PEYGAMBER EFENDİMİZİN İNSANLIĞA GETİRDİĞİ YENİLİKLER 

 

İslâmiyetten önce yahudiler, hıristiyanlar ve araplar tereddi içinde manevî meziyetlerini kaybetmiş ve gerçek medeniyetin yolundan sapmıştı. Herşeyleri maddeye dönmüştü.

Avrupa'nın güney doğusunda hâkim bir durumda bulunan Roma İmparatorluğu dejenere olmuş ve bunun bir neticesi olarak da ahlâk, haliyle, çökmüştü. Doğunun eski bir ilim ve irfan merkezi olan Hindistan'da korkunç ve dehşet saçan bir ahlâk çözülmesi başlamıştı. Cin de, aynı paralelde, ahlâkın karanlık yönlerine sürüklenmiştir. Artık dünyanın hangi tarafına bakılırsa bakılsın, genellikle istenilen ahlâki meziyetler ve faziletler değerini zâyi etmiş ve yerini birtakım mezmûm ve çirkin tavır ve hareketlere bırakmıştı.

Öncelikle ve özellikle Araplar dalâlet çukuruna batmışlar, ahlaki yönden tutunacak halleri kalmamıştı. Elleri ile yapmış oldukları putlara tapmaktan başka bir maharetleri olmadığı gibi, güya şereflerini lekeleyecekler diye, kız çocuklarını daha küçükten diri diri toprağa gömmüşlerdi, Her çirkin şeyi ve her fenalığı bir mübah olarak telakki etmişlerdi. Kadınların hakları ellerinden alınmış ve onları miras hakkından mahrum etmişlerdi.. Bununla da kalmıyarak Hazret-i İsmâil (A.S.)'ın peygamberliğinden sonra, Allah'ın varlığı bir olduğu inancı unutulmuş, kendi elleri ile yapmış oldukları bir sürü putlara tapar olmuşlardı, Artık tevhid inancı yerine bâtıl inançlar hakim olmuş, dalalet ve zulmet her tarafı kaplamıştı. Nisan ayı içinde Kameri Rebiu'l evvel ayının onikinci bir Pazartesi günü sabaha karşı dünyaya gelen sevgili peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a..s.) kırk yaşlarında risalete nâil olmuşlardı.

Peygamberlik müessesesinin son halkasını teşkil eden son peygamber Hazret-i Muhammed (s.a.s.)'in, öncelikle ve özellikle insanlara tebliğ etmiş olduğu dinin temeli Kelime-i Tevhidi yani Allah'dan başka ilâh yoktur. Hazret-i Muhammed Allah'ın elçisidir.", demektir.

 

İşte böyle İslâmiyet, her şeyden önce insanlara insanlık değerini kazandırmış, tanrılar düşüncesini yıkmış, bizi yaratan Allah birdir, İnancını yaymaktır. Sözün özü İslâm'ın birinci temeli Tevhid'dir. Tevhid müslümanlara ancak Allah'dan korkulabileceğini öğretmiştir. Artık beşeriyet dalalet çukurundan kurtulmuştur. Hakikat yerini almıştır. İlim cehle galebe çalmıştır.

 

Süleyman Çelebi, Mevlidinin münacaat bahrinde,

 

Birdir ol birliğine şek yok durur

Gerçi yanlış söyleyenler çok durur

Cümle âlem yok iken ol var idi,

Yâradılmıştan gani Cabbar idi,

 

dedikten sonra son mısrasında :

 

Bâri ne hacet kılavuz sözü çok

Birdir ol kim andan artık Tanrı yok.

 

demiş Allah'ın varlığını, birliğini, şeriki ve naziri olmadığını ne güzel dile getirmiştir.

İnsanın birinci vazifesi kendisini yaratan ve yoktan var eden, varlığını gösteren Allah'a iman etmektir. Mehmed Akif'in de Safahat'ında :

 

İmandır o cevher ki ilâhi ne büyüktür,

İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.

 

şeklinde geçen mısralar bunu ifade ediyor.

Nübüvvetten önce Resul-u zişân efendimiz murakabeye daldıkları bir sırada kendisine dört büyük melekten biri olan Cebrâil Aleyhisselâm görünmüş ve Hazret-i Muhammed'e :

"- Oku!" demiş, Hazret-i Muhammed de :

"- Okuma bilmem" demişti. Bu tarz üç defa tekrarlanmış ve üçüncü defasında Cibril-i Emin, Hazret-i Muhammed'i kucaklamış ve sıkmıştı. Bir kere daha "Oku'' demişse de Hazret-i Muhammed (s.a) :

"- Okumağa muktedir değilim" deyince Cibril-i Emin;

"Her şeyi yaratan Rabbının adı ile oku! O insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. O keremine nihayet olmayan Rabbının adı ile oku: Kalemle (yazmayı öğreten) insana bilmediğini bildiren keremine erişilmez mertebede olan "yüce Allah'ın adı ile oku!" âyetlerini vahyetmişti. Diğer bir âyet-i celilede de "Hiç bilenlerle bilmeyenler müsavi olur mu?" buyurulmuştur. İslâm dininin ilme, fenne nekadar önem verdiği aşikârdır.

Resul-i zişan Efendimiz de; "İlim talebinde bulunmak hem erkek ve hem kadın müslüman üzerine farzdır", buyurmuşlardır.

İşte böylece Resul-i zişan efendimiz okuma ve yazmayı teşvik etmiştir. Bugün bütün İslâm âleminde ve dünyada ilk okuma ve yazma mecburi olmuştur. Bütün dünya milletleri okuma-yazmayı bir düstur haline sokmuştur. Hattâ Hz. Ali, "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" demek suretiyle İslâm nazarında ilim ve irfanın değerini en güzel bir şekilde belirtmiştir.

 

Okuma-yazma hususunda Resul-i zişan efendimizin pek çok mübarek sözleri vardır. Bu mübarek sözleri meyanında "İlim öğreniniz, zirâ Allah uğrunda ilmi öğrenmek bir hasenedir", "İlimden söz açmak Huda'nın namını tesbihtir. İlim araştırmak cihad, ilmi tahsil etmek ibadettir. İlmi talim etmek sadakadır." buyurmuşlardır.

Resul-i Zişan efendimizin insanlığa getirdiği okuma-yazma, meselesi İslâm'ın bilgiye vermiş olduğu önemin üstün bir derecesidir, düşüncelerin gelmesi nesilden nesile aktarılması, kuşkusuz, yazı ile olacaktır. Bunun  için sevgili peygamberimizin hayatında ilim ve irfan müesseselerinin temelleri atılmış, sonradan da Bağdad'da, Türkistan'da, Kahire'de, Kurtuba'da zamanımızda görüldüğü gibi medreseler açılmış, ilm-ü irfana gerekli önem verilmiştir. Hattâ sevgili peygamberimiz "Yaratanın eserlerini bir saat düşünmek yetmiş sene (nâfile) ibâdetten hayırlıdır," buyurmuşlardır.

İslâm'ın özelliklerinden biri de onu tebliğ eden Hazret-i Muhammed (s.a.s.)'in son peygamber oluşudur.

İslâmiyet, bütün beşeriyete şâmil bir dindir. Bundan sonra ne bir din ve ne de bir peygamber gelmeyecektir. Sevgili Peygamberimiz "Alemlere rahmet olmak için, gönderilmiştir."

          İslâm'ın temel kaideleri ilk zamandan zamanımıza kadar hiç bir değişikliğe uğramadan gelmiştir. Kıyamete kadar da devam edecektir. İslâm Dini fıtridir. Bütün insanların dinidir. Tabidir, umumidir. Çünkü bu din İnsan tabiatına en uygun olan dindir.

İslâmiyetin bize getirdiği yeniliklerden biri de, kuşkusuz, adalettir. Adalet, herkese hakkını verdiren bir fazilet kaynağıdır. Bir toplumun ve devletin temel taşıdır. İslâm'ın zuhuruna kadar, Arabistan'da can, mal, şeref emniyeti yoktu, adalet ve insaf çoktan gitmişti.

Zulmün fena şekillerinden biri, babaların günahlarından çocukları sorumlu tutulmalarıdır. Zira bir baba günah işlerse onun çocuklarından biri cezaya müstehak olurdu. Yahud babanın suçundan dolayı oğulları asılır veya katl olunurdu. Bu hali yalnız Arabistan'da değil, bütün Dünya'da da görmek mümkündü.

İşte Kur'ân-ı Kerim, "Hiç bir vebali başka bir kimseye yüklemeyin" diyerek bu fenâ âdeti adaletsizliği ortadan kaldırmıştır, Resul-i zişan efendimiz de : "Her câni, kendi cürmünden kendisi sorumludur" buyurmuşlardır. Artık bu durum karşısında Arabistan hidayet nuru ile müslümanlığın ışığından aydınlanmıştır.

Hak, insanlar arasında eşitliği emreden, sınıfsız ve imtiyazsız bir mefhumdur. Hesap, nesep, ırk ve renk söz konusu değildir. Bunun da miyarı; Allah korkusudur. Vicdan muhasebesidir. Hakkı kabul etmek ve bildirmek bir müslümanın yaşantısıdır. Çünkü müslümanlık bunun üzerine kurulmuştur.

İslâmiyet yardımlaşmayı ve dayanışmayı getirmiştir.

İslâmiyet ahlâkı yüceltmiştir. Zira ahlâk, 'huluk'un cemidir. 'Huluk', huy, âdet demektir. İnsani nefisten kolaylıkla sudüruna sebep teşkil eden bir melekedir. İnsan bu tarz üzerine kökleşmiştir. Fıtri ahlâk beşerin yaradılışında meknuzdur. Beşikten itibaren yapılan eğitim ve telkin ile tabiatta husule gelen huylara, kazanılmış ahlâk nâmı verilir. Bunda harici tesirlerin önemi vardır. Fakat bununla beraber bir çocuk temel eğitimini baba ocağında ve ana kucağında alır. Bu hususta Resul-i zişan efendimizin bir çok hadisleri vardır. Bunlar meyanında şunları zikredebiliriz :

"Güzel ahlâk, Allâh'ın yüce ahlâkıdır",

"Müslümanlık huyun güzelliğinden ibarettir''.

"Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim".

"Allah'ım! Yaradılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzelleştir".

Hazret-i Ömer (r.a.) da şöyle der :

"İnsanın şerefi aklı ile, asâleti diniyle ve şahsiyeti de ahlâkı iledir".

Ahlâk dinin kabıdır. Ahlâk libâsı ile insanların en iyi olanı din bakımından da en güzelidir. Müminlerin iman yönünden en olgun olanları ahlâken üstün olanıdır.

Yüce Allah, insanları toplu bir halde yaşamaları için yaratmıştır. Müslümanlar birbirinin kardeşidir.

Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de Hucurat süresinin 13. âyetinde : "Ey nâs! biz sizi bir erkek bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz ona karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah, bilendir, herşeyden haberdardır" buyurmuştur. Bunun için insanların birbirine karşı bir takım vazifeleri vardır.

Kur'ân-ı Kerim'de İsrâ süresinde iyilik yapmayı ve fenalıktan sakınmayı âmir ahlâkı esaslar şunlardır :

1) Allah'a şerik koşmayınız.

2) Anaya, babaya hürmet ve itaatta bulununuz,

3) Haklı olanlara hakkını veriniz.

4) İsraf etmeyiniz,

5) İfrat (haddi tacavüz) ve tefritten sakınınız. İtidallı davranınız.

6) Çocuklarınızı öldürmeyiniz.

7) Zinaya yaklaşmayın.

8) Haksız yere, kimseyi öldürmeyin.

9) Yetime iyi muamele gösteriniz,

l0) Ölçü ve tartılarınız doğru olsun.

11) Bilmediğiniz şeyleri körü körüne takip etmeyiniz.

12) Yeryüzünde gururlu ve böbürlenerek yürümeyiniz.

İşte bu 12 emir esas düsturdur. Dünya âleminde bütün hayır ve şer binasının temelini bunlar teşkil eder. Ahlâk kitabı yazmak istenilirse dünyanın neresinde bulunursanız bulunun; bu on iki emirin dışında bulunamazsınız.

Hazret-i Peygamber, herkes gibi bir beşerdîr. Fakat bize Allah yolunda bir örnek ve rehber olmuştur. O da bizim gibi tatlı ve acı hatıralarla yaşamıştır. O'nun doğumu ile beşeriyette bir ışık her tarafı sarmış, şirk ve cehalet bulutları dağılmış, binlerce seneden itibaren yanmakta olan ateşin söndüğü, putların yerlere serildiği Kisrâ sarayının temelinden sarsıldığı gün onun doğduğu gündür. Artık bu gidişle firavunların bâtıl dâvâları ve Nemrud'ların azgınlıkları sona erecektir.

İslâm'ın amacı şüphesiz beşerin hidâyet ve saadetidir. Bunu tahakkuk ettirmek için bütün gücü ile uğraşan Resul-i zişan efendimiz Mekke'de onüç yıl kalmıştı.Müşriklerin zulmünden bıkmış olan müslümanları Resul-i Zişân efendimiz Medine'ye hicret etmeye teşvik etmişti.

Resul-i Zişan Efendimiz Medine devrinde de insanlığın saadeti ve kurtuluşu için bir çok yenilikler getirmiş ve beşeriyet tam manâsı ile dalaletten hidayete, zulmetten nura, sefahatten saadete ulaşmış, cehalet ve taassubu yenmiştir. Tüm beşeriyetin hakkı hayatını tanıtmış, dünyayı nurlandıracak hakk-ı hayatın sağlam yollarını göstermiştir. Cehâlet ve taassup zeval bulmuştur. Adalet zulme ve işkenceye, ilim ise cehle galip gelmiş, yeni bir ufuk belirmiştir.

Resul-i Zişân Efendimiz, İslâmiyetin temelleri hususunda şöyle buyurmuştur

“Rabbınıza ibadet ediniz, beş vaktinizi kılınız, oruç ayında orucunuzu tutunuz. Emirlerime itaat ediniz.”

İslâmiyetin zuhuru ile bütün Arabistan bir Allah'a inanmış, cinayet, hiyanet, zulüm yırtılmış; hakikat güneşi, ışıklarını bütün dünyaya saçmıştır. İfta ve kaza teşkilâtı kurulmuş, peygamberimizin nâmeleri ve dâvet mesajları her tarafa gönderilmişti.

İslâmiyetin hedefi; bütün insanlar arasında, toplum içinde çıkması muhtemel kavgaları izale etmek, ızdırap ve elemleri gidermektir. İslâmiyetin ana temellerinden biri olan zekât, zengin sayılan bir müslümanın, malından kırkta birini yıldan yıla müslüman olan fakire temlik etmesidir. Temlik; menfaatı, tamamı ile kendinden keserek malının bir miktarını fakire vermektir. Böylece zekât; zengin ile fakir arasında bir köprü kurmaktır. İçtimai bir yardımdır. Allah'ın vermiş olduğu sayısız nimetlere karşı bir şükran borcudur.

Hayat, içtimai yardım ile kaimdir. İslâm'da yardımlaşma içtimai bir usuldür.

İşte İslâmiyet zenginin malları ile, muhtaç olanları gözetir, İslâmiyet, işte böylece "kuvvetli olanlar yaşar, zayıflar kalkar" düsturunu ortadan kaldırmıştır. Onun yerine sevgi ve kardeşliği koymuştur. İçtimaî nizamı getirmiştir.

Sözün özü; zekât, içtimai yönden büyük menfaatı olan malî bir ibadettir.

İslâmiyet istibdâdı yıkmış, insanlığın hür olmasını sağlamıştır. Ferdi saltanatı kaldırmıştır. Çünkü müslümanlık danışmayı öngören bir nizâmdır. Şürâ ile iş görür Rey ve intihâp esastır.

 

Yazımızı Yunus Emrenin, Resülü Ekrem'e olan aşkını ifade. eden şiiriyle bitiriyoruz :

 

Araya araya bulsan izini

İzinin tozuna sürsem yüzümü

Hak nasip eylese görsem yüzünü

Ya Muhammed canım arzular seni.

 

Bir mübarek sefer olsa da gitsem

Kâbe yollarında kumlara batsam

Hub cemalin bir kez düşte seyretsem

Ya Muhammed canım arzular seni.

 

Arafat dağıdır bizim dağımız

Orda kabul olur duâlarımız

Medine'de yatar Peygamberimiz

Ya Muhammed canım arzular seni.

 

Yunus metheyledi seni dillerde

Dillerde dillerde hem gönüllerde

Ağlaya ağlaya gurbet ellerde

Ya Muhammed canım arzular seni.

 

Yunus EMRE