLAMİ BİLGİLER’i biz
ekledik.
- "Âlemlerin BİRİTİSİ (YARATICISI) Gnosis-EB, EB-ER (TEK olan EB), OT-OĞCASI
EB, BİR, BİR ÖKÜN (BİR RAB), veya UB-OZ (En Yüce ALLAH) değildir."
- "ED-ER (YARADAN) olan O’na EDİN-ER (RABB-İL ÂLEMİN) veya TENİR (TANRI)
denilebilirse de, ALLAH denemez. ANÇA(böyle) BİLİNE!"
ALLAH’ın karşılığı eski Türkçe’de AL-APA, (TEVRAT’a göre) Y-H-W-H (nasıl
okunduğu tam olarak bilinmiyor ama YAHVEH tahmin ediliyor), putperestlerde ZEÜÇ
(ZEUS)’tür.
Çinli feylezof LAO TZU, "BİR (AHAD), gök ve yerden öncedir" düşüncesini şöyle
açıklıyor:
Ayrıntısız, buna rağmen mükemmel olan!
Bu BİR, gök ve yerden öncedir!
Nasıl bir huzur ve sükunet!
Mekân ve zaman içinde, ebediyyette dönerek,
Değişimsiz, Kendi-Kendisinde dolu,
Fakat hiç bir zaman kavranamıyacak şekilde,
Uzantkın OL-ONI’nın anasıdır, herhalde!
O’nun adını bilmiyoruz,
"TAO"dur bizim O’na verdiğimiz işaret!
Daha önce de belirtiğimiz gibi, İSLÂM’daki AHAD (TEK) ve VAHAD (BİR)
kelimeleri aynı anlama gelmez... AHAD, ALLAH’ın bütün MEVCUDAT’ı yaratmadan
önceki halidir. YALNIZ ALLAH VARDI, O’NDAN BAŞKA BİR ŞEY YOKTU ifadesinde
karşılığını bulur... VAHAD ise ALLAH’ın KÂİNAT’ı, bütün MEVCUDAT’ı yarattıktan
sonraki, yarattığı ile BERABER ve BÜTÜN halidir. VAHDET-İ VÜCUT (VAR OLANLARIN
BİRLİĞİ, TANRI’DAN AYRILMAZLIĞI) budur.
ALLAH’ın AHAD hali bilinemez, kavranamaz, hatta O’na ad dahi verilemez. Onun
içindir ki, İSLÂM’da İSM-İ ÂZAM diye bir tabir vardır. İşte bu AHAD halinin
kimsenin bilmediği adıdır o!..
Ne var ki, bunlar tasavvufun derin mevzularıdır. O yüzden, KUR’AN ALLAH
kelimesini AHAD hali için de, VAHAD hali için de kullanır. KUL HU VALLAH-U AHAD
(de ki: O, TEK, EŞSİZ OLAN ALLAH’DIR!)
ALTI YARIK TİGİN ve LAO TZU açıklamalarında, BİR kelimesini TEK yerine
kullanılmış... Ve ALLAH’ın KÂİNAT’ı yaratmadan önceki halinin bilinemiyeceğini
belirtilmiş... ALLAH kelimesinin, TEVRAT’taki Y-H-W-H adının, hatta putperest
saydığımız kimselerin kullandığı ZEÜÇ kelimesinin aslında, işte VAHAD (BİR)
halini kastettiğini, ancak bunun için kullanılabileceğini, AHAD(TEK) için
kullanılamıyacağı imâ edilmiş...
Halbuki biz, her ne kadar AHAD için
bilemediğimiz bir İSM-İ ÂZAM var ise de; ALLAH kelimesi hem AHAD, hem de VAHAD
için kullanırız. ALLAH VARDI, O'NDAN BAŞKA BİRŞEY YOKTU ayeti ile, ELHAMDÜ
LİLLÂHİ RABBİL ÂLEMİN ifadesindeki LİLLÂH, bizi doğruluyor.
ALLAH kelimesi gerçekten esrarengiz, derin bir kelimedir. Bir defa hiç bir
kelimeden türememiştir, çoğulu yoktur!.. ALLAH kelimesinin Arapça yazılışındaki
ilk harf olan ELİF’i atsanız dahi mânâyı yok edemezsiniz, geriye LİLLAH kalır
ki, o da ALLAH demektir. ELİF’le birlikte iki LÂM’dan birini atsanız, geriye
İLÂH kalır ki, bu da ALLAH demektir. Nihayet ikinci LÂM’ı da atsanız, geriye
sadece HE harfi kalır, bu da HU diye okunur ki, "O" demektir, o dahi ALLAH’a
işarettir!.. Bunların hepsi ALLAH’ın yüceliğinin inkâr edilmez delilleridir!..
Yalnız ALTI YARIK TİGİN ve LAO TZU adlı ermişin haklı olduğu bir şey var... O
da VAHDET'e işaret eden ALLAH, Y-H-W-H, eski Türkçe’deki AL-APA, ve hattâ
putperestlerin ZEÜÇ (ZEUS) kelimelerinin, öyle olur olmaz yerlerde, saygısızca
kullanılmaması gereğidir.
YARADAN, TANRI, HAK (HAKİKATIN SAHİBİ), YA-RAB (ÖĞRETEN), İLÂHİ (TANRI),
RAHMAN (ESİRGEYEN), RAHİM (BAĞIŞLAYAN), ZÜL-CELÂL (YARATICI KUDRET SAHİBİ),
ZÜL-CEMAL(GÜZELLİK SAHİBİ), YA HAY (HAYAT VEREN), YA KAHHAR (YOKEDEN), YA
MUİN (YARDIM EDEN), KAADİR (HERŞEYİ YAPMAYA GÜCÜ YETEN) gibi isimleri yerinde
kullanmak, daha makbuldür.
Bu kelimeler hem isim, hem de sıfattır. ER RAHMAN deyince isim olur...
Hintliler’de, hattâ putperestlerde çok tanrı gibi görünen durumlar, putlar,
aslında BİR TEK TANRI’nın kâinattaki tecellesine verilen değişik isimlerdir..
İşte eski Türkler de AL-APA’nın (ALLAH) tecellilerine böyle çeşitli adlar
vermişlerdir:
TENLİG APA - BEDEN TANRISI
EB-İÇE APA : İÇ VARLIK (RUH) TANRISI
ÜR - APA : ÖBÜR DÜNYA TANRISI
UR – APA : HÜKÜM-DİN (KIYAMET GÜNÜ) TANRISI
İÇÜÜM- APA :HÜKMÜNE GİRECEĞİMİZ TANRI
AM – APA : SEVGİ TANRISI
TÖR – APA : HÜRMET TANRISI
KÜLÜG APA : SAADET TANRISI
İYİME APA : VARLIK TANRISI
Hemen tekrarlıyalım ki, bunlar ayrı, birbirinden farklı tanrılar değil; aynı
TANRI’nın farklı yansımalarıdır.
Burada bir hatıramızı nakletmek isteriz... JAYENİZM dininden olan bir Hintli
profesör dostumuza bir gün, gaflette bulunup "Sizin dininizde kaç tanrı var?"
diye sorduğumuzda, yüzümüze acıyarak bakmış ve "Bütün dinlerde BİR TEK TANRI
vardır" demişti!
Bilindiği gibi ALLAH, İSLÂMİYET öncesi Arap kabilelerinin de TANRI’sı idi.
KUR’AN onları ALLAH’a inanmamakla değil, "LÂT, MENAT, UZZA gibi putları ALLAH’a
eş, yardımcı (şirk) koşmak"la suçlar!.. İSLAMİYET, aslında ALLAH’tan değil de;
güçlü insanlardan, zenginlerden, türbeden, evliyadan medet ummayı da, "şirk
koşma" olarak kabul eder. Böyle davranırsak, onları bir nevi putlaştırmış
oluruz.
İSLAM'daki TEVHİD (BİRLEME) başka hiç bir dinde bu kadar kuvvetli ortaya
konmamıştır... TEVHİD, yüce ALLAH'ın MÜKEVVENAT'taki bütün farklı tecellilerine,
bütün değişik isimlerine rağmen; TEK olduğuna iman etmek ve asla O'nu bir cisme,
bir kişiye, bir olaya bağlamamak demektir. O, her yerde HÂZIR (mevcut) ve
NÂZIR'dır (gözetir)! Her şey O'nun bilgisi ve izni dahilinde olur. O'ndan
habersiz bir yaprak bile düşmez!
ŞİİR:
Yazın ise kış buzuna SU derler!.
Yanılınca hakiki BURKAN’a GÖNÜL derler
Yanılmayınca aynı GÖNÜL’e BURKAN (7) derler!..
ÇISUYA TUTUN
_________________________ (7)- BURKAN: KÜME kanunudur. Yani CÜZ'ü KÜL'e bağlayan kaçınılamaz
hüküm...
ESKİ TÜRKLERDE İLİM
Şiir "insan yanılınca BÜTÜN içindeki varlıkları ayrı sanır, yanılmayınca bütün
ayrı varlıkları TEK görür!
Aslında BUZ da, KAR da, BUHAR da SU'dan başka bir şey
değildir," diyor.