|
Ilgaz Zorlu'nun Zor Mücadelesi
Aşağıdaki röportajda yer alan Fatma Arığ, Terakki Vakfı Başkanı Haluk
Arığ’ın eşi. Haluk Arığ ve Vakfı, Ilgaz Zorlu’yu Şişli Terakki Yolsuzluğu diye bilinen açıklamalarından dolayı mahkemeye veriyor; iki yıl öncesinin parasıyla 50 milyarlık tazminat davası açıyorlar ve ayrıca ceza davası da
açılıyor. Haluk Arığ’ın, Ilgaz Zorlu Şişli Terakki için "cemaat okuludur" demesine çok kızmış ve Şişli Terakki’nin de, benim de Sabetaycılıkla hiç bir ilgim yoktur diyor. Önce röportajdan bir bölüm okuyalım ve sonra
devam edeceğiz :
"Fatma Arığ 1949 yılında İstanbul'da doğar. Annesi ve babası, Selanikli dönme cemaatinin Kapancılar
grubundan. Annesi Güzin Hanım'ın ailesi, Balkan Savaşı'ndan (1912-13) sonra İzmir'e göç etmiştir. Güzin Hanım 1922 İzmir doğumludur. Fatma Arığ'ın babası İsmail Dural, (…) İsmail Bey’in ailesi 1924 yılında İstanbul'a
geldiğinde, İsmail Dural 12 yaşındadır. (…) Çocukluğumda ailem tamamen red havasındaydı. Bakıyorum, eniştem oruç tutuyor ama Ramazan ayı değil. Sorunca, 'üç ayları karşılıyor' diyorlar. Sonra Ramazan geliyor, aynı adam
oruç tutmuyor. Yıllar sonra, bu orucun Yahudilikten gelen bir kuzu yeme yasağı öncesi orucu olduğunu anlıyorum. Tam bir azınlık psikolojisi olarak, sosyal dayanışma bizim ailede de devam ediyordu. Kötü gün dediğinizde, bir
bakıyorsunuz o grup tamamen bir arada. O dayanışmayı bana nasıl açıklayacak? 'Onlar benim can arkadaşlarım.' Tamam, can arkadaşların ama tesadüf değil bu. Bir de anlayamadığım espriler vardı. Küçükken annemin yatağına
kaçtığımda, anneannem benim boş kalan yatağımın, 'Osman Baba'nın yatağı' olduğunu söylerdi. Ben de birşey anlamazdım. Sonradan, Sabetay Sevi'den sonra Osman Baba adında bir mesih beklendiği için, evlerde bir yatak boş
tutulduğunu ve başında daima bir kandil yandığını öğrendim. Bizde böyle bir yatağın ancak esprisi kalmıştı. Benim büyükannem ve büyükbabamın nesli, bu kimliğin bütün kurallarını ve vecibelerini yerine getirmişler. Şimdi ben
bunu nasıl yok varsayabilirim? (…) Anneannemin niye namaz kılmadığını sorguladığımda hep, 'biz Atatürkçüyüz' cevabını aldım. Yani bu grup, Atatürk'ün arkasına sığınmış, laiklik kavramı kendilerini de rahatlatan bir
kavram olduğu için, topluma karşı kendilerini 'Selanikli/dönme' değil, 'Atatürkçü/laik' diye tanıtarak bu külfetten kurtulmaya çalışmışlar. Sorduğum zaman rahatsız edici olduğumun farkındaydım. 'Ne demek efendim, bazısı
İstanbul'da doğar bazısı Selanik'te, bizim başka hiçbir farklılığımız yoktur. Biz Müslümanız, ama modern ve Atatürkçüyüz' diyorlardı. "
( Leyla Neyzi’nin Gazete Pazar’da çıkan ve Şişli Terakki Davaları kitabında yer alan söyleşisinden bir bölüm)
Bu röportajı yapan Leyla Neyzi de
Sabetaycı kökenden gelen ama Sabetaycılık hakkında yazılar yazan bir öğretim üyesi. Terakki Vakfı Sitesi’ne gidip baktığımız zaman Fatma Hanım’ın da 1968 Şişli Terakki mezunu olduğunu görüyoruz.
Okulun kurucusu Şemsi
Efendi (gerçek adıyla Şimon Zvi) Ilgaz Zorlu’nun anne tarafından dedesi oluyor. Zorlu, aile büyüğünün kurduğu okulun cemaat okulu olduğunu ispata çalışıyor ve okulun mülklerinin Dinç Bilgin ve Bilgi Üniversitesi’yle
Medyakronik’in sahibine birlikte ünlü emlakçı Nevzat Ak vasıtasıyla peşkeş çekildiğini söylüyor. Nevzat Ak, orman arazilerini Demirel’in kardeşlerine peşkeş çekiyor, sonra Özer Çiller’le birlikte arazi yolsuzlukları yapıyor ve
şu anda cezaevinde. Bu yolsuzluk ekibi ayrıca Şişli Terakki Mezunları Derneği Başkanı Yetkin Gürsel’i de hedef almış durumda.
Vakıf Başkanı Haluk Arığ aynı zamanda, Sabah Gazetesi’nde çalışıyor yani gazete elden gidene
kadar Dinç Bilgin’in maaşlı elemanı ve peşkeşi patronuna yapıyor. Terakki Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı olan kişi de tesadüf (!) Dinç Bilgin’in sağ kolu Zafer Mutlu’nun babası. Etibank Yolsuzluğu’nda kör, sağır ve dilsizi
oynayan Medyakronik’in yani Ümit Kıvanç’ın babası Halit Kıvanç da, THK Yayını olarak çıkan Sabiha Gökçen kitabını yazmış. Murat Belge’nin (Belge de Bilgi Üniversitesi’nde ) ekibinden olan Ümit Kıvanç, İletişim’in sahibi Silah
Tüccarı Osman Kavala’nın da çalışanıdır. Osman Kavala’nın babası da oğlu gibi Şişli Terakki mezunu zaten.
Bilgi Ünivesitesi’nin ilk Rektörü ve halen de öğretim üyesi Asaf Savaş Akat (Emine Uşaklıgil’in 2. Kocasıdır ve
halen de Boğaziçi’nde sosyoloji profesörü olan Nilüfer Göle ile evli) aynı zamanda Terakki Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi. Yetmiyor bir de Sabah Gazetesi’nde yazıyor. Asaf Savaş Akat’tan sonra Prof. Dr. İlter Turan Bilgi
Üniversitesi Rektörü oluyor ve o da Terakki Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi. Bu üyelikler öyle üç-beş sene falan da sürmüyor, kaydı hayat şartıyla ömür boyu sürüyor.
Ilgaz Zorlu, davalı olarak yazdığı savunmada şimdiye
kadar hiç yazılmayan bilgi veriyor. Bu okula, Müslüman ve Hristiyan çocukların da alınması için ilk defa 1907’de izin verildiğini söylüyor. Bu çok önemli bir bilgidir, bu tarihten önce okula gidenlerinin tümünün Sabetaycı veya
Yahudi olduğu anlaşılıyor. Böylece, bu okula, okulun ilk kurulduğu yer olan Selanik’te başlayan bazı tarihi şahsiyetlerin de, Sabetaycılığı belgelenmiş oluyor. Kuşkusuz Ilgaz Zorlu bunu söyle(ye)miyor ancak sonuç budur.
Ilgaz Zorlu, savunmasının sonlarında aynen şunları söylüyor : "Sabetaycılar bugün Türkiye’de (…) , Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst kademelerinde yer alan etkin kişilere sahip gizli bir cemaattir."
Ayrıca
kitaptaki yazılardan Ilgaz Zorlu’nun, Halil Bezmen’in Türkiye’ye döneceği ve bir Müslüman tarikatına gireceği bilgisini de alıyoruz ve bu da, bizim vurguladığımız tarikat bağlantılarını anlatıyor. (Şişli Terakki Davaları)
GÖKYÜZÜ //////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
Cin Şişeden Çıktı
Sabetaycılık olgusunun tartışılamama nedenlerinden birincisi ve en
etkilisi kuşkusuz bizzat egemen unsur olan Sabetaycıların gücünden kaynaklanıyor. Bu güç, kah general, kah gizli servis müsteşarı, kah siyasi parti başkanı, kah da büyük sermaye olarak bu muazzam oyunun gündeme getirilmesine
engel oluyor. Geçmişten bugüne medyanın iplerini ellerinde tutanların da bizzat bu gizli dinin, en etkili ve egemen tarikatın mensupları olması önemli bir etken.
Ülkenin ideolojisi de bizatihi bu tür konuları
tartışmanın önünde engel zaten. Tek dil, tek din, tek millet olarak şekillendirilen ülkenin bu inkar ve yalan rejiminin öne sürdüğü resmi ideolojinin dışında söz söyleyenin de başına gelenler malum. Bu konudan en çok rahatsız
olanların başında Kemalistlerin gelmesi kuşkusuz tesadüf değil. Çünkü, Kemalizmin sorgulanmasının ötesinde kendine muhalif bir tartışma, sorgulama bu.
Sabetaycıların, Yahudi kökenli olmaları, geçmişte yaşanan Yahudi
Soykırımı nedeniyle bu konuyu bu açıdan duyarlı kılıyor. Oysa, Sabetaycılar örneğin ateşe tapan gizli bir din, tarikat olsaydı bu tartışma çok daha kolay yapılabilirdi.
Bu konunun gündeme gelmesi bizzat Karakaşzade
Rüştü tarafından 1924 yılına denk geliyor, ancak büyük bir panik içinde bu tartışmanın önü kesilmiş ve unutturulmuş. Rüştü Bey’in ifşaatlerini gazeteci olarak yayınlayan Necati Bey (Tansu Çiller’in babası) de, gazeteden
uzaklaştırılmış ve konu uzun yıllar uykuya yatırılmış. Sabetaycıların yatılı kız okulunda müdürlük yapan A. Gövsa’nın elli yıl önce yazdıkları da Marx’ın güzel deyişiyle "susuş komplosuyla" geçiştirilmiş.
Konu
daha sonra 1977’de yayınlanan ve çok az bilinen Selahattin Galip’in "Türkiye’de Dönmeler ve Dönmelik" (Kıraç Yayınları, 1977) kitabıyla tekrar işlenmiş ancak, yazarın konuya hakim olamaması ve meseleye nesnel
yaklaşamaması, kitabın daha çok bir derleme niteliğinde olması da eklenince, tekrar "susuş komplosu" devam etmiş.
Konunun sadece İslamcılar tarafından ele alınması da bir büyük dezavantaj olmuş ve bu
kesimlerin söylediği her şeye baştan muhalif olan ve böyle de şartlandırılan kitleler, meselenin önemini anlayamamış maalesef. Bu çevrelerin sabetaycılıkla, Yahudiliği aynı şey sanmaları ve kullandıkları dil ve daha da önemlisi
üzüm yemek değil de bağcı dövmek niyetleri de karanlığı örten perdenin aralanmasına engel olmuş durumda. İlhami Soysal’ın masonlar üzerine yazdığı ve hala aşılamamış eserine kadar masonluk konusu da aynı kaderi yaşadı.
Bu tür içrek (ezoterik, batıni) öğretiler hakkında içeriden birisi bir çıkış yapmadığı sürece dışarıdan birilerinin konuya vakıf olması da son derece zordur. Ilgaz Zorlu bu açıdan cin’i şişeden çıkaran kişi oldu. Tüpten
sıkılmış macun nasıl geri sokulamazsa, bu olgu da artık bu durumda. Bu düzeni anlamak, anlatmak derdi olan ve yürek sahibi olan pek çok kişi bundan sonra çok daha fazla sayıda bu konuda yazı yazacak ve araştırma yapacaktır.
Örneğin tanınmış tarihçi İlber Ortaylı bu konuda makaleler yazmaya başladı. Kuşkusuz sayı daha çok yetersiz, ama bu muazzam muammayı, bu muazzam oyunu anlatacak insan sayısı çığ gibi artacaktır
Hayatında Marx’ın bizzat
kendisinden bir şey okumamış ama kendisini Marksist diye nitelendiren yarı cahillerin Marx’ın "Yahudi Sorunu Üzerine" yazdıklarından da bihaber olmaları nedeniyle, farkında olmadan rejimin destekçisi olarak konuyu
kapatmaya çalışmaları da işin tuzu biberi olmuş durumda. Bu çevrelerin sayısal gücünden çok sahip oldukları yayın organları ve bizzat yaşadıkları göbek bağı, mideden bağlılıkları rejimin payandası olmalarını doğurmakta. Bu
mideden bağlıların içinde Marx’tan, sosyalizmden haberdar, bu rejimin esas gövdesini anlayan tanıyanlar var ama onların "geçim" derdi engel. Solcı sıfatlı cahillerin en çok kullandıkları argüman ise ırkçılık oluyor.
O kadar cahiller ki ırkçılık nedir, birisi dahi bu kavramın anlamını bilmiyor. Irkçı, bir ırkın başka ırka üstün olduğunu söyleyen kişidir. Irkçılık bir öğretidir. Kimdir ırkçı, X ırkının Y,Z vs ırklardan üstün olduğunu
söyleyen kişi. · Bizler, bir ırkın, tarikatın, gizli din mensuplarının egemenliğine karşı çıkan insanlarız sadece. Irkçlığı ve bu rejimin temelinin ne olduğunu anlatmaya çalışan insanlarız.
Nedir bu rejimin temeli ? Örneğin laiklik en önde gelenlerindendir. Türkiye’de laiklik yoktur, Sabetaycılıktan kaynaklanan İslamiyet ve Hristiyanlık düşmanlığı vardır; biz bütün dinlerin eşit, özgür ve açık olmalarını
istiyoruz. Bu satırların yazarı bir dinsiz olarak özgürlüğün bir parçası olarak gördüğü din özgürlüğünü savunur ve bütün dinlere eşit mesafede hisseder kendini. Doğuştan gelen özelliklerin bir avantaj ya da dezavantaj olmasına
karşıdır. Bir takım güçlerin doğuştan gelen bir gizli din mensubu olması nedeniyle diğer insanların haklarını gaspetmelerine, hakkı olmayanı da almaya, dededen toruna aynı insanların hayatın tüm alanında rant yemelerine,
üstünlük sağlamalarına ve bu rezil düzenin sürdürülmesine karşı olmaktır mesele.
Rejimin özelliklerini tek tek saymaya gerek yok, ancak rejimi ister faşizm, ister trekelci kapitalizm, ister Bonapartizm olarak
tanımlayın, bu tanımlarda egemen unsur olarak kimi koyarsanız koyun (tekelci kapitalistler, TÜSİAD, TSİK generaller, gizli servis, bürokrasi vs) sergilemeye çalıştığımız gizli ağ ve mensupları ve elbetteki ideolojileri,
siyasetleri karşınıza çıkacaktır.
Ne yaparsanız yapın egemenler ve onun payandaları, bir dostumun bu konuda söylediği gibi CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI !
Bonapartizm ve Sabetaycılık
Bonapartizm, iktidarı emekçilerin alamadığı, Marx’a göre burjuvazinin de
alamadığı Engels’e göre burjuvazinin siyasal gücünü devrettiği rejimin adıdır ve 19 Yy ortalarında Fransa’daki rejim hakkındaki tanımlarıdır. Melih Pekdemir "Bonapartizm burjuvazinin dini ise Kemalizm bu dinin
mezhebidir" diyor. (Melih Pekdemir, Kemalistler Ülkesinde Cumhuriyet ve Diktatörlük, 2. Cilt, s.93, 1. Basım 1997)
Yani, küçük burjuvazi (asker ve sivil bürokrasi ile aydınlar ittifakı) büyük burjuvazinin bir
sınıf olarak iktidarı alacak gücü olmayınca bu tür bir iktidar yapısı doğuyor. Bu iktidar yapısı, burjuvazi adına, ama burjuvaziye iktidarı tam olarak teslim etmeden onun adına erki elinde tutuyor.
"Bu tür
ülkelerde hakim siniflar ittifaki çelisen sinif çikarlarindan dolayi (sömürüyü paylasmak temelinde) ellerindeki devleti, ittifak içindeki güçlerin herbirini esit sekilde memnun edecek tarzda kullanma olanagina sahip
degillerdir. Hakim siniflarin en irilerinin toplanmis oldugu çeliskili bir ittifak olan oligarsinin içinde, devletin kendi çikarlarina kullanilmadigi sikayetleri hiç bitmez. Oligarsinin her kesimi bu bakimdan digerleriyle
çekisme içindedir." (Devrimci Yol Savunması)
1923’ü ya da İttihat Terakki’yi başa alırsak, o dönemde, burjuvazi denebilecek sınıfın en göze çarpanları Müslüman olmayanlar, Levantenlerdir. Bu pek çok yerde saptanır
ancak görece olarak sermaye birikimi sağlamış "Müslümanların" niteliği vurgulanmaz ya da hiç bahsedilmez. Bu "Müslüman" burjuvazinin ezici çoğunluğu Sabetaycılardır. İttihat ve Terakki’nin asli unsuru bir
Müslüman-Burjuvazi yaratmaktır. Başta Rumlar olmak üzere Levantenlerin ve Ermenilerin birikimleri de bu yeni sınıfa kanla aktarılmıştır. Mevcut Sabetaycı burjuvazi "Müslüman" görüntülüdür ve bu açıdan bir sorun yoktur
ve zaten İttihat Terakki, etnik/dini unusr olarak bir Sabetaycı hareketidir ve ırkdaşlarına/dindaşlarına "gavurun" elindekileri aktarmıştır. Aynı durum, Cumhuriyet için de geçerlidir. Cumhuriyet’in İslamiyet karşıtı,
pozitivist, Batılı "örnek" vatandaşlarının ezici çoğunluğu Sabetaycılardır ve "gavurun" yerine yaratılmak istenen burjuvazi de ezici çoğunlukla Sabetaycılardan oluşmuştur. Bu hem, ideolojik ve siyasal bir
çakışmadan doğar hem de İttihat ve Terakki gibi Cumhuriyet’i kuran kadroların bizzat Sabetaycı olmalarından. Hem bir ideolojik, siyasi tavırdır hem de en az bunlar kadar bir dinin, Sabetaycı dinine mensup olanların
kayırılmasıyla, suistimalle, yolsuzlukla olmuştur.
Ancak, Bonapartizm, büyük burjuvazi adına iktidarı tutsa da, onların sınıfsal çıkarlarını temsil etse de, iktidarın gücünü doğrudan büyük burjuvazinin kadrolarına
devretmek istemez. Bu rejimin tanımladığımız niteliği dolayısıyla sadece ezici çoğunlukla bir dinden (Sabetaycı) olanlardan yeni bir burjuvazi yaratmak ve var olanı daha da palazlandırmakla olmaz. Asker-Sivil Bürokrasi ve aydın
ittifakı dediğimiz Bonapartizmin bizzat bu kadrolarının da Sabetaycılardan oluşmasıyla, büyük burjuvazinin çıkarlarını bizzat soydaşlarının korumasıyla olmuştur. Asker-Svil Bürokrasi ve rejimin ideologluğunu yapacak teorik
gıdasını sağlayacak kadroların da Sabetaycı olması elbette, sadece bu dinin mensuplarının kayırılması sonucu değildir. Evet inanılmaz derecede kayırılmışlardır ama sadece kayırma, haksızlık bu durumu tam açıklamaz. Pozitivizmi
amentü yapmış, İslamiyet’ten düşmanlık derecesinden uzak olmak, memur-aydın olabilecek kadar mürekkep yalamış olmak ve böylesine bir kadroyu da Müslümanların içinden bulmak çok zordur. Türkleri İslamiyet’ten uzaklaştırabilir
miyiz diye yapılan gizli bir toplantıya katılabilecek Müslüman bulmak kolay olmasa gerek. Yeni bir rejim, yeni bir millet, laiklik adı altında yeni bir din ve bütün bunları sağlayacak olan gerek burjuvazi gerekse de
asker-sivil bürokrasi ve aydın kadrosu ancak Sabetaycılardan olabilirdi ve öyle de olmuştur.
Sabetaycılık, oligarşi dediğimiz muğlak kavramın kabuğu soyulmuş vaziyetteki halidir.
Burjuvazi zaman zaman bu
Bonapartist iktidarla sorunlar yaşıyor ve iktidar üzerindeki dengeler zaman zaman değişebiliyor. Cumhuriyeti kuran bu Bonapartist yapıya karşı burjuvazi palazlandığı zaman iktidarını -tam olarak hakim olamayabildiği- bu
yönetici sınıftan almak ister.
Türkiye’de iktidara ortak olmak isteyen büyük toprak ağası, ticaret erbabı ve kısmen palazlanmaya çalışan cılız sanayi burjuvazisi 50’li yıllarda atak yapmış ve kısmen yönetici sınıfla bu
iktidarı paylaşmıştır. Adnan Menderes, bir toprak ağası olarak, yönetici bürokrat İnönü’nün yerine, bizzat bu sınıfın (kendi sınıfının )temsilcisiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni düzenle, İnönü’ye oranla, kapitalizme
eklemlenmede daha iyi bir isim olduğu için, uluslararası odaklarca da desteklenmiştir. Menderes’in bu anlamda bir benzeri de Özal’dır. Milli pazar içinde burjuvazinin mal satışını sağlamanın birinci yolu, malı, pazara
ulaştırmaktır ve Menderes ve Özal dönemleri bu anlamda, ulaşımda, iletişimde altın çağdır. (Menderes’in çapsızlığı, rezillikleri ile başarısızlığının sonucu olarak son yıllarda ABD ile bozulan ilişkileri, SSCB ile dirsek
teması, iç dinamiklerle birleşince sonunu hazırladı.)
Bugün, Kemal Derviş eliyle aşağı yukarı-elbette tarih tekerrür etmeyeceği için- benzer bir kapitalizme entegrasyon planı uygulanıyor. Büyük burjuvazi, iktidarı
bizzat Bonapartizmden devralmak istiyor. Sabetaycı elitlerin istisnalar dışında ABD yandaşı olmaları, böylesine baskın bir eğilim içine girmesi çok çarpıcıdır.
İttihat Terakki’yle başlayan, Cumhuriyet’le süren yeni bir
devlet, sistem bizzat Sabetaycı kadrolar tarafından kurulmuştu; şimdi bir başka cumhuriyet yine Sabetaycılar tarafından kurulmak isteniyor. Asker-Sivil Bürokrasi içinde Sabetaycı ağırlığı geçmişe göre daha az zaten. Memuriyetin
çekiciliğini yitirmesiyle, geçmişin Sabetaycı üst düzey bürokratların çocukları bugün ağırlıkla memur değiller. TRT, THY, Telekom, Merkez Bankası, Hazine, Borsa, Yargı, YÖK vb çekici, etkili kuruluşların dışında diğer
kuruluşları elde tutmak çok da önemli değil artık. Geçmişin DSİ, Karayolları, gibi kilit kuruluşları, imar hamlesi eskisine göre yavaşlamış bir ülkede eskisi kadar önemli değil.
Silahlı Kuvvetleri savunan Yalçın Küçük,
Perinçek gibi isimlerin Sabetaycılığa itirazları bu noktadan başlıyor. Yoksa Sabetaycıların çok büyük bir rant yediklerini, büyük bir haksızlıkla pek çok noktaya geldiklerini söyleyen Yalçın Küçük, bu işin "banisinin"
Sabetaycı olduğunu bal gibi biliyor ama işine gelmiyor…
MODERN MEZAR TAŞLARI - AÇILIMLAR
12 Mart’ın Adalet Bakanı İsmail Hakkı Arar diye birisi. Bu tipleri nerden
bulurlar diye düşünürüm hep. Merak işte, ben de bu üç ayrı bakanlık yapmış, 12 Eylül’de de meclis üyesi seçilmiş bu muhterem zatın kim olduğuna bakarken baktım ki, yollar yine kesişmiş gerçekten. Bu zat yine açık faşizm
dönmelerinde milli eğitim bakanlığı da yapmış ve kendi yazdığı okul ansiklopesidini de elbette bütün okullara aldırmış.
"İsmail Hakkı Arar, Mustafa Kemal’in hekiminin, ölüm raporunu imzalayanlardan birinin oğlu
oluyor. Dedesinin ismi Mehmet Ali Ayni. Babaannesi Feride Hanım. Babaannesinin babası ünlü Giritli Sırrı Paşa. Giritli Sırrı Paşa’nın diğer çocuğu ünlü mimar Vedat Tek. Vedat Tek’in karısı Firdevs Dino. Giritli Sırrı Paşa’nın
kardeşi Mustafa Nuri Bey, yani Rasih Nuri İleri’nin dedesi". Kısacası N. Hikmet’ten, Aybar’a, Umur Talu’ya daha pek çok ismini saydığımız ailenin ferdi. Mehmet Ali Ayni’nin kardeşi ise ismi Prof. Dr Hasan Tahsin Ayni. Bu
kişinin kızı Emine Nesrin Garan, eşi Prof. Dr. Reşat Garan. Osmanli Devletindeki hizli cöküsü önlemek icin ciddi bir reform hamlesi yapmak amaciyle Abdulmecid'in tahta cikisindan dört ay sonra 3 Kasim 1839'da aydin ve ileri
görüslü devlet adami Mustafa Resit Pasa tarafindan okunan Gulhane Hatti Humayunu (Tanzimat Fermani)bu zorunlulugun ortaya koyduğu eser olmustur. Turklerin İlk Haklar Beyannamesi olarak nitelendirilen bu belgenin Osmanli
Devletinde insan haklarinin taninmasi yolunda ilk onemli adim sayilmasi bakimindan kisilere sağladigi haklar ve yenilikler nelerdir? Kisi haklarinin tertip ve sistem icerisinde maddeler halinde siralayan bir liste yoktur.
Tanzimat Fermani hukuki sekil ve karakter yonunden bir Berat bir Chart niteligindedir.
Boylesine onemli bir gelismeyi tarihe sunmak Mustafa Resit Pasa ya nasip olmus.Yukaridaki gorusler bir panel den alinma
yalnizca sunu belirteyim ki ortada tarihin masonik yorumu var bunu ilerde inceleyip basli basina bir konu olarak ele alacağım.
Mustafa Resit Pasa Londra da mason olan ilk Osmanli Masonlarindan ve modern mezar taşımız ilk belirleyicisi. Ahmet Salih korur ise Basbakan Adnan Menderes in sag kolu hariciyeci ve istihbarat gorevlisi, Muvaffak Akman in
Hacettepe anilarinda İhsan Dogramaci'dan Hacettepe prensiplerini bozan bir doktorla ilgili bir ricada bulunuyor. Gerci Dogramacinin bu kisiyi bir ay sonra Hacettepe'den uzaklastirdigini bu kardes (birader) ricasini kismen de
olsa yerine getirerek bir ay göz yumdugunu anliyoruz. M. Akman in anilarinda Dogramacinin iyi duzeyde İbranice de bildigini ogreniyoruz. Ahmet Salih Korur un ayrica mason oldugunu da belirtelim.
M.Vedat Urul un nerelerde gorev yaptigini zaten ölüm ilanindan okursunuz. Bengü Hanimla mudavimi sayildigi (Star Life dergisinden buldum) Deniz Ticaret Odasindaki Sardunya restourantta yemek yerken belki diger mudavimlere
de rastliyorlardi. Onlar kimler mi; Gönensin, Mustafa Oguz, Banu Birkan, Cigdem Simavi, Rutkay Aziz, Berna Toker, Murathan Mungan, Lale-Guliz Hasmin, Mustafa Sadikoglu, Esref Cerrahoglu, Emin Bengisu, Rauf Tamer, Müge-Ali
Titiz. Hos bir yer deniz kenarinda tarihi SALİ PAZARİ rihtiminda Sabetay SEVİ de yakalandiginda oraya getirilmisti, sanirim aman bende cok kuskucuyum. Neyse bu iki köklü ailenin endogomik evlilik yapan bireyleri oldugunu
görüyoruz. İsimbilim acisindan da genc kusaklara gelenegin devami secimlerde bulunulmus. Zaten onlarda simdiden ufak tefek roller almaya baslamislar bile Aslan Galatasaraycilar’da Emre Baskan olmus. Maalesef Hisar Vakfi ile
ilgili bilgi bulamadim ama yukarida anlattigim bütün bilgileri internetteki mason, MIT ve gazete sitelerinde bulabilirsiniz.
Savaş Dost ++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Kafatasçı, Antisemitist Sabetaycılar ve Türk Milliyetçiliği
Türk ırkçlığının ve kafatasçılığının en önemli isimlerinden birisi Nihal
Atsız’dır. Nihal Atsız, Türkeş’le birlikte yargılandığı ünlü ırkçılık davasından sonra Sabetaycıların Yakubi koluna mensup Boğaziçi Lisesi’ne öğretmen olarak alınmıştır.
Bir diğer ırkçı ve kafatasçı olan Cevat Rifat Atilhan, Trakya Olayları öncesi İstanbul
Üniversitesi önünde gençlere gamalı haç dağıtan kişi bir emekli albaydır ve Nazi hayranıdır. (Bkz. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, İletişim yayınları 2001) Cevat Rifat Atilhan, Şair Oktay Rifat’in amcasıdır. Oktay
Rifat’in baba dedesi yani Cevat Rifat Atilhan’nın da babası Macar Ali Rifat Bey. Macar diyorlar çünkü adam, 1848’den sonra Osmanlıya sığınan bir Macar Sabetaycı. Bektaşi oluyor ve ilk operalardan birisi olan Bülbül’ün de
bestecisi. (Sabetaycı inanışa göre Mesih bülbül seslerinin ötüşüyle gelecektir) Bu geniş sülalede şairlik, ressamlık ve müzisyenlik ortak payda zaten. Çocukları da müzisyen yani Oktay Rifat’in babasi Samih Rifat, kahramanlık
şarkıları besteliyor (torunla ayni isime sahipler) ve amcası Ali Rifat (sonradan Çağatay soyadını almış) da bugün söylenmeyen ama ilk kabul edilen İstiklal Marşı’nın da bestecisi.
Oktay Rifat’in dayısı Ali Fuat Cebesoy,
teyze çocukları da Nazım Hikmet ve M. A. Aybar Cumhuriyet’in yolsuzluktan düşürülen ilk bakanı da Ali Fuat Cebesoy’un babası, zamanın Bayındırlık Bakanı, İsmail Fazıl Paşa. Hayat bu, yarım kalan Bayındırlık Bakanlığı işine daha
sonra da; İsmet İnönü zamanında oğlu Ali Fuat gelir. Ali Fuat, Mustafa Kemal gibi, İttihat ve Terakki içinde Cemal Paşa yanlısıdır, yani Enver’e karşı olan gruptan. Mustafa Kemal ile Harbiye’den sınıf arkadaşı.
Mason ve
Sabetaycı Nuri Demirağ, MKP’yi kurarken sağ kolu da Cevat Rifat Atilhan’dır. Sol cenah bu ismi pek bilmez ama sağcılar arasında çok iyi tanınır ve saygı görür. Atilhan’ın büyük özelliği Masonlar aleyhine yazdığı kitaplardır.
Cevat Rifat Atilhan, Yeşilçam’da en çok senaryo yazan adam, şapkasını hiç çıkarmayan adam Bülent Oran’ın babasıdır. (İkinci Bahar filminde T. Şoray’ın babası rolündeydi). Amerikan Kolejli olup sonradan tarikate girdiği için pek sevilen Yazar Ayşe Şasa’nın da kayınpederidir. Ayşe Hanım, Bülent Oran’la evli. Atilhan soyadı da Macarların Türk olduğu safsatasından dolayı Atilla’dan geliyor.
Türk Milliyetçiliği’nin (pek çok milliyetçiliğin de "kaderi" gereği) aslen Türk olmayanlar, fena halde Türk Milliyetçisi olmuşlar. E, millet, milliyetçilerin uydurması bir kavram. Türkiye özeline
indirgediğimiz zaman, bütün ilk milliyetçiler (milliyetçiliğin ötesinde ırkçılar) gerek pratikte gerekse teoride Sabetaycılardır. Yani ilk ırkçıların, kaftasçıların, milliyetçilerin Sabetaycılardan çıkması elbette tesadüf
değildir.Ülkesi olmayan, ama çok uzun yıllardır Osmanlıyı yöneten Sabetaycılar, ulus-devlet aşamasında da öne geçmiş ve kendilerine gereken bir millet ve devlet yaratmışlardır ve bu ulus-devletin batıya dönük yüzünün ve
ırkçlığının tek dil-tek millet şiarının da bayraktarlığını yapmışlar. Bunu yaparken de, yok edilen Ermeni ve Rum Burjuvazinin servetlerini ve rollerini de almışlardır. Milliyetçiliğin doğal gelişimi olan ulus-devlet sürecinde
burjuvazinin de mal satabilmesi için bir milli pazara ihtiyacı vardı ve bu milli pazar ancak bir ulus-devletle gerçekleşebilirdi ve öyle de olmuştur.
Ermeni Kırımı tabusu ile Sabetaycılık arasında çok yakın bağlar var
ve İttihat ve Terakki’den, Cumhuriyet’e bu katliamın sorumluları da ezici çoğunlukla Sabetaycılardır. Milli Mücadelenin subay ve eşraftan kadroları da Sabetaycılardan oluşmuştur. Babıali’nin Tercüme Odası’ndan Rum ve
Ermenilerin çıkarılmasıyla, o dönemde dil bilen tek "müslüman" grup olan Sabetaycılar aynı zamanda ilk aydınları da oluşturmuştur ve Türk Milliyetçiliği bir aydın hareketidir. ====================================================================================
Tarih-i Selaniki
Yaklaşık yedi-sekiz ay önce yazdığımız bir yazıda, Benim Adım Kırmızı’nın
kahramanlarından bahsetmiştik ve o zaman kitapta geçen dul kadının Orhan Pamuk’un annesi ve çocuklarının da (kitapta isimleri Şevket ve Orhan’dır) Orhan Pamuk ve ağabeyi Şevket Pamuk olduğunu söylemiştik. O zaman kitapta sıkça
geçen Ester’e de değinmiştik. Ester Kira’dır bu kadının ismi ve o zaman için fırtınalar yaratan olayların kahramanıdır. (Müthiş bir zorlu dönemdir ve açlık, kıtlık geçim sıkıntısı had safhadadır.) Bunu Orhan Pamuk da,
Yalçın Küçük de herkes gibi Tarihçi Mustafa Selaniki’nin yazdığı, Tarih-i Selaniki’den biliyorlar. Pamuk’un kitabında anlattığı dönem Sulatn III. Mehmed Dönemi ve o dönemde bir de ortaya Mehdi iddiasında bulunan birisi çıkar ve
epey taraftar toplar, sonra idam edilir. Tarih-i Selaniki’nin 1989 basımını bulmak ve okumak mümkün. Ayrıca Necdet Sakaoğlu’nun "Bu Mülün Sultanları" isimli ilk basımı 1999'da yapılan kitabında da yine zikredilen
eserden alınan bilgilerle o dönem ve Ester Kira’dan kısaca bahsedilmektedir. gokyuzu@hotmail.com llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Şebeke Network Eleştirisi (Yalçın Küçük’ün ‘Şebeke’ kitabına bir başka tenkit yazısı için buraya tıklayınız)
Yalçın Küçük’ün son kitabı "Şebeke - Network" çıkmış,
röportajında bahsettiği kitabın da ilk bölümü olan Benim Adım Kırmızı çözümlemesini merak ediyordum.Bizim de bu kitabın ismi hakkında bir saptamamız vardı ve Yalçın Küçük’ün saptamasıyla çakışacak mı diye merak etmiştim.
Yalçın Küçük, kitaba ismini veren Kırmızı’nın, o dönemde çıkan bir fermanla Yahudilerin başlıklarının kırmızı olmasından kaynaklandığını iddia ediyor ve ayrıca elindeki Hebrew- English Dictionary ‘den de kırmızı sözcüğünün
aynı zamanda adam anlamına geldiğini ve bunun da iddiasına destek olduğunu söylüyor. Doğrusu bizim elimizde maalesef bir İbranice - İngilizce Sözlük olmadığı için kırmızı ile adam sözcüklerinin yakınsamasını bilmiyorduk, bu
bizim için yeni bir bilgidir (ve bizi doğrulayan bir argümandır) ama bizim bildiğimiz başka şeyler var ve Küçük de bunları bilmiyor.
"Benim Adım Kırmızı"nın isminin nereden kaynaklandığını aylar önce yazarken şöyle demiştik : "Simya, değersiz madenlerden altın yapma işlemi." (Bu zahiri anlamı-g.n) İçrek (ezoterik, batıni-g.) bir
öğreti olan simyanın tinsel düzlemdeki amacı ise, sıradan insanı ‘tinsel’ insana dönüştürmektir. (…) Simyanın sonul amacı Büyük yapıtı gerçekleştirmektir. Bu sürecin üç aşaması, Kara Yapıt, Beyaz Yapıt ve Kırmızı Yapıt’tır.
(…) Kara Yapıt : Maddenin ilk dönüşüm aşaması; çözülme ve damıtılma aşaması. Beyaz Yapıt: Ögeler kaynaşarak gümüşsü ya da aysı duruma gelirler; bu durumda maddenin tüm renkleri beyazda birleşir.
Kırmızı Yapıt: Elde edilen maddenin gümüşsu duruma geldiği son aşama. (Umbeto Eco, Foucault Sarkacı)".
Mistik genel olarak, zahiri değil batıni olanlardan anlamlar çıkarır ve Tanrı’yı böyle kavrar, böyle ulaşmaya
çalışır. Bu ulaşma da derece derece, hamlıktan pişkinliğe giderek, kemale ererek olur. Simyanın manevi anlamı olarak da bu aşamalar siyah, beyaz ve kırmızı renklerdir. Orhan Pamuk’un kitaplarının ismi buradan geliyor diye ilk
defa biz açıklamıştık. Bu sadece bir kitabın isminden yani Kırmızı’dan değil diğer kitapların isimlerinden geçen Beyaz ve Kara sıfatlarından da bellidir.
Adam, sadece adem, adam, insan anlamında değildir. Adam Kadmon
var ve Kabala’ya göre Adam Kadmon, Adem’in (ilk insan) Tanrı’nın suretinde yaratıldığını anlatan sembol. Sefirot, insan şeklinde yani adam kadmon olarak insan bedeninin (örneğin, üç sefira olan keter yani taç; hohma yani
bilgelik ve binah yani zeka insan başını oluşturuyor) çeşitli uzuvlarını temsil ediyor. Bir Kabalacı da adam kadmona ulaşmaya yani mükemmel insan olmaya çalışır. Bu da tekamülle olabilecek bir şey ve bu tekamülün de evreleri
var; simyanın zahiri anlamı da da bu evreleri, hiyerarşiyi (sırasıyla siyah, beyaz ve kırmızı) anlatıyor. Dolayısıyla kırmızı sözcüğü adam sözcüğüyle yakınsasa bile bunun nedeni mükemmeliyet olan adam kadmon ve mükemmeliğin
rengi de kırmızı. Yalçın Küçük’ün sır gibi sakladığı ve röportajında açıklamadığı "keşfi" yanlış. Yanlış çünkü bilmiyor.
Yalçın Küçük’ün anlamadığı şey, Orhan Pamuk’un bir Yahudi değil Sabetaycı olduğu;
ikisinin farklı olduğunu röportajında sık sık söylemesine rağmen bu yanılgıya düşüyor.
Ester Kira’nın öldürülüşü için bizim kısaca değindiğimiz "fiyat devrimi" sonucu yaşanan tağşiş (ki Ester Kira’nın verdiği
ayarı bozuk akçelerin ulufe olarak dağıtılması sonucu öldürülmüştür) ve enflasyondan da habersiz görünüyor ve sadece içteki iki grubun iktidar çekişmesine bağlıyor ve siyasetin ekonomiyle bağını unutmuşa benziyor. Ester Kira
için sadece Encyclpaedia Judaica’dan ve Avram Galante’den yararlanmış, ama yerli kaynakları okumamış bile. Yaklaşık yedi-sekiz ay önce yazdığımız bir yazıda, Benim Adım Kırmızı’nın kahramanlarından bahsetmiştik ve o zaman
kitapta geçen dul kadının Orhan Pamuk’un annesi ve çocuklarının da (kitapta isimleri Şevket ve Orhan’dır) Orhan Pamuk ve ağabeyi Şevket Pamuk olduğunu söylemiştik. O zaman kitapta sıkça geçen Ester’e de değinmiştik. Ester
Kira’dır bu kadının ismi ve o zaman için fırtınalar yaratan olayların kahramanıdır. (Müthiş bir zorlu dönemdir ve açlık, kıtlık geçim sıkıntısı had safhadadır.) Bunun kaynağı Tarihçi Mustafa Selaniki’nin yazdığı, Tarih-i
Selaniki’den biliyorlar. Pamuk’un kitabında anlattığı dönem Sultan III. Mehmed Dönemi ve o dönemde bir de ortaya Mehdi iddiasında bulunan birisi çıkar ve epey taraftar toplar, sonra idam edilir. Tarih-i Selaniki’nin 1989
basımını bulmak ve okumak mümkün. Ayrıca Necdet Sakaoğlu’nun "Bu Mülkün Sultanları" isimli 1999 da ilk basımı yapıaln kitabında da yine zikredilen eserden alınan bilgilerle o dönem ve Ester Kira’dan kısaca
bahsedilmektedir. Şevket Pamuk’un yazdığı "Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914" ve "osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi" isimli kitaplarında fiyat devrimi ve sonuçları anlatılır, ancak Küçük bu
eserlerden yararlanmamış.
Benim Adım Kırmızı’da, Şeküre (Orhan Pamuk’un annesinin de gerçek adıdır) kendisiyle evlenmek isteyen Kara’ya, ısrarla bir kitabı okuyup bitirmesini evliliğin şartı olarak öne sürer. Bunun
nedeni, Kara, ancak o sırlı kitabı (ki kuşkusuz Kabala) bitirince Adam Kadmon yani mükemmel insan yani Kırmızı olacaktır. Yalçın Küçük bu bölüm hakkında başka bir yorumda bulunuyor ki yanlış. Renk mistisizmini ve hiyerarşisini
anlamamış maalesef. Orhan Pamuk’un hattatlara olan ilgisi de, hattatların Karacaahmet Mezarlığı’nda özel bir adaya gömülmesinde yatıyor.
Orhan Pamuk’un siyasi görüşlerini beğenmeyebilirsiniz ama bunu yaparken Orhan
Pamuk’un Sabetaycılığından dem vuruyorsanız o zaman çok sevdiğiniz Nazım Hikmet’in de Sabetaycılığını yazmak bir ahlak ve dürüstlük gereği olmalıdır. Satır aralarında sürekli olarak hiç hoşlanmadığınız Kemal Tahir ve İdris
Küçükömer’in Sabetaycılığını ima ediyorsanız, o zaman çok sevdiğinizi söylediğiniz Nazım Hikmet’in de Sabetaycılığını söylemelisiniz. Eğer böyle yapmıyorsanız, Sabetaycılık tek başına olumsuz bir şeymiş gibi algılıyor ve öyle
mesaj veriyor demektesinizdir. Bir insan sırf Sabetaycı olduğu sevilmez ya da sevilebilir olamaz.
Pamuk’un Mustafa Kemal karşıtlığına baz olarak, Sabetaycıların "Osmanlı Hayranı" olduğu şeklinde bir argüman
koyulursa o zaman ben de, tam tersi onlarca Osmanlı düşmanı ve Mustafa Kemal, Cumhuriyet hayranı isim koyarım. Üstelik karşı olan Sabetaycı da -madem bundan dolayı karşı da- karşı olunan ne ? Bunun akılla, mantıkla bir ilgisi
yok. Küçük’ün anlamadığı, burjuvazinin artık uluslararası entegrasyon için ulus-devletten vazgeçmenin şart olduğunu anlaması. Cumhuriyeti kurarken nasıl ulus-devlet modelini menfaatleri gereğince destekledilerse şimdi de bunun
karştını destekliyor ve ulus-ötesi bir modelin de bayraktarlığını yapıyorlar. Geçmişin sıkı milliyetçilerinden önemli bir kesimi o yüzden karşı tarafa geçmiş gibi görünüyorlar oysa onlar hep kendi menfaatlerinin safındalar. Bu
yüzden de Sabetaycıların içinde büyük burjuvaziyi temsil eden, menfaatleri o tarafta olanlar ile cumhuriyetin paradigmasının aynı kalmasını söyleyen ve menfaatleri o tarafta olan Sabetaycılar arasında bir gerilim yaşanmaya
başladı. İki görüşün de bayraktarlığını her daim seçkin olan ve hep ön planda olan güçlüler olarak Sabetaycılar yapıyor. Ortak noktaları İslamiyete uzaklık, İsrail’e yakınlık, laiklik, post-modern reformist İslama daha yumuşak
bakmak vs ama gerilimler iyice su yüzüne çıkmaya başladı. Kayıkçı kavgasında taraf olmak, kırk satırla kırk katır arasında tercih yapmak zorunda değiliz. Bu kavgada atlar tepişiyor ve ezilenler hep aynı ve aynı da kalacak.
Sertap Erener’in Işık Liseli olduğunu biliyorsunuz da yıllarca aynı partide birlikte çalıştığınız, genel başkanınız Behice Boran’ın oğlunun da Işık Liseli olduğundan haberiniz yok mu ? En yakınınızdaki, öve öve
bitiremediğiniz kişilerden birisi Sabetaycı ve bunu bilerek yazmıyor. Bu konuda Yalçın Küçük çifte standartlı davranıyor.
Okul Yıllıklarını araştırıp yazarken şöyle demiştim : "Işık Lisesi 1940-1941 Yıllığını
inceledim. Yıllıkta okul müdürü Eşref Binzet görünüyor. Öğretmenler arasında tanıdık isimler var : Riyaziye Öğretmeni Fazıl Say. Ünlü piyanist Fazıl Say’ın dedesi demek ki matematik öğretmeniymiş. Abdi Boysan da Kimya
Öğretmeniymiş. Mustafa Kemal’in kızkardeşi Makbule Atadan’ın 1935’te milltevekili Mecdi Boysan’la evlendiğini hatırlatalım. Ayrıca mezun olan öğrencilerden iki kişinin ismi de Rasin Boysan ve Seyide Boysan zaten yıllıkta
tanıdık isimlerden. Gündüz Pamuk ve Hilkat Sirmen dikkat çekiyor. Ayrıca, yıllığa Simitçi diye bir yazı yazan Bülent Daver de o esnada 6. Sınıf öğrencisiymiş."
Gündüz Pamuk’un Orhan Pamuk’un babası olduğunu
biliyordum. Yalçın Küçük’ten, Gündüz Pamuk’un başından sonuna kadar Koç’ta çalıştığını ve Aygaz’ın da Genel Müdürlüğünü yaptığını öğreniyoruz. Sabetaycı Koç’un genel müdürlerinin de Sabetaycılardan seçildiğini yazmıştım. Gündüz
Pamuk’un Ecevit tarafından kısa bir süre "ödünç" alındığını ve kamuda da genel müdürlük yaptırıldığını öğreniyoruz. I. Ecevit Hükümeti’nde kimlerin genel müdür yapıldığı (İsmail Cem, Nezih Neyzi vs) başlıbaşına bir
konu.
Yalçın Küçük, bizim de dikkatimizi çeken ve alıntı yaptığımız Haber Turk’te Uğur İpekçi ismiyle yazan ve Soner Yalçın olduğu iddia edilen kişiye dayanarak, Asala’ya karşı ABD’deki Yahudi Lobisi ile işbriliği
yapıldığı bilgisine dikkat çekiyor ki çok mantıklıdır ve bizim söylediklerimizi de destekleyen bir argümandır.
Y.Küçük ayrıca The Washington İnstute’ye çok dikkat çekiyor ve buranın tamamen Yahudilerden oluştuğuna ve
özellikle başındaki Makovsky’nin gücüne, Bülent Ecevit’in bu kurum için "ulu" diye bahsetmesine vurgu yapıyor. Makovsky’den feyz alanlar, bu kurumdan geçenler arasında Çevik Bir, Turan Güneş’in damadı ODTÜ’den Sencer
Ayata, İsmail Cem, Şükrü Sina Gürel, Hikmet Sami Türk, Cengiz Çandar, Sami Kohen de var ve burada eğitim gören subayların isimleri de yer alıyor. De Gaulle’den alıntıladığı ve Fransa’daki Siyonist Lobi’den bahseden, şikayet
eden bir söz de kitapta var.
Küçük’ten ayrıca Oral Çalışlar’ın bir diğer ismi daha olduğunu, Danyal’mış, öğreniyoruz. Bunun dışında Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ındaki Sabetaycı bağları göstermesi, yazdıklarına
katılıyoruz, var ve Küçük’ün İttihat Terakki, Teşkilat-ı Mahsusa övgüleriyle kitabını bitiriyoruz.
Şebeke’de bize yani Mavera okuyucularına yeni bir şey söylenmediğini söyleyebilirim. Aksine, bizim çözdüğümüz örneğin
Kemal Derviş -Nilüfer Göle bağlantısı gibi bağlantıları bile doğru dürüst bilmediğini, hemen hiç bir bağlantıyı çözemediğini, bilmediğini ve Yalçın Küçük’ün hiç de araştırma yapmadığını, sadece bazı kimselerin getirdiği gazete
küpürlerini yayınladığını söylemek sanırım sert ama samimi olacaktır. Tekelistan’da yazılanların hatta Aydınlık Zindan’da bu konuda ne varsa aynısı olduğunu üzülerek söylemek gerekiyor.
Ez cümle bu kitap bir hayal
kırıklığı ve acaba yeni şeyler öğrenebilir miyiz dedik ama maalesef… Kitap yazmak, hele araştırma ve "keşif" yaptığını söyleyerek yazmak bu kadar basit olmamalı. Dost acı söyler : Olmamış Yalçın Küçük…
______________________________________________________________________________________________
Yusuf Salman
Merhaba,
Geçenlerde sahafları dolaşırken elime
"Atatürk-İnönü-Menderes-Gürsel Dönemlerinin Ermeni-Rum-Yahudi Asıllı Milletvekilleri" adlı bir kitap geçti. Süleyman Yeşilyurt adında, muhtemelen katıksız faşist biri tarafından yazılmış. Yorumlarını bir tarafa
bırakacak olursak, derli toplu bir kaynak olması bakımından fena değil.
Kitapta XI. dönem İstanbul Milletvekili Yusuf Salman'nın Selanik kökenli bir Yahudi olduğundan söz ediyor. Ben bu kişinin Sabetaycı olabileceği
düşüncesine kapıldım. Yazar, Yusuf Salman'ın devlet kredisi alıp İsrail'in Hayfa kentinde ilk plastik tesislerini kurduğunu, aynı zamanda üzt düzey bir mason olduğunu ileri sürüyor. Bir de şöyle bir bilgi var: "...Meclis
yıllıklarını araştırırken Selanikli Ayşe Günel gözüme takıldı. Türkçe öğretmeni olan bu milletvekilimiz, aslen Yahudi değildir. Ancak Yusuf Salman'la hemşerilik bağlarının bulunduğu inkar edilemez. Aynı dönem İstanbul
milletvekili olan Ayşe Günel, Yusuf Salman'ın masonik eğilimlerine mahkum kalarak, Türkiyemiz için büyük tehlike olan vs..." Yusuf Salman, 28 Kasım 1960'ta ölmüş.
İlgilenenlerin bilgisine sunulur.
Saygılarımla, Atilla
IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Yahoo'dan taranınca şöyle görünüyor :
"Jewish Surnames of Turkey (Part 3.) ... 189. Salman. Yosef Salmona (Yusuf Salman). 189. Salman. Yusuf Salman. 190. Salmona. Yosef Salmona (Yusuf Salman). ... http://www.sephardichouse.org/turks3.html " (Sayfa kapanmışsa buraya tıklayınız!)
Ancak
sayfa çok uzun ve ben açamıyorum, eğer bahsedilen aynı şahıs ise, Yesevizade Yusuf Salman'ın doğum tarihini 1888 olarak vermiş, böyle bir çakışma vardır. Eğer öyleyse de Sabetaycı değil demektir.
IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Sanat, Şov ve Medya Ünlüsü Bazı Sabetaycılar
Tarkan, Bülent Ersoy, Zeki Müren, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Filiz Ali
Lazlo, Fazıl Say, Orhan Pamuk, Zeki Alasya, Haldun Dormen, Mehveş Emeç, Sevgİ Soysal, Bülent Fenmen, Duygu Aykal, Aziz Üstel, Mükerrem Berk, Levent Kırca, Oya Başar, Mehmet Ali Erbil, Celal Sahir Erozan, Nermin Bezmen, Rutkay
Aziz, Doğa Rutkay, Mustafa Alabora, Derya Alabora, Mehmet Ali Alabora, Ayşe Kulin, Füreyya Koral, Aliye Berger, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Yusuf Atılhan, Orhan Gencebay, Muazzez Tahsin Berkant, Peride Celal, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, Halit Ziya Uşaklıgil, Halit Refiğ, Müjde Ar, Mehtap Ar, Samim Değer, Yasemin Kozanoğlu, Ayten Alpman, Yıldırım Gencer, Ayşe Gencer, Bora Gencer, Melih Kibar, Şinasi, Attila İlhan, Çolpan İlhan, Kerem Alışık,
Çiğdem Talu, Ajda Pekkan, Semiramis Pekkan, Yesari Asım Arsoy, Sibel Egemen, Şerif İçli, Selahattin Pınar, Ali Rıfat Çağatay, Faiz Kapancı, Mısırlı İbrahim, Selanikli Ahmet Efendi, Tülay German, Erdem Buri, Refik Talat Halman,
Şekip Memduh, Barış Manço, Rakım Elkutlu, Hüseyin Saadettin Arel, Leyla Saz, Osman Nihat Akın, Mahmud Celalettin Paşa, Mehmet Fehmi Tokay, Emin Ongan, Cenk Eren, İdil Biret, Mükerrem Berk, Suna Kan, Aysel Gürel, Gönül Yazar,
Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan, Tuğrul Dağcı, Zeliha Berksoy, Semiha Berksoy, Ömür Göksel, Uğur Akdora, Bülent Ortaçgil, Engin Noyan, Eser Noyan, Leyla Gencer, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Arif Mardin, Ahmet Ertegün,
Oya Küçümen, Cem Mansur, Sertap Erener, Levent Yüksel, Pakize Suda, Işıl Yücesoy, Gürer Aykal, Mithat Fenmen, Bülent Tarcan, Muzaffer İlkar, Alpay, Rüçhan Çamay, Gönül Yazar, Kenan Kalav, Yıldız Sertel, Özlem Savaş, Okan
Karacan, Ömer Karacan, Erkan Özerman, Cemil İpekçi, Metin Bükey, Abdülhak Hamit Tarhan, Metin Erksan, Turgut Demirağ, Altan Erbulak, Cem Davran, Hande Ataizi, Okan Bayülgen, Metin Serezli, Nevra Serezli, Nisa Serezli, Selin
Dilmen, Mustafa Denizli, Murat Özaydınlı, Cüneyt Tanman, Ali Uras, Aziz Basmacı, Günseli Başar, Meltem Hakarar, Neşe Erberk, Selin Toktay, Perran Kutman, Hüseyin Kutman, Oktay Rifat, Samih Rifat, Asuman Tuğberk, Cemil
İpekçi, Muhip Arcıman, Behzat Butak, Refik Kemal Arduman, Reşat Nuri Güntekin,
Munis Faik Ozansoy, Enis Fosforoğlu, Renan Fosforoğlu, Mete İnselel, Şemsi İnkaya, Turgut Boralı, Ayten Gökçer, Deniz Gökçer, Cüneyt Gökçer, Hüseyin Baradan, Yasemin Baradan, Ümran Baradan, Hulusi Kentmen, Can Gürzap, Arsen Gürzap, Çetin Tekindor, Saltuk Kaplangı, Erman Kunter, Mustafa Altıoklar, Meral Orhonsay, Zihni Küçümen, Talat Artemel, Ülkü Kuranel, Tuncel Kurtiz, Köksal Engür, Yasemin Kumral, Cem Davran, Ahmet Say (Buradaki bazi isimleri okuyunca insanin “Bu kadari da olmaz” diyesi geliyor, ama arastirmak lazim.)
GÖKYÜZÜ lllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
|