SEMERKANT’ın güneyindeki BAYSUN DAĞI’nda bulunan TEŞİK TAŞ MAĞARASI’nda 9 yaşında olduğu tahmin edilen bir çocuk mezarına rastlanmıştır. A.D. ODLADNİKOV mezarın 30-40.000 yıllı4k olduğunu tesbit etmiştir. Yani bundan daha yeni değildir.
Enteresan olan olay, mağaranın ağzının taşla örülü olmasıdır... AMERİKALI araştırmacı HRDLICA, bu iki hususu birleştirerek su sonuçları çıkartır:
- Çocuk cesedini “gömmek” için “mezar” yapılması, o bölgede yaşıyan ORTA ASYA İNSANI’nın “ÜSTÜN BİR KUDRET”i tasavvur etmiş olduğunu gösterir.
- Mağara ağzının taşla örülü olması ise, taşı “yapı malzemesi” olarak kullandığını, yani çağına göre üstün bir medeniyete ulaşmış olduğunu gösterir.
- ORTA ASYA İNSANI, “ruh ve kafa gücü”ne sahiptir. Aklıyla “gözle görülmeyeni” tasavvur edebilecek, aynı zamanda “taş örgü” ile “sistemli bir yapı” kurabilecek seviyededir. ÜSTÜN KUDRET kavramından TEK TANRI inancının çıkması için M.Ö.15.000’li yılları beklemek gerekecektir, ama daha önce TÜRKLER’İN ATASI olan bu ORTA ASYA İNSANI, “his, düşünce ve gözlemler”ini mağara duvarlarına, kayalara RESİMLER olarak işlemiştir. M.Ö. 15.000’den sonra bu RESİMLER, TAMĞALI olmuş, bilim dilinde PETROGLİF denilen SEMBOL-ŞEKİLLER’e dönüşmüştür.
HİS ve HÜŞÜNCE’nin resmini yapmak, SOYUTLAMA yeteneğini gösterir. ORTA ASYA İNSANI bu yeteneği ile aynı bin yıllarda dünyanın başka yerlerinde duvarlara, kayalara “resim yapan” diğer insanlardan tamamen ayrılmaktadır... İşte bu farklılıktır ki, bize TÜRKLER’İN ORTA ASYA’DAN GÖÇ YOLLARI’nı tesbitte yardımcı olmaktadır.
Resimlerdeki bu farklılık, bu SOYUTLAMA yeteneği nasıl ortaya çıkmaktadır?.. ORTA ASYA İNSANI gördüğünü, NATURİST bir anlayışla olduğu gibi değil; Düşündüğü, hayal ettiği, ve ona verdiği mânâ ile, soyutlaştırarak; lekeler, noktalar, yalın çizgiler kullanarak, yani ŞEMATİZE ederek çizmiştir... Bu özellik diğer bölge insanlarında görülmemektedir.
KAYA RESİMLERİ, ya da bilimsel adıyla PİKTOGRAMLAR, M.Ö. 30.000-15.000 arasındadır. ORTA ASYA İNSANI, o tarihten sonra, belki de taşa her şeyi olduğu gibi kazımak zor olduğu için, SOYUTLAMA-ŞEMATİZE ETME yolunu bulmuş, tekrarlanan şekilleri SEMBOLLER ile resmetmiştir.
SEMBOL, bir şeklin göründüğünden farklı anlam taşıması demektir. Bir kavramı çağrıştırır. Bu yüzden SEMBOLLER, çeşitli KAVRAMLAR’ı çağrıştırdıkları için, özel bir DİL oluştururlar. Bu özel dilin, o dönemde ORTA ASYA’da konuşulan dil ile bağlantısı olması gerekir. Resim yapan, semboller çizen insan, ancak kendi dilini yansıtır.
UV, OĞ, UB, BU gibi heceleri (ve bu hecelerin ifade ettiği kelimeleri, dolayısiyle o kelimelerin işaret ettiği varlıkları) oluşturan bu SEMBOL ŞEKİLLER, gerçek anlamlarını, dalları bugünkü TÜRK LEHÇELERİ’ne kadar uzanan, PROTO-TÜRKÇE köküne dayanmaktadır. TÜRKLER, bu sembol-şekillere TAMĞA adını verirler ki, bugün bile DAMGA belirli sembolik bir şekil anlamına gelir.
En az iki TAMĞA’nın yanyana gelmesiyle yazı doğmuş, diziler halinde TAMĞALAR ile de YAZITLAR-KİTÂBELER oluşmuştur. Birden fazla TAMĞA’nın cümle teşkil etmesi, M.Ö.8000 yıllarındadır. KİTÂBELER’in doğuşu ise M.Ö.7000’dedir. Ve bu şeref PROTO-TÜRKLER’e aittir!.. Bu şekilde gelişen PROTO-TÜRK YAZISI, daha sonra batıya taşınmış, SÜMER, MISIR, FİNİKE, GREK, İSKİT, LATİN alfabelerini etkilemiştir.
ÜSTÜN KUDRET kavramının M.Ö.15.000’lerde geliştiğini SEMBOLİK KAYA RESİMLERİ ve SİN-TAŞLAR (heykeller) üzerindeki yazı elemanlarından anlıyoruz... O yıllara tarihlenen PETROGLİFLER’de ES (ruh), ED (yaratma), İK dualite, ikilik, yani ruh ve beden, madde ile mânâ) ve OS (TANRI Beldesi, Kozmoz, Manevî Âlem) tamğaları açık bir şekilde görülmektedir.
Daha sonraları ED (yaratma) tamğasından EDİN, ER, DENİR, TENİR, TENRİ, TANRI (yaratan) KELİME ve KAVRAMLAR’ı doğmuştur.
İşte bütün bunların başlangıcı TEŞİK TAŞ MAĞARASI’ndaki ÇOCUK MEZARI’dır!