|
|
Diğer isime ise kinnui deniyor. Buna Yahudi olmayan ya da seküler isim deniyor.
|
|
|
Üzeyir Garih’in babasının ismi Üzeyir Ezra Garih’miş. Dedesinin isminin de
Üzeyir olduğu söyleniyor. Demek ki, babası da , öldürülen oğlu da ilk erkek çocuklar ve Üzeyir ismi böylece devam ediyor. Üzeyir, bir "kinnui" isimdir ve nüfusunda olsun, olmasın mutlaka bir şemhakodeşi vardır. |
|
|
A.H.
------------------------------------------------------------------------------------------------------ |
|
|
Geçtiğimiz günlerde tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun ‘alkolik ve eşcinsel’ olduğu yolundaki açıklamalarından ötürü Prof. Dr. Semavi Eyice’den büyük tepki gören Orhan Pamuk’a, Prof. Dr. Yalçın Küçük’ten de ağır eleştiriler geldi. “Kar” adlı romanında Mevlana’ya ağır eleştirilerde bulunan Pamuk’la ilgili, ünlü yazar Yalçın Küçük’ün kısa süre önce yayımlanan Şebeke adlı kitabı, edebiyat dünyasını sarsacak nitelikte, son derece ilginç argümanlar içeriyor. Bilindiği gibi Orhan Pamuk’un “En renkli ve en iyimser romanım.”, dediği “Benim Adım Kırmızı”, 1591 yılında, yani III. Murat döneminde, İstanbul’da karlı dokuz kış gününde geçiyor. ‘Benim Adım Kırmızı’, ilk bakışta, herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların dillendiği, ölüm, sanat, aşk, evlilik üzerine bir kitap gibi gözüküyor. Oysa Yalçın Küçük’e göre durum son derece farklıdır. Küçük, Orhan Pamuk’un kitabını analiz edebilmek için, İbranice öğrenmeye başlamıştır, zira, ‘Benim Adım Kırmızı’ tamamıyla bir tür Yahudi mistisizmi olan Kabalistik Sabetaycılık’ın etkisiyle yazılmıştır ve Pamuk’un bu kadar popüler ve ünlü olmasının ardında, Sabetaycı kimliği yatmaktadır: “Yahudi mistisizmi, Kabala ve bunu ayrı bir din olarak geliştiren Sabetayizm’de, ölümden sonra yaşam, eskatoloji, çok güçlü bir külttür ve bu, Pamuk’un incelediğim iki kitabında da nerede ise temel anlatım olmaktadır.’ (Şebeke, sf. 37) Kitabın isminin ‘Benim Adım Kırmızı’ olması tamamıyla bir Yahudi manifestosudur. Zira romandaki hikayenin geçtiği III. Murat döneminde, ekonomik güçlüklerin baş gösterdiği bir sırada Yahudi bir kadının 40.000 duka değerinde bir elmas takıp gezmesinin yarattığı büyük tepki üzerine Sultan, 27 Nisan tarihli bir fermanla Yahudilerin bundan böyle kırmızı bir şapka giymelerini emreder. ‘Üçüncü Murat dönemiyle ilgili bir roman yazma iddiasındaki bir kimsenin Murat’ın bu çok yankı yapan icraatını bilmediğini düşünmek çok zordur. Bu ayrı, Lizi Behmoras’a “Yahudilerle birlikte büyüdüm.” diyen ve yurtdışında “Sen Yahudi misin?” ve yurt içinde “Sen Selanikli misin” sorularıyla pek sık karşılaştığını açıklayan birisinin de Yahudi tarihinin bu çok kaba olayını bilmemesi imkansızdır.’ (Şebeke, sf. 41) “Bu nedenle Pamuk’un bu kitabını görenlerin, kitabın içindeki kısa ve hiç anlaşılmayan ‘Benim Adım Kırmızı’ bölümünü açıp, ‘Kırmızı olmaktan mutluyum! İçim yanıyor, kuvvetliyim, fark edildiğimi biliyorum, bana karşı koyamadığınızı da.’ veya bunun arkasından ‘Ohh ne güzel kırmızı olmak.’ cümlelerini birer dinsel metin tarzında okuduklarını tahmin edebiliyoruz. Pamuk’u bir dinsel metin olarak saymak verimlidir.” (Şebeke, sf. 43) Yalçın Küçük’e göre, Pamuk’un romanının önce İbraniceye çevrilmesi ve Yahudi Ansiklopedisi Yayınevi tarafından basılması da rastlantı değildir. Küçük’e göre Pamuk, Türkiye’nin en çok okunan yazarı değil, aksine hiç okunmayan belki de tek yazarıdır. Küçük şöyle diyor: “Bu kitabı yazmak için zorla ve zorlanarak okuduğum iki kitabından çıkardığım sonuç; Pamuk, Türkiye nüfusu içinde yazar olacak en son birkaç kişiden birisidir. Türkiye’de hiç okuyucusu yoktur.” Küçük, diğer taraftan Orhan Pamuk’un ‘ben yarattım’ dediği pekçok yerde, Yahudi rivayetlerini okuyucusuna ‘kaktığı’ sonucuna varıyor. Örneğin romanın kahramanlarından Ester, Pamuk’un yarattığı bir karakter değil, Yahudi Ansiklopedisi’nde geniş yer ayrılan gerçek bir kişidir. Küçük, kitapta kullanılan isimlerin de tamamıyla İbrani literatüründe karşılıklarının olduğunu iddia ediyor. Kitabın 113. sayfasında ise Pamuk’un, Güncel Yayıncılık tarafından Ocak 1996’da yayımlanan Fuad Carım çevirisi “Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati” adlı kitaptan yaptığını iddia ettiği intihaller bulunuyor ki bir yazar için en ağır itham herhalde bu olmalı. Peki Orhan Pamuk bu iddialara ne diyor? Telefonla görüştüğümüz Pamuk,
Yalçın Küçük’ün kitabını okumadığını, iddialara cevap vermeyeceğini, bu tartışmalara girmeyeceğini söyledi. |
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ |
Aman filitire aman sansör ey gaaziler! |
|||
Aziz kaariilerim bilürsünüz ki ben şahsan bizzat kendim olarak, kuşluktan sehere kadar tilevizyon seyredüben bilahire “vay efendim felan pırokıram şöyle, fülanca böyle” mealinde mekaale tahrir eden takımından değilimdir; lâkin şaşurmayınız, bugünkü mekaale-i müfîdem bu hususlara dairdir. “Bir kısım mediya” diye tâbir olunan nâşir-i efkâr heyetinin mârifetleri mâlumunuzdur. Serlevha üzerine iffeti meşkûk, eski zemanlarda mahalle muhtarından eyihal kâğıdı almaları dahi mübhem birtakım fecerenin cıbıldak resimlerini basuben altına “felanca manken mahbûbunu terk eyledi... fişmekân muganniye feşmekân erkeğe benzemedikle felân mahalde görüldü” kabilinden abuk-sabuk şeyler yazarlar. Arka sahifelerinde münasebet alsın-almasın yine bir üryan hatun fotogırafisi neşredüb, “kilo aldı..., cep tilefonunu kayıbetti..., kedisi evden firar etti...” deyu garipliklerden bahs iderler. Haydi deyelim ki bunların ahali nezdinde gördüğü itibar, cem’an bir milyon civarında bir rakkamdan ibarettir fekat ey ihvân-ı güzin, bu herifler aynı zemanda tilevizyon neşriyatına dahi germî vererek hemen her hânede zoraki mihmân olayorlar. Bin türlü men’iyyat, binbir türlü kepâzelik. Çenesi düşük bir kısım ihtiyarlar gibi ortalığa düşüp, “nedir bu rezalet, ahlâk kalmadı” diye sızlanan takımına iltihak etmekten içtinâb eylerim fekat işte şoracığa derc edeyorum; tehdid ciddidir: Mazbut bir aile reisinin tilevizyon denilen menhus cihazı bir kerre evden içeri aldıktan sonra çoluğunun çocuğunun terbiyesine hâkim ve müdahil olabilmesi ihtimâli yoktur. Zira ey azizler bu bir kısım tilevizyonlar resmen ve alenen necib milletimizin huyunu, ahlâkını, an’anesini ve tarz-ı hayatını kendi menfaatleri istikaametinde tebdil itmek içün olmadık rezilliklere müracaat edeyorlar. Aman dikkat, aman dikkat! Bazen bizzat kendi kendime düşünürdüm, “Yahu Recai, bu tilevizyonları tesis edüb pırokıram yapan zevatın çoluğu-çocuğu, ailesi veyahut kim muhafazaya değer buldukları bir kısım kıymet hükümleri yok mudur ki cemiyetin ahlâk civatalarını yalama itmek içün bu derece aşk ü şevk ile neşriyatta bulunayorlar? Bir insan nasıl olur da mensub bulunduğu cemiyete karşı bu kadar fenalık irtikâb ider” deyû içimden geçerdi de bir cevab bulamazdım. Vakıa öteden beri, “Farmasonlar, komonistler, dönmeler Türk milletinin ahlâkını ifsâd içün senelerden beri sinsi bir fealiyet içindedir” şeklinde yazub çizen bazı zümreler var idiyse şahsan bana pek mâkul görünmez idi. Geçenlerde bir emekli pırofösür bu mevzuda, “Şebeke” nâmıyla bir kitap yazmış. Bilürsünüz ben bizzat okunmaya sezâ birkaç kitab haricinde neşriyat takiyb itmem; netekim mevzuubahs edilen kitabı da henüz görmüş değilim. Yatsudan sonra mahalle mescidini ihyâ derneğinin içtimaı vardı. Oradan dağıldıktan ba’da Şükrü’nün çay ocağında bir teşehhüd miktarı duraklayıp birer limonlu çay içelim denildi. O esnada tilevizyondan gördüm. Bu pırofösür Yalçın Bey deyor ki, “Türkiya’da dönmeler, yani Sabetayist camiaya mensup bulunanların hepisi değil fekat bir kısımı siyasetten matbuat âlemine, ticaretten senayiye su başlarını tutub bir “Şebeke” teşkil etmişler imiş; kendilerinden veyahut kim kendilerine yakın olan insanlardan başkasına fursat vermeyeye çalışub geriden geriye melmekete istikaamet verir imişler. Bahusus bir kısım kazata ve tilevizyonlarda dahi bunların gaayet faal mensupları her daim kilit yerlerde bulunup, öteden beri şekvâ ettiğimiz gariplikleri teşviyk ile milletin ahlâkını ifsâda yeltenirler imiş! Ba ba ba ba; bakınız ekl olunan nâneye! Böyle dedikoduları hep eşitiriz fekat bu defa aklıma yatar gibi oldu; zira adam hayli mâkul şeyler söyleyor ve müdellel konuşayor idi. Vâkıa vaktiyle Mehmed Şevket Eygi beyefendinin bu güruh hakkında kaleme aldığı bir kitabını görmüş ve haylice okumuş idim, lâkin kazata yazılarından mürekkep olduğu ve dahi sıkça mükerrer ifadeler geçtiği içün şöyle enine-boyuna bir kanaat sahibi olmak mümkin olmadı idi. Orada okuduklarımla Yalçın Beğden dinlediklerim ekser itibariyle birbirine denk düşücek vahâmeti fark ettim. Demek ki iş ciddidir ve bu fitne-fesat neşriyatının ardında temamen değilse bile kısmen bu güruh vardır. Ee, n’aapacağız ey yârenler? Bu bir kısım mediyanın elinden gelse Türkiya’da mazbut aile bünyesini yıkub, kız evlatlarımızı evvelâ şarkıcı-manken nâmıyla ortalığa düşürüp tefessüh ettirecekler, erkek evlâtlarımızı ise “cinsî sapıklık heç de fena bir şey değildir netekim” terânesiyle soyumuzu-sulbümüzü kurutup cemiyetimizi “iffet” nokta-i nazarından on paralık hale getirecekler. Tehlike büyüktür aziz dâvâ ve silah arkadaşlarım; şimdilik yapabileceğimiz en eyi çare müdafaa düzenine geçerek bu kabil neşriyat hakkında evde sıkı bir “filitire” tatbikatına müracaat eylemektir. Sansör ise sansör bilader! “Çocuklara karşı anlayışlı olunuz; onları sık sık ruhiyat hekimine götürünüz, fazlaca sert davranmayınız” yollu terânelerin maksadı artık anlaşılayor. Taarruz pek şedid, cephe pek geniş, düşman pek kavîdir fekat biz Türkler, pıçak kemiğe dayandığında âdetimizdir; şâhâne müdafaa yaparız. İmdi zeman teyakkuz ve müdafaa zamanıdır. Aman evlatlarınıza eyi sahip çıkınız ey ihvânlar; bunların derdi dâvâsı mevcudun sulbünü münkariz hale getirüb ahlâkını ifsâd ile milli mukavemetimizi “yumuşatmak”tır! Yumuşamayacağız bire! Aman filitire ve sansör meselesine kemâl-i ciddiyetle devam ediniz ey azizler; mesele, resmen ve alenen nesli, ırzı ve aile nizamını elakadar itmektedir. Vakıa ihtiyacınız yoktur fekat yine de cümlenizi müteyakkız bulunmaya dâvet ederim vesselâm! Recai Güllapdan 02.06.2002 r.gullapdan@zaman.com.tr SABATAYLİST >>> |
|||