[T A K V I M]
< >
SuMoTuWeThFrSa

 

  <<--- Menü

ILGAZ ZORLU
"Sabetaycılık yahudi dininin bir parçasıdır!"

Son haftalarda kitap satış listelerinde sessiz sedasız üst sıralara tırmanan "Evet ben Selanikliyim" başlıklı kitap Türkiye Sabetayçılığına dair içeriden yazılan ilk kitap özelliğine sahip.

Osmanlı'dan bugüne kadar sürekli tartışılmış, haklarında çeşitli iddialar ileri sürülmüş bir dinî azınlık ve o mistik yolun ilginç ritüelleri ilk dönemlerinde olduğu gibi bugün de merak uyandırıyor. İşin özü; hikâyeyi ilginç kılan ve sürekli çeşitli spekülasyonların ortaya çıkmasına neden olan aslında onların takındıkları "özel" tavır. Tarih boyunca ne tam yahudi, ne de dışarıya yansıttıkları gibi gerçek bir müslüman oldular. Kendi aralarında devam ettirdikleri gizli ve esrarengiz ritüellerle mistik, Kabalacı ve mesihçi bir Yahudi tarikati olarak devam ediyorlardı. Vakıa onlar vardı ve bir saklı boyutta bu varoluş tüm eylemleriyle gerçekleşiyordu. Buna rağmen rağmen var olup olmadıkları konusunda tartışmalar bugüne kadar sürdü. Selanikliler yahut Dönmeler ya da orijinal tabiriyle Sabetaycılar bugün hâlâ hayatiyetlerini devam ettiriyorlar mı? Bu soruya bugüne kadar Yahudi cemaati ve Hahambaşılık net bir cevap vermedi; vermek de istemedi. Konuyla ilgili olarak görüşlerine müracaat ettiğimiz Musevî kesimin önde gelenleri bu cemaati "yadsımayı" ve "yok" farzetmeyi tercih ediyorlar. Üstelik onların artık hiçbir önemlerinin kalmadığını, daha ötesi böyle bir cemaat yapısının hayatiyetini çoktan kaybettiğini ısrarla vurgulama ihtiyacı hissediyorlar.
Peki, 1666 yılından beri süren bu reddediş, kabul etmeyiş daha ne zamana kadar devam edecek? Ve devam edemedi de. Sonunda Sabetaycı kesimin içinden çıkan Ilgaz Zorlu yazdığı kitapla tüm bu perdeleri paramparça etti. Bu meydan okuyuş mesajını kitabın başlığına taşıyor: Evet, Ben Selanikliyim. Türkiye Sabetaycılığı...
Kitap çıkar çıkmaz dilden dile dolaşmaya başladı. Kimdi bu yazar ve Türkiye'nin belki de en 'tabu' konusunda nasıl böyle bir kitap yazmaya cesaret edebiliyordu. Üç buçuk asırdır bozulmamış gizlilik prensibini niçin aşma ihtiyacını hissediyordu?
İçerden konuşan ve yazan Ilgaz Zorlu'nun yazdıkları ve söyledikleri, M. Ertuğrul Düzdağ ve M. Şevket Eygi'nin senelerdir yazılarıyla anlattıkları iddiaları tümüyle doğrular nitelikte. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Sabetaycılar geçmişte olduğu gibi bugün de "şuurlu" bir biçimde varlıklarını sürdürüyor.
Aslında salt Sabetaycı cemaatin varlığı yahudilere karşı olduğu gibi müslümanlar için herhangi bir rahatsızlık kaynağı değil. Olayı rahatsız edici kılan; bir iki yüzlülük, bir içi-dışı başka oluş ve İslâmî tanımlamasıyla "münafıkça" tavır almak. Ilgaz Zorlu da içinde bulunduğu bu sahte dünyayı sorguluyor. Sabetaycılar ya da 'gizli yahudiler' tarih boyunca Yahudilerin içimizdeki ajanları olarak görüldü. Son yüzyılda ise Batılılaşma adına yapılan her türlü icraatın başında hemen hemen tamamen onlar vardı. Mason teşkilâtlarında hatırı sayılır ağırlığa sahiptiler. Zahiren müslüman isimli ancak iç dünyalarında değişik dinî duyguların takipçileriydiler.
Sabetaycılıkla ilgili ilk ciddi tartışma 1924 ve 1925 yıllarında hem de basın önünde cereyan etti. Karakaşzâde Mehmed Rüşdü adlı Selanikli bir dönmenin ifşaatlarıyla başlayan ilk tartışma yaklaşık bir sene sonra yine Karakaşzade'nin bütün sözlerini geri alan müthiş "dönüşüyle" son buluyordu. Aradan geçen yetmiş küsur yılın ardından bugün Ilgaz Zorlu kitabıyla hiç de Karakaşzade ile kıyaslanmayacak bir samimiyetle önemli açıklamalarda bulunuyor. Öyle görünüyor ki, Sabetaycıların 332 yıl süren esrar perdesi onun kitabıyla büyük ölçüde aydınlanacak ve bu konuda yapılacak "ciddi" tartışmalar gerçekten değerli araştırmalara zemin hazırlayacak.
Şemsi Efendi'nin 6. batından torunu olan yazar Zorlu, 1969 İstanbul doğumlu. Zorlu, "Yaşanan iki yüzlülüğe artık bir son verilmesi gerektiğini" ve cemaatinin artık "dışa açılması" gerektiğini belirtiyor.
Meleklerin âhirzamanda yeniden döneceğine inanılan Sabetay Sevi'ye Mesih'lik tacını taktıkları bir gravürün kapağa alındığı kitapta, "Sabetaycılık ve Yahudilik", "Sabetaycılık ve Osmanlı mistisizmi", "Sabetaycılık ve masonluk ve Kabbala'nın mistik aleminde" gibi oldukça ilginç makaleler yer alıyor. Yazarının kimliği göz önüne alındığında, konuya merak duyanların mutlaka edinmeleri gereken bir kitap Türkiye Sabetaycılığı...
Bu arada konuyla ilgili son ilginç gelişme haftalık haber dergisi Aksiyon 'un 181. sayısında yaşandı. 500. Yıl Vakfı yöneticilerinden Harry Ojalvo dergiye verdiği mülâkatta, 350 yıllık alışılagelmiş suskunluğu bozarak Türkiye'de birbuçuk milyona yakın Sabetaycı bulunduğunu belirtiyordu: "Yahudi kökenli olarak Sebati (Sabetay Sevi) devrinden gelme nitekim hepimizin tanıdığı bugün Dışişleri Bakanımız olan İsmail Cem İpekçi var. O Sebati'dir. Coşkun Kırca var. Epey insan var. Canım yani bir çoğuna 'sen oradan gelmesin' dediğin zaman kendisi bilmiyor bile. Ama bu öyle bir şey ki gizlenemez. Bu ortada." (Aksiyon, 23-29 Mayıs 1998, sayı: 181, s. 13)
Ilgaz Zorlu ile kitabı ve kendisi hakkında görüştük. Anlaşılan o ki bu kitap çok ses getirecek.
 Sabetaycılar bugüne kadar gizlilik prensibini hiç bozmamıştı ama siz yazdığınız kitapla bunu açıkça ihlal ettiniz. Amacınız nedir?
Amacım bir ayrımcılık değil, farklılığın tadını bulmak. Sabetaycıları bugün nasıl ayıracaksınız. Türkiye'den ayrılamaz ki. Benim ana lisanım Türkçe. Ben hiçbir lisanı Türkçe kadar iyi kullanamıyorum ve bilmiyorum. İbranice'yi de çok iyi bildiğim söylenemez. Ama bir şey söylüyorum: ister kabul etsinler ister etmesinler Türkiye'de bir Sabetaycı topluluk var. Bu insanlar ister biz yokuz desinler, isterse inkâr etsinler ama var. Çünkü en azından ben varım ve söylüyorum. Kimler var kimler yok derseniz ona girmem; ama ısrarla da var olduğunu iddia ediyorum.
 Dışardan bakıldığında sizden başka kimse yok gibi.
Çünkü bir tek ben açıklıyorum. Ama bunu çok güzel şöyle görürsünüz. Abdi İpekçi'nin anılarında bu yer aldı. "Bana dönme çocuğu derlerdi, ben onun için İpekçi soyadını kullanmamayı düşündüm" diyor meselâ. Türkiye'de eğer rahat konuşulabilecek bir ortam sağlanırsa, insanlar kendilerini özgür biçimde ifade edebilirse, bir zaman sonra bu işler çıkar ortaya. İslâmcı basında 70'li 80'li yıllarda gördüğümüz şey hep şuydu; bir dönme laik-solcu-sosyalist vesaire olabilirdi ancak, o hep dönmelikle suçlanırdı. İşte bu bir suç değil. Adam köken olarak belki öyle ama o da ne olduğunu bilmiyor ki. Sabetaycı kökenli pek çok insan bugün Sabetaycılığın ne olduğunu bilmiyor. Okunup öğrenilsin diye bu konuyu araştırıyorum ve konuşuyorum. Nitekim pek çok insanla tanıştım. "Ilgaz bey bizim ailemizde de böyle bir şey var. Gerçi biz dualara bakmıyoruz, dinle de pek bir ilgimiz yok ama biz isteriz ki sizinle bir görüşelim" diyorlar. Evlerine gidip eski kitapları varsa onları inceliyorum. Bu ilişkilerle çok dokümana ulaştım. Meselâ bugün bir ailenin elinde Sabetay Sevi'nin anıları var. Ben bunu buldum. Buldum ama bu anılar eğer doğruysa çok büyük bir olay olacak. İsrail'deki Sabetaycılıkla ilgili bütün yazılanları çürütecek. Çünkü genel inanç Sabetay Sevi'nin bir cahil olduğu, hayatı boyunca da hiçbir şey yazmadığı idi.
 Sabetay Sevi'yi nasıl görüyorsunuz?
Sabetay Sevi'yle ilgili araştırma yapıyorum. Sabetay Sevi'nin mesih olduğuna ve bir mesih olarak yeniden geri döneceğine inanan bir grup, her ne kadar olmadığı ileri sürülse de, bugün Türkiye'de var. Ben bu gruplardan birine dahilim. Yekpare bir grup yok. Üç grup var. Bu üç grubun içinde de alt gruplar var. Ben bu gruplardan Kapancılar'a dahilim. Kapancılar, Karakaşlar ve Yakubiler'in birleşmesi gerektiği düşüncesindeyim. Kültürel bağlılıkları olduğunu düşünüyorum.
 Türkiye'de Sabetaycıların varlığından ziyade gizli bir yapılanma içinde oluşları rahatsız edici bulunuyor.
Sabetaycıların müslüman kisvesi altında görünüp, müslüman kimliğine sahip olup böyle bir ikinci farklılığa sahip olmalarına karşıyım. Bunu açık söylüyorum. Sabetaycılık bir din değildir. Nasıl Müslümanlıkta Alevîlik bir farklı düşünceyse, Sabetaycılar da Yahudilikte aynı konumdadır. Alevîler müslüman değildir deyip bir kenara atılabilir mi, Sabetaycılık da aynı şekilde. Sabetaycıların içinden birisi Müslümanlık aleyhinde bir yazı yazdığı zaman bu bana çok ters geliyor.
nnnnnnn Türkiye kamuoyuna sunulan bilgi Selanikli dönmelerin artık Yahudiliği bıraktığı ve asimile olarak müslümanlaştığı idi. Siz müslüman olmadığınızı Sabetaycı bir kitlenin hâlâ mevcudiyetini koruduğunu söylüyor ve bunu kitaplaştırıyorsunuz.
Ben Sabetaycılığın Türkiye'de araştırılmasını sağlayacağım. Ve Sabetaycılık Türkiye'de literatüre girecek. Dönmeler konusu olarak söz edilen bu konuyu kimse araştırmıyor bilmiyordu. İstanbul Ansiklopedisi'nde "Selanikliler" maddesini yazdık. "Varlık Vergisi Olayı"nda Dönmeler de ayrıma uğradılar. Bizi o zaman "D" grubu adıyla ayırdılar. Müslümanlardan farzedelim 12 binbeşyüz lira, Yahudilerden 50 bin lira vergi alındıysa, Dönmelerden de 25 bin lira vergi alındı. Bu vergiyi ödeyen Sabetaycılardan hâlâ hayatta olanlar var. Bunun belgelerini ortaya çıkarabiliriz.
  Bugün bir ayrım olduğunu düşünüyor musunuz?
Geçmişte olmuştur. Şimdi olduğunu iddia ediyor değilim. Sadece şunu söylüyorum: Sabetaycılar Türkiye'nin bir parçası olduğu kadar Yahudi kültürünün, İsrail devletinin değil fakat İsrail düşüncesinin de bir parçasıdır. İsrail devleti Sabetaycıları Yahudi kabul etmiyor. Gidin Ankara'daki büyükelçiye sorun, "Sabetaycılar Yahudi değildir" diyecektir. Bana kimse İsrail'in Sabetaycıları Yahudi kabul ettiğini söyleyemez, o lâfı ona yediririm.
 Niçin?
Çünkü ben İsrail'de bu konunun en uzmanı olan ve bir başka dinden Yahudilik dinine geçiş konusunda karar veren din değiştirme Hahambaşısı ile görüştüm. Adam dedi ki, "Biz sizi kabul etmiyoruz". Niye? Çünkü İsrail'in temel politikası şu: "Ülke dışındaki, diasporadaki bir Yahudi cemaatinin Yahudiliğiyle uğraşmamak." Bu çok önemli bir şey. Onu hiç ilgilendirmiyor. Eğer bir problemin varsa gelirsin buraya, burada Yahudi olup olmadığın tartışılır diyor. Bu konuda resmî bir karar alındı ve bu Türkçe'ye de çevrildi.
 Siz de İsrail'i Yahudiliğin devleti olarak görmüyorsunuz.
Evet ben kişisel olarak görmüyorum. İsrail bir Yahudi devleti değildir, Yahudi ülkesidir. İsrail'deki bazı dinî gruplar da aynı görüştedir.
 Bu Sabetaycıların da genel kanaati mi?
İşin gerçeği Sabetaycılar İsrail'le fazla ilgilenmiyorlar. Çünkü Sabetaycıların çok büyük bir bölümü ekonomik olarak çok iyi durumdalar. Türkiye'deki yabancı okullarda eğitim alıyorlar, hayat standartları oldukça yüksek ve onlar için İsrail'in çekici bir tarafı yok. Ama bunun yanında İsrail'deki dinî ortama girmek isteyen Sabetaycılar da var ve onlar da gidiyor zaten. Nasıl gidiyor turist olarak gidiyor. Bir Yahudi İsrail'e gidip vatandaşlık alabilir, ama bir Sabetaycı vatandaş olarak kabul edilmez.
 Siz olmak istiyor musunuz?
Ben kişi olarak Yahudiliğe geri dönmek için 1992 yılında böyle bir başvuruda bulundum ve bütün kapılar yüzüme kapandı. Bana dediler ki "Yahudi olmak istiyorsan iki sene kursa gitmen ve bir sınavdan geçmen gerekir." Ama ben Yahudiliğin dışında değilim ki bu işlemi bana niye uyguluyorsun? Ben bu noktada Sabetaycılar için bir karar çıkması gerektiğini iddia ediyorum. Denmeli ki: Sabetaycılar da Karay'lar gibi Yahudiliğin bir mezhebidir. Sabetaycıların içinde bazı kimseler Yahudi olduklarına inanıyor. İşte bu insanlar kolaylıkla Yahudi olabilmeliler. Bu arada bazı insanlar da, "Biz Dönmeyiz ama Yahudi değiliz hatta Sabetaycı da değiliz" diyor. Ben onlara bir şey demiyorum. O da ayrı bir konu.
 Sonuç olarak Türkiye'deki Yahudi cemaati de Sabetaycıları kabul etmiyor yani.
Hahambaşı'ya sorun Sabetaycılar "teknik olarak Yahudi değildir" diyecektir. Bunu eleştiriyorum. 'Teknik olarak Yahudi olmak' nasıl bir şeymiş acaba? Hahambaşılık gibi bir makamda oturan kişinin bu denli politik bir dinî karar vermesi çok yanlıştır. Fakat zaten bugünkü Türkiye Hahambaşılığı dinî kararlar açısından Sabetaycıları bağlamamaktadır. Ben kurum olarak hahambaşılık makamına da karşıyım. Özel bir kanunla kamu görevlilerinin seçilmelerinden farklı olarak hem ömür boyu işbaşına gelmektedirler hem de seçim ikinci bir kez yenilenmemektedir. Her kamu görevlisi 65 yaşında emekli olmak zorunda iken bu makamdaki kişinin ömür boyu seçilmesi hususu sizce demokratik bir yöntem olarak kabul edilebilir mi? Bu makam Sabetaycıları tamamen yokmuş gibi ele almaktadır. Tabiî bu da onun ne kadar politik bir makam olduğunu belirler.
  Türkiye'de önemli bir Sabetaycı grup var diyebiliriz o zaman.
Evet
 Ve kendilerinin Sabetaycı olduğunu kabul ediyorlar.
Hayır kabul etmiyorlar.
 O halde böyle bir grup yok!
Olur mu Halil Bezmen meselâ Amerika'ya gitti ve dönmeliğini ilan etti.
 O zaman müslüman kamuoyundaki genel kanaat doğrulanmış oluyor.
Doğru tabiî. Ama gerçek böyle.
  Siz diyorsunuz ki, artık yeter, bu gizliliğe ve ikili tavra bir son verilsin.
Ben açık olarak söylüyorum ki Sabetaycılık Müslümanlık dininin bir mezhebi değildir. Sabetaycılık Yahudi dininin bir parçasıdır. Ve Yahudilik Sabetaycıları kabul etmek zorundadır. Ama hahamlar diyor ki, 'Siz 350 sene önce defoldunuz gittiniz, artık bizimle hiçbir ilginiz yok!' Günü kurtarmaya çalışıyorlar.
 Karakaşzade Mehmed Rüşdü 1924 yılında ilk ifşaatları çok ilgi çekti. Ancak bir sene sonra bir şekilde ikna edilmiş ya da korkutulmuş olacak ki söylediği herşeyi geri aldı ve inkâr etti.
Ona bakarsanız ben de aynı şeyi yapıyorum.
 O bazı iddiaları gündeme getirmişti. "Kuzu bayramı-mum söndü" merasimleri, cemaat içinde evlilik ve benzeriyle ilgili.
Herkes bana bunu soruyor. Ben bu konuda özel bir çalışma yaptım. Kuzu bayramı konusu kitabımda yer alıyor. Benim kendisiyle görüştüğüm 1900'lü yılların başında doğan bir hanım bana Kuzu Bayramı'nda 'Mum Söndü' merasimi yapılmadığını söyledi. Fakat Abdurrahman Küçük 'ün kitabında ve Karakaşzade Rüşdü'nün açıklamalarında böyle iddialar var. Karakaşzadenin sözleri gazetelerde yayınlanırken bir yaşlı dönme 'Efendim bu bizim zamanımızda yapılıyordu, şöyle oluyordu böyle oluyordu' diye anlatmış.
 Karakaşzade Rüşdü'ye baktığımızda önce herşeyi açıklıyor. Ardından demek korkutuluyor ki, bir sene geçmeden bütün sözlerini geri alıyor ve bunlar gerçekdışı sözlerdi diyor. Siz de aynı karanlık noktada bir tehditle karşılaşmayacak mısınız?
Ben 1992 yılından beri bu konudaki fikirlerimi açıkça söylüyorum. Beni herkes eleştirebilir. Ancak herhangi bir yerden destek aldığımı söyleyemezler. Çünkü ben hiçbir yerden destek almıyorum. Hiçbir Sabetaycıdan veya hiçbir Musevîden maddî ya da manevî hiçbir destek almıyorum. Karakaşzade Rüşdü'den ben farklıyım. Bana tabiî ki çok büyük baskılar geliyor cemaatin içinden. 'Konuşma', 'yazma', 'açıklama' diyenler oldu. Beni deli olarak görenler, benim Mesihlik iddiasıyla ortaya çıktığımı iddia edip araştırmalarımı küçük düşürmeye çalışanlar var. Diyorlar ki bu adam kendini Sabetay Sevi gibi görüyor, tıpkı onun gibi deli, bizim başımızı belâya sokacak.
 Sabetaycı düşünce yapısı içinde sizin bu açıklamalarınız çok zararlı şeyler değil mi?
Dışarıdan bakınca öyle. Şimdi bakın Karakaşzade gibi benim düşüncelerimde geriye döneceğim ne olabilir. Ben bunları yazıp ortaya koymuşum. 'Ben bunların hiçbirini yazmadım, yok sayın' diyemem ki. Bir kere bir kısmını belgeleriyle yazmışım zaten. Meselâ soyağacı konusunda yazmış olduğum yazıda Yeni Asrın Selanik Yılları kitabındaki iddiayı açıkça çürüten bir insanım.
 Kitapta ne var?
Kitapta çok önemli şeyler var. Türkmen Parlak adlı yazar orada bir ailenin soyağacını yazıyor ama o kadar komik yazıyor ki. Efendim, diyor bu aile Ortaasya'nın bilmem neresinden kalkmış Selanik'e gelmiş diyor. Ben onun canına okudum makalemde. Ve nitekim de o yazıdan sonra başıma gelmedik kalmadı.
 Ne gibi?
İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Sabetaycılıkla ilgili küçük bir konferans verecektim, o ailenin İzmir'deki gazetesi beni engelledi, Atatürk Araştırmaları'nda anlatabildim. Aslında Amerikan Kültür Merkezi'nde, Alman Kültür Merkezi'nde konuşacaktım, fakat engellendi. Sabetaycıların bana bu şekilde engellemeleri var. Evet bu yönde baskılar gelebiliyor. Bu insanların içinde beni desteklemeyenler bana karşı olanlar kimler, Türkiye'de belirli bir maddî servete ulaşmış insanlar. Bunlar tabiî ki rahatsız olacaklar benim açıklamalarımdan.
  Mevcut durumlarını kaybetme tehlikesi olarak mı görüyorlar?
Tabiî bu çok önemli bir nokta. Düşünebiliyor musunuz Türkiye'de en yüksek noktaya gelmiş bir insanın Sabetaycılığı tartışılırsa ve üzerine gidilirse bu bir felaket olur onun için, herşeyini kaybeder. Gizleniyorlar ama şunu düşünemiyorlar. Tarihi açıp okuduğunuz zaman, Yahudilerin hep büyük yükselişlerden büyük çöküşlere gittiğini görürsünüz. Örneğin Alman Yahudileri... 30'larda 35'lerde Almanya'nın kaymak tabakasıydılar. Ne oldu, bir anda hepsi kaybolup gittiler. Tanrı'nın ne yapacağını hiç bilemezsiniz. Gelinen nokta önemli değildir, en son nerede olduğunuz önemlidir. Bir anda iniverirsiniz aşağıya. Ben onun için hiçbir şeyden korkmuyorum. Ben bu yüzden tamamen bağımsız çalışıyorum, hiçkimsenin yönlendirmesi altında değilim.
  Cemaatinizin sayısı tahmini olarak ne kadar?
Cemaatin sayısı hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü isbat edemem. Bir rakam söylesem bile bunun dayanağı ne olacak? Ben size 'Türkiye'de organize bir Sabetaycı grup var. Bunlar dinî dersler alıyorlar, sürekli toplanıyorlar' dediğim zaman bunu ispat edemem. Kim bu tanınmış Sabetaycılar derseniz benim elim kolum bağlanır. Çünkü ben kimsenin ismini verme hakkına sahip değilim. Ben bir isim veririm, siz gidip adama sorduğunuzda o, 'Ben Sabetaycı değilim' derse bu bir yalan haber olur. Ama şunu çok iyi iddia ediyorum ve söylüyorum; Türkiye'de Sabetay Sevi'nin dinî düşüncelerine bağlı olan ve bu inancı sürdüren insanlar var. Günün birinde bu insanlar çıkacaklar ortaya. Yani bir tek ben olmayacağım. Ama mesela Pamir Bezmen 'Varlık Vergisi' olayında ayrı bir grup olarak değerlendirildiklerini söyledi ama çıksın bakalım 'ben Sabetaycıyım' desin, söyleyemezler. Çünkü onlar bu konuya manevî açıdan bakmıyorlar. Ben manevî olarak bakıyorum. Sadece sayı olarak bugüne kadar yayınlanan makalelerde 60 bin ve 100 bin rakamları telaffuz edildi.
 Sizi niçin engelleyemiyorlar?
Beni engelleyemezler çünkü benim ailem 17 kuşak boyunca haham olarak geliyor ve aslında Sabetaycılığın dinî karakterini oluşturan insanlar. Şimdi bakın benim büyükbabamın büyükbabası olan Şemsi Efendi üç cemaati birleştirmeye çalışmış. Kapancılardan olduğu halde gitmiş Karakaşlarda din dersi vermiş. Onların okullarını kurmuş. Ve bunun sonucu olarak Bülbülderesi mezarlığında öyle bir yerde yatıyor ki, başka biri o şekilde gömülemez. Mezarlıkta böyle bir ayrım vardır, merdivenin sağ tarafında Kapancılar yatar, sol tarafında Karakaş aileleri yatar. Hiçbir Kapancı Karakaş'ların olduğu yerde yatmaz.
 Bülbülderesi Mezarlığının özelliği nedir?
Talmud'a göre Mesih bülbüllerin sesine gelecek. Ve inanç o ki Mesih tekrar geldiği zaman bülbüller şakıyacak ve bütün o ölülerin ruhları ayağa kalkacak. Onun için oraya gömülüyor ve ismi de oradan geliyor.
 Sabetay Sevi'nin fikirlerinde Yahudi düşüncesinden ayrılan taraf nedir?
Sabetay Sevi'nin dinî düşüncelerinin Yahudi Kabalizmindeki yerini kimse ortaya koymuyor. Ne Karakaş Rüşdü yazdı bunu ne de başkası. Bunu ben ortaya koyuyorum. Bu tamamen, Tevrat'ın içinde gizli mânâlar olduğunu ifade eden Kabbalistik düşüncenin bir aşılımıdır. İzak Luria adlı bir kişi vardır ve bu Kabbalistik düşüncenin temelini atmıştır. Nitekim Sabetay Sevi de "Ben Luria'nın atmış olduğu temelin üzerinde bir bina kuruyorum" diyor. Bu konularda araştırma yapıyorum ve bazı şeyleri ben de yeni öğreniyorum.
 Nasıl öğreniyorsunuz?
Karşılıklı konuşmalarda sohbetlerde ortaya çıkıyor. Geleneksel Yahudilikte de böyledir, gidip bir okulda öğrencilik yapmaktan ziyade bu konular sohbet ortamında öğrenilir. Kabala nasıl öğrenilir, bir masanın etrafında Tanrı inancı bulunan, dinî kurallara sonuna kadar bağlı dört kişinin toplanmasıyla oluşan sohbet ortamında öğrenilir. Çünkü biz şuna inanıyoruz Kabala ile herkes uğraşamaz ve uluorta konuşamaz. Yahudilikte en önemli noktalardan biri Tanrı'nın tetragram olan adının ağıza alınması yasağıdır. Eğer bir insan dinî kuralları tam olarak uygulamıyorsa, hırsızlık, zina işliyorsa o zaman bu adamın katıldığı araştırmalarda ve toplantılarda bir negatif enerji çekmesi sözkonusudur. Çünkü Yahudilik Tanrı'nın büyük bir enerji olduğuna inanarak yaklaşıyor olaya. Siz negatif enerji çektiğiniz zaman size öyle bir felâket gelir ki, bu felâket Tevrat'ta sık sık geçen bir vebadır, bir yangındır, bir yok olmadır falan. Tabiatıyla Kabala hep böyle gizli kalmıştır. Uluorta konuşulmamıştır. Kabalistler mistik olmuşlardır ve benim gibi fazla konuşmazlar!
 Kitabı yazmaktaki gerçek niyetiniz ne?
Ben araştırmacı bir kişilik olarak ortaya çıkıyorum ve diyorum ki "nedir Sabetay Sevi'nin düşüncesi?" Bugün Türkiye'de herkes kendi kültürünü araştırıyor. Neden ben gizleyeyim? Kötü bir amacım yok ki. Benim sadece yapmış olduğum bir şey var farklı bir kültürü araştırmak. Siz tartışmazsanız, konuşmazsanız bu ilmî düşünce nasıl ortaya çıkacak? Bakın Türkiye'de solcular müslümanları ciddiye almıyorlardı. Ama bugün Türkiye'de artık bir İslâmcılık olgusu var. Gazeteleri, televizyonları var ve hükûmet bile oldular. Biz bu adamlarla bugüne kadar konuşmayı denememişiz. Ee bundan sonra "Türkiye'de anti-semitizm var" diyorsunuz. Var ve olacak tabiî. Biz herşeyi tartışacağız. Ve biz böyle bulacağız doğruyu. Bu zaten başka türlü de olamaz. Şimdi ben sizi yok sayarsam nereye varabilirim ki? Solcu arkadaşlar üniversite yıllarımda Nurcuların derslerine gidiyorum diye benimle alay ediyorlardı. "Yav sen deli misin, Tabiat Risalesi'ni öğrenmenden ne çıkacak?" diyorlardı. Halbuki ben Said Nursî'nin düşüncelerinde bulmuş olduğum derinliğin üzerine gittim. Çünkü bana göre mistik insanların, dine inanmış insanların yolu birdir.
 Bediüzzaman'la ilgilenmeniz ilginç. Kabalizm sizin için çok önemli bir nokta. Peki Bediüzzaman'ın ebced hesabıyla ilgili çalışmalarını biliyor musunuz?
Evet biliyorum ve o konuya girmeyeceğim. Enteresan ifadeleri var. Bence Said Nursî yazmak istediği şeylerin çoğunu yazmamış bir insan. Özellikle cifir konusunda bir hayli bilgisi var. Bunu açık bir şekilde yazmamış. Bu çok önemli. Said Nursî'yi okuduğumda karşımda sıradan bir köy imamı olmadığını gördüm. Din konusunda hakikaten derinliği olan bir insan. Ben çok açık olarak söylüyorum, onun fikirlerinden pek çok şeyin kafamı kurcaladığını kabul ederim. Ve bundan da mutluluk duyarım. Çünkü bunda bir şey yok. Zira bu insanın yazmış olduğu eserler var, ortada bir vakıa var. Gerçi ben onun bütün risalelerini okumadım, çoğunu da anlayamadım. Benim zaten onun derslerine gitmemin nedeni de oydu. Çünkü bir Tabiat Risalesi'ni, Haşir Risalesi'ni aldığınızda ağdalı ifadelerle karşılaşıyorsunuz. Dinî duyguları anlatmak zaten çok zordur. Fakat onun ben pek çok şeyi yazmadan gittiğine inanıyorum. Cifir dediğimiz beşbin yıllık bir olay... Şimdi bunu basit bir tartışma konusu da yapamazsınız. Demek ki, onu konuşabilmek için mürşid-i kâmil olmanız lâzım, üstün insan olmanız lâzım, yani bizim Kabala'da tanımlanan adam kadmon olmanız; mistik olmanız lazım ki, bunun üzerine gidebilin.
 Bediüzzamanın eserlerinin sizde ne gibi tesiri oldu?
En çok ilgimi çeken Tabiat Risalesi. Dinsizlik ve materyalizm karşısında bu insan çok sağlam delillerle bu kitabı atıyor ortaya ve ben onun vermiş olduğu örnekleri kendi dinî tartışmalarımda kullanıyorum. Diyorum ki Bediüzzaman Said Nursi de böyle söylüyor. Ve ben bundan bir hicap duymuyorum. Niye duyayım? Çünkü o da aynı yola gidiyor. Şimdi burada esas olan bir şey var, Mistik insanların temelinde var olan şey "Bir"e ulaşmaktır. İster Yahudiliğe, ister Hıristiyanlığa, ister başka bir yere gidin amaç "Bir"e ulaşmak için nefsi terbiye etmektir. Gerçi din olarak Yahudiliği çok seviyorum, Yahudilik üzerine çok araştırma yapıyorum ama bu benim Bediüzzaman'ı araştırmayacağım anlamına gelmez. Eminim ki Bediüzzaman yaşasaydı ondan öğrenceğim daha çok şey olurdu.
 Bediüzzaman'la kesişmeniz nasıl oldu?
Üniversitede iken her gruba girdim. Tanıştığım insana "bakın ben Yahudi asıllıyım" diye baştan söylerim, hiçbir zaman da bunu gizlemem. Her insanla her şeyi konuşurum, hiçbir şeyi gizlemem. Benim bundan bir korkum yok. O zaman arkadaşlar beni iftarlarına davet ettiler. Çeşitli Nur cemaatlerinden insanlarla tanıştım. Ve ben onlarla hep mistik konuları konuştum. Onlar sanıyordu ki ben sıkılacağım. Ama hayır ben hep sordum ve araştırdım.
 İslam'ın bir "Mehdi-Mesih", bir de "Deccal" inancı vardır. Aynı şey Hıristiyanlar, Yahudiler ve siz Sabetaycılar için de geçerli. Siz Sabetaycısınız, Bediüzzaman ise sizin dinî görüşünüze sahip ya da fikren yakın insanlarla hayatı boyunca mücadele etmiş, bir insan. Şimdi sizin ondan istifade etmeniz bir çelişki değil mi?
Bu bir çelişki değil. Önce şunu sormak lâzım, acaba ben Sabetaycıların cumhuriyette üstlenmiş oldukları rolü benimsiyor muyum? Bu çok önemli. Ben o tarzı onaylamıyorum. Ben bir kere dinî bir insanın politik olmasına karşıyım. Sabetaycılar Türkiye'de niye bu hale geldiler? Bir kere Dönme denilen insan da Sabetay Sevi'yi tanımıyor. Sadece ona diyorlar ki, sen farklısın sen başkasın. Sadece bununla yetiştiriyorlar çocuğu. O çocuk büyüyor Türkiye'de bir yere geliyor. Siz şimdi hangi kültürü görürseniz o kültürün izlerini getirirsiniz yaşantınıza. Sabetaycıların Batıcı olmasının nedeni de budur. Siz hiç Adıyaman'lı, Malatya'lı bir Sabetaycı gördünüz mü? Adıyaman'da yirmi sene orada yaşayıp da orayı anlamış bir Sabetaycı gördünüz mü? Zaten Türkiye'deki en büyük problemimiz bu oldu. Biz Türk halkını tanımadık. Benim atalarımı almışlar 1924'te buraya getirmişler. Düşüncesiyle, yaşantısıyla, fikriyle kısacası her şeyiyle Anadolu Türkünden farklı bir kitle buraya gelmiş. Onların sizinle çok farklı noktaları var. Yani şimdi bugün Türkiye'den bir grubu alsalar Rusya'ya götürseler, aynı şey onların başına gelse, ne olacak, Rusya'daki insanlar karşı çıkacak.
 Kitabınız çıkana kadar kimse Sabetaycılığın hâlâ devam ettiğini kabul etmiyordu. Herhalde bundan sonra bazı konular daha da netleşecek. Yakın tarihe baktığımızda dönmelerin Türkiye masonluğundaki yeri de çok ilginç.
Kitabımda var. Sabetaycı niçin mason oluyor, çünkü orada kendini manevî olarak tatmin ediyor. Bakın dinsiz insan olmaz. Ateistlere falan inanmıyorum ben. Çünkü insanın içinde bir nur vardır ve o nur mutlaka açılır. Onu ama Masonlukta açar, ama başka bir yerde açar önemli değil,mutlaka açılır. Ama Masonluk da artık sulanmış bir felsefeye dönüştü. Ben mason değilim onu söyleyeyim. Bunları yazıp söylüyorum diye benden de hoşlanmazlar zaten. Masonluk bugün bir çıkar örgütlenmesi halinde. Öyle bir hale gelmiş ki, adam İslâmî çevrelerde de saygıyla karşılanıyor. Çok garip.
  Sizin kendi cemaatinizde kullandığınız ikinci bir isminiz var mı?
Annemin ailesinin soyadı Ben Zwi. Ama benim durumum biraz farklı. Babam Erzurumlu bir Türktür. Düşünce olarak da muhafazakâr ve milliyetçi bir insandır. Annem Sabetaycı kökenden gelir ama o da bunu önemsemez. Ben anneannemle büyüdüm. O bu konuyu çok iyi bilen ve inanan bir insandı. Ve aile içinde kendince İspanyolca bir isim söylerdi bana. Ama bu tarz bir ismim olmadı. Verilemezdi çünkü babam müslüman zaten.
 Annenizle nasıl evlenmiş?
Annem ona Selanik'li olduğunu söylememiş. Bu bir de bir sevgi meselesi herhalde. Annem de zaten bu konulara girilmesini pek istemez. Hatta size çok ilginç bir şey söyleyeyim Fehmi Koru annemin uzun yıllar beraber çalıştığı Musevî bir işadamı ile ilgili bir yazı yazdığında ona bir cevabî yazı yazıyor ve orada kendisinin müslüman olduğunu belirtir üslûp kullanıyor. Çünkü o kendini bir müslüman olarak görüyor. Ben anneannemle ve onun çevresinde büyüdüğüm için bu kimliği seçtim.
 İlginç bir olay var karşımızda. Sabetaycı kimliğini açık bir şekilde ortaya koyan ve bunu deklare edip savunan ilk isimsiniz. Kimse bunu bugüne kadar Selanik dönmelerinin aslında hiçbir zaman müslüman olmadığını, kendi içlerinde Yahudiliğin bir mezhep ya da tarikatini gizlice devam ettirdiklerini söylemedi. Söylemekten ziyade bu hiçbir zaman ciddiye alınıp da kabul de görmedi. Bunu Sabetaycı cemaatin içinden ilk olarak siz ifşaa ediyorsunuz.
Hiçbir zaman söylemedi, hiçbir zaman da belki bu kadar net bir şekilde söylemeyecek. Ama bir zaman sonra söyleyenler de olabilir, bilemem. Ben açık olarak size söylüyorum, Sabetay Sevi'nin dinî görüşlerini benimseyen ve buna gerçekten bağlı inançlı bir kitle var. Ve bunlar hiçbir zaman gerçek anlamda Müslüman olmadılar.
 Başınızda bir tek lider mi bulunuyor?
Birden çok hoca var. Ben size şunu söyleyeyim. İbraniceyi Türkiye'de öğrenmiş ve Tevrat'ın Sabetaycılık açısından manalarını takip eden bir değil, birden fazla hocalar var. Bunu iddia ediyorum ben. Ama buna inanıp inanmamayı benim sözlerimin sizde bırakacağı intibaa bırakıyorum. Bu arada hiçkimsenin ismini açıklama hakkım yok. Çok da ters bir şey olur yani.
 Sabetay Sevi'nin canını kurtarmak için müslüman olması rahatsız edici değil mi?
Canını kurtarmak için Müslüman olmadı, dışarıdan bakanlar böyle görebilir. Şimdi ben Yahudiliğe dönmek istedim ama kabul etmediler. Ben Sabetaycıların İspanyol Konverzolarından (dönme) ayrı tutulmasına karşıyım. Ayrıcalık falan da istiyor değilim. Yahudi kültüründen gelen bir insan sanki bu kültürden gelmeyen bir insanmış gibi nasıl değerlendirilebilir anlamıyorum.
 İsrail niçin böyle davranıyor?
İsrail devleti diyor ki, sen beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyorsun. Sabetay Sevi olayından sonra sen başka bir hal aldın, bu yolda gidiyorsun. Ben de diyorum ki sen bütün dünya Yahudi kültürünün temsilcisi olduğunu söylüyorsun. Ben Yahudi kültürünün bir parçasıyım. Hatta şöyle ifade edeyim, İsrail'de Yahudi Tarihi Müzesi'nde Sabetaycılarla ilgili bir köşe vardır. Eylül 96'da İsrail gazetelerinde bu konuda bir yazı çıkarttım. Sizinle yaptığım bu görüşmenin bir benzerini İsrail'li bir gazeteciyle yaptım. Ortalık karıştı. Açıklamalarım kabul edilmedi. 'Bu tek başına bir kişi, böyle bir cemaat yok falan' dendi. Şunu gözden kaçırdılar ben o mülakata bir arkadaşımla gitmiştim. O arkadaş bana tercümanlık yaptı. Demek ki yalnız değilim ikinci bir Sabetaycı yani bir cemaat var. Türkiye'de de Aytunç Altındal bey konuyu gündeme getirdi. Yahudilik konusunda bir şey daha var. Endülüs'te bundan 500 sene evvel Türkiye'ye gelmemiş, orada kalmış, Hıristiyanlaşmış fakat Yahudi geleneklerini sürdürmüş insanlar var. Bunlara Hıristiyan dönmeleri, yani konverzo denir. Sabetay Sevi ile de bir ilgileri yoktur. Ancak onlar İsrail'de Yahudi kabul edilirler. Yahudiliğe dönecekleri zaman Giyur li Humra denilen bir işleme tâbi tutulurlar. Siz sinanoga gidersiniz orada basit bir dua okunur, ruhun temizlenmesi için bir banyoya girer çıkarsınız ondan sonra Yahudiliğe geri kabul edilirsiniz. Bu uygulanan bir dine dönüş merasimidir. Benim istediğim tek şey Türkiye'li Sabetaycılara da bu giyurun uygulanması. Bizim İspanyol konverzolarından bir farkımız yok ki. Ben 21 yaşında cebimde 100 dolar ve bir sırt çantasıyla gittim İsrail'e. İkinci gidişimde başvuruda bulundum fakat kabul edilmedi. Bu konuda İsrail'in aldığı bir karar var.
  İsrail bu hakkı tanısa Türkiye'deki Sabetaycılar vatandaşlık başvurusunda bulunur mu?
Ben gidecek insanların olduğunu söylüyorum. Kaç kişi olduğu önemli değil.
  Sabetaycı bir cemaat olduğunu söylüyorsunuz ama ortada kimse yok.
Türkiye'deki bütün Bahailer ortaya çıkıyor mu? Sadece temsilcisi çıkıyor konuşuyor. Türkiye'deki Yahudiler çıkıyor mu ortaya? Türkçe isimler kullanıyorlar, Yahudiliklerini bile gizliyorlar ve sormadınız mı söylemiyorlar. Gizleme Türkiye'de hep olmuş bir olay, garip bir şey değil ki. Türkiye'de bizim bilmediğimiz adını sanını duymadığımız ne gruplar var bir bilseniz. Özellikle Anadolu'da. Benim mesela en çok ilgimi çeken şey Alevilerin içerisindeki bazı gruplar. Çünkü onların mistik inançlarıyla Yahudilik arasında o kadar çok paralellikler var ki. Bektaşilikle Sabetaycılık arasında bir ilinti ve bağlantı vardır mesela. Ben kitabımda bunu "Osmanlı Mistisizminde Sabetaycılık" başlığı altında inceledim ve bu arada Melamilikle Sabetaycılık arasında bir bağlantı olduğunu tesbit ettim.
 Nasıl oluyor?
O dönem şer'î hükümlerin egemen olduğu bir dönem. Adam kalkmış Müslüman bir tarikata girmiş. Girmiş olduğu tarikat yükümlülük olarak en hafif olanı. Mesela Bektaşiliğe girmiş, üçüncü devre Melametilikte de Sabetaycılar var ve bu çok önemli. Abdülbaki Gölpınarlı da bunları yazıyor. Hatta diyor ki Seyyid Abdullah Nur isimli kişi yani üçüncü devre Melametiliği kuran kişi Balkanlarda ortaya çıkıyor. Ve bunun Selanik'teki dergahını Yahudi cemaati finanse ediyor. Ben tek tek isimleri çıkarttım oradan. Hem de nereden çıkarttım biliyor musunuz, Yeni Asrın Selanik Yılları adlı kitaptan. Adam diyor ki, 'Bizim bir akrabamız da çok Müslümandı, Melametilik dergahında şunları şunları yetiştirdi.' Komediye bakın, kardeşim senin büyük atanın kim olduğunu ben biliyorum. Bu adamın Yakubi olduğu çok açık. Ama ben yine de çok fazla yazmadım korkumdan. Karşımdaki adam da basit bir adam değil sonuçta.
Bazı çok tanınmış insanların Sabetaycı olduklarına dair söylentiler dolaşıyor. Özellikle basın dünyasında. Geçmişte mesela bir Ahmet Emin Yalman bu konuyla ilgili olarak çok şey yazdı.
Ama Yalman dönmeliği tartışmış, bu konuyu yazmış ve reddetmemiş bir insandır. Ben kişisel olarak inanıyorum ki insanlar yavaş yavaş belirli aşamalardan geçecekler. Bildiğimi kimseden saklamıyorum. Siz çok daha uç bir kesimden de gelseniz yine konuşurdum. Ben konunun tartışılmasını istiyorum. Konuşmaktan korkmuyorum.

O ŞİMDİ YAHUDİ (1)

Hatice SANCAKTAR

(Aşağıdaki yazı "Evet ben Selanikliyim" kitabının yazarı Ilgaz Zorlu ile Hatice Sancaktar'ın yapmış olduğu, sabetaycılık üzerine bir ropörtajdır.)

ILGAZ ZORLU: Nükhet ipekçi'yi kanal 7 deki programında izlediyseniz, orada görmüşsünüzdür. N.İpekçi bu konu ile ilgili hiçbirşey bilmediğini söyleyerek ortaya çıktı. Önce ailesinde, mesela babasının farklı dualar okuduğundan bahsetti, sonra büyükbabasının sofularla mücadele ettiğini söyledi. Bunlar doğru 1960-70 lerde Sabetaycılığın dindar kesimleri ile yani sofu sabetaycılarla, Abdi İpekçi, İsmail Cem İpekçi gibi o dönem sabetaycı cemaat içinden gelen fakat yurtdışında kalmış bir takım insanların mücadelesi oldu. Bunlar zaten biliniyordu.Tanrı'ya şükürler olsun ki bu konu üzerinde hakikatten sizin gibi bir kaç kişi daha profosyonel anlamda durmaya başladı.
Eskiden Sabetaycılık nasıldı? İslâmcı kesim Sabetaycılığı bir problem olarak görüyordu. Yahudi-Siyonizm-Sabetaycılık üçgeninde bir yeri vardı. Ve onlar Sabetaycılığın bir Yahudi tarikatı olduğuna inanıyorlardı. Gelzaman-gitzaman bir şeyi farkettiler ki,Yahudilikle Sabetaycılık arasında bir bağlantı var ama Yahudilerle Sabetaycılar arasında bir bağlantı yok.Yani Sabetaycıların Yahudilerle bir ilişkisi yok. Biz Avram Galante'nin kitabını özellikle bastık. Avram Galante kitabında çok baskın olarak bir takım şeyler yazıyor.Bu baskınca yazılan şeylerden biri, Abdülhamit dönemini çok sert bir şekilde eleştiriyor. Çünkü Abdülhamit'e sabetaycılığı jurnal ediyorlar kendi de bu olayın içinde. O dönemki hahambaşılık da bunun içerisinde.
Benim hahamla bir tartışmamızda farkettiğim birşey var, Yahudilik Dini çevresinde TİKUN denilen bir kavram var. Tikun Kurtulmak demek.Yani Dünya hep kötülüklerle kaplı ve Dünya'da herşey kötü oluyor.Fakat en sonunda bu kötülüklrden kurtulmak için bir an gelecek bu an "Mesih" in gelişidir. Buna İbranicede biz "MASİAH" diyoruz.Dünya'da bütün Yahudi Cemiyetleri bugün Mesihi bekliyorlar.Aynı durum Hıristiyanlıkta da var,aynı mesih beklentisi Müslümanlık içindeki bir gurubta Mehdi olarak var.Bazı iddialar var ki, bu Mesih kavramı Yahudilikten geçti o da bir düşünce tabii..tartışılır. Şuraya geleceğim:
Tikun kavramı tamir anlamına geliyor, Dünyanın tamiri demek anlamında. Tikun'un gerçekleşebilmesi için bütün Yahudilerin bir araya gelmesi gerekir ve bütün Yahudi ruhlarının bir beden bularak dünya üzerine inmeleri lazım. Şimdi bu gerçekleştiği taktirde bütün Dünya bir araya gelecek yani Yahudilik-Müslümanlık-Hıristiyanlık bunların hiçbir önemi yok. Çünkü Yahudi dininde bütün insanlar eşit.Her ne kadar Yahudilerin üstün ırk olduklarına dair birtakım iddialar varsa da bunun doğru olmadığını belirtmeliyim.Tevratta kesinlikle böyle birşey yok.Tanrı bütün eski topluluklar içerisinde ki bunlar puta tapan topluluklar içerisinde İsrailoğullarını o topluluklar içerisinden ayırdı ve Tanrı onlara göründü ve onlara bir görev verildi. Tanrı, benim tek Tanrı olduğumu bütün insanlığa bildireceksiniz dedi.
Şimdi, Tikunun gerçekleşebilmesi için yani Masiah'nın geri gelebilmesi için bütün yahudilerin bir araya gelmeleri lazım.İşte burda Sabetaycılar hiç istenmeyen bir şekilde başka dine geçmişlerdir.Ama onlar Yahudiliklerini muhafaza ediyorlar.Böyle bir durumda yani Tikunun gerçekleşebilmesi için bütün Sabetaycıların Yahudiliğe dönmeleri gerekirken,bence 4.Mehmet'in Sabetay Sevi'yi affetmesi ve Sabetay Sevi'nin ve müritlerinin Müslüman olmalarının çok önemli bir işaret olduğunu düşünüyorum.
Bence Sabetaycılık çok katı ve sofu bir Yahudi milliyetçiliğine dönüşüyor.Bunun sebebi de gizlenmek..Yani bu gizlilik öyle bir noktaya gelmiş ki artık Sabetaycılar Yahudiliği reddetmişlerdir.Öyle bir noktaya gelinmiş ki,ikiye ayrılmışlardır.Maminin(mümin) ve Koferim (kâfir) olarak.Sabetaycılar kendilerini Maminin yani inanan derler,  Yahudileri ise Koferim yani kafirler derler. Düşünebiliyor musunuz, bir topluluğun birbirinden bu kadar ayrı olmasını.İşte burada teolojik bir takım olaylar var.Teolojik olayların en büyük problemi şudur. Teolojik hadiselerde size tartışma ortamı sağlanmaz.Böyle bir problem var.Yani ben hiçbir Sabetaycı toplulukta bunun tartışıldığını grmedim.Hep şu söylenir-sizin aklınız ermez,-siz bunu bilmezsiniz-tanrı orda ne söylemek istiyor siz bunu anlamazsınız - Niye anlamayayım ki,sen anlıyorsan benim senden ne farkım var. Belki benden IQ olarak on-yirmi puan yüksek olabiilirsin ama seninle aynı cemaatte aynı IQ ya sahip başkaları da vardır.senin nasıl bir özelliğin olabilir ki? Din tamamen bir inançtır,kişinin içinde olan birşeydir. Benim Sabetaycı cemaat içinde olduğum sırada şimdi Yahudi olacağım inşaallah ve sizinle bir Yahudi olarak konuşacağım. Ben öncelikle teolojik bir kavga yapıyorum. Benim ortaya çıkış noktam da budur.

HATİCE SANCAKTAR: Nasıl baskılar yaşadınız, biraz açmanız mümkün mü?

ILGAZ ZORLU: Bir baskı olduğunu hissediyorsunuz bu baskının adı da konmamıştır. Bu baskı nedir,işte bu baskı belli bir yaşa kadar Müslüman arkadaşlarınız vardır. Taki evlenmek için bir kız arkadaş bulursunuz işte orda karşınıza çıkar. Bu baskı nedir,işte okuldaki Yahudi arkadaşınız gelir size der ki. Sen Selânikliymişsin aslında sen de Yahudisin, bunu bana annem söyledi. Hayatınız allak bullak olur.Bu baskı, ABD de eğitim alan bir Sabetaycının başına gelecek bir baskıdır.İşte bu sabetaycı genç Yolda bir hahamla karşılaşır ve haham ona Selânikli olduğunu dolayısı ile bir Yahudi olduğunu söyler. O çocuk ilk uçakla Türkiye'ye döner ve bunu araştırmaya başlar. İşte o baskı insanların hayatında olumsuz bir etki yapıyor. Düşünebiliyor musunuz? Çift kimlikle yaşıyorsunuz. Evinizde yaşamış olduğunuz bir kimlik ve dışarıda yaşamak zorunda olduğunuz başka bir kimlik var.

HATİCE SANCAKTAR: Açıklamanızdan yeni neslin bunu bilmediği sonucunu çıkarıyorum. Ne olduklarını, kimliklerini tesadüflerle mi öğreniyorlar?

ILGAZ ZORLU: Nesil bunu bilmiyor derken, şöyle bir yanlışlık var. Genellikle şöyle deniyor. Biz farklıyız. Çocuk bunu görüyor ama şöyle görüyor.Türkiye'de o kadar fazla etnik gurup bir arada içiçe yaşıyor ki ve bu etnik gurubların arasında birbirleri ile bağlantı var. Diyelim ki, Tunceli'li bir adam İstanbul'a geliyor.İlk yaptığı şey Tuncelilileri arıyor ve bu toplukta yerini bbuluyor. İşte bir Sabetaycının ait olabileceği bir yer yok. Sorduğu zaman ona ne deniyor? Biz Selânikliyiz deniyor, bunlar çok açık söylenmiyor tabii, hiç kimse ona sen Selânikli olduğunu söyle demiyor. Bu birtakım arkadaş konuşmalarında ortaya çıkıyor.S elâniklilerin asimile olmamalarının en önemli sebebi şuydu.Sabetaycılar hep belli bir coğrafyada yaşadılar. Bu coğrafya İstanbul'da Şişli-Teşvikiye-Osmanbey üçgenidir. Ve bu üçgende onların yanında olan aileler Yahudi,Ermeni ve Rumlardır.Rumlar ve Ermeniler derken onlarla herhangi birşey paylaşılamazdı. Rum ve Ermeni cemaatleri zaten hem Yahudi cemaati ile problem yaşadı hem de kendi aralarında problem yaşadılar.Fakat Selaniklilerin Yahudi arkadaşları var ve çok ilginç her Yahudi Selanikli aileleri tanır fakat konuşmaz. Hiçbirşey anlatmaz ve bilmez.

HATİCE SANCAKTAR: Karşılıklı bir reddediş gibi mi?

ILGAZ ZORLU: Denilebilir, Bu benim de çok başıma geldi. Mesela ben Musevi arkadaşlarımla aramızda bunu söylediğimiz zaman onlar böyle bir şey olduğunu bilirler fakat hiçbir zaman konuşmazlardı.

HATİCE SANCAKTAR: Sanki gizli bir anlaşma yapılmış gibi?

ILGAZ ZORLU: Evet, gizli bir anlaşma gibi ama şöyle; Yahudi cemaati Sabetaycılığın kendi içinden çıkmasını hazmedemediler ve çok üzüldüler, buna eminim. Çünkü düşünsenize bu çok büyük bir hareket.Yani büyük bir hareket, büyük bir gürültü ve gürültüden sonra insanlar bir anda ayrılıyorlar. Fakat Sabetaycılar da hiçbir zaman için yahudileri desteklemediler. Yahudi kaldılar, Yahudi milliyetinin bir parçası oldular ama Kabbalistik bir yahudi anlayışı geliştirdiler.Sabetaycılık Ortodoks Yahudilikten farklı bunu kabul etmek lazım. Dini anlamda fark var bütünü ile farklı değil ama ciddi farkları olduğunu görmek gerek. Şuraya gelmek istiyorum.Bu insanlar ne yaptılar? Bu insanlar ortak bir kültür geliştirdiler,ortak bir hareket tarzı geliştirdiler. Çünkü kültür dediğimiz zaman bu o kadar baskın bir kavram ki, bu sizin evinizde yediğiniz yemekten,anneannenizin giydiği gece elbisesinden,babaannenizin başını bağlama şeklinden, dedenizin pipo içme biçimen kadar bir yaşam tarzıdır. Yani Balkanların,daha doğrusu Osmanlı coğrafyası içinde hep bir çekişme vardır. Rumeli ve Anadolu çekişmesi.Tabii bu çekişme 1924 Mübadelesinden sonra çok daha farklı boyutlara geldi. Çünkü Rumeliler mübadele ile Türkiye'ye gelmek zorunda kaldılar. O mübadele zaten Türkiye'nin vermiş olduğu en hatalı kararlardan biridir. 1924 Mübadelesi çok hatalı bir karardır bu karar neden verilmiştir. Bunun ciddi bir şekilde araştırılması gereklidir.

HATİCE SANCAKTAR: Sizce 1924 mübadelesi neden hatalı bir karardır?

ILGAZ ZORLU: Hatalı bir karar çünkü,bu insanlar Rumeli de farklı bir kültür altyapısına sahiptiler,buraya geldiklerinde hiçbir zaman kaynaşamadılar.Sadece Selanikli Sabetaycılar için söylemiyorum, Boşnakları da Türkiye'ye getirdikleri zaman kalkıp güneydoğu'ya yerleştirmediler. Afganistan'dan gelenleri güneydoğu'ya yerleştirdiler. Neden? Çünkü ikisi arasında korkunç bir kültürel fark var.Yani ben burada bir kültürün diğerine üstünlüğünden sözetmiyorum ama arada çok farklı bir yaşam tarzı var. Bu yaşam tarzını çok iy görmek lâzım.

HATİCE SANCAKTAR: 1924 Mübadelesinin en büyük nedeni ne olabilir?

ILGAZ ZORLU: En büyük neden şuydu,  Atatürk bunu bastıra bastıra söylüyorum,bunu kendi kurmuş olduğu ULUS-DEVLET sistemi içerisinde Sabetaycıların belkemiği olmasını istedi.Neden istedi,bunu araştırmak lâzım.1924 Mübadelesi Venizelos'un kafasından çıkmadı.Atatürk'ün kafasından çıktı.Amaç Balkanlardaki ve Rumelideki Türk topluluklarının getirilmesi idi.Ama bunu da çok garip bir şekilde Yunanistandaki Türk toplulukları tadad edildi. Onun yerine Anadolu'dan Türk asıllı bir çok hıristiyan yollandı.Bu da çok ilginç. Yani adam Türk ama hıristiyan olabilir,   her Türk Müslüman olacak diye bir kural yok.

HATİCE SANCAKTAR: Ulus-Devlet modeline dönersek !

ILGAZ ZORLU: Evet, Türkiye'de garip bir ulus-devlet modeli kuruldu. Öyle garip bir ulus-devlet modeli ki bu Osmanlı'nın tamamen reddine dayandı. Din yok sayıldı.Oysa 1930'lardaki aynı hareketlerie baktığınız zaman,bu tip teokratik rejimler o dönemde de var,diktatörlük rejimi mesela.1930 lar Hitler Almanyasına,Mussolini İtalyasına bakıyorsunuz din var. Hitler halkın dinini ortadan kaldırmaya çalışmıyor, Alman protestan dini devam ediyor, Hitler dine karşı değil. Mussolini İtalyasında da bu yok. Mussolini Papaya saygı gösteriyor. Ama Türkiye'de garip bir mantık geliştirildi ve ben ikiyıl boyunca 1930 ların gazeteleri üzerinde çalıştım.Ve şunu gördüm.1930 larda öyle garip bir milliyetçilik anlayışı getirildi ki,ve Sabetaycılar bunda bilfiil görev aldılar. Bu işten bilfiil sorumludurlar.Hiçbir şekilde ağlamanın,sızlanmanın bir manası yok. Ve bu bizzat görev almış oldukları milliyetçilik anlayışı bugün bu ceemaati yüzde yetmiş asimilasyona götüren bir milliyetçilik anlayışıdır.

HATİCE SANCAKTAR: Bumerang gibi mi ?

ILGAZ ZORLU: Evet, bumerang gibi, geri döndü, mahvoldular.  Ve en büyük tokat 1942 Varlık Vergisinde geldi.O kadar garip ki,varlık vergisinde Sabetaycıların en büyük sıkıntısı şu oldu.Onlar Varlık vergisinin kendilerini bu şekilde çarpacağını düşünmediler.O geliştirilen milliyetçilik anlayışında kendini Türk kabul eden herkes Türktür. Anlayış buydu. Ondan sonra bir anda 1942 ye geldiler ne olduğunu anlamadan bu insanların Yahudi kökenleri ortaya çıkartıldı ve 1942 varlık vergisi ile Sabetaycılar büyük bir tokat yediler.Hiç beklemiyorlardı. Oh olsun hiç üzülmedim. Çünkü bu bir şekilde bu cemaatin vermiş olduğu kararın ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor.
1946'ya geliyorsunuz, Demokrat Parti hareketlerinde Ahmet Emin Yalman ve Abdurrahman Arif Bilgin başta olmak üzere Serteller de dahil olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisine karşı korkunç bir siyasi karşıtlık başladı. Ve blok halinde Demokrat Parti desteklendi.Ve Demoktar Partinin 1950 seçimlerindeki galibiyeti için şu kadarını söyleyebilirim ki bu Sabetaycıların bilfiil Demokrat Parti içinde almış oldukları bir noktadır. İşte buna çok iyi bakmak lazım. Burada ikinci bir noktaya geleceğim,onu önemle belirtmek istiyorum.   Bu biraz kişisel birşey olacak ama bilinmesini istiyorum.Türkiye'de basında kuşkusuz Ahmet Emin Yalman'ın kuşkusuz çok büyük bir rolü var. Ve o dönemde hemen hemen diyebiliriz ki Atatürk'ün ambargosu kalktıktan sonra Ahmet Emin Yalman,Serteller ve Bilgin ailesi Türk basının çok önemli bir gurubu oldular.Ve Ahmet Emin Yalman'ın yaptığı en büyük olay Abdi İpekçiyi yetiştirmiş olmasıdır.Abdi İpekçi A.Emin Yalman'ın yanında yetiştirilmiştir ve bu bir Sabetaycı çizgidir. Bu çizginin üçüncü kişisi Mehmet Barlas olmuştur. Mehmet Barlas Sabetaycı olmadığı halde karısı Sabetaycı olduğu için Abdi İpekçi'den sonraki Milliyet Gazetesi başyazarı olması tesadüfi bir olay değildir. Şimdi bunun böyle olmadığını söylemek bana çok saçma gelir. Çünkü insanlar birbirini tutamazlar mı?  Bu insanlar birbirlerini tutabilirler ama bu şekilde dar kalıplarda birbirinizi tutarsanız topluluklar içinde dikkat çekmeye başlarsınız. İşte o zaman da topluluklar size düşman olur.Yani düşmanlığın arkasına inmek gerekir. Eğer size bir kişi düşmanlık gösteriyorsa bunu diyalogla çözmek gerekir.
1924 Mübadelesine dönersek;bu konunun başlı başına bir araştırma konusu yapılması gerekir. Bu müdaleye neden ihtiyaç duyuldu ve bu mübadele neden yapıldı?

HATİCE SANCAKTAR: Siz ne kadar araştırdınız ?

ILGAZ ZORLU: Benim bu konuda henüz çok büyük bir araştırmam yok.  1924 mübadelesini araştıran bazı tarihçilerle görüşüyorum,  onlarla çalışıyorum. 1924 Mübadelesi bence çok açık bir şekilde Türkiye'nin belkemiğini ortaya çıkartacak.

HATİCE SANCAKTAR: Henüz tam anlamı ile araştırmadım dediniz ama, 1924 mübadelesi ile ilgili sizin kafanızda oluşmuş bir neden var mı?

ILGAZ ZORLU: Bence bunun en büyük nedeni şu, Atatürk de Selânikli olduğu için, tabii Sabetaycı mıydı, bu hep bir soru işareti ve bana devamlı gelen bir soru bu. Ben açık açık söylüyorum bu konu ile ilgili bir belge bulsam bunu yayınlarım, hiç korkmam. Fakat benim elimde bunu ispat edebilecek tarihi nitelikte bir belge yok. Ben yalnız şunu düşünüyorum Atatürk bir ittihatçı olduğu için İttihat ve <Terakkinin seçkin üyelerinden olduğu için o İttihat ve Terakki ekolünün Türkiye'ye gelmesini istedi.Yani modern Türkiye,ittihat ve ihtilaf hareketlerinin bir çarpışmasıydı ve ithilafçılar kaybettiler.1924'de ittihatçılar kazandı.Fakat ittihatçılar içindeki uç unsurlar yok edildi.Yani Cemal Paşa,Talat Paşa ve Enver Paşa gidince meydanda Atatürk kaldı ve onunla beraber birkaç ittihatçı daha kaldı.İttihat ve Terakkinin en son tasviyesi Maliye Naziri Cavit ÜN ve Dr.Nazım'ın öldürülmesi ile oldu.  En son tasviye budur.

HATİCE SANCAKTAR: Bu konu ile ilgili olarak belge eksikliği olası mı?

ILGAZ ZORLU: Belge eksikliği şöyle, Osmanlı arşivlerinde bazı belgelerin tahrip edildiğine dair iddialar var.  Bir yerde okuduğuma göre ki sanıyorum Mim Kemal Öke'den İngiliz arşivlerinde de belgeler eksik.Gidip araştırıyorsunuz, bir yerde ilgili belgenin olmadığını görüyorsunuz ve İngiliz dışişlerinin bunu almış olduğunu görüyorsunuz.İşte bu her ülkenin resmi tarihinin yazılması sırasında yapılan çok ciddi bir karar verme mekanizmasıdır.Yanlıştır.Çünkü o zaman bugün Ermeni Sorununda olduğu gibi cahillerin yaptığı bir edebiyatla karşı karşıya kalırsınız. Yani Ermeni tarihi konusunda bugün Türkiye'de tarihçiler yeterli değilse bunun en büyük sebebi tarihi belgelere ulaşamamalarıdır.Belgelerin çoğunluğu ile ilgili araştırma yapılamıyor olmasıdır.Tarihten korktuğunuz zaman karşınıza hurafeler çıkar, tarihin böyle bir kötü tarafı vardır.Yani siz gerçekleri gizlediğiniz taktirde hurafelerle karşılaşacaksınız.

HATİCE SANCAKTAR: Ermeni sorununda arşivlere ulaşılamadığına inanamıyorum. Bunun altında da gizlenen bazı gerçeklerin olduğunu düşünüyorum. Burada da İttihat ve Terakki soru içerisinde tutmak gerek siz ne dersiniz ?

ILGAZ ZORLU: Bakın bunu sizinle paylaşıyorum. İttihat ve Terakki hareketinde öyle bir noktaya geliniyorki bunu Enver paşa,Cemal Paşa farkediyorlar. İttihatçıların üç unsur ile alakaları var. Mevleviler-mason Locaları ve Ordu. Fakat mason localarında çok ciddi bir Milliyetçilik kavgası başlıyor.
Bu Ermeni sorunda ciddi bir Ermeni-Sabetaycı çekişmesi yaşandığına inanıyorum. En büyük hata şuradan kaynaklanıyor.Alman arşivlerinde o dönemde Bağdat Demiryolu'nun olduğu Alman arşivleri çünkü o dönemde Almanya oralarda çok kuvvetli.Alman arşivleri 2. Dünya Savaşında yok oldu sanıyorum. Rusların arşivlerinde de aynı problem var.Osmanlı Arşxivlerinde de bu sorun var. Zaten şu anda bütün belgelrin açıklanması mümkün değil milyonlarca belgenin olduğundan söz ediliyor.Bu durumda boşa kürek sallanıyor bence. Araştırmacıların,tarihçilerin bir araya gelerek bunların araştırılması gerekiyor.
Ermeni sorunu çok ciddi bir sorun İttihat ve Terakki sorunu daha ciddi bir sorun.İttihat ve Terakki çözüldü anda Türkiye'de bir çok şeyin çözüleceğine inanıyorum.
Bir araştırmacı araştırmaları esnasında karşılaşabileceği ciddi bir sorun var.Araştırmada karşısına çıkan bilgileri gördüğü zaman acaba kendine ve cemaatine zarar verecek bilgileri yazmaktan kaçınmalı mı yoksa yazmalı mı?  Bu ciddi bir sorun. Ben burda her zaman için yazmalı mantığından hareket ediyorum. Çünkü siz bir şeyi gizleyip tarih yazarsanız o belge gelecekte nasıl olsa bulunacaktır ve bulunduğu zaman bu sizin başınıza kalacaktır.  Yahi siz orda tarihe kötü bir ün yaparak geçeceksiniz.
Eğer Selânikli yahidiler yani Selânikli Sabetaycılar Filistin'de Yahudilerin toprak alımını destekledilerse ve gerçekten böyle birşey oldu ise Maliye Nazırı Cavit bu iddialar yüzünden kabineden düşürüldü ise bunlar artık tartışılmalı.Çünkü bugün artık İsrail Devleti diye bir devlet var.Ama bunun haricined İttihat ve Terakki Ermeni olaylarından sonra Türkiye'ye getirilen çocukların asimilasyonu ve Türkleştirilmesi olayını yaptı ise bunun da bilinmesi gerekir. Bunlar da yapılmalı. Biz çok garip birşey yapıyoruz.Biz okumadan,belgeleri incelemeden hayali şeyler üzerinde tartışıyoruz.Özellikle Sabetaycılık konusunda bu ciddi bir sorun.İttihat ve Terakki konusunda bilgilerimiz çok kısıtlı. Bugün meselâ Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Cemiyet arşivleri açık değil. Ben bu locaların arşivlerinde çalışmış bir iki sabetaycı ile konuştuğumda onlar bazı belgelrin yakıldığını ve yok edildiğini söylediler. Bu doğru ise korkunç bir şey, Demek ki tarihin bir bölümü yakılıyor.Hani Masonluk açıktı? Masonlar açık olduklarını söylüyorlar.Şimdi bu arşivlerin açılması lazım.İstanbul'daki Rum,Ermeni Cemaatleri eminim ki o dönemdeki gazeteleri ve belgeleri tuttular.Bugün Fener Patrikhanesinde, Heybeliadadaki Ruhban Okulunda binlerce kitap var. Mutlaka bu kitapların içinde İttihat ve Terakki Dönemini anlatan kitaplar vardır.

HATİCE SANCAKTAR: Fakat tüm bu konuların kökenlerine indiğimiz zaman yine sabetay cemaatini görüyoruz. !

ILGAZ ZORLU: Bununla ilgili yapacak birşey yok.Dönüp dolaşıp bir kısırdöngü içerisine düşeriz.Bakın ABD kendi ülkesinde meydana gelen bütün olayları,CIA raporlarını sanıyorum 25 yıllık süreler içinde basıyorlar,yayınlıyorlar ve satıyorlar.Demek ki korkmuyorlar.Yani ABD hiçbir zaman derin devlet kavramında korkmuyor.ABD bir tek Kennedy olayında çok değiller.Artık biliyoruz ki,Reagen yönetimi Nikaraguadaki kontgerillerena silah satışından elde etmiş olduğu paralarla,İran'a bir takım şeyler yaptılar.Bunlar açıklandı.
Şimdi bazılarının Hz.Ali'ye, bazılarının Hz.Peygamber Muhammed'e atfettikleri bir söz var. "Bir şeyi iki kişi biliyorsa o sır olmaktan çıkmıştır" Tarihi bir olayı hiçbir zaman sadece iki kişi bilemez. Böyle bir şey mümkün değil. Bunlar ekiplerle olur.
Faik Ökte 1970'lerde VARLIK VERGİSİ FACİASI diye bir kitap yazıyor.  Faik Ökte dönemin İstanbul Defterdarıdır.
Faik Ökte 1940 da yazamazdı, 1950 de yazamazdı, 1960 da yazabilirdi ama yazmadı. 1970 te oturup yazdı. Faik Ökte o dönemin birinci derecede vergi sorumlusu olarak Türkiye7de herşeyi yazıyor. İşte bunu her devlet görevlisinin yapması lazım.

Evet ben Selanikliyim!

Selânik fotograflari sayfasi icin tiklayiniz!


Selanikli deyince ne gelir aklınıza? 1) Selanikli Yunanlılar. 2) Nazilerin katlettiği Selanikli yahudiler. 3) 1924'te mübadeleyle Türkiye'ye göç eden Selanikli müslümanlar. 4) Aynı mübadeleyle gelen ‘‘dönmeler.’’ İşte ‘‘Selanikli’’ denildiğinde, özellikle son kategoride olanlar kastedilir. 17. yüzyılda mesihliğini ilan edip, sonra müslümanlığı kabul etmek zorunda kalan İzmirli yahudi Sabetay Sevi'nin yandaşı birkaç ailenin soyundan gelen ‘‘Selanikliler’’, daha doğrusu ‘‘sabetaycılar’’, 350 yıl cemaatleri hakkında ser verip, sır vermediler. Ama 1990'larda içlerinden biri yazmaya, anlatmaya başladı. Ilgaz Zorlu, 29 yaşında. Annesi sabetaycı, babası dindar müslüman bir aileden. Cemaatinde çok iyi tanınıyor. Kimi ona deli diyor, kimi hain. Prof. Dr. İlber Ortaylı, ondan şöyle söz ediyor: ‘‘Bugün Sabetaycılar kendilerini henüz açıklamaz. Tek istisnanın, ama hakikaten tek istisnanın Ilgaz Zorlu olduğunu takdirle belirtmek gerekir.’’ Belge Yayınları, Ilgaz Zorlu'nun makalelerini ‘‘Evet, Ben Selanikliyim/Türkiye Sabetaycılığı’’ başlıklı bir kitap halinde yayınlandı. Onunla hayatını, sabetaycılığı ve sabetaycı cemaati konuştuk.

Sabetaycılığı ne zaman keşfettiniz?

-Annemle babam çalışıyorlardı, bana anneannem baktı. Anneannem Selanik'te doğmuş ve 24 yaşında mübadeleyle buraya gelmiş. Atatürk'ün ilkokul öğretmeni Şemsi Efendi de dedemin dedesi. Şemsi Efendi yaşadığı dönemde, büyük bir Kabbala bilgini ve sabetaycılar içindeki cemaatleri (Kapancılar, Karakaşlar, Yakubiler) birleştirmeye çalışıyor. Düşünün, üç yüzyıl boyunca müslüman gözüküyorsunuz, içerde yahudiliği uyguluyorsunuz, daha doğrusu yahudiliğin kabbalistik, mistik bir bölümünü. Cemaat tamamen içine kapalı. Ben 19 kuşak boyunca Sabetay Sevi'nin kardeşinin soyundan bir aileden geliyorum. Büyükannemin çok sağlam bir sabetaycı kültürü var, ama korkuyor. Çünkü Varlık Vergisi olayını, ondan önce Karakaş Rüştü olayını yaşamış. Cemaat asimile olma kararı almış.

Karakaş Rüştü olayı nedir?

-Sabetaycıların Karakaş grubundan olan bu adam 1924'te bir anlaşmazlık sonucu cemaatin sırlarını gazetelere ifşa ediyor ve Atatürk'e mektup yazıyor. Biz asimile olamıyoruz, bizi ne olur müslüman yapın diyor. Anneannem korkarak anlatırdı. Bu olay olduğu zaman evleri basacaklar şayiası ortaya çıkmış. Birçok aile ellerindeki belgeleri yakmış.

Size de aynı gözle bakanlar var mı cemaat içinde? İkinci Karakaşzade Rüştü olduğunuzu söyleyenler?

-Evet, evet tabii. Benim için önce bu adam kendini Sabetay Sevi sanıyor dediler. Deli olmakla, Karakaşzade Rüştü olmakla, Mesih olmakla suçlandım. ‘‘Allah kahretsin, başımıza dert açacaksın’’ dediler.

Büyükannenizden neler öğrendiniz?

-Ben büyükannemi tanıdığım zaman yaşlanmıştı. Sürekli Sabetay Sevi, Sabetay Sevi diye anlatıyordu. Öğrendiklerimi anneme söylediğim zaman bir temiz sopa yedim. Annem attı beni evden. Hakikaten attı, sekiz yıldır da görmüyor. Annemin çevresinde insanların çok orijinal bir tarih teorisi vardı: Orta Asya'dan İspanya'ya gittik, İspanya'dan Selanik'e geldik! Biz yahudi değiliz! Halbuki bir akarsu düşünün, iki ayrı mecraya gidiyor, ama kaynak aynı. Yani yahudilikle sabetaycılık aynı. Çocukluğumda büyükannemin arkadaş grubuyla beraberim. Büyükannemin grubunda dini ritüeller uygulanıyor. Hanımlar bir araya gelirdi. Fatma Hala dediğimiz bir akrabamız vardı. Birden bir kitap çıkarır ‘‘Sabetay Sevi’’ diye bir dua okumaya başlardı. ‘‘Aman Fatoş kimsecikler duymasın’’ denir, perdeler kapanır, ben yatağa götürülürdüm. Bu insanlar hala Sabetay Sevi'ye inanıyorlardı, ama gizliyorlardı. Büyükannem öldükten sonra onun arkadaşlarıyla birebir konuşmalar yaptım, kasetlere aldım. Bu iş çok hoşuma gitti. Gizli olması ilginçliğini daha da arttırıyor. Unutmuyorum, büyükannem arkadaşlarıyla sokakta yürürken bir hanıma selam verdi, sonra, ‘‘aman selam verdiğimi görmesinler’’ dedi. ‘‘Neden’’ diye sordum. ‘‘O komşulardan’’ dedi. Komşular, sabetaycılar içinde bir grubun diğer grup için söylediği bir söz. Bütün bunları kafama taktım.

SABETAYCILAR YAHUDİDİR

Cemaatin yaşlılarıyla konuştunuz...

-Sözlü tarihi başlattım cemaat içinde. Büyükannemin kuşağındaki 65-70 kişiyle tek tek konuştum. Karşıma ilk şu çıktı: Biz Selanikli değiliz! Ben o yüzden kitabım adını ‘‘Evet, Ben Selanikliyim’’ koydum. Selanikli olmak utanç verici bir şey gibi kabul ediliyordu. İnsanlar, sizin fikirlerinizi eleştirmekle uğraşmıyor, geçmişinizle uğraşıyor. Pis yahudi, pis dönme diyor. Ben buna karşı çıktım. Dedim ki evet ben dönmeyim, Selanikliyim. 1991'de İsrail'e gittim.

Araştırmanızı sürdürmek için mi yoksa sabetaycılığın kökeninin yahudilikte olduğunu görüp yahudi olmam gerekir düşüncesiyle mi gittiniz?

-Evet, bunu düşündüm ve hiçbir zaman gizlemedim. Sabetaycılık yahudiliğin bir parçasıdır.

Eski kuşaktan olan sabetaycılar da kendilerini yahudiliğin bir parçası olarak mı niteliyorlardı?

-Sabetaycılar kendilerinin gerçek yahudiler olduğuna inanıyorlar. İsrail'de inanılmaz bir şey buldum. İkinci Cumhurbaşkanı İzak Ben Zwi, bir sabetaycı. Ailesi Polonyalı ama Osmanlı döneminde Türkiye'de eğitim görmüş. Sonra da Filistin'e gitmiş. Sabetay soyundan geldiğini belgelemek için Ben Zwi (Sabetay'ın soyadı) soyadını almış. Mirasını Ben Zwi Enstitüsü'ne bağışlıyor. Sabetaycıların kaynaklarının İsrail'e getirilmesi için talimat veriyor. Ama Sabetaycılık İsrail'de yoktur. Oradaki görüş şudur: Bunlar 350 yıl önce yahudilikten ayrılmış, müslüman olmuşlardır. Ama burada hep bir açık kapı bırakmak zorundalar. Çünkü yahudilikten insanlar atılamaz. Kökene bağlıdır. 350 sene boyunca bu adamlar yahudilik inancını sürdürdü. Bugün herkes bunu devam ettiriyor demiyorum tabii.

Sizin İslamcı kesimle de diyaloglarınız oldu. Kitabınızda Mehmet Şevket Eygi'ye de teşekkür ediyorsunuz.

-Evet, Mehmet Şevket Eygi'yle tanıştım. Akit Gazetesi'nde de kitapla ilgili yazılar çıktı, kötü yazılar değildi bunlar. Mehmet Şevket Eygi'den çok yardım da gördüm. O da Türkiye'deki bütün etnik grupların tarihinin araştırılması konusunda hemfikir benimle. Neticede bu bir kültür.

Niçin yahudi olmak istediniz?

-Bu sembolik bir olaydı. Örneğin sabetaycı bir genç kız bir yahudi erkekle evlendiği zaman çocukları yahudi kabul edilmiyor. Ben bunun düzeltilmesini istiyorum. Başvurdum. Resmi başvurularımı yok sayıyorlar. Türkiye-İsrail ilişkilerine bakıyorlar.

Cemaatin içinde gerçekten müslüman olup da giden var mı?

-Ben bunu hiç görmedim. Ateist olanlar veya yeni bir akım olarak budizm gibi dinlere ilgi gösterenler var.

Sabetaycılar, kendilerinin genel yahudilik şemsiyesinin bir parçası olduğu yolundaki düşüncenizi paylaşıyor mu?

-Bir sabetaycı ailede kız bir yahudiyle evleniyor. Sabetaycı kızın annesi diyor ki ‘‘kızım aslına döndü.’’

Efsanevi İzmirli

Sabetay Sevi (1622-1676) İzmirli bir yahudiydi. Kabbala mistisizmine büyük ilgi duydu. Mesih olduğunu bildirdi. 1660'larda bu açıklama üzerine Avrupa'nın her yerinden yahudiler heyecanla gözlerini İzmir'e diktiler. Yahudi dünyasının bu müjdeyle altüst oluşunu, Claude Gutman ‘‘İzmir'in Çılgın Dedikoduları’’ (Çev: Meral Gaspıralı, Cep Yay., 1994) adlı romanında anlatıyor. Ancak Osmanlı yönetimi işe el koydu; Sabetay Sevi'yi müslüman olmaya zorladı. Sevi müslümanlığı kabul etti, yahudiler ondan yüz çevirdiler, ancak bazı aileler ona inanmayı sürdürdü ve onunla birlikte sürgüne gitti. O günden sonra ‘‘dönme’’ denilen bu cemaat Selanik'te yüzyıllarca yaşadı. Kapancılar, Yakubiler, Karakaşlar adıyla üç ayrı gruba bölündü. İç evlenmelerle bütünlüğünü korudu. 19. yüzyılda batılılaşmanın etkisinde kaldı, modern okullar (Fevziye, Terakki) açtı, üyeleri arasında çokca mason ve Jöntürk vardı. 1924'te mübadeleyle Türkiye'ye geldi. II. Dünya Savaşı sırasındaki ‘‘Varlık Vergisi’’ uygulamasında, gayrimüslimler gibi çok yüksek vergi ödemek zorunda kaldı. Ilgaz Zorlu, sabetaycıların müslüman gibi gözükmekle birlikte, yüzyıllar boyu evlerde gizlice yahudi geleneklerini ve Sabetay'dan kalma özel ayinlerini sürdürdüklerini belirtiyor.

Ayşen GÜR                                                          Ilgaz Zorlu’nun öteki yazisini okumak icin tiklayiniz!