|
Sabatay Sevi, Mesihliğini ilan ettikten sonra dünyadaki tüm Yahudiler
arasında büyük bir yankı uyandırmış ve Yahudi din adamları yoğun tepki göstermişlerdi. Osmanlı yönetimi baş gösteren kargaşayı gidermek için Sabatay Sevi'nin önüne iki tercih koydu; ya hayatı ya da Müslüman olup kurtulması.
Sevi, Müslüman olmayı kabul ettiğini açıkladı ve Mehmet Efendi ismini alarak Sarayda bir süre maaşlı memur olarak çalışmaya başladı. Bu dönem ve daha sonra taraftarları ile birlikte Selanik ve diğer birtakım şehirlerdeki
ikameti boyunca zahiren Müslüman görünmekle birlikte, gizlice kendi yorumuyla Yahudilikten evirme yeni bir inanç sistemini dar bir taraftar topluluğu arasında yaydı.
Sabataycılar ya da dönmeler olarak bilinen ve bu
Yahudi mesihine inananlar tarafından günümüze kadar sürdürülen inançlar manzumesi; adet, gelenek ve göreneklerinin neler olduğunu bu bölümde ele alacağız. Ancak, Sabataycılar tamamen kapalı ve gizli bir topluluk olduğundan tüm
yönleriyle ortaya koymak epey zor. Birçok konu ve özellik gizli kalmaya, esrarını sürdürmeye devam edecektir.
OSMANLI'DAN GÜNÜMÜZE SABATAYCILAR Yahudi haham Sabatay Sevi'nin 1648 yılında Mesihligini ilan
ettikten sonra Yahudiler arasında büyük çalkantılar meydana geldi. Çünkü, İspanya’dan sürülme ve doğu Avrupa'da yaşadıkları sıkıntılar üzerine baş gösteren bunalımlar bu dini topluluk arasında bir Mesih beklentisi yaygın bir
hal almıştı. Fakat Sevi'nin 1666'da Müslüman olması üzerine, Yahudilerde bir rahatlama görülmesiyle birlikte, Sevi'nin bu yeni durumunu tevil ederek bağlılıklarını sürdürenler de oldu. Bunların başında Gazze'li meşhur haham
Nathan gelmektedir. Nathan, yeni din yorumu ve Sabatay'ın fikirlerinin kabul görmesinde etkin bir rol oynamıştır.
Sabatay Sevi'nin Müslüman olmasından sonra eski inançlarını ve Mesihlik iddialarını bırakmadığı, gizlice
kendisine bağlı dini bir cemaat oluşturma yoluna gittiği birçok kaynakta belirtiliyor. Ancak Osmanlı yönetimi onları “ ihtida etmiş, hidayete ulaşmış” yani Müslüman kabul ettiği için tarih belgelerinde haklarında pek bilgi yer
almıyor. Sabatay Sevi'nin görünürde Müslüman olduktan sonra, Yahudi mistizminin kaynağı Kabbala'yı kendi yorumladığı biçimiyle bir nevi yeni bir mezhebi inşa ettiği günümüzde yaşayan Sabataylılar tarafından da belirtilmektedir.
Ibrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eserinin 68. sayfasında bir olayı anlatıyor: Sabatay Sevi'nin (Mehmet Efendi adi ve Müslüman kıyafeti ile) İstanbul’da yine eski müritlerinden bir kısmini toplayarak ayinler
yaptığını, Girit seferinden dönen Sadrazam Fazıl Ahmet Paşaya haber verdiler. Sadrazam kendini çağırtarak - Bu ne iştir? Sen hala uslanmadın mı? diye tembih ettiği zaman Sabatay ağız kalabalığına başladı ve meşhur olan
kurnazlığı ile - Aman Sultanım, ben birtakım akrabamı, dostlarımı Müslüman yaptığım gibi bunları da dini celil İslam’a celp ve davet etmeğe uğraşıyorum, yolunda cevaplar verdi ve bu sözlerle bir müddet takipten kurtuldu.
Sadrazamın adamları onu bir gün Boğaziçi'nde Kuruçeşme'de müritleriyle birlikte İbrani bir dua okurken buldular. Bu hadise üzerine İzmirli Mesih kendisini unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçeşme’yi bırakarak
Kağıthane civarında ıssız bir köşeye çekildi. Fakat müritlerinin bir müddet sonra orada da etrafına toplanıp ayinler yapmağa devam ettikleri görüldü. İş tekrar Sadrazama haber verilince Fazıl Ahmet Paşa kızdı ve onun adamları
ile birlikte Arnavutluk'taki Berat kasabasına sürülmesini emretti. Sabatay Sevi, orada asıl adı Yoheved olan Selanikli bir Musevi kadın ile evlenmiştir ki Sabataylığı kabul eden bu kadına da Ayşe Hanım adı verilmiştir.
Kayınbiraderi Josef Kerido da Abdullah Yakup ismini almıştır.
Prof. İlber Ortaylı, Selanik şehrinin, cemaatin baslıca yerleşme yeri olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde özellikle eğitime önem verdiklerini
belirtiyor. Osmanlı arşivlerinde ve tarih kaynaklarında pek bir bilgiye rastlanmadığını belirten Ortaylı, Osmanlı’nın son döneminde modernleşmenin önemli taşıyıcılarının Sabataycıların arasında çıktığını belirtiyor. 19.yüzyılda
Selanik'te bu cemaatin iktisadi ve kültürel bakımdan bütün diğer topluluklardan üstün oldukları anlaşılıyor. Nitekim Mayıs 1901'de Selanik'e vali olan Mehmet Tevfik Bey, hatıralarında, Fevziye Mekteplerinin (mektepleri bu
cemaatin kurduğunu zikretmiyor ve belki bilmiyor) diğer mekteplerin fevkinde olduğunu ve iyi memur yetiştirdiğini belirtmektedir. Bu okullar hakkında önemli bir noktayı belirtelim; Selanik sosyal hayati içinde, bu okullar geniş
kabul gördüler.
Sabataycı gençleri eğitmeyi amaçlayan bu okullar, nihayet kurucularının da ideoloji ve dünya görüsü değişikliği geçirmesine sebep oldu. Artık bütün Osmanlıları, bilhassa Müslüman Türk çocukları
eğitmekten memnun oluyorlardı. Nitekim çocuk Mustafa Kemal (Atatürk) modern eğitim veren böyle bir ilkokula giden Müslüman Türklerdendir. Kendisinin anlattığına göre annesi geleneksel bir Kur'an okuluna, babası ise Semsi
Efendi'nin kurduğu bir okula gitmesini istemişti. Semsi Efendi Sabatay'cıdır. Kapanî grubundan olduğu söyleniyor. Fakat Karakas grubu ile işbirliği yapıyor ve eğitimle bu rakip iki dönme grubunun birliğini sağlamak istiyormuş.
(İlber Ortaylı, Alevi Kimliği, S.120)
Sabataycıların özellikle Mevlevi tarikatı çatısı altında örgütlenmeleri de dikkat çekici. Esin Eden ve Nicholas Stavroulakis tarafından yazılan ve su anda Türkiye'de de piyasada
satılmakta olan Salonika, A Family Cookbook Selanikli Bir Ailenin Yemek Kitabı' isimli eserde Sabataycı ailelerin Mevlevi tarikatını benimsedikleri belirtiliyor ve kendi aile fertleri hakkında da bilgi veriliyor. (Sayfa 15-49)
Selanikli Sabataycıların bilinen tek yayını olan Gonca-i Edep'te Mevlevilikten övgüyle bahsedildiğini belirten Ortaylı, dergide eğitim konusuna özel bir ilgi gösterildiğini vurguluyor:
SABATAYCILAR VE LAİKLİK
Sabataycıların, batılılaşma ve eğitim yoluyla, durumlarını düzeltme ve özgürleşme konusunda Musevilerin önüne geçtiği açıkça görülüyor; bir anlamda Batı Avrupa'da Musevilerin kendi cemiyetlerine yaptıkları kültürel katkıyı,
Türk cemiyetinde Sabataycılar yaptılar. Nitekim bir müddet sonra kurularak Fevziye ve Terakki gibi gerçek anlamdaki gymnasium'lar laik eğitime önem vermiştir. Onların bugünkü devamı olan Işık Lisesi de (İstanbul) kanuni
zorunluluk olan din derslerini laik bir retorik ile sürdürmektedir. (...)
Selanik Sabataycıları İstanbul’a göç ettiklerinde benzer mektepler kurdular ve laik-ulusalcı bir Türk eğitim sisteminde öncü oldular. Kendisi de
Sabataycı bir aileye mensup Ilgaz Zorlu da, Evet, Ben Selanikliyim isimli kitabında bu okulların İttihat ve Terakki Hareketi'nin ortaya çıkmasında önemli rol aldığını ve İttihatçıların bir çoğunun bu okullarda yetiştiğini
belirtiyor. (S.115)
Osmanlının son döneminde Sabataycıların devlet bürokrasisinde etkin konuma geldiklerini görüyoruz. Yabancı dil bilmelerinden de kaynaklanan artı yeteneklerle diş ticaret ve hariciyede kilit noktalara
kadar yükselen Sabataycıların bu alanlardaki etkinliği günümüzde de sürmektedir. Bu arada dönme denen Sabataycılar laik bir ulusalcılığı benimseyen grup olarak Jön Türk hareketi ve İttihat Terakki içinde de yer almışlardır.
Nitekim imparatorluğun ünlü Maliye Nazırı Mehmet Cavit Bey -ki aynı zamanda kuvvetli bir iktisatçı idi- Sabataycıdır. Diğer bir maliye nazırı olan Nüzhet Faik, dahiliye nazırlarından Mustafa Arif, maarif müsteşarı ve hukuk
profesörü Muslihiddin Adil, Sabataycı kökenliydiler. Türk matbuatının önemli siması, Vatan gazetesi sahibi Ahmet Emin (Yalman) da Sabataycı idi ve bu konuda ilk tefrika 1924 Ocak ayında onun gazetesinde yayımlandı. Orduda,
matbuatta ve İttihat ve Terakki çevrelerinde Sabataycılar vardı. (İlber Ortaylı, Alevi Kimliği, S.123) Gelecek bölümde varlıkları günümüze kadar uzanan Sabataycı fırkalar ve Cumhuriyet döneminde etkin olan Sabataycıları ele
alacağız.
Dönmelerin inanç ve ritüelleri Sabataycılığın temel dini inanç kaideleri, Yahudiliğin mistik ekollerinden Kabbalistik metodun Levi yorumundan oluşmaktadır. Gerek ayinler ve gerekse ritüeller tamamen gizli
tutulduğundan bilimsel araştırmalara kaynaklık edebilecek bilgileri elde etmek imkansız gibi. Sabataycı din adamlarının açıklamaları bu konuda yapacakları açıklamalar toplumun aydınlanmasına yardımcı olabilir ancak. Ilgaz
Zorlu, Kabbala'nın esaslarını anlattığı kitabında, Yahudiliğin mistik yorumlarını özetledikten sonra şunları belirtiyor: Genellikle iddia edildiği üzere Sabataycı hareket Yahudiliğe karsı ve ondan kopuk bir yapıda da değildir,
sadece mistik Yahudiliğin vazgeçilmez yapısı onu ister istemez farklı kılmıştır. Günlük dua ve ritüellerde Yahudiliğin temel prensipleri korunmakla birlikte, özellikle gece yarısı sonraki zaman aralığında bunlar daha da
arttırılmıştır. (Zorlu, Ben Selanikliyim, S.112)
SABATAY SEVİ'NİN ON SEKİZ EMRİ Sabatay Sevi'nin taraftarlarına inanç esasları olarak 18 maddelik bir nizamname bıraktığı çeşitli kitaplarda yer almaktadır.
İbrahim Alaettin Gövsa'nin Sabatay Sevi isimli eserinde Avram Galante'nin İbranice'den Fransızca’ya tercüme ettiğini belirttiği bu ilkelerden bazılarını özetleyerek buraya alıyoruz:
İste Efendimiz, kralımız ve Mesihimiz Sabatay Sevi'nin on sekiz emri bunlardır. Şerefi müzdad olsun!
Halikın birliğine dair iman muhafaza olunsun. Mesih’in hakiki Mesih olduğuna, ondan başka halaskar (kurtarıcı) bulunmadığına, efendimiz, kralımız, Sabatay Sevi'nin Davut neslinden geldiğine iman edilsin. Ne Tanrının, ne
de Mesih'inin adına yalan yere yemin edilmesin. Çünkü Tanrının adı da onda mündemiçtir. Mesih'in sırrını anlatmak için içtimadan içtimaya gidilsin. Davut’un Mezamiri her gün gizli olarak okunsun. Türklerin
adetlerine, onların gözlerini örtmek maksadı ile, dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmesin. Onlarla (yani Müslümanlarla) nikah akdedilmemesi lazımdır. (Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi, S.59-61)
SABATAYCILARIN BAYRAMLARI Gövsa bunun dışında Sabataycıların bayramları da olduğunu belirtiyor. Bunlar yılın çeşitli
günlerinde ve her biri ayrı bir anlam taşıyan 16 tanedir.
Bunların içinde en ilginci ise Mart 22'de yani baharın birinci gününde kutlanan Kuzu Bayramı, Dört Gönül Bayramı veya diğer bir deyişle Mum Söndü diye bilinen
gizli bayram. Bu kuzu bayramı hakkında Sabatay zümresi mensuplarından Karakaşzade Rüştü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muharririne şu izahatı vermişti: Kuzu bayramı 22 Adar'da (Mart) yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu bayram
münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak sartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslar ile süslenmiş
oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır... Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar. Ona (Dört
Gönül Bayramı) adı verilir. (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)
Sabataycıların kendilerine has 16 bayram ve ritüelden ayrı olarak diğer Musevi'lerle müşterek birtakım bayram ve yortular da söz konusu. Bunlar, Yusuf Bayramı,
Meyve bayramı, Fecir bayramı gibi isimlerle anılır. Ayrıca Sabataycı her grubun da kendi içinde geliştirmiş olduğu bayramlar da var. Bunlardan Osman Ağa bayramı en önemlilerindendir. Karakaşlar grubunun kurucusu Osman Ağa, (daha sonra soyadı kanunu çıkınca bu aile fertleri Ogan soyadını almışlardır) için
bu ritüel düzenlenir.
Shema İsrael, Adonai Elohenou, Adonai Ehad Duy ey İsrail! Adona tanrımızdır ve tanrı birdir (Yahudi-Sabataycı şahadet kelimesi.) İzmir'li Yahudi hahamı Sabatay Sevi'nin görünürde din değiştirerek
Müslüman olduğunu ilan etmesinden sonra kendi öğretileri doğrultusunda bir cemaat oluşturması görünürde Müslüman ama inanç ve yaşam boyutlarında Yahudi olan yeni bir topluluk ortaya çıkarmış oldu.
Yazımızın geçen
bölümlerinde Sevi'nin hayatı, inanç temelleri ve ölümünden sonra cemaatinin geçirmiş olduğu evreleri özetlemiştik. Benzet-benzeme ilkesi gereği kendilerini hep gizlemiş olan bu dini cemaat mensuplarının, Osmanlı dönemindeki
etkinlikleri diğer bir husus. Özellikle Osmanlı’nın son dönemindeki olaylarda çok etkin rol oynamış olmaları da dikkat çekici. Jön Türkler, İttihat Terakki, Meşrutiyet gibi bugünümüzü de etkileyen olaylar zincirinde Selanik hep
merkez olmuş ve Selanik'in bu etkinliği de Sabataycıların siyasi, askeri, fikri alanlarda hep başı çekmelerinden kaynaklanmıştır.
Konuyu araştırmaya başladığımızda böylesine derin bir toplumsal ve siyasal tablo ile
karşılaşacağımızı doğrusu biz de tahmin etmiyorduk. Ancak uzun bir araştırmadan sonra karsılaştıklarımız bizi şaşırttığı gibi bir çok gerçeğin bu gizlilikten dolayı bilinmezliğini sürdürdüğünün de farkına vardık. Elbette
şimdilik kamuoyuna yansıtılmasında mahsur gördüğümüz noktalar da söz konusu. Amacımız dini bir topluluğu kötülemek, sansasyon yaratmak değil. Toplumumuzu derinden etkileyen bu cemaat mensuplarının kimler olduğu, neler
yaptıkları, bugüne kadar nasıl bir seyir izlediklerinin bilinmesi gerekmektedir. Bunları bilmek halkımızın hakkı. Gizem her zaman merak uyandırmıştır. Fakat doğruların ve gerçeklerin kapalı kalmasının da bir anlamı yok. İleride
daha kapsamlı araştırmaların yapılacağını ümit ediyoruz.
Gizlilik, başkalarının merakını daha da kamçılayacağından, bu alandaki gerçeklerin olduğu gibi halkımıza yansıtılması alanında görev, en çok, bu cemaate mensup
kişilere düşmektedir. DERGAH + LOCA + SINAGOG = İKTİDAR Ulaşabildiğimiz kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler, Sabataycı veya dönme denilen bu topluluğun hala Yahudi mistisizminin öğretileri doğrultusunda dini ritüellerini
gizlice sürdürdükleri, adet, gelenek ve göreneklerini korudukları, bir nevi masonik yapılarını devam ettirdiklerini gösteriyor.
Araştırmada ilgimizi çeken diğer bir husus ise gizli Yahudi tarikatı mensuplarının
ekonomiden, politikaya ve eğitime kadar birçok alanda etkin olmalarının yanı sıra İslam’ın mistik yorumu kabul edilebilecek Sünni ve Alevi tarikatlarının içine sızmış olmaları. Özellikle Mevlevi, Melami ve Bektaşi tekkelerinde
19. yy'dan itibaren şeyh, mürşit, dede, dede baba gibi en üst makamlara kadar ulaştıklarını görüyoruz. Sabataycı şeyh ve müritler Sevi Müslüman olduktan sonra bağlılarına Müslümanların görünürdeki adet ve geleneklerine riayet
etmelerini öğütlemiştir. Bu da onların kendilerini en rahat ifade edebilecekleri çeşitli tarikatların dergah, hanekah, tekke ve zaviye gibi mekanlara rağbet etmelerine yol açmış. Merkezi Selanik olan bu cemaatin Selanik'teki
özellikle Mevlevi ve Bektaşi dergahlarında yoğunlaştıklarını görüyoruz.
Ilgaz Zorlu, Sabataycı cemaatlerin İslam mutasavvıflarıyla ilişkilerinin özellikle İstanbul, İzmir ve Selanik'te yoğunlaştığını belirtiyor. (Bkz.
Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41) İstanbul'da Yenikapı Mevlevihanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Aziz Mahmut Hüdai'nin Üsküdar'daki dergahı Sabataycıların etkin olduğu dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Yahudi mistisizmi
olarak tanımlanan Kabbala öğretisine dayanan Sabataycı yorum, İslam’ın gevşek mistik yorumu olarak Mevlevilik, Bektaşilik ve Melamilik ile paralellikler arz eder ve ortak buluşma noktaları bulur. Yunan asıllı Sabataycı yazar
Starolakis, Salonika, jews and dervishes isimli kitabında Yahudi-Sabataycı kökenden olup Selanik'teki dergahlarda etkili olan ve hatta bir kısmının uzantıları İstanbul’a kadar gelen dönme şeyhlerden bahsediyor. Bunlardan biri
de su anda Amerika'da yasayan müflis işadamı Halil Bezmen'in dedesi
Esad Efendi'dir. Esad Efendi 1920'lerde Kasımpaşa Mevlevihanesi'nin şeyhidir. Ankara Bektaşi Dergahı’nın su andaki dede babası yani şeyhi de Sabataycı. Yine Dede babalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesi. Kardeşi Engin Noyan da bir TV’de program yapımcı ve sunucusu.
Sabataycılar ve Masonlar Osmanlı döneminde
etkin konumdaki masonların arasında Sabataycıların önemli bir yekün tutması da dikkat çekmektedir. Osmanlı toprakları içindeki ilk mason locasının Selanik'te kurulması tesadüf olmasa gerek. Avrupa'daki gelişmeleri yakından
takip etme imkanına sahip Sabataycılar bu alandaki gelişmelere de öncülük etmişler. Hem mason hem de Sabataycı olan ünlülerden sadece birkaç ismi burada zikrediyoruz. Bunlar, son Maliye Nazırı Cavit Bey, Yeni Asır gazetesinin
kurucusu Fazlı Necip Bey, bir dönem bakanlık yapmış olan Faik Nüzhet... Zorlu, Türkiye'deki Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası’nın
üstadı azamı ya da büyük amirinin hep Kapancılar cemaatine mensup bir aileden geldiğini belirtiyor. Mason Locası’na üye diğer ünlüler ise şunlar: Osman Adil, Faik Nüzhet, Talat İsmail ve Mehmet Servet. (age.S.58)
Günümüz mason localarında da
Sabataycı çok ünlü kişilerin varlığı devam etmektedir. Su anda Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının Büyük Üstadı Sahir Talat Akev de Sabataycı. Mimar Sinan Locası’nın eski üstadı muhteremi Reşat Atabek, yine üstadı azamlardan Cumhur Ferman da Sabataycılardan. Reşat Atabek'in Masonluk Üzerine adlı kapsamlı eseri Masonluk hakkında önemli bilgiler ihtiva ediyor. Sabataycı ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın ve Cavit Bey'in aynı zamanda Mason da olduklarını Loca'nın dışa açılırken açıkladığı isimlerden öğreniyoruz.
SELANİK + İSTANBUL + İSRAİL = ANKARA - WASHİNGTON İsrail’in kuruluş döneminde ve su anda ülkemizin İsrail ile tarihte görülmemiş sıcak ilişkiler içine girmesinde Sabataycıların önemli rol aldıklarını
görüyoruz. Sabatay Sevi birçok Yahudi tarafından siyonizmin kurucusu olarak bilinir. Çünkü Sevi, Mesihliğini ilan ederken bütün Yahudileri Kudüs'te toplayıp Büyük İsrail’i kuracağını vadetmisti. İttihat Terakki ve mason
localarında etkin olan Sabataycılar'ın İsrail’in kuruluşunu da desteklediklerini belirten Zorlu, 1924 mübadelesi sonuu Türkiye'ye getirilen alilerden bir kısmının 1948'de kurulusundan itibaren İsrail’e gittiklerini söylüyor.
Bunların en meşhuru ise İsrail’in ikinci Cumhurbaşkanı İzak Ben Zwi'dir.
Prof. Yalçın Küçük, Aydınlık gazetesinde yayınladığı makalelerinde, Türkiye'nin tamamen İsrail ve Amerika rotasına girdiği bu dönemde Sabataycı İsmail Cem'in Dışişleri Bakanı olmasına dikkat çekiyor. Küçük, ayrıca
İsrail’in Hospro firması vasıtasıyla Türkiye'ye hibe ettiği silahlarla ilgili bir ayrıntıya daha dikkat çekiyor. Bilindiği gibi Susurluk skandalı ile ortaya çıkan ilişkilerde bu silahların kayıp olduğu iddia edildi. Kayıp
silahlar Susurluk Çetesi olarak nitelenen ekip tarafından kullanılmıştı. Bu silahları teslim alan kişi ise
Ertaç Tınar. Yalçın Küçük, Tınar'ın Sabataycı olduğunu belirtiyor ve
MOSSAD'ın dönmelerle iş tutmasının tehlikesine dikkat çekiyor. Dönmeler Dönmezler aksiyonu geçerli ise bu bulgu ürperticidir diyor, Küçük. (Y. Küçük, Nasıl Görüyorum-3, Aydınlık, 14 Mart 1999)
GİZLİ AMA İÇİMİZDE, DÖNMELER Benzet-benzeme prensibi gereği görünürde Müslüman ama aslında Yahudi olan Sabataycı cemaat mensupları, bu kamuflaj sayesinde ülkenin kaderinde belirleyici olmayı özellikle son yüzyılda
becerebilmiş bir topluluk olarak yer almaktadırlar. Kendilerine has yemekleri, kendilerine ait eğitim kurumları, gizli tapınakları, kendilerine özgü ibadet, inanç ve adetleri olan bu cemaatin bazı mensupları, resmi ideolojinin
oluşumu ve bugünkü jakoben-din düşmanlığı üzerine kurulu yapısını sürdürmesinde etkin olmuşlardır. Bu dini akımın merkez üssünün Selanik olması da enteresan. Meşrutiyetten günümüze, tüm siyasi oluşumlarda adına sıkça
rastladığımız Selanik'in bu etkinliği bir tesadüf mü? Elbette hayır. 19. yy biterken batılılaşmanın rüzgarının bu şehirden esmesinin temel etnik bir etkeni vardı: Sabataycılar.
Türkiye'de ilk mason locası Selanik'te
kurulmuş, Abdülhamit yönetimine karşı başlayan başkaldırı burada tasarlanmış, Sultan iktidardan indirildikten sonra buraya gönderilmiş, ilk özel Türk okulları burada kurulmuş (unutulmamalıdır ki, Galatasaray Lisesi Sultan'ın
himayelerinde kurulmuştur ancak Fevziye ve Terakki mektepleri Sabataycı cemaat okulları olarak burada kurulmuşlardır), ilk kadın hareketleri burada şekillenmiş, Hareket Ordusu'nun merkezi (padişahı tahttan indirip, İttihat ve
Terakki fırkasını iktidara taşıyan ordu. S.K.) Selanik olmuş ve en önemlisi Türkiye'nin önde gelen kurucuları hep Selanik kökenli olmuşlardır. Bunları birer rastlantı olarak görme eğilimi ne yazık ki çok baskındır. Halbuki bu
kente bu önemi yükleyen Sabataycı kökenli kişilerdir. (Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.166)
SABATAYCI MEZARLIKLARI Sabataycılar gerek ilk dönemde yoğun olarak yasadıkları Selanik’te, gerek daha
sonraları Türkiye'nin başta İstanbul olmak üzere İzmir ve Bursa gibi şehirlerine yerleştikten sonra ölülerini ayrı mezarlıklara defnetmeyi tercih etmişlerdir. Selanik'te mahalle olarak da diğer dinlere mensup insanlardan ayrı
bir yerleşim düzeni kurmuşlar. 1924 ahali mübadelesi gereği geldikleri Türkiye'de de belli merkezlere yoğun olarak ilgi göstermiş ve içe kapanık bütünlüklerini böylece korumaya çalışmışlardır. Ancak zamanla farklı mahalle ve
şehirlere yerleşerek bir nevi fiziki asimilasyona uğramakla birlikte cemaat yapılarını korudukları görülmektedir.
İstanbul’da, Karakaşlar cemaatinin mezarlığı, Üsküdar Bülbülderesi'nde yer alıyor. Sabataycılığı sürdürme
konusunda diğer cemaatlerden daha aktif olduğu belirtilen bu cemaatin mezarlık konusunda da hassas davrandığı görülmektedir. Bülbül deresi mezarlığında az sayıda da olsa bazı Kapancıların yer aldığı belirtiliyor. Yakubiler ise
Maçka'daki mezarlığa ölülerini defnetmektedirler. Yakubilerin yoğun olarak İzmir’de yasadıkları belirtiliyor. Medya patronlarından Bilgin ailesi bu gruba mensuptur. Kapancılar cemaatinin ise Feriköy mezarlığında satın almış
oldukları ayrı bir bölüme ölülerini defnettikleri biliniyor. Sabataycıların mezar şekli ve taşların işlemesi tamamen farklı. Genellikle seramik üzerine çıkartma resim bu mezar taşlaıinda yer alır. Yazıların üslubu da farklılık
arz ediyor. Dikkat çeken nokta ise Ey zair diye başlaması. Şekil olarak da dönem dönem farklılık arz etse de kendilerine özgü çiçek islemeler ve Müslüman mezarlarından farklı geometrik sekil vermeler dikkat çekmektedir.
İbadethanelerinin ayrı, mezarlıklarının ayrı olmasının yanı sıra bu cemaat mensubu ailelerin zengin ve farklı bir mutfak kültürleri söz konusu. Esin Eden, Yunanistan'da İngilizce olarak yayınlanan “Bir ailenin yemek kitabı”
isimli eserinde, kendilerine özgü yemeklerden bahsediyor ve ailesi Türkiye'ye geldikten sonra da bir araya gelerek adet ve geleneklerini yaşatmaya çalıştıklarını belirtiyor. (a.g.e. S.42) Ilgaz Zorlu da bu yemeklerin salt
Akdeniz veya Yahudi mutfağından oldukça farklılıklar arzettigini belirtiyor.
SABATAYCILIKTA CİNSİ SAPIKLIKLAR Sabataycıların sıkça gündeme getirilen bir bayramı var: Kuzu Bayramı. Mesih Sevi'nin doğum günü
olduğuna inanılan, Mart’ın 21. gününü 22'ye bağlayan gecesi mum söndü olarak nitelenen kutlama, bir yönüyle toplu seks olarak değerlendirilmektedir. Bu Kuzu Bayramının artık kutlanmadığına dair iddialar varsa da Alaettin Gövsa
kendi şahit olduğu bir örneği Sabatay Sevi isimli kitabının 97. sayfasında anlatmaktadır. Ilgaz Zorlu ise bu konunun üzerine, çok fazla ele alındığını belirttiği kitabında, toplu seks ve mum söndü olayının Tanah'taki birtakım
dualardan kaynaklandığını da vurgulamaktadır: Ancak şurası bir gerçektir ki Sabataycı dua kitaplarının özellikle bugün İsrail’de bulunan nüshalarında serbest seksin Tanah'a dayandırılan ayetlerle desteklendiği bilinmektedir.
(Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.51)
Sabataycılarla ilgili eserlerin, özellikle dua ve Kabbala yorumlarının İsrail’e götürülüp özel bir mekanda gizlendiğini belirten Zorlu, bu kaynakların araştırmacıların incelenmesine
açık olmadığını da vurgulamaktadır. Türkiye'de yasayan bir cemaate ait dini kaynakların İsrail tarafından kaçırılması konuyla ilgili esrar perdesini daha da dikkat çekici kılmaktadır. İsrail devletinin bunları gizlemekte ne
gibi çıkarları olduğunun araştırılması gerekmektedir. Toplu seks ve hatta ensest ilişkiler dini kaynaklarda meşrulaştırıcı yorumlarla ele alınmaktadır: ... bazı Sabataycı din adamlarının Lut örneğinden hareketle ensest
ilişkiyi meşru kabul eden kararlar verdiklerini bilmekteyiz... (Zorlu, a.g.e.S.62)
Günümüzde de mum söndü ritüelinin uygulandığına dair bir cemaat üyesi tarafından açıklama yapıldığını da Zorlu belirtiyor. Zorlu, bütün
cemaatlerde aynı uygulamanın var olup olmadığının belgelenemediğini ve bu konunun istismar edildiğinden de yakınmaktadır. Dini yorumlar tarafından meşru gösterilen bir uygulamanın o dini benimseyen kişilerce sürdürülmesi kadar
doğal bir sonuç olamaz. Ne derece yaygın olduğunun da elbette araştırılması gerekiyor.
İNTERNETTE SABATAYCILIK Sabataycılık-dönmelik ve Türkiye'deki Sabataycılar üzerine, çoğu Amerika ve İsrail menşeli
onlarca makale ve araştırmanın İnternet sitelerinde yer almaktadır. Internet sitelerinde konuyla ilgili yazıların yer aldığı bazı yayın organları: Jarusalem Post, Forward, Jewish Exponend, The New Republic, The Journal of the
American Oriental Society, Canadian Geographic, Baltimore Jewish Times...
Genellikle Yahudi Kabbalizmi -mistisizm- üzerine yazılmış bu makaleleri görünce, varlıkları Türkiye'de olan ama Türkiye'de tartışılıp
konuşulmayan Sabataycıların, dünyada a'dan z'ye her boyutuyla araştırılmasındaki gariplik net olarak önümüze çıktı. Ilgaz Zorlu'nun kitabında birkaç yerde vurguladığı korku tek sebep olabilir mi? Böyle bir bahanede haklılık
payı olsa bile kesinlikle inandırıcı gelmiyor.
Bu gizli Yahudi cemaatinin veremeyeceği hesap mı söz konusu? İnternet sitelerinde yer alan yazı ve araştırmalar incelendiğinde ortaya birkaç önemli nokta çıkmaktadır:
Birincisi, Türkiye dışında bu konu, gerek üniversitelerde ve gerekse medyada etraflıca araştırılıyor ve araştırmalar kamuoyuna sunuluyor. Sadece son bir yıl içerisinde İnternet sayfalarında yer verilen araştırma ve belge sayısı
yüzün üzerinde. Bu alanda yazılmış ellinin üzerinde kitabin ismi geçiyor bu yazılarda.
Buna karşılık Türkiye'de bir iki kitap ve üç dört makale dışında kaynak bulmak imkansız. İkincisi, Sabataycıların Yahudiliğin
özellikle mistik yorumu olarak görülen Kabbala anlayışından kopuk olarak anlaşılmasının mümkün olmadığı. Bütün ritüeller, bayramlar, ilahiyat anlamındaki anlayışları Yahudiliğin bir parçası. Üçüncüsü ise özellikle İsrail
menseli yazılarda Sabataycıların Yahudiliği tahrif ettiği iddiaları öne çıkmaktadır. Netice olarak Sabataycılık Müslüman kisvesi altında, Yahudiliğin kabbalistik yorumunun hayata geçirilişi olarak karsımıza çıkmaktadır. Yazı
dizimizde de bunun kaynaklara dayalı örneklerinden böyle bir sonuç çıkmaktadır.
FORWARD'IN İLGİNÇ İDDİASI Amerika'da Yahudilerin 1897'den beri yayınladığı Forward dergisinin Şubat 99 sayısında Mustafa Kemal
Atatürk hakkında ilginç bir makale yayımlandı. Aynı zamanda derginin İnternet sitesinde yer alan makalede, Sabataycılıkta cinsellik konusuna da kısaca değiniliyor.
Makalenin yazarı, derginin bir dönem İsrail
temsilciliğini de yapmış olan Amerika’nın Yahudi kökenli ünlü araştırmacı yazarlarından Hillel Halkin. Halkin, makalesinde M. Kemal’in Yahudi kökenli olduğunu ve hatta Sabatay Sevi'nin neslinden geldiğini iddia ediyor ve Mum
söndü olarak bilinen Kuzu Bayramı’nı söyle anlatıyor:
Senede bir kez (Dönmelerin yıllık kuzu bayramı esnasında) Sabatay Sevi'nin doğum günü gecesi, çılgın danslar eşliğindeki akşam yemeği sırasında, mumlar söndürülür,
hanımların değiştirilmesi seansıyla (orgies, toplu sex) ayinler gerçekleştirilir... Bu tür birleşmelerden doğan çocukların kutsal sayılacağına inanılır. (Hillel Halkin, When Kemal Ataturk Resited Shema Yisrael: It's My Secret
Prayer, Forward Subat 1999, New York)
İLK TEPKİLER Bu araştırmayı yayımlamaya başladığımızda menfi-müspet birtakım tepkilerin olabileceğini düşünmüştük. Toplumumuzun, siyasi, ekonomik ve diğer bir çok hassas
alanlarında özellikle son yüz elli yıllık dönemde etkinlik sağlamış bu gizemli dini cemaat hakkında yayımlanan bir araştırmanın yankı bulması da normal karşılanmalıdır. Okurlarımızdan gelen olumlu tepkiler ve böyle bir konuyu
açtığımız için gelen teşekkür mesajları bizleri elbette memnun etti. Çoğu insan, hayretini de ifade etmekten geri kalmadı.
Anlaşıldığı kadarıyla çoğu insan birçok meseleden haberdar değil. Böylece önemli bir boşluğu
doldurucu hayırlı bir hizmeti de başlatmış olmanın memnuniyetini paylaşıyoruz. Öte yandan kökeni itibarıyla Sabataycı ailelere mensup bir kaç kişi de özellikle böyle bir diziyi yayımlamamızın amacının ne olduğunu anlamaya
çalışmak için aradı. Gazetemizde verilen bilgilere, hiç birinin bir iki ayrıntı dışında itirazları olmadı. Bizler de kendilerine toplumsal bir gerçek olarak konunun bir gazetecilik olayı olduğunu anlatmaya çalıştık.
İleride daha detaylı ve ayrıntılı yazıların da yayınlanacağını belirttik. İsmini burada açıklamayı uygun görmediğimiz ama siyaset alanında etkin bir kişinin söylediklerinden, bu cemaat mensubu olanların geçmişten gelen derin
bir korku psikolojisi içinde oldukları anlaşılıyor. Fakat, Türkiye'de yakın tarihte yasadıklarımız ülkeyi derinden etkileyen Selanik ve dönmeler faktörünün bilimsel olarak net bir şekilde ortaya konmasını gerektirmektedir.
Bu alanda en çok da sorumluluğun Sabataycılara ait olduğunu ilk bölümde belirttiğimiz gibi yine tekrarlıyoruz. Araştırmalarımız devam etmektedir. Bu dizi ile tarihsel süreci ve günümüze dair bir iki noktayı okuyucularımıza
duyurmayı amaçlamıştık ve bunun da hasıl olduğunu görüyoruz. İleride Sabataycılarla ilgili daha ilginç yazılarımız gazetenizde yer alacaktır.
Sinem Karaağaç ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
KABALACILAR
Önceki birkaç bölümde Rönesans (1350 ile 1650 yılları
arasında) olarak bilinen dönemde Yahudi tarihindeki olayları ele almıştık .
Bu zaman döneminde gördüklerimiz: klasik bilginin yeniden doğuşu ve Kilise’nin gücünün azalması; İspanyol Engizisyonu ve Yahudilerin
çeşitli ülkelerden kovulması; Protestanlığın Hıristiyanlığın yeni bir dalı olarak büyümesi; Polonya Yahudilerinin Altın Çağı ve Bogdan Chmielnicki’nin Ukrayna katliamları (Bkz 48, 49 ve 50. bölümler).
Rönesans sona ererken Yahudi alemi ne durumdaydı peki? Coğrafik olarak Yahudi nüfusunun yarısı kadarı, Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarında büyük bir yoğunluk göstererek, Ortadoğu’da yaşıyordu. Yaklaşık diğer
yarısı ise Doğu Avrupa’da (Polonya, Ukrayna, Litvanya) büyük bir yoğunluk göstererek, Avrupa’da yaşıyordu.
Bu, tüm Yahudilerin orada yaşadığı anlamına gelmez. Aslında Hindistan ve Çin dahil, dünyanın dört bir yanında
yaşayan Yahudiler vardı. Ancak Yahudi Tarihi açısından Yahudilerin toplu olarak yaşadığı geniş merkezlere odaklanıyoruz.
OSMANLI İMPARATORLUĞU Halife Ömer’in Yeruşalayim’in işgal ettiği 638 yılından itibaren
(Hz. Muhammed’in ölümünden altı yıl sonra) Yisrael toprağı -Haçlı Seferleri sırasında kısa bir istisna dışında (1099’dan 1187’ye)- Müslümanların elinde kaldı ve bu, I. Dünya Savaşı’nın 1917’de sona ermesine kadar böyle sürdü.
Rönesans yılları sırasında (1516’dan itibaren) bu Müslüman gücü İstanbul’u merkez alan Osmanlı İmparatorluğu’na aitti. Müslüman oldukları halde Osmanlıların Arap olmadığını, Türk olduklarını belirtmek önem taşımaktadır.
Türkler Yahudilere karşı geleneksel olarak iyi davranmıştı. İspanya’dan kovulduklarında Yahudilerin Sultan II. Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına kabul edildiğini ve “Bana bu İspanyalı Ferdinand’ın akıllı olduğunu
söylüyorlar ama aslında aptal biri. Hazinesini alıp bana gönderiyor” dediğini daha önceki bölümlerde aktarmıştık.
Osmanlı İmparatorluğu yayılırken Türkler Yisrael’e geldi ve “Muhteşem Süleyman” olarak bilinen Osmanlı
sultanlarının en büyüğü, Yeruşalayim’in bugün bile ayakta duran şehir duvarlarını yeniden inşa etti.
Büyüleyici olan şudur ki Süleyman Şlomo’nun Türkçe’sidir ve günümüzde Eski Yeruşalayim Şehri’ni belirleyen, onun
duvarlarıdır. Bu zaman döneminde çok sayıda Yahudi Yisrael toprağına, özellikle de Tsfat (Safed) şehrine geri dönmeye başladı. 100 yıldan kısa bir sürede Tsfat’ın nüfusu 300 aileden 10.000 kişiye çıktı. Ve bu dönem zarfında
Tsfat, Yahudi bilginliğine şaşırtıcı katkılarda bulundu.
En başta Rabi Yaakov Berav’dan (1475-1546) söz etmeliyiz. Yahudi aleminde 1.000 yılı aşkın bir süredir yapılmayan bir şeyi yapmaya çalıştığı için çok önem
taşımaktadır. Semiha’yı, yani “rabinik atama ve kutsamayı” yeniden oluşturmaya çalıştı. Semiha, Moşe’ye kadar geriye doğru izlenebilen, öğretmenden öğrenciye direkt bir hat halinde giden “doğru” bir rabinik atama ve kutsamadır.
Semiha Roma zulümleri sırasında kesilmişti. Rabi’ler hâlâ atanıyor ve kutsanıyor ama bu, Yahudi kanununun gerektirdiği şekilde ne “doğru”, ne de “resmi” idi; yalnızca sembolikti. Rabi Berav bunun yeniden doğru bir şekilde
yapılabileceğini düşündü ve kendini ve bir başka kişiyi atadı ve kutsadı ama girişimi başarılı olmadı. Yeruşalayim’in rabi’leri bunu tanımadı. Günümüzde bile rabinik atama ve kutsama yalnızca semboliktir.
Rabi Berav’ın
atayıp kutsadığı diğer kişi, İspanya’dan kovulan Yahudilerin arasında bulunan ve Avrupa’dan Türkiye’ye oradan da Tsfat’a gelmiş olan Rabi Yosef Karo (1488-1575) idi. Orada Yahudiliğin en önemli kitaplarından birini yazdı: bugün
bile uyulan Yahudi kanunnamesi Şulhan Aruh “Hazırlanmış Masa”.
Kendisinden önce başka bir İspanyol rabi, Rabi Yaakov ben Aşer, Yahudi kanununu Arba Turim (“Dört Bölüm”) adlı bir kitapta düzenlemeye yeltenmişti. Rabi
Yosef Karo Arba Turim’i aldı, bir yorumlama yazmak için 32 yılını harcadı ve Bet Yosef (“Yosef’in Evi”) adını verdi, sonra da Şulhan Aruh’a indirgedi.
Rabi Karo Sefarad idi. Rabi Moşe Isserles (Ramah olarak bilinen) ise
Krakowlu Polonyalı bir rabi idi, Şulhan Aruh’a bir Aşkenaz yorumlama yazdı (Bkz. 49. bölüm). Günümüzde Yosef Karo’nun Moşe Isserles tarafından düzeltilen Şulhan Aruh’u, Yahudi kanununu belirler.
Yosef Karo bugün daha
çok kanun kitabı sayesinde tanınsa da, bir mistik idi. Tsfat’a yerleşmesi de rastlantı eseri değildi çünkü onun zamanında Tsfat Yahudi mistikliğinin merkezi oldu.
YAHUDİ MİSTİKLİĞİ
Yahudi mistikliği nedir? Yahudi mistikliği daha çok Kabala olarak bilinir.
Kabala (“alınmış olan”) Tora’nın sözcük ve harflerinin derin, gizli anlamına odaklanan bir yorumudur. Yahudi geleneğine göre Tora’yı anlamanın
bu seviyesi Sinay Dağı’nda ortaya çıkarılmıştı ama karmaşıklığı yüzünden yalnızca birkaç “inisiye” (sırları bilen) ile sınırlı kalmıştı. Zamanla bu gizli yorumlama daha yaygın bir şekilde bilinmeye başladı ve sonunda
yayımlanarak herkese açıklandı (ama sadece pek azı bunları anlayabiliyordu).
Kabala’nın anahtar eseri Zohar’dır “İhtişamın Kitabı”. Bu kitabın içeriği ilk olarak Rabi Şimon bar Yohay tarafından yaklaşık M.S. 100
yılında, bir mağarada Romalılardan saklanırken ortaya çıkarılmıştı. Birçok akademisyen bu kitabın Rabi Moşe de Leon (1240-1305) tarafından yazıldığını ileri sürer.
İspanyol bir rabi olan Rabi Moşe de Leon gerçekten de
Zohar’ı yayımlayan ilk kişiydi ama hiçbir zaman yazarı olduğunu iddia etmedi. Dahası yayımlamış olduğu öğretiler tutarlı bir bütün şeklinde düzenlenmemişti ve önceden olduğu gibi az sayıda kişi içeriğini anlayabiliyordu.
Daha sonra Ramak olarak bilinen Tsfatlı Rabi Moşe (1522-1570) devreye girdi. Ramak o zamana kadarki tüm Kabalistik düşünceyi, özellikle de Zohar’ın öğretilerini akılcı bir şekilde sistematize etti. Ramak, eseri Pardes
Rimonim’de (Nar Bahçesi) çeşitli, çoğu zaman görünürde çelişkili öğretileri tutarlı bir sisteme dönüştürerek Kabalacı geleneğin birliğini kanıtladı.
Ramak’ın sisteminin çekirdeği, Tanrı’nın gerçeği on sefirot-İlahi
enerji kanalları- ile nasıl yarattığının ayrıntılı bir tanımından oluşuyordu. Bu on kuvveti anlamak günümüzde Kabala öğreniminin anahtarıdır.
Ancak bugün bildiğimiz şekliyle Kalaba’nın gelişimindeki en ünlü kişi belki
de, Ari olarak çağırılan Rabi Yitshak Luria (1534-1572) oldu. Ari Yeruşalayim’de doğmuş, sonra Tsfat’a yerleşmiş, oraya Ramak’ın cenazesinin yapıldığı gün gelmişti. Tsfat’ta yalnızca iki yıl yaşadı, 38 yaşında öldü ama bu kısa
zaman içinde Kabala öğreniminde devrim yaptı. Gerçekten de öğretileri -öğrencisi Rabi Hayim Vital tarafından toplanmış olan- Kabala öğrenimini güçlü bir şekilde yönlendirir.
Ari’nin sistemi Ramak’ınkini geliştirdi ve
sefirot’u tek boyutlu noktalar olarak algılamak yerine, dinamik olarak etkileşen, her biri simgesel insancıl karaktere sahip partzufim “şahsiyetler” olarak gördü.
Onun anlayışına göre insan eylemleri İlahi enerjiyi
dünyaya kanalize eden sefirot’u etkileyebilir, yaradılışın amaçlanan mükemmellik durumuna ilerleyişini kolaylaştırır, ya da engeller.
Ari, Sha’ar He Gilgulim “Reenkarnasyonun Kapısı” adlı eserinde açıkladığı reenkarnasyon etüdünü de geliştirdi.
Bu zaman döneminde çok sayıda kişi Tsfat’ta Kalaba öğrenmeye geldi. Efsaneye göre beyazlar giymiş olan
Kalabacılar Şabat akşamları kırlarda dolaşır Şabat Kraliçesi’ni karşılayan şarkıyı söylermiş: Lecha Dodi Likrat Kallah “Gel Sevdiğim, Gelini Karşılayalım.” (Bu ünlü şarkı/şiir Rabi Şlomo HaLevi Alkanetz tarafından yazılmıştı.)
SABETAY SEVİ, SAHTE MESİH Mistiklik her zaman Mesihsel beklenti ile birleştirilir. Ama Mesihsel beklenti -Maimonides tarafından belirlenmiş olan İnancın On Üç Prensibi’inden biri- bazen yanlış olabilir ve
Yahudi halkı için büyük sorunlara yol açabilir.
Bu olay 1600lü yılların sonunda oldu ve önceki 150 yılın Yahudi tarihi -kovulmalar, engizisyon ve Chmielnicki katliamları- sahneyi hazırladı. Yahudilerin morali bozuktur.
İşler ancak daha kötüye gidecek gibi görünmektedir. Kuşkusuz Mesih’in kurtarmaya gelme zamanı gelmiştir artık.
Bu anda Sabetay Sevi
adında sözde bir mistik ün kazanmaya başladı. 1626 yılında İzmir’de doğmuş, duygusal olarak istikrarsız da olsa, kuşkusuz her bakımdan parlak, karizmatik bir kişiydi. 20 yaşında iken kendisine cemaatinin üyeleri tarafından haham “bilge kişi” unvanı verilmiş ancak kısa zaman sonra, davranışları tutarsız olmaya başlayınca insanlar akıllı olduğu halde zihinsel olarak istikrarsız olduğunu anlamış ve onu aralarından uzaklaştırmıştı.
Ortadoğu’da dolaşmaya başladı ve 1651’de Yisrael’e, tam olarak Gaza’ya gitti. Orada destekçisi olan Gazalı Natan adında başka bir sözde mistik ile tanıştı. Sabetay Sevi’yi Mesih olduğuna ikna eden ve tüm Yahudi
cemaatlerine Mesih’in Yisrael’e geldiği konusunda mektuplar yollamaya koyulan odur.
Daha sonra olanların anlatısı ilk elden, Almanya’da yaşayan “Hamelinli Glukel” adlı ve anıları 17. yüzyıl Avrupa Yahudiliğinin yaşamı
hakkında fikir veren Yahudi bir kadından gelmektedir. Şöyle yazar:
“İnsanlar Sabetay Sevi’den konuşmaya başladı ama vah bize, günah işledik ve duyduğumuzu ve inandığımı hiçbir zaman göremedik. Dünyanın her
yerinde hizmetkarlar ve çocuklar pişmanlık, dua ve hayır işi ile uğraştı ve iki, hatta üç yıl boyunca sevgili Yisrael halkı bekledi ama hiçbir şey ortaya çıkmadı.
“İzmir’den mektuplar gelmeye başladığında sevincimiz
anlatılamaz. Çoğu Sefaratlara hitaben yazılmıştı. Mektuplar gelir gelmez sinagoga götürdüler ve yüksek sesle okudular. Genç ve yaşlı Almanlar da Sefarad sinagoglarına koştu.
“Birçoğu kurtarılacakları günün umuduyla
evlerini, topraklarını ve tüm sahip olduklarını sattı. Kayınpederim Hamelin’deki evini terk etti, evini, topraklarını ve güzel eşyalarını bıraktı. Çok iyi biliyoruz ki En Ulu bize söz verdi ve o kadar kötü değiliz, kalbimizin
derinliklerinde gerçekten dindarız, eminim Tanrı bize merhamet edecektir. “Komşunu kendin gibi seveceksin” emrine uyabilirsek. Ama Tanrı bizi affetsin. Yaşamlarımıza hakim olan kıskançlık ve düşüncesiz nefretten iyilik
gelemez...”
Bu anlatıdan Yahudilerin o kadar çok zulümden sonra Mesih’in gelişini ne kadar hevesle beklediğini ve Mesih coşkusuna ne kadar kolay kapıldıklarını görebiliyoruz.
Ancak, Sabetay Sevi’nin
Yahudi aleminde muazzam sayıda takipçisi olduğu halde (İsa’nın sahip olduğundan çok daha fazlası) Avrupalı rabi’lerin kanmadığını ve halkı ona karşı uyardıklarını belirtmek gerekir.
Bu arada kendi hikayesine inanan
Sabetay Sevi Osmanlı İmparatorluğu’nun Sultanı’nı ziyaret etti ve Mesih olarak tanınma talep etti. Sultan’ın Yisrael toprağını ona vermesini de istedi.
Etkilenmeyen Sultan onu hemen hapse attırdı ve İslam’ı kabul etmezse onu ölünceye kadar işkence ile tehdit etti.
Sabetay Sevi
böylece din değiştirdi. İşbirliği nedeniyle ona bir kraliyet unvanı, Aziz Mehmet Efendi ve “Sultan’ın Kapısında Kapıcı” konumu verildi. Mesih olduğunu iddia etmeyi sürdürdü ve sonunda Sultan onu sürgün etti.
Tabii
İslam’ı seçer seçmez Yahudi alemi Mesih olduğuna inanmayı bıraktı. Ancak birkaç Yahudi kandırıldıklarını kabul etmedi ve onunla birlikte din değiştirdi. Bu grup -Dönmeler- Türkiye’de özel bir Müslüman mezhebi olarak I. Dünya
Savaşı’na ve Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşüne kadar ayakta kaldı.
KARŞI TEPKİ Sabetay Sevi ile olanların sonucunda bir karşı tepki ortaya çıktı. Mesihsel coşku Yahudi alemini kasıp kavururken
Sabetay Sevi’nin kimsenin dinlemediği karşıtları, özellikle Haham Tzvi olarak bilinen Amsterdamlı Rabi Tzvi Ashkenazi ve oğlu Rabi Yaakov Emden, bu fiyasko yüzünden Yahudi mistikliğini suçladı. Bu kez insanlar onları
dinledi. Bu karşı tepkinin sonucunda bazı parlak Kabalacılar haksız yere suçlandı, şehirden kovuldu, kitapları yakıldı.
Bunlardan biri Ramhal olarak bilinen İtalyan rabi Moşe Hayim Luzetto (1707-1747) idi. Büyük bir
Kabalacı, derin bir düşünür idi. Günümüzde de yoğun bir şekilde okunan Mesilat Yesharim “Doğrunun Yolu” adlı kitabın yazarıdır. Ama Kabalacı olduğundan İtalya’dan kovuldu, Yisrael’e gitti ve 40 yaşında öldü.
Yahudi
öğrenimine katkıları ölümünden sonrasına kadar takdir görmedi. Rabi Elijah ben Shlomo Zalman, Vilna Gaon’u (Vilna Dahisi) daha sonra Ramhal’in eserleri hakkında, Yahudilik konusundaki anlayışının mükemmel olduğunu, Ramhal Vilna
Gaon’un zamanında hayatta olsaydı, Vilna’dan İtalya’ya yürüyerek Ramhal’ın ayaklarına oturacağını ve öğreneceğini söylemiştir.
Ne var ki Vilna Gaon Ramhal’ı överken, öğretileri Kabala’ya dayanan başka bir parlak
rabi’yi, Hasidik hareketin ünlü kurucusu Ba’al Shem Tov’u yermiştir.
Bu Yazı Sevivon Post Sitesinden Alınmıştır. Masonluk ve Sabataycılar Sayfası için TIKLAYINIZ
|