MENÜYÜ CEK

SABATAYCILARLA ILGILI CESITLI FIKIRLER

Sabetaycilik, Sabah Gazetesi ve Çevik Bir

28 Subat 1997 tarihli MGK toplantisi ile baslayan "yari askeri yönetim" sürecinin en önemli Pasalarindan biri daha emekli odu. Üzerinde Türk Ordusunun üniformasi varken, Orduya zarar verme kaygisi ile yapilamayan, ertelenen elestirilerin ilgili kimse emekli olduktan sonra yapilmasi elbette mantiklidir. Biz de, 30 Agustos 1999 tarihli Yüksek Askeri Sura toplantisinda yas haddinin dolmasi sebebiyle emekli edilen Orgeneral Çevik Bir hakkinda simdi yazi yazmayi daha uygun buluyoruz. Orgeneral Çevik Bir'in kamuoyunda fazlaca tartisilmasina sebep olan, belki de darbe yapip -yapmama karari öncesinde nabiz yoklama amaciyla gittigi ABD ziyareti esnasinda "balans ayari yaptik" seklindeki sözleri idi. Bununla birlikte, esas ilginç olan ve bizim dikkatimizi çeken, Sabah Gazetesinin her firsatta Çevik Bir'i mansete tasimasi ve sürekli desteklemesidir. Gerçekten de 28 Subat sürecinde Sabah Gazetesi çok sayida Çevik Bir'li mansetlerle yayinlandi ve 28 Subatçi Generaller içinde Çevik Bir'e özel bir yer yarildi. Sabah'in Çevik Bir'den yana olan tavri, normal terfilerde önü kapali olan Çevik Bir'e, Ordu gelenekleri göz ardi edilerek Genel Kurmay Baskanligi yolunun açilmasi yönünde de kendini gösterdi, ancak basarili bir sonuç elde edemedi. 2000 yilinin Mayis ayindaki Cumhurbaskanligi seçiminde Sabah grubunun adayi da Çevik Bir olarak kendini gösterdi. Seçim tarihi yaklastikça bu anlamda ilginç gözlemler yapma imkâni da bulabiliriz saniyorum. Bu noktada esas sorulmasi gereken soru sanirim sizin de akliniza gelmistir. Evet, Sabah neden Çevik Bir'i bu derece kesin ve sürekli biçimde desteklemektedir? Çevik Bir ile Sabah arasindaki iliski elbette basit bir menfaat iliskisi olamaz. Peki bu iliskinin mahiyeti ne olabilir? Sabah Gazetesi sahibi
Dinç Bilgin ve Sabah'in önemli bazi köse yazarlari Sabetayci, yani Selanik Dönmesi'dir. Sabetaycilar, bundan bes yüz küsür yil önce Ispanya'dan Türkiye'ye göç eden Yahudiler'in bir grubu olup, dis görünüste Müslüman kendi aralarinda ise gizlice Yahudi-Sabetayci bir hayat sürmektedirler. Bunlarin meshurlari Ipekçi ailesi (Abdi Ipekçi, Ismail Cem Ipekçi, modaci Cemil Ipekçi vb.), Dilber ailesi ve Atabek ailesi fertleri arasindan çikmistir. Hürriyet Gazetesi eski sahipleri Erol simavi ve Sedat Simavi de Sabetayci kökenli idiler. Selanik sehri, Ispanya'dan göç eden Yahudilerin yerlestirilmesiyle çogunlukla Yahudi Ispanyolca'si konusulan, daracik sokaklari ile mimari açidan da kendine has özellikler gösteren tipik bir Yahudi sehri görünümü tasiyordu. Daha sonra Sabetayciligin kurucusu Yahudi Hahami Sabetay Sevi'nin yolunu takip eden 200 ailenin buraya yerlesmesi ile sehir Selanik Dönmeleri diye de adlandirilan bu grupla birlikte anilir olmustur. Kendi aralarinda Ortodoks Yahudilikten ayrilarak Sabetay Sevi'nin kurallarini koydugu Sabetayciligi yasayan bu Dönmeler, dis görünüsleri bakimindan Müslüman imaji vermeye özen göstermekte, hatta bazen Müslüman görüntüsü vermek için namaz da kilmaktaydilar. Simdi gelelim Çevik Bir'e... 2 Ekim 1999 tarihinde gazeteci Ismet Solak'la NTV'de yaptiklari sohbette emekli Orgeneral söyle demektedir: "Babam Manastir'li, annem Selanikli'dir." Diger bütün kavim ve kültürlerin aksine Yahudilikte soy anneden devam etmektedir. Yani Yahudiler, babasi Yahudi olani degil, annesi Yahudi olani kendilerinden saymaktadirlar. Böylece Sayin Çevik Bir'in annesinin Selanik Dönmesi olmasi kendisinin Yahudi kabul edilmesi için yetmektedir. Elbette her Selanikli muhakkak dönmedir, yahut bir baska deyisle Sabetaycidir demek istemiyoruz. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk de Selaniklidir, ama dönme degildir. Peki Çevik Bir için neden ayni seyi söyleme imkânini bulamamaktayiz? Su sebeple; Çevik Bir sabah Gazetesi tarafindan öylesine kayitsiz ve sartsiz bir biçimde desteklenmektedir ki, ister istemez onun da Sabah sahibi Dinç Bilgin gibi Selanik dönmesi oldugu akla gelmektedir. Evet, bu destegin anlami, Sabetaycilar arasinda mevcut olan kuvvetli dayanisma ile açiklik ve anlam kazanmaktadir. 2 Ekim 1999 tarihli Hürriyet'te Ertugrul Özkök, 28 Subat sürecinde Genel Kurmay'ca verilen brifnglerin sonuncusuna katilmis ve sonrasini anlatiyor: "Brifingden sonra Çevik Pasa'nin odasina gittik. Randevuyu rahmetli Gülçin Telci aldi. Aramizda cep telefonundan Çevik Bir'e ulasabilen tek kisi oydu." Gülçin Telci'nin Sabetayci oldugu ise biliniyor. Ölüm ilaninda Bezmen ailesinin kuzenleri oldugu yazilmisti. Bu arada, Çevik Bir'in "Musevi Ulusal Güvenlik Sorunlari Enstitüsü" adli kurulus tarafindan, kendisine " Türkiye'nin ABD ve Israil iliskilerinin gelismesine yaptigi katki" sebebiyle bir ödül verimek üzere ABD'ye davet edildigini ve 30 Agustos'ta emekli olan Bir'in Ekim ayi içinde ABD yolcusu oldugunu da eklemek gerekir. Yine Ekim ayi içinde egitim-ögretim sezonunu açan "Isik Üniversitesi"nin açilisina katilan Çevik Bir, ilk dersi veren kisi olmus... Sabetaycilara ait Feyziye Mektepleri'nin devami niteliginde olan Isik Üniversitesi'ne Bir'in bu yakinligi da ilginç degil mi? Önemli oldugunu düsündügüm bir baska husus, Genel Kurmay bünyesinde kurulan "Hasan Tahsin Bilgi Merkezi"dir. Bilindigi gibi gerçek adi Osman Nevres olan Hasan Tahsin Sabetaycidir ve Yunan'a ilk kursunu onun atip atmadigi çok tartismalidir. Zira, Sabetaycilar ve diger azinliklar ne I.Dünya Savasi esnasinda ne de Kurtulus savasi esnasinda Türk'ten yana tavir almamislardir. Sonraki dönemin meshur gazetecisi Sabetayci Ahmet Emin Yalman da o tarihlerde Amerikan Mandasini savunuyordu. Genel Kurmay'da açilan basin merkezine Hasan Tahsin adi verilmesini ille de kötüye yormak istemiyorum. Yani bu Çevik Bir'in yönlendirmesi ile de olabilir, ama olmayabilir de... Benim burada dikkat çekmek istedigim sey; Türk Ordusunda subay olabilmek için yapilan soy-sop, dini mensubiyet ve milli baglilik arastirmalarindan bu insanlarin nasil olup da geçtikleridir. Hele kurmay olabilmek için çok daha hassas ölçülerin kullanildigi bilindigi halde, bu ölçüler sanki sadece dindar olanlari ayiklamaya indirgenmis gibi görünüyor. Dedesi imam olanlari subay yapmayan sistem acaba neden zor duruma düstügümüzde bizi arkadan vuranlari bas taci yapmaktadir? Bu ülkede, Rahmetli Necip Fazil'in Sakarya siirinde söyledigi "Öz Yurdunda esirsin, öz vataninda parya" misraini hakli çikaran daha ne kadar örnek yasayacagiz? Ülkenin asli unsuru Müslüman-Türkler sistem için tehlike görülürken, asil tehlike olanlar bas köseye kurulmuslar.                                                                                                                                        Kemal Gürüz de Dönme mi? Üniversitelerdeki basörtüsü zulmünün planlayicisi, kamuoyu önünde pek konusmayan ama perde arkasindan yapacagini yapan YÖK Baskani Kemal Gürüz'den bahsediyorum. 28 Subat sürecinde YÖK Baskanligi ile üniversiteleri 28 Subat çizgisine esir eden, "irticaci" olduguna kanaat getirdigi ögretim üyelerini isten atmayla yetinmeyip, hiçbir sekilde Profesör ve Doçent gibi unvanlarini kullanmalari yasaklayan meshur yasakçi... Hani Türkiye Üniversitelerinin basinda dururken, "Türkçe bilim dili degildir" diye cevherler yumurtlayabilen zat... KTÜ Rektörlügünden TUBITAK Baskanligina atanan ve bu kurumu perisan eden, KTÜ Rektörü iken Yahudilerin Ispanya'dan Türkiye'ye göçlerinin 500.yildönümünü kutlama komitesi üyesi olan kimse... Her ne hikmetse röportajda Nuriye Akman soruyor: "Dönme oldugunuz dogru mu?" Cevap: "Sosyolojik anlamda Müslümanim". Simdi bunu nasil degerlendirelim. Nuriye Hanim acaba neden bu soruyu sorma geregi duymus? 500 Yil Kutlama Komitesindeki herkes Yahudi veya Sabetayci (Yahudi dönmesi) miydi ki buradan bir sonuç çikardilar? Cevabi bilmiyorum, ama Kemal Gürüz'ün cevabi yeterince kuskulandirici... Bir kere "dönme degilim" diyerek bin belayi defetmek; dedikodulari önlemek varken, dönme olmayan birinin böyle bir cevabi vermesi hiç mantikli degil. Eger dönme ise o zaman en uygun cevap bu verdigidir, çünkü dönme degilim dese muhakkak bir sekilde ortaya çikar, dönmeyim dese aleyhine kullanilir. Cevaptaki ikinci ipucu Müslümanliginin "sosyolojik" oldugunu söylemesi. Yani kendisi Mü'min (inanan) degil, toplum içinde Müslüman sifatini aliyor, bu sekilde niteleniyor. Iste Sabetaycilik tam da budur, yani "inanmadigi halde inaniyormus gibi Müslüman görünmek"... Toplumsal yasantida Müslüman göründükleri için sabetaycilar için en uygun Islami niteleme; "sosyolojik olarak Müslüman" ifadesidir. Ben bu cevaptan Kemal Gürüz'ün çok büyük ihtimalle dönme oldugu sonucunu çikariyorum. Sunu da söyleyeyim ki, hiç kimsenin ne kökenini ne de inancini kinamiyorum, ancak kendisi imanli bir Müslüman olmadigi halde, Müslümanlari basörtüsü sebebiyle en temel insan haklarindan biri olan "egitim hakki"ndan yoksun birakmaya hakki olmadigini düsünüyorum. YÖK Baskanligi döneminde en önemli icraatlarindan bir baskasi da, "aydin din adami yetistirme" amaciyla açilmis olan iki yillik "Imam-Hatip Meslek Yüksek Okulu" adli okullari kapatmasidir. Iste size bir baska icraat; Dekanligini Yasar Nuri Öztürk'ün yaptigi Istanbul Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi bünyesinde Heybeliada Papaz Okulu benzeri bir Ortodoks Ilahiyat Bölümü açmaktalar. Elbette ülkemizdeki Hiristiyanlarin ihtiyaci nisbetinde gerekli din adami da bu ülkede yetismelidir, fakat Türkiye'de imam yetistiren okullari kapatirken, ülke disi ihtiyaç ve çogunlukla da politik maksatlarla papaz okulu açilmasini iyi düsünmek gerekir. MHP ve ANAP'in da Hükümette olduklari bir dönemde, 1997 yilindaki bir MGK kararina istinaden, Hükümet karariyla bu uygulamaya geçildigi söylenmektedir.

///////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Üç Sabataycı Bakan


YİRMİNCİ asırdaki tanınmış Osmanlı devlet adamlarından biri de Selânik Dönmesi Câvid beydir. Cumhuriyet devrinde asılarak idam edilen bu zatın büyük bir maliyeci olduğu söylenir. Selanik Dönmeleri yâni Sabataycılar çocuklarına yüksek tahsil yaptırırlar, birkaç yabancı dil öğrenmesini sağlarlar. Sayıları azdır ama ağırlıkları, tesirleri büyüktür.

Türkiye'nin iflâs eden maliyesini ve ekonomisini düzeltmesi için Amerika'dan getirtilen ve kendisinden çok şeyler beklenen zat da Sabataycı cemaate mensuptur. Onların asıl âile adının Tobbias olduğu söyleniyor.

Şu anda kabinedeki Sabataycı bakan sayısı üçe çıkmış bulunuyor.

Yeni Sabataycı bakan çok zengin bir kimsedir. İsviçre'de şahane bir mülkü bulunduğunu duydum.

Ülkemizin çok önemli ve hayatî bir kurumunda 400 kadar Sabataycı eleman olduğu tesbit edilmiş.

Son haftalar içinde Türkiye'de siyasî ve iktisadî bir zelzele oldu. Şiddetli iktisadî ve mâlî kriz, birtakım sosyal patlamalara yol açabilir.

Sadece Türkiye'nin iç siyaseti değil, Ortadoğu da çok karışık. İsrail yüzünden bir savaş çıkması ihtimali var. Halkımız şaşkın ve perişan. Ticarethaneler, dükkanlar, atölyeler, fabrikalar kapanıyor. Krizden sonra bir milyona yakın kişi daha işsiz kaldı.

Medya sektöründe kütle halinde işten çıkartmalar var. Ben bu satırları yazarken, işsiz gazeteci ve televizyoncuların sayısı beş bine yaklaşmış bulunuyor.

Ülke allak bullak oldu. Gazete ve televizyonlardan hadiselerin içyüzlerini öğrenemediğim için İnternetteki haber sitelerine bakıyorum. Korkunç, akıl almaz açıklamalar, ifşalar, iddialar var. Türkiye soyulmuş, soyuluyor. Eskiden klasik eşkıya ve haydutlar vardı. Yol keserler, banka basarlar ve silahlı soygun yaparlardı. Şimdi öyle olmuyor. Eşkıya lüks kostümlü, kravatlı, unvanlı, anlı şanlı, makamlı. Bunlara kolay kolay bir şey yapılamıyor.

Yıllardan beri devleti, milleti, ülkeyi soyan haydutlar tam teşkilatlı bir çete kurmuşlar. Banka hortumlaması, uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, hayalî ihracat, kredi yolsuzlukları; faiz, repo, borsa oyun ve dalavereleri... Birtakım işlerden yüzde on komisyon alarak yıllardan beri yekûn olarak milyarlarca dolar vurmuşlardır.

İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bu işlerin üzerine sonuna kadar gitmek istiyor. İstiyor ama gidebilecek mi? Şimdi bütün hırsızlar, soyguncular, haramiler, vurguncular, hortumlayıcılar, eşkıya, mafya onu devirmek için çalışıyor.

Cumhurbaşkanımız partisiz, siyasî geçmişi olmayan bir hukuk adamı. Halkın ümidi onda. Cumhuriyet tarihinin halk tarafından en fazla tutulan, sevilen, desteklenen devlet başkanı Ahmet Necdet Sezer'dir. Bütün sivil kuruluşların onu tutması, desteklemesi gerekiyor.

Devleti, ülkeyi, milleti soyanlar öyle kolay kolay pes etmezler. Milyarlarca dolarlık avantaları, menfaatleri bırakamazlar. "Bu kadar vurduk, artık yeter" demeyeceklerdir.

Ülkemizde elli bin dolara kiralık katil tutularak adam bile öldürülüyormuş...

Pisliklerin ancak binde biri ortaya çıkartılmış ve adalete intikal etmiştir. Henüz açığa çıkarılmayan, soruşturma konusu yapılmayan soygunlar için milyonlarca vatandaşın yasal sınırlar içinde harekete geçmesi gerekiyor.

Birtakım büyük, saygın, güçlü soyguncuların yakalarına yapışmaya, onları mahkeme huzuruna çıkartmaya yeterli kuvvet yoktur.

Cumhurbaşkanı bu konulardan bahsedince kendisine neler yapıldı gördük. Çok terbiyesizce ve küstahça hareket edildi, yüzüne karşı "Nankör kedi" bile dendi. Bir ülkede namuslu, şerefli, doğru vatandaşlar en az namussuzlar, haydutlar, kötüler kadar cesur, gözükara ve atılgan olmazlarsa o memlekette sabah olmaz.

Kayın biraderler, bacanaklar, kaynanalar, kardeşler, eşler, canlar, ciğerler var. Akıllara durgunluk verecek servetler edinmiştir bunlar. Yalılar, köşkler, villalar, yazlıklar, şahane yatlar, krallarınki gibi arabalar, milyarlarca dolar, öze jet uçakları. Sefahat mekânlarında su gibi harcanan para... Fransa'ya özel uçakla giderek kumar oynamak... Daha neler neler.

Bu adamlar ne diyor? Başörtüsü rejim için büyük tehlike ve tehditmiş. Atatürkçülük'ten tâviz verilemezmiş. Ortaçağ zihniyeti kol geziyormuş.

Bu adamlar mı Atatürkçü?..

Maalesef birtakım İslâmcı, milliyetçi, Türkçü kişi ve zümreler de kokuşmaya, pisliğe bulaşmışlardır. Onlar içinde de yüzde on komisyon alan eşkıya ve haşarat vardır. Dilerim Allah'tan dosyaları da dürülsün, yaptıkları açığa çıksın.

Tabiî ki, samimî Müslümanları, temiz dâva adamlarını, idealist ve pak milliyetçi ve Türkçüleri tenzih ediyorum, kendilerine selâm ve hürmetlerimi sunuyorum. Onlara bir sözüm yok.

Dış dünyadan yirmi beş milyar dolar yardım gelecekmiş. Haydutlar, soyguncular, eşkıya, mafya şimdi ellerini uğuşturuyor. Yirmi beş milyarın acaba ne kadarını yiyecekler, vuracaklar, hortumlayacaklar.

Son devalüasyonla Türkiye bir gecede yüzde kırk fakirleşti. Miktarı az zamları beğenmeyen memurlar ve işçiler geriye gittiler.

Kuyumculara her gün yüzlerce kederli kadın gelerek bileziğini paraya tahvil etmek istiyormuş. Para nerede ki, kuyumcu verebilsin.

Böyle giderse Türkiye'de kıtlık ve açlık bile olabilir.

Kötü idare, talancılık tarımı, hayvancılığı, sanayii, üretimi, ihracatı, her şeyi çökertti.

Krizden bir gün önce Merkez Bankası'ndan üç milyar dolardan fazla para verilmiş birilerine. Bir günde bir milyar dolardan fazla kazandılar. Millet kan ağlıyor, vurguncuların ağızları kulaklarında. Allah belâlarını versin.

Gerçekten milletin temsilcisi olan, millî iradeye bağlı bulunan temiz bir uzlaşma hükümeti kurulsa, kimsenin gözünün yaşına bakmasa ve ülkeyi kurtarmak, pisliği temizlemek, vatan haînlerini cezalandırmak hususunda son derece kararlı, cesur, tâvizsiz bir siyaset ve icraatla ülkeyi, devleti, halkı selamete çıkartsa... Allah'tan ümit kesilmez.

Milli Gazete 06/03/2001

Mehmet Sevket Eygi

///////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Dönme ve dönmeler

Sahabe-i Kiram müşriklikten döndü. İslam tarihi devam ettikçe Hıristiyanlar, Yahudiler, Mecusiler, Hindular, Şamanistler, Moğollar daha neler neler, döndüler, İslam'la şereflendiler Müslüman oldular.

İslam tarihi dönmelerle doludur; 610 yılında ilk ayet inzal buyurulduğunda Sasani İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Müşrikler İmparatorluğu vardı; Müslüman olanlar hep bu imparatorluklardan geldi, yani hepsi dönmeydi. "Oğuz boyundanız" derken, dönme olduğumuzu da söylüyoruz. Karahanlılar onunca asırda, hicretten üç yüz elli sene sonra İslamiyet'le şereflendiler.

Dikkat etmeli, her ırkı, her dini bağrında barındıran devletler büyürken, bir dine yahut bir ırka bağlı devletler hep küçük kaldı.

Osmanlı Devleti'nde gayrimüslimler yarıya yakındı. İttihad ve Terakkiciler, Jön Türkler Türktü ve Müslümandı.

Hadis-i şerifte buyurulduğuna göre: "Her milletin iyisi iyidir."

Bugün ABD, yüzden fazla ırkı ve dini bünyesinde toplayarak güç kazandı, hâlâ topluyor...

Ahmed Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya'sında: "İslam'da köle almak, köle olmaktır" diyor. Çünkü Resulullah buyurmuş: "Kölelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin." Böylece İslam'ı onlara sevdirdiler.

İslamiyet, kölelere bu kadar hak tanırken, zimmilerin de malını, canını ve namusunu korumuştur.

Bir zamanlar "siyonistler, masonlar" diye tutturdular. Onlar dünyayı parmağında oynatıyormuş, peki biz ne yapıyorduk?

Türkiye'de kayıtlı masonların adedi bin beş yüzü geçmez. Eğer bu ülkeyi onlar yönetiyorsa, Müslümanlar işe yaramıyor demektir. Peki dindarlar ne yapıyor?

Sabataycılar varmış, bunlar bu milleti bu hale getirmiş...

Yani kahvede oturan, meyhanede içen, sanatı, işi olmayan, cahil, beceriksiz Müslümanlar iyi, sabataycılar kötü imiş...

Siyonizm, masonluk, sabataycılık, lions kulüpleri, rotary kulüpleri, bunların bütünü Yahudi idealiyle ilgilidir.

Keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar birbirini tutsaydı, keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar ekonomide, politikada ve kültürde birbirine yardımcı olsaydı... Keşke Yahudiler birbirine "birader" derken, bizimkiler de kardeşliğin gereğini yapsaydı.

Dönmelerden değil, dönen çeklerden, senetlerden, kalitesiz mallardan, atılan imzaya sahip çıkmamaktan korkmalı...

Yahudilerden değil, artık Yahudileşen (Müslümanları aldatan) Müslümanlardan korkmalı...

Bir avuç Yahudi dünya ticaret imparatorluğunu kurarken iki milyar Müslüman'ın ekonomik esaretine gözyaşı dökmeli...

Her Yahudi birkaç lisan bilirken İstiklal Marşı'nı, Nutuk'u anlamayan, Türkçeyi bilmeyen Türkler'e acımalı.

Dönmelere karşı çıkmayın, o yol açık kalsın, Almanlar'dan, Amerikalılar'dan pek çok kimse dönüp Müslüman oluyor. Keşke Türkler'in, Sünnîler'in hepsi gülsuyuyla yıkanmış olsaydı da suçluyu dışarda arasaydık.

Irkların birbirine üstünlüğü yoktur, insanları üstün kılan prensiplerdir.                                          Hekimoğlu İSMAİL

///////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

DÖNME OKULLARI

Siz hiç, herhangi bir İslam tarikatı adına kurulmuş bir okul gördünüz mü? Peki, böyle bir şeye izin verirler mi? Hiç sanmam. "Bir başbakan tarikat şeyhlerine iftar verdi" iddiası ile bu ülkede yer yerinden oynar, ama mesela masonik tarikatlar için hiçbir şey yapılmaz. Bu ülkede darbelerle meclis, siyasi partiler kapatılır; ama mason localarının kapısına kimse kilit vuramaz. Darbecilerin bile onlara güçleri yetmez. Darbelerden sonra kurulan hükümetlerde hep kilit noktalarda masonik isimlerin yer alması da bu işin bir başka yanı.

Sn. Benoit, Sn. Joseph liseleri birer kilise okulu, hatta tarikat okulu değil mi? Ecevit'in de okuduğu Robert Koleji niye açıldı, asıl amacı neydi?

Hani, Çalıkuşu romanında anlatılan şu Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi, laik Fransa'nın Türkiye'deki kilise okulu değil mi? Hala bu okulda başörtülü rahibelerin ders verdiklerini biliyor musunuz?

Bilirsiniz; Çalıkuşu romanı, bu okulda okuyan bir kızın başından geçen olayları konu alır. Reşat Nuri, mahalle mektebi ve medrese ile bu okulu kıyaslar. Mahalle mektebi ve medrese, ilkel ve çağdışı birer eğitim kurumudur. Romandan çıkan sonuç bu. Zaten bu roman da bir Amerikalı yazarın eserinden bu amaçla uyarlanmış. Reşat Nuri, yer yer cami ve cemaat hakkında olumlu birkaç cümle kullanmış. O zaman romanın bu satırları İslam'a karşı toplumda ilgi uyandıracağı endişesi ile sansür edilmiş.

İstenen mesaj şu: İslam ve İslami değerler ile semboller çağdışı; Batılı değerler ve kilise ise, iyi ve güzel.

Bu tarikat okulları hala faal. Ne 28 Şubatçılar ve ne de BÇG'nin bu konuda bir kaygısı yok.

Sabatayların okulları da öyle.

Hemen belirtelim ki, ben hiçbir zaman insanları seçtikleri din ya da doğdukları ana baba sebebi ile kınamadım. Ama insanların olduklarından başka türlü görünmelerine her zaman karşı çıktım. Kimsenin evli ya da bekar olduğu beni ilgilendirmiyor, ama herhalde herkes evleneceği kızın dul mu bekar mı olduğunu da bilmek ister. Ben de beni yönetenlerin, topluma malolmuş insanların kimliklerini ve temel referanslarını bilme hakkına sahibim. Bunu bir kınama ya da yüceltme sebebi saymıyorum, ama bilmek istiyorum.

Ben iyi bir otomobil almak isterken, sizin çok iyi ve aynı değerde bana iş makinası satmaya hakkınız yok.

Sözü Sabataylara getirmek istiyorum. Hani şu Sabatayların yerinde bir İslam tarikatı olsaydı, devletin zinde güçleri ne yapardı acaba? Fethullah Efendi'nin mekteplerinden duyulan kuşkunun kaçta kaçı Sabataycıların etkin oldukları Fevziye Mektepleri, Işık Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Terakki Lisesi'ne gösterildi?

Bakın, Türkiye'deki Yahudiler 3 temel gruba ayrılıyor. Birinci grubta Sefarad ve Eşkenaziler var. 2. grubta Osmanlı'dan bize miras kalan Sabataylar. 3. grupta ise Karaim Türkleri. Buna son zamanlarda Kürt ve Ermeni Yahudileri de ekleniyor. Karaimler çok örgütlü değil, ama gelecekte adlarından daha çok söz ettireceğe benziyorlar. En etkin konumda olanlar, Sabataylar. Daha doğrusu ekonomide Sefarad ve Eşkenaziler, siyaset ve kültürde Sabataylar.

Sabatayların bir diğer adı "Dönme" ya da "Selanikli". İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller, Coşkun Kırca, Altan Öymen, Ercan Karakaş bu ekipten olarak bilinir. Bunlar kendilerini zahiren Müslüman olarak takdim etseler de, gizli olarak Yahudi dini, ritüelleri ve geleneklerine bağlıdırlar. Yani takiye yaparlar. Sorduğunuzda ise, "Türk olduklarını" daha doğrusu "kendilerini Türk hissettiklerini" söylerler. Radikal birer kemalist ve laiktirler. Mustafa Kemal'in okuduğu Şemsi Efendi Mektebi, Kabbalist Yahudiler tarafından açılan bir cemaat mektebi idi. Şemsi Efendi de Sebatay Sevi öğretisine bağlı dini bir liderdi. Kabbalanın en önemli yorumcularından biri idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok Sabatayist, Mustafa Kemal'in yanında yer aldı ve kemalist devrimin şekillenmesinde önemli katkılar sağladılar. Halide Edip'ten Hasan Tahsin'e kadar birçok Sabatay da ekonomi, sanat, edebiyat, bürokrasi ve siyaset dünyasında önemli yerlere geldi. Moiz Kohen'in kemalist ideolojinin ve Türk milliyetçiliğinin şekillenmesindeki katkısı bilinen bir gerçek. Ahmet Emin Yalman da o ailedendi. İlginçtir, kapatılan mason locasının meşrik-i azamı M.Kemal Öke, Mustafa Kemal'in en yakın müşaviri ve özel doktoru idi. Mustafa Kemal'in ifadesi ile mason locasının kapatılmasının asıl sebebi, aynı gayeye hizmet eden iki ayrı kuruluşa gerek olmaması idi. Çünkü CHP, aynı idealleri tesis için vücut bulmuştu. Tabii bu yoruma göre; Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketinin bir devamı olduğu söylenen CHP'nin bu iki referansı arasında da bir çelişki olmaması lazım gelirdi. Yani, Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketi masonik idealleri tesis için gerçekleştirilmiş hareketlerdi.

Tabii, bu iddia ile bu hareketlerin bildirilerinde ifadesini bulan mesajlar arasında nasıl bir uyum sağlanabilir, onu bilmiyorum.

Bu Sabatay tarikatının, (Din demiyorum. Cumhurbaşkanlarından Ben Zwi'nin de Sabatay olmasına rağmen İsrail bu gerçeği kabul etmese de bunların dini, İbrahim'i bir öze sahip olan Yahudilik dinidir.) Belki Sabataycılık, Yahudiliğin mistik ve Hermetik bir yorumu olarak bir mezhep ya da köklü bir tarikattır. Sabataycıların şeriatı ile öteki Yahudilerin şeriatı aynı olmakla birlikte yorumları farklıdır. Mezhep ya da tarikat, Sabataylar bugün kendi içlerinde de 3 ayrı alt gruba bölünmüş gözükmektedirler. Karakaşlar, Kapaniler ve Yakubiler. Kendi aralarında ciddi bir şekilde çıkar çatışmaları, yöntem farklılıkları ve teolojik ihtilafları bulunmaktadır.

Aslında Türkiye'de Cumhuriyet dönemi içinde biçimlenen Alevi geleneği ve son 2 asır içinde Sünni tasavvuf geleneği içinde bazı grubların nasıl dejenere edildiğini anlamak ve Sabatay etkilerini görmek için uzmanların bu konu ile yakından ilgilenmeleri gerek.

Aslında bir hukuku savunma adına, insan hakları adına, bu topraklarda doğup gelişen bu dini inanışa mensup insanların temel hak ve özgürlüklerini, kendilerini ifade etmelerini sağlayıcı şartları oluşturmak gerek. Kuşkusuz, önce çifte standartları ortadan kaldırarak ve bu gizli tarikat içindeki sapma ve cemaatin mal varlığını ele geçirmek isteyen çeteleri de sistemin dışına iterek yapılmalı bu iş. Gizli bir tarikat ve cemiyet olarak ekonomi, siyaset, bürokrasi ve basın dünyasındaki etkilerini, arkasına, gücü ve bu cemaatı kullanmak isteyen çevrelerin karanlık hesaplarını ortaya çıkartmak hem Türkiye ve hem de bu cemaatın geleceği açısıdan önemlidir. Kimse ne İslam'ı ne de Sabataycılığı istismar etmemeli. Eğer birileri bu cemaatın içine sızarak buradan kendilerine iktidar ve servet üretmeye kalkıyor ve cemaat içinden de bu konuda sızlanmalar yükseliyorsa, sanırım bu konuda bir şeylerin yapılması gerekir.

CHP ile bu parti arasındaki ilişkinin araştırılması gerek. İddialar son derece mide bulandırıcı. Bilgin ailesi gerçekten Terakki Vakfı'na ait mal varlığının denetimini ele geçirerek, cemaati kendi siyasi ve iktisadi çıkarları için kullanmak mı istiyor? Can Paker bu işin neresinde. Bülent Tanla ve Haluk Arı'nın ortak reklam şirketi CHP'nin seçim kampanyasını alarak, bu cemaatle parti arasında iktisadi manüplasyonlarda mı kullanılıyor? Tanla, Arı ve İlhan Selçuk ortak şirketi Medya C malum sermaye ile Cumhuriyet ve bazı gazeteler arasında haber politikalarına endeksli reklam dağıtımı mı yapılıyor? Bu soruları soruyorum, çünkü bu tür söylentiler artık kulak tırmalamaya başladı. Hatta CHP İstanbul il yönetiminden bazı isimler, laik CHP'nin bir tarikatın arka bahçesi gibi kullanıldığı iddialarının yaygınlaşmasından son derece rahatsız. CHP mi Sabatayları kullanıyor, Sabataylar mı CHP'yi, o da belli değil.

Sabatayların güvenlik sistemi içindeki yargı ve istihbarat birimleri ile üst düzey bürokraside ve kurumlarda yer alan Sabataylarla ilgili söylentiler de her geçen gün yaygınlaşıyor. YÖK Başkanı'ndan futbol takımlarının yöneticilerine, birtakım sanatçılardan diplomatlara, yazarlara, ADD ve ÇYDD gibi sivil toplum örgütlerinden Lions, Rotary kulüplerine, masonik kuruluşların yöneticilerine kadar her köşedeki birçok ünlünün Sabatay olduğu iddiası, zaten sayıları binlerle ifade edilen bu topluluğun ekonomi, siyaset ve toplum hayatı üzerinde nasıl bu kadar etkin hale geldiği sorusunu gündeme getiriyor.

Anlayacağınız, bilir bilmez herkes Sabatay muhabbeti yapıyor. Sabatay muhabbeti yanında Adnan Hoca rivayetleri, ana okulu çocukları için masal uyduran teyzelerin hikayesi kadar sıradan bir şey.

Şu Adnan Hoca muhabbetine de bayılıyorum hani. Hele şu "Çarşaflı Kayakçı" haberinden sonra, Hizbul-kartelin düştüğü durum amma matrak bir hal oldu. Alın gazetelerin hafta sonu eklerini ya da magazin gazetelerini, Aykut Işıklar'ın sosyete dedikodularını okuyun ve sonra da bu manken kızların iffet, namus muhabbetini dinleyin. İnanın, Matild hanım "Namus ve İffet" üzerine bir TV programı yapsa, ancak bu kadar anlamlı olurdu.

Sabataycılarla ilgili bir ön bilgi için bakınız: Ilgaz Zorlu: Evet Ben Selanikliyim-Belge Yayınları.. Vaktiniz varsa Üsküdar'a geçerseniz Bülbülderesi Dönmeler Mezarlığına bir uğrayın.

Selam ve dua ile.

A. Dilipak ///////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////


LAIKLIK VE SABETAYCILIK

Laiklik ilkesi süphesiz çagdas ve demokratik devletin vazgeçemeyecegi bir ilkedir. Din ve inanç hürriyetini teminat altina alan; devletin dine, dinin de devlete müdahale etmemesini saglayan bir ilke olarak laiklik, inanç sahibinin inancini rahatça yasamasi için gerekli ortami da olusturur.

Laikçilik ise, laiklik ilkesinin taraftarlarinca istismar edilmesi ile ortaya çikan köktenci bir anlayistir. Laiklik adina, bu ilkenin teminat altina almasi gereken "din ve vicdan hürriyeti"ni zedeleyen bir anlayisin ortaya çikmasi, "laikçilik" kavramini dogurdu. Laiklik adina yapilan bütün olumsuz uygulamalar ve baskilar, laikçilik kavraminin içerisinde mütalaa edilmistir.

Sabetaycilik ise, Izmir'li bir Yahudi hahami olan Sabetay Sevi'nin kendini "Mesih" ilan ederek ve Ortodoks Musevilikten ayrilarak kurdugu mistik (kabalist) bir dini cemaattir. Uzun yillar boyu dis görünüste Müslüman, içte ise Sabetayci Yahudi inancina sahip olarak yasayan ve Sabetayci olmayanlarla evlenmeyen bu grup, Cumhuriyet döneminde kapali cemaat yapisindan kurtularak toplum içine karismistir.

Peki simdi durup dururken, Sabetaycilikla, laiklik ve laikçiligi neden ele aliyoruz? Buna sebep olan sey, Prof. Ilber Ortayli'nin 25 Temmuz 2000 tarihli Hürriyet'te yayinlanan bazi ifadeleridir. Ortayli'nin, Tiryaki Dergisi'nin Mayis 1998 tarihli sayisinda yayinlanan yazisindan alindigi belirtilen bu ifadeleri, Sabetaycilarin Yahudilige dönmesi için mücadele veren Sabetayci Ilgaz Zorlu'yu konu alan haberde geçiyor. Ortayli'nin sözlerine geçmeden, hafizalarinizi tazeleyerek, Sabetaycilik hakkinda kisaca bilgi vermek istiyoruz.

Sabetaycilik Nasil Ortaya Çikti?

1626 Yilinda Izmir'de Yahudi bir ailenin çocugu olarak dünyaya gelen Sabetay Sevi, 1665 yilinda kendisinin Tevrat'ta beyan edilen ve dünyaya gelip "vadedilen topraklar" da Yahudiligi tekrar hakim kilacak olan Mesih (kurtarici) oldugunu iddia etti. Bir din adami olan Sevi'yi Yahudi din adamlarindan çogu “hain” ilan ederken, baska bazilari da destekleyince, önemli bir Yahudi kitlesi onun arkasina takildi. Devletlerinin de olmamasinin acisiyla, Yahudilerden önemli bir grup, devlet kurma amacina giden yolda ve Siyonizmi ortaya çikaracak süreçte onu desteklediler.

Izmir ve Kudüs'teki Yahudi önde gelenleri Sevi'yi desteklemedikleri gibi, onu dinlerini bozan bir düzenbaz olarak gördüler ve Osmanli Sarayina sikayet ettiler. Çogulcu yapisi sebebiyle, o zamana kadar bu isin üzerinde durmayan Osmanli Devleti, tebaasi olan bir büyük din mensuplarinin dinlerinin korunmasi talepleri karsisinda kayitsiz kalamadi. Sevi'yi Saraya çagiran zamanin Sadrazami, hayati ile iddialari arasinda bir seçim yapmasini istedi. Sevi, hayati yönünde seçim yapmakla kalmadi, Müslüman oldu ve Aziz Mehmet adiyla maasa baglandi.

Ancak bu, görünüsteki bir Müslümanliktir. Taraftarlarina göre; "Bu can bu bedenden çikmadikça" diyerek Müslüman olan Sevi, kapidan disari çikar çikmaz, bedeninden bir kusun uçup gitmesiyle verdigi sözden azade olur. "Can bedenden çiktigi" için artik bu söze sadik kalmasi gerekmez. Böylece Sevi ve onun takipçisi olarak daha sonra Selanik'e yerlesen 200 kadar aile, dis görünüste Müslüman, kendi aralarinda ise Sabetayci Yahudi kalmaya devam ettiler.

Selanik'teki Mason Locasinda ve Ittihat Terakki içinde etkili bir role sahip olan Sabetaycilar, tamamen Müslüman ismi almakta ve kendilerini her bakimdan "süphe edilmeyecek ölçüde" Müslüman göstermekteydiler. Ancak, gizli inançlarinin devami için sadece kendi aralarinda evlenmislerdir. Ittihat Terakki'nin dayandigi üç grup olan; Mason Locasi, Tarikatlar ve Ordu içinde en etkili olanlardan Masonlar arasinda Sabetaycilar çogunluktaydi.

Osmanli'nin son döneminde oldugu gibi Cumhuriyet döneminde de Sabetaycilarin toplum ve devlet üzerindeki agirligi devam etmistir. Bir çok önemli tarihi olayin içinde bulunmus olan bu cemaat, 1924 yilinda Yunanistan'la yapilan mübadele ile Türkiye'ye gelerek daha çok Istanbul'un Sisli ve Nisantasi semtlerine yerlesmistir.

Sabetaycilarda Kökten Laikçilik

Simdi gelelim, bu yaziyi yazmamiza vesile olan Prof. Ilber Ortayli'nin sözlerine... Hürriyetten aynen naklediyoruz; "Herhalde son yetmis yilin laik gelismeleri ve kent kültürü içinde Sabetaycilik laik ideoloji, fakat daha çok laik hayat tarzi içinde erimistir. Üstelik laisizmin en atesli öncüleri ve uygulayicisi da bu grup olmustur."

Türkiye'deki laiklik uygulamalari, zaman zaman laikçilige varmakta ve din ve vicdan hürriyetini temin edecek yerde, bir baski araci haline dönüsmektedir. Kiymetli bir tarihçi olan Sayin Ortayli'nin dedigi dogru ise, gerçekte Müslüman olmayan ve geleneksel olarak dis görünüste Müslüman özde ise Sabetayist Yahudi inanç tasiyan bir kisim insanlar, laikligi Müslümanliga karsi bir alet olarak kullanmis olmuyorlar mi?

Görünürdeki Müslüman kimlikleri ile, dindarlarin hangi davranisinin laiklige aykiri oldugu, din egitiminin hangi yasta baslamasi gerektigi ve içerigi, Kur'an Kurslari ve hafizlik gibi konularda laiklik üzerine vurgu yaparak dindar insanlarin hürriyet alanini sürekli daraltan insanlarin "en atesli öncüleri" demek Sabetaycilar imis...

Dogrusu, bu düsünce insani üzüntüye sevk ediyor. Çünkü, insanlarin kendi inanç ve düsünceleri adina hürriyet talep etmeleri çok tabii bir davranis iken, baskalarinin hürriyetlerinin ellerinden alinmasi için çaba göstermeleri çok nahos geliyor. Üstelik bunu yapanlarin gerçek inançlarini gizleyen; "gizli inanç tasiyan" kimseler olmalari durumu daha da agirlastiriyor.

Laiklik Neyi Saglar?

Laiklik en çok; “din ve devlet islerinin birbirinden ayrilmasi” olarak tanimlanmakta ve toplum tarafindan da böyle anlasilmaktadir. Ancak, laiklik kavraminin içerdigi bir baska sey; devletin dinler ve inanç gruplari arasinda tarafsiz kalmasidir. Bu sayede inanç gruplari, kendi inançlarini diger din ve inanç mensuplarinin baskisindan uzak olarak ve hür biçimde yasarlar.

Bir inanç grubu, laikligi öne sürerek bir baska inanç grubunu baski altina aliyor, inancini yasamasini engelliyor, dini sembollerini rahatça kullanmasini önlüyor ise, burada laiklik yok demektir. Çünkü laikligin esas islevi, inanç gruplarinin birbirleri üzerinde hakimiyet tesis etmelerini önlemek ve her birine hürriyet ortami saglamaktir.

Bir inanç grubunun, diger bir inanç grubuna karsi devlet güçlerini kullanmasi ise laik bir devlet anlayisi ile taban tabana zittir. Çünkü, laik devletin esas saglamasi gereken; vatandaslarinin “din ve vicdan hürriyeti”ni hiçbir baski altinda kalmadan yasamalaridir.

"Seni Gidi
Takiyyeci"

Takiyye, Sii inancinda bulunan ve "müsait olmayan ortamda inancini gizleme" esasina dayanan bir kavramdir. Sünni Islam'da bu anlayis mevcut degildir. Türkiye'de siyasi literatüre girisi ise, Yahudi kökenli bir ABD'li diplomatin Cumhuriyet mensubu iki gazeteciye telkini ile olmustur. Ilginç olmasi bakimindan, bu iki gazeteciden biri olan Hasan Cemal'in Kimse kizmasin kendimi yazdim" adli kitabinin 163-164.sayfalarindan olayi aynen aktariyoruz:

"Yil 1988, Washington. Amerikan Disisleri Bakanligi'nin bir odasinda, Ufuk Güldemir'le birlikteyiz. O tarihlerde ben Cumhuriyet gazetesinde genel yayin müdürü, Ufuk da Washington temsilcisi.

Amerikali diplomat, Türkiye'deki "Siyasal Islam"i anlatiyor. Söz bir ara Turgut Özal'dan açiliyor. Amerikali diplomat diyor ki:

'Özal gerçekten çok iyi bir takiyyeci!'

'Takiyye...'

'Sahiden bilmiyor musun anlamini?'

'Hayir.'

Hayretle egiliyor bana dogru. Sesinde alayci bir titresim:

'Su Allah'in isine bak' diyor, 'Bir Amerikan Yahudisi, Müslüman bir Türk'e takiyyenin ne oldugunu anlatacak.'

Ucu sipsivri bir kursun kalem aliyor. Not defterinin temiz bir sayfasina okunakli bir el yazisiyla Türkçe yaziyor:

'
Takiyye...'

Arapça'sini da yanina yazdiktan sonra izah ediyor: 'Takiyye sözcügünün asli Arapça'dir. Farsça'da da kullanilir. Gerçek anlami dinsel içeriklidir. Asil Siilikte vardir bu deyim. Kendine zarar gelmesin diye gerçek inancin, görüsün karsisindakinden gizlenmesidir. Fakat günlük dilde de kullanilabilir. Bu kosullarda gerçek duygu ve düsüncelerin saklanmasi bir bakima 'takiyye' yapmak sayilir."

Görüldügü gibi; bir ABD'li diplomat, Turgut Özal'a karsi iki sosyal demokrat gazeteciye yillarca agizlarinda çignemekten bikmayacaklari bir sakiz veriyor. Takiyye adli bu sakiz, yillar boyu Türk siyasetinde kullanilacak ve dindar kesimin gerçek inancini gizledigi suçlamasi sürekli gündemde tutulacaktir.

Turgut Özal'in "Amerikanci" olarak yaftalanmasina karsilik, ABD'nin ona karsi bu tavri ilginçtir. Ayrica bu olay, bir ülkenin iç dinamikleri kullanilarak, onun iç politikasinin nasil yönlendirilebilecegine de güzel bir örnektir.

Iste Gerçek
Takiyye

Gerçek inancini saklayarak, kendini baska türlü gösterme davranisi için bir örnek aransa, herhalde Sabetaycilardan iyisi bulunamaz. Çünkü tam 350 yildir bu cemaat Yahudi Sabetayist inancini gizlemis ve kendini Müslüman olarak göstermistir.

Sabetaycilarin tarihine bir göz atanlar, ramazanlarda sahura kalktiklarini komsulari olan Müslümanlara duyurmak için kap-kacak gürültüleri çikarip gerçekte ise oruç tutmadiklarini okumuslardir. Yine cemaat içinde cezalandirdiklari kisilere "camide cemaatle namaz kilma cezasi" verdikleri ve böylece Müslüman görüntüsü olusturduklari da bilinmektedir.

Türkiye'de dindar kesime karsi girisilen takiyyeci kampanyalarinda önemli bir rolü, Prof Ortayli'nin "laisizmin en atesli öncüleri" dedigi Sabetaycilarin üstelendigini unutmayalim. Tam, "yavuz hirsiz ev sahibini bastirir" misali degil mi?

Sonuç

Sonuç olarak, herkesin kendi inancini hür bir ortamda yasama hakki oldugu ve kimsenin inanci sebebiyle kinanamayacagi ilkelerine gönülden katildigimizi belirtmek isteriz. Her kim ki, kendi inanci için hürriyet istiyorsa buna saygi duyacagimizi ve o davranisi destekleyecegimizi de beyan etmek isteriz. Ancak, kendi hürriyetini elde ettikten sonra, baskasinin inanç ve vicdan hürriyetini engellemeye yönelik davranislari da kabul etmemiz mümkün degildir. Bu sebeple, laiklige evet, ama laikçilige hayir diyoruz.

Gani Gönüllü

==============================================================================================

Dönmeler'le ilgili gizli bir belge
 
Son günlerde özellikle Islamci medyada (bu tanimlamadan rahatsiz olurlarsa geri alabilirim) bir Dönmelik türküsü söylenip duruyor. Bir zamanlar sallanan her yapragin arkasinda Yahudi parmagi aramayi aliskanlik haline getirenler sanki bu siralar 'Dönmelik'e ayni islevi yüklemis gibi görünüyor.
Kanal 7 televizyonunda Iskele-Sancak programindaki Dönmeler'le ilgili program, bu kadar çok söz edip de Dönmelik ve Dönmeler'le ilgili ciddi birsey söylememenin nasil mümkün olabileceginin örnegini sundu. Sevket Eygi tipki kitabinda oldugu gibi, Dönmeler'in ne kadar tehlikeli, güçlü bir grup oldugunu tekrarlamaktan öteye hiçbir sey söylemedi. Niçin yayinlandigi anlasilmayan ve ciddi hiçbir sey söylemeyen kitabindaki hakaretamiz ifadeleri "masum Anadolu çocugu" tavriyla okuyan Abdi Ipekçi'nin kizi da ailesine (dolayisiyla Sabetaycilar'a) bu ülkede ne kadar acimasiz davranildigina hepimizi inandirdi (!) Meger Dönmeler bu ülkede ne kadar magdur edilmis... Ahmet Hakan da Sabetayçilar'in masumiyeti konusunda Nükhet Ipekçi'ye elinden gelen yardimi esirgemedi dogrusu. Hüseyin Hatemi'nin isin siyasi yönünü ihmal ederek ihtida ile Dönmelik kavramlarini karistiran konusmasi yine en düzeyli ifadeleri içeriyordu. Tek siyasi duyarliligi ise, 'Dönmelik'in gündeme getirilisindeki tezgaha dikkat çektigi nokta düsünmeye deger.
Program boyunca hep sorulan ama bir türlü basta Sevket Eygi olmak üzere cevaplanmayan Sabetaycilar'in çift kimlikli oluslari, gerçek inançlarini gizlediklerinin nereden belli oldugu sorusu hep havada kaldi. Bu soruya tutarli cevap verilmedigi sürece iddialarin havada kalmasi kaçinilmazdi. Isin tarihî, siyasî ve sosyolojik boyutu ihmal edilerek yapilacak her tartisma 'Dönmelik'in gizemini daha da derinlestirecektir. Ahmet Hakan'in sik sik "Gizli inançlarinin oldugunu nereden biliyorsunuz?" türü sorularina Ipekçi ve Eygi'nin verdikleri tarihî perspektiften uzak cevaplari, iddianin, gerçek hayatta karsiligi olmayan 'Müslüman fanatizminin evhami'nin ürünü oldugu yönündeki ithamlari hakli çikarmaya hizmet edecektir.
Müslümanlik, "Müslümanim" diyenin niyeti ne olursa olsun beyanini kabul etmeyi gerektirir. Dönmeler de bu genel prensibe uyularak Osmanli döneminde sosyal hayatta Müslüman olarak muamele görmüstür. Osmanli arsivlerinde, Selanik'le ilgili nüfus kayitlarinda Avdetiler'le ilgili farkli tanimlamanin olmamasi, Müslüman sayilmalari bunun resmi ifadesidir. Selanik'te hâlâ ayakta kalan Dönmeler'e ait binalar ekonomik ve sosyal olarak bu cemaatin ne durumda oldugunu göstermeye yetiyor. Çok iyi korunmus durumda bulunan ve 1908 Selanik Belediye Baskanligi'ni yürüten ünlü Kapanci ailesine ait villalar buna iyi bir örnek olabilir.
Sabetaycilik'in esaslari
Selanikli bir Dönme yelegini tamir ettirmek için bir terziye birakir. Yelegin cebinde Ispanyol Yahudicesi ile yazilmis bir belgenin unutulmus oldugunu gören terzi belgeyi Journal de Salanique'in yayin yönetmeni Sadi Levy'e gösterir. O da belgenin bir kopyasini hemen kaydeder. Belge, çok kapali bir cemaat olan Dönmeler'le ilgili ele geçen ilk yazili belgelerden biridir. Ve bu belge 1897 yilinda Paris'te Sarkiyat Kongresi'nde teblig olarak sunulmustur. (Bu tebligin Türkçe metni için Tarih ve Toplum dergisinin 168. sayisinda M.Danon imzasiyla yayinlanan çevrisine bakilabilir)
Bu belgede maddeler halinde 'Sabetaycilik'in gizli esaslari ve gizli rituelleri ile ilgili son derece açiklayici bilgiler bulunuyor. Selanikli Dönme'nin cebinden çikan belge üç bölümden olusuyor. Bunlar oruçla ilgili dualar, inançla ilgili esaslar, üçüncüsü ise Sabetayci bayramlarina iliskin esaslari belirliyor. Tam 18 maddeden olusan bu emirlerin üç maddesini buraya aktariyorum:
Ondördüncüsü, her gün gizlice Mezmurlar'in okunmasidir.
Onaltincisi, Türkler'in örfleri hakkinda dikkat edilmesidir, zira oralarda gözleri kör ediyorlar. Ramazan orucu için, hiçbir (vicdani) rahatsizlik duymasinlar. Böylece onlarin (Türkler'in) seytanlara yaptiklari kurbanlar yapilmasa da olur. Dikkati çeken her sey yapilmalidir.
Onyedincisi, onlarla (Müslümanlar'la) ne hayatlarinda ne de ölümlerinde hiçbir baglantiya girilmemesi ve hiçbir iliskide bulunulmamasidir. Zira onlar itici olup esleri de tehlikelidir ve bu konuda Kutsal Kitab'in bir deyisi vardir: Bir dört ayakli ile yatana lanet olsun.
Belgeden alinti yaptigimiz kisim bu kadar. Sabetaycilar bugün de esaslara hâlâ uyuyorlar mi? Muhtemelen bir kismi, cemaatin dinî boyutunu terketmis olabilirler. 'Müslümanlik'a dönenlerin sayisi yok denecek kadar az olsa gerek. Bir kisminin ise laikleserek Sabetaycilik dahil herhangi bir dinle baglantilari kalmamis olabilir. Her seye ragmen evlilik gibi önemli günlerde cemaatin dinî havasindan uzak gençlere bile Sabetayci esaslarin telkin edildigi ve ritüellerin yaptirildigi biliniyor. Ancak, sosyolojik bir vakia olarak cemaatin ekonomik, siyasi dayanisma içinde olmadigini düsünmek fazla iyimser bir yaklasim olur.
aemre@yenisafak.com

24 EYLÜL 2000

<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Bir "Sabetayci"nin problemli dügünü
Kendisinin, bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriya Sertel, Sabetayci karisi Sabiha Zekeriya Sertel ile olan evliliginde kiz tarafindan herhangi bir problemle karsilasmasa da, bu izdivaç, Sertel'in iddiasi hilâfina bir Türk'le bir "Selânikli"nin kurdugu ilk yuva olma özelligini bu belgeyle kaybetmis bulunuyor
Sabetaycilar, 1666'da mehdiligini isbat edemedigi için Müslüman oldugunu söyleyip, Seyh Mehmed Efendi adini alan ve böylece cezalandirilmaktan kurtulan, gizlice Yahudiligini ve kendi koydugu prensipleri yasamayi sürdüren Yahudi Haham Sabetay Sevi'nin yolunu izleyen cemaate verilen genel addir. Osmanlilar döneminde "Avdetî", Cumhuriyet döneminde de bu kelimenin karsiligi olan "Dönme" ismi ile taninmaktadirlar(1).
Bu cemaatin önemli bir bölümü Selanik'te yasadigi için "Selanikliler" olarak da adlandirilmislar, hattâ cemaate mensup bir yazar olan Ilgaz Zorlu, cemaati ile ilgili olarak yazdigi kitaba, "Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi" adini vermistir(2). Sabetaycilar, 1666'dan sonra asirlarca Osmanli ve Cumhuriyet dönemlerinde -çogu zaman gizleseler ve içe kapansalar da- kendi inanç ve geleneklerini serbestçe yasamislar; gerek Osmanli devleti, gerekse Cumhuriyet döneminde hiç bir takibata ugramamislardir. Her ne kadar degerli hocamiz Prof. Dr. Ilber Ortayli, Sabetaycilara, Osmanli'nin "adi konmamis bir asimilasyon" uyguladigini ve bu sebeple de Osmanli belgelerinde onlarin adinin geçmedigini ileri sürse de(3), Sabetaycilar'in da kendilerini açikça ifadede çok istekli olmadiklari açiktir. Çünkü, Müslümanlar'dan çok Yahudiler, onlarin açik kimligine tepki gösterebilir; hattâ Sabetay Sevi olayinda oldugu gibi, Sabetaycilar'i Osmanli yönetimine ihbar edip, olayi Yahudiler'in bir mezhep sorunu gibi takdim ederek, kendi düsünceleri dogrultusunda müdahale isteyebilirdi. Dogrusu Ermeni, Rum, Bulgar vb. azinlik problemlerinden bikan Osmanli'nin da "Sabetayci" ya da "Avdeti" adli yeni bir probleme çok sicak bakmayacagi açiktir. Elimizde bulunan belge, Osmanli yönetiminin "Avdetîleri" Müslüman kabul etmedigini; hattâ Müslümanlarla onlarin kiz alisverisi yapmadiklarini bile bildigi halde, Batili devletlerce istismar edilebilecek ve Sabetayistleri tahrik edecek uygulamalardan kaçindigini ve yine bu konuda oldukça hassas davrandigini ortaya koymaktadir. Belgeye göre, Sabetaycilar'in Semseddinzâde Osman Efendi taifesine mensup Ali Efendi'nin 18-20 yaslarindaki kizi Râbia, Manastirli Haci Feyzullah Efendi'ye kaçmis, dönmeligi birakarak Müslüman olmak ve onunla evlenmek istedigini bildirmistir. Israrli girisimlere ragmen kizin babasi Ali Efendi bu evlilige razi olmamis, bunun üzerine durum Selanik Valiligi tarafindan Babiâli'ye bildirilmistir. Osmanli Bakanlar Kurulu, 29 Aralik 1891 tarihinde yaptigi toplantida, kiz babasinin, bu izdivaca muvafakat vermemesine ragmen, kizin resid ve kendi evliligine karar verebilecek yasta oldugunu gerekçe göstererek, bu evliligi onaylamis; ancak Selanik'te olaylar çikmamasi için genç çiftin ilk vapurla ve gizlice Istanbul'a getirilerek, evliligin Selanik'ten uzakta yapilmasini istemistir(4). Belgenin bir baska önemli yani da, kendisinin bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriyya Sertel'in, "dönme" Sabiha Zekeriyya Sertel ile evlenmesinden yillar önce böyle bir evliligin gerçeklesmis olmasidir. Ancak iki benzer örnekte büyük bir fark mevcuttur. Ilk evlilikteki gelin, Müslümanligi seçip onda devam ederken, ikincisindeki dönmeligini sürdürmüstür(5).

Dipnotlar:
1- Abdurrahman Küçük, Dönmeler ve Dönmecilik, Istanbul, Tarihsiz, Ötüken Yayinlari.
2- Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi, Istanbul 1998, Belge Yayinlari.
3- Ilber Ortayli, "Osmanli Modernlesmesi ve Sabetaycilik", Alevi Kimligi, (Ed. T. Olsson), Istanbul 1999, Tarih Vakfi Yayinlari, S. 117-126.
4- Meclis-i Vûkela Mazbatasi (MV), 68/44
5- Zekeriyya Sertel, Hatirladiklarim, 1905-1950 Istanbul 1968, Yaylacik Matbaasi, S. 61-62

Meclis-î vûkelâ Müzakerâtina Mahsus Zabit Varakasidir
Tarihi: 17 Tesrini sani: 1307
26 CA 1309 (29-12-1891)
Hülasa-i meali:
Selanik'de mine'l-kadim mütevattin bulunan Avdetilerden Semseddinzâde Osman Efendi'nin hafidesi ve Ali Efendi'nin kerimesi, 18-20 yaslarinda bulunan Rabiâ'nin münâsebet peydâ etmis oldugu Manastirli Haci Feyzullah nâm kimesnenin delâletiyle Nâib-î serif'in hânesine firar ederek, ilân-i ihtidâ ile Avdetîlikten ebâ ve hükümet-i ser'iyyeye iltica etmesi üzerine vilâyetçe cereyan eden muâmeleden ve merkûmenin Meclis-i Belediye Reisi Ibrahim Bey'in hânesine misâfir edilmis oldugundan bahisle, bu babda edilecek muâmelenin istifsârina dâir Selanik Vilâyeti Valiliginden mebus tahrirât olundu.
Kararnâmesi: Tahrirât-i Mebuse'de mezburenin ebeveyni nezdine gitmekten katiyyen ve musirren imti'na etmekte oldugu ve ebeveynine mütavaat etmesi hakkinda mükerreren icrâ edilen nesâyiha muvafakât eylemedigi ve mezbûrenin bu firardan maskadi dâhi merkûm Haci Feyzullah ile tezevvüc'den ibâret bulundugu gibi, is bu Avdetiler Islâmiyet nâm-i celîli altinda bulunduklari cihetle, bu babda bir sey diyememeleri lâzim gelir ise de, simdiye degin Islâmdan kiz alip-vermedikleri bahanesiyle icrây-i icâbi istizân olunmustur. Sûret-i is'ara nazaran merkumenin resîde ve faileyi muhtar oldugu anlasilmis ve bundan men edilemeyecegine binaen bir gûne mahzûr-u mahâl ve mâni-i ser'i olmadigi hâlde kizin tâlibe oldugu Manastirli Haci Feyzullah ile âkdi icrâ ettirilerek ve en evvel hareket edecek vapura konularak Dersaadet'e i'zami ve sâyet oraca akdinde mahzûr oldugu takdirde burada akdi icra ettirilmek üzere kizin vâsita-i mü'temine ile ve kezâlik ilk vapurla Istanbul'a gönderilmesi zimninda vilâyete cevâben telgrafnâme-i sâmi kesîdesi ve sûret-i karardan bahisle kizin vürudunda ale'l-usul mü'temin bir mahâl'de zapt-i nazar altinda müsarefet suretiyle bulundurularak, keyfiyetin vüsulünün bildirilmesi için dâhi Zaptiye Nezâretine tebligât ifâsi kararlastirilmistir.

Cevad-Mahmud Celâleddin-Riza-Hasan Riza-Zühdü-Ali-Zühdü

(Tarih veDüsünce, Temmuz 2000) Hazirlayan: Ahmet Uçar
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>><<>><<>>><<>>

1917’de Selânik halkini anlatan bir eser

22 Eylül günü Kanal 7’de yayinlanan Iskele Sancak’taki fikir ve görüsler üzerine, size bir eserden bahsedecegimi bildirmistim. Balkan Harbi’nden, 31 Mart vak’asindan, Sultan Abdulhamid’in “hal”inden tutarak tarihimizin çok karisik ve hazin bir devrini ele alan bu eserin adi “Selanik’te Bir Ismail”dir. 1915-1917’lerde, Selânik’te görevli oldugu anlasilan, Fransiz zabiti Jean-Jose Frappa’nin yazip 1917’de Paris’te yayimladigi “A Salonique Sous l’oeil Des Dieux!” adli bu eser Musa Dogan Bey tarafindan Türkçelestirilmistir.
Bu yazimda tarihimizin bir dönemini aydinlanmis bulacaksiniz. Bu çekici eserin nitelikleri ile birlikte, o yillarin, Türk, Dönme, Yunanli, Yahudi ve Makedon çevrelerini de taniyacaksiniz. Yine bu romanda çesitli ve karisik Balkan kavimleri ile (o zaman Osmanli olan ülkeye) yerlesmeye baslayan ecnebileri (Fransiz, Ingiliz vs.) de gerçek gözlemler içinde okuyacaksiniz. Bu sebeple, Selânik’in 1850-1930 arasindaki Türk, Dönme, Yahudi, Bulgar nüfusuna ait din, irk ve mezhep bilgilerini romanin sonuna ekliyoruz. Türklük, Yahudilik, Yunanlilik, Makedonluk vs. ile ilgili çok önemli bir kitap karsisindayiz. Ayrica bu romanin dinî, tarihî, cografî çevresi hakkinda gözlemlere ve gerçek olaylara dayali bilgiler de bu eserde takdim edilmektedir. A Salonique sous I’oeil des Dieux! adli bu kitap 1913-1916 arasi dönemi ele aliyor. O zaman bir Türk sehri olan Selânik’te bulundugu anlasilan bir Fransiz subayi (genç yaslarda bir tegmen veya yüzbasi olabilir) tarafindan hâtiralara ve müsahedelere malzeme olarak yazilmistir. Yazar, ön sözünde sunlari söylemektedir: Bu eserde çok tipik, çok degisik Makedonya’nin insanlarini ve diger seylerini elimden geldigince aslina uygun olarak tasvir etmeye ugrastim. Elinizdeki kitap antisemit (Yahudi aleyhtari) bir eser degildir. Bu kitap ne bir tezli eserdir, ne de bir kilit romandir. Genç Ismail ile tatli Ayse’nin macerasini tamamiyle art niyetsiz sevgili okuyucularima sunuyorum. Halen Türkiye’de bilinmeyen, adi hiçbir yerde geçmeyen, Paris’te dahi yeni baskilarini görmedigim 1917’leri gözlemlerle anlatan ilgi çekici bir eserdir bu. Tarihimizin Balkan Harbi dönemi gibi çok önemli bir safhasi içinde bütün renkleriyle Selânik’i yansitan dokümanlar dolu bir kitaptir. Simdi yeniden okudugumda son derece degerli ve faydali buldugum bu kitabin milletimize, önemli bir sanat, müsahede, hatira eseri kazandirdigina inaniyorum. Bu eserin yazildigi tarih Jön Türk hareketinin bilgisizlik, sorumsuzluk ve yabanci parmaklariyla Makedonya ve tekmil Rumeli’yi parça parça elden kaçirdigi günlere rastlar. 1909’lardan itibaren Sultan Abdülhamid türlü entrikalarla tahttan indirilmis, ittihatçilar dirayetsiz yönetimleriyle ülkeyi çigrindan çikarmistir. O tarihlerde Fransiz, Ingiliz ve Yunanlilar, Selanik ve Makedonya’da basibos sömürge düzeni kurmuslardi. Bu eser ilk okunusta kolayca anlasilacak ve sevilecek kadar rahat bir roman teknigi ile yazilmistir. Eser sahibinin genç bir Fransiz subayi olmasi ve her halde resmi bir görevde bulunmasi, onun birkaç yil içinde bütün insanlari inançlari ve entrikalar ile Selânik ve çevresini tanimasi sonucunu dogurmustur. Genç adam, bu sehrin ve Makedonya’nin yerli ahalisi olan Türkler, Yunanlilar, Yahudiler, Dönmeler, Bulgarlar vs. den baska... Balkan savaslari dolayisiyle (Büyük kozmopolit bir sehir haline gelen) Selânik’i dahi dünyaya tanitmaktadir. Hatta romanda anlattigi vakalardan ve kahramanlardan anlasilacagi üzere Selanik’in zevk, sefahat, eglence ve ticaret çevrelerini renklendirmektedir. Roman özet olarak, babasinin kim oldugunu bilmeden bir Türk hamal Muhammed Osman tarafindan büyütülen Ismail adindaki bir çocugun hayat ve maceralarini anlatir. Çocuk Türk müdür, Dönme midir, Yahudi veya Yunanli midir? Bunlari asla bilmemekte ama, asil kimligini çok merak ederek harkese israrla sormaktadir. Onu yetistirmekte olan Muhammed Osman fakir, namuslu bir Türk’tür. Ayrica onu iyi müslüman olarak yetistirmeye çalisan bir mahalle imami Muhammed Ali vardir. Fakat hayata boyacilikla baslayan Ismail, Türkler’in karakter ve hayatlarina pek uymayan egilimler göstermektedir. Delikanli yasina gelince tanisip sevismeye basladigi Ayse ve onun ablasi Leylâ araciligi ile bazi patronlarin çevrelerine girip uzun zaman alisveris, oyun ve hilelerini ögrenir. Zamanla her çesit kirli islere bulasarak zengin olan bu Ismail, sonradan Selânik’in yine vurgunculuk yolu tutan ünlü patronlari ve hahamlari vasitasi ile Türk degil, Dönme de degil, ancak Yahudi oldugunu ögrenir. Ayrica bunlar Ayse’nin güzelligini de araya koyarak Ismail’e Yahudiligi benimsedigi takdirde zengin olabilecegini telkin eder. Sonunda haham Levy’nin telkinleri ile Yahudilige döner ve adi Ismail iken Israil’e çevrilir. Esi Ayse’yi ve baldizi Leylâ’yi dahi çok para kazanmak için herkese ve ecnebi subaylara da peskes çekecek kadar düsük ahlâkli olan Israil, sonunda bir gece artik çok zenginlesen evine dönerken kendisini “baba gibi büyüten Muhammed Osman’a (gece sokakta dilenirken) rastlar.” Bu romanda Fransiz zabiti JEAN JOSE FRAPPA Selanik ve Selanik’teki halklar üzerine bazi önemli noktalara da dikkat çekmektedir. Bunlarin birkaçi sunlardir:
- Selanik’te Türk kabristanlari asla süslü mezarlarla dolu degildir. Satafatli Yunan, Rum, Musevi kabirlerinin zittina bu mezarlar yazara göre insana huzur vermektedir. Yazar buralarda yatan ölülerin de gösterissiz, külfetsiz, sakin ve dolayisiyle daha mutlu oldugunu düsünmektedir.
- Muhammed Osman Ismail’in Yahudi mi, Türk mü, Dönme mi olduguna dair bilgi vermiyor, onu Osmanli hosgörüsü ile evlâdi gibi büyütüyor.
- Yazarin gözlemlerine bakarsak Yahudiler ve Dönmeler bozuk huylu olmalarindan ziyade memnun olmadiklari ve aldatmak istedikleri Osmanli memurlarina karsi bilerek “Takiyye” yani entrika yapmaktadirlar, kendilerini sömürdügünü sandiklari Osmanli devletine karsi hile ve düzen kurmaktadirlar.
Not: Bu eser 0212 526 16 15 nolu telefon ve 513 77 49 nolu fakstan istenebilir. Adres: Divan Yolu Cad. No: 14 Sultanahmet/Istanbul

Ahmet Kabakli

Türkiye Gazetesi, 1.10.2000                                              DIGER GÖRÜSLERI OKUMAK ICIN TIKLAYINIZ!
<<>><<>><>><<>><<>><<> ><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>