SABATAYCI İSİMLER

 


Sabetaycıların iki isim taşıdıklarını yazmıştım, yazanlar var. Bunun sebebi pek bilinmiyor ; nedeni Yahudi geleneği olmasıdır. Yahudilerin bir ismine şemi hakodeş deniyor. Anlamı kutsal isim demektir.
Şem: İsim
Ha: İbranicede belirten anlamı var yani İngilizcedeki the, Fransızcadaki le, la gibi
Kodeş : Kutsal
 

 

Diğer isime ise kinnui deniyor. Buna Yahudi olmayan ya da seküler isim deniyor.
Bir Yahudi, mutlaka kutsal bir isim taşıyor ve bulunduğu ülkeye göre ikinci bir isim alıyor. İkinci isim inanca göre bir "duy" isimi, diğer isim ise batıni (ezoterik, içerik) anlamı var. Bunun kaynağı Mısır’daki Hermes’in öğretisidir.
Diasporadaki Yahudiler, örneğin Osmanlıda yaşıyorlarsa bu kinnui ismi Arapçadan seçmişler, cumhuriyetle birlikte bu isim Türkçülük çağıracak isimlerden seçilmiş. Altemur, Cengiz vs. ABD’de yaşayanlar da İngilizce kinnui isim seçiyorlar. Orada bu isime "gentile " yani Yahudi olmayan, isim deniyor.
Öldürülen Üzeyir Garih’in büyük olasılıkla bir "kutsal ismi" daha olması gerekir. Kendi aralarında bu isimle çağırıyorlar zaten.

Yahudi inancına göre isim çok önemli. Birincisi, ismin çocuğun kaderi, kişiliği, hayatı üzerinde çok tekili olacağına inanılıyor ve isimlerin hiç birisi rastgele seçilmiyor. İkincisi, seçilen isimler asla kaybetmedikleri soyağaçlarını takip etmede, soyu bulmada, soyu anlama çok önemli. İnternet’te siteler var ve soyadından size soyağacını çıkarabiliyor. Bir Yahudi veya Sabetaycı asla soyağacını kaybetmez. Aradan yüzlerce yıl geçse de hangi bölgedeki, hangi kabileden geldiğini kaybetmez.
Bu isimlerin ilk çıkışı Yaakov'un Rahel ve Leada'dan olan ve 12 Kabilenin isimlerini taşıyan çocuklarının isimleridir.

Ruben (Rubi, Robi, Bakın bir oğul)
Simeon (Duyma)
Levi (Bağlanma)
Dan (Dani, Daniel, Hükmetti, Adalet)
Naftali (Nafi, Benim güreşim)
Gad (Uğurlu)
Aşer (Mutlu)
Yisahar (Satın Alınmış)
Zebulun (İkamet eden)
Yosef (Josi, Jef, Jerfi, Jozef, Yusuf, Jeri, toplasın, arttırsın)
Binyamin (Sağ Kolum)

Yahudi geleneklerine göre çocuklara şu kuralla isim konulur :

İlk erkek çocuğa baba dedesinin ismi,
İkinci erkek çocuğa anne dedesinin ismi,
İlk kız çocuğa babaannesin ismi,
İkinci kız çocuğa anneannesin ismi,
Üçüncü erkek çocuğa amcasının ismi,
Üçüncü kız çocuğa halasının ismi,
Dördüncü erkek çocuğa dayısının ismi,
Dördüncü kız çocuğa teyzesinin ismi veriliyor.
 

Türkiye’de ve dünyada benzer isimleri taşıyan bazı insanlardan örnekler görmek için aşağıdaki buttonlara tıklayınız.

İsim:
Adaşlar: 2 . Resim. Toplam: 4

 

Üzeyir Garih’in babasının ismi Üzeyir Ezra Garih’miş. Dedesinin isminin de Üzeyir olduğu söyleniyor. Demek ki, babası da , öldürülen oğlu da ilk erkek çocuklar ve Üzeyir ismi böylece devam ediyor. Üzeyir, bir "kinnui" isimdir ve nüfusunda olsun, olmasın mutlaka bir şemhakodeşi vardır.

Ezra, Kohen kabilesinden bir peygamberin ismidir. M.Ö 5. Yy’de Yahudileri Babil’den Yeruşalem’e getiren kişi. Ezra, Moşe Rabenau’nun öğretisini kaleme alan kişi ve Yahudilikte büyük bir değer taşıyor, Tora bilgisi uzmanı kabul ediliyor.

Yahudilikte isimlerin önemi Adem’in önce hayvanlara sonra Havva’ya isim koymasından başlıyor. Kişinin durumunda önemli bir değişiklik olduğunda ismi de değişebiliyor. Örneğin, ciddi bir hastalığa yakalanmış çocuğun iyileşmesi durumunda ona Hayim(Hayat) , Vitali (Hayat) Rofe (Hekim) , Rafael (Allah onu iyi edecek) vs gibi isimler verilebiliyor. Hatta hasteyken, ölüm meleğini şaşırtmak için de bu isimler verilebiliyor.
Bir insanın isminin değişmesinin onun kaderini etkileyen dört şeyden biri (diğerleri hayırseverlik, dua, ve davranışlarını değiştirmek) kabul ediliyor.

Erkek çocuklarına isim sünnetinde, kızlara ise ilk Tora okunduğunda konuyor. İsim konusu o kadar önemliki, pek çok isim uzmanı ve pek isim hakkında kitap, site vs var.

Bu isimlerin dediğim gibi hem dini yönü var hem de soylarını bulmak açısından çok önemli. O yüzden isim anlam/köken/ kaynaklandığı yer konusunda çalışan pek çok uzman var.

Ayrıca isimlerin daha pek çok açıdan incelenecek yönü var. Örneğin, isim seçimlerinin nasıl olduğu, aileden, yaşanan bölgeden, Tevrat’tan, ses benzeşimleri, harf değişilikleri, gematriya yani bir kelimeyi oluşturan harflerin sayısal toplamı ve dolayısıyla kutsal sayılara ulaşan isimler) vs var. Bunun dışında bilhassa Kabalacı oldukkarı için Sabetaycılarda bunlara ilaveten Notarya, yani bir sözcüğün harfleriyle yeni sözcükler elde edilmesi. Örneğin ayak sözcüğünün harfleriyle kaya da elde edilebilmesi ve bu elde edilen yeni sözcüğün İbranice ve/veya Ladino dilinde kutsal, mistik anlamları olması ya da temurya, yani sözcüğün içindeki iki harfin yer değiştirmesiyle yeni bir sözcük elde edilmesi. Örneğin, gökyüzü sözcüğünde k ile z’yi değiştirdiğimizde oryaya çıkan gözyükü sözcüğünün yine bir kutsal, mistik anlamı olması gibi bir şey çok yaygın. Sabetaycıların isim seçimleri başlıbaşına bir büyük araştırma konusu. Daha pek çok kıstasları var isim seçmekte.

Gökyüzü --------------------------------------------------------------------------------------------------

KIRMIZI
"...It is interesting to note that this hierarchy is syncretistic, that is, composite, taken from different sources and built up into a unity. Seraphim and Cherubim are from the Hebrew. This plural word Seraphim comes from a Hebrew root meaning to "burn with fire," hence, to be inflamed with love. Cherubim is a curious word, but scholars generally think that it means "forms." The Seraphim are mystically believed to be red in color, and the Cherubim dark blue. The Thrones, the Dominations, the Virtues, the Powers, the Principalities, are all taken from the Christian teachings of Paul in the Epistles, Ephesians 1:21, and Colossians 1:16, and are distinctly mystic. The two last, the Archangels and the Angels, are not at all Christian in their origin, but are derived in indirect and tortuous descent from the ancient Greek and Asiatic -- especially old Persian -- system of thought which recognized messengers or ministers or transmitters between man and the spiritual world; the Greek word angelos (angel) originally meant "messenger," and the highest type of these were called Archangels, or Angels of the highest degree..."

http://www.theosociety.org/pasadena/fund/fund-7.htm

Mistik olarak Separdim'in 'kırmızı' olduğu inancı var.
Yazınızda belirttiğiniz içerik dahilinde herhangi bir anlam ifade eder mi bilmiyorum.

 

A.H. ------------------------------------------------------------------------------------------------------
SEFARAD=İSPANYA
Çok teşekkür ederim, bu çok yararlı bilgi benim için. Sezgim doğruymus. Sefarad (Ibranicesi Sefardi, çoğulu Sefardim) İbranice İspanya demek. Bu zahiri anlamı demek. Mistik olarak da kırmızıysa eğer, Orhan Pamuk, Benim Adım Sefardim, Benim Adım İspanya demek istiyor olabilir. Birincisi, kökenini kastediyor olabilir. İkincisi ve daha aklıma yatanı Orhan Pamuk'un sem hakodesi yani kutsal ismi, cemaat içinde kullanılan ismi bu olabilir.

Böyle "oyunları" çok seviyorlar. Bu inançlarından geliyor zaten. Yalçın Küçük, Vitali Hakko'nun kitabının ismi olan "Hayatım Vakko"nun aynı zamanda Vitali Hakko anlamına geldiğini çözmüştü. Yani adam kendi ismini kitaba veriyor. Vitali Hakko = Hayatım Vakko

Sefarad’ın İspanya demek olduğu gibi Eşkenaz da İbranice Almanya demek. Eşkenazi de Almanya Yahudicesi olarak biliniyor. Konuştukları dile de Yidiş dili deniyor. Dünyadaki Yahudilerin %80’i Eşkenazi. Seferadlara göre daha katı, daha tutucular. Dışarıya açıkça söylenmese de, Eşkenaziler Seferadları küçümsüyorlar. Seferadların esmerliği (Araplara atfen) bir küçümseme niteliği, Eşkenazilerin büyük çoğunluğu açık tenli.

Osmanlıya gelen Yahudiler Seferad, ancak Seferadların engizisyondan kaçıp Osmanlı topraklarına gelmelerinden önce de Eşkenaziler var. Bizdeki Yahudilerin de tümü Seferad değil zaten.

Sinagogları farklı ve normalde mezarlıkları da farklı, ancak bazı durumlarda birbirlerinin mezarlıklarına da gömülebiliyorlar. ODTÜ’de öğretim üyesi , çok değerli bir felsefeci olan Teo Grünberg mesela Eşkenazidir. ABD’de idam edilen Rosenbergler de öyle.

Seferadlar, İspanya'daki Endülüs-Emevi egemenliği nedeniyle Arap kültürüne yakındırlar. Konuştukları dile kendileri Judeo-Espanyol diyorlar. İspanyolca, İbranice, Arapça karışımı. İspanyolca'nın da arkaik bir biçimi.

Gökyüzü --------------------------------------------------------------------------------------------------

YALÇIN KÜÇÜK'TEN ORHAN PAMUK 'A AĞIR SUÇLAMALAR

Geçtiğimiz günlerde tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun ‘alkolik ve eşcinsel’ olduğu yolundaki açıklamalarından ötürü Prof. Dr. Semavi Eyice’den büyük tepki gören Orhan Pamuk’a, Prof. Dr. Yalçın Küçük’ten de ağır eleştiriler geldi. “Kar” adlı romanında Mevlana’ya ağır eleştirilerde bulunan Pamuk’la ilgili, ünlü yazar Yalçın Küçük’ün kısa süre önce yayımlanan Şebeke adlı kitabı, edebiyat dünyasını sarsacak nitelikte, son derece ilginç argümanlar içeriyor.

Bilindiği gibi Orhan Pamuk’un “En renkli ve en iyimser romanım.”, dediği “Benim Adım Kırmızı”, 1591 yılında, yani III. Murat döneminde, İstanbul’da karlı dokuz kış gününde geçiyor. ‘Benim Adım Kırmızı’, ilk bakışta, herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların dillendiği, ölüm, sanat, aşk, evlilik üzerine bir kitap gibi gözüküyor. Oysa Yalçın Küçük’e göre durum son derece farklıdır. Küçük, Orhan Pamuk’un kitabını analiz edebilmek için, İbranice öğrenmeye başlamıştır, zira, ‘Benim Adım Kırmızı’ tamamıyla bir tür Yahudi mistisizmi olan Kabalistik Sabetaycılık’ın etkisiyle yazılmıştır ve Pamuk’un bu kadar popüler ve ünlü olmasının ardında, Sabetaycı kimliği yatmaktadır: “Yahudi mistisizmi, Kabala ve bunu ayrı bir din olarak geliştiren Sabetayizm’de, ölümden sonra yaşam, eskatoloji, çok güçlü bir külttür ve bu, Pamuk’un incelediğim iki kitabında da nerede ise temel anlatım olmaktadır.’ (Şebeke, sf. 37)

Kitabın isminin ‘Benim Adım Kırmızı’ olması tamamıyla bir Yahudi manifestosudur. Zira romandaki hikayenin geçtiği III. Murat döneminde, ekonomik güçlüklerin baş gösterdiği bir sırada Yahudi bir kadının 40.000 duka değerinde bir elmas takıp gezmesinin yarattığı büyük tepki üzerine Sultan, 27 Nisan tarihli bir fermanla Yahudilerin bundan böyle kırmızı bir şapka giymelerini emreder. ‘Üçüncü Murat dönemiyle ilgili bir roman yazma iddiasındaki bir kimsenin Murat’ın bu çok yankı yapan icraatını bilmediğini düşünmek çok zordur. Bu ayrı, Lizi Behmoras’a “Yahudilerle birlikte büyüdüm.” diyen ve yurtdışında “Sen Yahudi misin?” ve yurt içinde “Sen Selanikli misin” sorularıyla pek sık karşılaştığını açıklayan birisinin de Yahudi tarihinin bu çok kaba olayını bilmemesi imkansızdır.’ (Şebeke, sf. 41)

“Bu nedenle Pamuk’un bu kitabını görenlerin, kitabın içindeki kısa ve hiç anlaşılmayan ‘Benim Adım Kırmızı’ bölümünü açıp, ‘Kırmızı olmaktan mutluyum! İçim yanıyor, kuvvetliyim, fark edildiğimi biliyorum, bana karşı koyamadığınızı da.’ veya bunun arkasından ‘Ohh ne güzel kırmızı olmak.’ cümlelerini birer dinsel metin tarzında okuduklarını tahmin edebiliyoruz. Pamuk’u bir dinsel metin olarak saymak verimlidir.” (Şebeke, sf. 43)

Yalçın Küçük’e göre, Pamuk’un romanının önce İbraniceye çevrilmesi ve Yahudi Ansiklopedisi Yayınevi tarafından basılması da rastlantı değildir. Küçük’e göre Pamuk, Türkiye’nin en çok okunan yazarı değil, aksine hiç okunmayan belki de tek yazarıdır. Küçük şöyle diyor: “Bu kitabı yazmak için zorla ve zorlanarak okuduğum iki kitabından çıkardığım sonuç; Pamuk, Türkiye nüfusu içinde yazar olacak en son birkaç kişiden birisidir. Türkiye’de hiç okuyucusu yoktur.” Küçük, diğer taraftan Orhan Pamuk’un ‘ben yarattım’ dediği pekçok yerde, Yahudi rivayetlerini okuyucusuna ‘kaktığı’ sonucuna varıyor. Örneğin romanın kahramanlarından Ester, Pamuk’un yarattığı bir karakter değil, Yahudi Ansiklopedisi’nde geniş yer ayrılan gerçek bir kişidir. Küçük, kitapta kullanılan isimlerin de tamamıyla İbrani literatüründe karşılıklarının olduğunu iddia ediyor. Kitabın 113. sayfasında ise Pamuk’un, Güncel Yayıncılık tarafından Ocak 1996’da yayımlanan Fuad Carım çevirisi “Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati” adlı kitaptan yaptığını iddia ettiği intihaller bulunuyor ki bir yazar için en ağır itham herhalde bu olmalı.

Peki Orhan Pamuk bu iddialara ne diyor? Telefonla görüştüğümüz Pamuk, Yalçın Küçük’ün kitabını okumadığını, iddialara cevap vermeyeceğini, bu tartışmalara girmeyeceğini söyledi.
Aydoğan Vatandaş   24.05.2002 -ZAMAN

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
T&D FORUMUNDAN BİR AKTARMA
Sayin Berktay,
Foruma hoşgeldiniz demeye fırsat kalmadan, hemen birilerini itham ederek başlamanız hoş olmadı. Şahsen hiçbirisini tanımasam da, okuduklarımdan anladığım kadarıyla, burada yazan arkadaşların çoğu -ben hariç- eğitim seviyeleri yüksek insanlar. Toptan herkesi sabataycılık araştırmalarında "bilimsellik"ten uzak olmakla suçlamak biraz haksızlık oluyor. Sabataycılık gibi gayet önemli bir konunun Türkiye'de akademik olarak araştırılması gerekirdi, ama yapılmadı. Niye? Çünkü bütün yüksek eğitim kurumları da onların ellerinde. Temelinde gizlenmek yatan bu cemaatin kendi elleriyle açığa çıkarılmasını beklemek safdillik olur. Bu takdirde tarihin esrarlı bir perdesini aralamak birtakım amatör araştırmacılara kalıyor. Başta Gökyüzü olmak üzere bu mevzu ile alâkalı araştırma yapanların çalışmaları bence takdire değer.
Soyadınızın -eğer müstear değilse- Berk'li oluşundan ve bu kelimeyle sabataycilik arasında ilgi kurulmasından dolayı hassas olmanızı anlayışla karşılıyorum. Berktay soyadı taşımak illâ sabataycı olmak demek değildir. Sabaytaycı da olabilirsiniz, bu da kötü birşey değildir, hattâ daha bilimsel katkılarda bulunmanız açısından memnuniyet verici olurdu. Yanlış olan, aslını gizleyip başka bir kimlikle görünmek.
Berk/berg kelimesine gelince: Her ne kadar günlük konuşma ve yazi dilinde pek kullanılmasa da, lûgatların bir yerinde, şimdi kimsenin anlayamadığı şiirlerin bir mısraında Türkçe karşılığına tesadüf edilebilir. İyi de Allah aşkına
Berker, Berger, Berkman, Berkarda, Berkan, Berkand, Berkant, Berktan, Erberk, Sanberk gibi kelimelerin Türkçe anlamı var mı? Ama yabancı dillerde pekâlâ karşılıkları mevcut. Goldberg, Spielberg Batı'da Yahudiler'in sıkca kullandıkları soyadları içindedir. Değerli musevi karikatüristimiz İzel Rozental'in soyadı Türkçe olmayıp Almanca'da Güller Vadisi demek. Anadolu'da halk Birand veya Brant kelimesinden ne anlar? Amma bir Alman'a musevi asıllı olduğu söylenen eski şansölye Willy Brandt'ı çağrıştırır. Hâkezâ bilhassa sabataycılar tarafından soyisim olarak kullanılan şu kelimerin Türkçe ile ne alâkası var;
Kermen, Binay, Alisbah, Akerman, Akerson, Çerman, Baransel, Perin, Ekemen, Kulin, Öymen, Parman, Sirman, Surman, Taylan, Tokar, Vardarman, Yalman, Erkman, Somersan, Gökart, Etan, Etiman, Erhat, İsvan, Azra, Sander, Yükman, Zival, Yeker, Dilmen, Oşan, Akıman, Arsel, Çelem, Osmay, İnsel, Dorman, Dormen, Nasman, Ediş, Türkand, Deriş, Tarıman, Perk, Beriker, Bayal, Başık, Bayru, Alpay, Tavman, Sagular, Alanson vs.
Fonetik olarak Türkçe'ye benziyorlar, tamam. Hattâ hecelere bölseniz ayrı-ayrı Türkçe mânâları da var. Fakat tamlama olarak bir mânâ ifade etmiyorlar. Bu ve benzeri kelimelerin kulağımıza türkçeymiş gibi çınlamasına dayanarak "biz Türk'üz" diyorlar, taşıdığı gizli ve sembolük anlamları dolayısıyla da birbirlerini tanıyorlar.
Sabataycılık konusu bir muammâdır ve araştırma yolunda önümüzde aşılması gereken çok "dağ"lar var.
Foruma hoşgeldiniz sayın Berktay.
Sabetay - Sabutay ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
E-maille bana gönderilmiş ve siteye de koyduğum bir vefat ilânının kupürünü buraya asıyorum. Anlaşılacağı üzere Sabetay Sevi dar-ı bekâya göçmüş. Tabiî bu günümüzün kendini gizlemeyen ve museviliği alenî olan Sabetay'ı.
Bir başka Sabetay daha var ki, onu herkes tanıyor: Gazeteci Sabetay Varol. Bilmiyorum bu zat kendisini nasıl tanımlıyor, musevi mi müslüman mı? Eğer diyorsa ki ben Türk'üm, o zaman sormak lâzım; bu isim neyin nesidir?
Öz-be-öz İbranice olan Sabetay kelimesini de berk gibi türkçeleştirmeye uğrasanlar olabilir. Nasıl mı? "Kelimedeki (e) harfi sehven yanlış yazılmış, aslı (u) olacaktı" diyerek. O zaman kelime Sabutay oluyor. O da kim? Cengiz Han nâm-ı diğer Temuçin'in kumandanlarından. Peki ama Çingiz Moğol derseniz cevap şu: Biz onu da türkleştirdik, hem sıkıştıkca Moğolca'dan kelime ithal ediyoruz, o da işimize yarıyor. Çağatay, Ögeday, Sabutay, Sabatay...
Faruk
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Aman filitire aman sansör ey gaaziler!

Aziz kaariilerim bilürsünüz ki ben şahsan bizzat kendim olarak, kuşluktan sehere kadar tilevizyon seyredüben bilahire “vay efendim felan pırokıram şöyle, fülanca böyle” mealinde mekaale tahrir eden takımından değilimdir; lâkin şaşurmayınız, bugünkü mekaale-i müfîdem bu hususlara dairdir.

“Bir kısım mediya” diye tâbir olunan nâşir-i efkâr heyetinin mârifetleri mâlumunuzdur. Serlevha üzerine iffeti meşkûk, eski zemanlarda mahalle muhtarından eyihal kâğıdı almaları dahi mübhem birtakım fecerenin cıbıldak resimlerini basuben altına “felanca manken mahbûbunu terk eyledi... fişmekân muganniye feşmekân erkeğe benzemedikle felân mahalde görüldü” kabilinden abuk-sabuk şeyler yazarlar. Arka sahifelerinde münasebet alsın-almasın yine bir üryan hatun fotogırafisi neşredüb, “kilo aldı..., cep tilefonunu kayıbetti..., kedisi evden firar etti...” deyu garipliklerden bahs iderler. Haydi deyelim ki bunların ahali nezdinde gördüğü itibar, cem’an bir milyon civarında bir rakkamdan ibarettir fekat ey ihvân-ı güzin, bu herifler aynı zemanda tilevizyon neşriyatına dahi germî vererek hemen her hânede zoraki mihmân olayorlar. Bin türlü men’iyyat, binbir türlü kepâzelik. Çenesi düşük bir kısım ihtiyarlar gibi ortalığa düşüp, “nedir bu rezalet, ahlâk kalmadı” diye sızlanan takımına iltihak etmekten içtinâb eylerim fekat işte şoracığa derc edeyorum; tehdid ciddidir: Mazbut bir aile reisinin tilevizyon denilen menhus cihazı bir kerre evden içeri aldıktan sonra çoluğunun çocuğunun terbiyesine hâkim ve müdahil olabilmesi ihtimâli yoktur. Zira ey azizler bu bir kısım tilevizyonlar resmen ve alenen necib milletimizin huyunu, ahlâkını, an’anesini ve tarz-ı hayatını kendi menfaatleri istikaametinde tebdil itmek içün olmadık rezilliklere müracaat edeyorlar. Aman dikkat, aman dikkat!

Bazen bizzat kendi kendime düşünürdüm, “Yahu Recai, bu tilevizyonları tesis edüb pırokıram yapan zevatın çoluğu-çocuğu, ailesi veyahut kim muhafazaya değer buldukları bir kısım kıymet hükümleri yok mudur ki cemiyetin ahlâk civatalarını yalama itmek içün bu derece aşk ü şevk ile neşriyatta bulunayorlar? Bir insan nasıl olur da mensub bulunduğu cemiyete karşı bu kadar fenalık irtikâb ider” deyû içimden geçerdi de bir cevab bulamazdım. Vakıa öteden beri, “Farmasonlar, komonistler, dönmeler Türk milletinin ahlâkını ifsâd içün senelerden beri sinsi bir fealiyet içindedir” şeklinde yazub çizen bazı zümreler var idiyse şahsan bana pek mâkul görünmez idi. Geçenlerde bir emekli pırofösür bu mevzuda, “Şebeke” nâmıyla bir kitap yazmış. Bilürsünüz ben bizzat okunmaya sezâ birkaç kitab haricinde neşriyat takiyb itmem; netekim mevzuubahs edilen kitabı da henüz görmüş değilim.

Yatsudan sonra mahalle mescidini ihyâ derneğinin içtimaı vardı. Oradan dağıldıktan ba’da Şükrü’nün çay ocağında bir teşehhüd miktarı duraklayıp birer limonlu çay içelim denildi. O esnada tilevizyondan gördüm. Bu pırofösür Yalçın Bey deyor ki, “Türkiya’da dönmeler, yani Sabetayist camiaya mensup bulunanların hepisi değil fekat bir kısımı siyasetten matbuat âlemine, ticaretten senayiye su başlarını tutub bir “Şebeke” teşkil etmişler imiş; kendilerinden veyahut kim kendilerine yakın olan insanlardan başkasına fursat vermeyeye çalışub geriden geriye melmekete istikaamet verir imişler. Bahusus bir kısım kazata ve tilevizyonlarda dahi bunların gaayet faal mensupları her daim kilit yerlerde bulunup, öteden beri şekvâ ettiğimiz gariplikleri teşviyk ile milletin ahlâkını ifsâda yeltenirler imiş!

Ba ba ba ba; bakınız ekl olunan nâneye! Böyle dedikoduları hep eşitiriz fekat bu defa aklıma yatar gibi oldu; zira adam hayli mâkul şeyler söyleyor ve müdellel konuşayor idi. Vâkıa vaktiyle Mehmed Şevket Eygi beyefendinin bu güruh hakkında kaleme aldığı bir kitabını görmüş ve haylice okumuş idim, lâkin kazata yazılarından mürekkep olduğu ve dahi sıkça mükerrer ifadeler geçtiği içün şöyle enine-boyuna bir kanaat sahibi olmak mümkin olmadı idi. Orada okuduklarımla Yalçın Beğden dinlediklerim ekser itibariyle birbirine denk düşücek vahâmeti fark ettim. Demek ki iş ciddidir ve bu fitne-fesat neşriyatının ardında temamen değilse bile kısmen bu güruh vardır.

Ee, n’aapacağız ey yârenler? Bu bir kısım mediyanın elinden gelse Türkiya’da mazbut aile bünyesini yıkub, kız evlatlarımızı evvelâ şarkıcı-manken nâmıyla ortalığa düşürüp tefessüh ettirecekler, erkek evlâtlarımızı ise “cinsî sapıklık heç de fena bir şey değildir netekim” terânesiyle soyumuzu-sulbümüzü kurutup cemiyetimizi “iffet” nokta-i nazarından on paralık hale getirecekler.

Tehlike büyüktür aziz dâvâ ve silah arkadaşlarım; şimdilik yapabileceğimiz en eyi çare müdafaa düzenine geçerek bu kabil neşriyat hakkında evde sıkı bir “filitire” tatbikatına müracaat eylemektir. Sansör ise sansör bilader! “Çocuklara karşı anlayışlı olunuz; onları sık sık ruhiyat hekimine götürünüz, fazlaca sert davranmayınız” yollu terânelerin maksadı artık anlaşılayor.

Taarruz pek şedid, cephe pek geniş, düşman pek kavîdir fekat biz Türkler, pıçak kemiğe dayandığında âdetimizdir; şâhâne müdafaa yaparız. İmdi zeman teyakkuz ve müdafaa zamanıdır. Aman evlatlarınıza eyi sahip çıkınız ey ihvânlar; bunların derdi dâvâsı mevcudun sulbünü münkariz hale getirüb ahlâkını ifsâd ile milli mukavemetimizi “yumuşatmak”tır!

Yumuşamayacağız bire! Aman filitire ve sansör meselesine kemâl-i ciddiyetle devam ediniz ey azizler; mesele, resmen ve alenen nesli, ırzı ve aile nizamını elakadar itmektedir.

Vakıa ihtiyacınız yoktur fekat yine de cümlenizi müteyakkız bulunmaya dâvet ederim vesselâm!

Recai Güllapdan 02.06.2002 r.gullapdan@zaman.com.tr                         SABATAYLİST >>>